Reformizm rüzgarı karşı inat ve ısrarla devrim!
Devrimin karşısında bir akım: Reformizm
Reformizm, kaçınılmaz bir biçimde Marksizm’e de musallat olmuş, onun devrimci özünü; sürekli devrimci fikir üreten dinamiklerini, temel kavramlarını, yaklaşımını bozmaya çalışmıştır. Onun bu niteliksel özel- liği oportünizm gibi Marksizm’in de revize edilmesine yol açmış; Mark- sizm, gelişimi boyunca bu revize edilmeye karşı da mücadele etme görevini yerine getirmek zorunda kalmıştır.
Reformizm ve devrimci yoldan ilerleme, sınıflar mücadelesinin başlangıçtan bugüne kadar içinde taşıdığı çatışmalı iki çizgiyi sembolize eder. Hemen her devrimsel süreçte reformistler ve devrimciler olmuştur. Toplumsal hareket, devrimle nitel dönüşümler yaşamamış olsa da her seferinde reformizm dev- rime ayak diremek üzere peydah olmuş ve devrimci hareketin zaferiyle so- nuçlanan süreçlerin sonunda ise bir süre için silinmiştir. Reformizm sınıf mücadelesi tarihi boyunca tüm devrimci akımlara musallat olan ayak bağı olarak nitelenebilir; öyle ki devrimci akımlar bu ayak bağı ile baş edebildik- leri sürece başarılı olabilmişlerdir.
Reformizm, kaçınılmaz bir biçimde Marksizm’e de musallat olmuş, onun devrimci özünü; sürekli devrimci fikir üreten dinamiklerini, temel kavramlarını, yaklaşımını bozmaya çalışmıştır. Onun bu niteliksel özelliği oportünizm gibi Marksizm’in de revize edilmesine yol açmış; Marksizm, gelişimi boyunca bu revize edilmeye karşı da mücadele etme görevini yerine getirmek zorunda kalmıştır.
Elbette tüm bu mücadele, gelişimin bu biçimi kaçınıl- mazdır. Burada söz konusu akımlar “suçlu” gibi kavranmamalıdır, bunlar has- talıktır ve hemen her hastalık gibi bünyenin tabiatından beslenirler. Dolayısıyla reformizmi, Marksizm’i revize etme özelliğiyle kavramaya çalışmamız aslında Marksizm’i derinlemesine öğrenmemize sebep olur. Marksizm ile revizyonizmin tarihi ortaktır.
Reformizm ile devrim çatışması Marksizm ile revizyonizmin temel çatışma alanı olarak bir bütündür.
Marksizm öncesi reformizm
Feodalizmin burjuvazi tarafından tarih sahnesinden silinmesi ile burjuvazi ve proletarya arasındaki mücadele toplumsal çelişkinin odağı haline gelmiştir.
Kapitalizmde “özgürlüğün” emekçi sınıfların sömürüsü ve baskısına dayandığı anlaşıldığında buna karşı çeşitli tepkilerin ifadesi olarak çeşitli öğretiler de ortaya çıktı. Bunlar kapitalizmin olumsuzluklarını eleştiriyor, yıkılmasını düşlüyor, daha iyi toplum hayal ediyorlardı. “Ne var ki ütopik sosyalizm, gerçek çıkış yolunu gösteremedi.
Ne kapitalizmdeki ücretli köleliğin özünü ne kapitalist gelişme yasalarını açıklayabildi ne de yeni bir toplum yaratma yeteneğine sahip toplumsal gücü keşfedebildi.” (Engels, 2005:92)
Komünist Manifesto’da “sosyalist ve komünist yazın” başlığı altında ortaya çıkan bu çeşitli öğretiler ele alınmıştır.
Bunlar gerici sosyalizm (feodal,
küçük burjuva ve Alman sosyalizmi),
tutucu sosyalizm ile
eleştirel- ütopyacı sosyalizm ve komünizmdir.
Bunların dışında farklı öğretiler de ortaya çıkmıştır.
1) Gerici Sosyalizm
a) Feodal Sosyalizm: Burjuvaziye karşı feodal sınıfların bir tepkisiydi. Halkı burjuvaziye karşı yanlarına çekmenin bir taktiğiydi. “Hıristiyan der- vişliğine sosyalist bir hava vermekten daha kolay bir şey yok. Öyle ya Hıristiyanlık, özel mülkiyete, evliliğe, devlete de karşı çıkmamış mıydı? Onların yerine yardımseverlik ve dinlenme, manastır bekâreti ve nefsini öldürme, çadır hayatı ve kilise diye vaazlar vermemiş miydi? Hıristiyan sosyalizmi, aristokratın öfkesine papazın serptiği vaftiz suyudur yalnızca.” (Marx-Engels, 2009:75)
Eleştirinin esas noktasında burjuva toplumunda eski düzeni tamamen ortadan kaldıracak bir sınıfın yani proletaryanın gelişmesi olduğu için gerici bir özellik taşımaktaydı.
b) Küçük-burjuva Sosyalizmi: Kapitalist üretim ilişkilerini ve bunun doğurduğu, doğuracağı çelişkileri isabetli değerlendirmekle birlikte eski üre- tim ilişkilerini yeniden kurmaya ya da yeni üretim ilişkilerini eski olanın içine zorla yerleştirmeye odaklandığı için gerici ve ütopik bir özelliğe sahipti.
c) Alman Sosyalizmi: Proletaryanın çıkarları yerine hiçbir sınıfa men- sup olmayan “genel insan”ın çıkarlarını savunan, burjuvaziye karşı mut- lak-gerici sınıfların bir silahı olan, bağnaz küçük burjuvazinin çıkarını doğrudan temsil eden bir öğreti olarak gelişmişti.
2) Tutucu Sosyalizm: Burjuva toplum içinde kalınarak ondan doğan sıkıntıların giderilmesini savunur. “Bu çerçevede: ekonomistler, filantrop-
lar, insancıllar, çalışan sınıfın durumunu düzeltmeciler, yardımseverler, hayvan korumacıları, ılımlılık örgütçüleri vardır. En çeşitlisinden köşe bucak reformcuları...” (Marks-Engels, 2009:81)
Bunlar burjuva toplumunu çelişkisiz arzularlar. Yalnızca ekonomik koşullarda bir değişimin yararlı ola- cağını savunarak işçi sınıfının bütün devrimci hareketinin içini boşaltmaya çalışırlar.
Kısaca sermaye ile ücretli emek arasındaki ilişkide esasen hiçbir şeyi değiştirmeden korumayı ve ufak tefek iyileştirmeleri hedeflerler.
3) “Esas sosyalist ve komünist sistemler, St. Simon’un, Fourier’in, Owen’ın vb. sistemleri” (Marks-Engels, 2009:83) proletaryanın hem kendi gelişmemişliği hem de maddi koşulların yetersiz olduğu dönemde boy göstermiştir.
Bu öğreti sınıf karşıtlığını tanır ve bunun ortadan kaldırılmasını ister “Mevcut toplumun bütün temellerine saldırır” (Engels) ancak, proletaryaya siyasal bir rol biçmez, onun rolünü görmez. Tasarladıkları toplumu propaganda ve örnekler yoluyla barışçıl şekilde gerçekleştirmeyi hedeflerler.
Bu nedenle devrimci tüm siyasal eylemleri, hareketi olumsuzlarlar. Bu öğretinin savunucularından biri olan Owen, 1833’te Londra’da İşçi Sendikaları Büyük Ulusal Birliği’nin kurulmasına öncülük etti ve birli- ğin başkanı oldu. Birlik, üretimin yönetimini ellerine alarak barışçıl yolla toplumun baştan aşağı dönüştürülmesini hedefliyordu. Ancak burjuva devletin-toplumun şiddetli tepkisi sonucu bu ütopik plan başarısızlığa uğradı ve birlik 1834’te dağıldı. Sınıf mücadelesini törpülemeye ve sınıf karşıtlıklarını uzlaştırmaya hizmet ettiği için sınıf mücadelesi geliştiği oranda önemini kaybederek gerici bir özellik kazanmıştır.
Bir başka akım ise Kotheder sosyalistleri (kürsü sosyalistleri) idi.
Bu akımın başlıca temsilcileri üniversite profesörleriydi ve kürsülerden sosyalizm adı altında burjuva reformizmini vaaz ediyorlardı. Devletin sınıflar üstü bir kurum olduğunu, dolayısıyla düşman sınıfları uzlaştırabileceğini savunuyor, işçilerin durumunu hastalık, kaza sigortaları ve fabrika sözleşmeleri ile iyileştirmeyi amaçlıyorlardı.
İşçi sendikalarının siyasi mücadeleyi ve işçi sınıfı partisini gereksiz kıldığını belirtiyorlardı. Bu profesörlerden L. Brentano, İngiliz trade unionlarını kapitalizm sınırlarını aşmadan işçi sını- fının durumunda iyileştirmeleri ve sömürüden kurtulmalarını sağlamada örnek örgüt olarak gösteriyordu. Lenin bu akımı “burjuvazinin, Marksist sınıf mücadelesi teorisini ‘çürütmek’ ve… emekçilerin burjuvazinin etkisi altına girmesini sağlamak için gündeme getirdiği girişimlerden biri…” olarak tanımlamıştı. (Lenin, 1997:219)
Kürsü sosyalistleri revizyonizmin ideolojik bir öncülüydü.
Komünist hareketin ayrımı
Engels Manifesto’ya neden sosyalist değil de komünist dediklerini açıklarken o dönemi şöyle ifade eder: “ …
1847’de sosyalist denince iki tür kişi anlaşılıyordu. Bir yanda, daha o zaman giderek tükenmekte olan tarikatlara daralmış çeşitli ütopik sistemlerin, özellikle de İngiltere’de Owen’cılığın, Fransa’da Fourier’ciliğin peşinde olanlar. Öbür yandaysa, sermayeye ve kâra hiç dokunmaksızın toplumsal bozuklukları her derde deva çeşitli mer- hemlerle her çeşit yamalık yöntemleriyle gidereceğini sanan sosyal lafa- zanlar. Her iki yandakiler de işçi sınıfının dışında duran ve daha çok ‘kültürlü’ sınıfların desteğini arayanlar. Buna karşılık, işçilerin salt siyasal değişimlerin yetersizliğinden emin olan ve toplumun temelde yeniden bi- çimlenmesini gerekli gören öteki kesimi, o zamanlar kendilerine komünist diyorlardı. Biraz ham işlenmiş, salt içgüdüsel, bazen biraz kaba komü- nizmdi bu. 1847’de sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizmse işçi hareketiydi…
Ve biz daha o zaman ‘işçilerin kurutuluşu işçi sınıfının kendi işi olmalı’ görüşünü taşıdığımız için, bu iki deyimden hangisini seçeceğimiz konusunda bir an bile tereddüt etmedik.” (Marks-Engels, 2009:39–40)
Dönemin özgün karakterini Engels böyle anlatıyor.
Kapitalizm yeterince gelişmiş değildi. Maddi koşulların ve proletaryanın gelişme düzeyi “burjuva sosyalist” görüşlerin doğmasına-gelişmesine zemin sunuyordu. Proletaryanın kendiliğinden sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf haline geldiği Komünist Manifesto ile ilan edilmişti. Sanayinin gelişmesi, işçi sı- nıfının gelişen mücadelesi ve örgütlenmesi, Avrupa’da mayalanmakta olan devrimler, Paris Komünü, işçi sınıfının bilimi-ideolojisi olarak Marksizm’in inşa edilmesi ütopik ve burjuva sosyalist görüşlerin etkisinin kırılmasını sağladı.
Marksizm ile Marksizm dışı akımlar arasındaki ayrım, mücadele daha belirgin, daha keskin bir nitelik kazanmaya başlamıştı. Marksizm’in temel ilkeleriyle hedefleri, strateji ve taktikleri belirlenmişti. Bu ilkeler burjuva görüş ve akımlara karşı mücadele içinde geliştirilmiş, Marksizm böyle güçlenmiştir. “… (1840’lardan sonra)
Marksizm temel olarak kendine düşman olan teorilerle savaşmakla uğraştı. Kırkların başlarında Marks ve Engels, dünya görüşleri felsefi idealizm olan radikal genç hegelciler ile hesaplaştı. Kırkların sonlarında savaşım, prudonculuğa karşı, iktisadi öğreti alanında başladı. Elliler, fırtınalı 1848 yılında ortaya çıkan partiler ve öğretilerin eleştirisiyle bu savaşımın tamamlandığına tanık oldu.
Altmışlarda savaşım, … Bakuninciliğin Enternasyonalden çıkarılmasına…” yönelmişti. (Lenin, 1990:243)
70’lerin başında ve sonunda proletarya üzerinde etkisi olmayan farklı görüşler de ortaya çıkmıştı. Marksizm’in bütün öteki ideolojilere karşı mücadele kazandığı zafer sayesinde burjuva görüşlerin etkisi kırılmıştı. Gene de sosyalist hareket içinde devrimci ve reformist, proleter ve küçük burjuva çizgi arasındaki mücadele henüz ulusal sınırlarda kalmaktaydı.
Reformizm: İhanet yolu
Almanya’da Lasalcılar Bismarck’ın “Büyük Güç” politikasını desteklemişlerdi. Engels bunu “nesnel olarak bir alçaklık ve Prusyalılar lehine tüm işçi sınıfı hareketine ihanet” olarak değerlendirmişti. Marks ve Engels bu akımı bütün yönleriyle eleştirerek işçi sınıfı içinde oportünist bir eğilim olarak tanımlamışlardı. Ayzenahçılar ise Marks ve Engels’in görüş ve eleştirileri doğrultusunda hareket ederek Lasalcılardan daha tutarlı ve devrimci bir yol izlemişlerdi. Almanya’nın birleştirilmesi sorunu ile ilgili olarak Lasalcıların tersine “demokratik ve proleter bir yolu ve Prusyacılığa, Bismarkcılığa, milliyetçiliğe ve her türlü ödüne karşı savaşımı” desteklediler. (Lenin, 1990:536)
Daha sonra (1875) bu iki parti Gotha Kongresi’nde (Alman Sosyalist İşçi Partisinde) birleştiler. Bu kongrede kabul edilen program “niteliği” yönünden seçmeci ve oportünist”ti (Lenin). Ayzenahçılar belli başlı konu- larda Lasalcılara ödün vermişlerdi. Marks ve Engels programın eski Ayzenah programına göre daha geri olduğunu, Marks ilkelerin formülas- yonu konusunda verilen tavizleri eleştirerek ilkelerle ilgili taviz verilme- mesini, teorik “tavizler” verilmemesini belirtmişlerdi.
Fransa’da Guesdciler proletaryanın bağımsız devrimci bir politika izle- mesini savunan sol Marksist bir akımdı. Possibilistler (olanakçılar) ise pro- letaryayı devrimci savaşımından saptırmaya çalışan küçük burjuva reformcu bir akımdı. Proletaryanın devrimci amaçlarını geri plana iten, devrimci bir program ve taktiğe ihtiyacı olmadığını, kendisini gerçekleşti- rilmesi olanaklı şeylerle sınırlayan bir akımdı.
Bu iki akım 1905’te sosyalist partide birleşti. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında sosyal şoven bir tutum takınarak proletaryaya ihanet ettiler.
İngiltere’de fabiyanlar (reformcu fabiyan derneği üyeleri) proletaryanın sınıf savaşımına ve sosyalist devrime gerek olmadığını, kapitalizmden sosyalizme geçişin reformlar yoluyla gerçekleşeceğini savunuyorlardı. Lenin bunları “aşırı bir oportünist eğilim” olarak tanımladı.
Sosyaldemokratlar ise Marksizm’i savunan ve sosyalist hareketin sol kanadını oluşturan devrimci sosyal demokratlarla birlikte reformistler ve anarşistlerin de içinde yer aldığı bir akımdı. Engels bunları dogmacı-sekter tutumları işçi hareketi ile ilişki kurmamaları nedeniyle eleştirmişti.
Marksizmʼde revizyonizm
Bu akımlarla mücadele ulusal sınırlar içinde kalmasına rağmen Marksizm ile revizyonizm arasında uluslararası bir mücadelenin ön koşullarını oluş- turuyordu. Lenin bu farklı akımların tek bir aile oluşturduğunu, birbirlerini överek birbirlerinden öğrendiğini ve Marksizm’e karşı ortak bir mücadele için birleştiğini belirtir ve “… Sosyalist oportünizmle giriştiği bu ilk ger- çekten uluslararası çatışmada belki de uluslararası devrimci sosyal demokrasi, uzun zamandan beri Avrupa’da egemen olan politik gericiliğin sonunu hazırlamak için yeterli güce ulaşacaktır” (Lenin, 1997:11) der. Bu dönemde revizyonizm daha belirgin bir hale gelmiş, özellikle Bernstein’ın Marksizm’in en temel ilkelerini revize edip (reddederek) Marksizm’den kopmasıyla bu mücadele keskinleşmiştir.
Fransa’da sosyalist Millerand 1889 yılında gerici hükümete bakan olarak katılmayı kabul etmişti. Bu uluslararası işçi hareketinde şiddetli tartışmalara yol açtı. Oportünistler bunu olumluyor, göklere çıkarıyor ve Millerand’ın hükümete katılımını Paris Komünü’nü işçilerin kanıyla boğan General Gallifet’in (kendisi de Millerand’la beraber hükümette yer alıyordu) “… faaliyeti için güvence” olarak ifade ediyorlardı. (Lenin, 1997:220)
Marksistler ise buna şiddetli eleştirilerde bulunarak mücadele başlatmışlardı. Bernstein, Millerand’ı hararetli bir şekilde savunuyor, övüyordu. Çünkü bu onun savunduğu görüşlerin pratik bir örneğiydi. Lenin bunu “pratik Bernsteincılık” olarak tanımlamış, sosyalizmin bu şekilde aşağılanmasının ve işçi sınıfının bilincinin böylesine bozulmasının karşılığının “… zavallı reformlar için görkemli projeler, öylesine zavallı ki burjuva hükümetler altında daha fazlası elde edildi” diyerek bu akımın karakterine işaret etmişti.
Aynı dönemde Rusya’da ise Legal Marksistler Marksizm’in sadece kapitalist gelişmeyi açıklayan yasalarını kabul ettiler. Onun devrimci özünü, kapitalizmde çelişkilerin gelişmesini, proletaryanın ortaya çıkışını ve ikti- dar mücadelesini reddettiler. Onlar sadece burjuvazinin tarihsel rolü ile ilgileniyorlardı. Böylece revizyonist, nihayetinde de burjuva liberali olup çıktılar.
Bütün bu akımlar Marksizm’in temel ilkelerine aykırı görüşleri savunu- yor, onun özünü bozuyorlardı. Ama Marksizm’in revizyonu işini asıl olarak
Bernstein yerine getirdi, teorik önderliğini yaptı.
Bernstein, Marksizm’in revizyonu adı altında Marksizm’in temel ilkelerini reddederek Marksizm karşıtı bir pozisyon almıştı. Kapitalizmin çelişkilerinin proletarya-burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin sönmesini, proletarya ile burjuvazi arasında iş birliğini, proletarya diktatörlüğü yerine sınıfların işbirliği temelinde ka- pitalizmin barışçıl bir biçimde dönüşümüne sosyalizme evrilmesini, bu yüzden de işçi sınıfı partisinin sınıflar arası bir reformlar partisi, burjuva liberal bir parti olmasını, siyasal özgürlük, demokrasi ve genel oy hakkının sınıf savaşımının temelini ortadan kaldırdığını, seçimlerde “çoğunluğun iradesi”nin üstün gelmesinin devleti sınıf egemenliğinin organı olmaktan çıkaracağını savunuyordu. “Hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey” (Bernstein) sözü revizyonizmin özünü, ruhunu yansıtır.
Marksizm’in böylesine içinin boşaltılmasına Alman Sosyal-Demokrasisi,
Kautsky ve 2. Enternasyonal’in önde gelenleri ciddi bir mücadelede bulunmadığı gibi Bernsteincılığa taviz veren, önünü açan yaklaşımlar ser- gilemişlerdir. Kautsky daha sonra Marksizm’in en önemli sorunu olan proletarya diktatörlüğü konusunda savunduğu görüşlerle Bernstein’la uzlaşmış, onu “derinleştirmiş!”, Marksizm’in ilkelerinin iğdiş edilmesine kan taşımıştır. Kautsky “Proletarya Diktatörlüğü” adlı broşürüyle proletarya diktatörlüğüne, proleter devrime karşı çıkmış, bu en önemli meselede karşı-devrimci rolü oynamıştır. Marks’ın proletarya diktatörlüğü hakkın- daki temel fikirlerini çarpıtarak içini boşaltmış, proletaryanın burjuvaziye karşı iktidarı şiddetle yıkma ve kurma zorunluluğunu reddetmiştir. “Saf bir demokrasi”, “herkes için demokrasi” savunularıyla sorunun sınıfsal özel- liğini inkâr etmekle burjuva demokrasisi ve burjuva devletini savunmaya varmıştır.
Demokrasi-Devlet-Devrim olgusunun sınıfsal karakterini bir ke- nara bırakıp proletaryanın sınıf düşmanlarına karşı şiddete dayalı müca- delesinin yanlış olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Lenin, Bernstein ve Kautsky’nin bu karşı-devrimci revizyonist teorilerine karşı kararlı bir mü- cadele yürütmüş, onların bu görüşleriyle nasıl burjuvaziye hizmet ettiğini vs. ortaya koymuştur. “… apaçık safsatalarla Marksizm’in devrimci yaşa- yan ruhu gasp ediliyor, devrimci mücadele araçları, bu mücadele yön- temlerinin propagandası ve hazırlanması, kitlelerin tam da bu yönde eğitimi dışında Marksizm’de ne varsa kabul ediliyor…” (Lenin, 1996:129) Bernstein ve Kautsky’in savunduğu görüşler 2. Enternasyonal’e dam- gasını vurarak çizgisini belirlemiştir. Tam da bu nedenle 2. Enternasyonal partilerinin çoğu sosyal şoven, oportünist bir karaktere bürünerek 1. Em-
peryalist Paylaşım Savaşı’nda kendi burjuvazileri safında “Yurt Savun- ması”na, burjuvazinin çıkarlarının savunmasına katıldılar. Böylece prole- taryaya karşı büyük bir ihanet sergilediler.
“… Durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişimlerine uyarlamak, proletaryanın bi- rinci çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, tüm kapitalist evrimin özellik- lerini unutmak, bu birincil çıkarları, anın gerçek veya varsayılan avantajları uğruna feda etmek-revizyonizmin politikası budur.” (Lenin, 1990:249)
Kısaca reformizm
Devrim ve reform sorunu Marksizm ve revizyonizm arasındaki bu tarihsel mücadele temelinde ele alındığında daha anlaşılır olacaktır.
Reform genel anlamıyla tümüyle değiştirmeyi hedeflemeden aksaklıkları giderme, onarma anlamına gelir. Toplumsal devrimin reformlarla, do- layısıyla barışçıl karakterli ve sınıfların uzlaşmasına dayalı olarak gerçekleşeceği bu akımın temel savunusudur. Reformizm sınıf karşıtlıklarını uzlaştırmaya çalışır, onlar arasındaki çelişkilerin her birinin kendi sınıf- sal gerçeğini koruyarak-sürdürerek çözümlenebileceğine inanır. Ancak bilinir ki emek-sermaye çelişkisi bir sınıfın diğeriyle uzlaşmasıyla, birbirini dönüştürerek değil karşıtlardan proletaryanın burjuvaziyi şiddet eşittir zorla ortadan kaldırması, iktidarını yıkması ve kendi iktidarını kurması ile çözümlenecektir.
“Reformcu için reform her şeydir; devrimci çalışma ise yalnızca gelip geçicidir, sözü edilecek bir konudur, göz boyamaya yarar.
“Devrimci için ise tersine, esas olan reform değil devrimci çalışmadır; onun için reform devrimin ikincil ürününden başka bir şey değildir.
“Devrimci, reformu legal eylem ile illegal eylemi bağdaştırmaya yara- yan bir dayanak ve burjuvaziyi devirme amacıyla kitlelerin devrimci ha- zırlığını amaç edinen illegal çalışmayı pekiştirmeye yarayan bir barınak olarak kabul eder.
“Reformcu ise tam tersine reformları illegal eylemden vazgeçmek için, kitlelerin devrime hazırlanışını suya düşürmek için ve ‘bağışlanan’ re- formların gölgesinde uykuya yatmak için kabul eder.” (Stalin, Leninizm’in İlkeleri; 79)
Stalin’in ortaya koyduğu yaklaşım bize reform ile devrim arasındaki ilkesel ayrımı göstermektedir. Kuşkusuz her ideoloji gibi reformizmin de sınıfsal bir temeli, maddi dayanağı vardır. Reformizmin temeli; kapitalizmin
gelişme hızı, işçi hareketinin büyümesine, toplumsal gelişmenin çelişkiye dayalı olmasına ve burjuvazinin taktiklerindeki değişikliklere dayanır. “Belli bir ülkede, kapitalizmin gelişmesi ne denli yüksek ise burjuvazinin yöne- timi o denli katışıksız olur ve siyasal özgürlük ne denli büyükse ‘en yeni’ burjuva sloganlarının kullanılması o denli yoğun olmaktadır: devrime karşı reform, burjuva düzenin devrimci yolla al aşağı edilmesine karşı ça- lışan sınıfı bölmek ve zayıflatmak ve burjuvazinin egemenliğini sürdür- mek amacıyla yıkılması kaçınılmaz olan düzenin kısmen de olsa onarılması.” (Lenin, 1990:290)
Kapitalizmdeki gelişme, çelişkilerin uzlaşıya dayalı barışçıl temelde çözüleceği düşüncesini oluşturur. Kautsky de ultra-emperyalizm teorisiyle emperyalizmin tek tekele doğru gittiğini ve barışçıl gelişmenin esas olacağını savunmuştur. Lenin’in bu teoriyi ultra- saçma teori diye eleştirdiği bilinir.
Kapitalizmdeki her gelişme aynı zamanda küçük mülk sahiplerinin
büyük bir kısmının yıkımına yol açarak onları proletaryanın saflarına iter. (Kuşkusuz kapitalizm aynı zamanda küçük mülkiyetin kendini yeniden üretmesine de zemin sunar.)
Böylece proletaryanın saflarına katılan küçük burjuva unsurlar, bu ideolojinin etkisinde olanlar küçük burjuva ideolojisinin proleter saflarda kendini üretmesini sağlar. Bu da işçi hareketi içinde burjuva ideolojisi reformizmin ortaya çıkmasına temel oluşturur.
Buna karşı kararlı bir ideolojik bir savaşım sürdürülmediğinde burjuva ideolojisinin saflarda egemen olması ve işçi hareketini yozlaştırması kaçınılmazdır. Bur- juvazi işçi sınıfı içerisinde işçi aristokrasisi denilen ayrıcalıklı bir kesimin oluş(turul)masına dayanarak da hareketi bölmeye, yozlaştırmaya çalışır.
Hem kapitalizmdeki gelişmeler hem de işçi sınıfı hareketinin büyümesi burjuvaziyi toplumsal devrim fikrine karşı görünüşte toplumsal reformları savunmaya, salık vermeye yöneltmiştir. Ayrıca sadece şiddete dayalı bir taktik politika değil liberal-reformcu bir politika da izlemeye başlayarak işçi hareketi içinde bölünmeyi, proletaryanın devrim bilincini karartmayı, harekete ihanet etmeye hazır küçük burjuva reformcu unsur ve eğilimleri güçlendirmeyi hedeflemektedir.
Lenin sosyalizme karşı reformculuğu “modern”, “ileri” eğitim görmüş burjuvazinin formülü olarak tanımlamış- tır.
“Politik örgütlülüğün feodal sınıfa karşı kazandığı tek bir zafer yoktur ki
inatçı bir direniş olmaksızın kazanılmış olsun. Tek bir kapitalist ülke yok- tur ki kapitalist toplumun farklı sınıfları arasında yaşanan bir ölüm kalım savaşı olmaksızın az ya da çok özgür, demokratik bir temelde kurulmuş
olsun. Marks’ın dehası, onun herkesten önce bunun altını çizmesinde ve dünya tarihinin öğrettiği bu sonucu tutarlı bir şekilde göstermesinde yatar.
Bu sonuç sınıf mücadelesi teorisidir.” (Engels, 2005;93)
Dünya devrimler tarihinin bize öğrettiği şudur ki proletarya burjuvaziyi ancak şiddete dayalı bir devrimle yenebilir ve kendi iktidarını kurabilir. Burjuvazinin proletarya karşısında iktidarını barışçıl biçimde terk ettiğine dair tek bir örnek dahi yoktur. Nasıl ki burjuvazi iktidarını korumak için zor
aygıtlarını örgütlemişse proletaryanın da onu yıkmak ve kendi iktidarını kurmak için zoru örgütlemesinden başka seçeneği yoktur!
Kaynakça:
1) Engels, (2005) Ütopyadan bilime sosyalizm: Evrensel Basım Yayın
2) Lenin, (1997) Ne Yapmalı; İnter Yayınları
3) Lenin, (1990), Marks-Engels Marksizm: Sol Yayınları
4) Lenin, (1996), Seçme Eserler- Cilt 7; İnter Yayınları
5) Marks-Engels, (2009): Komünist Parti Manifestosu; Evrensel Basım Yayın
6) Stalin, (T.Y) Leninizm’in İlkeleri; Sol Yayınları
devamı...