Daha yakın tarihimize bakalım;
‘94 sürecine baktığımızda takındığımız tutum ve mahkum ettiğimiz bir dizi
pratiğin bugün azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından partiye nasıl
dayatıldığını görürüz. Şimdi o dönemin darbecileriyle birlik çağrıları üzerine
yürütülen tartışmalara bakalım.
“Birliği bozan veya “ayrılık
sürecini tamamlayan” adım II. MK toplantısıdır. Bu toplantı birliğin ruhuna
aykırıdır. Partiye rağmen onu reddeden bir içerikte gerçekleşmiştir. Ayrılık bu
toplantıyla tescillenmiştir. Darbe bu toplantı ile teminat altına alınmak
istenmiş ve ayrılık için şartlar olgunlaşmıştır. Bu toplantı ile MK çoğunluğu
parti çoğunluğunu dışlamış ve parti çoğunluğu da onu “parti dışı” ilan
etmiştir. (Partizan, sayı: 71, s. 28)
Dönemin darbecilerine
verdiğimiz yanıtta neyin darbe olacağını görmeye-göstermeye çalışalım.
KALANLAR VE AYRILANLAR…
ST“dört kriter”e tekabül eden farklı görüşlerin ayrılık
nedeni olabileceğinden bahsetmektedir. Aramızdaki ayrılıkların önemli olsa da o
seviyede olmadığını özellikle vurgulamaktadır. Çünkü birlik önerisi “dört
kriter” zemininde gerçekleşmektedir. Bize böylece, “ayrılık noktalarını
abartarak birliğe olumsuz yaklaşmayın” demiş olmaktalar. Oysa bizim ileri
sürülen hiçbir “ayrılık noktasını” “bölünme gerekçesi” yapmamız mevzu bahis
değildir.
Daha da ötesi biz ST’nin ileri sürdüğü “dört kriter”
üzerinden de “ayrılık gerekçesi” üretmedik. Aslına bakılırsa biz ne DABK ile ne
de “darbe” ile ayrılık gerekçesi ileri sürdük. Her iki yapı da partiden
ayrılmalarının sonuçlarını yaşamışlardır. Program veya örgütsel kurallar ya da stratejik
ve taktik anlaşmazlık konuları olduğu için ayrılık ilan eden vaktinde DABK
olmuştur.
DABK II. MK’yı parti çizgisinden sapmakla, revizyonizmle
suçluyordu. Sonraki ayrılık ise darbe ve darbeye tavırla şekillenmiştir.
“Ayrılık gerekçesi” üretmeye ayrılacakların ihtiyacı olur. Oysa biz hiçbir
zaman bu ihtiyacı hissetmedik. Zaten hep kalan biz, ayrılan onlar olmuştur.
Komünistler bulundukları partiden ayrılmayı, o parti komünist
geleneğin/enternasyonalin temel kurallarına göre kurulduğu ve öyle işlediği
sürece esasen ve hatta neredeyse tamamen reddederler. Onlar için esas olan
sonuna kadar parti için mücadeledir.
TİİKP’in revizyonist önderliğine rağmen Kaypakkaya bu yolu
sonuna kadar zorlamış ve kendilerinin varlığı tehdit edildiği, ifade özgürlüğü yok
edildiği durumda, belki de “mecburen” demeliyiz, yeni bir parti kurmaya
yönelmiştir. Örgüt hukuku açısından meşru olduğu ve bunu bozmadığı sürece
önderliği oportünist olsa da komünistler, partiden ayrılmayı bir yol olarak
benimsemezler. Bunu bozacak kural, siyasi olarak nitelik değiştirecek bir
aşamada partinin önderlik misyonunu oynamaması olabilir.
Ustaların ve önderlerin genel tavrı bu yaklaşımı
doğrulamaktadır. Lenin’in devrim öngörüsünde bulunup devrime önderlik görevini
öne sürmesiyle beraber RSDİP içinde hem de merkezinde yaşanan karmaşa bilinir.
Başlangıçta Lenin neredeyse yalnızdır. Lenin’in devrim perspektifi, planı MK
tarafından kabul edilmemektedir.
Nihayet Lenin, istifa
etmek durumunda kalacağını belirterek partiyi son kez devrime önderlik etme
sorumluluğunu almaya çağırır. Ancak ondan sonra RSDİP MK’sı nihai kararı alır.
Lenin için bu devrimi kavrayamayan, sürecin gerisinde kalan bir karardır; başka
bir ifadeyle, parti, kendiliğinden sürecin altında kalmıştır ve terk
edilebilir. Lenin istifa tehdidi içeren mektubuyla komünist partiyi kesin bir
ikileme sokmuş ve nihayet onun kendisini aşmasına, devrime önderlik etme
kararını almasına neden olmuştur. Aksi halde Lenin mektupta ifade ettiği yolu
tercih edebilir, RSDİP’tenkoparak yeni bir örgütlenmeye girişebilirdi! Lenin’in
pratiği ST’nin “dört kriteri” ile bire bir açıklanamaz.
Sonuçta ideolojik olarak, program açısından, örgüt
kurallarında, stratejik ve taktiklerde -Lenin’in devrim öncesinde onlara dair
sunduğu “yeni” görüşleri, tezleri hariç tutulursa- bir ayrılık olduğunu iddia
etmek mümkün değildir. Nihayet biliyoruz ki, parti “Lenin’in partisiydi”. Onun
hemen her hücresine nüfuz ettiği bir partiydi. Kuşkusuz burada da sonuç olarak
“dört kritere” tekabül eden olgulardan bahsedebiliriz.
Ancak bundan “sonuç
olarak” bahsedebiliriz. İstifa mektubu bize bu kavramların nasıl biçimleneceği
hakkında olabildiğince bilgi vermektedir. Bütün bunlar bize “basit” görünen
kimi olguların büyük sonuçlara neden olabileceğini ve aynı zamanda kimi
“karmaşık” olguların da aynı partide bir arada olmaya engel olmayabileceğini
(elbette mücadelesiz değil) göstermektedir.
“Dört kriter”i
referans aldığımızda Lenin’in Menşeviklerle ayrılık gerekçesi üretmeye daha
yatkın olduğu halde ayrılmayıp Ekim Devrimi öncesinde Bolşeviklerden “ayrılma
gerekçesi” üretmeyi “tercih” ettiğini görüyoruz! (Lenin önderliğindeki
Bolşeviklerin Menşeviklerle aynı partide bulunduklarını ve çoğunluk iradesini
kabul etmeyerek çoğunluk ile uyumlu çalışmayı reddedip ayrılığı tercih edenlerin
de Menşevikler olduğunu unutmayalım.) Bu, özgün ve ilginç bir deneyimdir.
Buradan çıkaracağımız
sonuç şu olmalıdır:
ST’nin belirlediği
“dört kriter” iç içe bulunan halkalardır. Bu halkalar derece derece
çoğaltılabilir ve gene her pratiğin, her anın değerlendirilmesine konu
olabilir. Bunları belli, önceden belirlenmiş, kesin maddeler olarak kavramak ve
uygulamak eksiklik ve yanlışlıklara neden olabilir. Mesela program
maddelerindeki önemli bir anlaşmazlık birliğe engel görülmediği halde ve birlik
buna rağmen sürdürüldüğünde hata yapılmış olmazken bir tüzük maddesinin
çiğnenmesine göz yummak ciddi bir siyasi suç olabilir. Birincisi de “ayrılığa
gerekçe” olabilir ama bu ayrılığın doğru/haklı olduğu anlamına gelmez.
İkincisi; görünürde birincisinden daha az “dört kriter” ile
ilgili olsa da sonuçta ondan dolayı yaşanacak ayrılık “kaçınılmaz” kabul
edilebilir, birlik zemininin kaybedilmesi göze alınabilir. Dolayısıyla “dört
kriter” hakkında, sonuç olarak hem fikiriz. Ancak, bunların gerçeklik
içerisinde somut olarak kavranışında farklı düşünmekteyiz. Zaten sorunumuz da
bu kavrayış farklılığında yatmakta, o darbeyi “dört kritere” uygun olarak
mahkûm edememektedir.
“ÖRGÜTSEL İLKELERDE BİRLİK VE PARTİDEN KOPMANIN YANLIŞLIĞI
” Şimdi en başa dönelim; darbe sürecine, darbeye ve de
“ayrılığa” nasıl yaklaştığımızı tartışalım. Görelim bakalım ST’yle ne derece
ortak/uyumlu olabiliyoruz? ST halen basit bir “ayrılıktan” ve halen “ayrılıp
giden” olarak bizden bahsetmektedir.
Ve halen Maoist parti
anlayışını “darbeye karşı tavrımızın” karşısına koymaktadır. O halen “ayrılık
anı”ndaki durumu doğru görmekten uzak davranmaktadır. Bundandır ki, kimi
“düzeltmelerin” esasen bir yenilik, değişim/düzeltme olmadığı biçimindeki
değerlendirmemizi anlamamaktadır. ST, II.Kongre’nin aldığı karardaki
“ayrılıklarımız” listesinden özel olarak birini temel aldığımızı anlamalıdır.
Sorunu çözmek amacındaysa eğer, çözmeye buradan başlamalıdır. Kuşkusuz “ayrı
düşündüğümüz” yığınla konu, taktik mesele vardır ve gelecekte de bunun önünü
almak mümkün olmayacaktır. Zaten “bunun önünün alınması” kaygısı da
taşınmamalıdır.
Denebilir ki,
yapıların herhangi birinde yer alıp da birçok konuda diğeri ile daha çok
“ortaklaşan” unsurlar bile olabilir… Hatta daha da ileri gidip denebilir ki,
örgütlü olmadığı halde teoride herhangi bir yapının görüşlerini “ileri
derecede” savunanlar da olabilir... Buna sınır koymak ne anlamlıdır ne de
gerçeğe uygundur. “Örgütsel ilkelerde birlik ve partiden kopmanın yanlışlığı.”
Bütün mesele nihayet bundan ibarettir.
ST’yle tartışmamızın ve yahut “tartışmamamızın” özü budur!
Diğer tüm meseleler ancak bunun doğru kavranması durumunda ST’nin belirlediği
“birlik” hedefi açısından da bir değer kazanmaya başlar. Peki, ST bunu
kavrayabilir mi? Şimdiye kadar gördüğümüz şey bunun mümkün olmadığıdır. Neden?
Nedeni ayrı bir konudur ve bu soruya yanıt oluşturan konuyu son söze bırakalım…
“Örgütsel ilkelerde birlik ve partiden kopmanın yanlışlığı” bu tartışmadaki
temel “sorunsal”dır. ST tüm süreci bu kavramı belirsizleştirerek kavramakta
veya anlatmaktadır.
Bugün ST ile “apayrı” yerlerde bulunmamızın temelinde bu
vardır. Onlar kimi yerde ve zamanlarda bu “ayrılığa” dair “ille de Maoizm”i
benimsememeyi, “Stalin Gerçeği” belgesi üzerinde farklı düşünmeyi, “Partimizin
Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olduğu” konusundaki sözde uzlaşmazlığı
ve daha da ileri gidip “yarı-Hocacılık” eleştirisini gündeme getirseler de,
ayrı yaklaşımlara sahip olduğumuz konularda görüşlerimizi çarpıtarak,
anlaşılmaz hale getirerek bazı “ayrılık gerekçeleri” uydursalar da temel sorun
“örgütsel ilkelerde birlik ve partiden ayrılmanın yanlışlığı”dır.
ST’nin DABK
ayrılığına dair, en başından beri vurguladığımız temel zaafa yıllar sonra
“değinmesi” aslında konuya pek de yabancı olmadığını gösteriyor! Şimdi bizim
temel sorun kabul ettiğimiz olguyu “örgüt kurallarında birlik ve partiden
kopmanın yanlışlığı” olarak formüle ediyor olabilmesi de aynı duruma işaret ediyor.
Ancak bunun temelde kavranmadığına dair hükmümüzü değiştirmiyor bu durum. ST
halen, partiden kopmanın yanlışlığından dem vurabiliyorken de “darbe”nin
anlamının bu olduğunu görmezden gelip bizi “ayrılanlar” olarak
görmekte/göstermektedir.
Çevresine halen bunu propaganda etmekte,
ortadaki gerçekliği zorlamalar pahasına çarpıtmaktadır.
DARBE
GERÇEKLİĞİ…
“Darbeye” dair gerçekleri ve görüşümüzü ortaya koyarak
konuyu açalım. ST konferans kararının iki kişi tarafından çiğnenmesinin
TKP/ML’nin öne sürdüğü “darbe” olduğunu, “darbe” demenin bundan ibaret olduğunu
iddia ederek güya “birlik ve ayrılık” anlayışımızı mahkum etmektedir:
“Kısaca TKP/ML’nin
anlatarak bitiremediği sorun şudur: birlik görüşmeleriyle birlikte TKP/ML’den
yoldaşlarında ağırlıklı olarak içerisinde olduğu önderlikler başta olmak üzere,
konferans delegeleri de dahil hepsinin birleşerek üyelere darbe yaparak
aldıkları kararın, yine bu kültürün bir parçası olan, yine önderlikten iki
kişinin konferans delegelerinin iradesine darbe yaparak açıklamasıdır.”
!!! (ags, Sf: 36)
Böylece hafif bir
darbeye karşı benzer hafif darbeler de söz konusu edilerek “Partiden ayrılık
ilanı” teşhir edilmiş olmaktadır!
Şöyle diyor ST 37.
sayfada: “TKP/ML’nin gelinen aşamadaki birlik ve ayrılık anlayışı; eğer bir gün
bulunduğunuz örgütlenmede bir karar uygulanamaz ya da yanlış uygulanırsa
sizlerin o yapıdan ayrılmanız ya da atılmanız için yeterli sebep ortaya çıkmış
demektir boyutuna gelmiştir”, “TKP/ML açısından bir ayrılıkta temel meseleler
önemli değildir. O gün açısından ayrılığı meşrulaştıracak en uygun şey çok tali
bir şey de olsa ayrılığın sebebi yapılabilir.” Bu tespiti üzerinden
eleştirilerini sakız çiğner gibi sürdürüyor ST. “Ne kadar çok söylenir ve
basitleştirilirse o kadar kabul ettirilebilir” varsaydığı için olsa gerek, bu
bölüm, tüm yazıdaki en geri yaklaşımı içerdiği halde gereksizce uzatılıp
sürdürülmüştür.
Ya da bu eleştiriye konu edilen yaklaşım neredeyse kimsenin
savunamayacağı bir niteliğe sahip olduğu için sürdürmek mümkün olmuştur!
Yazdıkça yazası gelmiştir yazanın! Bu basit yanlışa karşı üstünlüğün verdiği
haz abartıya neden olmuştur!..
Darbe dediğimiz şey nedir?
ST darbeye kadar varan sürecin belki de en dikkat çekici
“başlangıcı”ndan söz etmektedir. TKP/ML’nin darbe kabul ettiği şey ise bu
değildir. Elbette ST’nin konu ettiği olay ve ona dair tanımı reddetmiyoruz.
Onun belirttiği gibi konferans iradesine karşı ona rağmen yapılan bu hareket de
bir “darbe”dir. Hakeza daha güçlü bir irade olarak konferansın kararı da
partiye karşı “darbe” olarak adlandırılabilir. Bu anlayışla hareket edilerek
yığınla yanlış arka arkaya dizilebilir. Ama bu yanlışlar “parti içindeki
ayrılıklar” olarak “birlik içindeki sorunlar” olarak kavranılır ve bu çerçevede
çözümlenir ki daima bu anlayışla hareket edilmiştir. “Başlangıç” olarak
tanımladığımız ama ST’nin “TKP/ML’yi anlatarak bitiremediği” dediği hareketten
devam edelim tartışmaya…
Bu hareket başta planlı, amacı belli bir hareket olarak
değerlendirilmektedir. Bu hareketin öncesi de vardır sonrası da. Kendisiyle
sınırlı olsaydı elbette ne plandan bahsedilebilirdi ne de “sonuç”tan… Tuhaf
olan şey, ST’nin sonrasındaki gelişmelerle ve açığa çıkardığını belirttiği
düşman oluşumuyla bunu neredeyse hiç bağlantılandırmamasıdır! TKP/ML’nin darbe
dediği olgu bu değildir. Darbe, parti iradesinin tamamen gasp edilmeye
çalışılması ve hatta bunun gerçekleşmesine paralel olarak, bünyenin “nihayet”
dışına atmayı başardığı “sözde irade”nin oluş biçimidir. Parti bu oluşumu henüz
gelişim halindeyken, tamamlanmamışken çoğunluk iradesine uymaya çağırdı; Onu
konferansa yöneltmeyi denedi. Bu çağrı, uğraş parti birliğine yaklaşımın somut
ifadesidir. Sorunların hangi yöntemle çözülebileceğine verilmiş yanıtlardır
bunlar. Açık ki o süreci yaşayanların birçoğu gidişatın nereye olduğunu
sezmişlerdi ve daha önce değindiğimiz “kaçınılmazlığı” öngörmüşlerdi. Ancak
buna rağmen “sonuna kadar” parti içi çözüm kopmakta olanlara sunulmuştu. Konu
ettiğimiz konferans çağrısı, “darbeye doğru yürüyenlere” partide kalma
çağrısıdır.
II. MK’da reddedilen çağrı, birliğin reddi olmuştur. Darbe
dediğimiz budur! Partinin üçte birinin talebiyle toplanması mümkün olan
konferans, MK kararı ile reddedilmiştir. Böyle davranan MK, parti çoğunluğunun
üzerinde irade kurmaya yönelmiştir. ST’nin bunu gizlemek için “iki kişinin
konferans kararlarına muhalefeti”nden söz etmesi, gerçekliği çarpıtma
girişiminden başka nasıl tanımlanabilir? Üyelerin çoğunluğunun konferans talebi
bulunduğu durumda MK’nın konferansı gerçekleştirmekle yükümlü hale gelmesi
parti disiplininin, çoğunluk iradesinin tanınmasının bir gereğidir. Bunlar
parti birliğinin temelidir.
ST’nin sıraladığı
dört kriter ancak bu temel varken anlamlıdır, güçlüdür… ST’nin bu çarpıtması
aynı zamanda şaşırtıcıdır. Olayların yaşandığı zamanda darbe hakkındaki tespitlerimiz,
daha çok farklı olgular öne çıkarılarak örtbas edilmeye çalışılmıştı. “Üyelerin
çoğunluğu değil, çoğunluk bizden yana tavır aldı”, “şu organ disiplinsizlik
yaptı”, “hizipçi örgütlenmenin çağrısı meşru değildir”, “ticaret işini yapanlar
korunuyor”, “makyavelist parti anlayışına sahipler” vs. bunlar günümüzde
unutulmuş veya “terk” edilmiştir. Şimdi tespitin dayandığı olayı çarpıtmak
tercih edilmekte; TKP/ML II. MK toplantısı yerine “iki kişinin konferansın
gizli kararına muhalefeti” konulmaktadır. İkincisi bir disiplinsizlik, sıradan
bir “darbeci” tavrı, bu kültürün tezahürü şeklinde nitelenebilir.
Ama ya birincisi? ST
yazarları, onun için de aynı “küçümseyici” ifadeleri kullanabilecek misiniz?
Yoksa ret mi edeceksiniz? Doğru değil, öyle bir şey olmadı; olsa da parti
çoğunluğu onay vermedi metne, hatta üçte biri dahi vermedi mi diyeceksiniz?
“Darbe” dediğimiz, parti iradesinin, belli bir plan ile ve belki de düşman
yönlendirmesinin payıyla (o dönemdeki operasyonların örgüt mekanizmasına etkisi
özellikle dikkat çekicidir) üstelik parti çoğunluğunun konferans çağrısının
küstah biçimde reddiyle ele geçirilmesidir. Parti çoğunluğu “irade” kendisine
rağmen ele geçtikten sonra onu tasfiye etmiş, birliği korumayı seçmiştir.
“Ayrılan” yok, “ayrılmaya gerekçe” de yok! Parti zemininde kalınmıştır. Darbeye
tavır alınmasaydı, partiye rağmen kendini dayatan irade kabul edilseydi, parti
birliği onulmaz bir yara almış olurdu.
Parti anlayışımız
yenilmiş olurdu. Büyük bir siyasal suç işlenmiş olurdu! Ayrıştığımız temel
nokta budur! DABK ile de sizinle de ayrıştığımız husus budur. Şimdi sizler, bu
gerçekliği örtbas ederek ama “ileri derecede” birlikçi gibi davranarak “basit”
olayları “ayrılık gerekçesi” yapan TKP/ML’ye yol göstererek, onu parti anlayışı
konusunda olmadık “suçlama”larla “teşhir” ederek “birliği tartışalım”
istiyorsunuz!
Biz ne samimiyet ne
de yürünebilir bir yol görüyoruz. Samimiyet için kavramlarımızın,
tespitlerimizin çarpıtılmamasını ön koşul sayarız. Yürünecek yol için uygun bir
hedef, bir umut ararız!
DARBE
OLGUSUYLA YÜZLEŞME GEREĞİ…
ST, başından beri temel sorunun parti anlayışı olduğunu
bilmiyor olamaz.
Zira bugüne kadar ve hatta DABK ayrılığı da dikkate alınırsa
öteden beri ST’nde ifadesini bulan çizginin “parti anlayışı” dışındaki Üyelerin çoğunluğunun konferans talebi
bulunduğu durumda MK’nın konferansı gerçekleştirmekle yükümlü hale gelmesi
parti disiplininin, çoğunluk iradesinin tanınmasının bir gereğidir.
Bunlar parti birliğinin temelidir.
ST’nin sıraladığı dört kriter ancak bu temel varken
anlamlıdır, güçlüdür… rüşleri “ayrılık gerekçesi” olarak tartışılmamıştır! Söz
konusu görüşlerin ayrılık nedeni olduğu iddialarının gerçeklerle
ilgisi/ilişkisi yoktur. DABK, farklı görüşler savunduğu, Kaypakkaya çizgisinin
yadsınmasına izin vermeyeceği iddiasıyla ayrılmaya karar verdiğinde o
savundukları nedeniyle değil, partiyi terk ettiği için eleştirilmiştir. Sonraki
dönemde partiye katılması için yapılan çağrıların özü de buna dayanıyordu.
DABK’ın ısrarla “ayrılık gerekçeleri” olarak “derin
ayrılık”, “ideolojik-politik-teorik ayrılık”tan bahsetmesi onun temel
problemini çözmemiş, aksine parti birliğinin temeli konusundaki sapmasını
“düzelemez” noktaya ulaştırmıştır. Bugün hepimiz bilmekteyiz ki “ayrılık
gerekçeleri” doğru ve yapılanı açıklayabilir değildir.
Yıllar sonra “birlik”
iki taraflı olarak, bir şekilde gündeme geldiğinde ve “ayrılık noktaları”
üzerinden bazı değerlendirmeler yapıldığında meselenin özü, temeli iyice
umursanmaz hale gelmiş, tali (elbette önemli ama ayrılık gerekçesi olmayan
anlamında) görüş ayrılıkları ve “örgütsel birleşme”de uzlaşma gerçekleşmiştir.
Ayrıca parti anlayışının sorgulanması anlamına gelen “DABK ayrılığı” veya “III.
Konferansa tavır farklılığı”, çözümü sonraya bırakılan bir mesele olmuştur.
Oysa temel noktanın, sorunun o olduğu unutulmamalıydı.
Yıllar sonra temel uzlaşmazlık tekrarlandı! Böylece yıpratıcı döngüye
girilmektedir. ’92’deki birlik hakkındaki değerlendirmemiz nihayetinde bu
uzlaşmazlığa dayanmaktadır.
Ayrılığı parti anlayışına dayandırmayan ve birliği de bunun
üzerine inşa etmeyen yaklaşım kaçınılmaz olarak hüsrana neden olmuştur.
Sonuç olarak bizi
asıl ilgilendiren konu “örgütsel ilkelerde birlik ve partiden ayrılmanın
yanlışlığı”dır. ST bu meseleye dair lafta “ileri düzeyde” açıklamalar yapıyor.
Gerçeklere bakmaksızın yapılacak tartışmalarda öyle görülüyor ki “ille de
Maoizm” diyerek bizi bir kaşık suda boğacak kadar kendinden emindir.
Üstelik asıl kökleri olarak kabul ettiğimiz DABK’ı tam da bu
nedenle mahkum etmiş durumdalar! Ayrıca ’94 ayrılığında “parti önderliği”ni de
ciddi biçimde eleştirdiler.
Peki, bu mesele bu biçimde çözüme kavuşturulabilir mi?
Hayır! Sorunun nedeni varlığını korudukça onun çözüldüğü
iddia edilemez. ST üzerinde bulunduğu zeminin temelleriyle yüzleşmek
durumundadır. DABK’ta vücut bulan ve devamında “darbe” pratiğinde yeniden
cisimleşen bütün süreçte kendini doğru tanımlamalıdır. Onun DABK’a karşı duruşu
ile darbeye karşı duruşu arasında özde bir fark yok.
Fark şudur: zamanında
DABK’a tavır almayıp kendini onunla ifade edenler günümüzde darbeye tavır
almayıp kendini onunla sürdürmektedir. Darbe süreci DABK’ı “mahkum” etmelerine
kendilerini bir ölçüde arındırmalarına olanak vermiş oldu ama darbeyi savunmak
ve sürdürmek pahasına. Bizim için özde bir fark yok. Kuşkusuz gördüğümüz
“korkunç” zararı bu değerlendirmeden ayrı tutuyoruz! Şimdi ayrılığı mahkum
etmelerini ummanın haklı bir nedeni olabilir mi? Yıllarca onunla var olduktan
sonra şimdi onu yadsımak mümkün olmasa gerek…
DABK’ı “mahkûm” etme
başarısı gösterenler neden darbeye karşı aynı başarıyı gösteremezler?
Çünkü,
DABK eski bir
sayfadır. ’92 birliği bu sayfayı biçimsel olsa da kapatmıştır. Birlik olmadan
DABK çıkışı mahkum edilebilseydi nasıl bir boşluk oluşurdu, düşünün?!
Ya da “birlik” süresince bu konunun neredeyse “dokunulmaz”
kılındığını hatırlayın ve değindiğimiz “boşluk” ile anlamlandırmayı deneyin… Bu
ifadelerimiz DABK’ın devrimci yanını, ödediği bedeli, onun samimi ve fedakâr
unsurlarını görmezden gelmek, küçümsemek olarak algılanmamalıdır.
DABK’ı kusurlarına ve
parti ile ilişkilerindeki suçuna karşın devrimci bir değer olarak görmekte ve o
ölçüde sahiplenmekteyiz. Ortaya koyduğumuz görüş, ’92 birliğini DABK tarafından
işlenmiş suçu açıkça değil ama biçimsel olarak örtmüş olmasına dairdir.
VI. Konferans’ın (2. OPK) bu soruna dair aldığı karar
bilinmektedir. Darbeyi mahkûm etmeksizin birliği tartışmak istiyorlar ve
kuşkusuz “birlik” istiyorlar… Bu talep ayrılık ilan etmenin, partiden ona zarar
vererek ayrılmanın bir kez daha, bu kez darbe için meşrulaşması talebidir.
Elbette son ayrılığı
biçimlendiren, onu öncekinden daha “sorunlu” hale getiren olgulardan söz etmeye
gerek duymayışımız yanlış yorumlara neden olabilir. Yazdıklarımız “aradaki farkı”
örtmez…
Ancak şunu tekrarlamak da gerekmektedir:
Bunlar temel sorunlar değildir. Daha samimi olmak şüphesiz
önemlidir. Ama ondan da önemli olan politik hattır; parti anlayışındaki
seviyedir. Birlik önerisinde bulunanlar neden ayrılık yaşandığını gerçeğe uygun
ve doğru olarak ortaya koymalıdır.
Varlıklarının bir darbe üzerine bina edildiğini, bu anlamda
partinin reddi ile eşanlamlı bir süreçten ibaret olduklarını kavramalıdır.
Yazılarında sözünü ettikleri “ayrılık noktaları” bizim için de birliğe engel
oluşturmaz.
Daha da ötesi, “ayrılık nedeni” olarak parti anlayışı dışındaki daha somut ifadeyle “darbe” dışındaki konulara değindiklerinde, bunu bizim ileri sürdüğümüzü iddia ederek gerçeği çarpıttıklarına tanık oluyoruz sadece!
Bu uydurmalara sadece canımız sıkılıyor ve karalama içerikli olması nedeniyle
tepki duyuyoruz!... Sanırız bu meselenin anlaşılması için bu açıklama
yeterlidir.
https://www.xn--yziekasn-t0abd8vxz.de/2024/07/tarihimizden-notlar-kalanlar-ve.html