Aslında bu tavır sınıfsaldır.
Fatoş Güney de İthaki
Yayınları'ndan çıkan "Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun"
kitabında o geceyi bütün detaylarıyla anlatıyor.
Ölüm yıldönümünü vesile
ederek, Yılmaz Güney'i itibarsızlaştırmak bir fırsat olarak görüyorlar.
Independent Türkçe'ye konuşan Yılmaz Güney'in eşi Fatoş
Güney ise, geride kalanları rencide etmek, üzmek, kırmak istemediğini ancak o
gece Hâkim Sefa Mutlu'nun son derece içkili olduğunu belirtiyor ve şöyle
konuşuyor:
Film çekimindeki sesleri denemek için bir silah
getirilmişti. İyi kayıt yapılmadığı ortaya çıktı. Tekrar kayıt yapabilir miyiz
dedi. Sonra iş çok başka yerlere girdi. Hayatını kaybeden kişi maalesef bir
taraftı. Katil suçlamalarından hicap duyuyorum. Hâkim Bey sözle olsun, şiddetle
olsun saldırılarda bulundu. Yılmaz asla kendisini tanımıyordu. Fakat inanın ki
bir sanatçı için bu olay ölümden beterdi.
Yılmaz Güney'in dünya çapında, sinemasını dünyaya taşımış ve
yerini bulmuş bir sanatçı olduğunu, söylenenleri üzüntüyle karşıladığını
söyleyen Fatoş Güney; şimdi yeniden alevlenen tepkilere dair ise şu yorumu
yapıyor:
Bu tepkiler durup dururken verilen tepkiler değil. Ölüm yıldönümünü vesile ederek, Yılmaz Güney'i
itibarsızlaştırmak bir fırsat olarak görüyorlar. Aslında bu tavır sınıfsaldır.
Onun fikirlerinin, görüşlerinin ve mücadelesinin karşısında
olan kişiler tarafından, onu kötü göstermek için gösterilen bir tutumdur ve
bizce değersizdir.
Çünkü Yılmaz Güney, ülke insanının yüreğindedir,
bilincindedir. Sanatını bütün dünyaya ispatlamıştır. Dünyanın en önemli sinema
ödüllerini kazanmış, ulusal ve uluslararası camiada aldığı 33 ödülle bunu
herkese göstermiştir.
Yılmaz Güney'i 'bir efsane' olarak niteleyen Fatoş Güney;
filmlerinde işlediği konuların hala güncel ve evrensel olduğunu da hatırlatarak
"Yılmaz'ın uğruna yıllarca cezalar aldığı görüşleri, başta Kürt sorunu
olmak üzere hala güncelliğini koruyor" diyor.
Fatoş Güney, ancak bütün eleştirilere rağmen Yılmaz Güney'in
yarattığı ve halen yaşayan çizginin 'sarsılmaz' olduğunu da vurguluyor.
Peki, 13 Eylül 1974'te ne oldu?
Mutlu'nun öldüğü gecenin yakın tanıklarından, Yılmaz
Güney'in de asistanı olan yönetmen Ali Özgentürk yıllar sonra Sefa Mutlu'nun
ölümüyle sonuçlanan geceyi şu sözlerle anlattı:
Olayın yaşandığı tarihte Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur,
ekibin bulunduğu Yumurtalık'ta denizin kenarındaki otelin gazinosuna akşam
yemeğine geldi.
Yılmaz Güney hepimizin bu yemekte olmasını istedi. Bir
masaya Belediye Başkanı Ege Bagatur, Yılmaz Güney, eşi Jale Fatma Pütün,
öğretmen Murteza Timur, Şerif Gören ve ben oturdu.
Gazino ağzına kadar doluydu. Bir süre sonra deniz kenarından
karartı şeklinde bir adam gelerek gazinoya girdi. Sarhoş olduğu her halinden
belliydi, ayakta bile doğru dürüst duramıyordu. Birdenbire 'Ulan sana Yılmaz
Güney mi diyorlar. Yılmaz Güney kim?' diyerek küfretmeye başladı.
Herkes şaşırmıştı. Yılmaz adama hiç cevap vermedi. Birtakım
kişiler araya girerek adamı gazinodan uzaklaştırdılar. Daha sonra ağır ceza
hâkimi olduğunu öğrendiğimiz bu adam, yani Sefa Mutlu, ailesiyle birlikte
gazinonun az ilerisinde bir kampta kalıyormuş.
Bir süre sonra yine geldi. Yine sarhoştu. Bu kez Yılmaz'ın
eşiyle ilgili çok ağır bir söz söyledi. Ne olduysa işte o anda oldu. Gazino
birdenbire karıştı.
Fatoş Güney de İthaki Yayınları'ndan çıkan "Camları
Kırın Kuşlar Kurtulsun" kitabında o geceyi bütün detaylarıyla anlatıyor.
Güney'in o geceye dair ilk tanıklığı şöyle:
Silah sesi duyulduğunda adeta bir ağır çekim sahnesinin
içindeymişiz gibi Yılmaz'a doğru koştum. Etrafta bir sürü insan vardı ama
hiçbir yüzü seçemiyordum.
Yılmaz kanlar içinde yerde yatan adamı hastaneye götürmek
için çabalıyordu. Elindeki silahı aldım, koşarak gazinonun mutfağına gittim.
Herkes dışarıya çıkmıştı bile. Silahı sanayi tipi buzdolabının arkasına
sakladım. Otele doğru koştum. Odaya çıkıp arabanın anahtarını kaptım.
Hızla geri dönüp Yılmaz'ın yanına koştum. 'Hadi gidelim
buradan' dedim. Kabul etmedi Yılmaz. 'Hayır, olmaz' dedi. 'Yardım edin
hastaneye götürelim.'
Jandarmalar girdi gazinoya. Yılmaz'ın etrafını sardılar.
Bileklerine kelepçe taktıklarını gördüm. 'Bu bir kabus' diye geçirdim içimden.
Gerçek olamazdı, gözlerimi yumdum ve yeniden açtım. Değişen bir şey yoktu.
Askerler Yılmaz'ı götürüyordu.
Sabaha karşı komutandan beş dakikalık bir görüş izni
koparabildiğini ve Yılmaz Güney'in ilk cümlelerinin şu olduğunu anlatıyor Fatoş
Güney:
Neler oluyor Fatoş, ne oldu Allah aşkına? Nasıl oldu
anlamıyorum? Hâkim yaşıyor değil mi?... Koluma sandalyeyi indirince silah ateş
aldı. Yarası ağır mı peki, durumu nasıl?
Fatoş Güney daha sonra eşinin gömleğinin kolunu sıvayıp
kolunu gösterdiğini söylüyor:
Ağır bir darbe aldığı belli oluyordu. Dirseğiyle omuzu
arasında kocaman bir morluk vardı, kolunu hareket ettirirken zorlanıyordu.
Acısı vardı besbelli.
Ve yine Yılmaz Güney'in şu cümlelerini aktarıyor:
Arkamızdan sana hatta bana hakaretler ve küfürler
yağdırıyordu. Durum tahammül edilecek gibi değildi ama sen soğukkanlılığını
koruyordun, ekipten bazı arkadaşlar çoktan ayaklanmıştı.
Gazinon ortasındaki setin üzerine çıkıp 'Herkes otursun'
diye bağırdın… İşte tam o sırada onu uzaklaştırmak isteyen arkadaşlarının
elinden kurtularak bir sandalye kapıp senin üzerine hücum etti. Ben sandalyeyi
kafana vurdu sandım, o sırada da silah sesi duydum.
Fatoş Güney, Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne
ilişkin soruşturmaya dair de şunları anlatıyor:
Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun vurulması olayının
soruşturmasını Yumurtalık'ta polis teşkilatı olmadığından jandarma yapmaktaydı.
Olayın hemen ardından tutanak tutan jandarma, hâkimi kendi aracıyla hastaneye
nakletme çabasında olan Yılmaz'ın otomobilinde arama yapmış, araçta herhangi
bir suç aletine rastlanmadığını belirterek zabıt varakasını düzenlemişti.
Savcı bölgeye intikal ederek hazırlık tahkikatını yürütmeye,
ilk ifadeleri almaya başlamıştı. Ancak gece yarısı bizzat Adalet Bakanlığı
tarafından verilen yıldırım emriyle görevli savcı değiştirilmiş, Adana
Cumhuriyet Savcılığı'ndan başka bir savcı onun yerine atanmıştı.
Bu yeni savcı tanıklara baskı yaparak, kimilerine fiziksel
saldırıda bulunup kimine hakaret ederek tahkikatı taraflı bir şekilde
yürüteceğinin sinyallerini vermişti bile.
Anayasanın 'yurttaşların kanun önünde eşitliği ilkesi'
resmen çiğnenirken, ilk tahkikatın gizliliği ilkesi de Adalet Bakanlığı
tarafından apar topar görevlendirilen savcı tarafından ihlal edilmiş, yetmezmiş
gibi basın-yayın organları da olayı hukukun işlerliğine imkân vermeyecek bir
biçimde çarpıtarak yansıtmaktan geri durmamıştı…
Yılmaz henüz savunmasını dahi vermeden anonslarda 'eli kanlı
katil' olarak tasvir ediliyordu.
Kovuşturma sonunda 16 Eylül 1974'te iddianamenin
hazırlandığını ve Yılmaz Güney hakkında TCK 449. Maddesi gereğince
"vazifesini yaptığı sırada veya vazifesini yapmasından dolayı devlet
memurlarından birini öldürme" ve 6163 Sayılı Ateşli Silahlar Kanunu'na
muhalefetten cezalar istendiğini anlatan Fatoş Güneş hiçbir hafifletici ve
tahrik edici nedenin dikkate alınmadığını öne sürüyor:
Bir an için farz edelim ki, merhum yargıcı gerçekten Yılmaz
Güney öldürmüş. O halde olayda açıkça görülen ağır tecavüz ve tahrik sonucu
işlenmiş bir cinayette hafifletici bütün etkenleri unutup müebbet hapis istemek
neden?... Kaldı ki savcı tarafından yapılan isteğin gerekçesinde, içkili bir
lokantada demlenen yargıcı, görev başında ve görev içinde gösteren bir yargı
yanlışlığı daha var.
Fatoş Güney, Yılmaz Güney'in Kürt sorunu konusundaki
tavizsiz tutumu nedeniyle, o dönem kaldığı İzmit Cezaevi'nde öldürülmeye
çalışıldığını da söylüyor:
Yılmaz'ın 'bardağı taşırması' Kürt meselesindeki fikirleri
ve siyasi görüşlerindeki tavizsiz tutumu cezasız kalmayacaktı. Pusu kurulmuştu
bile, bileti kesilecekti. Bu iş cezaevinde bitirilmeliydi artık. Kimse ne
olduğunu bile anlamayacaktı.
Cahil, çulsuz, sahipsiz, dünyadan habersiz, zavallı birini
bulup kanına girerek, para vaat ederek dayayacaklardı hapı, bıçağı vereceklerdi
eline ve Yılmaz'ın üzerine salacaklardı.
El ayak çekildiğinde, Yılmaz'ın yalnız ve savunmasız olduğu
bir anda gerçekleştirilecekti operasyon. Cinayet nedeni de kılıfına
uydurulmuştu. Yeraltı dünyasında her zaman işleyen o bildik senaryo girecekti
devreye. Ünlü olmak isteyen az ünlü bir kabadayı Yılmaz Güney'i vurarak namını
yürütecekti.
Ve saldırı anını da şöyle anlatıyor Güney:
Koğuşları birbirine bağlayan koridora açılan küçük hole
geldiğinde, arkasında belli belirsiz bir hareket hissetti. Bir kedi gibi
yaklaşmakta olanı sezmiş, yine bir kedi çevikliğiyle kenara doğru atılarak
üzerine geleni şaşırtmayı başarmıştı. Gözüne parlak bir cismin ışığı yansıdı.
Yılmaz o parlak cismi kendine doğru savuran çelimsiz kolu bileğinden kavradı.
Kısa bir süre direnmeye çalıştı saldırgan ama başarısız oldu.
© The Independentturkish
Bakın adam öldürmem demiyorum, öldürebilirim. Hayati bir
tehlikeyle karşılaşsam, başka çarem kalmamışsa yapabilirim. Fakat bir yumrukta,
bir tekmede yıkılan, üflesen devrilecek sarhoş bir adamı neden öldüreyim? Bütün
hayatı kavgayla geçmiş, bir yığın silahlı-bıçaklı olayın içine girip çıkmış,
vurmuş, vurulmuş deney sahibi bir adam, böylesine aciz bir adamı neden
öldürsün?
Bu sözler, Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne ilişkin
yargılandığı davada savunmasını yapan Yılmaz Güney'e ait.
Tam 47 yıl önce söylenmiş bu sözlerin yeniden hatırlamamızın
sebebi ise, Güney'in ölüm yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan tartışmalar.
Türk sinemasının tartışmasız en büyük yönetmenlerinden ve
oyuncularından biri olan Yılmaz Güney, bundan 37 yıl önce 9 Eylül 1984'te
Paris'te yaşamını yitirdi.
Uzun bir süre yasaklı olan Güney'in itibarı, geride
bıraktığımız yıllarda iade edildi. Hatta bu 9 Eylül'de onu ananlardan biri de
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı oldu.
Bakanlık Twitter'da yaptığı paylaşımla "Sinemamızın
Çirkin Kral lakaplı oyuncusu senarist, yönetmen, yazar Yılmaz Güney'i ölüm
yıldönümünde saygıyla anıyoruz" ifadelerini kullandı.
Bakın adam öldürmem demiyorum, öldürebilirim. Hayati bir
tehlikeyle karşılaşsam, başka çarem kalmamışsa yapabilirim. Fakat bir yumrukta,
bir tekmede yıkılan, üflesen devrilecek sarhoş bir adamı neden öldüreyim? Bütün
hayatı kavgayla geçmiş, bir yığın silahlı-bıçaklı olayın içine girip çıkmış,
vurmuş, vurulmuş deney sahibi bir adam, böylesine aciz bir adamı neden
öldürsün?
Bu sözler, Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne ilişkin
yargılandığı davada savunmasını yapan Yılmaz Güney'e ait.
Tam 47 yıl önce söylenmiş bu sözlerin yeniden hatırlamamızın
sebebi ise, Güney'in ölüm yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan tartışmalar.