18 Temmuz 2023 Salı

Devrim Yılmaz
 

https://devrimcidemokrasi1.org/pusulasi-sasmislarin-birlik-cagrisi-halk-kitlelerini-manipulasyon-cabasidir/?fbclid=IwAR3JJCIV7LwkzlEHWbHFrgqFsKz_Q6NiJyH9JyRF1b7o-PiwkuqhUjg1k8I

Pusulası Şaşmışların Birlik Çağrısı Halk Kitlelerini Manipülasyon Çabasıdır!

 

5 Temmuz 2023 Tarihli Gazete Patikada “Doğru Düşünmek Doğru Davranmayı Şart Koşar” başlığıyla birlik üzerine yayınlanan yazıya ilişkin yanıt vermek hasıl olmuştur.

 

İdeolojik Birlik mi Ne Gerek Var Hepimiz Kardeşiz…

 

Konuya girerken dahi o büyük kapristen zerre taviz vermeyen “zekice” akılları zorlayarak analizler yapıp İçi boş cümlelerle babacan tavırlar takınıp tribünlere oynayabilirsiniz bu doğal hakkınız. Bizim de kullandığınız bu hak karşısında, haklı olarak doğruları işaret etme hakkımız var.

 

Konuya vesile olan yazıda ne kadar muhatap görüldük bilemiyoruz. Ancak muhatap değilsek bile cevap verme hakkını kendimizde görmemiz birlik meselesine olan duyarlılığımızdan kaynaklanıyor.

 

Ayrıca “ana akım baba akım evlat” gibi söylemlerle konuya yaklaşıp muhatapları kategorize etmek samimiyetin bir başka ölçüsü olarak tarihe geçsin. Nicel güce tapınma kuşkusuz ki ideolojik bir sorundur, fakat ideoloji ne menem bir şeyse size uğramamış olduğu anlaşılıyor. Bizim sorunlar karşısındaki formülümüz azınlık çoğunluk değil doğru yanlış paralelinde ilerler. O yüzdendir ki sayısı 100’leri bulmayan nicel olarak bugün açısından zayıf olan bizler, nitelik olarak sizin durup baktığınız yerden yani aynı odaktan durup resme bakamıyoruz.

 

Bir yandan birlik çağrıları yaparsınız, bir yandan bazı bölgelerde etkinliklerimize katılmama kararları alırsınız. Yetmezmiş gibi devrimci dost kurumlara da katılmayın diye telkinlerde bulunursunuz. Birlik çağrısı yaparsınız katıldığımız etkinliklerinizde “gömülme” tehditiyle karşılaşırız. Sonra samimiyet çığırtkanlığı yaparsınız. Kamil Turanlıoğlu yoldaşımızın ölümsüzlüğü üzerinden prim kasar, halk kitlelerine kendi yoldaşınızmış gibi lanse edersiniz ama her ne hikmetse Kamil yoldaşımız için hapishanelerde tutsak yoldaşlarımızın düzenlediği anma  etkinliklerine katılmadığınız gibi, diğer dost kurumlara da katılmama çağrısı yaparsınız. Sizin birimleriniz arası iletişim  kopukluğunuz mu var yoksa demokratik merkeziyetçilik ilkesini terkedip ademi  merkeziyetçiliği mi benimsediniz? Zeytin yağı mısınız? Acı katran mısınız? Yazılı olarak sunduğumuz eleştirilerimize yanıt vermeyi zayıflık sanarak görmezlikten gelirsiniz. Ama siz ‘birlikçisiniz’ ve DABK kitlesine yaptığınız propaganda ölçütünde biz birlik karşıtıyız öyle mi?

 

Beyler birlik böyle bir şey değil. Birlik doğrularımız ve yanlışlarımızın tartışıldığı ve üzerinde anlaşabildiğimiz konuların önemi üzerinden gerçekleşir. Mesela biz bir devrimciyi aleni tehdit edip “sizi gömerler” gibi akıl dışı bir cümle kuramayız. Biliriz ki azınlıkta da olsa karşımızda halen yoldaş diyebileceğimiz, devrimci olduğuna inanıp güvendiğimiz dostlarımız ve yoldaşlarımız var. Biz sizin birlik anlayışınızı anlayamadık. Akıl işi işte ne yaparsın….

 

Konuyla alakalı kullandığınız her kelime her cümle tamamen ideolojik argümanlardır ve bir sınıfa tekabül eder. Mesela darbe demişsiniz. Ne var bunda der gibi durmuşsunuz. Hatta darbe yaptığınızı itiraf eder durumdasınız.

 

Darbe itirafının tarihi olarak ‘94’ü kastediyorsanız: Birincisi; darbe örgütsel bir sorun olmaktan öte bir şeydir ve tam olarak ideolojik dokunun bozuma uğramasından kaynaklanır. Parti içinde bir sınıfın diğer sınıfı farklı bir şekilde ekarte etme, bir sınıfın diğer sınıfı devirerek iktidar olabilme girişimidir. Kaşını gözünü beğenip beğenmeme sonucu olarak ortaya çıkmış aksiyon değildir. Ve genelde de burjuvazinin parti içi temsilcileri tarafından gerçekleşir. Ancak komünistler, bir komünist parti, komünist niteliğini korusun veya korumasın darbeye karşıdır. Komünistler parti içinde çizgi mücadelesiyle ideolojik önderlikte yerini alır. Burjuvalaşmış ve iflah olmaz ise ayrılır veya parti iradesi ile partiye sahip çıkar. iktidar değişimi kongre ve konferanslarda gerçekleşir, cebirle olmaz. Ve burda da komünist partisi içinde iki çizgi yani yanlış ve doğru, yani burjuvazi ve proletarya arasındaki mücadele süreklidir ve esastır.

 

‘94’de kimse kimseye darbe yapmadı, en azından taraftarı oduğumuz kurum yapmadı. Düşmandan alınan silahla bir manipülasyon ve kara propagandadan ibaret algı yaratmaktı, ‘Darbecilik’ suçlaması. Anlaşılan başarılmış. O dönemki gelişmeler iki satırla değerlendirilip itiraflarla kapatılacak tarihi bir sapma değil asla böyle değerlendirilemez. Bugün açısından yapılan bütün yanlışlardan ancak ders çıkarma gibi bir sorumluluğumuz olabilir yanlışları tekrar tekrar karşılıklı olarak gündeme taşımak sorunu çözmez aksine çıkmaz sokağa yönlendirir.

 


Darbe yaptık ne var bunda demek gerçekten cüretkarca. Birlik çağrısını yırtıp atın hemen darbeyi kime karşı yaptıysanız gerekeni yapın ve geri katılın. Çünkü bu suçlama dönemsel olarak ayrılığın nedenlerinden biriydi. Bu o dönemin özeleştirisi ise konuyu anlamamışsınız. Burda da tarih bilincinizde sorun var. Ayrılık olmalı mıydı yoksa olmamalı mıydı tartışmasına kesin ve kati olarak cevabımız olmamalıydı. Ama süreç ayrılığı dayattıysa darbe vb. kavramları bilerek bilmeyerek kullanmak dönemin ruhundan kopmak demektir. Ve evet darbe her şeydir. Ve her şeyin üstündedir. Ve tam olarak ideolojiktir bunu sıradan bir atak olarak düşünmek sınıflar arası çelişkiyi anlamamaktır. Ne yazık ki bu cümleleri kuranın iddiası sınıf hareketi olduğuna dairdir. Darbe, tasfiyecilik, kariyerizm, sekterlik, liberalizm, postmodernizm sayıp sayamadığımız ne varsa burjuvazinin içimizdeki uzantıları ve hareket mekanizmalarıdır ve evet hepsi ideolojiktir, sınıfsaldır ve bize ait değildir.

 

‘’Örneğin, muhtelif tartışma ve konular kast edilerek, ‘‘bizim görüşlerimiz alınmadı, bize bilgi verilmedi, irademiz alınmadı, haberimiz yoktu‘‘ gibi gerekçelerle ayrılık ilan eden yoldaşlar oldu. Hâlâ da ayrı kalmakta ısrar etmektedirler. Bu yoldaşların yukarıda ifade ettiğimiz meali söylem ve gerekçelerinin haklılığı-haksızlığı ayrı bir tartışmayken, iddiaları doğru olsa bile gerekçe ettikleri sorunun aslı astarı örgütsel sorunu geçmez-geçmemektedir.’’ (GAZETE PATİKA)

 

İnsan ne diyeceğini şaşırıyor. Buna verceğimiz yanıt tam anlamıyla bir tez konusu ve gerçekten buraya sığdırmak mümkün değil. Bahsi geçen konular köy kahvesinde muhtar, köy heyeti ve azaların toplantısı değil. Komünist Partisinin konferans veya kongre oturumlarıdır. Yani her çizgi ve anlayışın direkt parti iradesini ilgilendiren ve hatta onsuz bu oturumun bir anlam taşımadığını nasıl anlatacağız bu arkadaşlara. Parti Programının, yol haritasının, bir dizi ideolojik, askeri konuların tartışılıp karar altına alındığı, dahası bütün bir iradenin katılımının tüzükle hak olarak zorunlu kılındığı ve bu katılımında bahşedilmiş bir şey olmadığı, her üyenin bu sürece aktif olarak katılması gerektiğinin önemsiz olduğunu mu anlamalıyız. Ve bununda sadece örgütsel sorunu dahi geçmez belirlemesine şapka çıkarıyorum. İktidar burjuvaziye nasıl teslim edilirin teorisi tam olarak bu. Bu arada oturumlar boş işler ne gerek var; bak 9’ları 17’leri bu yüzden kaybettik. Konformizmin başka bir versiyonu…

 

Oysa yapılması gereken sınıf kibrinden sıyrılıp dönemi objektif değerlendirip her üyenin hukukunu savunup tüzüğü ortak hareket noktamız olarak kabul edip buradan meseleye bakmak. Bu sizi de rahatlatacak. Oysa kalkmışsınız hukuksuzluğun edebiyatını yapıyorsunuz. Bir tek geri adım atmadan ve bunun bir tasfiyecilik olduğunu bilince çıkarmadan soruna yaklaşmak ne kadar akılcı. Devrim akıllıların işidir. Köylü kurnazları ancak kendi tarlasının sınırlarını büyütmeye çalışır.. İdeolojik sorun yok deniliyor ya bu akıl karı değil. Darbenin tek başına bir örgütsel sorun olmadığını, tasfiyeciliğin nihayetinde sonuç itibariyle karşı devrim olduğunu kaybedilen sosyalist kalelere bakarak dahi anlayabiliriz. Bunun için uzun cümleler kurup kafa karıştıran postmodernist paragraflarla günahınızı temize çekmek olsa olsa komedi olur. Gülelim mi ağlayalım mı beyler ne istiyorsunuz?

 

Açıkcası Gazete Patika şaşırtmaya devam ediyor. 2 Nisan 2023 tarihinde “Bizler Yanlış Yapıyoruz!” başlıklı perspektif yazısı aslında durumun vahametini ortaya koyuyor.

 

Cümleyi tam olarak aktarırsak eğer;

 

“İdeolojik mücadele ve yanlışlar bu bağlamda, sıklıkla ve ekseri olarak yaptığımız hatalardan birinin, siyasi ve teorik mücadeleyi zayıflatırcasına ideolojik mücadeleye ağırlık ve öncelik verme hatası olarak tarif edebiliriz. Ve kanaatimizce, bu hatayı yalnızca belli şartlara özgü değil, genel yaklaşım olarak sergiliyoruz. Yazınsal çalışmalar alanında çıkarılan dergi, gazete gibi mücadele veya örgütlenme araçlarına baktığımızda, diğer devrimci harekete dönük eleştiri tutumu öne çıkarak göze batmaktadır. Daha da ilginci, devrimci hareket safları ve tabanının bu polemik ve eleştirilere daha hevesli, duyarlı-meraklı olup, ilgi gösteriyor olmasıdır. Elbette bu eleştiri ve polemikler, çizgi ve anlayış sorunlarında yürütülmek kaydıyla yadsınamaz önemdedir ve kesinlikle gereklidir. Ancak bunların abartılması ya da siyasi mücadele alanının önüne çıkarılması bir hatadır. Hatanın bir boyutu da politik enerjinin siyasi mücadeleden alınıp ideolojik mücadeleye aktarılmasıyla alan kaymasına düşmesidir. Yani, alan kayması neticesinde siyasi mücadele gücünün bölünerek azaltılmasıdır…” (GAZETE PATİKA)

 

Bir sınıf hareketi düşününki, ideojik davranmak her zaman kazandırmaz kaybettirir gibi bir sonuç çıkarıyor ve bu sınıf hareketi şimdi aklımızı çalıştıralım diye nasihatlarda bulunuyor. Yukarıdaki paragrafın kendisi dahi ideolojik bir sorun olduğunu, kurulan cümlelerin ideolojik olduğunu ve proletaryayı temsil etmediğini göremiyor mu dersiniz?

 

Ya da başat bir şey söyleyelim;

 

Troçkinin ne günahı vardı, ya Kruşçev? Peki İbrahimin ideolojik kavgaya tutuşup revizyonizm tespitlerine maruz kalanların ne günahı var? Buna mutlaka yanıtınız vardır. Mao’nun Stalin’i %30 hatalı değerlendirmesi ne kadar lüks gereksiz ve abartılı (mı?)

 

Sonsöz yerine; aynaya sırtını dönüp silüetini gördüğün yanılgısından çıkmadan cepheden bütün parçalara birleşelim çağrısı yapmak aslında birlik istememektir. Olsa olsa bu bir manipülasyon olur, “bakın biz birlikçiyiz fakat diğerleri birlikçi değil” gibi bir sonuca yatmak gerçekten ucuz politika.

 

Bu yazıda yazarın hakkını vermemiz gereken bir konu var. Sorunlarımızın bir çoğu örgütsel olarak başladı ve ayrışıma kadar götürdü. Ve fakat yazarımızın yanılgısı şu ki örgütsel sorunların kendisi de ideolojik bir sorun. Bir kalem uyanıklığıyla “İbrahimin neyine karşısınız” gibi bir soruyu da sormayı ihmal etmemiş. Sorun tek başına İbrahime karşımıyız değilimiyiz sorunu olsaydı keşke. Sorun bu değil baylar bu değil. Sorun Marksizm, sorun Leninizm ve onun parti anlayışı, sorun Maoizm… Sorun devrim ve zor ilişkisi, sorun sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü. Sorun legalizm, parlamentarizm, radikal demokrasicilik saplantısı. Saydıkça çoğalan bir denklem, ortak nokta aramaya çalışsak sanırım bu kadar rahat cümleler kuramazdık. Biraz daha basitleştirelim. Marksizm adına Marksizm retoriğini ters yüz edip kanıksatıp sonra “İbrahimin neyine karşısınız” diye bir soruya verilecek en iyi yanıt olsa olsa sizin savunduğunuz İbrahimin her şeyine karşıyız demek olur.

 

Sonuç itibariyle ilkeli ve ideolojik birlik mi kesinlikle evet, günahlarımızı temize çekecek bir ortaklık mı kesinlikle ve asla hayır! Eşiğini Marksist bilimin oluşturmadığı hiçbir kapı bizim bile isteyerek açıp, sizlerin geçebileceğiniz kapı değildir. Kitleletin duygularıyla oynayacağınıza hiçbir şey olmamış gibi davranacağınıza önce iç birliğinizi pekiştirin ki dışla birleşmenin koşulları oluşabilsin. Tek bir doğru vardır ve ne yaparsak yapalım doğruların bir gün mutlaka açığa çıkma gibi bir huyu vardır buna engel olma şansına kimse nail olamadı.

 

Bizler Marksist devrrimci komünist dünya görüşüyle doğa ve toplumsal olayları ele alıp, ordan verili koşulların doğru sonuçlarına ulaşırız. Birliği adeta Aleviler’ın “gelin canlar bir olalım” iyi niyet desturuyla ele alamayız. Devrim bilimi Marksizm, Leninizm, Maoizmin kantarına dogru ve yanlışlarımızı koyup tartacağız. Dogru ve yanlışın ideolojik görüngüler olduğunu unutmadan ideolojik mücadele denizine varlığımızın butün içtenliğiyle dalacağız. Öyle kaptan köşkünde pusulası hiç yanlış rota göstermeyen bir kibirle, sağa sola “politik abilik” yapma esasını bir tarafa bırakacaksınız. Varsanız buyrun! Biz hazırız.

 

Ya da bunca teferruat ve sıkıntıya ne gerek var değil mi, sonuçta hepimiz kardeşiz…

 

Devrim Yılmaz

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)