1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “Arkadaşımız İbrahim
Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”
1974
yılı dava tutsakları tarafından mahkemede sunulan ve bir okurumuz tarafından
yazılan sunuş ve ön açıklamayla elimize ulaşan aşağıdaki metni 18 Mayıs
vesilesiyle olduğu gibi yayımlıyoruz.
SUNUŞ
VE ÖN AÇIKLAMA…
Aşağıda sunduğumuz bu
belge, 9 Ekim 1973 tarihli ilk duruşmasıyla başlayıp 1970’lerin ikinci yarısına
kadar süren “TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MARKSİST-LENİNİST
ÖRGÜT VE YAN KURULUŞLARI OLAN TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞ ORDUSU İLE
MARKSİST-LENİNİST GENÇLİK BİRLİĞİ İLLEGAL ÖRGÜTLERİ DAVASI” sanıklarınca, 6 Kasım
1974 tarihli duruşmada sunulmuştur. Dilekçe, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
katledilişine giden süreci en derli toplu biçimde özetleyen erken dönem
belgelerden biridir. Belirtmeliyiz ki, işbu TKP (M-L) Davası sanıklarının
6 Kasım 1974 tarihli mahkeme dilekçesinin tam metni maalesef elimizdeki
kaynakların arasında yoktur. Farklı farklı kaynaklar bu dilekçeden farklı
alıntılar sunmaktadır. Bu kaynakları (önem sırasına göre) şöyle
sıralayabiliriz:
§
Emekçi. Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 54-61. (bundan sonra “Emekçi-4”
şeklinde kısaltılacaktır)
§
“Yazılar-1”. Kaypakkaya, İbrahim. Proleter Yol Yayınları. 1. Baskı, Mayıs
1976. Sayfalar: 6-7. (bundan sonra, Y1 olacak şeklinde kısaltılacaktır)
§
“Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve
Mücadelesi”. Behram, Nihat. May Yayınları. 2. Baskı, Mart 1977. (bundan sonra
SVSVBY şeklinde kısaltılacaktır)
Bu dilekçenin en geniş
özetinin metni, birinci versiyondaki, yani Emekçi-4’teki halidir. Yine bu
versiyondaki hali aynen “İki Lider İki Örnek!: İbrahim Kaypakkaya ve Doğu
Perinçek’in Polis İfadeleri” (Le-Ya Yayınevi/Belgesel Yayınlar Dizisi No: 3.
Ocak 1979) isimli kitabın 23. ve 37. Sayfaları arasında tekrar basılmıştır.
Metni hazırlarken esas olarak Emekçi-4’teki metni esas aldık.
İkinci versiyon, yani
Y1’deki alıntılar, çoğunlukla iki versiyonda da olmayan kısımları ihtiva
ettiğinden -bilhassa Emekçi-4’teki versiyonla birlikte- şu anlık elimizdeki en
önemli kaynaklardandır. Bu versiyondaki alıntıları köşeli parantez (“[…]”)
içinde gösterdik.
Bundan başka, bu metnin
ilk metindekinden de daha kısa bir özeti, üçüncü versiyon, yani
SVSVBY’deki versiyondur. Bu kitap aynı zamanda Numan Esin’in çıkarttığı günlük
Vatan gazetesinin 17 Ocak 1977 tarihli sayısından 11 Şubat 1977 tarihli
sayısına kadar 24 gün boyunca yayınlanmıştır. Yazı dizisiyle kitabın eksiklik
veya artı olarak metinde hiçbir farkı yoktur
(sadece kullanılan fotoğrafların kalitesi, kesimleri ve çeşitleri konusunda
farklılıklar mevcuttur ama bu ayrı bir incelemenin konusudur). Bu versiyondaki
fazlalık kısım, esasen Y1 versiyonundaki bir paragrafın içinde “…” konan bir
yerde tek cümledir. Her ne kadar elde olan tek eksik bu tek cümle gibi gözükse
de bilhassa belirtmek gerekir ki, bu versiyonun bir özelliği de şudur: Behram
dilekçeyi kısaltırken neyi, nerede kısalttığını belirtmemiş (yani “(…)”
koymamıştır) ve metni özetlerken cümleleri bağlayan kısımları da kimi yerlerde
değiştirmiştir. Öyle ki metin artık neredeyse aynı görevde farklı bir metin
halini almıştır. Yani o paragraf içindeki boş kısımda daha uzun bir metin de
olabilir, bununla birlikte bu ihtimalin düşük olduğunu belirtmekte fayda
görüyoruz.
Ayrıca SVSVBY
versiyonundaki kimi kelimeler Emekçi-4 versiyonundakinden ve Y1
versiyonundakinden farklıdır. Mesela 9. maddede Emekçi versiyonunda “komünist” geçerken, SVSVBY’de bu
kısım “devrimci” şeklinde geçmektedir. Bu farklı yazılış,
kitabın Vatan gazetesinde yapılan 24. ve son tefrikasında da kitaptaki gibidir.
Lakin mahkemelerde TKP (M-L) savaşçılarının “M-L”, “komünist” vb. ifadeleri
bilhassa seçerek-özenle kullandıklarını bildiğimizden (ve Behram’ın kitabında
kimi başka alıntı hataları ve eksiklikleri de tespit ettiğimizden dolayı
[mesela, İbrahim’in Ölen Yoldaşlar İçin şiiri kitapta eksik alıntılanmıştır; bu
yalnız bir örnektir]) Emekçi’deki metni temel almayı daha uygun görüyoruz.
Kaldı ki, Y1 versiyonunda da komünist ifadesinin kullanıldığını, hatta bu
versiyonda Emekçi-4’teki versiyona ek olarak bir de komünist kelimesini baş
harfi büyük yazılarak kullanıldığını görüyoruz. Bundan başka bir husus da, en
sondaki “… ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)” ifadeli yerdeki “(…)” kısmından sonra ne
geldiğini ise hiçbir kaynakta tespit edemedik. Bu yüzden daha ne kadar ve nasıl
bir devamının olduğunu bilmiyoruz, yalnızca anladığımız “(…)” kullanılmasından
bu metnin bir devamı olduğudur. Yani, “öldürülmüştür” şeklindeki kısımdan
sonra, Y1 versiyonundan aldığımız iki paragrafın oradan olup olmadığına dair
elimizde tam bir delil yoktur, bu sadece cümlenin gelişiminden yaptığımız bir tahmindir.
Eğer ki tahminimiz doğruysa, yani o iki paragraf cidden o iki kısımdan sonra
geliyorsa bile, direkt olarak devamıdır ve tam olarak o metindir diyemeyiz.
Ayrıca bir husus da
şudur: Metinde var olan yazım hatalarına bilerek dokunmadık, elimizdeki kaynaklarda
nasıldıysa aynen öyle metnini çıkarttık. Sadece kimi yerlerde köşeli parantez
içinde eksik harf vb. varsa verdik. Bunun haricinde, metinde düzenleme veya
eksiltme-özetleme yapmadık.
Yani dilekçenin tam ve
düzen olarak doğru metnini sunduğumuzu kesin olarak söyleyemesek de, yine de
elimizdeki tüm kaynakların çaprazlanmasıyla (bilebildiğimiz kadarıyla) en geniş
halini sunuyoruz. Eğer ki elinizde bu dilekçeden farklı kısımları veya tamamını
veren başka bir kaynak varsa, bunu/bunları bize ileterek dilekçenin metninin
dijitalinin çıkartılmasında bize yardımcı olabilirsiniz.
“Yoldaş senin kanın
yerde
Kalmayacak kanın yerde
Kızıl bayrak dikeceğiz
Çarpıştığın tepelerde”
Bu belgeyi paylaşarak,
komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızı bu 18 Mayıs’ta da bir kere
daha militanca anıyoruz.
İbrahim yoldaş, Türkiye
proletaryası ve ezilen yoksul köylülüğü senin intikamını emperyalizme,
sosyal-emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme, faşizme,
sosyal-faşizme, patriarkaya ve her türden gericiliğe karşı özü toprak devrimi
olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesini zafere ulaştırarak bütün gericilerden
alacaktır!
Onun anısı ve
fikirleri, sadece direnmek isteyenlere değil, savaşmak
ve kazanmak isteyenlere gereklidir!
Dilekçenin eldeki
kaynaklardan çaprazlanarak hazırlanan en geniş hali şöyledir:
1. ORDU KOMUTANLIĞI 2.
NO’LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
SELİMİYE
6. Kasım. 1974
ARKADAŞIMIZ İBRAHİM
KAYPAKKAYA’NIN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMADIR.
Görülmekte olan bu
davanın 1 no’lu sanığı olan yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA, heyetinizin ve iddia
makamının da bildirdiği gibi ölüdür. İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölüm sebebi
ile ilgili olarak bugüne kadar ne basında ne radyoda kamuoyuna, ne de onun mücadele
arkadaşları ve kader ortakları olan bizlere, -mesele bazı parlamento üyeleri
tarafından soru önergeleri ve basın yoluyla hükümete ve ilgili makamlara
sunulduğu halde- hiçbir açıklama yapılmamıştır. Ancak şu anda bu davanın
savcılık görevini yapan kişi, ikinci kere savcılık sorgusuna çağırdığı bazı
arkadaşlara, birbirini tutmayan beyanları ile ve iddianamenin bazı bölümlerinde
bir iki cümle ile, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tutuklu iken intihar ettiğini
belirtmiştir. Ne var ki, gerek Diyarbakır’da bu davanın savcılık makamını işgal
eden kişi tarafından cezaevinde ve MİT’te sorguya çekilen ve bir kısmı halen
burada sanık olan kişilerin cezaevinde ve MİT’te karşılaştıkları olaylar, gerek
savcı Yaşar DEĞERLİ’nin İstanbul’da ikinci kere sorguya çektiği arkadaşlarla
aralarında geçen konuşmalar ve gerekse iddia makamını işgal eden bu kişinin
görevi sırasında hakim sınıflara en büyük sadakatini gösteren aşırı
gayretkeşlikleri, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın:
I – Kendisinin intihar
etmediğini, öldürüldüğünü
II – Öldürme olayının
askerî savcı Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu bir ekip tarafından önce
işkence edilerek sonra da kurşunlanarak yerine getirildiğini ortaya
çıkarmıştır.
Kanaatımızca bu durum
esasen bütün bu makamlarca da bilinmektedir. Çünkü bu davanın başında ve
müteakip duruşmalarda ne zaman İbrahim KAYPAKKAYA ve onun ölüm lafı geçtiyse,
heyetiniz olsun, askerî savcı olsun bu meseleyi geçiştirmeye ve örtbas etmeye
çok büyük ve özel bir gayret gösterdiler ve göstermektedirler. Bu meseleyi
örtbas etme gayretleri yalnız bu mahkemeninki ile kalmadı ve kalmıyor; bu
konuda önce ilgili makamlara sonra da ondan bir sonuç alamamamız üzerine bu
mahkemeye yazdığımız dilekçelere ve hatta kurunun yanında yaşında yanması
misali mahkeme ile ilgili diğer başka dilekçelerimize elkonuldu. Bu durumu
geçen duruşmaların birinde heyetinize de bildirmiştik. Halen de, malum cezaevi
yöneticilerince alıkonan bu dilekçelerimiz verilmiş değildir ve verilmesi için
yaptığımız yazılı ve sözlü müracaatlar da cevapsız bırakılmaktadır. Bütün bu
durumlar ve davranışlar tesadüfî değildir. Muhatap olduğumuz bütün makamların
bu konudaki sözbirliği etmişçesine ortak davranışları belirli bir amacın ve
gayretin, deşildiği zaman altından Çapanoğlu çıkacak bir olayı elbirliğiyle
örtbas etmek gayretinin ürünüdür.
Biz burada, devam eden
bu örtbas etme gayretlerini bir yana bırakarak, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın
intihar etmediğini ve başında iddia makamını işgal eden kişinin bulunduğu bir
ekip tarafından kurşunlanarak öldürüldüğünü kanıtlayan deliller üzerinde durmak
istiyoruz.
I – İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş 24 Ocak 1973’de Tunceli’de yaralı olarak yakalandıktan sonra Diyarbakır
askeri hastahanesine getirilmişti. 21 Nisan 1973 tarihinde de hastahaneden
alınarak Diyarbakır Askerî Cezaevinin yanında ayrı bir binadaki üç no’lu
hücreye konmuştur. İbrahim KAYPAKKAYA bu hücrelerde iken, yanındaki hücrelerde
gözaltında bulunan Nuri YAMAN, Celal BOZATLI, Mehmet ALTINBAŞ ve Hasan ZENGİN
tarafından görülmüştür. Bunlardan ayrı olarak İbrahim yine, hücrelere bitişik
durumdaki gözaltı koğuşunda bulunan ve aynı davadan olup çoğunluğu şu anda
burada olan arkadaşlar tarafından da üç no’lu hücrede iken çeşitli defalar
görülmüş, hatta bu arkadaşlar bir subayın denetiminde İbrahim ‘le birkaç defa
da görüştürülmüşlerdir. İbrahim KAYPAKKAYA 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bu
hücrede kalmış, aynı gün saat onda hücresinden alınarak götürülmüş ve bu durum
yukarda adı geçen hücre arkadaşları tarafından yandaki gözaltı koğuşunda
bulunanlarca görülmüştür. Bu gidişten üç gün sonra, askerî savcılıkta görevli
erler arasında İbrahim KAYPAKKAYA’nın öldüğü söylentisi yayılmış ve bu söylenti
cezaevindeki tutukluların kulağına kadar gelmiştir. Bunun üzerine tutuklular,
cezaevi müdürlüğünde görevli subaylara, dolaşan ölüm haberinin doğru olup olmadığı,
İbrahim KAYPAKAYA’nın nerede olduğunu sormuşlar, onlar da İbrahim
KAYPAKKAYA’nın 16 Mayıs 1973 tarihinde komutanlıkça «sorgu» için istendiğini ve
«sorgu» için gidişten iki gün sonra da hiç bir gerekçe gösterilmeden İbrahim
KAYPAKKAYA’nın cezaevi müdürlüğündeki kaydının silinmesini bildiren bir telefon
emri aldıklarını, bu konuda bundan başka bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.
İbrahim’in hastaneden
alınıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan
hücreler bölümünün üç no’lu hücresinde 21 Nisan 1973 tarihinden 16 Mayıs 1973
tarihine kadar bekletilmesinden ve 16 Mayıs 1973 günü bilinmeyen bir yere
götürülmesinden iki gün sonra, askerî savcılığa ifade vermek üzere götürülen
çeşitli suçtan gözaltında ve tutuklu bulunan kimselere askerî savcılıkta
görevli erler, İbrahim KAYPAKKAYA’yı askerî savcılık binasının üst katında
vücudunun kurşun yaralarıyla delik deşik bir durumda ve ölü olarak gördüklerini
söylemişlerdir. Bunun üzerine Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde bulunan
tutuklulardan otuzaltısı, bu durumun doğru olup olmadığını öğrenmek, doğru ise
bu ölüm olayı hakkında koğuşturma yapılmasını istemek ve İbrahim KAYPAKKAYA’nın
öldürüldüğü haberinin, savcılık, MİT (ki aslında bu ikisini ayırdetmek
yanlıştır) ve cezaevinde görevli olanlar arasında ayyuka çıkmasına rağmen
hiçbir resmî açıklama yapılmamasının nedenini öğrenmek amacıyla aşağıda metnini
sunacağımız ortak dilekçeyi yazıp imzalayarak Diyarbakır Sıkıyönetim
Komutanlığı’na vermişlerdir. Diyarbakır Sıkıyönetim Askerî Cezaevinde «29 Mayıs
1973» tarihine ve «1900-73/84» kayıt numarasına kayıtlı bu dilekçe aynen
şöyledir:
Diyarbakır – Siirt
illeri Sıkıyönetim Komutanlığı’na
Diyarbakır
§
Tutuklu İbrahim KAYPAKKAYA’nın 16.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak
MİT’e götürüldüğü ve MİT’te yapılan işkencelerle öldürüldüğü.
§
Bu cinayet hadisesini Türkiye ve dünya kamuoyuna uyandıracağı tepkiden
çekinilerek intihar süsü verilmek istendiği.
§
Bu cinayete ne kadar intihar süsü verilmek istenirse istensin bunun hiçbir
zaman inandırıcı olmayacağı.
§
Zira
1. İbrahim KAYPAKKAYA’nın
yaralı olarak yakalandıktan sonra hastahanede yaralı haliyle prangaya vurulduğu
ve devamlı olarak kontrol altında bulundurulduğu, hastahaneden sonra da hücreye
konulduğu, demir aksamlı hiçbir aletin, kemer ve ip kabilinden hiçbir şeyin
yanında bulundurulmadığı ve tedbir mahiyetinde olarak aynı binada ve birkaç
metre ötedeki tuvalete dahi götürülmediği ve hücresinde tuvalet ihtiyacını
giderdiği.
2. Ayrıca İbrahim
KAYPAKKAYA’nın 15.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak bir daha geri getirilmediği.
3. Zaten intihar süsü
vermekte güçlük çeken faillerin 19.5.1973 tarihinde işlenen bu cinayeti yetkili
mercilere duyurmaması ve kamuoyuna gerekli açıklamanın yapılmamasının, bu
cinayetin en büyük kanıtı olduğu.
§
Bu hadiseden de anlaşılacağı gibi Diyarbakır – Siirt illeri sıkıyönetim
tutukevindeki tutukluların Anayasa ve kanunlara aykırı olarak alınıp MİT’e
götürüldüğü, dövüldüğü ve öldürüldüğü ve biz tutuklu olarak hayatlarımızın
garanti altında bulundurulmadığı. Bunun kanunlara aykırı olduğu.
Bizler insanlık
haysiyetine yaraşmayan bu hunharca davranışı kınar ve birer vatandaş olarak
Anayasa, kanunlar ve İnsan Hakları Beyannamesi’ni ihlal ederek işlenen bu suçu,
gerekli soruşturmanın yapılıp faillerinin gerekli cezalara çarptırılması için
ihbar ediyoruz.
28.5.1973
Tutukevi kayıt
no : 1900-73/84
Tarih
: 29.5.1973
II – Yukarda metnini
verdiğimiz bu dilekçeye hiçbir cevap verilmemiş ve bir açıklama yapılmamıştır.
Bu dilekçeden bir süre sonra, olayın ağır bir siyasî cinayet olması nedeniyle
bütün ilgili makamlarca duyulması ve hatta siyasî parti yöneticilerinin ve
parlamenterlerin kulağına gelmesi sonucu CHP Genel Sekreter yardımcısı Ferda
Güley Bolu’da «İbrahim KAYPAKKAYA’nın işkenceyle öldürüldüğünden[»] bahsetmiş,
İstanbul eski bağımsız milletvekili M. Ali Aybar aynı günlerde Başbakana
ayrıntılı bir soru önergesi vermiş, açıklama yapılmasını istemiş ve bu haberler
basında yeralmıştır. Bütün bunlara rağmen küçüğünden en sorumlusuna ve büyüğüne
kadar hiçbir ilgili makam bu konuda tek kelime açıklama yapmamış, tam tersine
bu konu örtbas edilmeye, geçiştirilmeye çalışılmıştır.
Bu konun çeşitli
şekillerde üstüne gidilmesine rağmen bu konuda ısrarlı suskunluğun anlamı çok
açıktır. Açıklama yapması gerekenler, devlet mekanizmasının yönetiminde ve her
türlü dizginleri ellerinde bulunduran kimselerdir. Bu makamların bu cinayet
olayını tevile kaçarak, intihar süsü vererek bile olsa açıklamamaları,
açıklayamamaları ve bu konudaki ısrarla susmaları, açıkça suçun ikrarıdır.
Basının, radyonun ve kamuoyuna yönelik her türlü haber araçlarının, olaya
intihar süsü verecek her türlü imkânın ellerinde olmasına rağmen bu makamların
ısrarlı suskunlukları neyin ifadesidir? En küçük adi zabıta olaylarını bile
binbir sahtekârlıkla ve düzenbazlıkla «anarşistler»in marifeti olarak günlerce
kamuoyuna reklam edenler bu olay karşısında niçin susmaktadırlar?
III – Bu cinayet
olayının diğer bir delili şudur: 16 Mayıs 1973 günü İbrahim KAYPAKKAYA
hücresinden sorguya götürülmeden bir saat kadar önce, yandaki gözaltı koğuşunda
adi bir suçtan dolayı tutulmakta olan Cemil OKTAY askerî savcılığa
götürülmüştür; Cemil OKTAY, askerî savcılıkta, İbrahim KAYPAKKAYA’yı birtakım
sivil şahıslar tarafından gözleri bağlı olarak askerî savcılık binasından
çıkarılıp sivil bir otomobile bindirilirken görmüş ve bu durumu, gözaltı
koğuşuna döndüğünde şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ve
Seyithan DOKAY’a söylemiştir. Savcılıkta sonradan çıkan söylentiye göre de
İbrahim KAYPAKKAYA götürüldüğü bu yerden kurşunlanarak getirilmiştir.
IV – 1973 Nisan’ının ilk
haftasında İbrahim daha iyileşmeden ve hastahanedeyken, şimdi bu davada tutuklu
olarak yargılanan Hasan İLTER ile yüzleştirilmek üzere askerî savcılığa
getirilmiş, Hasan İLTER İbrahimle yüzleştirilebilmek için savcılık odasına
alındığında savcı Yaşar DEĞERLİ ile İbrahim KAYPAKKAYA arasında geçen şu
konuşmaya şahit olmuştur:
İ. KAYPAKKAYA:
«Hakkımdaki bu ifadeleri arkadaşlara işkence ile imzalatıyorsunuz.»
1. DEĞERLİ: «Tabi sizin
gizli dünyanızı ortaya çıkaracak başka yol yok.»
İ. KAYPAKKAYA:
«Arkadaşlara bu ifadeleri, beni idam ettirmek için zorla imzalatıyorsunuz.»
1. DEĞERLİ: «Çok yakın bir
zamanda sana gereken cezayı kendi elimizle vereceğiz.»
Bu konuşmalar neyi
açıklamaktadır? Bu konuşmalar üzerine yorum yapmaya gerek var mıdır bilmiyorum?
Bu konuşmalardan çıkan anlam açıktık ve bu konuşmalardan sonra meydana gelen
katletme olayının baş sorumlusu da ortadadır. İbrahim’in intihar ettiği
yalanını düzen ve yukarıdaki cümlelerin sahibi olan kişi ve bu konuşmayı okuyup
duyan herkes de bilir ki, «kendisinin idam ettirilmesi için zorla ifadeler
düzdürüldüğünden» bahseden, ölmemek için aylarca hastahanede ve hücrelerde her
türlü baskı, işkence ve provakasyona karşı direnen bir kişi nasıl olur da
yukarıdaki konuşmadan hemen sonra fikir değiştirip intihar eder? Üstelik bu
kişi bir komünisttir ve intihar etmenin bir komünist için korkaklık ve
proletarya davasına ihanet olduğunu söyleyen bir kişidir… Bu yalanlar ve
sahtekârlık senaryoları çok acemice ve suçluluk telaşı içinde düzülmüştür.
V – 9 Temmuz 1973’de
Selimiye’ye tekrar savcılık sorgusuna bu dava sanıklarından Yalçın BÜYÜKDAĞLI
ile savcı Yaşar DEĞERLİ arasında geçen şu konuşma bile, bu konuşmayı okuyan
veya duyan akıl mantık sahibi herkese hiçbir dedektiflik bilgisini gerektirmeyecek
kadar açık bir biçimde «suçlunun kim?» olduğunu anlatmaktadır. Konuşma şöyle
geçmiştir.
1. BÜYÜKDAĞLI: «İbrahim
KAYPAKKAYA yoldaşın öldüğü doğru mu?»
2. DEĞERLİ: «İbrahim
kendisi intihar etti biz öldürmedik. İntihar ettiği zaman da ben
İstanbul’daydım, telgrafla haber aldım.»
Arkadaşın sorusuna ve
savcı Yaşar DEĞERLİ’nin verdiği cevaba iki noktada dikkatinizi çekerim:
Birincisi, arkadaş, İbrahim’in ölüp ölmediğini sormaktadır; savcı ise cevap
olarak doğrudan doğruya «kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini»
söylemektedir. Bir kere, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, ölümün nasıl olduğunu ve kimin
öldürdüğünü sormamıştır. Sorduğu ölüm haberinin doğru olup olmadığıdır.
Savcı
Yaşar DEĞERLİ’nin, sorulmadığı halde İbrahim’i kendilerinin öldürmediğini,
intihar ettiğini söylemesi suçluluk telaşının ve psikolojisinin söylettiği
sözlerdir. İkincisi, suçluluk psikolojisinin verdiği dürtü ile şecaat
arzederken sirkatini söyleyen savcının bu konuşmada suçluluğunu gizlemek için
başvurduğu bir yalandır.
Çünkü savcı Yaşar DEĞERLİ bu konuşmada İbrahim’in
öldürüldüğü tarihte İstanbul’da olduğunu söylemiştir. Oysa savcı Yaşar DEĞERLİ
İstanbul’a 1973 Haziran’ının ilk haftasında gelmiş olup, İbrahim ise 16-18
Mayıs tarihleri arasında, yani savcı Yaşar DEĞERLİ Diyarbakır’da iken öldürülmüştür.
Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin böyle bir yalana başvurması bile tek başına, İbrahim
KAYPAKKAYA’nın Yaşar DEĞERLİ’nin başında olduğu bir cinayet şebekesi tarafından
öldürüldüğünü açıklar.
VI – Ankara
Sıkıyönetim’deki başka bir davası nedeni ile 1973 Mayıs ayı içerisinde Ankara
Sıkıyönetim 3 no’lu cezaevinde bulunan Aslan KILIÇ’la, Diyarbakır’dan getirilen
THKO sanıklarından Mustafa KARADAĞ arasında cezaevinde şu konuşma geçmiştir:
1. KARADAĞ: «Haberin var
mı, İbrahim’i Diyarbakır’da öldürdüler.»
2. KILIÇ: «Haberim yok ama
sen kesin olarak biliyor musun?»
3. KARADAĞ: «Ben de
İbrahim’i ve ölüsünü görmedim. Haberi Diyarbakır askerî savcılığı ve erlerden
duydum. Ayrıca MİT’te beni sorguya çeken ismini bilmediğim saçları dökük ve
yüzbaşı rütbesinde bir hakim subay sorguya başlarken «daha geçen hafta burada
konuşmayan birini gömdük. Aynı yolu tutarsan senin de akıbetinin bu olacağından
şüphe etmemen için bu şahsın adını da sana söyleyeyim: Bu kişi İbrahim
KAYPAKKAYA’dır ve tanırsın da. Şimdi adam gibi konuş» dedi. [»]
Bu konuşmada sözü edilen
MİT görevlisi yüzbaşı rütbesindeki saçları dökük Hakim-subay Savcı Yaşar
DEĞERLİ’dir. Nitekim Aslan KILIÇ arkadaş Ankara dönüşü, 1973 Temmuz ayında
İstanbul’da tekrar askerî savcılığa götürüldüğünde savcı Yaşar DEĞERLİ ile
arasında bu konuda şu konuşma geçmiştir:
1. KILIÇ: «İbrahim’i
işkence ile öldürdünüz, ona söyletemediğiniz şeyleri benden mi almak
istiyorsunuz?»
2. DEĞERLİ: «İbrahim’i biz
öldürmedik; tokyosuna koyduğu jiletle bileklerini keserek intihar etti. Hem sen
bu haberi nereden duydun?»
3. KILIÇ: «Ankara’da THKO
sanıklarından M. KARADAĞ’dan duydum.»
4. DEĞERLİ: «Ha, evet M.
KARADAĞ’ın sorgusunu ben yaptım; ama sana İbrahim’i bizim öldürdüğümüzü
söylemekle yalan söylemiş. Fakat inanmıyorsan İbrahim’i nasıl tedavi edip
iyileştirdiğimizi anlaman için sana hastahanede çekilmiş resimlerini
göstereyim; (resimleri göstererek) bak! İbrahim’i şu halden bu hale getirdik.
Biz İbrahim’i ölümden kurtardık; biliyorsun yakalandığında yaralı idi ve ayağı
donmuştu. Hiç böyle ihtimam gösterenler onu öldürür mü?»
Son konuşmadan da bir
kere daha anlaşılacağı üzere Y. DEĞERLİ tam bir suçluluk psikolojisi
içerisindedir. Böyle bir telaşla haberin nasıl öğrenildiğini sormakta, sonra da
kendisinin suçluluğunu isbat edercesine, İbrahim’e yaralı iken nasıl ihtimam
gösterdiklerinden bahsetmekte, sorgulardaki canavarlığının açığa çıkmasını
önlemek amacıyla kendisini şefkatli bir hastabakıcı rolüne sokmaktadır. Kaldı
ki İbrahim’i öldürenler, onu, hasta iken babalarının hayrına ve Savcı Yaşar
DEĞERLİ’nin göstermek istediği gibi şefkatli oldukları için değil, iyileştirip
konuşturabilmek için tedavi etmişlerdir. Bu iyilik perilerinin ne denli
şefkatli olduklarını bugün dünyada sağır sultan bile duymuştur. Hem, suçluluk
psikolojisi içinde olmayan bir kimsenin İbrahim’i iyileştirmede özel gayret
sarfettiğinden bahsetmesine, hiç yoktan kendini savunmaya kalkışmasına gerek
yoktur.
Savcı Y. DEĞERLİ,
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tokyosuna sakladığı jiletle bileklerini keserek
intihar ettiği yalanını söylemiştir. Polis ve MİT’ten geçmiş herkes bilir ki,
külotlara ve koltuk altlarına kadar aranılan, ayakkabıların bükülerek veya
pençeleri kesilerek kontrol edildiği, mendil, ayakkabı bağı, gözlük, kemer ve
toplu iğnenin bile hücreye girişte sanıkların üzerinden alındığı bu yerlere
–önceden konmuş olsa bile- tokyoya jilet koyarak girilebileceğini söylemek
düpedüz yalan söylemektir.
Bunu söyleyen kişi kimi kandıracağını sanmaktadır?
Ankara MİT’te, bir arkadaşın ayakkabısının pençesindeki lastiğin normalden
biraz kalın olması yüzünden ayakkabı pençelerinin testere ile ikiye biçildiğini
gözlerimizle gördük. Öte yandan, sünger olan sandaletlere önceden jilet bile
konmuş olsa daha ilk büküşte içinde değil jilet, kağıt olup olmadığı bile
anlaşılır. Kaldı ki, İbrahim KAYPAKKAYA intihar ettiği söylendiği güne kadar
demire ve kelepçeye vurulmuş olarak ve sürekli gözetim altında bulundurularak
askerî hapishanede ve gözaltı hücrelerinde kalmış, görevliler dışında hiçbir
kimseyle görüş ve temasta bulunmamıştır.
Değil hastahane ve gözaltı gibi
yerlerde, hapishanelerde bile traş için dahi olsa jilet veya hiçbir kesici veya
delici şeyin parçası bile verilmemekte, bunun için sık sık aramalar
yapılmaktadır. Sürekli gözaltında ve bağlı olarak tutulan, hiç kimseyle teması
olmayan İbrahim KAYPAKKAYA jileti nereden sağlamıştır acaba? Gökten zembille mi
inmiştir jilet? Yüzümüze bu şekilde söylenen bu ylanlar suçluluk telaşı ile
olsa gerek çok acemice hazırlanmıştır. Dosyadaki intihar kılıflarının ise ne
tür uydurmalar olduğunu şu ana kadar öğrenebilmiş değiliz.
VII – Savcı Y. DEĞERLİ
iddianamede «İbrahim KAYPAKKAYA’nın intiharından önce yapmış olduğumuz
sorgusunda her ne kadar örgütsel faaliyetleri konusunda ketum davranmış ise de;
…» diyerek, sorgulama sırasında öldürülen İbrahim yoldaşı bir polis ve MİT
görevlisi gibi bizzat kendisinin sorguladığını belirtmekte, fakat İbrahim’in bu
«ketum» davranışı karşısında kendisinin neler yaptığını açıklamamaktadır.
Fakat
polis ve MİT gibi yerlerde sorguda «ketum» davranışın sonucunun ne olduğunu
bugün bilmeyen yoktur. Yukardaki cümleyi okuyan kime sorulsa, bu «ketum»
davranış sahibinin sonunun ne olacağını daha sonucu öğrenmeden rahatlıkla
söyleyebilir. İbrahim yoldaşın, hizmet ettiği efendileri adına –kendi
deyimiyle- «menfur katlinin» baş aktörü Y. DEĞERLİ, bu cümleleri ile şecaat
arzedeyim derken sirkatini söylemiştir.
VIII – Faşistler, daha
yakalandığı ilk andan itibaren yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA’ya hunharca
davranmışlardır.
Vartinik baskınından
sıyrılarak, yarım saatlik bir yaya yürüyüşten sonra Barıkbaşı mezrasına gelen
İbrahim KAYPAKKAYA birkaç gün sonra burada yakalanmıştır. Barıkbaşı’ndan
Kutudere’ye kadar dört saatlik bir yol, arkadaşımıza yalın ayak olarak
yürütülmüştür. Mirik köyü ile Gökçe köyü arasındaki dereden geçen buzlu çay
kıvrılarak aktığı için beş altı defa yalın ayak geçirtilmiştir.
Yolda giden köylüler bu
durumu diğer köylülere anlatmışlardır. Aynı baskından kaçan iki arkadaş buzlara
gömüldükleri ve 48 saat dağda kaldıkları halde neden ayaklarını üşütmüyorlar da
İbrahim KAYPAKKAYA yarım saatlik mesafede bulunan en yakın köye gittiği halde
ayaklarını üşütüyor?
Üçüncü bir nokta olarak
da iddianamede ark[a]daşımızın Barıkbaşı’ndan Gökçe’ye götürülürken yürümek
istemediği ve karların üzerine yattığı belirtilmektedir. Bu hareketler bir
kimsenin yalın ayak karlar üzerinde yürütülürken yapacağı hareketlerdir.
Arkadaşımızın ayak
parmaklarının kesilmesinden üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK sorumludur ve bu, bizlere
yapılan işkencelerin en alçakça olanlarından biridir.
IX – İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş bir komünisttir. [O çağımızın Marksizm-Leninizmi olan Mao Zedung
Düşüncesi’ni doğru bir şekilde kavramış ve onun ışığında Türkiye’nin tarihi ve
sosyo-ekonomik yapısının tahlillerini ve izlenmesi gereken mücadele şekillerini
doğru olarak saptamış, hayatının her dakikasını devrime adayarak, elde silah
yılmadan kahramanca savaşarak, Türkiye halklarına önderlik etmiş gerçek bir
Komünisttir.
O, bir Komünistin her türlü şart altında, son nefesine dek
yılmadan mücadele etmesi gerektiğine inanan ve bunu gerçekten son nefesine
kadar uygulayan bir Komünisttir. Faşistler onu ancak vücudunda kurşun yaraları
olduğu halde açlık, susuzluk ve amansız soğuğa karşı tek başına, her türlü
savunma ve korunma imkânlarından yoksun olduğu bir anda yakalayabildiler ve
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş {–iddianamede de belirtildiği gibi-} faşist üsteğmen
Fehmi ALTINBİLEK’ten başlayarak, tüm faşist ve CIA’nın çömezi MİT’cilere,
onların yardakçıları savcılara karşı dişe diş bir mücadeleye girişmiştir. (…)
… emperyalistlerin ve
sosyal-emperyalistlerin -devrimleri ve kurtuluş mücadelelerini saptırarak,
kendi yıkılışlarını geciktirmek için- bizzat kendileri yarattıkları ve
körükledikleri revizyonist, Troçkist ve maceracı sağ ve «sol» oportünist
akımların kol gezdiği ve hatta Mao Zedung Düşüncesi’nin bile revizyonizme,
kuyrukçuluğa, pasifizme ve teslimiyetçiliğe paravana olarak kullanılmak
istendiği bir ortamda, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA –bu revizyonist ve
oportünist akımlarla tavizsiz mücadelesinin ve devrimci pratiğinin ateşi
içinde– ülkemizin tarihi ve sosyo-ekonomik şartlarını, halkımızın kurtuluşu
için verilmesi gereken mücadele biçimlerini, bunun gerektirdiği örgütlenme
şekillerini Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi ışığında doğru olarak tahlil
etmiş ve bunların pratiğine elde silah savaşarak katılmıştır.
İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş, III. Enternasyonal’in Leninist çizgisinin izleyicisi TKP’nin kurucusu
ve önderi Mustafa SUPHİ yoldaştan sonra halkımızın yetiştirdiği ikinci büyük
militan Komünist önderdir. Ve o (…) çağımızın Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi’ne
sıkı sıkıya bağlı TKP (M-L)’nin önderidir.]
(…)
O, bir komünistin
intihar etmesinin korkaklık, proletaryanın davasına ihanet olduğu bilincinde
olan ve bunu yoldaşlarına öğreten bir önderdir.
İntihar, ABD
emperyalizminin, onların kompradorlarının ve toprak ağaları kliğinin temsilcisi
savcı Yaşar DEĞERLİ’nin iddia ettiği gibi komünistlerin değil, faşist köpekler,
işbirlikçiler ve halk düşmanları gibi korkakların halkımızın devrimci
mücadelesinin zafere yaklaştığı günlerde seçecekleri bir tercih olacaktır.
Stalin yoldaşın önderliğindeki Sovyet Kızıl Ordusu’nun Berlin’e girdiği gün
gelmiş geçmiş en büyük faşist köpek Adolf HİTLER’di beynine kurşun sıkan!…
İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş nazi işkence odalarının tavanına kanıyla «unutma ki sen bir komünistsin»
diye yazarak falakaya her yatırılışında o yazıyı okuyup faşist cellatlara karşı
direnen Dimitrov’ların, Naziler tarafından kurşuna dizilirken, Alman
askerlerine «Ben sizin kurtuluşunuz için mücadele ettim, siz kurtuluşunuzu
öldürüyorsunuz» diye bağıran Fransız Komünisti George POLIT[Z]ER’lerin, Nazi
kurşunlarına karşı korkusuzca göğüs geren Ernest THELLMANN’ların ve ölümü
“Yaşasın Ho Şi MİNH” diyerek göğüsleyen Vietnam kahramanlarının her türlü şart
altında son nefeslerine dek sürdürdükleri mücadelelerinin izleyicisidir.
Canını proletaryanın ve
halkların kurtuluşuna adamış komünistler, faşist zulüm ve baskılardan korkarak
intihar etmezler. İntihar tercihini seçecek olanlar, bizzat halkın devrimci
mücadelesinden korktukları için zulmeden faşist köpeklerdir!
İşte bütün bu somut
gerçeklerden ötürüdür ki, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş intihar etmez ve
etmemiştir. ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)
[İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaşın ölümü, Türkiye Komünist hareketi için şüphesiz ki büyük bir kayıptır.
Ama O’nun öldürülüşü hiç bir zaman TKP (M-L)’nin ve onun önderlik ettiği
halkımızın mücadelesini durduramaz. Aksine, sınıf kiniyle dolu olan bizlerin,
Türkiye Komünistlerinin mücadelesini daha kararlı, daha şiddetli bir şekilde
sürdürmesini sağlayacaktır.
Önderimiz İbrahim
KAYPAKKAYA’nın doğru çizgisi artık kitlelere mal olmuştur. Ve bu, devrim
ateşinin potasıyla yoğrulacak daha nice İbrahim KAYPAKKAYA’ların doğuşunun
mayası olacaktır.]”
[İmzası
bulunanlar]
https://www.partizan-online.net/18-mayis-1974-yili-dava-tutsaklarindan-dilekce-arkadasimiz-ibrahim-kaypakkayanin-olumu-ile-ilgili-aciklamadir/
Tutuklu
Sanıklar:
Arslan KILIÇ, Yalçın
BÜYÜKDAĞLI, Muhsin CANİK, İbrahim GÜLGEÇ, Ayşe İSMAİL, İsmail ÖZBAY, Celâl
ERDOĞMUŞ, İbrahim Halil AKYOL, Baki İŞÇİ, Muzaffer ORUÇOĞLU, Zeki ŞERİT, Nezihe
BAHAR, Nizamettin KARAKOÇ, Ali ŞENCİ, Gürsel BEZEK, Fatma EREZ, Hüseyin TEKİN,
İsmail ERDOĞAN, Ali TAŞYAPAN, Sami SARI, Davut KURUN, Engin GİRAY, Feryal
SARIOĞULLARI, Kemal BAHAR, Ali TURAN, Musa SÖĞÜT, Mümtaz ÇELTİK, Hikmet ŞENSES,
Süleyman YEŞİL, Güner ALAKOÇ, Ünsal ALANYA, Mukaddes ERDOĞDU, Seyithan DOKAY,
Hayrettin İPEK, Hüseyin AÇIKGÖZ, İrfan ÇELİK.