Marksizm’le Bulandırılmış Revizyonizm, Reformizm ve Şovenizm Sınıfa Öncülük Yapamaz!
TKP’nin reformist, revizyonist ve şoven çizgisine ilişkin elbette söylenecek çokça şey var. Ancak bu kadarı bile gerçeklerin görülmesine yeter de artar bile. Mustafa Suphi sonrasından bu yana, Kürt isyanları karşısında hep devletin yanında saf tutmuş bir TKP görürüz.
Kürt soykırım ve katliamlarını “Feodalizm tasfiye ediliyor”, “İngiliz emperyalizminin iş birlikçisi, gerici ayaklanmalar”ın bastırılması olarak değerlendirildi.
TKP öncülüğünde, “Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” başlığı altında imza kampanyasına açılan bir bildiri yayımlandı.
Bu bildiriye, pek çok Kemalist yazar- çizer, sanatçı, bürokrat, asker kökenli subaylar imza atarak destek verdiler. Bildiride, devrimci- demokrat ve yurtsever kamuoyu açısından en çok dikkat çeken ve tartışma konusu olan maddelerden birisi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını istemiyoruz.” maddesi oldu. Kuşkusuz bu şoven anlayışın tartışılması veya eleştirilmesi kadar doğal hiçbir şey olamazdı. Hele de kendisini “komünist” gören, “Türkiye işçi sınıfının öncüsü” olarak lanse eden bir siyasi yapılanmanın, “Misak-ı Millî” sınırlarda ısrarcı olması eleştiri oklarını üzerine çekmesi için yeterli bir nedendir.
Çünkü, “Misak-ı Millî” olarak gösterilen bu sınırlar, emperyalistlerin öncülüğünde, bölgenin yerli işbirlikçilerinin iş birliğiyle, Kürt ulusunun, ulusal topraklarının bölünüp parçalanarak ilhak ve işgal yoluyla çizilmiş sınırlardan ibarettir. Kürt ulusunun çizilen bu sınırlara dair ne rızası ne de onayı vardır. Durum bu iken, komünistlik adına hangi Misak-ı Millî sınırlardan söz edeceksiniz. Bu, olsa olsa ezilen bir ulusun varlığını yok sayma, emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin talancı, yağmacı ve ilhakçı tutumlarını onaylama, onların destekçileri olma anlamına gelir. Zaten TKP’nin başı Kemal Okuyan çeşitli televizyon kanalları ve sosyal medyada, sözüm ona yürütülen eleştirilere cevap mahiyetindeki konuşmalarında sosyal şoven anlayışlarını tekrarlamanın ötesine geçmemiştir. Yeri geldiğinde söylediklerini makalemiz içinde okurlarla paylaşacağız.
Mustafa Suphi TKP’sinin Mirasçısıyız
İmza kampanyasına sunulan bildiri, kuşkusuz sadece bu meseleyi içermiyor. Bunun dışında; “Barış ve Kardeşlik, Bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi” vb. içerikli demokratik istemler de var. Bu türden demokratik talepler elbette reddedilecek talepler değildir. Ancak, bu demokratik taleplerin ötesine geçmeyen TKP, suyu daha başından bulandırmakta, şovenizmi reformizm ve revizyonizmle beslemektedir. Marksizm’den fersah fersah uzak bu anlayış, elbette ki şovenizmi de nasiplendirecektir. Burada bir parantez açalım; elbette ki Mustafa Suphi TKP’si ile, sonrası TKP’yi aynı kefeye koymadığımızı, Suphi TKP’sinin mirasına sahiplendiğimizi devrimci kamuoyu bilmektedir.
Cumhuriyet tarihi boyunca faşizmin ülkede at oynattığını söylememiz, TKP’nin başı Kemal Okuyan’ın pek hoşuna gitmemiş olacak ki, bir cumhuriyet sevdalısı olarak karşımıza dikilmektedir. Medyascope’daki konuşmasında şöyle tespitlerde bulunuyor; “Hayat işte. Tarihin tekerleklerini bu kadar geriye ittirmeye dönük bir çaba olursa, doğal olarak tarihsel bir kazanım olan cumhuriyet fikrini daha fazla savunmak zorunda kalırız. (…) Karşı devrimler çağındayız ve geriye gidiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun bir geriye gidiş olduğunu çok okudum. Faşizm olduğunu çok okudum. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, bir devrimci dönüşüme denk düşmediğini anlatan çok fazla sol hikaye…” Kim için bir “tarihsel kazanım” olduğu sorusunu sormak gerekir. Eğer kılık- kıyafet, harf, padişahlığın kaldırılması, “laiklik”, kadına oy hakkı vs. vb. reformlardan söz ediliyorsa bunların kötü şeyler olduğunu söyleyen zaten yok. Tabii kimi İslami düşünürler, tarikatlar dışında. Kemal Okuyan’ın yaptığı, halkın yararına olan reformlara doğru bir anlayışla sahiplenmek değil, reformculuğun daniskasıdır.
Çünkü, bu reformların yanı sıra, emperyalistlerle yapılan iş birliği, emperyalist tekellere sunulan olağanüstü imkan ve olanaklar, halka uygulanan baskılar, farklı inanç, milliyet ve Kürt ulusuna uygulanan baskı ve soy kırımlar, yasaklanan grev hakkı ve devrimci demokratik örgütlenmeler. Uygulanmayan toprak reformu gibi hakim sınıfların lehine olan hiçbir şeyden söz edilmiyor. Tam tersi, “devrimci dönüşüm”den, Cumhuriyet’in daha fazla savunulmasının gerekliliğinden söz ediliyor. Eğer anlatılmak istenen, bugünkü ümmetçi tek adam diktatörlüğü ve şeriat rejimi istemli yönelim ise, bunun alternatifi başından beri faşist diktatörlüğü seçmiş olan sözünü ettiği Cumhuriyet değildir. Her şeyden önce komünistler, cumhuriyet dendiğinde, neyin, kimin cumhuriyeti diye onu sorgularlar.
Örneğin; demokratik bir cumhuriyet mi? Halk cumhuriyeti mi? Yoksa, geniş halk kitleleri, ezilen ulus, milliyet ve farklı inançlar üzerinde baskı aracı olan hakim sınıfların cumhuriyeti mi? TKP’nin, kendisini sahiplenmek zorunda hissettiği cumhuriyet, hiç kuşku yok ki hakim sınıfların halk üzerinde baskı aracı olarak kullandığı cumhuriyettir. Komünistler, düne göre, bugün emekçi halk kitlelerinin çıkar ve menfaatleri konusunda daha ciddi gerilemeleri görüp ve süreci böyle tahlil ettiklerinde, dünkü adaletsizliklere, eşitsizliklere, haksızlıklara sarılmayı değil, devrimi ilerletme adına daha demokratik bir ortamın yaratılmasını taktik olarak önlerine koyarlar. Ama TKP, dünkü faşist diktatörlüğü, bugünküne tercih ediyor. Çünkü O, Kemalizm’i “devrimci”, kurulan rejimi de “devrimci dönüşüm” olarak görüyor. Irkçı, faşist ideolojiden “devrimcilik”, faşist diktatörlükten “devrimci dönüşüm”cülük türetmektedir. Reformculuğunun en belirgin özelliklerinden birisidir bu. “Karşı devrimler çağındayız ve geriye gidiyoruz” söylemi Marksizm’i revize etmenin ötesinde başka bir şey değildir. Oysa Lenin, çağımızı, emperyalizm ve proleter devrimler çağı olarak belirler. Doğru ve hala geçerli olan budur.
Kemal Okuyan, ya “çağ”ın ne anlama geldiğini bilmiyor (ki bu çok zayıf bir ihtimal), ya da bilinçli bir şekilde Leninizm’i revize etme gayretindedir. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, devrimin ilerlemesi veya gerilemesi pekala mümkündür. Bu başka bir şey, çağ tespiti yapmak ve buna göre yeni yönelimlerde bulunmak bambaşka bir şeydir. Özellikle, sosyalist kampın dağılmasıyla birlikte, devrimlerde bir gerilemenin olduğu objektif bir gerçekliktir. Ama bu, proleter devrimlerin yeniden örgütlenip sosyalist iktidarların yaratılmayacağı anlamına gelmez. Ki gelişmeler cılız da olsa bunu bize göstermektedir. Toplumsal patlamaları önceden tespit etmek, nasıl ve nerede olacağını tahmin etmek kolay olmasa da gidişatın bu yönde olduğunu ve olacağını görmek için dahi olmaya gerek yok. Kısacası, çağımız, Kemal Okuyan’ın iddia ettiği gibi, “karşı devrimler çağı” değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağı olma özelliğini devam ettiriyor. Bu açık gerçeği, süslü ve muğlak laflarla gizlemek, gerçeği bunlara feda etmek, TKP açısından sadece bir şeye yarar. “Devrimci dönüşüm” olarak niteledikleri Kemalist devrimin gerçek karakterini, gerici yanını gizlemek içindir. Başkaca da bir kaygılarının olduğu inancında değiliz.
TKP’nin reformist ve revizyonist çizgisine dair söylenecek çok şey ve verilecek çokça örnekler var. Ancak biz tekrar ulusal meseledeki anlayışına dönelim. Ne diyor Kemal Okuyan; “Zaten biz yıllarca şunu söyledik. Bağımsız bir Kürt sorunu olamaz. Başka sorunların içinde yer almış bir meseledir bu.” (Medyascope)
Komünistler Kayıtsız Şartsız UKKTH’i Savunur
Ulusal meselenin başlı başına bir sorun olmadığını iddia etmek, Marksist- Leninist anlayışı başından reddetmektir. Başka sorunların bir parçası olarak görmek ise, doğrudan doğruya o ulusun ulusal varlığını inkar etmektir. Buradan tek bir sonuç çıkar; ezen ulus burjuvazisinin yanında saf tutmaktır. Toprakları ilhak edilmiş ezilen bir ulusun “bağımsız ulusal sorunu olmaz” demenin başka bir anlamının olduğunu sanmıyoruz. İlhakçı veya sömürgeci uluslarla, ilhak edilmiş mazlum ulusların temel sorunları bir ve aynı olabilir mi? Bu, eşyanın tabiatına aykırı bir şeydir. Bu, anlaşılır bir şey olmadığı gibi, “bir tek hedefe doğru yürüyüş; haklarda tam eşitlik, bütün ulusların en sıkı biçimde birbirine yaklaşmasının ve sonra da birbiriyle kaynaşmasının ayrı ayrı somut yollardan geçilmesini gerektirdiği açıktır.” der Lenin. Yani Kemal Okuyan’ın iddia ettiği gibi “bağımsız Kürt sorunu olmaz, başka sorunların içinde yer alıyor”un tersine, ayrı ayrı somut yollardan geçilmesi gerekiyor. Ezilen ulusun, her şeyden önce özgürlüğü ve ayrılma talebi savunulmadan, ortada enternasyonalizm diye bir şey kalmaz. Dolaysıyla komünistlikten söz etmeninin de bir manası olmaz.
Sosyal medyada “Kürt düşmanı” olmadıklarını haykıran Kemal Okuyan’a şu soruları sormak hakkımızdır. “Bağımsız Kürt sorunu yoktur” demek, bir ulusun kendi kaderini kendisinin belirleme hakkını gasp etmek anlamına gelmiyor mu? Ulusal sorunu, sınıf sorunu gibi ele alarak, onun en demokratik hakkına müdahale edilmiş olunmuyor mu? Sorun sanki ulusal bir sorun değil de aşiretler sorunuymuş gibi ele alınarak, “aşiretleri param parça etmek”le sorunun çözüleceği hayalleri gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir mi? Kaldı ki aşiret denen şey, kültürel şekillenişten kaynaklı o ulusun sosyal tabanını oluşturuyor. Yani, yoksul Kürt köylüleri, işçileri de aşiretlerin içinde bulunuyor. Feodal kültür “param parça edilince” ulusal sorun çözülmüş mü oluyor. Soruları çoğaltabiliriz. Şimdi tekrar soralım. Hem bir ulusun ulusal varlığını tanımayacaksınız, hem o ulusun kendi kaderini kendisinin belirleme hakkını gasp edeceksiniz, hem “Misak-ı Millî” sınırlardan taviz vermeyeceksiniz ama Kürtlerin “dost”u olacaksınız. Nasıl olacak bu iş. Kürtler Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, öncelikle sorunun ekonomik veya sınıfsal bir sorun değil, ulusal varlıklarının inkarı ve yok sayılması olduğunu haklı olarak söylüyor ve bu uğurda büyük bedeller ödediler/ ödüyorlar.
Faşist Türk devleti bunu “bölücülük” olarak lanse ediyor. Yani, tam da sizin dediğiniz gibi, “Misak-ı Millî” sınırlar diyor başka bir şey demiyor. Şimdi tekrar soralım, bu konuda devletle aranızdaki fark nedir. Sizin anlamsız gerekçeniz, “Kürtler topraklarına sahip çıkarsa “Misak-ı Millî” sınırlar dağılır. Bu emperyalistlerin bir oyunudur ve savaş demektir” türünden açıklamaları var TKP’nin. Buna kargalar bile güler. Emperyalistler zaten pazar hakimiyeti yüzünden her tarafı kan gölüne çevirmiş durumda. Emperyalistler bu türden haksız savaşlara baş vurmadan ayakta duramazlar. Emperyalizm demek haksız savaşlar demektir. Doğal olarak bu, Kürtlerin kendi haklı taleplerinden kaynaklanan bir durum değildir. Bunun arkasına sığınmaya gerek yok. Kürtlerin kendi devletlerini kurmalarından yana değiliz deyin kurtulun. Bu haksız ve yanlış bir tutum da olsa, en azından daha samimi olur.
“Sosyalist Türkiye” Deyimi Bile Şovenizm Kokuyor.
TKP programının 4. maddesinde şu söyleniyor; “İşçi sınıfımız, Türkler, Kürtler ve diğer ulusal, etnik öğelerden oluşan bir bütündür.” Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesinden zerrece söz edilmiyor. Çünkü o hak, TKP’nin himayesi altında. 5. Madde de; “Türkler ve Kürtler sosyalist Türkiye’nin eşit kurucu unsurlarıdır. (Kemalistler de Lozan öncesi böyle demişlerdi, hatırlatalım) Kapitalist Türkiye’nin baskın özelliği olan ayrımcı, şoven uygulama ve yaklaşımların bütünüyle tasfiye edilmesi için önlem alınır.” Bir kere “Sosyalist Türkiye” deyimi bile şovenizm kokuyor. Hani Kürtler “eşit kurucu unsur”du. Kurulacak devletin isminde bile Kürtlerin esamesi okunmuyor. “Ayrımcı, şoven uygulama ve yaklaşımların bütünüyle tasfiye edilmesi için önlem alınır” cümlesi, aynı anlayışın ürünü olarak raflarda yerini almış. “Tasfiye edilmesi için önlem alacaklarmış” Tümüyle yok edilecek denmiyor. “Önlem”den söz ediliyor. Daha da önemlisi, bunu sağlama yetkisini de kendisinde görüyor. “Zavallı” Kürtler, gene onun bunu avucuna bakmakla yetinecekler.
TKP’nin reformist, revizyonist ve şoven çizgisine ilişkin elbette söylenecek çokça şey var. Ancak bu kadarı bile gerçeklerin görülmesine yeter de artar bile. Mustafa Suphi sonrasından bu yana, Kürt isyanları karşısında hep devletin yanında saf tutmuş bir TKP görürüz. Kürt soykırım ve katliamlarını “Feodalizm tasfiye ediliyor”, “İngiliz emperyalizminin iş birlikçisi, gerici ayaklanmalar”ın bastırılması olarak değerlendirildi. Bugün de Misak-ı Millî sınırlara ve Cumhuriyete kimseyi dokundurtmayız politikalarıyla devletin yanında saf tutmaya devam ediyor. Yani mevcut devletin bu konudaki kırmızı çizgileri, TKP’nin de kırmızı çizgisi olduğunu gösteriyor.
TKP’yi Karşı Devrim Saflarında Görmüyoruz
Bu eleştirilerimizi gören kimi devrimci örgüt, parti ve bireyler, “madem bu kadar eleştiriyorsunuz, neden seçim ittifakına gittiniz” türünden eleştirilerde bulunduklarını biliyoruz, daha da bulunacaklarının farkındayız. Hemen belirtelim ki, biz bu eleştirileri şimdi yapmıyoruz. Kuruluşumuzdan bu yana yaptığımız eleştirilerdir. İttifak meselesine gelince; bütün eleştirilerimize rağmen, TKP’yi ne dün ne de bugün karşı devrim saflarında görmedik. Devrimin müttefikleri arasında değerlendirdik, hala da öyle değerlendiriyoruz. Karşı devrim saflarında değerlendiren herhangi bir kuruma da rastlamadık. Doğal olarak devrimin müttefiki olarak görülen bir hareketle taktik olarak verili an’ın sorunlarından kaynaklı geçici ittifaklar kurmak devrimci mücadelemiz açısından ters bir durum değildir. İttifaklar meselesi, somut durumdan kaynaklı geçici olarak ele alınan taktik meselelerdir. Verili an’a ilişkin olarak doğaldır ki eksik değerlendirmeler yapılabilir, hatalı davranılabilir, ama bu, stratejik bir yanlış yapıldığı anlamına gelmez. Stratejik yanlış, devrimin müttefiki olarak görülmeyen bir hareketle ittifak kurulduğunda veya eylem birliğine gidildiğinde söz konusu olabilir. Ki bu bile öyle statik bir tarzda, somut gelişmelerden bağımsız olarak ele alınmaz.
Mesela; İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, Sovyetlerin, saldırgan emperyalist kampa karşı, İngiltere, Fransa, ABD emperyalistleriyle aynı kampta yer alması gibi. TKP, devrimin müttefikleri içinde değerlendirildiği sürece, neden ittifak kurdunuz veya eylem birliği yaptınız türünden sorular, eleştiriler ayakları havada eleştiriler olur. Madem devrimin müttefikidir, ittifak kurmakta da bir sorun yok demektir. Ama verili an’a ilişkin eleştirileri tartışmaktan da çekinmeyiz. Doğru isek biz karşı tarafı ikna ederiz, yanlış isek karşı taraf bizi ikna eder. Bunda gocunulacak bir yan yok. Tam aksine, bir KP’sinin güvenirliliğinin en önemli özelliklerinden birisi de budur. Doğal olarak, doğru eleştirilerden değil, kapıların eleştiriye kapatılmasından korkulmalıdır. Ne hata yapmaktan korkulmalı (ki bu sadece ölülere mahsus bir durumdur), ne de hataların eleştirilmesinden…
Son olarak, TKP’nin reformist, revizyonist ve şovenist çizgisini eleştirirken, TKP’yi “düşman” bellediğimiz, devrim saflarında görmediğimiz anlamı çıkartılmamalıdır. Tıpkı, Ulusal Hareketin Önderliğini ve önderliğin yönelimini pek çok noktada eleştirmekle birlikte, ulusal hareketin kendi kaderini kendisinin tayin etmekteki demokratik muhtevasını savunduğumuz ve uzun yıllardır ortak ittifaklar kurduğumuz gibi… Bunlar taktik meselelerdir. Dün böyleydi, yarınki gelişmeler, somut durum neyi gösterir bugünden tahmin etmek zordur…
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Eylül-2025 tarihli 52. sayısında yayımlanmıştır.