Marksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla
Sosyalizm Geliştirilmez- 1
Marksizm’e (MLM’ye) köklü
ideolojik-teorik saldırı temelinde, onu sulandırarak yozlaştırmayı hedef alan
yarı-anarşist, post modern ve sivil toplumcu anlayışlardan beslenen ve hiçte
masum olmayan bir “perspektif” sunmaktadır Öcalan.
9 Temmuz 2025
PKK, Öcalan’ın
çağrısını takiben Kongresini toplayıp fesih ve silahları bırakma kararı aldı.
Açıkçası, Öcalan’ın “benim için kongre bitmiştir” mealindeki ifadesinden
anlaşılacağı gibi, fesih ve silahları bırakma kararı önce Öcalan’ın
inisiyatifidir, sonrasında ise PKK’nin 12. Kongresiyle bu kararı onaylayarak
karar haline getirmesidir.
Yani prosedür
tamamlanarak karar demokratik biçime kavuşturulmuş, resmileştirilmiş oldu. Olan
bu. İlgili kararların muhtevası, Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi (ve daha
fazlası) adına tarihi bir kırılmayı ifade etmektedir. Kürt Ulusal Hareketi’nin
büyük bir risk alarak kendisini tasfiye etmek kaydıyla girmiş olduğu mevcut
süreç, Öcalan’ın açık ifadesiyle, bizzat “Bahçeli’nin çağrısıyla” başlamıştır.
Bu başlı başına bir tehlike, bir belirsizlik, kaybetmeyi göze alma pahasına ve
bilerek ladese tutuşmaktır.
Sürecin Bahçeli’nin
çağrısıyla ve Bahçeli tarafından başlatıldığı doğru kabul edildiğinde, süreç
Kürt Ulusal Hareketi ve mücadelesi açısından bir “zar atma” niteliğinde mütalaa
edilebilir zayıflıktayken, “demokratik toplum ve kardeşlik” olarak adlandırılan
sürecin güvenilirliği açısından da ciddi soru işaretleri taşır. Ne var ki, Kürt
Ulusal Hareketi mücadele varlığına ters orantılı olan mevcut yönelim ve
kararlarla büyük riskler alan ve barındıran sürece veya keskin dönemece adeta
gözlerini kapayarak girmiş, girebilmiştir…
Cereyan eden somut gelişme ve buna benzer
gelişmelerin yaşanması bizler için ne sürprizdi ne de beklenmedik gelişmelerdi.
Bilakis, sınıfsal dokuya bağlı olarak, stratejik zemin ve süreç içinde görece
erken ya da geç ama tamamen mümkün olan, öngörülebilir gelişmelerdi bu
yaşananlar… Sınıf dokusu veya doğası gereği, ulusal hareketlerin ekserisi
benzer bir seyir izlemiş, izlemektedir.
Hiçbir gelişme ya da hiçbir süreç rastlantı eseri
değildir. Her şey bir varlık nedenine dayanır, sebepsiz hiçbir şey yoktur. Tüm
olay ve olgular mutlak suretle bir nedene, bir sebebe dayanır ve kesinlikle bir
arka plana sahiptir. Sebepsiz/nedensiz hiçbir şey yoktur, açıklanmaz. Yoktan
var olma ya da düşüncenin maddeden önce geldiği tezi idealist zırvadır;
diyalektik ve tarihi materyalizm ve Marksizm (MLM) bilimine aykırıdır. Bütün
teori ve görüşler maddi gerçekten doğar, maddi gerçekle örtüştüğünde maddi güce
dönüşürler. Niyetler ve nesnel gerçekle örtüşmeyen ya da nesnel gerçeğin yerine
koyulan sübjektif görüşler asla gerçekle bağdaşmazlar, bilimsel gerçek
karşısında hükümsüzdürler. Tüm teori, düşünce, somut plan, program ve araçlar
belli bir ihtiyaçtan doğar, tarihsel şartlarda anlam kazanırlar. Ulusal
hareketler bundan muaf değildir. Ulusal Hareketin izlediği çizgi ve bu çizginin
ürünü olarak gündeme gelen gelişmeler aynı diyalektik sürecin parçasıdırlar. O
halde sorun, yani mevcut gelişmeler kesinlikle bir sınıf dokusu ve ideolojik-siyasi
çizgi sorunudur. Tayin edici olan siyasi çizgidir. PKK’yi ulusal hareket değil
de halk hareketi vb. şeklinde değerlendiren yaklaşımlar tabiatıyla mevcut
gelişmelere anlam vermekte zorlanır, yaşananları beklenmedik gelişmeler olarak
yorumlar, sürprize yorarlar…
Sınıf hareketi ve sınıf mücadelesinden değil, ulusal
mücadele ve hareketten bahsediyoruz. Ulusal hareket ve mücadele, halkı dahil
alsa da esasta halkın ve sınıfın değil, doğrudan ulusun sorunu veya sorunlarına
endeksli bir orijindir. Ulusal sorunun özü pazar sorunudur. Ulus burjuvazisinin
kendi pazarına sahip çıkma isteminden daha anlaşılır, kendine göre haklı ve
genel olarak meşru bir arzu ve talebi yoktur. Ulus burjuvazisi farklı
propaganda ve çağrılarla halk kitlelerini peşine takarak, burjuva çıkarları
için harekete geçirir/geçirebilir. Fakat, halkın katılımı ulusal hareketi halk
hareketine dönüştürmez. Ve unutmamak gerekir ki, ulusal hareketler proleter
dünya devriminin yedeği, parçası ve ittifakıdırlar…
PKK sosyalizmden en çok etkilenmiş bir ulusal
hareket olarak ve sosyal tabanı Kürt yoksul işçi-köylüsüne dayandığı için
klasik ulusal hareketten farklı bir profil ortaya koyar/koyabilir ama bu onun
özünü, ideolojik-siyasi çizgisini yani burjuva-ulusal sınıf dokusunu ortadan
kaldırmaz… İşçisi, emekçisi, halkı, küçük-burjuvazisi, aşireti/aşiret reisi,
toprak ağası ve her düzeyden burjuvazisiyle bir bütün bir ulusu düşünün, işte
Kürt ulusal hareketi ve mücadelesi bu doku üzerinde biçimlenir. Bu proleter
değil, burjuvadır; ulusal-demokratik nitelikte olması (ve hatta reel politikte
devrimci rol oynaması da) bu gerçeği değiştirmez. İdeolojik-siyasi
kırılganlıklar taşıması tam da burjuva ulusal sınıf dokusundan ve
ideolojik-siyasi çizgisinden ileri gelir…
Ulusal hareketin devrimci sınıf hareketi ve özellikle
de Komünist hareket gibi davranması elbette beklenemez. Özellikle Sosyalist
bloğun veya güçlü sosyalist devletin olmadığı veya devrimlerin aktüel rüzgâr
olmadığı tarihsel şartlarda ulusal hareketlerin burjuvazi veya emperyalizmle
ilişkilere girmesi çok daha anlaşılırdır. Ulusal pazarına egemen/sahip olma
temeline dayanan ulusal bağımsızlık, kendi devletine sahip olma, kendisini
yönetme, yönetsel statülere sahip olma, diğer ulusal hak ve özgürlükler, ulusal
hareket ve ulus burjuvazisinin mücadelesinin gerekçeleridir. Bunları veya
bunlardan bazılarını elde etmek mümkün olduğunda veya bunları elde etmek için
ulusal burjuvazi veya ulusal hareket egemen ulus burjuvazisiyle ya da
emperyalist devletlerle ilişkilere girer, anlaşma ve uzlaşmalar yaparlar. Bu uzlaşma
ve anlaşmalar temelinde, kendilerini fesh etme, mücadele biçimlerini değiştirme
veya mücadeleyi bırakma süreçlerine girerler. Tıpkı Mustafa Kemal’in yarı
işgali kaldırmak için İngiliz-Fransız emperyalistleriyle iş birliğine girmesi,
anlaşmalar yapması gibi…
Özcesi, proletarya
önderliğinde olmayan ulusal burjuva önderlikli bütün ulusal hareketler
istisnasız biçimde anlaşma, uzlaşma süreçlerine girmiştir. Bu uzlaşmalar
temelinde mücadeleyi bırakmış, hatta genellikle silahlı örgütsel varlıklarını
sonlandırmışlardır… PKK’nin bugün yaşadığı da anlaşma, uzlaşma sürecidir. Dünya
ulusal hareketlerinin kimilerine göre, PKK elbette son derece geri bir anlaşma
yapmıştır…
Lakin sürecin bu yanına dönük eleştiriler geçerli
kalsa da esasen geriye düşmüştür. Ki, buna dönük eleştiriler az ya da çok
yürütüldü. Geriye düştü çünkü, Öcalan’ın PKK 12. Kongresi’ne sunduğu
“perspektifle”, sorun, Marksizm’in eleştirisi, sosyalizmin geliştirilmesi,
Devlet-Komün tezleri babında son derece iddialı ama altı doldurulamayan ve “Demokratik
Sosyalizm” gibi eğreti savlarla birlikte çok daha derinleşip başkalaşmış, aynı
perspektifin ruhunu yansıtan “fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma”
kararından çok daha öne çıkmıştır… Fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma
kararı, son tahlilde PKK kongre iradesinin kararı olarak veya olması itibarıyla
bizzat PKK’yi ilgilendirir. Fakat, PKK’nin yeniden yapılandırılmasına paralel
olarak Marksizm’in de aradan çıkarılmasını ihmal etmeyen ilgili yönelim
bambaşka bir soruna işaret eder ki, bu ciddi bir dizayn konsepti ya da
planıdır…
Marksizm’e (MLM’ye) köklü ideolojik-teorik saldırı
temelinde, onu sulandırarak yozlaştırmayı hedef alan yarı-anarşist, post-modern
ve sivil toplumcu anlayışlardan beslenen ve hiç de masum olmayan bir
“perspektif” sunmaktadır Öcalan. Marksizm’le açıktan hesaplaşmaya oturması,
ilgili ideolojik-teorik akımlardan etkilenmenin ürünümüdür ve yine
sosyalizm-komün meselelerine gösterdiği ilgi burjuva entelektüel ideologlarla
karşılıklı etkileşimin bir sonucu mudur, bunu bilemeyiz.
Ancak etki sebebi her ne olursa olsun, varılan
sonuç ve sentezin içler acısı olduğunu söyleyebiliriz. Marksizm-sosyalizmle
girilen bu hesaplaşmanın amaç olarak devrimci hedef ve sonuçlar doğurmayacağı,
bilakis tasfiyecilikle ünlü olduğu aşikâr. PKK’nin feshi bu tasfiyeciliğin
kanıtıdır. Tıpkı tarihte görüldüğü gibi, Marksizm ve Marksizm’i geliştirme
adına hareket edip Marksizm’i revizyona tabi tutmaktadır “perspektif.” Proleter
devrimcilerin Marksizm’in temellerine oynayan sağdan revizyon girişimlerine
kayıtsız kalması tasavvur edilemez…
Marksizm’e dönük eleştiri, Marksizm’in
geliştirilmesi, demokratik sosyalizm, komün-devlet ve sınıf mücadelelerine
dönük tezleri ile sosyalizmin geçersizliği ve sosyalist teorinin geliştirilmesi
iddiasıyla ortaya konan tablo, eleştiriye muhtaç olup, keskin ideolojik-siyasi
bir tartışma ve eleştiri konusu olarak bütün eleştirilerin merkezine
oturmuştur… Kısacası, adı geçen “perspektif” uzun ve ayrıntılı bir tartışma
yürütmeye konu olacak kadar derin sorunlar taşımasına rağmen, eleştirilerimizi
belli başlıklar altında özetlemekle ama kendi zaviyemizden öze dönük söylenmesi
gerekenleri ifade etmekle yetineceğiz. Lakin “perspektif” metninin giriş
bölümünde yer alan kimi noktaları önemli gördüğümüz ve bizzat önemli oldukları
için es geçmeyeceğiz…
Geleceği biçimlendirecek stratejinin ruhu
Öcalan, sunduğu bu
perspektifin esasen ön-özet bir metin olup yeni döneme geçiş kapsamlı muhtevası
üzerinde çalışılarak incelenmesi ve geliştirilmesi gerektiğini ifade ederek
bunu yapacağını, fakat bunun zaman alacağını, geçen zamanın sorunlara yol
açacağını ve mevcut metnin sorunun ruhunu verdiğini/yansıttığını
belirtmektedir. Yapılan vurgu(lar)dan anlaşılıyor ki, önümüzdeki kısa
dönemde(Öcalan bu zamanı 1 ay olarak belirtiyor) mevcut “perspektifi” daha da
“zengin eden” birçok “yenilik” ve gelişmeyle tanışacağız! Elbette ruhu yansıtan
“perspektif” metninde bu gelişmelerin ipuçları yeterince var. Fakat spekülatif
yorumlara girmeden, bunları kaynağından görmek için biçilen kısa zamanı
beklemek yeğdir. Zira “perspektif” metni oldukça zor anlaşılan ve hatta
anlaşılmayan bir dizi karmaşıklığa sahiptir. Ancak, “Perspektif” metninde yer
alıp tarif edilmeye yeteri kadar açık olan, bu manada açıklanacak belgeye ruh
veren mevcut içeriği yorumlamaktan imtina edemeyiz. Bu ruha bakacağız. Bu ruh,
silahlı mücadele ve örgütün tasfiyesiyle son derece anlamlı başlayıp, sınıf
mücadeleleri, sosyalizm ve Marksizm’in reddiyesinde, hem de sosyalizm ve
Marksizm’in geliştirilmesi adına bunların reddedilmesinde karşılık bulmaktadır.
İlerleyen bölümlerde bunları ele alacağız.
“Perspektif” metnindeki alt başlıklardan önceki
giriş kısmında önemli gördüğümüz ve bizlerin görmesinden bağımsız olarak
kendiliğinden önemli olan, dolayısıyla eleştirilmesi kaçınılmaz olan sorunlu
yaklaşımlar, belli bir anlayışa dayanıp aynı anlayış bütünlüğü içinde cereyan
etmektedir. Bu da, savaşın birincil temsilcileri olarak barışa da karar veren
tek inisiyatif olanlar arasında olmak kaydıyla; Bahçeli’nin çağrı yaparak
başlattığı ve Öcalan’ın gecikmeksizin yanıt verdiği, bu temelde geleneksel
Kürtlüğün bitip tükenmesi gibi, PKK mücadelesinin de tıkandığı, bu tıkanmayı
“yeni dönem paradigmasıyla” aşmak üzere, bizzat Öcalan’ın çağrısı ve istemi
temelinde PKK 12. Kongresi’nin toplanarak feshini karar altına aldığı, böylece
fiilen girilen bu sürecin “başlangıçtan daha ileri bir noktaya getirildiği” ve
“devlet denetiminde” yapılan toplantıda programının hazırlandığı Kürt
“sorunsalına” dair “yeni dönemin” yeni paradigmasına, perspektifine ve daha
fazlasına dayanıyor…
Tarihe yaklaşımda çarpık tarih bilinci ve inkâr edilenlerin inkara
sarılması
“Perspektifin” giriş
bölümündeki tüm gayreti çabası, PKK’nin fes edilerek silahlı mücadelenin terk
edilmesi suretiyle “demokratik siyaset yapma” orijininde geri çekilmeyi/geriye
düşmeyi sağlamak, yani Türk burjuvazisiyle barış/uzlaşma temelinde düzen içi barışçıl
mücadele stratejisine geçiş anlamına gelen ve “yeni dönem”, “yeniden yapılanma”
denilen sağ tasfiyeci düşüşü meşrulaştırıp aklamaktır… Ki, bu uğurda fesih
gerçeği bağlamında kendini yadsımaktan, Kürt isyanları ve tarihini yerip
reddetmekten, bu isyanların “geleneksel Kürtlüğü” tükettiğini ileri sürerek
dinsel/mezhepsel özelikleriyle birlikte, uydurma olan bu mezheplerin
(Aleviliğin vb.) Kürt varlığının inkâr politikaları temelinde yapay olarak
üretildiklerini savlamaktan geri durulmamaktadır…
Çarpık tarih bilinciyle ele alınmış, yakın tarih
Kürt Ulusal İsyanları’na yerici ve hiçleştirici yaklaşan, hâkim sınıfların Kürt
Ulusu inkarına karşı gelişen bu Kürt İsyanları’nı (“fesihle” taçlandırılmış ve
Marksizm’le münakaşayı dert edinmiş olarak tasfiyeci olan) “yeni dönemin”
geliştirilmesine feda eden, dolayısıyla birçok zorlamayı barındıran sorunlu
yaklaşım tarzı, “perspektifin” giriş bölümündeki satırlarda adeta
bağırmaktadır. Bu ele alış doğru tarih bilincinden yoksun olduğu kadar,
ben-merkezci bakış açısının gölgesini koyu biçimde taşımaktadır…
İlgili Kürt İsyanları önderlerinden Şeyh Sait ve
Seyit Rıza dinsel-mezhepsel nitelikleriyle mahkûm edilirken, tarihsellik ve
koşullardan azade bu yapılmıştır. Oysa, dini-mezhebi niteliği ne olursa olsun,
bunlar, son tahlilde birer Kürt isyan önderleri olup, kalkışmaları ulusal
baskıya ve bu baskıyı uygulayan egemen sınıflara ve “TC” devletine karşı Kürt
kimliğiyle giriştikleri bir ulusal başkaldırıdır. Ancak, “perspektif” çarpık
tarih bilinciyle bu gerçekliği yok saymakta, bunları “geleneksel Kürtlüğün”
bitmesi/bitirilmesi olarak tarif etmekle birlikte, bunların mezhepsel gerçeğini
öne çıkararak temsil ettikleri mezhepleri “Kürtlerin varlık mücadelesini
baltalamak için üretildiklerini” iddia ederek rencide etmektedir. Ama bu, aynı
zamanda kendi tarihsel dayanaklarına da inkarla yaklaşmaktır…
Evet onlar “geleneksel Kürtlüğü” üretmekten ileri
gidemediler diyebiliriz. Ama Onlar Kürtlük davasını güderek, Kürtlük adına
isyan ettiler. Dahası, en azından Seyit Rıza ve Dersim İsyanı özgülünde,
kendilerini “TC” devletinden görmeme ve ayrı olarak Kürt tarif etme,
kendilerinin olmadığı bu devlete vergi ve asker vermeme, kendilerini idare etme
gibi bir bilince sahip idiler. Tarihsel sınırlılıklar, toplumsal ve bilimsel
gelişmeler seviyesi açısından bakıldığında, bu isyan önderlerinin geri yanları
pekâlâ anlaşılabilir. Bugünün tarihsel koşullarıyla o günün koşullarını
kıyaslamak doğru olmadığı gibi, tarihsellik içinde biçimlenen isyan ve
ayaklanmalar da aynı ölçülere tabi tutulup kıyaslanamazlar… Kısacası, Öcalan bu
zaviyeden bakmamakta, dolayısıyla yukarıdaki Kürt isyanları ve önderlerini
doğru tarih bilinciyle değerlendirmemektedir…
Ulusal hareket nasıl biçimlenir ve nasıl açıklanır?
Klasik deyimle ulusal sorunun özü pazar sorunudur. Ve ulusal hareket somutta
farklı talep ve haklar ekseninde biçimlense de onun kendi pazarına egemen olma
arzusuna bağlı olarak kendi bağımsız devletine sahip olma, bu devleti kurma
onun genel eğilimidir. Bilinir ki, pazar özüne rağmen ulusal sorun zemininde
doğan ulusal hareket bazen doğrudan bağımsızlıkçı eğilim ve devletini kurma
hedefi/talebiyle ortaya çıkabildiği gibi, bazen toprak sorunu, kültür-dil
sorunu ve hatta din sorunu gibi, ulusal baskının herhangi birini gerekçe
yaparak ve bu temelde sınırlı taleplerle ortaya çıkar, çıkabilir. Ulus
burjuvazisi, vatan-bayrak-dil-din elden gidiyor demagojisiyle ulusal kitleleri
ve halk kitlelerini kendi imtiyazları etrafında toplayarak harekete
geçirebilir, peşine takabilir. Ve bu ulusal hareketler bazı tarihi koşullarda
tamamen gerici, dinci, iş birlikçi nitelikte biçimlenebilirler. Bu
niteliklerinden bağımsız olarak, bunlar ulusal hareket veya ulusal isyanlar
olarak değerlendirilir, bu özelliklerini yitirmezler.
Önderliği dinci,
gerici de olsa, ezen ulus burjuvazisine yönelen ulusal hareketler haklı ve
meşru hareketlerdir. Bunların, ulusal-demokratik olan haklı, ileri yanları
desteklenirken, burjuva imtiyazlarına dönük yanları desteklenmez… Yine, ulusal
hareketler, sosyalist blok var ve devrim mücadeleleri aktüel akım ise, bu
hareketle genel olarak devrim cephesinde yer alır, proleter devrimlerin yedeği
ve ittifakı olarak pozisyon alırlar. Ama koşullar böyle değilse, ulusal
hareketler kendilerini güvenceye almak ve taleplerini kazanmak vb. vs. için
emperyalist güçlerle ilişkiye girebilir, ezen egemen ulus burjuvazisiyle
anlaşma-uzlaşma siyasetine yönelirler. Ulusal hareketler son tahlilde burjuva
olduğu için, bu doğası ya da sınıf dokusuna bağlı olarak ideolojik kırılmalar
barındırırlar; genel olarak geri çizgiler izlemeye veya emperyalist devletlerle
iş birliği ilişkilerine girmeye hazır ve yatkındırlar. Bu, onun sınıf dokusu ya
da karakterine bağlı bir durumdur…
Lakin Öcalan, tarihteki ilgili Kürt isyan
hareketlerini, tek yanlı değerlendirmekle birlikte, bunları Kürt varlığına
dönük mücadelenin engellenmesi için mezhepsel karakterde üretilmiş yapay
mezheplerdir diyerek, bunların Kürt Ulusal İsyanları olduğunu boşa
düşürmektedir. Çarpık tarih bilincinin yansıdığı yerlerden biri de budur… Kürt
sorunsallığı temelinde yakın tarihe bakma adına (bizce geliştirilen yeni
sürecin selameti adına) değerlendirilen ilgili Kürt isyanları tarihe
gömülürken, PKK de gerçek durumundan farklı bir portre olarak negatif çerçeveye
yerleştirilip, tıkandığı ilan ediliyor…
Mesele evirilip-çevrilip PKK’nin feshini doğrulamaya
getirilmektedir ki, bunun için önce tarihteki ilgili Kürt isyanlarının
defterinin dramatik biçimde dürülmesi gereksinim edilmiştir. Bu yapıldıktan
sonra, “aranın arası dönem” yurtsever olarak değerlendirilip, Sait Elçi, Sait
Kızıltoprak ve bu dönemde yer alan diğerlerinin iş birlikçi olmadıkları
vurgulanmaktadır. (Bu vurgu, tabi ki, Şeyh Saitlerin iş birlikçi niteliklerine
de bir atıftır.) Bu “aranın arası” dönemin bir PKK prototipi olduğunu da olumlu
manada eklemektedir…
Nihayet son olarak, Öcalan ve/veya önderlik dönemine
geliniyor. Uzun uzadıya anlatılıyor, esasta haklı olarak olumluyor bu dönemi…
Burada biz konuşalım; hiç şüphesiz ki, PKK dönemindeki Kürt Ulusal Hareketi,
tarihteki Kürt isyanlarından katbekat ileri, gelişkin ve moderndir. Önderlik
niteliği ve temsili bakımından da Öcalan, Şeyh Sait ve Seyit Rızalarla
kıyaslanmayacak kadar ileri ve gelişkindir. Hepsi Kürt ulusal direnişleri ve bu
mücadelenin önderleri de olsa, farklı tarihsel koşulların ürünü olarak tamamen
farklı nitelik edinmiştir ya da farklı niteliği ifade ederler. Daha da
önemlisi, PKK, diğer ulusal hareketler içinde sosyalizmden en çok etkilenen, en
modern, en demokratik bir ulusal harekettir. Kısacası, “perspektifin” bu dönemi
olumlayan değerlendirmeleri bu çerçeve itibarıyla ve esasta doğrudur. Fakat bu
döneme dair eleştirilmesi gereken hatalı, ben-merkezci ve zorlama
değerlendirmeler vb. vs. de bir o kadar çoktur…
Öcalan, “Perspektifinin” ilgili yerinde; “elli
yıldır anlatıyorum, yeniden anlatıyorum ve yeniden anlatıyorum ama
anlamıyorsunuz” dedikten sonra, “önder olamıyorsunuz, yapamıyorsunuz,
kavramamakta ve gerilikte ısrar ediyorsunuz; yeter artık” mealinde PKK veya
kadro bütününe dönük değerlendirmelerde bulunarak, yeni bir dönemin başlatılmasını
bunlarla gerekçelendiriyor. Öcalan ne demektedir “perspektifte”; “PKK Kürt
varlığını kanıtlama ve özgürlüğün kapısını aralama hareketidir. Ve bu noktada
tıkanma var işte.”
Oysa PKK elli yıldır bir savaş veriyor ve bu savaşı
her bakımdan tahkim ediyor. Tıkandığı iddiası görelidir ve esasta tıkanmış
değildir, kazanım ve gelişmesi, eylem ve savaş kapasitesi düşünüldüğünde öyle
değerlendirilemez. PKK siyasette, taktikte, önderlikte ve savaşmakta ya da
savaşı geliştirmekte son derece yetkin bir önderlik rolü ortaya koyuyor. Büyük
savaşlar ve direnişler gerçekleştirdi. Kitleselleşmede, kurumsallaşmada,
örgütlenmede alabildiğine zengin, yaygın ve kapsamlı bir güç tesis etti. IŞİD
çetelerine karşı muazzam ve çıplak biçimde başarılı bir savaş verdi, bu savaşla
uluslararası alanda büyük bir sempati ve meşruiyet kazandı. “TC” devletinin
işgal ve ilhakçı saldırganlıklarına karşı, ağır kayıplar pahasına başarılı
direnişler gösterdi. Hatta bizzat Öcalan’ın kendi beyanıyla, PKK mücadelesi
Kürtlerin varlığını kabul ettirmiş, devlette kırılma yaratarak Bahçeli’nin
çağrısı gibi bir sonuca yol açmıştır vb. vs…
Bu özet bile
Öcalan’ın aksini söylüyor. Dolayısıyla, Öcalan, PKK veya önderlik yapan
kadrolara dönük zorlama eleştiriler yürütüyor. Zira PKK her şartta kendisini örgütleyerek
büyük saldırılara yanıt verme yeteneği göstermektedir. Ve esasta da tıkanmış,
yapamıyor, yürütemiyor değildir. Kürtlerin felç edildiği de diğer zorlama
eleştiridir. Çünkü Kürtler en dinamik güç ya da en mücadeleci ve en fedakâr
ulusal/toplumsal bir kesimi temsil etmektedirler…
Öte taraftan, “PKK Kürt varlığını kanıtlanma ve
özgürlüğün kapısını aralama hareketidir. ” sözü temelden sorunludur. Birincisi,
Kürt varlığı kanıtlanacak veya kanıtlanması gereken değildir. O vardır,
kanıtlamaya muhtaç değildir. Tarihteki isyanlarıyla, ulusal yaşamıyla,
toprağı-dili-pazarı-kültürüyle, tarihteki devletiyle, mevcut devletin kurucu
öğelerinden biri olma iddialarıyla vb. vs. Kürt varlığı kanıtlanmaya muhtaç
olmayan netlikte vardır. Olsa olsa inkârcı, tekçi, ırkçı-faşist Türk egemen
sınıflarına kabul ettirilmesi gereken bir gerçekliktir ve en fazla böyle bir
sorundan bahsedilebilir… İkincisi, “PKK Kürt varlığını kanıtlama hareketidir”
iddiasının boşa çıktığını varsayarak geçersek, PKK kanıtlı/katıksız olan bir varlığı
kanıtlama değil, bizzat ulusun özgürlüğünü kazanma ve özgürlüğü kazanma olmasa
bile, Kürt ulusunu belli bir statüye kavuşturma, ulusal hak ve taleplerini
kazanma hareketidir demek daha isabetli olur. Ki, PKK, Kürt ulusunun ulusal
bilincinin gelişmesi, demokrasi ve demokratik mücadele kültürünün yükselmesi,
ulusal bilinç ekseninde ulusal örgütlenmesi, biz dizi hak ve talebin
kazanılması, bilhassa Kürt ulusunun kabul ve tanınmasını sağlama gibi birçok
kazanım elde etmiş, ödediği bedellerle değer yaratmış, ilerleme sağlamıştır…
Üçüncü olarak, PKK
hem genel ve hem de “özgürlüğün kapısını aralama” görevine bağlı misyonunu
yerine getirme açısından tıkandı demek fevkalade yanlış olur. PKK mücadelesiyle
devlet üzerinde baskı kurarak geri adımlar attırmış, Kürt ulusunun hak ve
özgürlüklerinde bir dizi gelişme sağlayarak rolünü oynamış, oynamaya da devam
etmekteydi. Nitekim geçmişteki barış-çözüm süreçleri ve bugün gündeme gelen
yeni süreç bu mücadelenin basıncı ve kazanımıdır…
Özetle, Öcalan’ın yukarıdaki eleştiri ve
değerlendirmeleri, esas olarak Öcalan mimarlığında devletle girilen yeni süreci
ve bu sürece bağlı olarak PKK’yi fesh edip silahlı mücadeleyi bırakma
stratejisini doğrulayarak hayata geçirmek için başvurulan zorlama gerekçelerden
ibarettir. Ve elbette PKK mücadelesi ve gerçeğine karşı bir inkâr da mütalaa
edilebilir Öcalan’ın bu eleştirilerinde…
Devam edecek.
Bu yazı Halkın
Günlüğü Gazetesi‘nin Temmuz-2025 tarihli 51. sayısında
yayımlanmıştır.
Marksist
Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla
Sosyalizm Geliştirilmez- 2
Öcalan’ın perspektifinde ortaya koyduğu
demokratik toplum tezi, sınıfın, sınıflar mücadelesinin reddi ve sınıflar arası
çelişkinin siyasi yansıması olan sınıflar mücadelesi yerine devlet ve komün
çelişkisini koyması şeklindeki teorilerinin tümü tutarlılık arz etmeyen
görüşler olmakla birlikte, Marksizm’e, sosyalizme, bilimsel sosyalizm teorisine
taban tabana zıt ve yanlış fikirlerdir…
10 Eylül 2025
Tekrara girme pahasına kısa bir
özet giriş yapalım. Öcalan’ın PKK kongresine sunduğu perspektif metninde
eleştirilmesi gereken hatalı anlayış ve yaklaşımlar içinde, komünist toplum
perspektifli devrimci sınıf hareketi olarak bizleri doğrudan muhataplıkla
ilgilendiren başat meselelerden biri, hiç şüphesiz ki, Kürt ulusunun Kendi
Kaderini Tayin Etme Hakkı temelinde bağımsız devletini kurma hakkına sahip
olmasına dönük ilgili perspektif metninde ortaya konulan geri yaklaşım iken,
diğeri sosyalizmin geliştirilmesi adına, sosyalist teorinin kökten revizyonunu
hedefleyen ve sosyalizmi teori-pratiğiyle mahkum etmeyi görev edinen, bu
temelde “Komünalizm” ve “yeni sosyalizm/demokratik sosyalizm” savunusunu
“demokratik toplum” teziyle ortaya atan ve bunu sınıf orijini dışında telakki
ederek sınıflar arası çelişki ve mücadeleyi reddeden sorunlu yaklaşımdır. Ki,
“demokratik toplum’’, “demokratik sosyalizm” argümanlarıyla teorize ettiği
(etmeye çalıştığı) devletsizlik savunusuyla tarihsel bir bocalama ve tahrifata
düşerken, katıksız bir paradoksa örneği sergilemektedir Öcalan. Daha da garip
olan şu ki, devletsizlik teorisini salt Kürt ulusuna özgü olarak savunmakta,
buna karşın Türk devletini ise güçlendirmeye dönük siyaset gütmektedir. Böylece
tek taraflı ve çifte standartçı bir tutum sergiliyor ve bu tutumla devletsizlik
teorisini inşa ediyor…
İslam dininin geri kaldığı eleştirilerine paralel
olarak, bu dine yüklenen misyon ve övgüler dizen tutum da Öcalan’ın perspektif
metninde dikkatten kaçmayan başka bir özellik olarak not edilmesi gereken
önemdedir. Biraz daha garip olan ise, sosyalizmin savunulması veya
geliştirilmesi iddiasına rağmen İslam dininin savunulmasıdır… Doğanın neredeyse
her şeyin belirleyeni olduğu şeklindeki aşırı anlamlar atfedilerek
değerlendirilmesi de mitolojiyle sıkı ilişkinin ürünü olan yaklaşımın eseri
olarak ilgili perspektifte yer almaktadır…
Mesele sadece hayati önemde olan Kürt ulusunun kendi
kaderini tayin etme hakkının reddi, ulusal/ulusal-demokratik hak ve
özgürlüklerinin kuşa çevrilmesi, bunların son tahlilde egemen ulus
burjuvazisinin ehven yaklaşımına havale eden sorunlu yaklaşımla sınırlı bir
problem değil, bilakis köklü bir savruluşla çok daha derindir sorun…
Girilen “yeni süreç paradigmasıyla” Kürt ulusunun
kaderi en azından bir dönem için (ama uzun bir dönem için) belirlenmektedir!
Belirlenen bu kader, açık ki Kürt ulusunun bağımsızlığı temelinde değil, O’nun
yeni şartlarda daha derin ve sorunsuz bağımlılıkla ilhakının perçinlenmesi
yönündedir. “Perspektif” metninde işaret edilen yeni sürecin kodları dikkate
alındığında daha fazla iyimser olmak mümkün değildir…
Öte taraftan, sosyalizm ve “komünalizm” gibi temel
argümanlar, yeniden tarif edilmek suretiyle sahiplenilirken, bunun tılsımı,
sınıf karakteri belirsiz bırakılan, nasıl kurulup mümkün olacağı ikna
kabiliyetinde yanıtlanamayan ve asla da yanıtlanamayacak soyutlukta olan
“demokratik toplum” bilmecesiyle ilan edilmektedir. Bu hayali demokrasinin ve
hayali demokratik toplumun hangi sınıfların demokrasisi, kimin ve nasıl bir
demokrasi olduğu sorularına bilimsel sosyalizm teorisi ve sınıflar mücadelesi
bilimine uygun rasyonel bir yanıt verilmemiş fakat sınıf mücadelelerinin reddi
konusunda ortaya konulan yaklaşımla, bu belirsizlik burjuva demokrasisi lehine
belirli hale getirilmiştir. Sınıf savaşımı veya sınıflar mücadelesinin reddi,
“toplumsal kitleleri sınıf temelinde bölme” zaafı gerekçesiyle savunulmaktadır.
Gerek sınıfların ve sınıf mücadelesinin reddine dayanan anlayış, gerekse de
ileri sürülen mevcut “demokratik toplum” tasavvuru, sınıf işbirlikçiliğini
savunan anlayış ve yaklaşımından başkası değildir. Burjuvazinin egemen sınıf
olduğu şartlarda bu sınıf iş birliği proletaryanın değil, burjuvazinin
lehinedir. Pek tabii ki, demokrasi ve “demokratik toplum”da onların sınıf
demokrasisi özünde karakter kazanır…
Komünistlerin ulusal soruna dönük çözümü etnik, coğrafik,
ekonomik, kültürel vb. gibi şartlara göre belirlenmiş bölge temelinde, geniş
demokratik özerklik, yerinde yönetim olarak kendi kendini yönetme özüne oturan
sosyalist çözüm modeliyken, soruna dönük temel yaklaşımı uluslar arasında tam
hak eşitliği ve temel ilkesi Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı
ilkesidir (UKKTH’dir). Proleter devrimciler UKKTH ilkesini kayıtsız şartsız
olarak tanır, savunurlar. Kürt ulusal sorunundaki yaklaşımları da bu ilke ve
anlayış temelinde biçimlenir. Kürt ulusal hareketi ile “TC”devleti arasında
aktüel olan sürece yaklaşımları da aynı arka plandan feyz alır… Lakin, Öcalan
yeni paradigmasıyla UKKTH ilkesini bir çırpıda rafa kaldırmış, uluslar arasında
tam hak eşitliğini yedi kat yerin dibine gömmüş, çözümü de “demokratik toplum”
olarak mühürlemiştir. UKKTH ilkesini kaldırırken yerine ne koymaktadır? Genel
teori ve savunularına göre, demokratik toplum, demokratik sosyalizm
kavramlarını koymaktadır. Yani, UKKTH’i tedavülden kaldırıp “demokratik toplum”
savını ileri sürmektedir… “Demokratik toplum” savı da “ulus devlet tarihte
kaldı” fikrine uygun olarak teorize edilen devletsizlik savunusuyla
noktalanmaktadır. Yani, demokratik toplum savı, yarı-anarşist anlayış olan
devletsizlik savunusuna, hem de ulus devletin gericiliği ile gerekçelendirilen
UKKTH’nin reddine merhem edilmektedir…
PKK’nin Nitel Tarifi Yeni Paradigma Çerçevesine Uyarlanmaktadır
PKK’nin kuruluştan bu yana, özellikle “TC” devleti
ile girilen “ateşkes, barış, çözüm” gibi süreçlerle birlikte, kuruluş orijini ve
genel amacına paralel aldığı Kürt Özgürlük Hareketi tanımlamasına ters orantılı
olarak strateji değişikliklerine gittiği bilinmektedir. Öcalan’ın malum
komployla tutsak edilmesinden sonraki süreçte bu strateji değişikliği spesifik
hal aldı… Strateji değişikliklerine ve kuruluş çizgisinden geriye doğru
kırılmalara rağmen, PKK kendisini Kürt Özgürlük Hareketi olarak tanımlamaktan
vazgeçmedi; hala da Kürt Özgürlük Hareketi iddiasını korumaktadır. Öyle ki,
PKK, Kürt Ulusal Hareketi biçimindeki tanımlamalara (ki, bu, Kürt Özgürlük
Hareketi olmasıyla çatışmaz) karşı çıkarak ve kabul etmeyerek, “Kürt Özgürlük
Hareketiyiz” tepkisi vermektedir.
PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olup olmadığı
tartışması yazımızın konusu olmayıp ayrı bir tartışmadır. Ancak genel manada
özgürlük hareketidir denilebilir; denilebilir çünkü, PKK’nin tam bir özgürlük
getirmeyeceği ileri sürülse de kısmi özgürlükler getireceği/getirebileceği bir
gerçektir. Bu bağlamda PKK’nin bir biçimiyle Kürt Özgürlük Hareketi olduğu, en
azından kuruluş kodları itibarıyla böyle olduğu söylenebilir. PKK’nin kendisini
“Kürt Özgürlük Hareketi” olarak tanımladığı da unutulmamalıdır ki, bu çerçevede
PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu genel bir kabuldür diyebiliriz… Buradan
çıkarılması gereken veya objektif olarak çıkan sonuç; PKK’nin amacı, kuruluş ve
mücadele nedeni (ve Kürt ulusuna vaadi de) Kürt ulusuna özgürlük getirmek, O’nu
milli baskı ve zulüm prangalarından kurtararak özgür kılmaktır biçiminde
özetlenebilir. Özgürlük hareketinin tutarlı karşılığı budur; özgürlük getirmek
veya bu özgürlüğü getirmeyi amaç edinmektir… Ne var ki, gelinen aşamada ve
girilen yeni strateji/paradigma zemininde özgürlük hareketi iddiası özünde terk
edilerek, PKK’nin esasta Kürt-ulus varlığını kabul ettirme hareketi olduğuna
zımnen varılmakta, bu zımni anlayıştan hareketle de PKK’nin miadını doldurduğu
ilan edilmektedir. Böylece, PKK’nin Kürt Özgürlük Hareketi olduğu savı aslen
reddedilerek çürütülmekte ve PKK objektif olarak Kürt-ulus varlığını kabul
ettirme amacına indirgenerek buraya hapsedilmekte, dolayısıyla alabildiğine
güdükleştirilmektedir. Zira özgürlük hareketi, bu özgürlüğü kazanmadan
misyonunu doldurmuş olamaz. Hedeflediği özgürlüğü kazanmadan, ilhakçı-gaspçı
“TC” devleti-iktidarıyla ve onun imtiyazları esasına oturan “demokratik toplum”
tasavvuruna varmaz…
PKK Taktiksel Olarak Silahlı Mücadeleyi Geçersiz Görebilir Ama PKK
Miadını Doldurmamıştır!
Meselenin başka boyutu da var… PKK’nin
tıkandığı-gitmediği ve miadını doldurduğu iddia edilmektedir. Varsayalım ki,
PKK miadını doldurmuş olsun, ama PKK Kürt varlığını kabul ettirme rolüyle sonuç
alabilen ve sonuca gidebilen bir hareket olduğunu kanıtlamış olur. Ki, Kürt
varlığını kabul ettirmesinden nasıl bir çıkarsama yapılır? Kürt varlığını kabul
ettiren realite PKK ve silahlı savaşıydı. O halde aynı PKK silahlı savaşla
başka sonuçlar da yaratabilir. Bu PKK’nin ve silahlı mücadelenin miadını
doldurmadığını kanıtlar… Dolayısıyla, PKK’nin tıkandığı, gitmediği, miadını
doldurduğu ve bu nedenle fesih edilmesi gerektiği biçimindeki yaklaşım toptan
yanlıştır…
Strateji değiştirme sürecine girilebilir, bu son
derece olası, normal ya da olağandır. Hatta savaş/silahlı mücadele taktiksel
bakımdan geçersiz görülebilir, buna dönük farklı yaklaşım ve yorumlar
getirilebilir; taktik siyaset bağlamında olmak kaydıyla devletle görüşmeler,
anlaşmalar yapılabilir, taktik barış süreci geliştirilebilir… Ve tabii ki,
savaşanlar barış yapabilir. Savaşmayanlar zaten barış halindedir. Evet sadece
savaşanlar/savaşan taraflar barış yapar/yapabilirler fakat savaştan sonra gelen
barış, savaşın sonucu olarak gündeme gelir ve sonuçlarını yenilen taraf ağır
fatura olarak öder… Yapay bir yenilgi tarif edilmez ise, PKK ile “TC” devleti
arasında yaşanan savaşta bir yenilgi/yengi süreci gerçekleşmedi. O halde barışın
üzerinde yükseldiği zemin, savaşan taraflardan birinin elde ettiği galibiyet ve
mağlubiyet sonucu değil, esasta ideolojik-teorik açmazlar ya da yaklaşımların
ürünü olan başka sebeplere; sübjektif-zorlama ve yapay sebeplere dayanmaktadır.
Burada iki tarafta da bir kırılma durumunun olduğu iddia edilebilir. Fakat
önemli olan gelişen sürecin hangi taraf lehine, hangi taraf aleyhine olduğudur.
Ya da barış sürecinin adil, eşit ve demokratik normlarda gelişip
gelişmemesidir. Elbette tek taraflı olarak bir tarafın imtiyazlarına dayanan ve
iki taraf arasında tam hak eşitliğine dayanmayan bir barış süreci
benimsenemezdir, göreli bir barış sürecidir. Ki taraflar arasında yaşanan bu
barış sürecinde tarafların ne kazandığı ne kaybettiği belli değil; özellikle
Kürt ulusunun kazanımları açısından tamamen muğlaktır… Kısacası, bu barış
sürecinin savaşan iki taraf arasında kaçınılmaz olarak gündeme gelen bir barış
süreci olmadığı olgulardan anlaşılmaktadır…
Marksizm’in Köklü Revizyonuyla Marksizm’in Radikal Yıkımına
Azmetmek
Marksist teorinin geliştiği/geliştirildiği
reddedilemez bir gerçektir. Ve Marksist teorinin geliştirilmesi bizzat
Marksizm’in öğüdüdür. Leninizm ve Maoizm bu gelişimin veya geliştirmenin
olgusal kanıtlarıdır. Dahası, Marksizm gibi, Leninizm ve Maoizm evresinin
geliştirilerek ilerletilmesi de onun bilimsel dokusunun tezahürü ve
gelişme-çelişki yasasını bir temel alan Marksizm (MLM) biliminin doğası ve
buyruğudur… Ne var ki, MLM biliminin geliştirilmesi iddiasıyla ortaya atılan
veya ortaya çıkan her yönelimin MLM ile doğru orantılı olmadığı da tarihsel
tecrübelerle sabittir. Bu iddiaların çoğu kez MLM’nin sağdan revize edilerek
yozlaştırılmasını hedeflediği de bilinmektedir… Aynı biçimde tecrübe edilen
sosyalizmin aldığı geçici yenilgi sonrası, haklı olarak sosyalizmin sorunları
bağlamında bir tartışma yürütmeyi de gündeme getirmiştir. Yenilginin nedenleri
incelenip açığa çıkarılmadan ya da sosyalist toplumda yaşanan hata ve
eksiklikler objektif bilimsellikle açığa çıkarılmadan ne yenilgi ters yüz
edilebilir ne de sosyalizm temsil edilebilir. Nitekim bu kapsamda UKH içinde
yaygın ve yoğun bir tartışma sürdü, sürmektedir de… Öcalan da kendi cephesinden
bu tartışma sürecine dahil olmakta ve bu sürece katılarak sosyalizme dönük
eleştirilerde bulunmaktadır. Ancak, Öcalan bu tartışmaya (mevcut fikir ve
eleştirileri bağlamında) pozitif cepheden değil, negatif cepheden katılmakta,
MLM’nin temellerine yönelmektedir. Sınıfları ve sınıflar mücadelesini reddeden
yaklaşımlarıyla köklü bir kopuşu temsil ederken, sınıf mücadelesine
yaklaşımları ve demokratik toplum teziyle alenen sınıf iş birliğini benimsiyor…
Ki, “bugünkü topluma demokrasi demek gerekir” mealindeki ifadeleriyle bu
değerlendirmemizi tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta doğrulamaktadır.
Yukarılarda eleştirel değinilerle özetlediğimiz
konular aşağıda bizzat Öcalan’ın perspektif metninden yaptığımız aktarımlarda
görülecektir. Fakat yaptığımız alıntıların ayrıntılı olarak eleştiriye tabi
tutulması gerçek manada uzun bir metne ihtiyaç duyar ki, bu, bu yazıyı aşan bir
uğraştır. Dolayısıyla, alıntıladığımız fikirleri mümkün olduğu ölçüde özet
tutmakla yetineceğiz…
Perspektif metninde ne diyor Öcalan; ‘‘Tarihsel materyalizm sınıf
savaşı yerine ‘komünü’ ikame etmeli. (…) Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel
materyalizm ve sosyalizm tanımı yerine, devlet ve komün ikilemine dayalı bir
tarihsel materyalizm ve sosyalizm alternatifinin daha doğru olduğuna
inanıyorum. Marksizm’i gözden geçirmeyi, bu kavram yerine gerçekleştirmeyi daha
doğru buluyorum. Yani tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve
komün çatışmasından ibarettir. Marksizmin bu sınıf ayrımına dayalı çatışma
teorisi reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenidir. Eleştirmeye bile gerek
yoktur. Ama nedenlerinin başında bu sınıf ayrımına dayalı sosyolojiyi inşa etmeye
çalışması gelir. Peki bu ayrımın yerine geçen devlet ve komün ikilemi ne anlama
geliyor? Çok değerli bir tespit. Veya biliniyor ama sistematize edilmemiş.
Benim burada yaptığım bir sistematik düşünmedir. Tarihsel materyalizmi bu
kavram setinde çözümlemek istiyorum. Ayrıca güncel sosyalizmi sınıf
diktatörlüğüne dayalı bir komünizm değil de devlet ve komünalite ilişkilerini
düzenleyen bir kavram setine dayandırmak istiyorum.”
Öcalan Sınıflar Mücadelesini Reddediyor
Tarihsel materyalizmin neden sınıf savaşı yerine
‘Komünü’ ikame etmesi gerekiyor? Bu neyi değiştirecek, hangi zayıflığı ve
teoriyi tahkim edecek? Teoriyi tahkim mi edecek, tahrif mi edecek? Açık ki,
köklü tarihsel düşmanlıkla uzlaşmaz sınıf çelişkilerine dayanan sınıflı
toplumlarda ya da bir sınıfın (burjuvazinin) öteki sınıfı (işçi sınıfını) ezip
sömürdüğü, baskı ve esaret altında tutarak köleleştirdiği sınıflı bir toplumda,
sınıflar mücadelesini reddetmek Marksist teoriyi tahkim değil, alenen tahrif
etmektir. Ki, Öcalan’ın argüman, anlatım, yaklaşım ve mantığında sınıfsal bir
nitelemeye neredeyse rastlamak olası değil. Zira sınıfları ve sınıf
mücadelelerini mutlak biçimde reddediyor…
Komün de sınıfsal bir topluluk veya toplum
biçimidir. Dolayısıyla komün kavramını sınıflara yabancı ve kayıtsızmış gibi,
sınıf kavramının karşısına koymak tutarsız, anlamsız, yapay ve zorlama bir
karşıtlık yaratmaktır. Sınıfları ve sınıflar mücadelesini reddetmek fiilen
komünü de reddetmektir; şayet komün anladığımız gibi burjuva egemen sınıfları
yadsıyan içerikte tarif ediliyor ise komün ile sınıf aynı anlama gelir…
Komünist toplum veya sosyalizm yerine, komün kavramını koymak ileriye doğru
değil, geriye doğru bir tahkim ya da tahrifatçı bir tahkimdir. Bilimsel
teorinin öngördüğü en ileri ve tek dünya toplumu örgütlenmesi komünizmdir.
Komünizmden komüne dönüş geriye dönük değilse, anlamsızdır veya manipülasyon
amaçlı kulağı tersten göstermektir… Dahası, komün sosyalist veya yeni
demokratik toplum içinde ve sürecinde yer alan bir örgütlenme biçimidir.
Sovyet, meclis, kooperatif, kolhoz-solhoz vb. gibi, komün de devrimci ve
sosyalist topluma özgü bir örgütlenmedir. Başka deyişle, komünün dünya
ölçeğindeki örgütlenmesi komünist toplum, tek-tek ülkelerdeki örgütlenmesi ise
sosyalist toplum olarak ifade edilebilir.
Öcalan, Marksizm’i (MLM’yi) kökten reddediyor,
radikal sağ tasfiyesini üstleniyor. Marksizm’i kökten reddediyor çünkü,
Marksizm’in kapitalizmden komünizme geçişte bir ara geçiş toplumu olan
sosyalizmi, anlam noksanlığından ibaret olan ya da anlamsız olan “demokratik
sosyalizm” argümanıyla reddediyor. Sınıfları, sınıflar mücadelesini ret ve
inkar ederek Marksizm’i (MLM’yi) kökten reddetmiş oluyor. Zira, Marksizm,
kendisinden önceki felsefe ve diyalektikten farklı olarak, diyalektik yasa olan
çelişki yasasını topluma, toplumsal gelişme ve çelişkilere uyarlayarak,
sınıflar mücadelesi yasasını keşfediyor. Ki, Marksizm’i ayırt eden temel
özelliklerden biri, çelişki yasasını topluma uyarlaması ve sınıflar mücadelesi
yasasını keşfetmesidir. (Ve tam da bundandır ki, son derece isabetli olarak
toplumlar tarihinin gelişimini, gelişim yasasını açıklayarak “toplumlar
tarihinin gelişmesi sınıf mücadelelerinden ibarettir” tespitinde bulunmuştur.)
Şayet Marksizm bütün bunları yapmamış olsaydı, kendinden önceki felsefe ve
diyalektikten kopamaz, siyasi ve nitel anlamda onlardan farklı olamazdı.
Marksizm’in devrimciliği, esasta çelişki yasasını topluma uyarlayarak sınıflar
mücadelesi yasasını keşfetmesi ve bunun teori-pratiğini gerçekleştirmesinden
ileri gelir; onun irade-eylem birliği ilkesine dayanan eylemsel niteliğinde
karşılık bulur. “Dünyayı yorumlamak yetmez, aslolan onu değiştirmektir!”
derken, doğrudan devrimci sınıf mücadelesini, sınıf savaşları yoluyla gerici
iktidarların devrim yoluyla yıkılıp işçi iktidarlarının, proletarya
diktatörlüğü/devletinin kurulmasını işaret ediyordu Marksizm! Eğer sınıflar ve
sınıflar mücadelesi olmasaydı, Marksizm ne işçi sınıfı bilimi olurdu ne de
Marksizm olurdu; başka bir şey olabilirdi ama Marksizm asla!…
Öcalan’ın iddia ettiği gibi, Marksizm (MLM), tüm
tarihi ya da bütün insanlık tarihini sınıflarla başlatmıyor, sınıflar
mücadelesiyle açıklamıyor. Bilakis, sadece toplumlar tarihinin ilerlemesini
sınıflar mücadelesiyle açıklıyor; “toplumlar tarihinin ilerlemesi sınıf
mücadelelerinden ibarettir” diyor. Marksizm bunu derken son derece haklı,
tamamen bilimseldir. Misal, köle isyanları olmasaydı köleci toplum aşılabilir,
feodal topluma geçilebilir miydi? Ya da burjuva devrimler/burjuva demokratik
devrimler olmasaydı, feodal toplum aşılarak burjuva kapitalist topluma
geçilebilir miydi? Ve şayet, işçi sınıfı mücadelesi ve devrimleri olmasaydı,
sosyalist topluma ulaşılabilir miydi?… Burjuva devrimlerden işçi
sınıfı/proleter ve halk devrimlerine kadar yaşanan bu devrimler neyi teyit eder
ne devrimleriydi ne sonuçlar doğurdular? Bu süreç, toplumlar tarihinin sınıf
mücadeleleri/devrimleri yoluyla gelişip ilerlediğinin tanığıdır. İlkel komünal
toplumdan sosyalist topluma kadar ilerleyiş bu zeminde gelişmiştir; değilse bu
toplumlar tarihindeki bu ilerleme neyin ürünü olarak ve nasıl gelişti izah
edilmek durumundadır.
Öcalan buna ikna edici, rasyonel ve bilimsel bir
yanıt vermiyor, veremiyor… Bilimsel olmasa da bir yanıt veriyor; “Tarih (…) bir devlet ve komün
çatışmasından ibarettir” diyor. Burada yapılan şu, sınıf
mücadelesinin inkarı için, sınıf mücadelesi yerine komün kavramını koymaktır bu
bir. İki, sınıf niteliği/siyasi niteliği vb. belirtilmeden genel geçer “devlet”
kavramı kullanılarak, aslında burjuva/gerici sınıf devletine değil, her türden
devlete karşı olduğunu zımnen anlatmış, söylemiş oluyor. Devletsizlik, tarihsel
koşul ve şartlar dikkate alınmadan savunulduğunda anarşizme denk düşen bir
durumken, burada sergilenen devletsizlik Öcalan’ın başını ağrıtacak bir savunu
biçimidir. Zira, Öcalan devletsizlik tezi-savunusunda tutarlı değildir. Ulus
devlete karşı çıkma gerekçesiyle, Kürt ulusal hareketinin demokratik toplum ve
demokratik siyaset sürecine geçerek “devleti hedeflemez” olan bir hareket
olarak tarif ederken, Kürt ulusunun devletini isteme ve kurma süreçlerini
reddediyor ama geliştirilen yeni süreci “TC” devletiyle birlikte geliştiriyor
vb. vs… yani, Kürt sorunu bir Kürdistan sorunuyken, Öcalan Kürt ulusu için bir
devlet öngörmüyor, bu devlet hakkını ortadan kaldırıyor. Ama “TC” devleti ile
ilgili aynı tartışmayı yürütmüyor. Bilakis onun Orta Doğu’da gelişip
güçlenmesini olumlayarak, Orta Doğu’da bir güç olmasını istiyor. Ve fiilen de
süreci, “TC” devleti ile ve bu devletin icazeti ile yürütüyor…
Toplumları oluşturan sınıflardır. Toplumun dinamik
çelişkisi sınıf çelişkisidir. Mücadele bu çelişki zemininde iki sınıf
arasındaki çatışma biçiminde cereyan eder, bu çelişki ve mücadele ekseri olarak
dinamiktir. Bir sınıf zor-şiddet yolu ve son tahlilde silahlı savaş ve baskı
unsurlarıyla öteki sınıf üzerinde üstünlük kurarak iktidarı elinde tutar, ele
geçirir vb… bu sınıflar mücadelesinin ta kendisidir, toplumlar tarihini
ilerleten siyasi dinamiktir…
Her toplum sınıflardan/iki sınıftan oluşur ve her
toplumsal aşama bir sınıf niteliği taşır. Sosyalizm de bir sınıfın damgasını
taşır, bir sınıfın diktatörlüğü/devleti olarak nitelik taşır. İsterse
“demokratik” ekli sosyalizm olsun, sosyalizmi savunmak ama sınıfları inkar
etmek ve sınıflar mücadelesini reddetmek tamamen eğreti, hepten tutarsız, tam
bir paradokstur. Sosyalizm sınıflar mücadelesinin ürünüdür, işçi sınıfı
önderliğinde geniş halk kitlelerinin katıldığı devrimci sınıf
mücadelesiyle/işçi sınıfı mücadelesiyle kazanılır ki, sınıfsız sosyalizm
yoktur…
Diğer taraftan, bilimsel teori, yani Marksizm (MLM)
nesnel gerçeğe dayanır, tüm teorisinde nesnel gerçeklikten beslenir. Teoriyi
pratikten çıkarır, ona dayandırır; keyfi olarak veya pratikten ve nesnel
gerçeklikten bağımsız bir teori üretmez. Yani, sonuca varmak için emarelerden
yola çıkar; neden-sonuç ilişkisi içinde olay ve olgulara yaklaşır. Bilimsel
yöntem budur. Lakin Öcalan, mealen “bu kavram setine dayandırmak, çözümlemek istiyorum” diyerek,
istem(in)e göre belirlemeler yapmış oluyor, nesnel olgu-olay ve gerçeğe ya da
sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre değil; bilimsel ilkelere göre hiç değil…
Bütün bunlara karşın, Öcalan sınıflar mücadelesi
tezinin hatalı olduğunu ileri sürüyor. Marksist otoritelerin temel hatasının bu
olduğunu söylüyor; geliştirmeye çalışsalar da bunu başaramadıklarını ileri
sürüyor. Ulusal hareketin sınıf mücadelesini reddetmesi anlaşılır, zira ulusal
hareket sınıfsal kökeni itibarıyla son tahlilde burjuva harekettir. Lakin
Öcalan bunu sosyalizmi savunma, sosyalizmi geliştirme adına, bu iddiayla
yapıyor. (Tıpkı tarihte Marksizm’in sağdan/burjuva açıdan revize edilmesini
yine Marksizm tabelasını kullanarak yapan revizyonistler gibi… Öcalan’ın
ifadesiyle; “Buna Marxizmin en köklü revizyonu diyoruz. Marxizmin sınıf
kavramı yerine komünü geçiriyoruz. (…)” Öcalan, bu
revizyona, Marksizm’in yetersizliklerini tamamlayarak aşma iddiasıyla pozitif
mana yüklese de bu revizyonun negatif içerikte olduğu aşikardır. Bunu devam
eden eleştirilerimizde, ilgili bölümlerde görmüş olacağız.) Öcalan, sosyalizmi
“savunarak” onun “geliştirilmesini” üstleniyor. Ama burjuvaziyle birlikte ve
bir sınıf mücadelesi olmadan bir demokratik toplum tasavvuruyla bunu yapıyor.
Öcalan’ın perspektifinde ortaya koyduğu demokratik toplum tezi, sınıfın,
sınıflar mücadelesinin reddi ve sınıflar arası çelişkinin siyasi yansıması olan
sınıflar mücadelesi yerine devlet ve komün çelişkisini koyması şeklindeki
teorilerinin tümü tutarlılık arz etmeyen görüşler olmakla birlikte, Marksizm’e,
sosyalizme, bilimsel sosyalizm teorisine taban tabana zıt ve yanlış
fikirlerdir…
Devam edecek…
Bu yazı Halkın
Günlüğü Gazetesi‘nin Eylül-2025 tarihli 52. sayısında
yayımlanmıştır.
Yazının birinci bölümünü okumak için tıklayın.