HERŞEY DEĞİŞİR! ULUSAL HAREKETLER, DEĞİŞİMDEN MUAF DEĞİLDİR!
Hiçbir şey olduğu gibi durmaz, değişiyor, değiştiriyor. Ulusal ve sosyal kurtuluş hareketlerinin süreci ilerlemelerin, gerilemelerin tarihidir. Hiçbir hareket bulunduğu noktaya nedensiz gelmiyor. Onu kuşatan maddi koşullar, kendi iç dinamikleri çözümlenerek bulunduğu yer tanımlanabilir. Ulusal hareketler özgülünde şunu pekala söyleyebiliriz.
Ulusal
devrimci bir hareket ulusal reformist bir harekete dönüşebilir. Tersi de
mümkün; ulusal reformist bir hareket ulusal devrimci bir harekete dönüşebilir.
PKK önderliğindeki Kürt ulusal hareketi bu sorun özgülünde de zengin deneyimler içermektedir. En genel hatlarıyla bu sürece, bu dönüşümün nasıl gerçekleştiğine bakalım: T. Kürdistanı’nda Kürt ulusal hareketi ’90’lı yıllardan itibaren hareketi belirleyen, tayin eden siyasal ilkelerle çatışmasını daha da tırmandırdı. Hareketin önderliği ulusal kurtuluş mücadelesinin sonuç alıcı özelliğini yitirdiğini, on yıllar geçse de varılan noktanın bugünkü yer olduğunu defalarca beyan etti.
Ulusal bağımsızlık sorunu, Kürt Ulusal Hareketi önderliğinde en yüksek sesle bu şekilde tartışılır oldu. Ulusal kurtuluşçu siyasal çizgiyle yaşanan bir hesaplaşma vardı. Bu yıllar Kürt ulusal hareketinin siyasal açıdan krizli yıllarıdır. Hareket ulusal kurtuluş siyasetini ya terk edecek ya da sürdürecek, daha gelişmiş biçimde yeniden üretecekti.
Çok değişik kişi ve çevrelerle yaptığı görüşmelerde, röportajlarda Abdullah Öcalan bir ayrılmadan yana olmadığını, ulusal demokratik hakların tanınmasını (özgürce ayrılma hakkı dışında) istedi.
Dönemle ilgili olarak Kürt cephesinden bugün yapılan açıklamalar UKKTH ilkesinin o yıllarda terk edildiğine dairdir. Öcalan’ın düşman tarafından tutsak edilmesi sonrası Öcalan ve PKK, Kürt ulusal hareketinin temellerini yeniden inşa etmeye başladılar.
Mesele UKKTH’yi reddetmekle bitmiyordu. Ya da basitçe bir söylem farkı değildi. Neredeyse önderliğini PKK’nin yaptığı Kürt ulusal hareketinin tüm kurucu öğeleri üzerinde bir değişime gidiliyordu.
Öcalan’ın İmralı’da sürdürdüğü düşünsel faaliyet ve ortaya çıkan külliyat bu dönüşümün kapsamı hakkında bir fikir veriyor.
“Yeni bir paradigma”dan anlaşılması gereken
Kürt Ulusal Hareketi’nin ideolojik siyasal dönüşümüdür. 1990’larda inşa edilen bu dönüşümün hayati unsuru UKKTH olmuştur. Paradigmasal dönüşüm öz olarak yola UKKTH’siz devam edecek olan Kürt ulusal hareketinin yeni bir genel siyasi çizgiyi oluşturmasından ibarettir.
Gözlerimizin önünde yaşanan olaylar, çekilen sancılar bu ilkesel dönüşüm nedeniyledir. Kürt Ulusal Hareketi önderliği ‘90’lardan itibaren devletle temas halinde olduğunu söylüyor. T. Özal’la, Erbakan hükümetiyle, Ecevit’in koalisyonuyla hep bir görüşme var. Bunu yadırgamıyoruz. Savaş yürütülüyor, düşmanla görüşmeler savaşın bir parçasıdır.
Bu görüşmeler hakkında geçmişte de bugün de ortaya dökülen bilgilerde şu temel meseleye; ezilen Kürt ulusunun siyasal örgütlenmesinin biçimine cevap aranıyor. Kesin olan şu: UKKTH kesinlikle dıştalanarak temas kurulmuş/sürdürülmüştür.
Örneğin devlet kaynaklı bir açıklamada A. Öcalan’a gönderildiği söylenen Ağustos 1998 tarihli bir mektupta “Devletin bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir” deniyor. Bu, devlet adına yazıldığı iddia edilen bir mektuptur. Kürt ulusal haraketi de aynı yıllarda ayrılık gibi bir düşüncelerinin kesinlikle olmadığını söylemiştir. Temel mesele budur, ayrılma özgürlüğü, kaderini tayin hakkıdır. Devlet aklı aynıdır, hatırlayalım Kautsky’yi eleştirirken Lenin ne diyordu. Kautsky, temel sorundan, emperyalist burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel sorundan yani, ulusların ezilmesi üzerine temellendirilmiş devlet sınırları sorunundan kaçıyor...
TC de mektubunda devlet sınırları sorununu dışta tutun, gelin diyor. Kürt ulusal hareketi ‘90’lı yıllar boyunca kendisini ikna etmeye, devlet sınırlarını kendisi için sorun olmaktan çıkarmaya çalıştı. Öcalan, İmralı’da “Bilimsel sosyalizmin dogmatik yorumu...”, “Leninizm’in etkisi...” vb. diyordu UKKTH için. Kurtulunması gereken kötü bir mirastı artık UKKTH, ama milyonlara nüfuz etmiş, milyonların talebini siyasetiyle buluşturmuş ve onların elinde yenilmez bir güce dönüştürmüş bir hareket o genel çizgisini ayaküstü bir yenisiyle değiştiremezdi.
“Demokrasi”, “özgürlük” ve “toplum” ulusal hareketin (Abdullah Öcalan’ın) inşa ettiği yeni ideolojik ve siyasal söylemin temeli, onun kurucu kavramlarıydı. Devlet, bedava verilse bile alınmamalıydı çünkü iktidar topluma yabancılaşmaydı, otoriteydi! En demokratik olan sosyalist devlet dahi, yozlaşmadan, çürümeden kurtulamamıştı!
Modern bir doğal toplum kurulmalıydı, insanın her iki cinsi ve doğa özgürleşmeliydi, demokratik bir toplum yaratılırsa bu sağlanabilirdi! Mevcut devlet mi? O da bu demokratik toplum sürecinde dönüşüp demokratikleşecekti! Kürtler hiçbir şey istemiyor, hem kendi toplumlarını, hem TC devletini ve sınırlar dahilini ve hem de Ortadoğu’yu böylece dönüştürecek, özgürleştireceklerdi! Mevcut mülkiyet biçimine, sınıf ilişkilerine, siyasal sisteme bir müdahalede bulunmadan yapılacaktı bütün bunlar!!!
UKKTH’nin reddedilmesi, TC devlet sınırlarının sorun yapılmaması, Kürt ulusal hareketi için yukarıda kimi başlıklarını aldığımız, yeni bir ideolojik ve siyasal çerçevenin oluşturulmasını zorladı, getirdi. Fakat asıl mesele “UKKTH değilse ne?” ya da UKKTH yerine ikame edilecek siyasal ilke sorunuydu. Demokratik özerklik alternatifinin süreci böyle oluştu. Kürt ulusal sorununda “çözüm yolu” siyasetinin adıdır demokratik özerklik. M. Karayılan’ın açıklamasında stratejik bir yer tuttuğu vurgulandı.
Demokratik özerklik projesi siyasal, idari ve yönetsel, kültürel ayaklar üzerine oturtulmuştur. Merkezi devletin idari bölümlenmesine birkaç ilin yan yana getirilerek bölge biçiminde yeni bir halkanın eklenmesini ifade ediyor özerklik. Köy, belde, ilçe, il örgütlenmesinin bir üst biçimi bölgeler ve onun üstü olarak merkezi devlet.
Bölgelerin yönetim organı olarak bölge parlamentoları bölgeye dair idari ve yönetsel sorumlulukları üstlenmiş olacak. İl genel meclislerinin bölgesel bazda kurgulanmış biçimi de denilebilir. Bu bölge örgütlenmesine göre Türkiye’de yirmiden fazla bölge öngörülüyor. Bölgeler etnik temelde değil iktisadi, sosyal, kültürel olarak coğrafi özellikler biçiminde ele alınıyor.
Demokratik özerklik projesi olarak ortaya konulan bölge örgütlenmesi başta kimi kapitalist, emperyalist ülkeler olmak üzere Latin Amerika da dahil birçok ülkede eyalet yapılanması olarak mevcut. Kürt ulusal hareketi anadilde eğitim sorununu, Kürt ulusal kültürünün geliştirilmesini ve yetkinleştirilmesini, katılımcı yerel özyönetim sistemiyle Kürtlerin örgütlenme ve demokratik dönüşümünün sağlanmasını, bölgelerin iktisadi gelişimini ve bölüşümün daha adil düzenlenmesini, hatta adli ve güvenlik sorununa çözüm getirilmesini ve daha başka şeyleri demokratik özerklik projesiyle halledeceğini düşünüyor.
Demokratik özerklik sorunu daha kapsamlı tartışılabilir. Bu yazımızda değil ama zaten Partizan ve İşçi-köylü için konu hep günceldir. Konumuz açısından şunları belirtmemiz gerekir; Bölgesel özerklik ulusal sorunun çözüme kavuşturulmuş biçimlerinden biridir. Fakat bu, ancak birliğin zoraki sağlanmadığı, devlet sınırları dokunulmazlığının olmadığı, bütün ulus ve azınlıkların özgür, eşit ve demokratik birlik koşullarının bulunduğu durumlarda mümkündür.
Bakalım, demokratik özerklik talebi hangi koşullarda gerçekleşiyor, en başta devlet sınırlarının korunması koşullarında yani zoraki birlik koşullarında talep ediliyor. Her ne kadar merkezi devletin kimi meselelerde yetki devri öngörülüyorsa da yani görünürde bölge yönetimlerinin daha özerk kılındığı bir merkez devlet olacaksa da bu, egemen ulusa ait bir ayrıcalık olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Toplumsal yapının gerçekliği yani sosyo-ekonomik ve siyasal yapının gerçekliği esasen korunacağı için ezilen ulus ve azınlıkların ulusal temeldeki demokratik talepleri minimum düzeyde gerçekleşmiş kalacak, reformlar güdük ve biçimsel olacaktır. Açıkçası demokratik özerklik milli baskıyı oradan kaldırmayacak, en fazla şiddetini azaltacaktır. Kürt ulusu için asgari kazanımlar şüphesiz olacaktır.
Milli zulmün hafifletilmesi bu anlama geliyor zaten. Fakat tam da bu kazanımlar ezen-ezilen ulus çelişmesini ezen ulus lehine tahkim edecek, ezen ulusun egemen konumunu inceltilmiş olarak meşrulaştıracaktır. Kürt Ulusal Hareketi ‘90’lı yıllardan başlayarak kendi içinde UKKTH ve bu devrimci ilkenin tayin ettiği ulusal siyasetle çatışmaya başlamıştır. Bu çatışma ulusal reformist çizgiyle ulusal devrimci çizgi arasında bir çatışmadır.
UKKTH’yi terk etmesi, siyasal amaç ve hedefler
bakımından bir yönelime girmesi, güçlendirilmiş yerel yönetimler de içinde
olmak üzere AB kriterlerine uzanması Kürt Ulusal Hareketi içindeki çatışmanın
ifadeleridir.
Kürt Ulusal Hareketi içerisindeki çatışma
çoktandır reformizmin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Bugün demokratik özerklik biçimi altında sürdürülen siyaset reformcu siyasettir. Süren Kürt ulusal savaşı reformlar için savaştır. Elbette değişmez değildir. İç ve dış politik koşullar, Kürt ulusal hareketinin dinamikleri üzerinde olumlu bir etkide bulunarak devrimci bir dönüşüme yol açabilir. Reformist hareketlerin ilerici, devrimci dinamiklerinin -özellikle ezilen ulusun hareketiyse- tükettiğini kim iddia edebilir?
ST bize şunu soruyor.
Bugün Kürt Ulusal Hareketini reformist değerlendiriyorsunuz, peki ileride ne diyeceksiniz? Yani devletin tasfiye politikası sonuç verir, ulusal hareket silahlı güçlerini tasfiye ederse, devletle anlaşmaya oturursa vb. koşullarda nasıl tanımlayacaksınız diyor.
Bu ve benzer sorunların “mantıki” bir yanı var elbette, yine “mantıki” cevapları da var. Fakat olasılık üzerinden değerlendirme yapmak anlamlı değil. Silahlı güçlerin tasfiyesi, devletle masaya oturması ne adına, hangi siyaset adına yapılıyor, hangi siyasal amaç gerçekleşiyor, biz buna bakarız.
Silahlı güçlerin tasfiyesi az şey değil tabi.
Yalnız bugünkü siyasal çizgi açısından
niteliksel bir dönüşüm de değil. Bugün Kürt Ulusal Hareketi reformist,
demokratik bir harekettir, silahlı mücadele reformist çizginin kumandasındadır.
Benimsenen özerklik siyaseti bugün açısından savaş da içinde olmak üzere farklı araçlarla gerçekleşiyor. İleride aynı özerklik siyaseti eğer savaşa ihtiyaç duymadan sürdürülecekse bu bir şeydir elbette ama reformist siyaset dışı bir şey değil. Altını çizmeliyiz, MLM’ler süren savaşta siyasete bakarlar, savaşa neden olan siyaset nedir, belirleyici olan budur.
Siyaset yerine silahı, siyasetin belirleyiciliği yerine silahın belirleyici olduğunu düşünmek öteden beri düşülen bir oportünizmdir.
Salt askeri bakış açısı siyaseti küçümser, “olaylara namlunun ucundan bakar”, tabii doğru göremediği için durumunu daha da vahimleştirir, konuyu daha da uzatmayalım.
ST 14. SAYIDA “OYUNUN KURALLARI” DEĞİŞİYOR
Şimdi ST’nin “oyunun kurallarını” nasıl değiştirdiğine bakacağız. Ama önce Lenin yoldaşın bir vesileyle söylemiş olduğu şu sözleri aktaralım istiyoruz: “Rusya’da ufak oportünist bir yanlışı geliştirip oportünist bir siyasal sistem haline dönüştürmeyi üstüne görev bilen kişiler her zamanki gibi bulundu.” (USUKS, Sf 109) ST’nin 14. sayısındaki ilgili yazı Partizan’a cevap diye ST’nin savunduğu anlayışı doğrulatmaya çalışırken daha da derinleştirmiştir, Lenin yoldaşın sözlerini bize hatırlatan bu tablodur.
ST’nin ve temsil ettiği anlayışın ulusal hareketlerin politik niteliği hakkındaki görüşlerini 66. sayımızda ve bu yazıda ele aldık. Fakat bir de ST, 14. Sayı sorunu var.
Söz konusu yazıda bir taraftan Partizan eleştirilirken diğer yandan ulusal hareketlerin niteliği hakkında görüş de beyan ediliyor. Her ne kadar bunların eski görüşlerinin aynısı olduğu vurgulanıyorsa da her okur gibi biz de böyle olmadığını biliyoruz.
Eğer ST, bir tartışma yürütmeye niyetliyse oyunun kurallarını bozup yeni kurallarla oyun açmamalıdır. Biz (Partizan) ST 14. sayıda belirlenen kurallara göre mi oyunu oynayacağız yoksa önceki sayılara göre mi? Dahası ST 14. sayısında da bir istikrar yok. Eğer ST, 14. sayıdaki görüşleri sahipleniyorsa önceki sayılarında kendince yanlış olmasa bile 14. sayıya göre epeyce “eksik” kaldıkları, dolayısıyla bir yetersizlik, eksik tanımlama olduğu için bir özeleştiri, bir hatırlatma yapması gerekiyordu.
Özür müessesesi, özeleştiri rafa kaldırılmış olamaz, olmamalı.
Bunu böylece belirtmemiz, hatırlatmamız gerekiyordu. Şimdi bazı örneklerle bir “ST 14. Sayı” problemi olduğunu göstermeye çalışacak, ve beraberinde çözümümüzü, ne yapacağımızı netleştireceğiz. 93 ve 94. sayfalarda ST yazarı, bir ulusal devrimci hareket tanımı yapıyor, önce “a” şıkkını yazıyor sonra bu şıkkın “mantıki sonucu” diyerek bir unsurunu, sonra da ikinci mantıki unsurunu sıralıyor: ardından da “b” şıkkını yazıyor ve ona da “mantıki sonuç” üretiyor. Böylece bu şekilde karşımıza 6 parçalı bir matruşka çıkartıyor.
Yazar başvurduğu yöntemdeki tuhaflığın farkında. O “mantıki” sonuçlar ST’nin önceki görüşlerine birer yama olarak ekleniyor ve bunlar önceki görüşlerle bir farklılık da arz ediyor. Buna rağmen açık davranma yerine bu acayipliği “bertaraf” etme yolu tutuluyor ve bakın ne diyor: “Bu söylediklerimizle birlikte, Partizan şunu söyleyebilir: ‘Eleştirilerimizi doğruladınız, çünkü bu söylediklerinizle eski tanımınızı reddediyorsunuz...
Zira,Partizan’ın eleştirilerini doğrulamıyoruz. İkinci olarak da eski tanımımızı reddetmiyoruz...” Tamam. Peki, reddetmiyor da ne yapıyorsunuz buna bir cevabınızın olması gerekmiyor mu? Her neyse.
Devam edelim.
ST genişletiyor, açımlandırıyor. Fakat toplumsal olaylar bir düzenlilik içerisinde bahsedildiği gibi mantıki sonuçlar üretmez, zincir bir yerde kopar. Çünkü her şeyin başında “koşullar” olgusu var. O “mantıki” dediğiniz sonuçlar ancak ve ancak belli koşullar altında kısmen veya belki tamamen gerçekleşebilir. Kaba indirgemeci tarz mekanik materyalizmden mirastır. Ama madem ki “mantıki” sonuçlarla ilgileniyorsunuz, en başa UKKTH’nin konulması gerekmiyor mu?
Ulusal bir program hiç UKKTH’siz olur mu? (Ama olur diyordunuz değil mi, gizleyebilir demiştiniz). Ana ilke UKKTH, sizin ürettiğiniz ve dahi üretmediğiniz şeyler UKKTH’ye bağlı siyasal amacın yansımalarıdır. ST, UKKTH’ye vebalı muamelesi yapıyor, kaçtıkça her şey ayağına dolanıyor. Biraz önce “mantıki sonuçlar”la süslediği devrimci ulusal hareket tanımını unutmuş ya da memnun kalmamış olacak ki 97. sayfadan itibaren yeni bir tanım inşa etmeye başlıyor ve şöyle diyor:
“Bizce, derli toplu sağlam tanım şöyle olmalıdır.” Evet, aynen böyle deyip, bu kez de tam 7 madde sıralıyor, hem de geniş geniş tabii “mantıki sonuçlar” demeyi yazar ihmal etmiyor. ST, oturup düşünmüş, ulusal devrimci bir hareket nasıl olur sorusuna cevap aramış. Fakat bilimsel tarzla değil, bu nedenle bulduğu her şeyi sıralamış. İçlerinde isabetli olanlar da var, ama neye yarar, sorunun farkında olmadıktan sonra. Örneğin “F” maddesi şöyle: “İşgal, ilhak... her türden ulusal baskı, zulüm ve tahakküme karşı; ulusal demokratik hak, talep ve özgürlükler uğruna ulusal bağımsızlık ya da göreli diğer statüler (özerklik, otonomi gibi...) elde etme hedefiyle yola çıkap, hakim ulus hakim sınıflarının tahakkümünü ortadan kaldırmaya dönük gelişen bir hareket olması (bu, programına bağımsızlık hedefini somut olarak koyması anlamına gelmez, örneğin, somut programında özerklik talebiyle yola çıkan bir ulusal hareket de bütün bu özelliklere sahiptir, sahip olabilir.
Dolayısıyla pratik politik olarak devrimcidir, devrimci olabilir)” (Sf 98) (Bu sadece “F” maddesidir, altı tane daha var böyle) ST yazarı ne dediğinin ne yaptığının farkında değil, üzülerek belirtelim oyun oynuyor. Şu bir paragraflık yazıda devrilen çamlar bir yana özerkliğin hakim ulusun hakim sınıflarının tahakkümünü, milli baskıyı vb. kaldıracağını söylemek akıl kârı mı? Herkes yanlış (tabi “özerklik ulusal baskıyı hafifletir” diyen Lenin de!) ST yazarı doğru. Madem ki özerklik “bütün bu özelliklere sahiptir, sahip olabilir” ST ve temsil ettiği yapı özerkliği savunsun, değil mi?
(Bir başka yerde de özerkliğin gerici olduğunu komünistlerin programına almayacağını belitiyor, yukarıda sıraladığı işlevlere sahip özerklik mi gerici?!)
Bir de “e” maddesi var, orada da “ulusal ayrıcalıklar elde etme amacıyla beliren, dolayısıyla gerici sınıfın damgasını-önderliğini temsil eden bir hareket olmaması” diyor. Oysa ulusal ayrıcalıklar elde etme eğilimi ulusal hareketlerin doğasında olan, bu hareketlere içkin bir durumdur.
Çünkü her ulusal hareket kendi ulusal çıkarlarını önceller. O, ulusal egemenliğini diğer topluluklar üzerinde bir ayrıcalık olarak kullanır, ulusal hareket önüsonu ulusal bir burjuva harekettir, onun tavrı sadece kendi ulusal zenginliklerini, kendi ulusundan emekçileri sömürmekle yetinmek değil varsa başka ulus ve milliyetler, onları da kendine bağlamak, ulusal bağımsızlığını onlar üzerinde bir egemenliğe dönüştürmektir. MLM’nin “ulusal hareketlerde ilerici olan ne varsa onu destekler; gerici yanlarına, ulusal ayrıcalıklar peşinde koşmasına tavır alırız” perspektifi budur işte.
ST bu konuda R. Luksemburg’u taklit ediyor. Rosa da “Yahudileri ezsin, sömürsün diye mi Polonya ulusal hareketini destekleyeceğiz” diyordu. Lenin ise buna karşılık olarak küçük ulusun, ezilen ulusun burjuvazisini, Polonya burjuvazisini destekten kaçarken ezen ulusun burjuvazisini daha büyük burjuvazi olan Büyük Rusları desteklemiş oluyorsun diyordu.
Ulusal hareketlerin bir özelliği de (tabi mutlaklaştırmıyoruz) budur. Hareket içinde, hem ileri hem de geri yanlar barındırır. Ulusal ayrıcalıklar elde etme eğilimi onun geri özelliğidir. Komünistler ulusal hareketi bu gerçekliği içerisinde alır. ST’nin ayrımında olmadığı bu gerçeklik nedeniyle ulusal hareketleri bir çırpıda gerici sınıf hareketleri ilan etmek ST’nin başarısı olsun. ST’nin 14. sayısında ulusal devrimci hareketler için çizilen (iki değişik paket olarak) kapsamı tartışmayacağız zaten ona kapsam, kriter vb. demek de doğru değil. Ulusal hareketlerle ilgili olan her şeyin konulduğu bir torba. Elini attığında her soruya “açıklama” getirecek değerlendirmelerdir.
ST’nin öncelikli olarak karar vermesi, okurun karşısına hangi görüşlerle çıkacağını netleştirmesi gerekir. Bu nedenle ST’nin 14. sayısında ulusal devrimci ve reformist hareketlerle ilgili “kıstaslarını” “Bizce derli toplu sağlam bir tanım” dediği ölçütleri ayrıca tartışmayacağız.
J- LENİN NE DEMİŞTİ?
III. Enternasyonal’in 2. Kongresi’ne sunulan “Uluslar ve Sömürgeler Komisyonu’nun raporu” Partizan’la ST arasındaki tartışmanın bir materyaliydi. ST, ulusal hareketlerin niteliğiyle ilgili kriterlerini Lenin yoldaşın sözünü ettiğimiz konuşmasını esas alarak oluşturmuştu. Partizan dedi ki “O bölüm Sınıf Teorisi’nin anladığı ve zannettiği gibi ulusal hareketlerin niteliği sorununa değil geri ve ezilen bağımlı ve sömürge ülkelerde komünistlerin ve Komünist Enternasyonal’in desteklemesi gereken ulusal hareketleri içeriyor”. (Pzn, Sayı 66, Sf 18) Lenin yoldaşın konuşmasındaki ilgili bölümü yazımızın sonuna ek olarak koyacağız. Böylece her okuyucunun ne söylendiğini, neden söylediğini netleştirmesine olanak sunulmuş olacak.
Önemli olan da meselenin bu yönüdür. Fakat ST’nin yaklaşımıyla ilgili hiçbir şey söylememek de olmazdı! Eğri bir zemin üzerinde düz yürüyemezsiniz. ST, eğriyi doğru göstermeye çalışıyor. İsabetsiz alıntılar, hiç olmayacak yorumlar, birbiriyle ilgisiz olgular arasında bağlantı kurmalar hep bundan dolayıdır. Partizan’ı çürütmeye, kendini doğrulatmaya odaklı bir ispatlama psikolojisi... Bunun kime, ne faydası var?
Şimdi önce, Lenin yoldaşın konuşmasındaki o can alıcı cümleyi alalım: “Komünistler olarak biz, sömürgelerdeki burjuva kurtuluş hareketlerini, bu 80 hareketler gerçekten devrimci olduğu ve bizim sömürülen yığınlarla köylüleri devrimci bir ruhla örgütleyip eğitme çalışmalarımızı engellemediği ölçüde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.” (USUKS, Sf 347, aynı konuşma UKKTH, Sf 210’da da mevcuttur.)
Evet... Bir yoruma, uzun boylu bir tahlile gerek var mı acaba? Eğer gerçekten devrimciyse bu hareketler, emekçiler arasında örgütlenmemize, propagandamıza engel çıkartmazlarsa desteklemeliyiz, destekleyeceğiz diyor. ST ise bunu, ulusal devrimci hareket için ölçüt olarak kabul ediyor, ulusal devrimci, ulusal reformist ayrımının kriteri olarak görüyor. Sorun şu değil ki; emekçiler içerisinde çalışmamıza kim engel çıkartmaz, ulusal devrimci hareket mi, reformist hareket mi?
Sorun bu değil. Devrimci, komünistlere karşı her iki hareketin tutumunun farklı olacağı açıktır. Fakat bu ulusal hareketin niteliğini belirleyen bir özellik midir? Ulusal hareketler böylesi özelliklerle mi tanımlanmalıdır? Temel ilkelere, onunla şekillenen genel siyasete itibar etmeyecek, değerlendirmede bunlar konu dışı mı bırakılacak? Peki ama bunlar olmadan bir hareket nasıl olur vs. vs. Sorun bu. ST, bunları es geçtiği için bambaşka yerlere takılıyor. Şöyle diyor: “Görüldüğü gibi Lenin ‘eğer bu koşulların’ diyerek bunların koşul olduğunu açıkça söylüyor”. Doğru, koşul var ama “koşul”un geçtiği durum nedir, üstelik Lenin’in kullandığı gibi koşul ölçüt, parametre anlamında değil “ortam” anlamındadır. Bütün bunlar ayrıntı.
Bizim subjektif tutumumuzla ilgilidir. Bir ulusal hareket devrimci niteliğini senin karşındaki konumuyla almaz. Peki komünistler yoksa, belirleyen kim olacak? ST şöyle söylüyor: “... Bu hareketler, ancak devrimci olduklarında ve örgütlenmemiz önünde engel olmadıkları takdirde desteklenebilirler ve bu koşulları yerine getirdiklerinde-taşıdıklarında devrimci olup reformist değerlendirilmezler.
Burada yanlış olan nedir?” Yanlış olan, olguların ele alınışındaki felsefi yaklaşım ve yöntemdir. ST, totoloji yaptığının farkında değil, ama aslında anlayışın kendisi totoloji. Şöyle yapalım: -
Soru: Ulusal hareket neden
devrimcidir? –
Cevap: Devrimci olduğu için devrimcidir. –
Soru: Peki neden devrimcidir? –
Cevap: Devrimci olduğu için devrimcidir.
Arkadaşların yaklaşımı bu.
Lenin yoldaş zaten gerçekten devrimcilerse diyor, ST ise bunu devrimci olmanın koşulu sayıyor, ne diyelim! Lenin yoldaşın bu konuşmasından tam yedi yıl sonra 1927 yılında SBKP(B) Merkez Komitesi ve Merkez Denetim Komisyonu’nun ortak toplantısında Çin devrimi hakkında muhalefetle şiddetli tartışmalar yaşanıyor.
Stalin yoldaşın eleştiri okları Troçki ve Radek’in başını çektiği çizgiyeydi. Troçki ve Radek’i eleştirirken, Stalin şunları söylüyordu: “... muhalefet... ulusal burjuvazi ile geçici anlaşmalar ve blokların, koşullar ne olursa olsun, Çin’de hiçbir zaman kabul edilebilir olmadıklarını ileri sürüyor...” (MUSSS, Sf 270) Tartışma devrim ve strateji sorunları üzerindeydi. Çin devriminin özgünlüklerini inkar ediyor, Rusya’daki devrimle karşılaştırıyor, proletaryaya ittifaklar yolunu kapatıyorlardı.
Bu burjuva muhaletefete karşı Stalin yoldaş Lenin’i referans gösteriyor ve diyordu ki: “Sömürge ülkelerde burjuva kurtuluş hareketleriyle geçici anlaşmalar ve bloklaşmaların kabul edilebilirliği konusunda Lenin şöyle der”:
Ve Stalin yoldaş Lenin’den iki alıntı verir. İkinci alıntı şudur arkadaşlar:
“Biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş yığınları devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.” (“Desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz” kelimelerini Stalin italik biçimde yazmış ve italikler Stalin’in diye not düşmüştür.)
Görüldüğü gibi proletaryanın ittifaklar anlayışını reddeden, kapalı kapıcı olan Troçkist muhalefete karşı Stalin yoldaş, üzerinde tartıştığımız yazıyı, Lenin yoldaşın alıntısını refere ediyor. Partizan’ın Lenin’i yanlış okuduğunu söyleyebilirsiniz, peki Stalin de mi yanlış okuyor, aklın yolu komünistlerde birdir derler, Partizan’ın kavrayışı Stalin’inki gibidir. Lenin’in alıntısından sonra muhalefete şöyle sesleniyordu Stalin: “Nasıl olabilir de Rusya’da burjuvazi ile anlaşmaya yıldırımlarını indiren Lenin, Çin’de bu tür anlaşmalar ve blokların kabul edilebilirliğini benimseyebilir?
Acaba Lenin yanılmış mıdır?
Acaba devrimci taktikten oportünist taktiğe mi dönmüştür?...
” (MUSSS, Sf 271) Neymiş arkadaşlar, hala Lenin o konuşmasında ve ilgili bölümde ulusal devrimci bir hareket için ya da ulusal hareketlerin politik niteliğinin belirlenmesi için kriterler mi koydu diyorsunuz? 81 ST’ninUKKTH’nin Devrimci Özüyle Girdiği Savaşta Bir Silah Olarak İşlevsel Kıldığı Karşı Devrimci Önderlikler Sorunu Başlığa aldığımız konuya yazımızın içerisinde değinmiş ve belli açıklıklar getirmiştik. Yazıyı buraya kadar okuyan her okur meseleye yaklaşımımız hakkında belli bir fikir edinmiş olmalı.
Fakat ST, bu sorunu öylesine ağzına sakız yapmış çiğniyor ki, üstelik Partizan’ın ilerici ulusal hareketlerden dünya devrim cephesini güçlendiren, emperyalizme, işbirlikçilerine karşı olan ulusal hareketlerden bahsettiğini, bunu açıkça yazmış olduğunu bilmesine rağmen çiğniyor ki bir başlık açarak kısaca değinmeyi gerekli gördük.
Önce ST’den bir alıntı: “Diyelim ki, ulusal hareketin önderliğini büyük toprak ağaları ve en gerici sınıflar çekmektedir. Tesadüfe bakın ki, ... bağımsızlık-ayrılma (UKKTH) ilkesini programına koydu, bu doğrultuda yola çıktı!...ayrılma özgürlüğünden hareket etse de emperyalizm ve diğer hakim sınıflara eylemiyle dolaylı-dolaysız pratik darbe vurmuyor-vurmaktan esasta sakınıyor vb. Bu ulusal harekete devrimci diyebilir miyiz?
Salt UKKTH ilkesini programına koydu diye bu en gerici sınıfların önderliğini yaptıkları ulusal harekete devrimci demek mümkün mü? Sorumuzun ilk muhatabı Partizan dergisidir.” (Agd, Sf 89) Pekala, kurguya göre en gerici sınıflar önderliğinde UKKTH için gelişen ama ne emperyalizme ne de diğer hakim sınıflara darbe vuran bir ulusal hareket varmış, şimdi...
Önce böyle bir ulusal savaş olur mu, eğer emperyalizm ve diğer hakim sınıflara karşı gelişmiyorsa bu ulusal savaş kime karşı veriliyor? İlerici güçlere mi, mesela demokratik bir ülkede demokratik bir yönetime (olur ya!) karşı mı savaşıyor? Hedefte kim var? Hiç mi bir sınıf, zümre, ülke vs. yok? Hayalden yana yaratıcı dünyanızı zorlayıp bir kurgu oluşturabilirsiniz, ama az buçuk gerçeklerle de teması olsun! ST’nin ulusal hareketi yeldeğirmenlerine karşı savaşıyor olmalı ki somut bir hedefi yok.
Madem ki ST “sorumuzun ilk
muhatabı Partizan...” demiş, soruyu ete kemiğe büründürmek ve cevaplamak bize
düşmüştür.
Ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihinde tıpkı ST’nin dediği gibi gerici sınıfların önderlik ettiği ulusal hareketler mevcut. Tabi bunlar ulusal bağımsızlık hareketleridir, kendi kaderlerini tayin için savaşıyorlar, yazımızın içerisinde bunlardan biri olan Afganistan bağımsızlık savaşı ve Emanullah Han örneğini verdik.
İngiliz emperyalizmine karşı
savaşılıyor, bu gerici sınıf önderlikli ulusal bağımsızlık savaşını Stalin
yoldaş devrimci bir savaş olarak değerlendiriyor.
Keza yine aynı dönemlerde Mısır ticaret
burjuvazisinin İngilizlere karşı savaşı da devrimci bir savaş olarak görülüyor.
Gerici sınıfların kendi uluslarının kaderini tayin için emperyalizme karşı önderlik ettiği bu ulusal savaşlar “objektif olarak devrimcidir” biçiminde tarihe not edilmiştir.
ST, emperyalizmi hedeflemiş olması nedeniyle bu savaşları kurgusuna uygun bulmayacaktır. Tamam, bizim ulusal hareketler tarihi içerisinde seyahatimizde devam edip ST’nin sorusuna örneklerle cevap arayacağız. Fakat ST, bize bir kolaylık yapıyor.
Her ne kadar söyledikleri net olarak anlaşılmasa da “Bu tartışma ya da durum, ABD’nin Irak’a saldırısı karşısında Saddam’ın desteklenmesi tavrına uzatıyor bizi...” (Aynı paragrafta) diyor.
Yazarın
anlatmak istediği nedir, belirsiz. Fakat paragrafın bütünü içerisinde
aldığımızda Saddam direnişinin ulusal bir savaş olduğu, emperyalizme darbe
vurmadığı, ama UKKTH için bir direniş olması nedeniyle Partizan’ın görüşünce
Saddam’ı desteklemek gerektiği vs.yi anlatmak istiyor olabilir.
Bir kere Saddam’ın önderlik ettiği direniş ulusal bir savaşa/direnişe evrilmedi. Eğer Saddam’ın önderlik ettiği bir savaş olsaydı somut olarak tartışılabilirdi. Emperyalist koalisyon Irak’ı işgal ettiğinde Saddam bu işgale karşı bir direnişi örgütleseydi, önderlik etseydi elbette desteklenirdi.
Eğer iddianız emperyalist işgale karşı süren direniş, Saddam yakalanıncaya değin Saddam’ın önderliğinde yürüyordu yönünde ise açık söyleyelim, biz bu direnişi destekleriz. Böyle bir direnişin işgale yöneliyor ve emperyalizme darbe vuruyor.
(Ama Saddam böyle bir direnişin başında
değildi, o kişisel güvenliğinin derdindeydi. Daha çok otonom yapılar biçiminde
değişik sınıf ve tabakaların ve onların siyasal örgütlenmelerinin önderliğinde
bir direniş sürdü. Ayrıntılı bir konudur, girmiyoruz.)
Daha somut konuşalım. Afganistan’da süren direnişi alalım. Bu ulusal kurtuluş savaşı “yedi düvele karşı” sürüyor. Gerici bir önderlik olduğuna hiç kuşku yok. Peki, emperyalizmin birleşik savaş örgütü NATO’ya karşı direnişine ne demeli, komünistlerin tavrı ne olur, emperyalist karargahlara karşı bu direniş görmezden mi gelinir, desteklenmez de ne yapılır?
ST’nin attığı taşı kuyudan çıkarmaya devam edelim:
Marks yoldaşın desteklemediği Çeklerin ve Güney Slavlarının ulusal savaşı acaba ST’nin kurgusuna (UKKTH ile yola çıkan ama, emperyalizme ve diğer egemenlere darbe vurmayan, gerici-en gerici sınıfların önderlik ettiği ulusal savaş...
İşte buna benzer bir kurgu) uyabilir mi? Benzemiyor da değil ama bu iki ulusal savaş da ilerici halklara karşı veriliyor. O dönem Avrupa’nın ilerici halkları ve demokratik ülkeleri için en büyük tehlike Çarlık monarşisidir. Çekler ve G. Slavları Çarlık Rusya’sının, bu feodal monarşinin bir aleti olarak, ilerici uluslara (feodalizmi tasfiye etmiş, siyasal demokrasi açısından uygun bir zemin üzerinde mesafe almış, ilerici özelliklerini yitirmemiş burjuvazinin damgasını vurduğu uluslar) karşı koçbaşı olarak kullanılıyor. Çarlığın “ileri karakolları” rolünü oynuyorlardı.
Kısacası G. Slavları ve Çeklerin hareketi ilerici, demokrat uluslara karşı gerici bir hareket olduğu için bu örnek de ST’nin kurgusuna uymuyor. ST yazarı işi Kautsky ve ekibinin anayurt savunmasına taşır mı bilemeyiz, bu revizyonist sosyal-şovenler (Kautsky ve şurekası) UKKTH’yi emperyalist anayurt savunması için bir argüman olarak kullanıyorlardı.
ST’nin hilkat garibesi ulusal hareket modeline en yakın örnek Kosova olabilir.
Yazımızın içerisinde Kosova sorununa değinmiştik, burada şunu söyleyip geçeceğiz: Kosova ulusal hareketi, Sırp egemenliğine karşı gelişirken ilerici özellikler taşıyordu.
Fakat savaş sırasında AB ve ABD emperyalizmiyle bağlarını güçlendirdi, onların Balkan politikasının bir enstrümanı oldu. H. Taçiönderlikli Kosova ulusal hareketine yön veren siyaset ulusal kurtuluş değil, emperyalizme bağımlılık siyasetidir.
Kosova’da UKKTH’nin devrimci özü ve onun tayin ettiği devrimci siyaset değil, emperyalizm işbirlikçisi, karşı-devrimci bir siyaset yaşam bulmuştur.
Özetle: ST içeriksiz, şekilsiz ucube bir ulusal hareket kurgulamıştır. Kime karşı, kiminle birlikte olduğu tanımsızdır. Tabi nerede, ne zaman gibi sorulara dair de cevap için en küçük bir emare yoktur.
ST çabasını, olanca yeteneğini UKKTH’yi boşa düşürmek için harcıyor. O biçimsel kavrayışı dönüp dolaşıp UKKTH ile onun devrimci özüyle bir savaşa dönüşüyor.
Sınıf Tahlili ve Strateji Sorunlarında MLM Yaklaşım Pragmatizm Değildir
Partizan, Kürt Ulusal Hareketini devrimin dostu olarak görüyor. Kürt Ulusal
Hareketi’nin ya da başka bir ulusal hareketin politik olarak reformist olması
onu düşman değerlendirmemizi getirmez, Yeni Demokratik Halk Devrimi’nin
hedefleri arasına yerleştirmez.
Proletarya Partisi’nin strateji sorunlarını çözüme kavuşturması bir hayli eskidir.
MLM sınıf ve siyaset anlayışı,
devrimimizin biçimi ve ittifaklar sorununda bizlere net bir bakış açısı
kazandırmıştır. Reformist hareketlerle değişik platformlarda birlikte olmayı
sınıf uzlaşmacılığı olarak görmeyiz, aksi anlayışları sol sekter, kapalı
kapıcılık olarak değerlendiririz.
Bu konuda da ST
yazarı ile aynı düzlem üzerinde değiliz. ST yazarı reformizmi, reformist
hareketleri devrimin düşmanı olarak görüyor olmalı ki Kürt Ulusal Hareketi için
reformist değerlendirmesi yapmamıza rağmen Kürt Ulusal Hareketi’yle ortak
etkinlikler ve eylemler içerisinde olmamızı çelişkili bir tutum, tavır olarak
değerlendiriyor. Şöyle diyor:
“Nitekim günümüzdeki pratikte PKK ile ilişki ve destekleme-dayanışmaları (örneğin seçimlerdeki pratik vb.) bu değerlendirmelerinin tam tersi olarak gelişti-devam ediyor. Yoksa pragmatizm mi var?” (Agd, Sf. 95) ST yazarı açık açık tartışmaktan, görüşlerini orta yere dobraca koymaktan korkuyor, ideolojik zayıflık, teoriye güvensizliktir bu.
Tam da bundandır ki geçerken, gider ayak dokundurmalar yapıyor, “yoksa pragmatizm mi var?” diyor. Varsa vardır. O vakit sana düşen Partizan’ın hangi siyasetinin, hangi siyasal pratiğinin pragmatizm olduğunu göstermektir.
Ama bunu yapamazsınız, çünkü bu pragmatizm değil, strateji meselelerinde MLM anlayışın gereğidir. Sınıf olarak küçük burjuvazi ve milli burjuvazi devrimimizin dostudur. Her ne kadar milli burjuvazinin sağ kanadı emperyalizmle bütünleşmeyi zorluyorsa da onu devrimimizde doğrudan hedeflemez, kazanmayı önümüze koyarız.
Bu sınıf ve katmanlar iktisadi ve sosyal gerçekliklerine uygun olarak devrimci-reformist parti ve örgütler biçiminde siyasal temsiliyetlerini oluştururlar ve komünistler ilke ve anlayışlarına uygun olarak ya da ilke ve anlayışlarından ödün vermeden bu yapılarla ittifaklar, birlikler geliştirirler.
Küçük ve orta burjuvaziye ait sosyal ve ulusal reformist partiler olur. Bu katmanların taşıdığı özellikler, devrimimiz karşısındaki duruşları siyasal örgütlenmelerine yansır. Şu an ayrıntısına girmemekle beraber bunların da ittifak güçlerimizin arasında olduğunu belirtelim. İttifakları belirleyen nedir, hangi zemin üzerinde birliğe gidilir? Bunun cevabı “devrimci olmaları” değildir. ST, reformist dediğimiz Kürt Ulusal Hareketi’yle birlikte iş yapmamızı çelişkili buluyor, neden? Çünkü ST’ye göre reformistlerle bu tür bir ilişki kurulamaz, dayanışma, destek, eylem birlikleri, ittifaklar devrimcilerle olur, aksi durumda pragmatizmdir!
Bu bakış açısının Marksist sınıf
anlayışıyla, ittifaklar sorunuyla, düşman-dost ayrıştırmasıyla uzak yakın
ilgisi yoktur. Partizan’ın anlayışı emperyalizme, komprador kapitalizme ve
feodalizme karşı olan tüm sınıf ve tabakalarla birliktir.
Hangi katmana ait olursa olsun
reformistler, reformist hareketler anti-emperyalist anti-feodal olmaları
nedeniyle ilerici özellik taşırlar, demokratik güçler arasındadırlar.
Diğer türlüsü birlik, ittifaklar meselesinde Troçkist bakış açısı ya da etkisidir.
Stalin yoldaş tam da bu birlik, destekleme, dost-düşman meselelerinde (önceki sayfalarda bahsini etmiş olduğumuz Troçkist muhalefete karşı) şöyle diyordu: “Bizde, Rusya’da, 1905 yılında, devrim, burjuva demokratik bir nitelik taşımasına rağmen, burjuvaziye karşı, liberal burjuvaziye karşı yürüyordu.
Neden?
çünkü emperyalist bir ülkenin liberal burjuvazisi, karşı-devrimci olmaktan geri kalamaz.
” Troçkist muhalefet bu farkı gözardı ediyor, Rusya koşullarını evrenselleştiriyor ve burjuvaziyle ittifaklar meselesine ezel-ebed kapıları kapatıyordu.
Stalin sözlerinin devamını şöyle getiriyordu:
“Ama muhalefet unutuyor ki, ancak ezilen ülkelerdeki devrim ile ezen ülkelerdeki devrim arasındaki farkı anlamayan ve kabul etmeyen kimseler böyle konuşabilir...” (MUSSS, Sf 270)
Türkiye ve benzer koşullara sahip sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde proletaryanın diğer sınıf ve katmanlarla ilişkisi böyledir.
Peki ST ulusal hareketi “hızla gidiyor” dediği o reformist konakta görürse ne olacak? [Bu ST’de tümüyle belirsizdir ‘hızla gidiyor’ diyor ama bu hız ayarı nedir; mesela ulusal hareket komünistlerin örgütlenme ve propagandasına engel mi çıkarmaya başladı?
‘Artık proleter devrim cephesine hizmet etmeyeceğim mi’ dedi? vs. Bunların ST’de karşılığı yok. Bunun biricik nedeni neyin terk edildiğini, neden hızla uzaklaşıyor olduklarını belirlememesidir. Daha doğrusu açık açık telaffuz etmemeleridir.
Yoksa son dönemde (bakınız Devrimci Demokrasi, 1-16 Ekim, Sayı 184) uzaklaşılan şeyin ulusal kurtuluş, ulusal bağımsızlık olduğu daha sık vurgulanıyor. Bunun diğer bir adı UKKTH’nin terk edilmiş olmasıdır, ama ST açık değil, dolaylı anlatımı seçiyor...]
Evet, ST ulusal harekete reformist derse ittifaklar anlayışında ne tür değişiklik olacak, dayanışma, birlik vb. ortak eylemsel pratikleri söz konusu olacak mı, buna bugünden cevap aramalıdır. ST’nin Baskın Çıkma Gayreti Partizan ulusal hareketlerin değerlendirilmesinde komünistlerle ilişkinin, komünistlerin örgütlenme ve propaganda faaliyetlerine karşı aldığı tavrın belirleyici, tayin edici olarak görülmesini naif bulmuş, ST’ye ulusal hareketin belli dönemlere damgasını vuran pratiğini hatırlatmıştır.
Partizan’ın amacı oradan bir tartışma yürütmek değildi. Sadece ST’nin belirleyici unsur aldığı kıstasın durumu açıklamaktan uzak olduğunu göstermekti. Partizan, ulusal hareketin 1978-1980 yılları arasında sosyal ve ulusal kurtuluşçu hareketlerden kimilerine sistemli bir şiddetle yöneldiğini, keza 1990’ların başlarında önceki gibi olmasa bile küçümsenmeyecek boyutta bir şiddet yaşattığını söyledi.
1978-1980 sürecindeki şiddetin teorik, siyasal temelini Kürdistan’da küçük burjuvazinin devrim karşısındaki konumu ve yine Kürdistan’da sosyal-şovenizme karşı tavır meselesindeki anlayış oluşturuyordu.
Ulusal hareket her iki olguyu da Kürdistan devriminin engeli görüyor ve şiddetle ortadan kaldırılmasını savunuyordu.
1990’larda ise ulusal hareket dışında diğer devrimci yapıların Kürdistan’da misafir olduğu argümanı şiddetin politik gerekçesi olmuştur. Bunlar olgudur, sistemli midir, değil midir, ulusal hareket buradan ne tür dersler çıkartmıştır vb. şeyler ayrı bir meseledir.
Ve unutulmasın Partizan buna dayanarak ST’nin apolitik yaklaşımını mahkum etmeyi denememiştir. O konuda MLM’de yeterince bir zenginlik var.
Partizan’ın sunduğu pratik örneğe karşılık ST’nin değerlendirmesi şöyle olmuştur:
“Ülkemiz devrimci örgütlerinin hemen hepsi ve Partizan geleneği de dahil ‘sol içi şiddet’ noktasında ciddi kusurlar işlemiştir... bizlerin bu eylem ve davranışlardan dolayı bahsini ettiğimiz devrimci örgütleri ve Partizan geleneğini de reformist değerlendirmediğimizi biliyor olmalıdır...
Partizan geleneği de devrimcilere şiddet uygulama suçuna bulaşmıştır...
” Birincisi komünistlerle ilişki biçimine bakarak bir ulusal hareketi değerlendiren başkası değil ST’dir. Sol içi şiddet uygulayanları reformist değerlendirip değerlendirmemek de başkalarının değil, ST’nin sorunudur.
İkincisi devrimci yapılar arasında şiddete meyleden, şiddete başvuranlar çıkmıştır. Bu ne kadar doğruysa Partizan geleneğinin “sol içi şiddet” noktasında ciddi kusurları işlediği, Partizan geleneğinin de devrimcilere şiddet uyguladığı o kadar yalandır.
Üçüncüsü sözünü ettiğimiz tarihler için geçerli ulusal hareket siyaset ve pratiğiyle “sol içi şiddet” diye kavramlaştırdığınız pratikler nitelik olarak birbirinden farklıdır. Kaba biçimci ST yazarı, iftira yerine zamanını olgulara nüfuz ederek, biçimsel benzerliklerine (şiddet mesela) bakarak değil, neden nasıl gerçekleştiğine (bir siyasal taktikle ilgili olup olmadığına) bakarak değerlendirmek için kullanmalıydı.
Tahrifat ve Demagoji Zayıflıktır.
ST’nin “... Partizan’ın Tavrı Üzerine” başlıklı yazısında en belirgin özelliklerden biri de yaptığı alıntılara karşı davranışı, yorumudur. Her alıntı insanda “eyvah şimdi nasıl bir yorum yapılacak!” türünden bir rahatsızlık, tedirginlik duygusu oluşturuyor. Kesinlikle kuruntu değil. Burada bir iki örnek vereceğiz. Ama açıkça şunu belirtelim, her birini alsak ve ST’nin tabi tuttuğu yorum, ilişkilendirme gibi olmadığını göstermeye çalışsak çok sayfa gider. Vereceğimiz örnekler keyfiyetin, “anlamak istediğim gibi anlarım”daki rahatlığın ve demagojinin boyutlarını göstermeye yeter.
ST, şu alıntıyı yapıyor Partizan’dan: “(İbrahim Kaypakkaya) Henüz ortada sözü edilir bir Kürt Ulusal Hareketi yokken ulusal hareketlerin genel karakteristiklerini ve ülkemiz tarihindeki gelişimini tahlil edip, ulusal hareketlerdeki demokratik öze dikkat çekip, bu hareketlerin hangi durum ve koşullarda desteklenmesi gerektiğini gözler önüne sermiştir.” Evet, Partizan böyle bir şey söylemiş. Şimdi ne kadar niyet okuyucu olacaksınız ki buradan şu sonuçları çıkarasınız:
1) Bununla, Partizan, Kürt Ulusal Hareketi tarihine inkarcı yaklaşıyor, yaşanan
29 (bu rakam ST’ye aittir) Kürt isyanı yok sayılıyor, Kürt Ulusal Hareketi tarihi PKK ile başlatılıyor;
2) Bununla Partizan İbrahim yoldaşı Kürt Ulusal Hareketini değerlendirmemiş olarak gösteriyor;
3) Bununla Partizan, İbrahim yoldaşın Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik özünü görmemiş olarak gösteriyor. ST Partizan’ın cümlelerinden bunları anlıyor ve anladığını bu biçimden hareketle
a) “Bu en hafifinden İbrahim yoldaşa haksızlıktır”
b) “Onun Kürt Ulusal Hareketi karşısında sahiplendiği sorumluluğu”
c) Kürt Ulusal Hareketi karşısında “yerine getirdiği görevi”;
d) “Meseleye açıklık getirmesini vb. yok sayan yaklaşımdır.”
Ne diyebiliriz, ne desek nafile! ST okurlarına duyduğumuz saygı nedeniyle iki noktaya değinip geçeceğiz. Partizan “Henüz ortada sözü edilir bir Kürt Ulusal Hareketi yokken” dediğinde üzerinde hemen herkesin anlaştığı bir durumu ifade ediyor. Yani 1970’lerin başında etkili, kendisinden bahsettiren örgütlü bir Kürt hareketi olmadığını belirtiyor. “Sözü edilir...” kelimesi bir olgunun yokluğunu değil etki gücünü (ya da güçsüzlüğünü) anlatır. Eğer gerçekten etkili, maddi bir güç olmuş ulusal hareket olsaydı (hiç olmadığı anlamına gelmiyor) sizlerin yazılarında da sıkça kullandığınız “Kürtlerin varlığı yokluğu tartışılan, ulusal sorun, Kürt ulusal sorunu teorik ve pratik sahada kendini zaten konuştururdu.
Kısacası Partizan “sözü edilir...” demekle Kürt ulusal hareketinin zayıf, etkisiz, güçsüz olduğunu anlatmak istiyor. Buna katılmak zorunda değilsiniz ama Partizan Kürt Ulusal Hareketini PKK ile başlatıyor, önceki isyanları inkar ediyor diyemezsiniz.
Gelelim ikinci hususa ST, Partizan’ın İbrahim yoldaşın Kürt Ulusal Hareketini değerlendirmediğini, demokratik ya da gerici yanını tahlil etmediğini, genel anlamda bir ulusal hareket değerlendirmesiyle kaldığını söylediğini iddia ediyor.
Partizan’dan aktardığı pasajda bu düşünce varmış. Peki bakalım, şu cümle ne anlama geliyor: “... Ulusal hareketlerin genel karakteristiklerini ve ülkemiz tarihindeki gelişimini tahlil edip...” Ulusal hareketlerin ülkemiz tarihindeki gelişimini tahlil eden bir İbrahim Kaypakkaya’dan bahsediyor, altını çizdiğimiz yer ve sonrakiler...
Her şey yeterince açık değil mi? ST’de benzer çarpıtmalara ve bu çarpıtmaya yaslanarak geliştirdiği demagojiye örneğin “Partizan Kendisiyle Çelişmektedir” başlığı altında yazılanlarda da rastlıyoruz.
Partizan’ın söylediğini görmemek, yok saymak; Partizan’a söylemediğini söyletmek ve her iki durumda da akıl almaz eleştirilerde bulunmak bahsini ettiğimiz yazıda ST’nin baskın yönüdür.
Bu, açıktır ki, ciddi bir zayıflık örneğidir. Evet, ST, görüşlerine güvenmiyor, tartıştığı anlayışın (Partizan’ın) görüşlerini çarpıtarak eleştirmeye kalkışıyor.
Bu, teorik siyasal bakımdan acizliktir. Bunları belirtmek durumundayız. Bakın, ST, Partizan’ıPartizan’la nasıl çeliştiriyor. Partizan’ın kullandığı “UKKTH talepli mücadele...”, “UKKTH talepli ulusal mücadele...” sözlerini alan ST, Partizan’ın bu sözlerini, “Ayrılmak, bağımsız devletini kurmak için mücadele”, “Ayrılmak için mücadele” vb. olarak yorumluyor. Böyle bir yorumla birlikte, tahmin edeceğiniz gibi şimşekler çakıyor, yıldırımlar gönderiyor Partizan’a! “... ayrılma talepli mücadele edilmesi” diyor “...ayrılma hakkını kullanmasını da her şart altında desteklemesi...” anlamına gelir.
Durmuyor, devam ediyor ST. Bu anlayış diyor “... ayrılma tavrının her koşulda desteklenmesi sonucuna varır”. Bununla yetinmiyor, Partizan’ı yerle yeksan etmeye kararlı ve “öldürücü” darbeyi gönderiyor: “... objektif olarak gerici hareketleri destekleme ve devrimci değerlendirme durumuna düşersin.”
Ve en sonu Partizan 67. sayıdan,
komünistlerin her durumda ayrı devlet kurma fikrini savunmadıklarını, ulusun
ayrı devlet kurma talebini her durumda desteklemediklerini, desteğin şarta
bağlı olduğunu söyleyen sözlerini alıyor ve böylece Partizan 66. sayısı ile 67.
sayısının “çeliştiğini söylüyoruz ve gözden geçirmek için dikkatinizi
çekiyoruz” deyip finali tamamlıyor.
Her şey bu kadar kolay işte! Bu
tarz iyi bir tarz değil, devrimci bir yayına, Sınıf Teorisi’ne gerçekten yakıştırmıyoruz.
“UKKTH talepli mücadele” ile “UKKTH için mücadele” aynıdır.
“UKKTH’nin yanına
iki kelime eklendi diye olan ezber mi bozuldu? ST niye hiç olmayacak yerden
tutuyor? Anlaşılır olsun diye, Lenin yoldaşın benzetmesi ile açıklayalım.
Boşanma hakkı başkadır boşanmak ise bambaşka. Boşanma hakkı talebi için
mücadele ile boşanma için m ücadele aynı değildir. Partizan’ın ifadesini
açalım:
Partizan ne diyor; ST nasıl anlıyor karşılaştıralım.
Partizan: Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı talepli mücadele ST: Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin İçin Mücadele Partizan’ın söylediğiyle ST’nin anladığı aynı mı? ST “hakkı” kavramını yok edip Partizan’a o suçlamaları neden yapıyor?
Geçmişte daha sık düşülen bir hataydı, oportünistler UKKTH’yi UKKT olarak alır ve komünistleri buradan eleştirirlerdi. Tıpkı ST’nin sözlerinin benzeri duyulurdu ağızlarından. Objektif olarak gericileri emperyalizmin işbirlikçilerini destekliyorsunuz derlerdi. Bu doğrultuda gerçekleşmiş tartışmalar, tonla yazılmış yazılar var.
Partizan’ın ilgili yazısında tek bir çağrışım dahi bulunmazken UKKTH talepli mücadeleyi, ayrılıp ayrı devlet kurmak anlamına gelir, her koşulda ayrılmayı desteklemek anlamına gelir vs. demek demagojidir.
ST okuyucuya ve Partizan’a şunu kanıtlamalıdır: “UKKTH talepli mücadele UKKT için mücadele demektir, aynıdır, Partizan her koşulda ayrılmayı savunuyor ve destekliyor.” Evet, ST bu görüşünü kanıtlamalıdır. *** Dedik ya, ST’de alıntılar gördükçe bir “eyvah” kopuyor içimizden. İşte bir örnek daha: Partizan’dan şu alıntıyı yapıyor: “Açıkçası, eğer şimdi görece güçlü bir ulusal hareket ayrılık yönelimini ortaya koysaydı, Partizan gene bu yönelimi desteklemeyecekti. Çünkü içinde bulunduğumuz koşullar ayrı bir devlet kurmanın Kürt halkının kurtuluşunu sağlamada ileri derecede bir gelişime neden olamayacağını göstermektedir.
(Pzn, Sayı 67, Sf 60)” Bir devrimci politik yayın alıntıladığı bu cümleleri eleştirmeye kalkışırsa ne olur? Önce komiklik yapıyor, mizah yapıyor sanılır.
Ciddi olduğu görülünce o yayın adına hazin bir durum ortaya çıkar. Bakın ST bu alıntıdan hangi sonuçlar çıkarıyor: * Yazara göre Partizan Kürt ulusunun kaderini tayin yerine Kürt halkının kaderini tayini tartışıyor.
* Yazara göre Partizan, halkın kurtuluşunu tartışma konusu yapmıştır ve böylece bir sapmaya düşmüştür. * Yazara göre Partizan ulusların kurtuluşuyla halkın kurtuluşunu karıştırıyor. * Yazara göre Partizan ulusal hareketle proleter hareketlerin ölçütlerini karıştırıyor vs. vs. vs. Belli ki ST yazarı gereğince sorumluluk duymuyor, bu kadar cüretkar olmanın altında böyle bir hafiflik (sorumluluk duymamak anlamında) yatıyor olsa gerek.
Hiçbir yanlış anlamaya, oraya-buraya çekiştirmeye fırsat vermeyecek netlikte ezilen ulusların ayrılıp ayrı bir devlet kurmasını proletaryanın 86 hangi koşullarda destekleyeceğini/desteklemeyeceğini belirtiyor Partizan. Kürt ulusunun bugün ayrı bir devlet kurma imkanı olsa desteklemeyiz diyor alıntı. Neden? Çünkü proletaryanın sınıf çıkarlarına hizmet etmiyor.
Yani “Kürt halkının kurtuluşunu sağlamada ileri derecede bir gelişime neden olmayacağı...” için. İşte Partizan o alıntıda bunları söylüyor. Ezilen ulusun ayrı bir devlet kurması karşısında proletaryanın sınıf menfaatlerini öncellemesi, destekleyip desteklememesini bu koşula bağlaması yanlış mı?
Peki Partizan’ın söylediklerinden şu aktaracağımız sözlerin ne farkı var?
“Eğer komünist hareket Kürt ulusunun ayrılmasının proletaryanın sınıf menfaatleri açısından faydalı olacağına karar verirse mesela ayrılma halinde Kürt bölgesinde devrim imkanı artacaksa, o takdirde bizzat ayrılmayı savunurdu.”
(İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Altınçağ Yay. Sf 186)
Daha bunun gibi nice örnekler, evlere şenlik yorumlar var ST’de. Şunu da merak etmiyor değiliz: Ezilen ulusun ayrılıp ayrı bir devlet kurması karşısında desteğinizi siz neye göre belirlersiniz?
ST, İz Peşinde! “Dört sene sonra Partizan’ı bileyen neydi?” diye soruyor ST. Neymiş peki bileyen? ST öncelikle zamanlamayı manidar bulmuş, yani PKK’de “uzlaşma sinyallerinin arttığı bir döneme denk gelmesi...”
ST için önemli bir veriymiş. İşte bu eleştirinin altında yatan Çapanoğlu’na götürmüş ST’yi! PKK uzlaşacakmış ya Partizan da “bakın süreç bizi doğruladı” diyecekmiş. Bir başka önemli neden daha varmış.
Bir gün ST bir şeyler söylemiş (ne zaman, hangi sayıda bu belirsiz, önemli de değil). İşte o “Partizan’ı öfkelendirmiş” yani “öfkelendirmiş olabileceğini” düşünüyormuş arkadaşlar. Yani “çıkarsamaları” öyleymiş ama “çıkarsamamızda yanılabiliriz” de diyorlar.
Fakat Partizan’ın bazı sözleri daha varmış ki işte onlar kuvvetli veriler olarak “çıkarsamalarını” doğruluyormuş! Bravo ST’ye! Dört sene sonra Partizan’ı bileyenin neler olduğunu buldu. Gerçi iki senelik bir gecikmesi var, Partizan’ın o yazısının üzerinden 2 yıl geçmiş. Neyse hatırlatmayalım. Bir de “iki sene sonra ST’yi bileyen neydi?” sorusuyla uğraştırmayalım.
ST’nin “Hafiyesi Mahmut”vari sorgulama sonucu oluşturduğu ilk ipucu üzerinde durmayacağız. Partizan’ı öfkelendiren diye belirtilen sözlere bir bakalım, sahiden neymiş bizi öfkelendiren öğrenelim... Şöyleymiş: “Birçok küçük burjuva hareketin ‘Kürdistan’ın sömürge olduğu’tezinden tutalım da seksiyon örgütlenmesine, oradan da Kürdistan devrimini PKK’ye havale etme... savunulan tezlerin hemen hepsinin PKK’nin silahlı mücadeleyi başlatması ve önemli bir güç haline gelmesi dönemine denk düşmesi rastlantısal bir gelişme değildir.”
Bu cümle Partizan’ı niye ve neden
öfkelendirsin.
Bu alıntıda Partizan’a dönük, onu öfkelendirecek ne var? Böyle üstü kapalı, şifreli eleştiri mi olur? Açık açık ortaya koymaktan, sorunu net olarak tanımlamaktan sizi alıkoyan nedir?
Bu tarz polemik mi olur?
“Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok”.
Önceki sayfalarda bir ulusal hareketin UKKTH’yi savunduğunu gizleyebileceğini, açık açık savunmayabileceğini vs. söylemiştiniz. Şimdi de gizli gizli eleştiri yapılıyor. Meğer Partizan’ı yukarıdaki cümleler öfkelendirmişmiş! Konumuz değil ama belirtelim, üstelik yazdıklarınız durumu doğru da anlatmıyor.
TDH içerisinde Kürdistan’ın sömürge olduğunu, seksiyon örgütlenmeyi savunan görüşler 1980 öncesine dayanır. Ulusal hareketin yükselişe geçtiği tarihler sonrası, görüşlerini değiştirip, Kürdistan’ı sömürge gören, seksiyon örgütlenmeyi savunan kaç örgüt çıktı, kim çıktı?
Mevcut durumu dahi, doğru olarak ortaya koymamışken, birileri, ST’nin kendisini eleştirdiğini nasıl anlasın? Yani arkadaşlar, ST’yekarşı duyduğumuz bir öfke yoktur.
Biz Maoist’iz. Eleştiriler bizi
öfkelendirmez.
Eleştiri sorumluluk gerektirir. Daha doğrusu onun ifadesidir. Bizim için sorumluluk duyanlara neden öfkelenelim?
ST, Partizan’dan bir alıntı daha yapmış, gözlerimizin önünde züccaciyedükkanı ve fil canlanıyor. Hareket ettikçe kırıp döken-dağıtan bir fil.
Züccaciyedükkanının dağılmasında filin hiçbir sorumluluğu yok. Çünkü bilinç unsuru yok. ST, malum el attığı her alıntıyı tanınmaz hale getiriyor.
Partizan’a ait alıntıdan hareketle şu iddialarda bulunuyor:
Partizan “ulusal hareket, ezen ve ezilen ulus gerçekliğinin doğurduğu çelişkilerin çözüm gücü olarak ortaya çıkar” diyor.
ST’ye göre bu ulusal sorunun çözümünü ulusal harekete, ulusal burjuvaziye havale etmektir, proletaryayı ulusal sorunun çözümünde safdışı bırakmaktır vs. Böyle bir eleştiriye hedef olmamız söylenenin yanlış olmasından değilmiş; gerçek çözüm proletaryanın çözümüdür. Bunu Partizan belirtmediği için ulusal sorunun çözümünü ulusal harekete havale etmiş. Ve işte o diğer uğursuz şeyleri savunmuş oluyor!
Bir de “ilhak” kavramını kullandığı için
Partizan’a “sömürge de deyin, olsun bitsin” diyor.
Şu sözler de ST’nin “Görünen o ki, Partizan tam bir ilhak olarak değerlendirmektedir.” ST’nin Kürt ulusal sorunuyla ilgili yazılarında, keza Partizan’ın yazılarında ilhak kavramına sıklıkla rastlanır. Herkes bilir ki burada kastedilen ezilen ulusun siyasal örgütlenme hakkı yani UKKTH’si ilhak edilmiştir.
MLM’de de ilhak eğer yanında farklı bir vurgu yoksa bu yönlü kullanılır. Fakat ST yazarı anlamak istediği gibi anlamada ya da anlıyor gibi davranmada kararlı. Ama 88. sayfada kendisi de “Demek ki, komünistler ilhakın söz konusu olduğu koşullarda...” diyor ve kaderini tayine geliyor.
Böylesi haller için “bu ne yaman çelişki” deniliyor. ST vesilesiyle ulusal sorun ve ulusal hareketler meselesine bir kez daha girdik. ST’nin tartışma ile ilgili tarzını hiç doğru bulmuyoruz. Görüşlerimizi doğru olarak aktarmadığı gibi yokmuşçasına davranarak en uç eleştirilere kalkışmıştır. Yorumlarda ise şaşırtıcı derecede bir rastgelelik, keyfiyet söz konusudur.
Yer yer karşılaştığımız septisizm özellikle “4
sene sonra Partizan’ı bileyen neydi?” başlığı altındaki yazılarda ortaya
çıkmıştır. Böylesi bir kuşkuculuk, bilinebilirliğin karşıtıdır ve idealizme
çıkar. Daha üretken, verimli tartışmalar hakkımızdır.
EK I Ulusal ve Sömürgesel Sorunlar Komisyonu’nun, Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’ne Sunduğu Rapor (26 Temmuz 1920) (...) Üçüncüsü, geri ülkelerdeki burjuva-demokratik hareket sorununu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu sorun bazı görüş ayrılıklarına yol açmıştır.
Komünist Enternasyonalin ve komünist partilerin, geri ülkelerdeki burjuva-demokratik hareketi desteklemeleri gerektiğini ifade etmenin, ilke ve teori açısından doğru mu yanlış mı olduğunu tartıştık. Görüşmemizin sonunda, “burjuva-demokratik hareketten” çok ulusal devrimci hareketten söz etmeye oybirliğiyle karar verdik.
Geri ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğu, burjuva-kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerden oluştuğuna göre, herhangi bir ulusal hareketin, yalnızca burjuva demokratik bir hareket olacağına kuşku yoktur. Bu geri ülkelerde -eğer ortaya çıkabilirlerse- proleter partilerin, köylü hareketiyle belirli ilişkiler kurmaksızın, ve o hareketi desteklemeksizin komünist taktikler ve komünist bir siyaset izleyebileceklerine inanmak ütopik olur.
Ancak, burjuva demokratik hareketten söz edersek, reformcu ve devrimci hareketler arasındaki bütün farklılıkları, ortadan kaldırmış olacağımız itirazı öne sürülmüştür. Oysa emperyalist burjuvazi, boyunduruk altındaki ülkelerde de reformcu bir hareket aşılamak için elinden gelen her şeyi yaptığı için, geri ve sömürge ülkelerde bu farklılık son zamanlarda çok açıkça gözler önüne serilmiştir. Sömüren ülkelerin burjuvazisiyle sömürge ülkeler burjuvazisi arasında belli bir rapprochement (birbirine yakınlaşma) görülmektedir.
Öyle ki ezilen ülkeler burjuvazisi, sık sık belki hemen her durumda bir yandan ulusal hareketi desteklerken, bir yandan da emperyalist burjuvaziyle tam bir uyuşum içindedir, yani bütün devrimci hareketlere ve devrimci sınıflara karşı emperyalist burjuvaziyle güçbirliği yapmaktadır. Bu durum, komisyonda reddedilmeyecek biçimde kanıtlandı ve biz, tek doğru davranışın, söz konusu farklılığı dikkate alarak, hemen her durumda, “burjuva-demokratik” terimi yerine “ulusal devrimci” terimini koymak olduğuna karar verdik.
Bu değişikliğin önemi şuradadır:
Komünistler olarak biz, sömürgelerdeki burjuva-kurtuluş hareketlerini, bu hareketler ancak gerçekten devrimci olduğu ve bizim, sömürülen yığınlarla köylüleri devrimci bir ruhla örgütleyip eğitme çalışmalarımızı engellemediği ölçüde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.
Eğer bu koşullar yoksa, bu ülkelerdeki komünistler, İkinci Enternasyonalin kahramanlarını da kapsayan reformcu burjuvaziyle savaşmalıdır. Sömürge ülkelerde reformcu burjuvazi esasen mevcuttur. Bazı durumlarda bu partilerin sözcüleri kendilerine sosyal-demokrat ve sosyalist adını veriyorlar. Sözünü ettiğim farklılık bütün tezlerde belirtilmiştir. Böylece, sanıyorum, görüşümüz daha kesinlikle belirtilmiş olmaktadır. (U.S.U.K.S, Sf 347)
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_73.pdf