24 Aralık 2022 Cumartesi

İlkeler Üzerinde Pazarlık Yapılamaz. ( Alıntı: Devrimci Demokrasi )


 İlkeler Üzerinde Pazarlık Yapılamaz. ( Alıntı: Devrimci Demokrasi )

Birlik meselesinde ilkeler üzerinde pazarlık yapılamayacağını Alman komünist hareketinde 1875 yılında gerçekleşen birlik deneyiminde ilkesizliğe karşı K. Marks ve F. Engels’in tutum ve anlayışından biliyoruz.

Küçük-burjuva sosyalisti Lasalle Ferdinand’ın kurucusu olduğu “Alman İşçileri Genel Birliği” (1865) ile Marks, Engels’in kurulmasında etkin oldukları ve ideolojik önderliğini sürdürdükleri dönemin komünist örgütü “Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisi” (1869) (Bu parti 1964’te burjuvazinin aletine döndü, komünizm amacına ihanet etti ve karşı-devrimci hale geldi) arasında Mayıs 1875 yılında gerçekleşen birliğin programına Lasalci görüşler damga vurdu.

Oldu-bittiye getirilen bu ilkesiz birliğin Lasalci Gotha programı, K. Marks tarafından “Gotha programı eleştirisi”nde ayrıntısıyla mahkum edildi. Engels programa “karışık, dağınık, tutarsız, mantık dışı ve utanç vericidir” şeklinde öfkesini belirtmiş ve programın ilkesizliklerini açıklamıştır.

Bu ilkesiz hatalı programla ilgilerinin olmadığını kitlelere açıklamak işini ötelemeleri tutarsız program içeriğinin burjuva basın ve diğer tüm kesimlerce görülmeyip “komünist program” olarak algılanmaya devam edilmesi nedeniyledir.

Sınıf düşmanları ve işçiler komünistlerin amaç ve düşüncelerini temsil eden bir program olduğunu düşünmeye devam ettikçe sessiz kalınabileceğini seçmişler.

 Program nihayetinde ancak Alman komünist hareketi 1891 Enfurt programıyla bu ilkesiz birliğin meyvesi Marks ve Engels’in ifade ettikleri “saçmalıkları” aşabilmişlerdir.

 Karl Marks ve  Friedrich Engels’in tutumundan komünistlerin asla unutmaması gereken

ilk ders şudur:

ilkeler üzerine pazarlık yapılamaz.

Birlik yada herhangi bir soruna ilişkin politikada ilkelerden taviz verilemez.

 İkinci ders ise şudur:

 işçi sınıfının sosyalizm hedefli iktidar mücadelesinde anın somut koşullarında tüm proletaryanın çıkarları bakışından bütünlüklü düşünme ve ona uygun davranma zorunluluğudur. İlkesel olan yerel değil, evrenseldir. İlkeler geçici başarı ve kazanımlara kurban edilemez.

 

K. Marks, F. Engels’in ilkelerden taviz verilemez tutum ve anlayışı V. I. Lenin’in önderlik ettiği RSDİP’te en kararlı biçimde sürdürüldüğü unutulmamalı. Gelişme halinde Marksist teori ve mücadele pratiği tutarlı bir sürekliliğe sahiptir, donuk ve durağan değildir. İşte birkaç örnek: Polonya Rus çarlığının boyunduruğu altında ezilen bir ulustu.

Bu ezilen ulus komünistlerin örgütü olan Polonya Sosyal-Demokrat Partisi 1903 yılında RSDİP kongresinde birlik için gelmelerine rağmen RSDİP’in programında bulunan “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” ilkesini o zaman reddettikleri için kongreyi terk etmiş ve birleşme gerçekleşmemiştir.

 Lenin ve kongre iradesi ezilen ulusun komünist örgütünün bu hatalı anlayışına birlik yapılması adına ilkelerden taviz vermeye kalkışmadılar. Ancak Polonya komünistleri UKKTH ilkesine itirazlarından vazgeçtikten sonra 1906 yılında RSDİP ile birlik (elbette özerk tüm haklara sahip biçimde) gerçekleştirilmiştir.

 

Keza RSDİP’in 1903 Kongresi’nden sonra gerçekleşen Bolşevik ve Menşevik ayrılığı da uzlaşmacı Plehanov’un Martov ve diğer Menşevikler ile birlikte parti tüzüğünü, dolayısıyla parti iradesini çiğnemeleri ve bir dizi ilkesizlikler nedeniyle Lenin’in merkez yayın İskra yayın kurulundan istifa etmesine sebep olmuş, parti ilkesizliğe, oportünizme karşı mücadeleye çağrılmıştır.

Çünkü kongrenin görev vermediği kişilerin Yazı Kurulu merkez organa tüzük çiğnenerek atanmaları örgütsel ilkesizlikti; parti iradesine karşı yapılmış darbeydi ve kabul edilemezdi. Lenin yoldaş, “parti birliği” deyip yapılan ilkesizliklere boyun eğmedi, aksine birliği yıkan bu oportünizme meydan okudu ve partiyi göreve çağırdı.

Nihayetinde parti bölündü ama Lenin’in teorik ve politik ilkeler çiğnenemez ve onlar üzerine pazarlık yapılamaz yönlü öğretici mücadelesi yanında partiye darbe yapan Mevşevik-azınlık ayrılıkçılığına karşı tavrı ve yaklaşımı da derslerle doludur.

 Bolşevik-Menşevik ayrılığı özünde örgütsel ilkelerin çiğnenmesi nedeniyle gerçekleşen bir ayrılıktı; ideolojik köklere dayansa da programsal ve ideolojik nedenlerden kaynaklanmıyordu.

Bölünmüş halde iki ayrı yerde yapılmış kongrelerle kesinleşmiş ayrılık sonrasında RSDİP 3. Kongresi’nin çağrısı birlik yapılması yönünde olmuştur.

 Kongre sonrası Lenin partiden ayrılanlarla birlikte çalışma temennisinde bulunmakla birlikte parti birliğinin sağlanması yönünde açıklama ve çağrı yapmaktadır. 

(*5) Sonuçta bu ayrılık 4. parti kongresinde tekrardan birleşmeyle sonuçlanıyor.

Keza daha önce özerk yapıda tüm haklara sahip olmasına rağmen tümüyle bağımsız hareket etme ilkesizliği dayatması kabul edilmeyip, ilkelerden taviz verilmeyince RSDİP kongresini terk eden Tüm Rusya Yahudi İşçileri Sosyal Demokrat Örgütü-BUND ile 1906’da yeniden birlik gerçekleşti.

1917 sosyalist devrim süreci öncesi ve sonrası ayrılık ve birlik deneyimleri de var. Lenin yoldaşın önderliğinde biçimlenen parti ve parti birliği, devrimci proletarya partisi anlayışında öğretici ders şudur: Parti birliği, teorik, programsal ve örgütsel ilkeler üzerinde, bunlara sıkı sıkıya bağlı kalınarak sağlanır.

 İlkeler pazarlık malzemesi yapılarak birlik sağlanamaz. Parti birliğinin ayrılık meselesine ilkesel yaklaşıma bağlı olduğudur. Ayrılık meselesine ilkeli ve doğru yaklaşım olmadan birleşmenin mümkün ve gerekli olduğu sınıf kuvvetleri vede partiden ayrılan taraflar, yada ayrılıp örgüt olarak kendisini oluşturmuş parti ve örgütlerle birleşmek olanaksızdır.


Bir örgütlenme dehası olarak V.I.Lenin birliğin ayrılık meselesine ilkeli ve doğru yaklaşıma bağlı olduğunu göstermektedir.



Parti ve Parti Birliği

 

Anlaşılır olması bakımından birlik karşıtı düşüncenin şekillendiği ayrılıkları özet geçmek gerekmektedir.

 

Uzun bir mücadele deneyimi arkasında bırakan Maoist Komünist Partisi (önceli Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist) komünist önder İbrahim Kaypakkaya öncülüğünde 24 Nisan 1972 yılında kuruldu. 2002 yılında 1. Kongresinde isim değişikliğine gidildi.

 Enternasyonel devrimci proletaryanın bir parçası olarak her türden saldırıya göğüs gererek komünizm bayrağını göndere çeken Maoist parti egemen sınıfların imha saldırıları sonucunda ilk yenilgisini önder kadrolarından Ali Haydar Yıldız’ın katledildiği Dersim-Vartinik baskını sonrası yaralı yakalanan önder İbrahim Kaypakkaya’nın üç ay süren işkenceli sorgulama sürecinde 18 Mayıs 1973 yılında katledilmesiyle başlayan ve örgütsel yapının kısa sürede darbelenmesiyle alınmıştır.

 Maoist Komünist Partisi kesintisiz sınıf mücadelesini sürdürmüş olsa da 1973 sonrası tüm dönemlerde önderlik sorunu aşılamamış, birlik deneyimlerine rağmen parti esas olarak ayrılıklardan kurtulamamıştır. 

Önder kadroların katledilmesi, ideolojik ve siyasi çizgisinde çekirdek bir önderliğin yaratılamaması ve önderlik ihtiyacının giderilememesi hem sağlam, dayanıklı ve işleyen bir partinin oluşumuna engel, hem de güçlü bir önderlik çizgisinde güçlerin birleştirilmesine engel faktör olması kaçınılmaz sonucu doğurmuş birlikten çok ayrılıklar her dönemde partinin önüne çıkmıştır.

 Bu durum proletarya partisini güçten düşüren, enerjisini harcayan egemen sömürücü sınıflara karşı yürüttüğü savaşa darbe vuran bir etken olması ayrılık meselesinde sol sekter düşüncenin de beslendiği alan olmuştur. 

Ayrılıkları besleyen önderlik başta olmak üzere teorik ve pratik yönler üzerinde durmak ve sonuçlar çıkarmak yerine neden ve sonuçların tümü ayrılığın taraflarına yüklenmiş, birlik, birleşmeyi tesis etmek yerine edebileştirilmiş bir ayrılık düşüncesiyle hareket eden düşünceler kendine alan bulmuştur. 

Esasta örgütsel nedenlerden gerçekleşen ayrılıklar devrimci proletaryanın sınıf çıkarları aleyhine, burjuvazinin ise lehine işleyen içerikte işçi sınıfı partisinin güç kaybetme zemini olmuştur. Ayrılıklar birer sonuçtur, ayrılığı yaratan nedenlerin iyi tahlil edilmesi gerekir.

 

Tümü değil ama belli başlı ayrılıklar şunlardır:

 

İbrahim Kaypakkaya yoldaşın teorik ve siyasi çizgisinden kopmakla başlayıp modern revizyonizmin anti Maoizm cephesine dahil olan Koordinasyon Komitesi hizbi 1976 yılında partiden atılmıştır.

 

Birinci Merkez Komitesi’nin sağ pasifist çizgisine bir tepki olarak 1980 yılı ortasında gelişen Geçici Koordinasyon Komitesi (GKK) hizbi parti gücüne önemli bir zarar vermiş, tahribat yaratmıştır.

 

Mao Zedung yoldaş şahsında Marksizm, Leninizm, Maoizme karşı ideolojik saldırı çizgisinde gelişmiş ve 2. Konferansa doğru ve hemen akabinde sistemleşmiş çizgisiyle partiyi karşısına almış Yurt Dışı Hizbi 1981 ortalarında kopmuştur. Bolşevik Partizan olarak bilinen bu Yurt Dışı Hizbi parti ikinci konferansı tarafından revizyonist ve Troçkist kırması AEP’den etkilenme sonucu oluşmuş görüşler olarak değerlendirilmiştir. 

Yurt Dışı Hizbiyle 1976 yılında atılan Koordinasyon Komitesi hizbinin teorik ve siyasi çizgileri esas olarak Mao Zedung görüşlerine karşıtlık üzerinden Marksizm, Leninizm, Maoizmin teorik hazinesine, pratik deneyimine ideolojik saldırı muhtevasıyla çakışmıştır.

 Keza kendini kısa süre sonra feshedip partiye dönen, etkinlik göstermeyip dağılan nitelikte olan 1978 yılında üç hizip ortaya çıkmıştır. Çeşitli politik farklılıklar ve dönemin önderliğine karşı güvensizlik belirterek 1986 yılında yurt dışında Maoist Parti Merkezi ismiyle bir grup ayrılık ilan etmiştir.

 Partiye önderlik etmede süre gelen yetersizlikler, önderliğe karşı gelişen güvensizlik ve kaosun örgüt ortamını fazlasıyla zehirlediği ve iç sorunların giderilemediği koşullar içinde 7 konferans delegesinin bulunduğu 9 yoldaşın Kasım 1986 yılında Hürmek çatışmasında katledilmesi sonrası Merkez Komite tarafından konferansın yurt dışında yapılması kararı almasıyla önü alınamayan iç politik çekişmeler 1987 yılı ortalarında DABK ile Konferans ayrılığıyla sonuçlanmıştır. Bu ayrılık önderlik sorunundan kaynaklı politik meselelerden kaynaklanmıştır.

 

1987 ile 1992 birliğine uzanan süreçte TKP/ML Konferans kanadında Devrimci Partizan ismiyle bilinen bir ayrılık olmuştur. Merkez kadro ve üyelerin içinde yer aldığı ideolojik, siyasi çizgi farkları bulunan bu ayrılıkta Devrimci Partizan “iki asgari bir azami program”la Kürdistan’da parti örgütlenmesini savunmaktaydı. Konferans kanadı 4. Konferansta Devrimci Partizan çizgisini “sağ tasfiyeci, revizyonist” olarak değerlendirmiştir.

 Nisan 1992 yılında TKP (ML) DABK ile TKP/ML Konferans arasında gerçekleşen birlik, taşıdığı ilkesizlikler ve çürük zemin üzerinde fazla dayanamadan 1994 yılında yeniden ve daha ağır sonuçları olan bir ayrılıkla sonuçlandı.

 1995 yılında TKP/ML’de bir ayrılık daha oldu. TKP (ML) GÖK ayrılığında devrimci olmayan sekter bir anlayışla bu örgütün üç kadrosu hakkında 2. Olağanüstü Parti Konferansı’nda ölüm kararı çıkartılmıştır. ‘94 ayrılığında ellerindeki silahların alınmasına karşı söylemde devrimci ilkeler öne çıkaran TKP/ML, kendisinden ayrılan ve görece daha güçsüz olan TKP (ML)-GÖK’ten kadrolara ölüm kararı çıkarabilecek kadar ayrılık ve birlik meselesinde tutarsızlığa savrulabilmiştir. 

Ayrılık meselesinde devrimci olmayan yöntemlere yakınlaşma, kaba ve sekter politika ‘94 ayrılığıyla TKP/ML’de çizgi halini almıştır ve hiç bir zaman bu konuda hatalarına karşı özeleştirel olmamıştır. 

2000’li yıllarda kendilerinden kopan Güneşin Sofrası daha sonra Devrimci Dönüşüm gruplarına olsun, 2017 yılında yine örgütsel nedenlerden olduğu anlaşılan son TKP/ML ile TKP-ML bölünmesinde izlenen politika özelliklede Yeni Demokrasi çizgisi başta olmak üzere hatalı anlayışın bir süreklilik arz ettiği görülmektedir. ‘94 sonrası bu örgüt herhangi bir birlik sağlayamadı, ayrılık ve birlik sorunundaki hatalı anlayışını “en doğru fikirler” biçiminde savunmaya devam etti, ama ayrılıklardan da kurtulamadı.

 

Maoist Komünist Partisi ise Marksizm, Leninizm, Maoizme açık bir saldırı muhtevası taşıyan revizyonist çizginin darbeci yöntemle “3. Kongre” ile 2014 yılında ilan edilmesi sonrası ayrılık gerçekleşti. Marksizme sırt çeviren ve açıktan proletarya diktatörlüğü MLM teori ve siyasi çizgisini reddeden tasfiyeci mülteci kliğin önderlik ettiği bu örgütte de 2021 yılında Öncü Partizan ismiyle bir ayrılık daha gerçekleşti. 

Başkaları söz konusu olunca partimizin ayrılıklara karşı takınılması gereken ilkeli ve doğru tavrı söylemde tekrar eden, birlik üzerine ahkam kesip duran, akıl dağıtan, ama kendisi aynı sorunla karşılaşınca bambaşka bir forma giren darbeci revizyonist tasfiyeci 3. Kongre çizgisi savunucularının partimizin köklü proleter komünist çizgisini temsil eden proleter devrimcilere, partimize yönelik benimsedikleri devrimci politika ve anlayışla ilgisi olmayan yöntemler ve anlayış ile birlik sorununda ne derece tutarsız ve ilkeli duruştan saptıkları anlaşılır olmaktadır. 

Keza Öncü Partizan ayrılığında da bu eski yoldaşlar benzer seciyesiz polemik üslubu, devrimci olmayan yaklaşımlarını sürdürdüler.

 

Bu ayrılıklar bize ne söylüyor: Partimizden 1976 yılında atılan Koordinasyon Komitesi hizbi ve 1981 yılında Yurt Dışı Hizbi-Bolşevik Partizan ve son olarakta yine yurt dışı merkezli mülteci kliğin marifetiyle revizyonist “3. Kongre” darbesiyle gerçekleşen ayrılıklar ideolojik ve siyasi çizgi temeline dayanmaktadır. Partimizde gerçekleşen diğer ayrılık ve kopmalar örgütsel meselelerden kaynaklıdır.

 

Keza bu ayrılıklar tarihi partinin iç birliğini koruyamadığı ve her dönem ayrılıklarla boğuştuğunu, bölünme, parçalanma, tasfiyelerin ağırlaşarak devam ettiğini bize söylemektedir. Bu yakıcı olgularla boğuşan, yara alan Kaypakkayacı siyasi, politik çizginin tarihi sadece tutarlı ve ilkeli bir birlik anlayışına sahip olmak gerektiğinin yanında bu tutarlılık ve ilkeli olmak ve komünistlerin birliği bilgisi ve pratiğinin kararlı uygulayıcısı olmak gerektiğini göstermiştir.

 

Maoist Komünist Partisi ‘94 ayrılığı sonrası iç-dış saldırıları tüm zorlukları göğüsleyerek boşa çıkardı. 1996’da gerçekleştirilen Kongre Hazırlık Konferansı’nda içe sızdırılmış düşman unsurlarını açığa çıkararak cezalandırmış, parti iç birliğini bozma ve anlayışını yozlaştırmaya yönelik karşı-devrimci faaliyetler konusunda çok önemli sonuçlar çıkarmıştır. 

Ayrılık meselesinde sekter hatalı yaklaşımlar mahkum edilmiş ve birlik perspektifini geliştirmiştir. TKP/ML’ye birlik çağrısında bulunmayı da içeren birlik meselesi devrimci ilkeler üzerinden tanımlanmış ve her geçen günde pekiştirilmiştir.

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)