HERŞEY DEĞİŞİR! ULUSAL HAREKETLER,
DEĞİŞİMDEN MUAF DEĞİLDİR!
Hiçbir şey olduğu gibi durmaz, değişiyor,
değiştiriyor. Ulusal ve sosyal kurtuluş hareketlerinin süreci ilerlemelerin,
gerilemelerin tarihidir. Hiçbir hareket bulunduğu noktaya nedensiz gelmiyor.
Onu kuşatan maddi koşullar, kendi iç dinamikleri çözümlenerek bulunduğu yer
tanımlanabilir. Ulusal hareketler özgülünde şunu pekala söyleyebiliriz.
Ulusal
devrimci bir hareket ulusal reformist bir harekete dönüşebilir. Tersi de
mümkün; ulusal reformist bir hareket ulusal devrimci bir harekete dönüşebilir.
PKK önderliğindeki Kürt ulusal hareketi bu
sorun özgülünde de zengin deneyimler içermektedir. En genel hatlarıyla bu
sürece, bu dönüşümün nasıl gerçekleştiğine bakalım: T. Kürdistanı’nda Kürt
ulusal hareketi ’90’lı yıllardan itibaren hareketi belirleyen, tayin eden
siyasal ilkelerle çatışmasını daha da tırmandırdı. Hareketin önderliği ulusal
kurtuluş mücadelesinin sonuç alıcı özelliğini yitirdiğini, on yıllar geçse de
varılan noktanın bugünkü yer olduğunu defalarca beyan etti.
Ulusal bağımsızlık sorunu, Kürt Ulusal
Hareketi önderliğinde en yüksek sesle bu şekilde tartışılır oldu. Ulusal
kurtuluşçu siyasal çizgiyle yaşanan bir hesaplaşma vardı. Bu yıllar Kürt ulusal
hareketinin siyasal açıdan krizli yıllarıdır. Hareket ulusal kurtuluş siyasetini ya terk edecek ya da
sürdürecek, daha gelişmiş biçimde yeniden üretecekti.
Çok
değişik kişi ve çevrelerle yaptığı görüşmelerde, röportajlarda Abdullah Öcalan
bir ayrılmadan yana olmadığını, ulusal demokratik hakların tanınmasını (özgürce
ayrılma hakkı dışında) istedi.
Dönemle ilgili olarak Kürt cephesinden
bugün yapılan açıklamalar UKKTH ilkesinin o yıllarda terk edildiğine dairdir.
Öcalan’ın düşman tarafından tutsak edilmesi sonrası Öcalan ve PKK, Kürt ulusal
hareketinin temellerini yeniden inşa etmeye başladılar.
Mesele UKKTH’yi reddetmekle bitmiyordu. Ya
da basitçe bir söylem farkı değildi. Neredeyse önderliğini PKK’nin yaptığı Kürt
ulusal hareketinin tüm kurucu öğeleri üzerinde bir değişime gidiliyordu.
Öcalan’ın
İmralı’da sürdürdüğü düşünsel faaliyet ve ortaya çıkan külliyat bu dönüşümün
kapsamı hakkında bir fikir veriyor.
“Yeni bir paradigma”dan anlaşılması gereken
Kürt Ulusal Hareketi’nin ideolojik siyasal
dönüşümüdür. 1990’larda inşa edilen bu dönüşümün hayati unsuru UKKTH olmuştur.
Paradigmasal dönüşüm öz olarak yola UKKTH’siz devam edecek olan Kürt ulusal
hareketinin yeni bir genel siyasi çizgiyi oluşturmasından ibarettir.
Gözlerimizin önünde yaşanan olaylar,
çekilen sancılar bu ilkesel dönüşüm nedeniyledir. Kürt Ulusal Hareketi
önderliği ‘90’lardan itibaren devletle temas halinde olduğunu söylüyor. T.
Özal’la, Erbakan hükümetiyle, Ecevit’in koalisyonuyla hep bir görüşme var. Bunu
yadırgamıyoruz. Savaş yürütülüyor, düşmanla görüşmeler savaşın bir parçasıdır.
Bu görüşmeler hakkında geçmişte de bugün de
ortaya dökülen bilgilerde şu temel meseleye; ezilen Kürt ulusunun siyasal
örgütlenmesinin biçimine cevap aranıyor. Kesin olan şu: UKKTH kesinlikle
dıştalanarak temas kurulmuş/sürdürülmüştür.
Örneğin devlet kaynaklı bir açıklamada A.
Öcalan’a gönderildiği söylenen Ağustos 1998 tarihli bir mektupta “Devletin
bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir” deniyor. Bu,
devlet adına yazıldığı iddia edilen bir mektuptur. Kürt ulusal haraketi de aynı
yıllarda ayrılık gibi bir düşüncelerinin kesinlikle olmadığını söylemiştir.
Temel mesele budur, ayrılma özgürlüğü, kaderini tayin hakkıdır. Devlet aklı
aynıdır, hatırlayalım Kautsky’yi eleştirirken Lenin ne diyordu. Kautsky, temel
sorundan, emperyalist burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel
sorundan yani, ulusların ezilmesi üzerine temellendirilmiş devlet sınırları
sorunundan kaçıyor...
TC de mektubunda devlet sınırları sorununu
dışta tutun, gelin diyor. Kürt ulusal hareketi ‘90’lı yıllar boyunca kendisini
ikna etmeye, devlet sınırlarını kendisi için sorun olmaktan çıkarmaya çalıştı.
Öcalan, İmralı’da “Bilimsel sosyalizmin dogmatik yorumu...”, “Leninizm’in
etkisi...” vb. diyordu UKKTH için. Kurtulunması gereken kötü bir mirastı artık
UKKTH, ama milyonlara nüfuz etmiş, milyonların talebini siyasetiyle buluşturmuş
ve onların elinde yenilmez bir güce dönüştürmüş bir hareket o genel çizgisini
ayaküstü bir yenisiyle değiştiremezdi.
“Demokrasi”, “özgürlük” ve “toplum” ulusal
hareketin (Abdullah Öcalan’ın) inşa ettiği yeni ideolojik ve siyasal söylemin
temeli, onun kurucu kavramlarıydı. Devlet, bedava verilse bile alınmamalıydı
çünkü iktidar topluma yabancılaşmaydı, otoriteydi! En demokratik olan sosyalist
devlet dahi, yozlaşmadan, çürümeden kurtulamamıştı!
Modern bir doğal toplum kurulmalıydı,
insanın her iki cinsi ve doğa özgürleşmeliydi, demokratik bir toplum
yaratılırsa bu sağlanabilirdi! Mevcut devlet mi? O da bu demokratik toplum
sürecinde dönüşüp demokratikleşecekti! Kürtler hiçbir şey istemiyor, hem kendi
toplumlarını, hem TC devletini ve sınırlar dahilini ve hem de Ortadoğu’yu
böylece dönüştürecek, özgürleştireceklerdi! Mevcut mülkiyet biçimine, sınıf
ilişkilerine, siyasal sisteme bir müdahalede bulunmadan yapılacaktı bütün
bunlar!!!
UKKTH’nin reddedilmesi, TC devlet
sınırlarının sorun yapılmaması, Kürt ulusal hareketi için yukarıda kimi
başlıklarını aldığımız, yeni bir ideolojik ve siyasal çerçevenin
oluşturulmasını zorladı, getirdi. Fakat asıl mesele “UKKTH değilse ne?” ya da
UKKTH yerine ikame edilecek siyasal ilke sorunuydu. Demokratik özerklik
alternatifinin süreci böyle oluştu. Kürt ulusal sorununda “çözüm yolu”
siyasetinin adıdır demokratik özerklik. M. Karayılan’ın açıklamasında stratejik
bir yer tuttuğu vurgulandı.
Demokratik özerklik projesi siyasal, idari ve
yönetsel, kültürel ayaklar üzerine oturtulmuştur. Merkezi devletin idari
bölümlenmesine birkaç ilin yan yana getirilerek bölge biçiminde yeni bir
halkanın eklenmesini ifade ediyor özerklik. Köy, belde, ilçe, il
örgütlenmesinin bir üst biçimi bölgeler ve onun üstü olarak merkezi devlet.
Bölgelerin yönetim organı olarak bölge
parlamentoları bölgeye dair idari ve yönetsel sorumlulukları üstlenmiş olacak.
İl genel meclislerinin bölgesel bazda kurgulanmış biçimi de denilebilir. Bu
bölge örgütlenmesine göre Türkiye’de yirmiden fazla bölge öngörülüyor. Bölgeler
etnik temelde değil iktisadi, sosyal, kültürel olarak coğrafi özellikler
biçiminde ele alınıyor.
Demokratik özerklik projesi olarak ortaya
konulan bölge örgütlenmesi başta kimi kapitalist, emperyalist ülkeler olmak üzere
Latin Amerika da dahil birçok ülkede eyalet yapılanması olarak mevcut. Kürt
ulusal hareketi anadilde eğitim sorununu, Kürt ulusal kültürünün
geliştirilmesini ve yetkinleştirilmesini, katılımcı yerel özyönetim sistemiyle
Kürtlerin örgütlenme ve demokratik dönüşümünün sağlanmasını, bölgelerin
iktisadi gelişimini ve bölüşümün daha adil düzenlenmesini, hatta adli ve
güvenlik sorununa çözüm getirilmesini ve daha başka şeyleri demokratik özerklik
projesiyle halledeceğini düşünüyor.
Demokratik özerklik sorunu daha kapsamlı
tartışılabilir. Bu yazımızda değil ama zaten Partizan ve İşçi-köylü için konu
hep günceldir. Konumuz açısından şunları belirtmemiz gerekir; Bölgesel özerklik
ulusal sorunun çözüme kavuşturulmuş biçimlerinden biridir. Fakat bu, ancak birliğin
zoraki sağlanmadığı, devlet sınırları dokunulmazlığının olmadığı, bütün ulus ve
azınlıkların özgür, eşit ve demokratik birlik koşullarının bulunduğu durumlarda
mümkündür.
Bakalım, demokratik özerklik talebi hangi
koşullarda gerçekleşiyor, en başta devlet sınırlarının korunması koşullarında
yani zoraki birlik koşullarında talep ediliyor. Her ne kadar merkezi devletin
kimi meselelerde yetki devri öngörülüyorsa da yani görünürde bölge
yönetimlerinin daha özerk kılındığı bir merkez devlet olacaksa da bu, egemen
ulusa ait bir ayrıcalık olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Toplumsal yapının gerçekliği yani
sosyo-ekonomik ve siyasal yapının gerçekliği esasen korunacağı için ezilen ulus
ve azınlıkların ulusal temeldeki demokratik talepleri minimum düzeyde
gerçekleşmiş kalacak, reformlar güdük ve biçimsel olacaktır. Açıkçası
demokratik özerklik milli baskıyı oradan kaldırmayacak, en fazla şiddetini
azaltacaktır. Kürt ulusu için asgari kazanımlar şüphesiz olacaktır.
Milli zulmün hafifletilmesi bu anlama geliyor
zaten. Fakat tam da bu kazanımlar ezen-ezilen ulus çelişmesini ezen ulus lehine
tahkim edecek, ezen ulusun egemen konumunu inceltilmiş olarak
meşrulaştıracaktır. Kürt Ulusal Hareketi ‘90’lı yıllardan başlayarak kendi
içinde UKKTH ve bu devrimci ilkenin tayin ettiği ulusal siyasetle çatışmaya
başlamıştır. Bu çatışma ulusal reformist çizgiyle ulusal devrimci çizgi
arasında bir çatışmadır.
UKKTH’yi terk etmesi, siyasal amaç ve hedefler
bakımından bir yönelime girmesi, güçlendirilmiş yerel yönetimler de içinde
olmak üzere AB kriterlerine uzanması Kürt Ulusal Hareketi içindeki çatışmanın
ifadeleridir.
Kürt Ulusal Hareketi içerisindeki çatışma
çoktandır reformizmin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Bugün demokratik özerklik biçimi altında
sürdürülen siyaset reformcu siyasettir. Süren Kürt ulusal savaşı reformlar için
savaştır. Elbette değişmez değildir. İç ve dış politik koşullar, Kürt ulusal
hareketinin dinamikleri üzerinde olumlu bir etkide bulunarak devrimci bir
dönüşüme yol açabilir. Reformist hareketlerin ilerici, devrimci dinamiklerinin
-özellikle ezilen ulusun hareketiyse- tükettiğini kim iddia edebilir?
ST bize şunu soruyor.
Bugün Kürt Ulusal Hareketini reformist
değerlendiriyorsunuz, peki ileride ne diyeceksiniz? Yani devletin tasfiye
politikası sonuç verir, ulusal hareket silahlı güçlerini tasfiye ederse,
devletle anlaşmaya oturursa vb. koşullarda nasıl tanımlayacaksınız diyor.
Bu ve benzer sorunların “mantıki” bir yanı
var elbette, yine “mantıki” cevapları da var. Fakat olasılık üzerinden
değerlendirme yapmak anlamlı değil. Silahlı güçlerin tasfiyesi, devletle masaya
oturması ne adına, hangi siyaset adına yapılıyor, hangi siyasal amaç
gerçekleşiyor, biz buna bakarız.
Silahlı güçlerin tasfiyesi az şey değil
tabi.
Yalnız bugünkü siyasal çizgi açısından
niteliksel bir dönüşüm de değil. Bugün Kürt Ulusal Hareketi reformist,
demokratik bir harekettir, silahlı mücadele reformist çizginin kumandasındadır.
Benimsenen özerklik siyaseti bugün
açısından savaş da içinde olmak üzere farklı araçlarla gerçekleşiyor. İleride
aynı özerklik siyaseti eğer savaşa ihtiyaç duymadan sürdürülecekse bu bir
şeydir elbette ama reformist siyaset dışı bir şey değil. Altını çizmeliyiz,
MLM’ler süren savaşta siyasete bakarlar, savaşa neden olan siyaset nedir,
belirleyici olan budur.
Siyaset yerine silahı, siyasetin
belirleyiciliği yerine silahın belirleyici olduğunu düşünmek öteden beri düşülen bir
oportünizmdir.
Salt askeri bakış açısı siyaseti küçümser,
“olaylara namlunun ucundan bakar”, tabii doğru göremediği için durumunu daha da
vahimleştirir, konuyu daha da uzatmayalım.
ST 14. SAYIDA “OYUNUN KURALLARI” DEĞİŞİYOR
Şimdi ST’nin “oyunun kurallarını” nasıl değiştirdiğine bakacağız. Ama
önce Lenin yoldaşın bir vesileyle söylemiş olduğu şu sözleri aktaralım
istiyoruz: “Rusya’da ufak oportünist bir yanlışı geliştirip oportünist bir
siyasal sistem haline dönüştürmeyi üstüne görev bilen kişiler her zamanki gibi
bulundu.” (USUKS, Sf 109) ST’nin 14. sayısındaki ilgili yazı Partizan’a cevap
diye ST’nin savunduğu anlayışı doğrulatmaya çalışırken daha da
derinleştirmiştir, Lenin yoldaşın sözlerini bize hatırlatan bu tablodur.
ST’nin ve temsil ettiği anlayışın ulusal hareketlerin politik niteliği
hakkındaki görüşlerini 66. sayımızda ve bu yazıda ele aldık. Fakat bir de ST,
14. Sayı sorunu var.
Söz konusu yazıda bir taraftan Partizan eleştirilirken diğer yandan
ulusal hareketlerin niteliği hakkında görüş de beyan ediliyor. Her ne kadar
bunların eski görüşlerinin aynısı olduğu vurgulanıyorsa da her okur gibi biz de
böyle olmadığını biliyoruz.
Eğer ST, bir tartışma yürütmeye niyetliyse oyunun kurallarını bozup yeni
kurallarla oyun açmamalıdır. Biz (Partizan) ST 14. sayıda belirlenen kurallara
göre mi oyunu oynayacağız yoksa önceki sayılara göre mi? Dahası ST 14.
sayısında da bir istikrar yok. Eğer ST, 14. sayıdaki görüşleri sahipleniyorsa
önceki sayılarında kendince yanlış olmasa bile 14. sayıya göre epeyce “eksik”
kaldıkları, dolayısıyla bir yetersizlik, eksik tanımlama olduğu için bir
özeleştiri, bir hatırlatma yapması gerekiyordu.
Özür müessesesi, özeleştiri rafa kaldırılmış olamaz, olmamalı.
Bunu böylece belirtmemiz, hatırlatmamız gerekiyordu. Şimdi bazı
örneklerle bir “ST 14. Sayı” problemi olduğunu göstermeye çalışacak, ve
beraberinde çözümümüzü, ne yapacağımızı netleştireceğiz. 93 ve 94. sayfalarda
ST yazarı, bir ulusal devrimci hareket tanımı yapıyor, önce “a” şıkkını yazıyor
sonra bu şıkkın “mantıki sonucu” diyerek bir unsurunu, sonra da ikinci mantıki
unsurunu sıralıyor: ardından da “b” şıkkını yazıyor ve ona da “mantıki sonuç”
üretiyor. Böylece bu şekilde karşımıza 6 parçalı bir matruşka çıkartıyor.
Yazar başvurduğu yöntemdeki tuhaflığın farkında. O “mantıki” sonuçlar
ST’nin önceki görüşlerine birer yama olarak ekleniyor ve bunlar önceki
görüşlerle bir farklılık da arz ediyor. Buna rağmen açık davranma yerine bu
acayipliği “bertaraf” etme yolu tutuluyor ve bakın ne diyor: “Bu söylediklerimizle
birlikte, Partizan şunu söyleyebilir: ‘Eleştirilerimizi doğruladınız, çünkü bu
söylediklerinizle eski tanımınızı reddediyorsunuz...
Zira,Partizan’ın eleştirilerini
doğrulamıyoruz. İkinci olarak da eski tanımımızı reddetmiyoruz...” Tamam. Peki,
reddetmiyor da ne yapıyorsunuz buna bir cevabınızın olması gerekmiyor mu? Her
neyse.
Devam edelim.
ST genişletiyor, açımlandırıyor. Fakat toplumsal olaylar bir düzenlilik
içerisinde bahsedildiği gibi mantıki sonuçlar üretmez, zincir bir yerde kopar.
Çünkü her şeyin başında “koşullar” olgusu var. O “mantıki” dediğiniz sonuçlar
ancak ve ancak belli koşullar altında kısmen veya belki tamamen
gerçekleşebilir. Kaba indirgemeci tarz mekanik materyalizmden mirastır. Ama
madem ki “mantıki” sonuçlarla ilgileniyorsunuz, en başa UKKTH’nin konulması
gerekmiyor mu?
Ulusal bir program hiç UKKTH’siz olur mu? (Ama olur diyordunuz değil mi,
gizleyebilir demiştiniz). Ana ilke UKKTH, sizin ürettiğiniz ve dahi
üretmediğiniz şeyler UKKTH’ye bağlı siyasal amacın yansımalarıdır. ST, UKKTH’ye
vebalı muamelesi yapıyor, kaçtıkça her şey ayağına dolanıyor. Biraz önce
“mantıki sonuçlar”la süslediği devrimci ulusal hareket tanımını unutmuş ya da
memnun kalmamış olacak ki 97. sayfadan itibaren yeni bir tanım inşa etmeye
başlıyor ve şöyle diyor:
“Bizce, derli toplu sağlam tanım
şöyle olmalıdır.” Evet, aynen böyle deyip, bu kez de tam 7 madde sıralıyor, hem
de geniş geniş tabii “mantıki sonuçlar” demeyi yazar ihmal etmiyor. ST, oturup
düşünmüş, ulusal devrimci bir hareket nasıl olur sorusuna cevap aramış. Fakat
bilimsel tarzla değil, bu nedenle bulduğu her şeyi sıralamış. İçlerinde
isabetli olanlar da var, ama neye yarar, sorunun farkında olmadıktan sonra.
Örneğin “F” maddesi şöyle: “İşgal, ilhak... her türden ulusal baskı, zulüm ve
tahakküme karşı; ulusal demokratik hak, talep ve özgürlükler uğruna ulusal
bağımsızlık ya da göreli diğer statüler (özerklik, otonomi gibi...) elde etme
hedefiyle yola çıkap, hakim ulus hakim sınıflarının tahakkümünü ortadan
kaldırmaya dönük gelişen bir hareket olması (bu, programına bağımsızlık
hedefini somut olarak koyması anlamına gelmez, örneğin, somut programında
özerklik talebiyle yola çıkan bir ulusal hareket de bütün bu özelliklere
sahiptir, sahip olabilir.
Dolayısıyla pratik politik olarak devrimcidir, devrimci olabilir)” (Sf
98) (Bu sadece “F” maddesidir, altı tane daha var böyle) ST yazarı ne dediğinin
ne yaptığının farkında değil, üzülerek belirtelim oyun oynuyor. Şu bir
paragraflık yazıda devrilen çamlar bir yana özerkliğin hakim ulusun hakim
sınıflarının tahakkümünü, milli baskıyı vb. kaldıracağını söylemek akıl kârı
mı? Herkes yanlış (tabi “özerklik ulusal baskıyı hafifletir” diyen Lenin de!)
ST yazarı doğru. Madem ki özerklik “bütün bu özelliklere sahiptir, sahip
olabilir” ST ve temsil ettiği yapı özerkliği savunsun, değil mi?
(Bir başka yerde de özerkliğin gerici olduğunu komünistlerin programına
almayacağını belitiyor, yukarıda sıraladığı işlevlere sahip özerklik mi
gerici?!)
Bir de “e” maddesi var, orada da “ulusal ayrıcalıklar elde etme amacıyla
beliren, dolayısıyla gerici sınıfın damgasını-önderliğini temsil eden bir
hareket olmaması” diyor. Oysa ulusal ayrıcalıklar elde etme eğilimi ulusal
hareketlerin doğasında olan, bu hareketlere içkin bir durumdur.
Çünkü her ulusal hareket kendi ulusal çıkarlarını önceller. O, ulusal
egemenliğini diğer topluluklar üzerinde bir ayrıcalık olarak kullanır, ulusal
hareket önüsonu ulusal bir burjuva harekettir, onun tavrı sadece kendi ulusal
zenginliklerini, kendi ulusundan emekçileri sömürmekle yetinmek değil varsa
başka ulus ve milliyetler, onları da kendine bağlamak, ulusal bağımsızlığını
onlar üzerinde bir egemenliğe dönüştürmektir. MLM’nin “ulusal hareketlerde
ilerici olan ne varsa onu destekler; gerici yanlarına, ulusal ayrıcalıklar
peşinde koşmasına tavır alırız” perspektifi budur işte.
ST bu konuda R. Luksemburg’u taklit ediyor. Rosa da “Yahudileri ezsin,
sömürsün diye mi Polonya ulusal hareketini destekleyeceğiz” diyordu. Lenin ise
buna karşılık olarak küçük ulusun, ezilen ulusun burjuvazisini, Polonya
burjuvazisini destekten kaçarken ezen ulusun burjuvazisini daha büyük burjuvazi
olan Büyük Rusları desteklemiş oluyorsun diyordu.
Ulusal hareketlerin bir özelliği de (tabi mutlaklaştırmıyoruz) budur.
Hareket içinde, hem ileri hem de geri yanlar barındırır. Ulusal ayrıcalıklar
elde etme eğilimi onun geri özelliğidir. Komünistler ulusal hareketi bu
gerçekliği içerisinde alır. ST’nin ayrımında olmadığı bu gerçeklik nedeniyle
ulusal hareketleri bir çırpıda gerici sınıf hareketleri ilan etmek ST’nin
başarısı olsun. ST’nin 14. sayısında ulusal devrimci hareketler için çizilen
(iki değişik paket olarak) kapsamı tartışmayacağız zaten ona kapsam, kriter vb.
demek de doğru değil. Ulusal hareketlerle ilgili olan her şeyin konulduğu bir
torba. Elini attığında her soruya “açıklama” getirecek değerlendirmelerdir.
ST’nin öncelikli olarak karar
vermesi, okurun karşısına hangi görüşlerle çıkacağını netleştirmesi gerekir. Bu
nedenle ST’nin 14. sayısında ulusal devrimci ve reformist hareketlerle ilgili
“kıstaslarını” “Bizce derli toplu sağlam bir tanım” dediği ölçütleri ayrıca
tartışmayacağız.
J- LENİN NE DEMİŞTİ?
III. Enternasyonal’in 2. Kongresi’ne sunulan “Uluslar ve Sömürgeler
Komisyonu’nun raporu” Partizan’la ST arasındaki tartışmanın bir materyaliydi. ST,
ulusal hareketlerin niteliğiyle ilgili kriterlerini Lenin yoldaşın sözünü
ettiğimiz konuşmasını esas alarak oluşturmuştu. Partizan dedi ki “O bölüm Sınıf
Teorisi’nin anladığı ve zannettiği gibi ulusal hareketlerin niteliği sorununa
değil geri ve ezilen bağımlı ve sömürge ülkelerde komünistlerin ve Komünist
Enternasyonal’in desteklemesi gereken ulusal hareketleri içeriyor”. (Pzn, Sayı
66, Sf 18) Lenin yoldaşın konuşmasındaki ilgili bölümü yazımızın sonuna ek
olarak koyacağız. Böylece her okuyucunun ne söylendiğini, neden söylediğini
netleştirmesine olanak sunulmuş olacak.
Önemli olan da meselenin bu
yönüdür. Fakat ST’nin yaklaşımıyla ilgili hiçbir şey söylememek de olmazdı!
Eğri bir zemin üzerinde düz yürüyemezsiniz. ST, eğriyi doğru göstermeye
çalışıyor. İsabetsiz alıntılar, hiç olmayacak yorumlar, birbiriyle ilgisiz
olgular arasında bağlantı kurmalar hep bundan dolayıdır. Partizan’ı çürütmeye,
kendini doğrulatmaya odaklı bir ispatlama psikolojisi... Bunun kime, ne faydası
var?
Şimdi önce, Lenin yoldaşın konuşmasındaki o can alıcı cümleyi alalım:
“Komünistler olarak biz, sömürgelerdeki burjuva kurtuluş hareketlerini, bu 80
hareketler gerçekten devrimci olduğu ve bizim sömürülen yığınlarla köylüleri
devrimci bir ruhla örgütleyip eğitme çalışmalarımızı engellemediği ölçüde
desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.” (USUKS, Sf 347, aynı konuşma UKKTH, Sf
210’da da mevcuttur.)
Evet... Bir yoruma, uzun boylu bir tahlile gerek var mı acaba? Eğer
gerçekten devrimciyse bu hareketler, emekçiler arasında örgütlenmemize,
propagandamıza engel çıkartmazlarsa desteklemeliyiz, destekleyeceğiz diyor. ST
ise bunu, ulusal devrimci hareket için ölçüt olarak kabul ediyor, ulusal
devrimci, ulusal reformist ayrımının kriteri olarak görüyor. Sorun şu değil ki;
emekçiler içerisinde çalışmamıza kim engel çıkartmaz, ulusal devrimci hareket
mi, reformist hareket mi?
Sorun bu değil. Devrimci,
komünistlere karşı her iki hareketin tutumunun farklı olacağı açıktır. Fakat bu
ulusal hareketin niteliğini belirleyen bir özellik midir? Ulusal hareketler
böylesi özelliklerle mi tanımlanmalıdır? Temel ilkelere, onunla şekillenen
genel siyasete itibar etmeyecek, değerlendirmede bunlar konu dışı mı
bırakılacak? Peki ama bunlar olmadan bir hareket nasıl olur vs. vs. Sorun bu.
ST, bunları es geçtiği için bambaşka yerlere takılıyor. Şöyle diyor: “Görüldüğü
gibi Lenin ‘eğer bu koşulların’ diyerek bunların koşul olduğunu açıkça
söylüyor”. Doğru, koşul var ama “koşul”un geçtiği durum nedir, üstelik Lenin’in
kullandığı gibi koşul ölçüt, parametre anlamında değil “ortam” anlamındadır.
Bütün bunlar ayrıntı.
Bizim subjektif tutumumuzla ilgilidir. Bir ulusal hareket devrimci
niteliğini senin karşındaki konumuyla almaz. Peki komünistler yoksa, belirleyen
kim olacak? ST şöyle söylüyor: “... Bu hareketler, ancak devrimci olduklarında
ve örgütlenmemiz önünde engel olmadıkları takdirde desteklenebilirler ve bu
koşulları yerine getirdiklerinde-taşıdıklarında devrimci olup reformist
değerlendirilmezler.
Burada yanlış olan nedir?” Yanlış olan, olguların ele alınışındaki
felsefi yaklaşım ve yöntemdir. ST, totoloji yaptığının farkında değil, ama
aslında anlayışın kendisi totoloji. Şöyle yapalım: -
Soru: Ulusal hareket neden
devrimcidir? –
Cevap: Devrimci olduğu için devrimcidir. –
Soru: Peki neden devrimcidir? –
Cevap: Devrimci olduğu için
devrimcidir.
Arkadaşların yaklaşımı bu.
Lenin yoldaş zaten gerçekten devrimcilerse diyor, ST ise bunu devrimci
olmanın koşulu sayıyor, ne diyelim! Lenin yoldaşın bu konuşmasından tam yedi
yıl sonra 1927 yılında SBKP(B) Merkez Komitesi ve Merkez Denetim Komisyonu’nun
ortak toplantısında Çin devrimi hakkında muhalefetle şiddetli tartışmalar
yaşanıyor.
Stalin yoldaşın eleştiri okları Troçki ve Radek’in başını çektiği
çizgiyeydi. Troçki ve Radek’i eleştirirken, Stalin şunları söylüyordu: “...
muhalefet... ulusal burjuvazi ile geçici anlaşmalar ve blokların, koşullar ne
olursa olsun, Çin’de hiçbir zaman kabul edilebilir olmadıklarını ileri
sürüyor...” (MUSSS, Sf 270) Tartışma devrim ve strateji sorunları üzerindeydi.
Çin devriminin özgünlüklerini inkar ediyor, Rusya’daki devrimle
karşılaştırıyor, proletaryaya ittifaklar yolunu kapatıyorlardı.
Bu burjuva muhaletefete karşı Stalin yoldaş Lenin’i referans gösteriyor
ve diyordu ki: “Sömürge ülkelerde burjuva kurtuluş hareketleriyle geçici
anlaşmalar ve bloklaşmaların kabul edilebilirliği konusunda Lenin şöyle der”:
Ve Stalin yoldaş Lenin’den iki alıntı verir. İkinci alıntı şudur
arkadaşlar:
“Biz, sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu
hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin
temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş yığınları devrimci
bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve
destekleyeceğiz.” (“Desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz” kelimelerini Stalin
italik biçimde yazmış ve italikler Stalin’in diye not düşmüştür.)
Görüldüğü gibi proletaryanın ittifaklar anlayışını reddeden, kapalı
kapıcı olan Troçkist muhalefete karşı Stalin yoldaş, üzerinde tartıştığımız
yazıyı, Lenin yoldaşın alıntısını refere ediyor. Partizan’ın Lenin’i yanlış
okuduğunu söyleyebilirsiniz, peki Stalin de mi yanlış okuyor, aklın yolu
komünistlerde birdir derler, Partizan’ın kavrayışı Stalin’inki gibidir.
Lenin’in alıntısından sonra muhalefete şöyle sesleniyordu Stalin: “Nasıl
olabilir de Rusya’da burjuvazi ile anlaşmaya yıldırımlarını indiren Lenin,
Çin’de bu tür anlaşmalar ve blokların kabul edilebilirliğini benimseyebilir?
Acaba Lenin yanılmış mıdır?
Acaba devrimci taktikten oportünist taktiğe mi dönmüştür?...
” (MUSSS, Sf 271) Neymiş arkadaşlar, hala Lenin o konuşmasında ve ilgili
bölümde ulusal devrimci bir hareket için ya da ulusal hareketlerin politik
niteliğinin belirlenmesi için kriterler mi koydu diyorsunuz? 81 ST’ninUKKTH’nin
Devrimci Özüyle Girdiği Savaşta Bir Silah Olarak İşlevsel Kıldığı Karşı
Devrimci Önderlikler Sorunu Başlığa aldığımız konuya yazımızın içerisinde
değinmiş ve belli açıklıklar getirmiştik. Yazıyı buraya kadar okuyan her okur
meseleye yaklaşımımız hakkında belli bir fikir edinmiş olmalı.
Fakat ST, bu sorunu öylesine
ağzına sakız yapmış çiğniyor ki, üstelik Partizan’ın ilerici ulusal
hareketlerden dünya devrim cephesini güçlendiren, emperyalizme,
işbirlikçilerine karşı olan ulusal hareketlerden bahsettiğini, bunu açıkça
yazmış olduğunu bilmesine rağmen çiğniyor ki bir başlık açarak kısaca değinmeyi
gerekli gördük.
Önce ST’den bir alıntı: “Diyelim ki, ulusal hareketin önderliğini büyük
toprak ağaları ve en gerici sınıflar çekmektedir. Tesadüfe bakın ki, ...
bağımsızlık-ayrılma (UKKTH) ilkesini programına koydu, bu doğrultuda yola
çıktı!...ayrılma özgürlüğünden hareket etse de emperyalizm ve diğer hakim
sınıflara eylemiyle dolaylı-dolaysız pratik darbe vurmuyor-vurmaktan esasta
sakınıyor vb. Bu ulusal harekete devrimci diyebilir miyiz?
Salt UKKTH ilkesini programına koydu diye bu en gerici sınıfların
önderliğini yaptıkları ulusal harekete devrimci demek mümkün mü? Sorumuzun ilk
muhatabı Partizan dergisidir.” (Agd, Sf 89) Pekala, kurguya göre en gerici
sınıflar önderliğinde UKKTH için gelişen ama ne emperyalizme ne de diğer hakim
sınıflara darbe vuran bir ulusal hareket varmış, şimdi...
Önce böyle bir ulusal savaş olur mu, eğer emperyalizm ve diğer hakim
sınıflara karşı gelişmiyorsa bu ulusal savaş kime karşı veriliyor? İlerici
güçlere mi, mesela demokratik bir ülkede demokratik bir yönetime (olur ya!)
karşı mı savaşıyor? Hedefte kim var? Hiç mi bir sınıf, zümre, ülke vs. yok?
Hayalden yana yaratıcı dünyanızı zorlayıp bir kurgu oluşturabilirsiniz, ama az
buçuk gerçeklerle de teması olsun! ST’nin ulusal hareketi yeldeğirmenlerine
karşı savaşıyor olmalı ki somut bir hedefi yok.
Madem ki ST “sorumuzun ilk
muhatabı Partizan...” demiş, soruyu ete kemiğe büründürmek ve cevaplamak bize
düşmüştür.
Ulusal kurtuluş hareketlerinin tarihinde tıpkı ST’nin dediği gibi gerici
sınıfların önderlik ettiği ulusal hareketler mevcut. Tabi bunlar ulusal
bağımsızlık hareketleridir, kendi kaderlerini tayin için savaşıyorlar,
yazımızın içerisinde bunlardan biri olan Afganistan bağımsızlık savaşı ve
Emanullah Han örneğini verdik.
İngiliz emperyalizmine karşı
savaşılıyor, bu gerici sınıf önderlikli ulusal bağımsızlık savaşını Stalin
yoldaş devrimci bir savaş olarak değerlendiriyor.
Keza yine aynı dönemlerde Mısır ticaret
burjuvazisinin İngilizlere karşı savaşı da devrimci bir savaş olarak görülüyor.
Gerici sınıfların kendi uluslarının kaderini tayin için
emperyalizme karşı önderlik ettiği bu ulusal savaşlar “objektif olarak
devrimcidir” biçiminde tarihe not edilmiştir.
ST, emperyalizmi hedeflemiş olması
nedeniyle bu savaşları kurgusuna uygun bulmayacaktır. Tamam, bizim ulusal
hareketler tarihi içerisinde seyahatimizde devam edip ST’nin sorusuna
örneklerle cevap arayacağız. Fakat ST, bize bir kolaylık yapıyor.
Her ne kadar söyledikleri net olarak anlaşılmasa da “Bu tartışma ya da
durum, ABD’nin Irak’a saldırısı karşısında Saddam’ın desteklenmesi tavrına
uzatıyor bizi...” (Aynı paragrafta) diyor.
Yazarın
anlatmak istediği nedir, belirsiz. Fakat paragrafın bütünü içerisinde
aldığımızda Saddam direnişinin ulusal bir savaş olduğu, emperyalizme darbe
vurmadığı, ama UKKTH için bir direniş olması nedeniyle Partizan’ın görüşünce
Saddam’ı desteklemek gerektiği vs.yi anlatmak istiyor olabilir.
Bir kere Saddam’ın önderlik ettiği direniş ulusal bir savaşa/direnişe
evrilmedi. Eğer Saddam’ın önderlik ettiği bir savaş olsaydı somut olarak
tartışılabilirdi. Emperyalist koalisyon Irak’ı işgal ettiğinde Saddam bu işgale
karşı bir direnişi örgütleseydi, önderlik etseydi elbette desteklenirdi.
Eğer iddianız emperyalist işgale
karşı süren direniş, Saddam yakalanıncaya değin Saddam’ın önderliğinde
yürüyordu yönünde ise açık söyleyelim, biz bu direnişi destekleriz. Böyle bir
direnişin işgale yöneliyor ve emperyalizme darbe vuruyor.
(Ama Saddam böyle bir direnişin başında
değildi, o kişisel güvenliğinin derdindeydi. Daha çok otonom yapılar biçiminde
değişik sınıf ve tabakaların ve onların siyasal örgütlenmelerinin önderliğinde
bir direniş sürdü. Ayrıntılı bir konudur, girmiyoruz.)
Daha somut konuşalım. Afganistan’da süren direnişi alalım. Bu ulusal
kurtuluş savaşı “yedi düvele karşı” sürüyor. Gerici bir önderlik olduğuna hiç
kuşku yok. Peki, emperyalizmin birleşik savaş örgütü NATO’ya karşı direnişine
ne demeli, komünistlerin tavrı ne olur, emperyalist karargahlara karşı bu direniş görmezden mi gelinir,
desteklenmez de ne yapılır?
ST’nin attığı taşı kuyudan çıkarmaya devam edelim:
Marks yoldaşın desteklemediği Çeklerin ve Güney Slavlarının ulusal savaşı
acaba ST’nin kurgusuna (UKKTH ile yola çıkan ama, emperyalizme ve diğer
egemenlere darbe vurmayan, gerici-en gerici sınıfların önderlik ettiği ulusal
savaş...
İşte buna benzer bir kurgu) uyabilir mi? Benzemiyor da değil ama bu iki
ulusal savaş da ilerici halklara karşı veriliyor. O dönem Avrupa’nın ilerici
halkları ve demokratik ülkeleri için en büyük tehlike Çarlık monarşisidir.
Çekler ve G. Slavları Çarlık Rusya’sının, bu feodal monarşinin bir aleti
olarak, ilerici uluslara (feodalizmi tasfiye etmiş, siyasal demokrasi açısından
uygun bir zemin üzerinde mesafe almış, ilerici özelliklerini yitirmemiş
burjuvazinin damgasını vurduğu uluslar) karşı koçbaşı olarak kullanılıyor.
Çarlığın “ileri karakolları” rolünü oynuyorlardı.
Kısacası G. Slavları ve Çeklerin hareketi ilerici, demokrat uluslara
karşı gerici bir hareket olduğu için bu örnek de ST’nin kurgusuna uymuyor. ST
yazarı işi Kautsky ve ekibinin anayurt savunmasına taşır mı bilemeyiz, bu
revizyonist sosyal-şovenler (Kautsky ve şurekası) UKKTH’yi emperyalist anayurt
savunması için bir argüman olarak kullanıyorlardı.
ST’nin hilkat garibesi ulusal hareket modeline en yakın örnek Kosova
olabilir.
Yazımızın içerisinde Kosova sorununa değinmiştik, burada şunu söyleyip
geçeceğiz: Kosova ulusal hareketi, Sırp egemenliğine karşı gelişirken ilerici
özellikler taşıyordu.
Fakat savaş sırasında AB ve ABD emperyalizmiyle bağlarını güçlendirdi,
onların Balkan politikasının bir enstrümanı oldu. H. Taçiönderlikli Kosova
ulusal hareketine yön veren siyaset ulusal kurtuluş değil, emperyalizme bağımlılık
siyasetidir.
Kosova’da UKKTH’nin devrimci özü ve onun tayin ettiği devrimci siyaset
değil, emperyalizm işbirlikçisi, karşı-devrimci bir siyaset yaşam bulmuştur.
Özetle: ST içeriksiz, şekilsiz
ucube bir ulusal hareket kurgulamıştır. Kime karşı, kiminle birlikte olduğu
tanımsızdır. Tabi nerede, ne zaman gibi sorulara dair de cevap için en küçük
bir emare yoktur.
ST çabasını, olanca yeteneğini UKKTH’yi boşa düşürmek için harcıyor. O
biçimsel kavrayışı dönüp dolaşıp UKKTH ile onun devrimci özüyle bir savaşa
dönüşüyor.
Sınıf Tahlili ve Strateji Sorunlarında MLM Yaklaşım Pragmatizm Değildir
Partizan, Kürt Ulusal Hareketini devrimin dostu olarak görüyor. Kürt Ulusal
Hareketi’nin ya da başka bir ulusal hareketin politik olarak reformist olması
onu düşman değerlendirmemizi getirmez, Yeni Demokratik Halk Devrimi’nin
hedefleri arasına yerleştirmez.
Proletarya Partisi’nin strateji
sorunlarını çözüme kavuşturması bir hayli eskidir.
MLM sınıf ve siyaset anlayışı,
devrimimizin biçimi ve ittifaklar sorununda bizlere net bir bakış açısı
kazandırmıştır. Reformist hareketlerle değişik platformlarda birlikte olmayı
sınıf uzlaşmacılığı olarak görmeyiz, aksi anlayışları sol sekter, kapalı
kapıcılık olarak değerlendiririz.
Bu konuda da ST
yazarı ile aynı düzlem üzerinde değiliz. ST yazarı reformizmi, reformist
hareketleri devrimin düşmanı olarak görüyor olmalı ki Kürt Ulusal Hareketi için
reformist değerlendirmesi yapmamıza rağmen Kürt Ulusal Hareketi’yle ortak
etkinlikler ve eylemler içerisinde olmamızı çelişkili bir tutum, tavır olarak
değerlendiriyor. Şöyle diyor:
“Nitekim günümüzdeki
pratikte PKK ile ilişki ve destekleme-dayanışmaları (örneğin seçimlerdeki
pratik vb.) bu değerlendirmelerinin tam tersi olarak gelişti-devam ediyor.
Yoksa pragmatizm mi var?” (Agd, Sf. 95) ST yazarı açık açık tartışmaktan,
görüşlerini orta yere dobraca koymaktan korkuyor, ideolojik zayıflık, teoriye
güvensizliktir bu.
Tam da bundandır ki geçerken,
gider ayak dokundurmalar yapıyor, “yoksa pragmatizm mi var?” diyor. Varsa
vardır. O vakit sana düşen Partizan’ın hangi siyasetinin, hangi siyasal
pratiğinin pragmatizm olduğunu göstermektir.
Ama bunu yapamazsınız, çünkü bu pragmatizm değil, strateji meselelerinde
MLM anlayışın gereğidir. Sınıf olarak küçük burjuvazi ve milli burjuvazi
devrimimizin dostudur. Her ne kadar milli burjuvazinin sağ kanadı emperyalizmle
bütünleşmeyi zorluyorsa da onu devrimimizde doğrudan hedeflemez, kazanmayı
önümüze koyarız.
Bu sınıf ve katmanlar iktisadi ve sosyal gerçekliklerine uygun olarak
devrimci-reformist parti ve örgütler biçiminde siyasal temsiliyetlerini
oluştururlar ve komünistler ilke ve anlayışlarına uygun olarak ya da ilke ve
anlayışlarından ödün vermeden bu yapılarla ittifaklar, birlikler geliştirirler.
Küçük ve orta burjuvaziye ait
sosyal ve ulusal reformist partiler olur. Bu katmanların taşıdığı özellikler,
devrimimiz karşısındaki duruşları siyasal örgütlenmelerine yansır. Şu an
ayrıntısına girmemekle beraber bunların da ittifak güçlerimizin arasında
olduğunu belirtelim. İttifakları belirleyen nedir, hangi zemin üzerinde birliğe
gidilir? Bunun cevabı “devrimci olmaları” değildir. ST, reformist dediğimiz
Kürt Ulusal Hareketi’yle birlikte iş yapmamızı çelişkili buluyor, neden? Çünkü
ST’ye göre reformistlerle bu tür bir ilişki kurulamaz, dayanışma, destek, eylem
birlikleri, ittifaklar devrimcilerle olur, aksi durumda pragmatizmdir!
Bu bakış açısının Marksist sınıf
anlayışıyla, ittifaklar sorunuyla, düşman-dost ayrıştırmasıyla uzak yakın
ilgisi yoktur. Partizan’ın anlayışı emperyalizme, komprador kapitalizme ve
feodalizme karşı olan tüm sınıf ve tabakalarla birliktir.
Hangi katmana ait olursa olsun
reformistler, reformist hareketler anti-emperyalist anti-feodal olmaları
nedeniyle ilerici özellik taşırlar, demokratik güçler arasındadırlar.
Diğer türlüsü birlik, ittifaklar meselesinde Troçkist bakış açısı ya da
etkisidir.
Stalin yoldaş tam da bu birlik, destekleme, dost-düşman meselelerinde
(önceki sayfalarda bahsini etmiş olduğumuz Troçkist muhalefete karşı) şöyle
diyordu: “Bizde, Rusya’da, 1905 yılında, devrim, burjuva demokratik bir nitelik
taşımasına rağmen, burjuvaziye karşı, liberal burjuvaziye karşı yürüyordu.
Neden?
çünkü emperyalist bir ülkenin
liberal burjuvazisi, karşı-devrimci olmaktan geri kalamaz.
” Troçkist muhalefet bu farkı gözardı ediyor, Rusya koşullarını
evrenselleştiriyor ve burjuvaziyle ittifaklar meselesine ezel-ebed kapıları
kapatıyordu.
Stalin sözlerinin devamını şöyle getiriyordu:
“Ama muhalefet unutuyor ki, ancak
ezilen ülkelerdeki devrim ile ezen ülkelerdeki devrim arasındaki farkı
anlamayan ve kabul etmeyen kimseler böyle konuşabilir...” (MUSSS, Sf 270)
Türkiye ve benzer koşullara sahip sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal
ülkelerde proletaryanın diğer sınıf ve katmanlarla ilişkisi böyledir.
Peki ST ulusal hareketi “hızla gidiyor” dediği o reformist konakta
görürse ne olacak? [Bu ST’de tümüyle belirsizdir ‘hızla gidiyor’ diyor ama bu
hız ayarı nedir; mesela ulusal hareket
komünistlerin örgütlenme ve propagandasına engel mi çıkarmaya başladı?
‘Artık proleter devrim cephesine hizmet etmeyeceğim mi’ dedi? vs.
Bunların ST’de karşılığı yok. Bunun biricik nedeni neyin terk edildiğini, neden
hızla uzaklaşıyor olduklarını belirlememesidir. Daha doğrusu açık açık telaffuz
etmemeleridir.
Yoksa son dönemde (bakınız
Devrimci Demokrasi, 1-16 Ekim, Sayı 184) uzaklaşılan şeyin ulusal kurtuluş,
ulusal bağımsızlık olduğu daha sık vurgulanıyor. Bunun diğer bir adı UKKTH’nin
terk edilmiş olmasıdır, ama ST açık değil, dolaylı anlatımı seçiyor...]
Evet, ST ulusal harekete reformist derse ittifaklar anlayışında ne tür
değişiklik olacak, dayanışma, birlik vb. ortak eylemsel pratikleri söz konusu
olacak mı, buna bugünden cevap aramalıdır. ST’nin Baskın Çıkma Gayreti Partizan
ulusal hareketlerin değerlendirilmesinde komünistlerle ilişkinin, komünistlerin
örgütlenme ve propaganda faaliyetlerine karşı aldığı tavrın belirleyici, tayin
edici olarak görülmesini naif bulmuş, ST’ye ulusal hareketin belli dönemlere
damgasını vuran pratiğini hatırlatmıştır.
Partizan’ın amacı oradan bir
tartışma yürütmek değildi. Sadece ST’nin belirleyici unsur aldığı kıstasın
durumu açıklamaktan uzak olduğunu göstermekti. Partizan, ulusal hareketin
1978-1980 yılları arasında sosyal ve ulusal kurtuluşçu hareketlerden kimilerine
sistemli bir şiddetle yöneldiğini, keza 1990’ların başlarında önceki gibi
olmasa bile küçümsenmeyecek boyutta bir şiddet yaşattığını söyledi.
1978-1980 sürecindeki şiddetin teorik, siyasal temelini Kürdistan’da
küçük burjuvazinin devrim karşısındaki konumu ve yine Kürdistan’da
sosyal-şovenizme karşı tavır meselesindeki anlayış oluşturuyordu.
Ulusal hareket her iki olguyu da Kürdistan devriminin engeli görüyor ve
şiddetle ortadan kaldırılmasını savunuyordu.
1990’larda ise ulusal hareket dışında diğer devrimci yapıların
Kürdistan’da misafir olduğu argümanı şiddetin politik gerekçesi olmuştur.
Bunlar olgudur, sistemli midir, değil midir, ulusal hareket buradan ne tür
dersler çıkartmıştır vb. şeyler ayrı bir meseledir.
Ve unutulmasın Partizan buna
dayanarak ST’nin apolitik yaklaşımını mahkum etmeyi denememiştir. O konuda
MLM’de yeterince bir zenginlik var.
Partizan’ın sunduğu pratik örneğe
karşılık ST’nin değerlendirmesi şöyle olmuştur:
“Ülkemiz devrimci örgütlerinin hemen hepsi ve Partizan geleneği de dahil
‘sol içi şiddet’ noktasında ciddi kusurlar işlemiştir... bizlerin bu eylem ve
davranışlardan dolayı bahsini ettiğimiz devrimci örgütleri ve Partizan
geleneğini de reformist değerlendirmediğimizi biliyor olmalıdır...
Partizan geleneği de devrimcilere şiddet uygulama suçuna bulaşmıştır...
” Birincisi komünistlerle ilişki biçimine bakarak bir ulusal hareketi
değerlendiren başkası değil ST’dir. Sol içi şiddet uygulayanları reformist
değerlendirip değerlendirmemek de başkalarının değil, ST’nin sorunudur.
İkincisi devrimci yapılar arasında şiddete meyleden, şiddete başvuranlar
çıkmıştır. Bu ne kadar doğruysa Partizan geleneğinin “sol içi şiddet”
noktasında ciddi kusurları işlediği,
Partizan geleneğinin de devrimcilere şiddet uyguladığı o kadar yalandır.
Üçüncüsü sözünü ettiğimiz tarihler için geçerli ulusal hareket siyaset ve
pratiğiyle “sol içi şiddet” diye kavramlaştırdığınız pratikler nitelik olarak
birbirinden farklıdır. Kaba biçimci ST yazarı, iftira yerine zamanını olgulara
nüfuz ederek, biçimsel benzerliklerine (şiddet mesela) bakarak değil, neden
nasıl gerçekleştiğine (bir siyasal taktikle ilgili olup olmadığına) bakarak
değerlendirmek için kullanmalıydı.
Tahrifat ve Demagoji Zayıflıktır.
ST’nin “... Partizan’ın Tavrı Üzerine” başlıklı yazısında en belirgin
özelliklerden biri de yaptığı alıntılara karşı davranışı, yorumudur. Her alıntı
insanda “eyvah şimdi nasıl bir yorum yapılacak!” türünden bir rahatsızlık,
tedirginlik duygusu oluşturuyor. Kesinlikle kuruntu değil. Burada bir iki örnek
vereceğiz. Ama açıkça şunu belirtelim, her birini alsak ve ST’nin tabi tuttuğu
yorum, ilişkilendirme gibi olmadığını göstermeye çalışsak çok sayfa gider.
Vereceğimiz örnekler keyfiyetin, “anlamak istediğim gibi anlarım”daki
rahatlığın ve demagojinin boyutlarını göstermeye yeter.
ST, şu alıntıyı yapıyor Partizan’dan: “(İbrahim Kaypakkaya) Henüz ortada
sözü edilir bir Kürt Ulusal Hareketi yokken ulusal hareketlerin genel
karakteristiklerini ve ülkemiz tarihindeki gelişimini tahlil edip, ulusal
hareketlerdeki demokratik öze dikkat çekip, bu hareketlerin hangi durum ve
koşullarda desteklenmesi gerektiğini gözler önüne sermiştir.” Evet, Partizan
böyle bir şey söylemiş. Şimdi ne kadar niyet okuyucu olacaksınız ki buradan şu
sonuçları çıkarasınız:
1)
Bununla, Partizan, Kürt Ulusal Hareketi tarihine
inkarcı yaklaşıyor, yaşanan
29 (bu rakam ST’ye aittir) Kürt isyanı yok sayılıyor, Kürt Ulusal
Hareketi tarihi PKK ile başlatılıyor;
2) Bununla Partizan İbrahim
yoldaşı Kürt Ulusal Hareketini değerlendirmemiş olarak gösteriyor;
3) Bununla Partizan, İbrahim yoldaşın Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik
özünü görmemiş olarak gösteriyor. ST Partizan’ın cümlelerinden bunları anlıyor
ve anladığını bu biçimden hareketle
a) “Bu en hafifinden İbrahim yoldaşa haksızlıktır”
b) “Onun Kürt Ulusal Hareketi
karşısında sahiplendiği sorumluluğu”
c) Kürt Ulusal Hareketi karşısında “yerine getirdiği görevi”;
d) “Meseleye açıklık getirmesini vb. yok sayan yaklaşımdır.”
Ne diyebiliriz, ne desek nafile! ST okurlarına duyduğumuz saygı nedeniyle
iki noktaya değinip geçeceğiz. Partizan “Henüz ortada sözü edilir bir Kürt
Ulusal Hareketi yokken” dediğinde üzerinde hemen herkesin anlaştığı bir durumu
ifade ediyor. Yani 1970’lerin başında etkili, kendisinden bahsettiren örgütlü
bir Kürt hareketi olmadığını belirtiyor. “Sözü edilir...” kelimesi bir olgunun
yokluğunu değil etki gücünü (ya da güçsüzlüğünü) anlatır. Eğer gerçekten
etkili, maddi bir güç olmuş ulusal hareket olsaydı (hiç olmadığı anlamına
gelmiyor) sizlerin yazılarında da sıkça kullandığınız “Kürtlerin varlığı
yokluğu tartışılan, ulusal sorun, Kürt ulusal sorunu teorik ve pratik sahada
kendini zaten konuştururdu.
Kısacası Partizan “sözü edilir...”
demekle Kürt ulusal hareketinin zayıf, etkisiz, güçsüz olduğunu anlatmak
istiyor. Buna katılmak zorunda değilsiniz ama Partizan Kürt Ulusal Hareketini
PKK ile başlatıyor, önceki isyanları inkar ediyor diyemezsiniz.
Gelelim ikinci hususa ST, Partizan’ın İbrahim yoldaşın Kürt Ulusal
Hareketini değerlendirmediğini, demokratik ya da gerici yanını tahlil
etmediğini, genel anlamda bir ulusal hareket değerlendirmesiyle kaldığını
söylediğini iddia ediyor.
Partizan’dan aktardığı pasajda bu düşünce varmış. Peki bakalım, şu cümle
ne anlama geliyor: “... Ulusal hareketlerin genel karakteristiklerini ve
ülkemiz tarihindeki gelişimini tahlil edip...” Ulusal hareketlerin ülkemiz tarihindeki
gelişimini tahlil eden bir İbrahim Kaypakkaya’dan bahsediyor, altını çizdiğimiz
yer ve sonrakiler...
Her şey yeterince açık değil mi? ST’de benzer çarpıtmalara ve bu
çarpıtmaya yaslanarak geliştirdiği demagojiye örneğin “Partizan Kendisiyle Çelişmektedir”
başlığı altında yazılanlarda da rastlıyoruz.
Partizan’ın söylediğini görmemek, yok saymak; Partizan’a söylemediğini söyletmek
ve her iki durumda da akıl almaz eleştirilerde bulunmak bahsini ettiğimiz
yazıda ST’nin baskın yönüdür.
Bu, açıktır ki, ciddi bir zayıflık örneğidir. Evet, ST, görüşlerine
güvenmiyor, tartıştığı anlayışın (Partizan’ın) görüşlerini çarpıtarak
eleştirmeye kalkışıyor.
Bu, teorik siyasal bakımdan acizliktir. Bunları belirtmek durumundayız.
Bakın, ST, Partizan’ıPartizan’la nasıl çeliştiriyor. Partizan’ın kullandığı
“UKKTH talepli mücadele...”, “UKKTH talepli ulusal mücadele...” sözlerini alan
ST, Partizan’ın bu sözlerini, “Ayrılmak, bağımsız devletini kurmak için
mücadele”, “Ayrılmak için mücadele” vb. olarak yorumluyor. Böyle bir yorumla
birlikte, tahmin edeceğiniz gibi şimşekler çakıyor, yıldırımlar gönderiyor
Partizan’a! “... ayrılma talepli mücadele edilmesi” diyor “...ayrılma hakkını
kullanmasını da her şart altında desteklemesi...” anlamına gelir.
Durmuyor, devam ediyor ST. Bu anlayış diyor “... ayrılma tavrının her
koşulda desteklenmesi sonucuna varır”. Bununla yetinmiyor, Partizan’ı yerle
yeksan etmeye kararlı ve “öldürücü” darbeyi gönderiyor: “... objektif olarak
gerici hareketleri destekleme ve devrimci değerlendirme durumuna düşersin.”
Ve en sonu Partizan 67. sayıdan,
komünistlerin her durumda ayrı devlet kurma fikrini savunmadıklarını, ulusun
ayrı devlet kurma talebini her durumda desteklemediklerini, desteğin şarta
bağlı olduğunu söyleyen sözlerini alıyor ve böylece Partizan 66. sayısı ile 67.
sayısının “çeliştiğini söylüyoruz ve gözden geçirmek için dikkatinizi
çekiyoruz” deyip finali tamamlıyor.
Her şey bu kadar kolay işte! Bu
tarz iyi bir tarz değil, devrimci bir yayına, Sınıf Teorisi’ne gerçekten yakıştırmıyoruz.
“UKKTH talepli mücadele” ile “UKKTH için mücadele” aynıdır.
“UKKTH’nin yanına
iki kelime eklendi diye olan ezber mi bozuldu? ST niye hiç olmayacak yerden
tutuyor? Anlaşılır olsun diye, Lenin yoldaşın benzetmesi ile açıklayalım.
Boşanma hakkı başkadır boşanmak ise bambaşka. Boşanma hakkı talebi için
mücadele ile boşanma için m ücadele aynı değildir. Partizan’ın ifadesini
açalım:
Partizan ne diyor; ST nasıl anlıyor
karşılaştıralım.
Partizan: Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı talepli mücadele ST:
Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin İçin Mücadele Partizan’ın söylediğiyle ST’nin
anladığı aynı mı? ST “hakkı” kavramını yok edip Partizan’a o suçlamaları neden
yapıyor?
Geçmişte daha sık düşülen bir hataydı, oportünistler UKKTH’yi UKKT olarak
alır ve komünistleri buradan eleştirirlerdi. Tıpkı ST’nin sözlerinin benzeri
duyulurdu ağızlarından. Objektif olarak gericileri emperyalizmin
işbirlikçilerini destekliyorsunuz derlerdi. Bu doğrultuda gerçekleşmiş
tartışmalar, tonla yazılmış yazılar var.
Partizan’ın ilgili yazısında tek bir çağrışım dahi bulunmazken UKKTH
talepli mücadeleyi, ayrılıp ayrı devlet kurmak anlamına gelir, her koşulda
ayrılmayı desteklemek anlamına gelir vs. demek demagojidir.
ST okuyucuya ve Partizan’a şunu
kanıtlamalıdır: “UKKTH talepli mücadele UKKT için mücadele demektir, aynıdır,
Partizan her koşulda ayrılmayı savunuyor ve destekliyor.” Evet, ST bu görüşünü
kanıtlamalıdır. *** Dedik ya, ST’de alıntılar gördükçe bir “eyvah” kopuyor
içimizden. İşte bir örnek daha: Partizan’dan şu alıntıyı yapıyor: “Açıkçası,
eğer şimdi görece güçlü bir ulusal hareket ayrılık yönelimini ortaya koysaydı,
Partizan gene bu yönelimi desteklemeyecekti. Çünkü içinde bulunduğumuz koşullar
ayrı bir devlet kurmanın Kürt halkının kurtuluşunu sağlamada ileri derecede bir
gelişime neden olamayacağını göstermektedir.
(Pzn, Sayı 67, Sf 60)” Bir devrimci politik yayın alıntıladığı bu
cümleleri eleştirmeye kalkışırsa ne olur? Önce komiklik yapıyor, mizah yapıyor
sanılır.
Ciddi olduğu görülünce o yayın
adına hazin bir durum ortaya çıkar. Bakın ST bu alıntıdan hangi sonuçlar
çıkarıyor: * Yazara göre Partizan Kürt ulusunun kaderini tayin yerine Kürt
halkının kaderini tayini tartışıyor.
* Yazara göre Partizan, halkın
kurtuluşunu tartışma konusu yapmıştır ve böylece bir sapmaya düşmüştür. *
Yazara göre Partizan ulusların kurtuluşuyla halkın kurtuluşunu karıştırıyor. *
Yazara göre Partizan ulusal hareketle proleter hareketlerin ölçütlerini
karıştırıyor vs. vs. vs. Belli ki ST yazarı gereğince sorumluluk duymuyor, bu
kadar cüretkar olmanın altında böyle bir hafiflik (sorumluluk duymamak
anlamında) yatıyor olsa gerek.
Hiçbir yanlış anlamaya, oraya-buraya çekiştirmeye fırsat vermeyecek
netlikte ezilen ulusların ayrılıp ayrı bir devlet kurmasını proletaryanın 86
hangi koşullarda destekleyeceğini/desteklemeyeceğini belirtiyor Partizan. Kürt
ulusunun bugün ayrı bir devlet kurma imkanı olsa desteklemeyiz diyor alıntı.
Neden? Çünkü proletaryanın sınıf çıkarlarına hizmet etmiyor.
Yani “Kürt halkının kurtuluşunu
sağlamada ileri derecede bir gelişime neden olmayacağı...” için. İşte Partizan
o alıntıda bunları söylüyor. Ezilen ulusun ayrı bir devlet kurması karşısında
proletaryanın sınıf menfaatlerini öncellemesi, destekleyip desteklememesini bu
koşula bağlaması yanlış mı?
Peki Partizan’ın söylediklerinden şu aktaracağımız sözlerin ne farkı var?
“Eğer komünist hareket Kürt ulusunun ayrılmasının proletaryanın sınıf
menfaatleri açısından faydalı olacağına karar verirse mesela ayrılma halinde
Kürt bölgesinde devrim imkanı artacaksa, o takdirde bizzat ayrılmayı
savunurdu.”
(İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar,
Altınçağ Yay. Sf 186)
Daha bunun gibi nice örnekler, evlere şenlik yorumlar var ST’de. Şunu da
merak etmiyor değiliz: Ezilen ulusun ayrılıp ayrı bir devlet kurması karşısında
desteğinizi siz neye göre belirlersiniz?
ST, İz Peşinde! “Dört sene sonra Partizan’ı bileyen neydi?” diye soruyor
ST. Neymiş peki bileyen? ST öncelikle zamanlamayı manidar bulmuş, yani PKK’de
“uzlaşma sinyallerinin arttığı bir döneme denk gelmesi...”
ST için önemli bir veriymiş. İşte bu eleştirinin altında yatan
Çapanoğlu’na götürmüş ST’yi! PKK uzlaşacakmış ya Partizan da “bakın süreç bizi
doğruladı” diyecekmiş. Bir başka önemli neden daha varmış.
Bir gün ST bir şeyler söylemiş (ne zaman, hangi sayıda bu belirsiz,
önemli de değil). İşte o “Partizan’ı öfkelendirmiş” yani “öfkelendirmiş
olabileceğini” düşünüyormuş arkadaşlar. Yani “çıkarsamaları” öyleymiş ama
“çıkarsamamızda yanılabiliriz” de diyorlar.
Fakat Partizan’ın bazı sözleri
daha varmış ki işte onlar kuvvetli veriler olarak “çıkarsamalarını”
doğruluyormuş! Bravo ST’ye! Dört sene sonra Partizan’ı bileyenin neler olduğunu
buldu. Gerçi iki senelik bir gecikmesi var, Partizan’ın o yazısının üzerinden 2
yıl geçmiş. Neyse hatırlatmayalım. Bir de “iki sene sonra ST’yi bileyen neydi?”
sorusuyla uğraştırmayalım.
ST’nin “Hafiyesi Mahmut”vari
sorgulama sonucu oluşturduğu ilk ipucu üzerinde durmayacağız. Partizan’ı
öfkelendiren diye belirtilen sözlere bir bakalım, sahiden neymiş bizi
öfkelendiren öğrenelim... Şöyleymiş: “Birçok küçük burjuva hareketin
‘Kürdistan’ın sömürge olduğu’tezinden tutalım da seksiyon örgütlenmesine,
oradan da Kürdistan devrimini PKK’ye havale etme... savunulan tezlerin hemen
hepsinin PKK’nin silahlı mücadeleyi başlatması ve önemli bir güç haline gelmesi
dönemine denk düşmesi rastlantısal bir gelişme değildir.”
Bu cümle Partizan’ı niye ve neden
öfkelendirsin.
Bu alıntıda Partizan’a dönük, onu öfkelendirecek ne var? Böyle üstü
kapalı, şifreli eleştiri mi olur? Açık açık ortaya koymaktan, sorunu net olarak
tanımlamaktan sizi alıkoyan nedir?
Bu tarz polemik mi olur?
“Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok”.
Önceki sayfalarda bir ulusal hareketin UKKTH’yi savunduğunu gizleyebileceğini,
açık açık savunmayabileceğini vs. söylemiştiniz. Şimdi de gizli gizli eleştiri
yapılıyor. Meğer Partizan’ı yukarıdaki cümleler öfkelendirmişmiş! Konumuz değil
ama belirtelim, üstelik yazdıklarınız durumu doğru da anlatmıyor.
TDH içerisinde Kürdistan’ın sömürge olduğunu, seksiyon örgütlenmeyi
savunan görüşler 1980 öncesine dayanır. Ulusal hareketin yükselişe geçtiği
tarihler sonrası, görüşlerini değiştirip, Kürdistan’ı sömürge gören, seksiyon
örgütlenmeyi savunan kaç örgüt çıktı, kim çıktı?
Mevcut durumu dahi, doğru olarak ortaya koymamışken, birileri, ST’nin
kendisini eleştirdiğini nasıl anlasın? Yani arkadaşlar, ST’yekarşı duyduğumuz
bir öfke yoktur.
Biz Maoist’iz. Eleştiriler bizi
öfkelendirmez.
Eleştiri sorumluluk gerektirir. Daha doğrusu onun ifadesidir. Bizim için
sorumluluk duyanlara neden öfkelenelim?
ST, Partizan’dan bir alıntı daha yapmış, gözlerimizin önünde
züccaciyedükkanı ve fil canlanıyor. Hareket ettikçe kırıp döken-dağıtan bir
fil.
Züccaciyedükkanının dağılmasında filin hiçbir sorumluluğu yok. Çünkü
bilinç unsuru yok. ST, malum el attığı her alıntıyı tanınmaz hale getiriyor.
Partizan’a ait alıntıdan hareketle şu iddialarda bulunuyor:
Partizan “ulusal hareket, ezen ve ezilen ulus gerçekliğinin doğurduğu
çelişkilerin çözüm gücü olarak ortaya çıkar” diyor.
ST’ye göre bu ulusal sorunun çözümünü ulusal harekete, ulusal burjuvaziye
havale etmektir, proletaryayı ulusal sorunun çözümünde safdışı bırakmaktır vs.
Böyle bir eleştiriye hedef olmamız söylenenin yanlış olmasından değilmiş;
gerçek çözüm proletaryanın çözümüdür. Bunu Partizan belirtmediği için ulusal
sorunun çözümünü ulusal harekete havale etmiş. Ve işte o diğer uğursuz şeyleri
savunmuş oluyor!
Bir de “ilhak” kavramını kullandığı için
Partizan’a “sömürge de deyin, olsun bitsin” diyor.
Şu sözler de ST’nin “Görünen o ki, Partizan tam bir ilhak olarak
değerlendirmektedir.” ST’nin Kürt ulusal sorunuyla ilgili yazılarında, keza
Partizan’ın yazılarında ilhak kavramına sıklıkla rastlanır. Herkes bilir ki
burada kastedilen ezilen ulusun siyasal örgütlenme hakkı yani UKKTH’si ilhak
edilmiştir.
MLM’de de ilhak eğer yanında farklı bir vurgu yoksa bu yönlü kullanılır.
Fakat ST yazarı anlamak istediği gibi anlamada ya da anlıyor gibi davranmada
kararlı. Ama 88. sayfada kendisi de “Demek ki, komünistler ilhakın söz konusu
olduğu koşullarda...” diyor ve kaderini tayine geliyor.
Böylesi haller için “bu ne yaman çelişki” deniliyor. ST vesilesiyle
ulusal sorun ve ulusal hareketler meselesine bir kez daha girdik. ST’nin
tartışma ile ilgili tarzını hiç doğru bulmuyoruz. Görüşlerimizi doğru olarak
aktarmadığı gibi yokmuşçasına davranarak en uç eleştirilere kalkışmıştır.
Yorumlarda ise şaşırtıcı derecede bir rastgelelik, keyfiyet söz konusudur.
Yer yer karşılaştığımız septisizm özellikle “4
sene sonra Partizan’ı bileyen neydi?” başlığı altındaki yazılarda ortaya
çıkmıştır. Böylesi bir kuşkuculuk, bilinebilirliğin karşıtıdır ve idealizme
çıkar. Daha üretken, verimli tartışmalar hakkımızdır.
EK I Ulusal ve Sömürgesel Sorunlar
Komisyonu’nun, Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’ne Sunduğu Rapor (26
Temmuz 1920) (...) Üçüncüsü, geri ülkelerdeki burjuva-demokratik hareket
sorununu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu sorun bazı görüş ayrılıklarına yol
açmıştır.
Komünist Enternasyonalin ve komünist partilerin, geri ülkelerdeki
burjuva-demokratik hareketi desteklemeleri gerektiğini ifade etmenin, ilke ve
teori açısından doğru mu yanlış mı olduğunu tartıştık. Görüşmemizin sonunda,
“burjuva-demokratik hareketten” çok ulusal devrimci hareketten söz etmeye
oybirliğiyle karar verdik.
Geri ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğu, burjuva-kapitalist ilişkileri
temsil eden köylülerden oluştuğuna göre, herhangi bir ulusal hareketin,
yalnızca burjuva demokratik bir hareket olacağına kuşku yoktur. Bu geri
ülkelerde -eğer ortaya çıkabilirlerse- proleter partilerin, köylü hareketiyle
belirli ilişkiler kurmaksızın, ve o hareketi desteklemeksizin komünist
taktikler ve komünist bir siyaset izleyebileceklerine inanmak ütopik olur.
Ancak, burjuva demokratik
hareketten söz edersek, reformcu ve devrimci hareketler arasındaki bütün
farklılıkları, ortadan kaldırmış olacağımız itirazı öne sürülmüştür. Oysa
emperyalist burjuvazi, boyunduruk altındaki ülkelerde de reformcu bir hareket
aşılamak için elinden gelen her şeyi yaptığı için, geri ve sömürge ülkelerde bu
farklılık son zamanlarda çok açıkça gözler önüne serilmiştir. Sömüren ülkelerin
burjuvazisiyle sömürge ülkeler burjuvazisi arasında belli bir rapprochement
(birbirine yakınlaşma) görülmektedir.
Öyle ki ezilen ülkeler burjuvazisi, sık sık
belki hemen her durumda bir yandan ulusal hareketi desteklerken, bir yandan da
emperyalist burjuvaziyle tam bir uyuşum içindedir, yani bütün devrimci
hareketlere ve devrimci sınıflara karşı emperyalist burjuvaziyle güçbirliği
yapmaktadır. Bu durum, komisyonda reddedilmeyecek biçimde kanıtlandı ve biz,
tek doğru davranışın, söz konusu farklılığı dikkate alarak, hemen her durumda,
“burjuva-demokratik” terimi yerine “ulusal devrimci” terimini koymak olduğuna
karar verdik.
Bu değişikliğin önemi şuradadır:
Komünistler
olarak biz, sömürgelerdeki burjuva-kurtuluş hareketlerini, bu hareketler ancak
gerçekten devrimci olduğu ve bizim, sömürülen yığınlarla köylüleri devrimci bir
ruhla örgütleyip eğitme çalışmalarımızı engellemediği ölçüde desteklemeliyiz ve
destekleyeceğiz.
Eğer bu koşullar yoksa, bu ülkelerdeki
komünistler, İkinci Enternasyonalin kahramanlarını da kapsayan reformcu
burjuvaziyle savaşmalıdır. Sömürge ülkelerde reformcu burjuvazi esasen
mevcuttur. Bazı durumlarda bu partilerin sözcüleri kendilerine sosyal-demokrat
ve sosyalist adını veriyorlar. Sözünü ettiğim farklılık bütün tezlerde
belirtilmiştir. Böylece, sanıyorum, görüşümüz daha kesinlikle belirtilmiş
olmaktadır. (U.S.U.K.S, Sf 347)
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_73.pdf