Türkiye ve Kürdistan Devrimlerinin
Perspektifleri Üzerine
Oysa, bütün tarihsel göstergeler Türkiye devrimi ve
Kürdistan özgürlük mücadelesini birleşik bir anti faşist, anti emperyalist,
anti feodal bir devrim mücadelesine zorlamaktadır.
Maoizm, Marksist literatüre birçok yeni kavram
kazandırmıştır. Bunların en önemlilerinden biri de Halk Savaşıdır. Çin Halk
Savaşı kimileri o dönemin Çin’ine özgü kimileri ise evrensel birçok özellik
gösterir. O dönemin Çin köylülüğü
nüfusun % 90’ını oluşturan serf niteliğinde topraksız köylülükten oluşmaktaydı.
Çin komprador kapitalizminin gelişimi cılız ve işçi sınıfı nüfusun azınlığını
oluşturmaktaydı. Köylülüğün büyük oranda topraksız köylülükten oluşması toprak
talebini Çin devriminin temel sorunu haline getiriyordu. Ayrıca, Japon
işgalinin varlığı devrime aynı zamanda anti emperyalist bir karakter veriyordu.
Çin Halk savaşı,
Halk Ordusunun savaşma yeteneğindeki aşamalara bağlı olarak stratejik savunma,
stratejik denge ve stratejik saldırı aşamaları olmak üzere üç aşamayı kapsar.
Stratejik savunma aşaması gerilla kuvvetlerinin henüz bir Kızıl Siyasi
İktidara, yani kendine yeterliliği olan bir askeri üsse sahip olmadığı Halk
Savaşının başlangıç aşamasını kapsar. Stratejik Denge ve Stratejik Saldırı
aşamalarında ise Halk Savaşı bir veya birden fazla Kızıl Siyasi Üsse sahiptir.
Çin Devrimi’nde, köylülüğün, çoğunlukla serf niteliğinde topraksız köylülükten
oluşması onun özgün bir niteliğidir. Buna karşılık Halk Savaşının aşamaları Çin
Devriminin evrensel bir özelliğidir.
Ülkemizdeki
köylülük ise çoğunlukla kendi toprağını ekip biçen küçük ve orta köylülükten
oluşur. Bu durum, devrimci bir talep olarak toprak talebini zayıflattığı gibi
köylülüğün Halk Savaşına büyük kitleler halinde hızla politizasyonunu da
engeller. Buna karşılık, Kürt ulusal sorunun varlığı ve Kürt köylülüğünün ve
proletaryasının ulusal talepler etrafında politize olmuş olması, Demokratik
Devrime, toprak talebinin ötesinde ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı
temelinde ayrı bir muhteva verir.
Ancak, bu demek
değildir ki toprak devriminin üstünden atlanarak bir Demokratik Devrim programı
hayata geçirilebilir. Toprak devriminin zorunluluğu, her durumda doğrudan bir
toprak talebiyle güncelleşmeye bilir. Coğrafyamızda olduğu gibi küçük ve orta
ölçekli yarı feodal tarla tarımı, yarattığı kırsal kökenli artı nüfusla köyden
kente göçün ve ucuz iş gücünün kaynağıdır. Kürt köylülüğü de kendi coğrafyası
dışında metropol şehirlerde proleterleşmektedir. Bu durum, Kürt ulusal
sorunuyla toprak devrimini iç içe süreçler haline getirmekte, bu sorunlardan
birinin çözümünü doğrudan ya da dolaylı olarak diğerinin çözümüne
koşullamaktadır. Köylü ve tarım sorunun çözümü için toprak devrimi Demokratik
Devrimin zorunlu bir uğrağıdır.
Diyelim ki dört
farklı coğrafyaya yayılmış Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi,
bugün de olduğu gibi komünist parti önderliğindeki bir sosyalizm mücadelesinden
daha fazla kitleselleşmiş ve gelişmiş olsun, bu durum da dahi Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin hakkının tam olarak gerçekleşebilmesi için Kürt
köylülüğünün kendi coğrafyası dışında, metropol şehirlerde proleterleşmesine
zemin teşkil eden toprak sorununun çözülmesi gerekir.
Kürt Ulusal
Hareketi, programında toprak devrimini atlarken Kürt köylülüğünün kendi
coğrafyası dışında proleterleşmesi gerçeğinin de üstünden atlamaktadır. Kürt
Ulusal Hareketi’nin bugünkü önderliğinin bu yönelimi tesadüfi değildir. Burada
gözetilen siyaset Kürt feodallerini yedekleme beklentisidir. İşte, tam da
burada burjuva nitelikli bir ulusal programla, sosyalizm perspektifli bir
ulusal program arasındaki fark kendini göstermektedir. Kendi kaderini tayin
hakkı, esas olarak ayrı bir devlet kurma hakkı ise de farklı coğrafyalardaki
her farklı ulusal sorun, söz konusu coğrafyanın sosyo ekonomik yapısının
niteliğine bağlı olarak farklı çözüm biçimlerini günceller. Örneğin,
İspanya’nın Bask bölgesindeki, ya da İrlanda’daki ulusal sorun burjuva
karakterde ayrı bir devlet örgütlenmesiyle çözülebilirken, Türkiye ve Orta Doğu
coğrafyasındaki Kürt ulusal sorununun çözümü, Kürt ulusal hareketinin kendi
dinamiklerinin ötesinde, coğrafyanın demokratik devriminin geleceğiyle doğrudan
ilişkili olduğu için burjuva karakterdeki bir ulusal program Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmek için yetersiz kalacaktır. Çünkü,
yukarıda da belirttiğimiz gibi yalnızca ayrı bir devlet kurmayı hedefleyen ve
hatta bugünkü biçimiyle bunun da gerisinde taleplerden ibaret olan, coğrafyanın demokratik devriminin toprak sorunu gibi diğer sorunlarına ilgisiz
kalan bir burjuva ulusal program, Kürt
köylülüğünün kendi coğrafyası dışında metropol şehirlere doğru hareketine bir
çözüm üretemeyeceği için kendi kaderini
tayin hakkının coğrafyanın sosyoekonomik karakteriyle tutarlı bir biçimde
çözümüne de olanak tanımayacaktır.
Kürt ulusal
hareketinin açık bir toprak devrimi programına sahip olmaması, metropol
şehirlerde Kürt proletaryasının ve yarı proletaryasının Kürt hareketine
mesafeli durmasının temel nedenlerinden biridir. Çünkü, metropol şehirlerdeki
proleter ve yarı proleter Kürt nüfusunun çok büyük bir kesiminin şehir
yaşamından bir beklentisi yoktur. Bu kitlenin büyük bölümü vasıfsız işçi
konumunda olup çoğunlukla güvencesiz geçici işlerde çalışmakta, şehir yaşamına
mecbur oldukları için adapte olmaya çalışırken, köy yaşamına özlem duymakta ve
olanak bulduklarında köylerine dönmenin hayaliyle yaşamaktadırlar. Öte yandan,
Halk Savaşı stratejisine sahip olan Türkiyeli siyasal yapılar da kırk küsur
yıldır Halk savaşının stratejik savunma aşamasını geçememişlerdir. Bunun temel
nedeni, köylülüğün topraksız köylülükten ziyade küçük ve orta köylülükten
oluşmasıdır. Ayrıca, merkezi devlet otoritesinin Çin Devrimi’nden farklı olarak
parçalı bir nitelik göstermemesi ve orta sınıfları da yedekleyen nispeten güçlü
bir yapıya sahip olması bu olgunun ikincil bir nedenidir.
Halk savaşı
sürdüren Türkiyeli siyasal yapılar, henüz, Halk Savaşı’nın stratejik savunma
aşamasını geçememiş olmalarına rağmen, HBDH gibi önemli ama bugün için cılız
bir girişim dışında, ne Kürt Hareketi’yle askeri ortak hareket konusunda ne de
stratejik savunma aşamasının gereklerini yerine getirme konusunda mesafe
alamamışlardır. Kürt hareketinin Irak ve Suriye Kürdistan’ında önemli askeri
üsleri bulunmaktadır. Bu durum, Kürt ulusal hareketini askeri anlamda stratejik
denge aşamasına yakın bir konuma getirmektedir. Halk savaşı sürdüren Türkiyeli
siyasal yapıların Kürt Ulusal Hareketi ile koordineli hareket etmesi siyasal
bir tercihin ötesinde stratejik savunma aşamasından stratejik denge aşamasına
geçiş için bir zorunluluktur.
Ancak, ne Kürt
Ulusal Hareketi, özellikle, metropol kentlerdeki Kürt proletaryası ve yarı
proletaryasını yedekleyecek bir toprak devrimi programına sahip olmadığı için
stratejik denge aşamasından stratejik saldırı aşamasına geçme potansiyeli
taşımakta ne de halk savaşı sürdüren Türkiyeli siyasal yapılar Kürt hareketinin
olanaklarından yaralanarak mücadeleyi geliştirme perspektifi göstermektedirler.
Oysa, Milli Demokratik Devrim geleneğinden gelen İbrahim Kaypakkaya, ne Türkiye
solunun kendi dinamikleri ile MDD’nin temel görevlerini yerine getirebileceğini
(köylülüğün topraksız köylükten ziyade küçük ve orta köylülükten oluşmasından
dolayı) ne de Kürt Ulusal Hareketinin köylülüğü kendi coğrafyası dışında
proleterleştiği için kendi dinamikleri ile özgür Kürdistan perspektifini
gerçekleştiremeyeceği gerçeğini derin siyasal sezgileri ile önceden sezdiği
için MDD perspektifini değil Demokratik Halk Devrimi perspektifini benimsemiştir.
Öyle ki İbrahim Kaypakkaya’nın 12 mart sonrası silahlı mücadeleyi Kürt
coğrafyasında, yakın tarihinde bir isyan geleneği olan Dersim’den başlatması
Kürt ulusal sorunu ile DHD perspektifi arasındaki ilişkiye verdiği önemi
göstermektedir ki söz konusu süreçte henüz ortada silahlanmış bir Kürt hareketi
dahi yoktur. Dolayısıyla, ne Kürt ulusal sorunu bağlamındaki kendi kaderini
tayin mücadelesi ve ne de Anadolu coğrafyasının demokratik devrim süreci iki
ayrı MDD süreci olarak gerçekleşmesi olanaksız olan ve birleşik bir mücadeleyi
gerektiren bir DHD sürecini güncellemektedir.
Demokratik Halk
Devrimi perspektifinin alabileceği siyasal biçimleri öngörmek için İbrahim
Kaypakkaya’nın ömrü yetmemiştir. Bu görev Türkiyeli ve Kürdistanlı
devrimcilerin görevi olarak muhatabını aramaktadır. Ancak, Türkiyeli ve
Kürdistanlı siyasal hareketler, bugün, “körlerle sağırlar birbirini ağırlar”
değişini doğrularcasına Demokratik Halk Devriminin temel sorunlarına kafa
yormaktan çok kısır siyasal çekişmelerle perspektifsiz bir siyasal hatta varla
yok arasında bocalamaktadırlar. Oysa, bütün tarihsel göstergeler Türkiye
devrimi ve Kürdistan özgürlük mücadelesini birleşik bir anti faşist, anti
emperyalist, anti feodal bir devrim mücadelesine zorlamaktadır.
Coğrafyamızda köylülük,
çoğunlukla kendi toprağını ekip biçen küçük ve orta köylülükten oluştuğu için
toprak devrimi, köylülüğe toprak dağıtılması şeklinde bir toprak reformu
niteliğinde değil doğrudan kolektif tarıma geçiş biçiminde devrimci bir dönüşüm
niteliğinde sosyalist inşanın bir ayağını oluşturur. Bu durum, demokratik
devrimle sosyalist devrimi iç içe süreçler halinde birbirine bağlar. Aynı
şekilde, coğrafyamızda halk sınıflarının gerçekliği ve sosyoekonomik yapının
özellikleri Kürt sorunun bilimsel çözümünün, iç içe geçmiş demokratik devrim ve
sosyalist devrimin gerçekleşmesine bağlı olduğu gerçekliğini ortaya
koymaktadır.