28 Kasım 2023 Salı

Tasfiyenin “Radikalliği”, Estetik Kuramlar ve Pasifist Eylemler Üzerine…



Tasfiyenin “Radikalliği”, Estetik Kuramlar ve Pasifist Eylemler Üzerine…

MLM ideolojinin köklü dönüştürme kuramını es geçerek, köklü bir kopuş sağlanamaz. Dokunulmaz kılınan ve korunaklı zırhlarla çevrilip kutsallaştırılan bir MLM kavrayışta aynı tahrip edici özelliğe sahiptir.

Emperyalist barbarlık, dünyanın ezilip sömürülen mazlum halklarının biricik silahı olan Marksist, Leninist ve Maoist ideolojik kuramını etkisizleştirme çabasından hız kesmiyor. 21. yüzyıl dünyasının kuramsal fikirleri 20. yüzyılın çığır açan ve kapitalizmi alaşağı eden komünist ideolojiyle kavga yürüterek kendi varlığını sürdürmenin çırpınışlarını yaşıyor.  Bunu yaparken dünyanın iç dinamikleri ve çatışmalarıyla açığa çıkan sorunları ezilenlerin tarihsel birikimlerinin yadsınması temelinde ele alıyor. Aynı zamanda proletarya ve emeklilerinin bilimsel silahı MLM ideolojinin mahiyetini, niteliğini ve yıkıcı konumlanışının eskidiği iddiasını kanıtlamaya çalışıyor.  

Olguyla kurulan bağın metafizik yönü, sınıfsal pozisyonun kavranılmaması, tarihsel gelişmelerin özünün anlaşılmaması ve sınıflı toplumlar gerçeğinin örtbas edilmesi bu gerçeği bütün yönleriyle açığa çıkaran, sınıfın ideolojisine eş zamanlı ve çok yönlü saldırıların maddi zeminin yaratmaktadır. Diğer bir yan ise sınıflar dünyasında ki çarpışmanın burjuva mevziisinde yer alma halidir. Yani ezilenlerin kuramsal silahının etkisizleştirilmesi çabasıyla da anlam bulmaktadır. Bu gayret ve bunca çabanın kuramsal adı post Marksizm olarak sahada yer edinirken, kendini kimi zaman Radikal Demokrasi, kimi zaman Demokratik Konfederalizm kimi zaman Demokratik Uygarlık, kimi zaman Ekolojik Toplum, kimi zaman ise otonomcu kuramlarla tarif ediyor. Bu otonomcu, anarşist, liberal kuramların niteliğine yön veren ve aynı noktada buluşturan şey ise anti Marksist konumlanışlarıdır. 

1950 itibariyle nükseden ve 1970 ortalarından sonra tamamen politik alanda kendisine yer bulan Post Marksizm, birçok tartışmayı gündeme sokmuş oldu. Dünya sathında sosyalist bloğun darbelenmesi ve yenilgisi Marksizm’e içkin sorunların ve açmazların bir yansıması olarak yorumlandı. Bu yorumlayış anti Marksist bir öz üzerinden kendini inşa ederken, kapitalizmin sivri uçlarını törpülemeyi ciltler dolusu kitaplarla teorileştirilmesinde, Frankfurt Okulu’nun son derece önemli bir rol oynadığını belirtelim. Teori yaşamın bütünlüklü ve radikal dönüşümünü askıya alırken, bu dönüşümün dinamiklerini açığa çıkaran, yol haritasını çizen, hedef ve yörüngeyi belirleyen ideolojilere cephe aldı. Yeni toplumsal hareketlerin açığa çıkması, bazılarının da görünür olması bu teorilerin inşasında önemli bir rol oynadı.

Sosyalist kalelerin fiili yenilgisi, ideolojik bir yenilgi olarak tanımlanıp yeni dünyanın gelişmelerinin ancak ve ancak komünist ideolojinin gölgesinden çıkmakla mümkün olacağı gür sesle dillendirildi. “Elveda Proletarya”dan, “Tarihin Sonu Tezi”ne uzanan kapitalizme methiyeler silsilesini açığa çıkardı. Bir yandan kapitalizmin “ebedi zaferine” şapka çıkarılıp, alkışlanırken beri yandan ise yeni toplum projeleri sahaya sürüldü. Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlığı”, Hart ve Negri’nin “Çokluk ve İmparatorluğu”, Murray Bookchin’in “Toplumsal Ekoloji”si, Laclau ve Mouffe’nin “Radikal Demokrasi”si arayışların zirvesi olarak tanımlanıp büyük bir şevkle kucaklandı.

Dünyanın post yapısalcı ve post modern fikirdaşları hep aynı notaya basarak Marksizm’i lanetlemeye koyuldular. MLM ideoloji ve bu ideolojinin yörüngesinde biçim alan devrimler ideolojik ve politik çıkmazın bir sonucu olarak yıkıldığı ve tarif edilen teorinin bu pratikle geçersizleştiği iddia edildi. Kurucu öznenin yanlışlığı, felsefenin yanlışlığı, devlet ve iktidar tarifinin yanlışlığı gibi birçok başlık sıralanarak son kertede sınıflar mücadelesinin reddiyesi teorileştirilmiş oldu. İşçi devleti, sınıf mücadelesi, komünizm, diyalektik materyalist felsefe, iktidarın zor yoluyla zaptı, üretim ilişkileri, alt yapı üst yapı, gibi MLM ideolojinin temel dayanakları bu “yeni kuramlarla” birlikte hedef alındı. Tartışılan ve tartışılmaya açılan konular anti Marksist özellikleri itibariyle yeni dünya düzenine uyumluluğunu salık veriyordu. Kapitalist emperyalist hegemonyanın kuşatmasını yararak radikal toplumsal dönüşümün perspektifi ve araçlarını inşa eden MLM ideoloji post Marksistler tarafından determinist, sınıf indirgemeci, özcü, devletçi sapma hali olarak tanımlandı. Alternatif olarak sunulansa; kapitalist kuşatma içerisinde özerk bölgeler, emperyalizmin kötücül yanlarının törpülenmesi, konfederalizm içerisinde öz yönetimler ( tabi bunlar üniter devletin varlığını yadsımıyor), ABD gibi emperyalist devletlerin medeni çıkışlarının sahiplenilmesi, işçi ve patronun, sömürülen ülkelerle sömürücü devletlerin ortak uyumlu barışçıl yaşaması, iktidar değişimi değil zihniyet değişimi gibi otonomcu, anarşist ve liberal teoriler toplamı alternatif olarak çapsız argümanlarla ileriye sürüldü. Post Marksizm varlığını sınıf uzlaşmacı ve kimliksel mücadelelerin dinamikleri üzerinden inşa ederken, Guy Standing’in Prekerya – “Yeni Tehlikeli Sınıf” teorisiyle yine sınıflar mücadelesinin ve komünizmin reddiyesi ekseninde burjuvaziden yana saf tuttuğunu ilan etti.

MLM’de ne bir determinizm nede sınıf indirgemeciliğiyle malul bir yön bulunabilir

Tüm bu özet tablo emperyalist kapitalist hegemonyanın ideolojik alandaki saldırılarından bağımsız düşünülemeyeceği gibi, burjuva liberal ideologların sınıf uzlaşmacı ürünleri olarak açığa çıkmaktadır. Bütün bunlar, tarihsel olguların tek yanlı yorumlanması, çarpıtılması ve ideolojik felsefik kökenlerinin iğdiş edilmesini hedeflemektedir. Sınıflar mücadelesiyle başlayan ve Marksist- Leninist ve Maoistlerin tarihsel momentlerde çarpıştığı alanlardan biride ideolojik sahadır. Bu kapsamda Marks anarşistlerle, ütopik sosyalistlerle mücadele yürütmüş, Lenin sınıf uzlaşmacı Menşeviklerle, II. Enternasyonal’cilerle çarpışmış; Mao ise, aynı kapsamda sol dogmatizmle mücadeleyi sosyalizm koşullarında “burjuva karargâhları bombalama” evresine yükseltirken burjuva sınıf artıkları ve ideologlarını hedef almıştır. Yani ideolojik savaşım her koşulda ve durumda güncellenmiştir.

MLM ideolojinin diyalektik ilerleyişi nesnel olanın maddi dönüşümünü hedeflerken bunu bilgiden, nesnel gerçeğin okunmasından, bilimden ve felsefeden soyutlamaz. Kendi varlığını inşa ederken maddi evrenin kodlarını, olgunun bütün yönlerini, toplumlar tarihini göz önüne almıştır. Marksizm bilinmedik, uhrevi bir Mesih düşü olarak yaşamamıştır. Canlı yaşamın içsel gerilim hatlarından, çelişkilerinden ve bunların bütünlüklü yorumlanışının bir sonucu olarak açığa çıkmıştır. Kendi koşullarının ürünü olduğu gibi o koşulların felsefi, politik ve ideolojik eseridir. Yani Marksizm, proletaryanın, radikal dönüştürücü unsur olduğunu tanımlarken, diğer toplumsal katmanların varlığını reddine düşmemiştir.

Kapitalizmin ilk dönemlerinde, kapitalizmin içsel dinamiklerini, neye dayandığını ve nasıl işlediğini ortaya koymuştur. Yorumlamayla sınırlı kalmayan Marks, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet durumunun kaldırılması ve bunun yerine toplumsal mülkiyetin konulması gerektiğini tanımlarken, maddi yaşamın hangi araçlarla dönüştürüleceğini yanıtlamıştır.

Marks gibi Lenin ve Mao’da diyalektik gelişim seyrinin halkaları olarak sınıf mücadelesine, felsefeye, politikaya ilişkin katkılar sağlamıştır. Yani Marksizm felsefe, bilim ve maddi yaşamın içsel çelişkilerini çözen bir pusula olması dolayısıyla sürekli bir biçimde yeni koşullarda ve yeni sorunların çözümünü gerçekleştirmiştir. O, ölü bir teorik manzume değil, maddi yaşam içerisinde kendini güncelleyebilen bir praksistir. Bu açıdan MLM’de ne bir determinizm nede sınıf indirgemeciliğiyle malul bir yön bulunabilir.

Devrimler tarihi ve MLM ideoloji bütün yönleriyle objektif gözle ele alındığı zaman bu gerçeğin kavranması güç olmayacaktır. İşte tamda burada Marksizm, post Marksistler tarafından bilinçli bir tercihle kötürüm hale sokulmak istenmektedir. Önce fikirlerde bir Marksizm portresi çizilmekte ve sonra kavramlar, tanımlamalar ona göre biçimlenmektedir. 

Genel Sapmanın, özele indirgenmesi ve savrulmanın teorileştirilmesi 

Dünya sathında uzun zamandır esen bu gerici rüzgâr coğrafyamızda etkin bir güç haline gelerek kendi teorisyenlerini yaratmıştır. Kürt Ulusal Hareketi bu bağlamda sancağı en önde taşıyan siyasal harekettir. Öcalan’ın teorisyenliğini yaptığı ve tutsak düşmesinden sonra esasta açığa çıkan otonomcu, anarşist ve liberal fikirler aynı havzadan beslenerek Marksizm karşıtlığıyla varlığını inşa etti. Marksizm’in ulus devletçi olduğu, modernitenin sınırlarını aşamadığını, eski uygarlık zihniyetini devam ettirdiğini, kapitalizme katkı sağladığını, katı bir determinist olduğu gibi birçok tarif yapılarak tüm bunlardan arınıldığı belirtilmiştir. Ve son noktayı;“Marks’ın görüşlerinden esinlenen muazzam boyutlardaki toplumsal değişim hareketlerinin kapitalizmin en iyi hizmetçiliğini aşamadıkları genel olarak kabul gören bir görüştür. Bu anlamda aptal bir Marksist mürit olmayacağım açıktır” diyerek safını net biçimde belirlemiştir. Bugün ulusal hareketin ulus devlet karşıtlığı, üniter devlet içerisinde özerk bölgeler inşa etmeye çalışması, radikal demokrasi fikri ekseninde her bir sınıfla ve fikirle ortaklaşabileceği beyanları ve çabası bu teorik formasyondan ileri gelmektedir.

Radikal Demokrasi” sınıf uzlaşmacı liberal bir anti Marksist teoridir. Ve Marksizm’in bu reddi güncel gelişmelerden, coğrafyamızın temel sorunlarına dair çözümlere kadar son derece derin problemler taşımaktadır. Bununla sınırlı kalamayıp UKKTH dahi inkâr edilip, ulusların devlet kurma hakkı yadsınmaktadır. Üniter devletin kontrolünde, yeni bir bağımlılığı meşrulaştırmaktır. Kemalizm meselesine yaklaşımdan, burjuva partilerini ele alıştan, devlet yapısının tahlilinden, iktidarın radikal dönüşümünün reddine kadar uzanan kapsamlı bir savruluş söz konusudur. Ve savruluşun hangi zemin üzerinden nitelik kazandığı bilinmek durumundadır. Eğer elinizde Marksizm gibi güçlü bir silah yoksa ideolojik olarak sınıf uzlaşmacı bir yönelime girmeniz kaçınılmaz olacaktır. Kürt ulusal hareketinin güncel gelişmelerden tutalım da politik ve ideolojik konumlanışının arkasında yatan sebepler post Marksizm’in kılavuzluğunda biçim almaktadır. Radikal devrimci kuvvetlerin, mazlum ulusun temsilcileriyle ilişkilenmesi, ilerici demokratik normlar taşıyan ve halk sınıf katmanları içerisinde yer alan politik aktörlerle ittifak kurması, parçalı güçlerin birleştirilmesi ne kadar devrimciyse, o güçlerin yaslanmış oldukları ideolojik ve politik kodlara karşı mücadele yürütmesi de bir kadar devrimcidir. 

Coğrafyamızda özellikle 2000 yıllından sonra kapsamlı tasfiyeci bir süreç başlatıldığı gerçeği göz önüne alındığında, ideolojik ve politik olarak komünist bariyerin örülmesinin tarihsel bir anlam ifade ettiği kesinlikle bilince çıkarılmak durumundadır. Politik iktidar mücadelesinin teminatı düşmana karşı net bir duruşu gerektirir. Ancak bunun ön koşulu ideolojide netlik ve politikada radikal konumlanıştır. Açık ifade etmek gerekir ki coğrafya devrimci- komünist hareketinin geriye düşmesi sınıf uzlaşmacı reformist ve revizyonist öznelerin güçlenmesini koşullamıştır. Bu açıdan tehlike küçümsenemez. Radikal Demokrasi ve parlamenterist mücadele bugün etki gücünü geliştirerek ezilenlere farklı nitelikte pranga vurmuştur. Özel mülkiyet dünyasının yıkımı ve kapitalizmin kapsamlı kuşatması pasifizmle anlam bulan parlamenter mücadeleler ve kapitalizmi aşmaya yeltenmeyen fikirlerle parçalanamaz.

 Marks’ın öğretisi köklü değişimin, köklü savaşımla gerçekleşeceği içeriğiyle anlam bulur. Bunun için de, burjuvazinin mülkiyetinde bulunan üretim araçlarına el konulması; proletarya diktatörlüğünün bu aşamada zorunlu bir durak olduğu, sınıfsız toplumun bu aşamalardan geçmek suretiyle komünizme ulaşacağı tezi maddi olanın çözümlenişine içkindir. Gotha Programında “Bizim devletimiz kelimenim gerçek anlamıyla devlet olmayan devlettir” kuramı bütün iktidarlara karşı konumlanışında tanımlamasıdır. Paris Komünü’nden açığa çıkarılan sonuç, devletin nasıl bir rol oynayacağını tanımlamıştır.

Yani Öcalan’ın Marks’a atıfta bulunarak “Burjuvaziden esinlenerek onların diktatörlüğü varsa neden proletaryanın diktatörlüğü olmasın” biçiminde ki yorumlayışı bilinçli bir çarpıtma değilse Marksizm’e dair bir şey bilmemektir. Marks, Engels, Lenin ve Mao’da asla son durak olarak iktidarın ele geçirilmesi tanımlanmaz. Tersine, sosyalizmde sınıf mücadelesinin niteliğinin değişerek o mecrada da süreceğinin altı çizilir. Son tahlilde Öcalan’ın kendi teorik zeminini inşa etmeye çalıştığı olguların toplamı post Marksistlerin estirdiği liberal teorilerin etkisiyle biçimlenmiştir. Özgün fikirlerden ziyade eklektik olup yamalı bir bohçadır. 

Sürece radikal müdahale bir şarttır!

Bu Kısa vurgu ve atıflarla ortaya koyduğumuz örnekler, büyük ve kapsamlı bir cephenin kurulduğunu göstermektedir. Bu açıdan tasfiyecilik ideolojik ve politik sahada farklı biçimlere bürünerek toplumsal ve sosyal alana etkide bulunmuştur. Kürt ulusal hareketiyle eş güdümlü biçimde Queer teori, feminist kuramlar, çevre hareketleri, hayvan hakları ve diğer kimliksel hareketlerin büyük bir çoğunluğunda bu etki muazzam derecelerde görülür. Yeni toplumsal hareketlerin demokratik ve ilerici yanları birçok açıdan devrimci komünist hareketlerin önünü açtığı ve bilinçsel düzeyde sorgulamaya ittiği kesindir. Zaten komünist özne dışındaki gelişmeler ve bunların dinamikleriyle hemhal olmadan maddi yaşama müdahalede bulunamaz. Nesnel dünyanın çelişki ve çatışmaları teoriyi inşa eder. Teori “vahiy” yoluyla buyrulmaz. Radikal teori özgün çelişmelerin, devrimci yorumlanışı temelinde inşa olur. Bu açıdan yeni toplumsal hareketlerin dinamik teorileriyle ilişkilenip, onu Marksist toplumsal dönüşümün kılavuzluğunda biçimlendirmeliyiz. Ancak bunu yaparken kuramların hangi ideolojik tedrisattan geçtiğini, hangi sınıf fikrinden etkilendiği, politik açıdan yetersizliklerini ortaya koymaktan geri duramayız. 

Görülmesi gereken şudur ki tüm ilerici ve öğretici yanlarına karşın bu hareketler post Marksist zeminde yol yürümektedirler. Radikal görünüm ardında pasifizmin ve uzlaşmanın teorisi bulunmaktadır. Emperyalist kapitalist kuşatma sarmalındaki dünyamız derin buhranlarla ve telafisi olmayacak felaketlerle karşı karşıyadır. Küçük bir azınlık tekeller marifetiyle her bir alanı işgal etmiştir. Son yıllarda yaşanan bölgesel çatışmalar ve bu noktada açığa çıkan sonuçlar göz önüne alındığında dünyaya hakim olma ve dünyanın en küçük kara parçasını pazarı haline getirme rekabeti doruk noktadadır. Emperyalizm, dizginsiz genişlemeyi şart koşar. Bu işleyişinden kaynaklı olarak büyük kaoslar kapitalizme içkindir. Güncel gelişmeler ve politik olgular göz önüne alındığında bu sürece radikal müdahale bir şarttır.

Emeğin gasp edilişinden, işgal altında ki ülkelerin kurtulmasına; göçmen, kadın, LGBTİ+, ekoloji ve insan dışı türlerin köklü kurtuluşu devrimci radikal mücadelenin geliştirilmesine bağlıdır. Bu bir inkâra, redde ve hiçleştirmeye dair perspektiflerle sağlanamaz. MLM ideolojinin köklü dönüştürme kuramını es geçerek, köklü bir kopuş sağlanamaz. Dokunulmaz kılınan ve korunaklı zırhlarla çevrilip kutsallaştırılan bir MLM kavrayışta aynı tahrip edici özelliğe sahiptir. Lenin “Marksizm’i ölü cümlelere hapsedemeyiz” derken nesnel olanın bağrında filizlenen gelişmelere müdahaleye davet ediyordu. Bazen doğrular tüm bilimsel özüne karşın, marjinal kalırlar. Fakat marjinal kalınması onlardan ısrar etmeyi anlamsızlaştırmaz.  O devrimci müdahalelerle güçleneceği gibi, doğru ideolojik konumlanışla gerçeği besler ve büyütür.

Bu açıdan MLM karşıtı öznelerin estetik kuramların, naif ve büyüleyici esintisine karşı koymak görevler açısından ilk sıralardadır. Bu olmadan doğruyu ve gerçeği inşa etmek mümkün değildir. MLM, Rosa Lüksemburg’un Marksizm’e dair “Marksizm, yeni bilgiler edinmek için aralıksız mücadeleyi öngören, donmuş ve kesin kalıplardan başka bir şeyden iğrenmeyen ve hayati gücünü öz eleştiri silahının şakırtısı ile tarihin yıldırım darbelerinde bulan bir devrimci dünya görüşüdür.” derken çok haklıdır. 

Bu devrimci dünya görüşünü korumak komünistlerin başlıca görevidir. Ve bunu Marks’ın Ruge’ye mektubunda ifade ettiği gibi; “Acımasız bir eleştiriye, kutsal sayılan her şeyi tepeden tırnağa eleştirmeye, kısaca, putları kıracak bir fikirler terörüne ihtiyaç var” belirlemesine sahip çıkarak yapmalıyız. 

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinin 34. sayısında yayımlanmıştır!


 

ABDULLAH ÖCALAN NIN SORGU İFADESİNDEN BİR KESİT: Avukat_Medeni Ayhan

"Kürtleri hizmetinize sokacağım
Kafkasya’dan Suriye’ye bütün güçle Türkiye’nin emrine gireceğiz, vereceğiz. 20-30 milyon, çevre ülkelerdekiler, çeşitli azınlıklar ve Türkmenler de var; yani bütün Kürtleri, Türkiye’nin hizmetine sokacağım
Çünkü ben elimdeki gücü biliyorum. Bu, müthiş bir güçtür. Bu gücü İngiltere 200 yıldır ele geçirmek istiyor. ABD, İran, Rusya, hepsi bunun peşindedir.

Tamam, benim biraz zararım oldu ama onun kat kat üzerinde kazandıracak imkânım var. Neden bunu görmeyeceksiniz ki?.. Ben büyük kazandıracağım. 20-30 milyon, çevre ülkelerdekiler, çeşitli azınlıklar ve Türkmenler de var, yani bütün Kürtleri, Türkiye’nin hizmetine sokacağım. Bu sayının içinde Azeriler de var. Bu kaldıraçlarla Türkiye’yi ayağa kaldırırız.
Suriye’deki Kürtleri kazanmak dev gibi iştir
Benim verdiğim savaşı siz bilemezsiniz. Suriye’de kuzeyde binlerce Kürt vardır. 300-400 tutuklu vardır, bunların kazanılması dev gibi iştir. Üzerlerindeki baskı müthiştir. Ben orada sırat köprüsünde gibiydim. Burada rahat uyuyorum. Orada bir gün bile rahat uyuyamadım. Bu durum İran için de geçerlidir. Kardeşim Osman’ı (Öcalan) “İsfahan’a götüreceğiz” dediler, şiddetle karşı çıktım. Bu, Yavuz Sultan Selim dönemine benziyor. O zamandaki beylikler savaşına benziyor. Ben o zamanki Türk tarafı gibiyim. Eğer Kürtlerin Osmanlı ile ittifakı olmasaydı imparatorluk oluşamazdı. Toroslar’ın öbür tarafı Yavuz’dan önce yoktu. Şimdi de aynısı yaşanıyor. Eğer biz Kürt olayını Türkiye’ye sağlam bağlayamazsak, Orta Asya yolu da kapanacaktır.
Şu anda Ermeniler ile İran ittifak içindedir. Rusya da dev gibi geliyor. Bunu yaparsak Türkiye’ye karşı Ermeni-İran-Rusya ittifakının yolu kesilecektir. Çünkü biz yapmaz isek Kürt şeyini bunlar direkt kullanacaklardır. Ben tercihimi Türkiye’den yana yaparken büyük planladım.
12 Mart, 12 Eylül önemli adımlardır
Bana göre bu yapacağımız, devletin en ciddi, en akıllı hamlesidir. 27 Mayıs’tan da, 12 Eylül’den de, 12 Mart’tan da, hatta 1908’den bile daha önemli bir adımdır. Türkiye’ye en büyük hizmeti yapacak ve tarihi bir yaklaşımdır.
Emrinize gireceğiz
Şu anda her şey hazırdır. Şimdi en ideal duruma gelebiliriz. Bana benim buraya gelişim ile Batı, Rusya, İran panik durumuna girmiştir. Devletin direkt olarak bir şey yapmasına gerek yok, biz taşeronuz. Bunlarla yani, Kafkasya’dan Suriye’ye bütün güçle Türkiye’nin emrine gireceğiz, vereceğiz. Ve müthiş olacak, bunu küçümsemeyin. Bu, Türkiye’yi müthiş büyütecek. Büyüyen Türkiye’den de herkes kazanır. Buna neden kimse karşı çıksın ki...
En büyük hizmet tutkusu bendedir
Çatışmalar ve eylemlerle ilgili bin kat acılar içindeyim. Ben bu ülkeye hizmet nasıl yapılır onu göstereceğim. Başka ne yapayım? Ben eylemlere yüzde doksan karşı idim. En büyük hizmet tutkusu bendedir,“Bunca yıl sonra geldin, bunları söylüyorsun, nasıl yüzün tutuyor” diyebilirsiniz.
Dünyadaki en büyük işleri taşeronlar yapar
Şimdiye kadar nasıl onlar Türkiye’yi bu noktalarda zorladılarsa yüz yıldır, iki yüz yıldır bunu yaptılarsa, şimdi her şey tersine dönecek. Şimdi bir defa Türkiye buralarda bölgeyi kontrol altına alacak. O zaman göreceğiz ki, İngiltere bitti. ABD ikinci plana düşecek. Onun için diyorum, Türkiye’ye büyük kazandıracağız diye. Bakacaksınız, Suriye mahvoldu, İran öyle; ben tanıyorum, oralardaki durumları çok iyi biliyorum. Bunu planlamamız lazım. Ben fazla bir şey istemiyorum. Sınırlı çalışma araçları istiyorum. Bu, direkt devletin yapacağından çok daha kolay ve önemlidir. Çünkü bazı şeyleri direkt devlet olarak yapmak olmaz. Ve zordur. Biliyorsunuz, ABD dev dünya gücüdür ama o bile taşeron kullanır. Dünyada en büyük işleri bunlar yapar. ABD ve İngiltere dünya çapında yapar. Bu gerçekçidir de. Hayali mayali bir şeyden bahsetmiyorum. Hazırdır bu güç. Bunların hazırlanması destansı bir savaş ister.
Hizmetimi çocukluğumdan beri kanıtlarım
Ben tekrar söylüyorum, Atatürk’ün üzerinde yoğunlaşıyorum. Demokratik Cumhuriyet, Atatürk’ün en önemli amaçlarından biridir. Ve bu çizginin en büyük militanlarından birisi benim. Ben bu devlete büyük güç ile en iyi evsafta çalışacak biriyim. Bunu da sizlere çocukluğumdan beri kanıtlayabilirim.
Milyonlarca insanı ilaç gibi kullanacağız
Şu koşullarda bunu söylememin ne kadar değeri olduğunu bilmiyorum ama ben bu değilim, Apo bu değil. İş yapacağım, hizmetim olacak. Milyonlarca insanın gücünü ilaç gibi kullanacağız diyorum tekrar, yani katacağım. Türkiye’yi daraltan her şey tam tersine dönüştürülecek. Bunu yapmak az bir hizmet değil. Bu, yalnız benim zora soktuğum yönleri düzeltmeyecek. 75 yıl öncesinden daha güçlü bir Türkiye katkısı yapacağım. Onları düzelteceğim.
‘Dur, gel şerefinle otur’ deseydiniz
Ama tarihte de bunlar çok olur biliyorsunuz, benim en büyük ızdırabım bu. Ben şimdi mi bunu söylüyorum, hayır; Ortadoğu’da iken de bunları yaşadım. İnanılmaz acılar içinde idi diyorum. Bir kişi el uzatsa da “Dur, gel şerefinle otur” dese idi ama olmadı. Şimdi diyorum; bu imkân dilerim doğar ve gerçekten bu ülkeye hizmet nasıl yapılır onu göstereceğim. Başka ben ne yapayım, yani eylem deyip geçmeyin; kan döküldükten sonra insan kendini şaşırır. Ayakta durmak bile mucizedir. Artık bitmelidir.
Kritik şeyler boyumu çok aştı
Amacı aşan şeyler çok olmuştur. 84 de öyledir. (İlk eylemleri kastediyor.) Devletin uzatacağı en ufak bir eli nasıl tutmak istediğimi bilemezsiniz. Türkiye ölçülerine göre hiçbir devrimci bunu yapamaz. Hemen “işbirlikçi” derler, “Uzlaşıp teslim oldu” derler. Ama ben yaptım. Yani ben dünyanın en şey devletleriyle her şeyi arayacağım, Türkiye’yle aramayacağım; bu olur mu! Kritik şeyler boyumu çok aştı. Ama tüm eylemler de benim adıma yapıldı. Ama ben bu değilim diyorum.
İğne ucu kadar hizmetim olursa...
Ben Türkiye ile olmaya karar verdikten sonra bu, bütün komşulara da kazandıracaktır. Türkiye ile kazanmak, aslında insanlıkla beraber kazanmaktır. İğne ucu kadar hizmetim olursa ne mutlu bana. Bu, Türkiye’ye bir Türkiye daha katacaktır. Bu sözü şimdi burada veriyorum. Sözümün kanıtlanması adım adım olacaktır.
Hizmetimin karşılığında rütbe istemiyorum
Gönlünüzün dilediği gibi, çıkarların elverdiği gibi olmadı ise o zaman sorumluluğu ben kabul ediyorum. Başarısız olursam her şeyi kabul ediyorum. Burada öyle basit kendini kurtarma hesapları için yapmıyorum. Bu, bir ülkü ve kimsenin yapamadığı kadar yapacağım diyorum. Göreceksiniz, hiçbir şey istemiyorum. Rütbe, şu bu istemiyorum, sadece çalışma imkânı istiyorum. En etkili, dışarıda “Bravo Türkiye” tabirini ispatlamadıysam her şeye varım. Tüm komşuları “Türkiye örnek ülkedir” noktasına getirmediysem; Türkiye’nin hem saygısını hem korkusunu geliştirmezsem ve istenildiği zaman tekrar söylüyorum, orayı büyük bir ekonomik kazanca dönüştürmezsem; cıvıl cıvıl insanların kaynaştığı, emek üretkenliği içinde koştuğu, bırakın silah, sürekli türkülerin söylendiği bir alan getirmezsem yine ben sorumluyum. Bütün Türkiye içinde en büyük bayramı bu temelde sağlamadıkça yine ben sorumluyum.
Bölge Kürtleri için planı ne?
Arkadaşlara söyleyeceğim olduğu gibi Türkiye ile birlikte yürüyün diyeceğim. Şehit yakınlarına size karşı büyük üzüntü içindeyim, size karşı kendimi ezik hissediyorum, kendimi doğru iş yaparak kanıtlamak istiyorum diyeceğim
Zordayım, bana elinizi uzatın
O doksan üçten sonra değerlendirmelerime bakılırsa hep “aman ben zordayım, bana elinizi uzatın” diyorum. Bu çok açıktır, bu hatasını itiraftır. Bir yanlışı itiraftır. Benim derdim af falan değildir. Benim derdim bu büyük oyunu şahsım üzerinden oynatmamaktır. Zaten bir yerimden kendimi bunlara kaptırmışım ama artık oynatmayayım. Yani fazilet hatada ısrar etmemektir. Benim aslında bakarsanız aman ben zordayım bana elinizi uzatın dediğimi görürsünüz.
Türkiye, Irak’ta 1 numarada yer almalı
Irak’taki durum benim ölümümden falan çok önemlidir. İsyan da sanırım Temmuz’a doğru geliştirilecekmiş. Güneyden kuzeye dayandırılarak. Biz onu halletmeliyiz. Orada çatışma büyüyecek, bu yüzden bu durumda Türkiye 1 numarada yer almalıdır. Çünkü orada gücümüz dev gibidir.
İşte Misak-ı Milli’den nasıl koparıldı, nasıl nefessiz bırakıldı, Kürt isyanı ile birlikte, şimdi aynı olay daha derin çünkü bunun şimdi Kafkasya’sı da var
‘Türkiye ile yürüyün’ diyeceğim
Mesele benim idamdan kurtulup kurtulmamam değil, mesele gerçekten tarih elden gidecek, bir tarih yazacağız, gerçekten Ulusal Kurtuluş savaşı düzeyinde olacak, şimdi Ulusal Kurtuluş sürecine yakın koşullardayız. Tehlike ve olanaklar itibarı ile diyorum. O koşullarda boğuşuyoruz, kazanmamız için yurtseverliğimizi göstermenin zamanıdır. Arkadaşlara söyleyeceğim olduğu gibi Türkiye ile birlikte yürüyün diyeceğim. İddiaların, eylemlerin çoğunu kabul ediyorum.
Asılsam bile size teşekkür edeceğim
Devletin hizmetinde dev gibi demokratik bir çalışmayı şimdi yapabilirim. Şimdi bunu yıkmaya çalışıyorlar aslında. Asılsam bile size her zaman teşekkür edeceğim.
Doğru işle kendimi kanıtlamak istiyorum
Ben bazı şeyleri geldim Ankara’da önümde buldum diyorum. Geldim devleti tanımıyorum, Kürdü tanımıyorum. İsterseniz bir gün televizyona çıkalım, eğer bütün Türkiye ayakta alkışlamadı ise ne derseniz deyin. Bu Cumhuriyeti yeniden nasıl yapılandıracağız. Dev gibi bir Kürt sorunundan en başarılı bir şekilde çıkabilmek küçük bir şey midir? Şehit yakınlarına size karşı büyük üzüntü içindeyim, size karşı kendimi ezik hissediyorum size karşı kendimi doğru iş yaparak kanıtlamak istiyorum diyeceğim.
Genelkurmay’ın çerçevesi bizim için yeterli
İstediğim fazla bir şey değil, yasal çerçeve genişletilirse, yani dikkat ediniz ben burada bir şey istemiyorum, bir siyasi taviz istemiyorum, ben yetki, rütbe bilmem ne istemiyorum.
Ekonomik çıkar istemiyorum. Genelkurmay Başkanı söyledi bir çerçeve var, başka bir şey istemiyoruz.
O çerçeve bizim için yeterlidir.
Devlet bana hizmet imkanı verirse...
Bundan sonra bir damla kan dökülmesi haram diyorum. Bu duruşma bitince isterse sonuç ne olursa olsun, tekrar söylüyorum bu sadece siyasi bir olay falan değil çok kapsamlıdır. Burada ben oyun oynamayacağım. Eğer bana devlet hizmet imkânı verirse çok açık söylüyorum inanılmaz gelişmeler ortaya çıkacak. Ben dün şeyi söyledim, yani doğudaki halkın Cumhuriyetin taze bir kanı haline getirilmesidir. Beğenmediyseniz bu modeli ne yaparsanız yapın diyorum.
Yapacaklarımız Kemalizm’e aykırı değildir
Atatürk’ün 20’lerde çok güzel düşünceleri var. O çok iyi biliyor ki, isyanlar gelişirse dış müdahale de kesin gelişecek. O zaman Cumhuriyet diye bir şey kalmaz. Ayrıca İç Anadolu’da 10’a yakın isyan var. Bunların hiçbirisi milliyet isyanı değildi. Bu isyanlar bastırılırken özel olarak “Kürdün ezilmesi” diye bir şey yok. Bizim yapacağımız işler Türkiye’nin bölgede büyük sıçrama imkânına kavuşması anlamındadır. Yapacaklarımız Kemalizm’e aykırı değildir.
Atatürk olsa bizi desteklerdi
Atatürk şu anda olsa bizi desteklerdi. Yapacaklarımız ve bu söylediklerimiz bana göre, Kemalizm’in en çağdaş yorumudur. Ben iliklerime kadar demokratik cumhuriyet kokuyorum. Hatam, yanlışlarım ne olursa olsun bu böyledir. Biz emek vermişiz. Bizim dede Fransızlara karşı at sırtında savaşmıştır. O meşhur Karayılan, bizim Urfa sınırında, Fırat’ın öbür yanındadır.
Benim yapacağım hizmet...
Mustafa Kemal Atatürk o dönemde “Kürt mutlaka bizim sınırlarımız içinde kalmalıdır” demiştir. Mesela Malazgirt’te Alparslan’a Silvan’daki Kürt aşiretleri yardım etmiştir. Yavuz Sultan Selim ve Atatürk’ün mücadelesinde de öyledir. Şimdi benim yapacağım hizmet ile bu dördüncü olacaktır.
Gerçek Atatürkçülük budur
Cumhuriyetleşmemiz aslında büyük güç verecektir Türkiye’ye. Benim hatalarım var. Uzun süreli eylemler ve çatışmalar, en fazla beni mahvetmiştir. Ama şimdi Cumhuriyetleşme imkânı var. Biz kimsenin yapamayacağını yapacağız. Ağalığı, şeyhliği yıkan Cumhuriyetçiliği başka nasıl yapabiliriz. Atatürk milliyetçiliği bu değil mi. Sonuna kadar en gerçek Atatürkçülük budur.
Cumhuriyetleşmek aslında Türkiye’ye büyük güç verecektir. Benim birkaç hatam var. Uzun süreli eylemler en fazla beni mahvetmiştir. Ama şimdi şahane bir Cumhuriyetleşme imkânı var. Biz kimsenin yapamayacağını yapacağız. Ağalığı, şeyhliği yıkan Cumhuriyetçiliği başka nasıl yapabiliriz. Atatürk milliyetçiliği bu değil mi! Sonuna kadar en gerçek Atatürkçülük bu değil mi!
Atatürk kişiliğini çözelim
Atatürk kişiliğini çözelim. Zamanında eleştiri yapmışız ama büyüklüğünü her zaman söylerim. İyi bir Atatürkçülük kopyacılık demek değildir. Bana göre iyi bir Atatürkçülük, günümüzde katkı sahibi olmakla mümkündür. Bu katkı, yeni Türkiye’nin kazanımlarının üzerine birkaç daha güç koyacaktır. Bunu yaparsak, şehitler ve yakınları bizi affederler. Ben iğne ucu kadar kendisini yaşamamış bir adamım. Elli yaşına gelmişim.
Atatürk’e derin saygılar
Ben Cumhuriyetin kuruluşunu büyük bir kazanım olarak görüyorum. Kurucusu Atatürk’e en derin saygılarımızı, şükranlarımızı dile getiriyoruz. Minnettarlığımızı dile getiriyoruz.
Laik Cumhuriyet en büyük aydınlık
Biz ilk başta Cumhuriyeti, devleti tanıyabilecek durumda değildik. Şimdi bile birçok siyasetçi ve liderin ne kadar cumhuriyetçi oldukları veya cumhuriyeti ne kadar tanıdıkları tartışmalıdır. Laik Cumhuriyeti net olarak kim tanıyor. Sanmıyorum ki benim kadar derinliğine anlasınlar.
Laik Cumhuriyet benim için en büyük aydınlıktır, özgürlüktür. Buna zaten karşı çıkamam. Bu benim Cumhuriyetim.
Kürtlere Atatürk’ü yeniden tanıtmalıyız
Dünya çapında ilk kez ulusal kurtuluş mücadelesi verilerek bir Cumhuriyet kurulmuştur. Atatürk’ün tek endişesi bu eserini korumak istemesi idi. Biliyorsunuz o dönem Almanya’da bile Cumhuriyet kurulamamıştı. İtalya’da yoktu. Ama Osmanlı artığı bir devlet yapısından bir Cumhuriyet çıkarmak çok önemlidir. Bana göre Kürtlere Atatürk’ü yeniden tanıtmamız gerekiyor. Kurtarıcı diyoruz ama Kürtlere dincisi, tarikatçısı, Kürtçüsü hepsi düşman olarak belletmiştir.
Ben öyle halis muhlis Kürt değilim. Türk'ten daha iyi Türk hissederim. Hiçbir milliyetçi Türk kendini benden daha iyi Türk saymasın. Benim tüm yaşamım, her şeyim Türkçedir. Pratik olarak en iyi bir Türküm
Kürtler için anayasal hakları istemenin anlamı yok
Bu kilit kavramlardan bir tanesidir. Yani bir soy devleti değil, ırk devleti değil, yurttaşlık, vatandaşlık devleti. Bu kilit anlamda bir faktördür. Bir de asli kurucu faktörü önemlidir. Ben şimdi düşünüyorum son günlerde "neden siyasal haklar istemenin anlamı yoktur". Çünkü siyasal haklar zaten Anayasa'da güvence altına alınmıştır. Bu haklar kullanılmıyorsa suç rejimde değildir, partilerin yapısındadır, liderliklerdedir. Yani şunu söylüyorum, Kürtler için anayasal hakları istemenin ne anlamı vardır. İstenecek hak zaten siyasaldır ve zaten vardır.
Kürtler Türkiye'de azınlık değil
Zaten vatandaşlık hakkı var. Kürtler, Türkiye'de bir azınlık değil ki, mesela Suriye'de parti kuramaz, hatta oy kullanamaz, vatandaş bile değildir. Diğer yerlerde de benzer durumlar vardır. Ama burada (Türkiye'de) sonuna kadar vatandaştır ve vatandaşlık ve siyasal hakkını kullanabilir. Başlangıçta asli öğe kabul ettiği için bu ayrım hiç düşünülmemiş. "Sen Kürtsün, bunun dışındasın" denilmemiş. Her şey aynı zamanda senin içindir de denilmiş.
Bu bana göre kimsenin üzerinde durmadığı bir husus. Türkiye Cumhuriyetinin anayasası ki 24'lerde bile belirlenirken bu böyledir, Kürtlerin aleyhinde hiçbir şey yoktur. Herşey olduğu gibidir, yani müşterek düşünülmüştür.
Anayasa'da her şey var
Yani Kürt kimliğine gerek yok, zaten orada her şey var. Anayasa'da var, peki ne arıyoruz biz. Anayasada örgütlenme var ama siyasal faaliyet çerçevesinde. İsyan yaparak değil. Bana göre buradaki cehalet ve bunun kötüye kullanılması kadar Türkiye'nin ciddi bir sorunu olamaz. Ben yöntemi istediğim gibi uygulayamadım, tutturamadım. Anlayış bulamadım diyelim. Ben muhatap aradım olmadı. Genel olarak ruh halimi anlatıyorum.
Sonuç olarak diyorum ki anayasal vatandaşlık önemli bir kavramdır. Ben şimdi bunun anlam ve derinliğini kavramış durumdayım. Anayasal vatandaşlığa dayalı bir devlet, bir soy devleti değil, vatandaşlık devletidir. Her milliyetten, her kimlikten insanlar bu vatandaşlık hakkını kullanarak yükselebiliyorlar, bu çok önemlidir.
Kürtçe'ye engel yok
Bir kısmı şeyimizi istismar ediyorlar. Derler ki, dilimiz yasak, kültürümüz yasak. Aslında yasak değil. Şu anda kurulan Mezopotamya Kültür Derneği yeterlidir bana göre. Yani onun özgürlüğü kırk yerde vardır.
Türkiye'de zaten demokrasi var, isteyen istediği partiyi kuruyor, sosyalist parti var, özgürlük partisi filan kurulabiliyor.
Bir engel var mı, yok. Kürtçe konusu işte Mezopotamya Derneği var, istediğin gibi oyna, şunu yap bunu yap. Enstitü kurulmuş. Engel var mı, yok. İşte bu eşittir demokrasi, bitti. Şimdi devlet bunları zaten sağlamış diyorum. Amaçlar gerçekleşmiş.
Türk'ten daha iyi Türk hissederim
Ben, öyle halis muhlis Kürt değilim. Türk'ten daha iyi Türk hissederim. Hiçbir milliyetçi Türk kendini benden daha iyi Türk saymasın. Benim tüm yaşamım, her şeyim Türkçedir. Pratik olarak en iyi bir Türküm. Ben Türk'ün bir parçasıyım ama Kürtlerle de ilgileniyorum. Çok az Kürtçe biliyorum. Ancak her şeyim Türkçe. Düşünce yapım Türkçedir. Ben Türk düşmanlığını hiç kabul edemem.
Türk ulusu ağacın kökü, Kürtler dalı
Türk Ulusu ağacın asıl köküdür. Kürtler büyük bir dalıdır. Çerkezler küçük bir dalıdır. Biz, bilim dışı bir şey söylemiyoruz. Tarih de bunu doğruluyor. Ben buna inanılmaz katkılar yapacağıma inanıyorum. Çürümüş dalı temizleyip düzgün bir aşı ile bu dalı tekrar filizlendireğiz. Bu kesinlikle Cumhuriyetin tamamlanmasıdır. Cumhuriyet halkın idaresi değil midir! Ağalar, şeyhler, tarikatlar demek değildir. Halen Refah'ın şeyi orada tarikat değil midir! Bir sürü dinci şey vardır. Elli altmış yıldır bu vardır. İsyanların kaynağı bu ilişkiler yumağı değil miydi! Demokratik Cumhuriyetin en temel ayağı olacağız.
Türkmenlerin Kürtleşmesi
Türkmen boyları Anadolu'ya geldiklerinde, Kürt aşiretleri ile tanışmışlardı. Bir kısmı Kürtleşmiştir. Benim aşiretim Bazuki de aslında Türkmen boylarına kadar gidiyor. Yani Türkmen'dir. Örneğin Karakeçililer de Türk'tür. Ziya Gökalp de böyle söylemiştir. Sonradan gelen Türkmenler Kürtleşmiştir. Yani Kürt-Türk karışımı ileri derecededir.
Sonuna kadar Türkçülük...
Bütün Türkiye ile demokratik birliktelik demek, Cumhuriyet demektir. Bu sonuna kadar Türkçülükle bağlantılıdır. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile Misak-ı Milli ile bağlantılıdır. 20'lerde Kürtler, ulusal kurtuluş savaşına bir kardeş olarak katılmışlardır. Sonrasında Kürtler üzerinde iyice gelişen feodalite hem Kürtleri perişan etti hem Türkiye'ye büyük zarar verdi. Türkiye'de demokrasinin bu kadar sancılı olmasının sebebi hep doğu ve güneydoğudaki problemdir. Bu feodal, aşiretçi ve dinci şey kırılırsa o zaman inanılmaz gelişme olacaktır. Cumhuriyette özgür yurttaş, özgür toplum olacaktır.
Hakkari'de Türkçe öğretelim
Türkiye'nin tarihindekinden daha büyük bir gücü kendimiz yaratalım. Türkiye'nin kullanabileceği bir güç yaratalım. Türk-Kürt kardeşliğini yeniden düzenleyelim. Bunları biz düzenleyemezsek, karşı kuvvetler bunları düşünecek ve düzenleyeceklerdir. Mesela, Hakkâri'de eskisinden daha fazla Türkçe öğretilmeli, bakın Kürtçe değil, Türkçe diyorum. Her bakımdan İstanbul Türkçesi olsun.
Arabistan'dan Afganistan'a kadar etkili olacak Türkçe merkezli nüfus
Mükemmel Türkçe merkezli, yani bir kısmı Arapça bir kısmı Kürtçe bilen ana ekseni hepsinin Türkçe konuştuğu bir nüfus. Bu Türkiye'nin en büyük zenginliği olacaktır.
Bununla İran'a, Arabistan'a, Türkmenistan'a ve hatta Afganistan'a kadar etkili olabiliriz.
Kürt meselesinin çözümü mevcut Anayasa'da
Dolayısı ile bizim Kürt meselesinde aslında atacağımız adımlar, geliştireceğimiz çözümler Anayasa'da mevcut olan şeylerin bilince çıkarılmasıdır. Sadece şimdiki anayasa değil, 1921 ve 1924 anayasalarını da. Bunları bilince çıkarmamızdır. Elbette bir ayrılık filan yok ama bunu bilince çıkaralım. Sen asli vatandaşsın hakkını kullan değil mi? Neden böyle olmuş, işte feodalite öyle bir çürüme yaratmış ki gerçekten halka nefes aldırmamış. Bu işin püf noktalarından birisi budur.
Ayrı devlet yaşamaz
Neden ayrılma gereği doğsun ki, ekonomik olarak hiçbir gereği yok. Dikkat edelim tam tersine dağlarda ekonomi falan kurulamaz, iki sosyal zenginlik desem zaten iç içe geçmişiz. İnanılmaz düzeydedir.
Hiç kimse bu sosyal dokuları parçalayamaz. Parçalasa bir gövdenin kolunu koparmış gibi olur. Veya bir bacağın kopmasıdır ve bu gerçekten çok anlamsızdır. Koparsa siyasal olarak daha geri bir duruma düşeriz.
Hatta küçük bir devlet bile kurmak istendiğinde hiç kimse kabul etmez. Velev ki kurduk dağın başında bu devletin hiçbir şekilde gelişme şansı yoktur.
Esas mesele feodalite
Feodalite meselesini küçümsememek gerekir. Türkiye'deki demokrasiyi de zehirleyen budur. Feodalitenin ilişkiler yumağıdır. İşte Hizbullah şimdi bunu esas alarak gelişiyor mu, işte her türlü tarikat böyle gelişiyor mu, yetmiş beş yıldır Türkiye'nin demokratik gelişmesini zehirleyen bu ortam değil mi?
Yine halk üzerine en anlamsız cahillikleri, gerilikleri yürüten dayatan bu ilişkiler yumağı değil midir? Tekrar söylüyorum, isyanlar gibi şeylere yol açan bu ilişkiler yumağı değil midir? Bunlardır.
Bunlar Talabani’yi büyük ihtimalle kullanacaklar. Barzani zaten şeydir. Mahalli bey gibidir.
Onu herkes kullanır, Saddam kullanır, şu kullanır. Yani orada İsrail’in de etkisi gelişebilir diyorum
Talabani ve Barzani kullanılan güçlerdir
Bunlar Talabani’yi büyük ihtimalle kullanacaklar. Barzani zaten şeydir. Mahalli bey gibidir. Onu herkes kullanır, Saddam kullanır, şu kullanır. Yani orada İsrail’in de etkisi gelişebilir diyorum. İran üzerine iyi düşünmek gerekiyor. İran 80-90 arasında bu dini şeyin örgütlenmesinde İran’a büyük tavizler verildi. Sırf bizi biraz zorlamak için. Onlar ikili oynadı hem bize oynadı, hem Türkiye’ye oynadı. Her iki taraftan da yararlanmaya çalıştı. Epey mesafe aldılar. Çok güç biriktirdi. Tıpkı Hamas olayında olduğu gibi bütün hesapları da şuydu; biz devreden çıkarsak, yani uzlaşır veya ezilirsek, rap diye kendi çizgisini Türkiye’ye oturtacak. Şimdi olan biten budur. İşte Hizbullah son 94-95’ten beri doğuda habire aday olmaya çalışıyor, Refah’ın biliyorsunuz doğuda aldığı şeyler hep bizim yarattığımız boşluğu değerlendirmedir.
Ben Türkiye’yi unuttum, 93’lerden beri zamanımın büyük bir kısmını Kuzey Irak üzerine yoğunlaştım ve Talabani Barzani ikilemini çözmeye çalıştım. Ve şimdi de o tam istediğim noktaya doğru hızla gidiyor.
Barzani ve Talabani’ye nefes aldırmayalım
Bunlar Irak’ı kapmak isteyecekler. Bu açıdan bizim gücün Türkiye’ye gelip yasal sürece girecek olanlar girer. Diğerlerinin hepsi orada yoğunlaşsın. Kesin yani sizin de gözlerinizin önünde olsun. İşte bu Barzani ve Talabani’nin nefes alamaz duruma getirilmesidir. Türkiye’nin on yıldır, yirmi yıldır yapamadığını biz yapacağız diyorum. Tekrar söylüyorum bu parayla pulla alınamaz. Zaten bir önerim de bu Erbil’i almaktır. Süleymaniye üzerinde biraz Talabani’nin etkisi varsa Duhok üzerinde biraz Barzani’nin etkisi varsa her yerde biz oluruz.
Irak’ta bizimkileri hazırlayalım
Orada kesinlikle bizimkileri hazırlayalım, biz orayı tamamen kazanabiliriz. Arkadaşlara çok rahatlıkla Türkmenler ile ilişkiye geçebilirler. Bu aşiret şeyleri orada aslında azınlıktırlar. Destek olmasa bile birazcık böyle ayarlama gibi bir şey olursa iyi olur. Çünkü orası Kıbrıs’tan daha önemlidir. Hiç kuşkunuz olmasın, böylelikle kazanılmış olacaktır. Unutmayalım, bugün Saddam gider başkası gelir. Arabın şeye ihtiyacı yok, petrolü zaten var. Arabın ülkesi zaten geniş. Afrika’nın kuzeyinden bilmem nereye kadar, dünya kadar petrolleri var. Bir de o kadar katliam olmuş. Onu tekrar egemen kılmanın gereği yoktur.
Bu Barzani Talabani şeyine ben ilkeli karşı çıktım. Onları oradaki insanların üzerinde etkisiz bırakmak basit bir olay değildir. Bu konuda çok büyük mücadelem var. Ve bunun ileride Türkiye’nin hizmetine neler katacağını göreceksiniz.
MHP bizimle iş yapsın
Irak Türkmenlerinden benim bir sürü dostum vardır. Türkmenler halis muhlis Türktürler. Onlar Selçuklu Türkmenleridir. Temiz insanlardır. Mehmet Özbek’in Kerkük türküleri falan güzeldir. Dilleri de Kürtçe ile çok iç içedir. Yani işte şimdi MHP iş yapmak istiyorsa gelsin bizimle orada yapsın. Yani gelsin beraber yapalım.
Zararım dokundu, on kat kazandıracağım
Ben elimdeki gücü biliyorum. Çünkü müthiş bir güç. Bu gücü İngiltere 200 yıldır ele geçirmek istiyor. ABD, İran vs. yıllardır müthiş ele geçirmek istiyor. Tamam, Türkiye’ye benim zararım dokundu ama on kat ona kazandıracak imkânım var; niye buna gelmeyeceksiniz. Büyük kazandıracağım.
Talabani-Barzani ile herkesle oynar
İran’da diğer şey daha güçlüdür. Dikkat etmek lazım. Hatemi’yi aşabilirler. Diğerleri de Ortadoğu’da bu Hizbullah şeylerine güç verenlerdir. Çok tehlikelidirler. Bana göre onların Türkiye üzerindeki tam çalışma derinliği bilinemiyor. Irak’ı da çok kullanabilirler, Barzani ile de yaparlar. Zaten içinde adamları var. Ethem Barzani var, devrimci Hizbullah partisinin başı, işte o öyledir. Yani Talabani ile İngilizler ve İran oynarken Barzani ile de herkes oynar. Sonuçta demek istediğim, tedbir alınmaz ise Türkiye üzerine oyunları artar. Lübnan’dakilerin de Türkiye üzerine ilgilerinin büyük olduğunu biliyorum. 93-96’da Türkiye’den bazıları bunlarla ilişki kurdu.
Erbil planı
Yalnız Irak’ta mevzi kazanmak için 15-20 yıldır büyük mücadele verdim. Talabani ve Barzani tekelini kırmayı da küçümsemeyin; çünkü arkalarında büyük güçler var. Kendilerini her şekilde satarlar. Çok ucuza Türkiye’ye de yanaşırlar. Onlara lütfen inanmayın. Biz ilkeli tavır aldıktan sonra bunları aşarız. Bunları nefes aldıramaz bir biçimde Türkiye’ye bağlarız. Onun için Erbil planını söyledim. Biraz daha o şehirlerde de ağırlığı oturtursak, Türkmenlerle birlikte iç içe olursak bunlar köpek gibi bağlanırlar. Ne Amerika’ya ne İngiltere’ye ne İran’a ne şuna ne buna değil, Türkiye’ye bağlanırlar; neden, çünkü taban bizim. Orada sağlayacağımız şeyi direkt asker yapamaz. Direkt yaparsanız Sırpların Kosova’daki durumuna düşersiniz.
Barzani Kürtlük nedir, bilmez
Bu Barzani de dahil, şöyle bir Kürtlük nedir deseniz, bir mektup yazacak yetenekleri yoktur. Dolayısı ile bu olanlar ne kadar Kürt isyanı sayılabilir. Bu, önemli bir soru işaretidir. İsyanlar aslında İngiltere’nin bölgeye girmesi ile etkinlik ve misyoner çalışmalarıdır. Ayrıca isyancıların, aşiretlerin o zaman her tarafa doğru çalışan şeyleri vardır. Halen de öyle, mesela Barzanilerin bir kısmı Saddam ile çalışır, bir kısmı İran ile, işte bir kısmı Türkiye ile. İşte buraların böyle doğal bir özelliği var. İki yüz yıldır bunu devam ettiriyorlar. Buna Kürtçülük yaftası yapıştırmak hatalıdır. Şeyh Sait isyanı da böyledir.
Şivan, kendini Kürt önderi diye yutturuyor
Bu Şivan için söyledim. Basit bir türkü söylüyor, kendisini Humeyni yerine koyuyor. Yani basit bir müziği siyasi şeyin yerine koyuyor. Yani basit bir kültür olayını bir siyasi önderlik gibi yutturmaya çalışıyor. İşte bu Şivan olayı öyledir. Uzun süre türkü söyleyerek kendisini bir Kürt önderi olarak yutturmak istiyor. Yani sanatın, kültürün rolü ile siyasetin rolünü karıştırmaktır. Bu Kürt aydınlarının da olayı budur. Yaptıkları sıradan, basit bir kültür çalışmasını kalktılar Kürtçülük diye sundular ve bu bizi yaktı.
Kürt işbirlikçiliğine karşıyım
Kürt işbirlikçiliğine karşıyım. En son günüme kadar istese idim Talabani’nin yanına gidebilirdim. O beni Amerika’ya, İngiltere’ye götürebilirdi. Onlarla buluşturabilirdi. Ben Şam’dan çıkmadan önce özel davetçisini yanıma gönderdi. Nefret ettim, görüşmedim bile. Bunu açıkça söylüyorum. Ondan sonra Barzani ile görüştüğünde benim için “Bu, ne yaptığını bilmiyor” dedi. Ben gitmedim, tavrımı koydum; çünkü biliyordum, çok kötü oynayacak. Anladım her şeyi yapabilir, öldürme şeyinden çekindim yani.
Talabani, Bayık’ı çekmek istedi
§Dünya çapında stratejik karar alınmış (Irak konusunda). Çok hassas olunmalı. İngiltere ağırlıklı diye düşünüyorum. PKK’yı ısrarla dıştalama, Talabani olayını çok iyi biliyorum. O zaman Talabani yalvarıyordu. Diyordu, sizin bütün güçleriniz gelsin YNK (KYB-Talabani’nin partisi) bayrağı altında şey etsin. Biz her tür yardımı yaparız. İkinci bir şey de ki kaynağı İngiltere’dir, biliyorum. Bu gücü ilerde Türkiye’ye karşı kullanacağız diyorlar. Bunun belgeleri var bende. Bu dediğim işte bu son eylül şeyinde. Bu deli dedi Talabani, biliyorsunuz. Benim için bu sözü kullandı. Bu deli dedi, ne yaptığını bilmiyor dedi, sonra yalvardı Cuma’ya (Cemil Bayık) çekil gel diye. Orada birkaç kadına yer filan verdiler, iki tane kaçırdılar. Orada birkaç kamp vardı, olduğu gibi YNK’nın şeyine çekmek istediler. Cuma (Cemil Bayık) oradan bir grubu hedefledi. Aman dur, oyuna geliyorsun falan dendi. Yani 93’teki Ferhat olayı gibi.
Benden çıktığını lütfen söylemeyin
Yani bu çok önemlidir; istenilen, PKK’nın bütün gücünü Türkiye’deki, Avrupa’daki kısaca her yerdeki gücünü yedekleyip Saddam sonrası kullanmaktır. Yani alın işte Türkiye’ye karşı bir koz.
Olay budur. Bu çok somut bilgidir. Benden çıktığını da lütfen söylemeyin. Sonrasında KDP’yi eritmeyi düşüneceklerdi. KDP aşiret gücüdür biliyorsunuz. Onların bir kısmı İran ile, bir kısmı Irak ile olur biliyorsunuz ama fazla bir şeyi olmaz. Bunu şimdiden çok iyi görelim diyorum. Yani beni çağırırken de gel uzun vadede böyle çalışalım diyorlardı. Ben inanmadım, tereddüt ettim. Dedim ki bu her türlü oyunu yapar ve gitmedim de. Orada her şeyi yapardı, çok korktum, çekindim gerçekten. Yani oyunun arka planını gördüm bir de oraya gitsem durumu dengeleyemezdim onun için dışarıda kaldım ve dengeledim. Sırf bunun için dışarıda, Suriye’de kaldım.
İngiltere’nin istediğini Türkiye yapacak
Bunu küçümsemeyin; bu çok kapsamlı ve büyük bir oyundur. İkide bir sanki Türkiye yanlısıymış gibi de İngiltere bazı kararlar çıkarıyor, PKK’yı şöyle bitirtelim Türkiye’ye, böyle bitirtelim diye, hikâyedir; işte onun için söylüyorum, gelin Türkiye’nin bu derdini hemen bitirelim diye. Onların meselesi PKK ile Türkiye’nin çatışması değil, mesele PKK’yı yanına alıp uzun vadede Türkiye’ye karşı kullanmak. İşte 23-26 Şeyh Sait oyunu böyledir, bunlar çok önemlidir. İşte şimdi bizim oradaki gücü hemen bu paralele sokalım. Bunlar büyük tecrübelere dayanarak söylediğim şeylerdir. İngiltere’nin dağ gibi ayarlamak istediği şeyi Türkiye yapacak.
1923-26’dan daha dev gibi gelecekler
Yoksa inanın 23-26’dan daha dev gibi gelecekler. Hiç bu konuda şüphem yok. Yunan İstanbul için gelir, İran ve Ermeni bunun içindedir. Hatta bana göre İsrail’i bile Suriye ile barıştırıp onunla da şimdiden bölgede Türkiye’nin etkinliğini önleme peşindedirler. Bu çok açıktır. Konu derin ve kapsamlıdır. Burada tıpkı Türkiye Misakı Milli’den nasıl koparıldı, nasıl nefessiz bırakıldı Kürt isyanı ile birlikte, aynı olay daha da derindir; çünkü Orta Asya’sı da var, Kafkasya’sı da var. Olay bu kadar büyüktür diyorum.
İran’a karşı önlemler almalıyız
İran bir şeyler yapmak isteyecek önlemeliyiz. Sınırlarda önlem almalıyız, bu imkân kesinlikle elimizde. Arap şeyi olacak, her şeyi Araplara veremeyiz. Zaten Şia esas İran’dır. Sünni kesim sınırlıdır. Her şey yeniden oturtulurken bile gücü bence son derece sınırlı olmalı (Irak için) yani katliam yapacak güç artık kalmamalıdır.
Türkiye, İngiltere kadar Irak’ta hak sahibi değil midir?
Bakın dikkat edin Talabani Türkiye’nin bu olası şeyini, Irak üzerindeki olası şeyini önlemek için, 1975’ten beri çalışıyor. Biliyorsunuz Ala Rızgari’yi filan çekti, en son bizi çekmek istedi. Ve ben büyük mücadele verdim. Bunu küçümsememek gerekir yani. Yani İngiltere ve Talabani 93’te bizim Osman’ı yanına çektiğinde ne yapıyordu biliyor musunuz? Bizim bilgimiz var bir taraftan el altından haber veriyordu “gel şurada PKK’yı vur” ama diğer taraftan Cuma’yı (Cemil Bayık) ve Ferhat’ı çekmeye çalışıyordu. Ve ben bunların hepsini önledim. Irak sadece Irak’ın alınması değildir. Türkiye’nin can evinden prangalanmasıdır.
Yani İngiliz seçeneğini güçlendirecek şeylerden kaçınalım kesinlikle alet olmayalım diyorum. Türkiye, İngiltere kadar burada hak sahibi değil midir?
Geldim devlete katıldım
Bu temelde ‘ben geldim devlete’ katıldım diyorum. ‘Geldim bu siyasi rejime katıldım’ yani, ‘bu demokrasiye katıldım’ diyorum. Ben bunu daha önceleri de çok istedim. Daha Roma’da iken Sayın Tayfun Talipoğlu’na söyledim. ‘Git söyle bana bir yeşil ışık yakılsın’ dedim. ‘Beni burada bunlarla uğraştırmayın’ dedim. Kendisi şahidimdir. Genelkurmaya söyleyin beni fazla ezmeyin lütfen. Eylülde zaten ateş kesmiştim, ‘bunlardan kurtulmak istiyorum’ dedim. Devletin tekliğine, ülkenin bütünlüğüne dair tezlerim de vardı. Hepsi yazılı, belgeli. Ben bunları şimdi söylemiyorum ki, beni ateşe attılar, ne yapayım.
Benim için hizmet önemlidir
Ben sadece şunu başardım sağ olarak buraya geldim. Elçilikten çıkarken getirdiler ‘bir tabanca al’ dediler almadım. Alsaydım ölmüştüm. Ben biliyordum beni öldüreceklerdi Kenya’da. Benim buraya sağ olarak ulaşmam bana göre başarıdır. Beni kesin imha etmek istiyorlardı, bu çok nettir. Bu noktadan sonra benim için hizmet önemlidir.
Devleti tanımadan ona karşı çıkmaya yeltendik
Devlet eğer beni tasfiye etmek istese idi önceden yapardı, başka yollarla yapardı. Bu Türk solundan avukat Ercan Kanar vardı. Dedim siz neden bu kadar az oy alıyorsunuz, çünkü siz devleti tanımıyorsunuz. Eğilimini bilmiyorsunuz. Bu CHP de dâhil böyle. Devleti tanımamışsınız. Bu benim de hatam. Yani biz devleti tanımadan devlete karşı çıkmaya yeltendik. Ne kadar tanıyorsun devleti, neyine karşı çıkıyorsun. Ben bile devleti daha yeni yeni kavrıyorum. Daha Türkiye Cumhuriyeti’ni ben yeni tanıyorum.
Önüme ne sürüldüyse...
Yani işte ütopik dedim ya, ben yetmişlerde devleti nereden tanıyacağım. Önüme ne sürüldü ise gençlikte o işte. Bu çok acı bir şey yani. Bu çok hazin bir durum. Bizimkilere demek istiyorum. Binlerce, on binlerce insan tanımadıkları devletle karşı karşıya gelmiş. Dediğim gibi biz bu devleti anlamadan yıllardır savaşıyoruz sözde. Neyine savaşıyoruz aslında kendi kendimizi vuruyoruz, farkında değiliz. İnsan önce devletini tanır, sonra particilik veya siyasetçilik yapar. İşte biz bu tarihi hatayı işledik. Devletini tanımadan siyaset yapılmaz. İşte Refahyol bilmem ne. Gerçekten bizim en büyük hatamız bu. Kaldı ki o durumda iken biz devleti de tanıyamazdık. Ama hala devleti tanımadan demokratlık taslamak olur mu? Ben Avukat Ahmet’e de dedim, sizin bu sahte demokratlığınızla bir yere varılmaz. Devlet beni isterse idam etsin, devletin ciddiyetini esas alıyorum. Ben bundan sonra bu yoldan yürüyeceğim.
Akıllandım, devletimle çıkış yolu arıyorum
Mustafa Kemal ta o zaman diyor ki, Arap dışarıda kalsın. El Cezire komutanı Halit Paşa’ya söylüyor. Kürtleri diyor mutlaka alacaksın, Araplar dışarıda kalacak. İngiliz ve Fransızlara karşı Kürtler savaşacaklar diyor. Yani Kürtleri çok net bir alma şeyi vardır. Bugünlerde aynen 20’leri yaşıyoruz. Aynı şeyler sahneleniyor. Bunlar o zamanki gibi boş durmayacaklar. Türkiye aleyhine yine çeşitli ittifaklar gelişebilir. Üzerimizde oynadılar. 90’lardan sonra bu etki daha büyüktü. Mesela Kani gibi diyelim. Mesela Rusya’daki Mahir Velat gibi tam bir kukla. Yani böyle her birisinin etrafında dev gibi güç oluşturdular. İşte Ferhat (Kardeşi Osman Öcalan) bile öyle olacaktı. Cuma (Cemil Bayık) Talabani’nin şeyinde kalacaktı. Bu benim yüz akımdır. O zaman kararımı güzel verdim. Devletle demokratik birliktelik istedim. Bu yüzden Türkiye bundan kuşku duyamaz. Bu yaptığım baskı ile bütün yolların kesilmesi ile ilgili bir olay değildir. Ben aklımı başıma aldım ve devletimle çıkış yolu arıyorum.
Devleti tanımadan desteksiz atıyoruz
Ben avukata dedim yani devlet isterse burada nefes aldırmaz. Avrupa’dan çekinerek adım atmaz dedim. Onlara şunu da söyledim “devletin işleyişini bilmiyorsunuz, gerçekten devleti tanımıyorsunuz, bu devleti sizin de iyi anlamanız lazım, barışın, devamlı devleti anlayarak iş yapın, devleti anlamadan ileri geri konuşmanız beni de zorlar” dedim. Tanımadan bilmeden desteksiz atıyoruz.
Ortadoğu’da devlet adına çalışma
Öyle bir takım şeyler oluşturdum ki Amerika da 40 yıl uğraşsa, Avrupa da 40 yıl uğraşsa, İngiltere 150 yıl elde edemedi, Rusya’sı da dâhil hiçbir büyük gücün yapamadığını yapacağım onların yıllardır yaptığını tersine çevireceğim.
İşte burada ilkeli olmak zorundayız, onlara karşı adeta bir militan gibi tavır geliştirmek zorundayız. Bu sadece ordu görünümlü olmaz. Açık söyleyeyim başka bir devlet olsa bunlara müthiş yatırım yapar hem de “aferin, çalış” der. Ben yapmıyorsunuz demiyorum. Kendi boyutumla ilgili konuşuyorum. Onun için diyorum ki, biz Irak’ta büyük çalışmak zorundayız. Bir sürü geniş amacı olacak o çalışmaların. Devlet burada yalnız başına askeri olarak iş yapamaz. Ama biraz önce taşeron dediniz, başka bir ad da verebilirim, yani orada çok ciddi organizasyonlara ihtiyaç var. Lübnan bile küçücük yerdir neler var. Irak muazzamdır, petrol ve dünya kadar su, Dicle ve Fırat’ın sularının gittiği yerdir. Yüzlerce yıldır üzerinde savaş yürütülen yerdir. Şimdi en kritik sürece giriliyor. ABD’si, İngiltere’si ve yakında da Rusya’sı hepsi içindedir.
Misak-ı Millici olmak
Misakı Millici olmak aslında aktüel bir konudur. Hem Irak’taki parça meselesi var. Hem Misakı Milliciyim deniyor, o halde burada Sevr’in aşılması olayı vardır. Sevrciler de vardır. Onları da kesinlikle küçümsememek gerekir. Mesele sadece silah değil, biliyorsunuz ideolojik ve politik hazırlık çok önemlidir. Karşı güç şu anda bizi çok büyük kullanmak istiyor. Korkunç beni kullanmak istediler. Biz bunu önleyebiliriz diye düşünüyorum.
Beni öldürseniz de saygı duyarım
Beni öldürseniz de şimdi saygı duyarım. Size saygı duyuyorum, hiçbir zaman sıkılmadım. Ben milli güvenlik hocası binbaşıdan bahsetmiştim. Halen üzerimdeki etkisi çok büyüktür. Devletin ta kendisi oydu işte. O benim için kutsal bir varlık gibi idi. Demek istediğim devleti şahsında temsil eden hiç kimseye karşı olmadım.
Ordu işlerin ipini bırakırsa devlet kalmaz
Ben burada ordunun fonksiyonunu her zaman dile getirmişimdir. Ordu bu işlerin özünü, ipini Allah etmesin bu sivillere bırakırsa ortada devlet kalmaz. Bana göre son yılların değerlendirmesinde herkesin derin bir eksikliği var. O da ordu üzerindedir. Ben onun üzerinde epey yoğunlaştım. Ve yalnız günümüz için söylemiyorum. Ordu konusunda hala büyük bir aydınlatmaya ihtiyaç var. En başta bu Türkiye siyasi çevreleri, partiler ve kadroları açısından. Benim kişiliğimde de ordunun çok büyük etkisi vardır. Ta ortaokuldan sonra askeri okula gitmek isteğim, yaşımı düzelttirme başvurun filan böyledir. Ama kabul edilmemişti. İlkokulda iken Aziz isminde bir arkadaşım ile köyde ağacın üzerine çıkmıştık. Yirmi yedi Mayıs yeni olmuştu. Ben ona dedim ki biz askeri okula gitmeliyiz sen karacı olmalısın ben havacı olmalıyım bir darbe de biz yapmalıyız. Netice itibarı ile Türkiye realitesinde ordusuz olmaz. Savunmamı biraz da bu eksenli hazırlıyorum. Aslında duruşmalardan sonra biraz imkânlarım açılırsa benim ordu ile yapabileceğim büyük işler vardır.
İlk üyelik başvurum Ülkü Ocakları’nadır
Bunlar çok kötüdür. Ben Erbakan’ı da dinledim otuz yıl önce mimarlar odasında. Benim ilk üyelik başvurum ülkü ocaklarınadır. Ben ilk üyelik şeyim Ülkü Ocakları’nadır. Ama almadılar. Ben komünizmle mücadele derneğine de gittim Korkut’u dinledim. Ben Ankara’da önce onları dinliyordum, daha sonra devrimci oldum. Yargıtay Başkanı Öktem’in cenaze törenine katıldıktan sonra solcu oldum. Yani o zaman durumlar farklı idi. Şimdi elimdeki güç inanılmaz boyutlarda ve ben bu gücün yaratıcı uygulamasının ustasıyım. Hem güç çok büyük hem onu kullanma yöntemleri olağanüstüdür. Yarın ordu görecek neler yapacağım, devlet, ordu hiç endişe etmesin.
Ordu kişiliği benim için saygı duyulacak tek kişilik
Ben orduyu sadece askeri hiyerarşik bir yapı olarak görmüyorum. Kültürü, felsefesi ve en başta da kişiliği çok kapsamlıdır. Ordu kişiliği benim için saygı duyulacak tek kişiliktir. Bunu söylerken hayranlıktan tutun, müşfikliğe kadar her şey vardır. Ben burada değilken de Orduyu hep örnek gösteriyordum.
İçimizde sapık adamlar oluk oluk kan akıttılar
Bu konuda bana şimdi biraz kolaylık sağlanmalı. Ben fazla bir şey istemiyorum diyorum size. Yani hata yaptım, ciddi hatalarım oldu. Ama gerçekten o kadar kötü birisi değilim. Yani gerçekten vatanı için, devleti için, onun yüceliği ve büyüklüğü için gerçekten bitmiş bir insan değilim. Devletin gerçekten özüne ters düşmüş değilim. Binlerce insan da öldü yetmişlerden beri. Onbinlerce insan gitti bizim içimizde de sapık adamlar oluk oluk kan akıttılar. Binlerce bizim insanlarımızı ve askerleri katlettiler. Anlamsızdı. Ben şiddet yüzde 95 hata idi demiştim. Şimdi avukatlar gelmişler buna karşı çıkıyorlar ve o yüzde doksan beşe de sahip çık diyorlar. Ben bunu yapamam.
Şehit yakınlarının ellerini öpeyim
Şimdi bu şehit yakınlarına gideyim hepsinin ellerini öpeyim diyorum, oğulları gibi hareket edeyim. Diyeyim işte ben de sizin oğlunuzum, bana ne isterseniz yapın, bu durumdayım ve bunu en büyük ahlak ve fazilet örneği olarak sayıyorum. Bizim bunu yapmamız gerekir. Durumun bu olması gerekir Türkiye’de. Başka yaklaşımlar batının emperyalist ve klasik yaklaşımı olur.
Şimdi Cumhuriyetin en sağlam dayanağı ayaklardan biri olacağız. Bu ayaklar üzerinde Ortadoğu'yu titretebilecek bir konuma dönüşecektir. Lider ülke Türkiye olmalıdır 'Nasıl yüzün tutar' diyebilirsiniz
Örneğin ben geldim yakalandım, ordu bence demelidir ki "senin savaşının işte sonucu budur ama doğrusu da budur" demeli. Onun için vurguluyorum, yani çok Türkiye aleyhinde isem diyecek "Türkiye aleyhinden vazgeçeceksin, doğrusu budur bunu yapacaksın" demelidir. Ben çok mu istedim böyle olmasını, hayır ben yüzde doksan eylemlere karşıyım diyorum. Yani bana göre mümkündür, nasıl onbeş yıldan sonra nasıl yüzün Türkiye'ye tutar denilebilir. Ama en büyük sevgi bendedir yine şaşarsınız. En büyük hizmet tutkusu bendedir. Eğer en derin bu ülke insanlarının her düzeyde gelişmesine çalışmazsam, barıştan tutalım bunun çok kapsamlı bir ekonomiye ulaştırılmasına kadar, kardeşlik duygularının bir daha yıkılmamacasına müthiş gelişmesine çalışmaz isem ne yaparsanız yapın.
Beraber yapacağız, kanıtlayacağım
Ben tedbirsiz değilim, dikkatle dinleyin lütfen Bunun en pratik yolu ne biliyor musunuz? Genel otoriteyi ele almak önemli idi, çünkü işler bu noktaya geldikten sonra kırk kullanılacak zeminler doğuyor, her an benimle başlayacak bir barış atağı yapmak istedim, belgeler gelecektir, görürsünüz, şu anda bunu küçük görmemelisiniz. Evet, o tarihlerde belki sonucu ortaya çıkmadı ama şimdi bu imkân vardır. Bu sıradan bir şey değildir. Bir örgütün iliklerine kadar battığı bir eylemi durdurup "gelin, barış kardeşlik çalışmasına yönelin" bunu küçük görmemelisiniz. Bu yalnız kanı, acıyı durdurma değildir. Bu yüz yıllık bir şeyin gelişmesi olacak. Yalnız o mu değil, o dıştaki şeyler çekilecek, bir de komşular var, onun da büyük etkilemesi yaşanılacak. Bunlar Türkiye'ye Türkiye katmaktır. Beraber yapacağız. Yani beraber böyle oturacağız, Türkiye'nin iyiliğine olan işler nasıl gelişiyor göreceğiz. Şu anda bütün komşular zıt mı, bütün komşular zorluyor mu evet ama artık biz zorlayacağız. Bunu kanıtlayacağım.
İradem elimden alınmadı, isteğimle yapıyorum
Ben burada neden bu kadar kıyamet koparıyorum, anlamanız lazım. Batı budur. Yıllarca Türkler üzerinde her türlü oyunu oynamıştır. Kıpçakları, Peçenekleri birbirine kırdırmıştır. Karakoyun Akkoyunlu'lara da aynısını yapmıştır. Batı durmuyor. Batı daha o zamandan durmuyor elçilerini gönderiyorlar. Birbirlerine kırdırıyorlar. Dolayısı ile Kürt olayı üzerinde çok kapsamlı duruyorlar. Attıkları adımlar da küçümsenemez. Kesinlikle çelikten güçlü bir Türkiye kuralım. Bunda en ufak bir şüpheniz olmasın. Bazıları benim için iradesi elinden alınmış diye işliyorlar, kesinlikle öyle değildir, bu benim istediğim bir yaşamdır.
PKK'yı Türkiye sevgisiyle donatalım
Bütün oyunlara rağmen sonuç alıcı şeyler olacak. Türkiye'nin bu sürecinde ben olumlu rol oynayacağım. Sonuna kadar gerçek emek verenlerin, gerçek yurtseverlerin Türkiye'si ile yürüyeceğim. Açık söylüyorum ben Türkiye'ye zarar verenlerin aleti olmayacağım. Bakın PKK da büyümüştür. Bunların hepsini Türkiye sevgisi ile donatalım diyorum.
Ben, Türkiye ile birlikte çalışmayı, Avrupa ile iş yapmaktan çok daha önemli bulurum. Bu ustalıkla olmak zorunda, bazılarını birden bire karşıma alsam olmaz çünkü bunlar güçlü. Bu kullanmak isteyenler, yani bu adamlar tehlikelidirler, dengesizdirler. Kürtçülüğün bu durumuna Mustafa Kemal de karşı çıkmıştır. Beni onlarla aynı kefeye koymamanız lazım.
Ben hep sırat köprüsünde politika yaptım. Bunlar beni neden harcamak istediler, bana küçük bir yer mi bulamadılar. Mesele o değil mesele benden kurtulmak içindi. Çok önceden beri benden kurtulmak istiyorlardı.
Bizi hep Türkiye'ye karşı kullandılar
Şu anda hazırlığımız tam şu anda bana göre diğerleri panik şeyine girdi. Hiç çekinmemelidir. Devlet olarak alet ol demiyorum. Oranın kitlesi hazırdır. Bütün alt yapısı hazırdır. İran'da ve Kafkasya'da da hazırdır. Onlar Türkiye'yi nasıl zorladılar biliyorsunuz. Şimdi bunlarla Türkiye dünyayı zorlar. Bu bir müjdedir. Büyüyen Türkiye'den herkes kazanır. Bizi hep Türkiye'ye karşı kullandılar. Biliyorsunuz en sonunda işte mecliste böyle bir cüretkârlığı yapabildiler. (Merve Kavakçı olayını anlatıyor) Refah ve İran'ın durumu budur dikkat etmek lazım.
ABD'yi yedeğe düşürelim
Türkiye'ye dayalı büyüklük derken bu eşittir imparatorluk değerinde bir şey diyorum. Bu çok önemlidir, mesela İsrail Ortadoğu'da şey olmak için büyük gayret içindedir diyorum. Çünkü o da büyük ve stratejik düşünüyor. İngiltere, Rusya şu bu fazla şey etmeden diyorum, ABD tüm gücü ile gelmek hâkim olmak istiyor ama ABD'yi biz yedeğe düşürelim.
Pırlanta gibi bir subaysınız
Siz bir yurtseversiniz. Sizi karşımda canavar bir sorgucu olarak görmüyorum. Bu ülkeye gerçekten hizmet eden pırlanta gibi bir subaysınız. Ben de yapabilirim diyorum. Yaşım belki biraz geçmiş ama bazen ah gençlik nerdesin diyorum. Bu hizmet aşkı kesinlikle görülmelidir. Bütün sorumluluk bana aittir. Bir de bu bütün eylemler falan bana yüklenmesin.
İran ve Irak'ta kullanacağınız üç oluruz
Benim disiplinli bir görev anlayışı içinde olduğumu sanırım siz biliyorsunuz. İran'daki kitle çok önemlidir. İran'ın ipi şu anda tutuldu. ABD orada iki kişi çalıştıramaz ama biz ayaklanın desek yapacak bir kitle var. Bu Irak için de böyledir. Elbette bu adamlar boş durmayacaktır. Biz Türkiye olarak hemen oraları etki altına almalıyız. Bunu ben yapacağım. Türkiye'nin büyük gücü olacak.

Kardeşim Ferhat kod Osman'ı İsfahan'a çekmeye çalıştılar. 93'ten beri ben bunlarla mücadele ediyorum. Cuma'yı (Cemil Bayık) kontrol altına almak için çalıştım. Talabani'nin onların üzerinde çok çalışması vardı. Bir Kani'yi, bir Mahir'i kontrol için çalıştım. Bunları sıradan bir gelişme olarak görmeyin. Avrupa, PKK üzerinde kendi modelini kurmuş, ben onlara fazla geliyorum.
Şimdi Cumhuriyetin en sağlam dayanağı ayaklardan biri olacağız. Bu ayaklar üzerinde Ortadoğu'yu titretebilecek bir konuma dönüşecektir. Lider ülke Türkiye olmalıdır.
Bütün Kürtleri Türkiye ile bütünleştireceğim
İleride çok daha net bir formül söyleyeceğim. Bu savunma bütün kalınlıklarına rağmen, bir çözüm platformuna dönüşecektir. Mutlaka olacak. Yalnız PKK'yı değil, bütün Kürt kitlelerini genelde Türkiye ile bütünleşmeye çağıracağım. Bunun için onların beynini yavaş yavaş getirmem lazım. İşte bu harika bir yaklaşımdır.
Misakı Millici olmak aktüel bir konudur
Misakı Millici olmak aslında aktüel bir konudur. Hem Irak'taki parça meselesi var. Sevr'in aşılması olayıdır. Sevrciler de gerçekten vardır. Onları da kesinlikle küçümsememek gerekir. Mesele sadece silah değil biliyorsunuz, ideolojik ve politik hazırlık çok önemlidir. Bizi yani beni kullanmak istiyorlar.
Her türlü hakareti kabul ederim
Mükemmel Cumhuriyet sentezine doğru gideceğiz doğuda. Pırlanta gibidir. Ürünlerini yakında göreceksiniz. Eğer orada yüz yıllık bir kazanımı vermezsek önce beni kessinler. Her türlü hakareti kabul ederim. Cumhuriyete en güzel taze kan nasıl ki, Ulusal Kurtuluş Savaşında verildi, yine biz vereceğiz. Bu çok önemlidir. Bunu, bu heyecanı duymamı şeye bağlamayın, yani ne Şam ne Roma. Zaten ben Şam'da yaşamadım. Hasta gibiydim. Bunu ileride size gösteririm. 17-18 sene kaldım, iki kelime Arapça öğrenmedim.

Ben bu anlamda Türkiye'den kopmadım. Şimdi iğne ucu kadar fırsat da olsa onunla kazandığım duygu düşünceler hiçbir şeyle değiştirilemeyecek kadar güçlüdür.
Yani yapılacak iş çok büyüktür. Türkiye'nin güvenliği ve Cumhuriyetin esenliği için diyorum. Heyecanım bu yüzdendir. Kritik noktadayız.
Vahim bir duruma geldiğim çok açık
Yani Anayasa temelinde bu gücü oturtacağız. Cumhuriyetin en sağlam bir gücü olacak. Ben, bunu kendi ellerimle yapacağım. Yani bu Cumhuriyete en bağlı doğu insanı olacak. Yüz yıl, iki yüz yıl kopmayacak insanı yaratacağım.
Tekrar söylüyorum, Türkiye kazanacak, mahcup olmayacağız. Ben ne yapayım işte kavga olur. Okuyorum tarihte de hep olmuş Selçuklularda, Oğuzlarda sel gibi kan akmış. Korkunç vurmuşlar birbirlerini. Ama sonra birlikte devlet kurmuşlar. Benim hedefim aslında hep güzel bir Türkiye idi, ama ufak hatalarım oldu, sonunda çok vahim bir duruma geldiğim çok açık. Bundan dolayı en büyük acıyı ben çekiyorum. Yani aslında bu topraklara benim kadar sarılacak adam yoktur. Şimdi bu şans toprağa girerse yazık olmaz mı?
Halk Barzani-Talabani'den nefret ediyor
Bu Misakı Millici bir yaklaşımdır. Orada bana göre pek Arap ve İran etkinliği yoktur. Yani Türkmen ve Kürttür. Yani bu Barzani Talabani konusunda halk bunlardan gerçekten nefret ediyor. Halkın bizimkilere olağanüstü ilgisi olduğunu biliyorum. Ufak bir destek olsa bunları dıştalama, bunları bırakma olur. Kısa bir süre sonra buradaki kitlenin dört dörtlük tutulmasıdır. Bunlar çok tarihidir ve bana göre de gizli kalmalıdır.

Orada ufak bir yönlendirme ilişkisi olabilir. Bu Barzanileri, Talabani'leri güçlendirmeye hiç gerek yok. Yavaş yavaş gereksiz adamları zayıflatalım. Yani demokrasinin önünü açık tutalım, oraların üzerinde oynayan zaten birkaç aşiret adamıdır. Biz, biraz köprü olacağız. Oradaki kitle ile Türkiye arasında bunu yapacağız. Bundan hiç şüphe."



TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)