GAZETE PATİKA__UŞŞAKÎZÂDELER__(Aydınlanmış
bir Osmanlı Komprador Alesi)
Helvacızade veya
Uşakîzâde Sadık Bey, halı ticaretinin medarı iftiharıdır. Benim gibi kırkma,
yün çırpma, iplik eğirme, boyama ve halı tezgahları arasında büyümüştür. Ama
benden daha zeki ve inisiyatif sahibi bir insandır. Ruh olarak bana biraz,
Gogol’ün Ölü Canlar’ındaki Çiçikov’u anımsatır. İngiliz ve Fransız
şirketlerinin komisyonculuğunu yapan ve halı üretimi için üç bin eve düzenli
sipariş veren Helvacızade Hacı Ali ‘nin oğludur.
Hacı baba, ticari zamanın müşkilatını anlayan ve onu paraya
yönlendirerek anında çözen biridir. Hacı Ali’nin diğer oğlu, Hacı Halil’dir ki
bir kolunu İstanbul’a, diğer kolunu İzmir’e atacak ve süreç içinde Batı
Anadolu’nun önde gelen halı-tütün- kuru yemiş
ihracatında kerametini gösterecek, imalathaneleri, fabrikaları,
menkulleri ile zamanın saygın tacirlerinden biri haline gelecektir. Hacı Halil,
çok az kompradora nasip olan özelliklere sahiptir. Her şeyden önce ön
görüşlüdür. Paranın tarihine, mizacına ve bilumum maceralarına dair malumat
sahibidir. Şair ruhludur, Avrupaîdir. Mevlânâ ile Hâfız-ı Şîrâzî’nin
hayranıdır. Ünlü romancı Halit Ziya Uşaklıgil’in de babasıdır.
Gelelim Sadık
Bey’e. Uşak’tan İzmir’e üç seccade ile gönderildiği rivayet edilir. Yanlış
anlaşılmasın, hediyeliktir bu üç seccade. Sadık’ı yolcu etme anında babası Hacı
Ali’nin oğluna yönelik nasihatını tahmin eder gibiyim. Bu tahmin, Çiçikov’un
babasından dinlediği şu nasihata benziyor mu bilmiyorum:
“…ille arkadaş
olacaksan zengin çocuklarıyla arkadaş ol, gerektiğinde sana bir yardımı
dokunsun. Kimseye bir şeyini verme, öyle bir tutum içinde ol ki başkaları sana
bir şeylerini versinler; paranın değerini bil, her meteliğin üzerine titre:
Para dünyada en güvenilir şeydir. Arkadaş, dost dediğin insanlar seni kazıklar
ve sıkıyı gördüler mi hemen seni ele verirler; paraya gelince, başın ne büyük
dertlere girerse girsin, o seni asla ele vermez. Dünyada parayla aşamayacağın
hiçbir engel yoktur."
Usta romancı Halit
Ziya Uşaklıgil, ailesinin kökü ve büyükbabası Hacı Ali hakkında şöyle der:
“Türklüğün
göbeğinden; karışıksız, bulanıksız, katıksız Türk kanından, ta Uşak'tan geldik.
Ailenin asıl adı: Helvacızade. İzmir ve dolaylarının, belki bütün Türkiye'nin
en büyük halı ticaretevi, bütün Avrupa halı sergilerinde en yüksek ödülü alan
halı ticaretevi büyükbabamınkiydi.”
Türklüğün
göbeğinden kopup gelen Sadık Beyin, bin sekiz yüzlü yılların ortalarında
İzmir’e gelişinde ilk duyumsadığı şey, şehrin mükellef bir iştiha ile kendisine
gülümsediğidir. Babasının halı ticaretindeki bağlantılarından hareketle, Rum,
Ermeni ve Türk kompradorlarının kurdukları ticari ağı mercek altına aldı. Bunların İzmir limanına yerleşen İngiliz,
Fransız şirketleri ile kurdukları can alıcı para ilişkileri neydi? İhracat ve
ithalat saltanatının kumanda merkezleri ile paranın hızla para doğurduğu üreme
melceleri neredeydi? İtibarı vardı çünkü,
Uşak halılarının ticaretinde önemli rol oynayan ve yabancı şirketlerce
tanınan Helvacızade Hacı Ali’nin oğluydu.
Şehrin köylerle kurduğu kervan ticaretinin can alıcı
bağlantılarını gözden geçirdi. Para nerelere yayılıyor ve kaç kat güçle geri
dönüyordu? Namlı ve de kalantor komisyoncu ve acentacıların yoktan var olan
hayat hikayelerini dinledi ve hemen İşe kervan ticareti ile başladı. Aydın-
İzmir hattı önemliydi. İzmir hinterlandının halıcılık merkezi Uşak başta olmak
üzere, halı, kuru yemiş, tütün ve pamuk gibi ürünleri alıp, limanlara
çöreklenen İngiliz, Fransız ve diğer batılı şirketlere devretmekti işi.
1860’lardan sonra
Felek, göğün mavi atlasından Uşakkizadelerin ve Egeli kompradorların bahtına
sürekli gülümsemeye başladı. 1862 yılında ingiliz şirketleri, Aydın demiryolunu
Efes’e bağladılar. Selçuk, Aydın, Nazilli, Sultanhisar, Söke, Turgutlu, Ödemiş,
Tire ve Bayındır gibi yerleşim birimleri demiryolu ile tanışmaya
başlayınca, Halıcılık, tütün, kuru yemiş
gibi ürünlerin ticaretinde, diğer azınlıklardan daha büyük rol oynayan, Türk
kökenli büyük toprak sahibi tüccarların üretimi hız ve yoğunluk kazandı. Ekim
alanları genişledi. Avantaj gün gibi aşikardı. Çünkü söz konusu ürünleri,
“karışıksız, bulanıksız, katıksız Türk kanından” gelen Türk köylüleri
üretiyordu. Bu üreticilerin efendileriyle ilişki işi bitiriyordu. Demir yolu
yapımı bununla kalmadı tabi. 1866 ile 1893 arasında, İzmir-Kasaba (Turgutlu),
Alaşehir, Manisa, Soma, Bandırma ve Alaşehir-Afyon hattı demiryolu hizmete
hazır hale geldi. Bu hatlardan kervanlar
kalktı, Aydın ve Uşak’a mal gidiş-gelişi hızlandı. Deve, at, araba kervanları,
İdris’in tay kovaladığı daha ücra yerlere doğru kaydırıldı ve iş giderek
büyüdü.
Ticaret halılardaki
hayat ağacı gibi dallanıyordu. Sevincini ve iyimserliğini, yakaladığı
fırsatlarla kuran Sadık Bey, halılardaki ağacı koruyan ejderha konumundaydı
artık. Hem şehir içine hem de Aydın ve İzmir hinterlandına yayılan kendi ticari
ağını, 1860'ta yaptırdığı Göztepe’deki üç katlı Uşakîzâde Köşkü’nden idare
ediyordu. Paranın ve tanrının ortak akılda anlaştığı ve halvete girdiği bir
andı. Sadık Bey’in babası Hacı Ali de tüm ailesini toplayıp getirmiş, servetin
ve ticaretin uluslararası boyutunu seyrederek huzur içinde hakkın rahmetine
kavuşmuştu.
İzmir’in temel
iktisadi faaliyetlerinden birini teşkil eden Uşak halıları, bu dönemde İzmir
Limanı’nın en önemli ihraç mallarında birisiydi. 1870’lerde Anadolu’da dokunan
halıların dörtte üçü İzmir’den ihraç ediliyordu. Egedeki bu ticari ağ, İzmir’de
bulunan İngilizlerin sigorta şirketi
“London Sun Insurance Company” ile 1864’de Ottoman “Financial
Association ve Ottoman Bank” başta olmak üzere, Fransız ve diğer batılı şirketlerin
ve ticarethanelerin oluşturduğu bir ağa bağlıydı.
Bu süreç içinde
Sadık Bey, kaldığı Köşkün bahçesindeki “Camlı Köşk”ü ilkokula çevirmiş,
çocuklarıyla beraber mahalledeki dostlarının çocuklarını da eğitim
seferberliğine sokmuştu. Bu okulda hem oğlu, hem de daha sonra, Latife başta
olmak üzere torunları eğitim görmüştü. Sadık Beyin oğlu Muammer Bey, bu okulda,
Ermeni ve Rum öğretmenlerden aldığı özel eğitimle, ticaret için kaçınılmaz olan
Fransızca, Rumca, Farsça, ve İngilizce öğrendi. Büyük çaplı ticarette gösterdiği
başarı ile yabancı şirketlerin taktirini kazanan Sadık Bey, oğlunun ticaret ve
banka dünyasının gerçeklerini pratik içinde kazanmasını istiyordu.
Bunun için Muammeri, kardeşi Hacı Halil’in oğluna, geleceğin
büyük romancısı Halit Ziya Bey’e teslim etti. İngiliz sermayesi ile kurulan
Osmanlı Bankası’nın tercüme ve muhasebe işlerine bakan Halit Ziya, Muammer’e
bankada staj yaptırdı. Eğitim ve staj süreçlerinden geçen Muammer Bey, babası
Sadık Bey’i de geçmiş, modern bir batılı iş adamı olmuştu artık.
Sadık Bey, oğlu
Muammer’i, İzmir’in tanınmış en iri komprador ailelerinden Osmanzade Sadullah
Daniş Bey ile Havva Refika Hanım’ın kızı Adeviye Hanım’la evlendirdi. Daniş
Beyin soyu, köklü ve münevver bir Osmanlı aristokrasisine, “reis-i
şairan”(şairlerin reisi), mısır kadısı ve III. Ahmed’in de musahhihi olan
Osmanzade Ahmet Tayyip Efendi’ye dayanıyordu.
Sadık Beyin
İzmir’de üç köşkü ve yüzü aşkın gayrimenkulü ve iş yeri vardı. Ege bölgesinin
ticari ağında ve yerel devlet bürokrasisinde ağırlığı olan bir komprador olarak
New York Tütün Borsası’nda da kendi adına sandalye elde etmişti. Muammer Bey,
gecikmeden babasının bu borsadaki sandalyesini devralmış, dört kez Amerika’ya
gitmişti.
Ertuğrul Gazi'nin
demircilikle uğraşan küçük kardeşi Er-Tulga'nın soyundan geldiğine inanan Sadık
Bey, oğlu Muammer’e Ticaret dünyasında tek çocuk sahibi olmanın zilletini
telkin edip duruyordu. Tek cocuk, tek bacaklı aile demekti. Eğitilmiş kalabalık
çocuk sahibi olmanın ticari inisiyatif, genişleme ve egemenlikte farz olduğunu,
kendi sıkıntılı deneyimlerinden örnekler sunarak anlatıyordu. Muammer Bey kökünü düşündü, babasını dinledi.
Ölenleri saymazsak, Adviye Hanım’dan üç kız, üç erkek çocuk dünyaya getirdi.
Çocukların en büyüğü Latife Hanım’dı.
Muammer Bey,
Anadolu’da dokunan halıları alıp İzmir depolarına yığan ve buradan da sahip
olduğu deniz nakliyatı şirketi aracılığıyla dünyanın dört bir yanına götüren
bir ticari ağın tepesindeydi artık. Yakaladığı her imkanı iktidarının bir
parçası haline getirmeye çalışan bu ağın iki ana noktasından biri İzmirde,
diğeri de, başını Helvacızadelerin çektiği onsekiz nüfuzlu tüccar tarafından 50
bin sermaye ile kurulan “Uşak Osmanlı Halı Ticarethanesi”nin bulunduğu Uşak
idi. Sadece halı değil, diğer tarım ürünlerini de ticari akışa sokmuş,ailenin
daha önce İngiltere’ye ve Amerika’ya yaptığı ihracat işlerini ileri
seviyeyelere ulaştırmış, Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere arasında
deniz ticareti yapan İngiliz Portsmouth Acentesi’nin de ortağı olmuştu.
Türk ve Türk olmayan kompradorlar arasında seçkin bir konuma
gelen Muammer Bey, İşlerini İzmirdeki üç köşkten koordine ediyordu. Bunlardan
birisi, Basmane Garı’nın karşısında yer alan ve Latîfe Hanım'ın da içinde
doğduğu kışlık köşk; diğeri, İzmir Göztepe’deki yazlık köşk; üçüncüsü ise bir
dönem Mustafa Kemal’in anası kaldığı için Zübeyde Hanım Müzesi haline getirilen
Karşıyaka’daki köşk.
Muammer Bey başta
olmak üzere, Uşakîzâde ailesinin zatı muhteremleri 1908 devriminde, İttihat ve
Terakki’yi desteklediler. Bir İttihatçı olarak, azınlık ve diğer Türk
kompradorları karşısında rekabet gücünü artırmak için gözünü, devletin
şehirdeki biricik bürokratik hizmet gücü konumunda olan belediye teşkilatına ve
onun gelir kaynaklarına dikti. İttihat ve Terakki’nin desteği ile, 5 Temmuz
1909 seçiminde İzmir Belediye Başkanı seçildi. Uzun sürmeyen bu göreve, 1924’te
bir kez daha seçilecekti.
Türk olan
kompradorların ve toprak ağalarının siyasi hareketi İttihat ve Terakki
Cemiyeti, 1908’den itibaren, tüm ülkede, kompradorlar arasındaki rekabette ,
azınlık kompradorlara karşı, Türk olan kompradorlar lehine bir “milli iktisat” politikası izlemeye başladı.
Bu politikanın teorisyenleri Yusuf Akçora ve Ziya Gökalp gibi aydınlardı. Bu
aydınlar, hayatın, “modern dünyada sahip olduğun paranın gücü kadar özgürsün,”
diye bağırdığını kavramışa benziyorlardı.
İzmir’deki rekabet,
Muammer Bey’in dikkatle izlediği üç komprador blok arasında cereyan ediyordu.
Birinci blok, Almancı İttihatçılar ile İngilizci saltanatçılar diye iki
kanattan oluşan Türk kompradorlarıydı. İkinci blok İngilizci Rum, üçüncü blok
ise yine İngilizci Ermeni kompradorlarıydı. Politikalarını belli etmeyen ve
Fransızcı görünen Uşakîzâdeler, gerçekte birinci blokun İttihatçı kanadını
destekliyorlardı. Ermeni kompradorlarıyla da ilişkileri sıkıydı.
İttihat ve Terakki hükümeti
Halit Ziya Uşaklıgil’i Sultan Reşat’ın mabeyn başkatibi olarak sarayda
görevlendirmiş, 1911’de ise Âyân Meclisi üyesi yapmışlardı. Yahudi
kompradorlar, İzmir’deki üç bloktan birinci blokun saltanatçı kanadıyla
birlikte hareket ediyorlardı. Kurtuluş savaşında da aynı politikayı izledikleri
için savaştan sonra Trakya’da Kemalistlerin hışmına uğradılar. Yahudi tüccar ve
tefecilerinin tarihi bir kaderiydi bu. Bulundukları yerlerde hakim sınıfları
finanse ediyor, onları destekliyor, onlar devrilince de devirenlerin hışmına
uğruyorlardı.
1909’da Girit
sorunununu bahane eden İttihatçılar,
“Yunan Emtiası ve gemilerine” karşı boykot, onların deyimiyle
“harb-i iktisadi” kararı aldı. Alman
tekellerinin çıkarlarına uygun olan bu boykot, ingiliz, Fransız, İtalyan ve
diğer batılı şirketlerle işbirliği içinde olan Rum kompradorlarının gücünü
kısmen sınırladı. Balkan Savaşı yenilgisinden sonra Rum kompradorlar üzerindeki
baskılar ve yaptırımlar iyice ağırlaştı.
1913-1914’de, Balkan savaşında Osmanlıyı destekleyen Alman egemenlerinin
desteği ile bir ikinci Müslüman Boykotu başladı.
Boykotun başını üzüm işkolunda İthalat ve İhracat aş, Aydın
İncir Mahsulleri kooperatifi Şirketi, Türkiye Pamukçular Şirketi gibi ticari
kuruluşlar çekiyordu. Rum ve Ermeni kompradorlarıyla yabancı uyruklu
levantenler ticaret alanında kısıtlama ve can güvenliği sorunlarıyla
karşılaştılar. Boykot en çok İzmir, İstanbul, Trabzon, Bursa, Antalya ve Kala-ı
Sultaniye’de etkili oldu. Azınlık kompradorlar varlıklarını koruyabilmek için
Avusturya ve İtalyan tabiiyetine geçmeye başladılar. Gazeteci Yunus Nadi, Tasvir-i
Efkar’da, Müslüman-Türk unsurun iktisadi güce hakim olmasını savundu. Trakya,
Rumlara yönelik kanlı saldırıların, yağmaların, el koymaların sahnesi haline
geldi. 1914’te sırf Edirne ve Çatalca Sancağı’ndan 62 bin Rum göç etmek zorunda
kaldı. Trakya ve İzmir başta olmak üzere 200 bin civarında Rum, göçmek
durumunda kaldı. Egede, büyük toprak sahipleri ile büyük tüccarlar, Aydın
valisi Rahmi Beyin Komuta ettiği 600 kişilik çeteden başka irili ufaklı çeteler oluşturdu.
Hedef, Rum ve diğer azınlık tüccarların malları ve
şirketleri idi. Tıpkı Soma’daki Oriental Carpet Manifacturers Şirketi’ne ait
fabrikayı bastıkları gibi işyerlerine karşı baskınlar düzenlediler.
Müsadereler, yağmalar oldu. Foça, Bergama gibi birçok yer Rumlardan büyük
ölçüde arındırıldı. Sırf İzmir ve çevresinde Resmi rakamlara göre yüz on yedi
bin Rum, menkullerini bırakarak Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. Bu
olaylar karşısında Düvel-i Muazzama, İttihatçı iktidardan olayların
durdurulmasını, parayı ve şirketi kimliğine sığınma durumunda bırakan
politikalardan vazgeçilmesini istedi. Aynı yıl İttihatçılar, Almanların kerhen
desteğini alarak, İngiliz ve Fransız tekelleri ile Türk olmayan kompradorlara
darbe vurmak amacıyla kapütülasyonları kaldırdılar.
İstanbul’daki
bankaların yüzde 40’ı Türk olmayan kompradorların elindeydi. Bunların 12’si
Rum, 11’i Ermeni, 8’i Yahudi ve 5’i de Levantindi. İstanbul ve Karadeniz
limanlarına yerleşip Rusya’dan mal ithal eden 28 büyük şirketten 5’i Rus, 8’i
Müslüman, 7’si Rum, 6’sı Ermeni ve 2’si Yahudilere aitti. Batı Ermenistan ve
Kürdistandaki ticaret, çoğunlukla Ermeni tüccarlarının elindeydi. İstanbul ve
İzmir başta olmak üzere İttihat Terakki’nin liman şehirleri ve çevresinde büyük
sermayeyi Türkleştirme ve Alman tekelleriyle işbirliği içine sokma siyaseti,
Türk olmayan ticaret erbabını korku içine soktu. Bu durum, uşşakizadeler başta
olmak üzere İzmir’deki Türk kompradorlara, Rum ve diğer azınlık kompradorlar
karşısında hakimiyet ve rekabet avantajı sağladı. Daha önce İzmir Kemeraltı
dükkanlarını ele geçiren, Zahire borsası ile ticaret borsasına giren Türk
tüccarlar, bu hareketlerle iyice palazlandılar
Birinci Dünya
Savaşı’nın başlaması ve 1915’te Tehcir Yasası’nın çıkmasıyla birlikte
Ermenilerin tüm ülkede, tehcir kafileleri halinde sürgünü ve yer yer tenkili
başladı. Türk kompradorları ve bunlarla sıkı ilişkiler içinde olan Kürt ticaret
erbabı ile toprak ağaları, aşiret reisleri, Ermenilerin sınai, ticari ve tarım
alanındaki menkullerine, devletle birlikte
el koymaya başladılar.
Batı Ermenistan ve
Kürdistan’da ticaret, tarım alanları, maden işletmeleri, küçük çaplı manifaktür
ve atölyeler yedi sekiz ay içinde el değiştirdi. Egede ticaret, halı
tezgahları, fabrikalar, tütün ve kuru yemiş depoları, ipek ve iplik işlikleri
büyük oranda el değiştirmiş oldu. Tüm ülkede devlet desteğine yaslanan
İttihatçı Türk kompradorları, bu tasfiye hareketiyle “harb-i iktisadi”yi
kazandıkları duygusu içine girdiler.
1914-1918 döneminin
kırım, karaborsa ve müsadere şartları, uçan kuştan tüy alan bir yığın türedi
zengini doğurdu. Türk tüccar ve toprak ağaları sınıfına ait ticari, sınai ve
mali kuruluşlar mantar gibi ortaya çıktı. Bunlardan bazılarına örnek verirsek,
Konya Mensucat ve Emtia Yurdu O.A.Ş.(1917) ile Ticareti Umumiye T.A.Ş. (1916),
Adapazarı Ahşap ve Malzeme İmalathanesi AŞ, İzmir İhracat ve İthalat A.Ş.
(İzmir, 1917), İzmir İmarat ve İnşaatı
Umumiye O.A.Ş. (İzmir, 1918), merkezi İstanbul’da olan Anadolu Milli Mahsulat
Ş. (1915), Milli Aydın Bankası(1914),
Manisa Bağcılar bankası(1916), Kayseri Milli İktisat A.Ş.
(1916), Milli İthalat Kantariye A.Ş. (İstanbul, 1916), Eskişehir Milli Ticaret
ve Sanayi Ş. (1916), Konya Kantariye O.A.Ş. (1917), Mustafa Şamlı Müessesatı
Ticaret A.Ş. Osmaniyesi (İstanbul, 1917), Konya Emtıai Umumiye Saadet O.A.Ş.
(1917) ve benzerleri.
Kendi tarihinin
yırtıklarını günahlarıyla yamamaya çalışan Türk komprador sınıfını ve bunların
temsilcisi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, Mondoros Mütarekesi’nden sonra,
korku ve telaş sardı. Yunan işgali ve İtilaf devletlerinin çeşitli yerleri
kontrol altına alma söylentileri, Rusların Ermeni gönüllü birlikleri ile
Erzincan’a kadar gelip Batı Ermenistan’a hakim olması, Pontus’un uyanışı, Türk
kompradorları başta olmak üzere, tüccarları, toprak ağalarını ulemayı, sivil ve
askeri bürokrasiyi harekete geçirdi. Bu sınıf ve kategoriler, el birliği ederek
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini kurmaya başladılar.
Moralızâde Halid Bey ile Uşşakizade Muammer Bey gibi
İzmir’in iri tüccarları 1919’da, İzmir
Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’nin kuruluşuna ön ayak oldular. Moralızâde
Halid Bey, İzmir’e gelen İngiliz kumandanı Dickson’ı evine davet etti. İzmir İşgalini engellemek için Uşşakizade
Muammer Beyle birlikte, cemiyeti temsilen Paris Konferansına katıldı ama bu
fayda etmedi. Konferanstan işgal kararı çıktı. Rüzgar, Rum tüccarlarından yana
esmeye başlamış, 1909’dan beri baskı altında olan Rumlar sevinç gösterileriyle
meydanlara çıkmışlardı.
Hedef, savaştan önce Rum mallarına el koyan kompradorlar
başta olmak üzere tüm müsadereci Türk tüccarları ile toprak ağalarını da
tepeleyen bir işgaldi. Moralızâde Halit ve Nail beylerin ticari yazıhanesi
yakıldı. İşgal başlayınca ünlü tüccarlar İzmirden kaçtı. İsveç deniz nakliyat
şirketinin sahibi Henrick Van Der Zee ile iş yapan ve İzmir Ticaret Odası’nın
üyesi olan tüccar ve gazeteci Hasan Tahsin, İzmir’deki varlığının işgale sahne
oluşuna dayanamadı, işgal güçlerine karşı koyunca öldürüldü. Muammer Bey,
Fransız Konsolosu’nun yardımıyla, kapağı Fransa’nın Nice şehrine atmak zorunda
kaldı ve durumu oradan kollamaya başladı.
Muammer Bey’in
zihnine sinen karartı ancak Sakarya
Meydan Muharebesi’nden sonra çatladı. Müdafai Hukuk Cemiyetleri güce dönüşmüş, Mustafa Kemal’e İzmir yolu
açılmıştı. Kızı Latife’nin gitme isteğini hemen destekledi. Kız, Paris'teki
üniversite eğitimini yarıda bırakıp alel acele izmir’e döndü. Bu durum onun
Mustafa Kemal ile mektuplaşmış olabileceğini akla getiriyor. Gelişmeler,
buluşma anının yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu.
Latife Hanım, şehrin işgalden kurtulacağı anı beklemek için
‘Beyaz Köşk’e yerleşti, ayrıntılardaki duyguyu izlemeye koyuldu. Ordunun 9 Eylül 1922'de şehre girişinden bir gün sonra
Mustafa Kemal geldi. Şehir yanıyordu. Uşakîzâde Âilesi'nin gayrimenkullerinden
70 pare mülkü de yanıyordu. Kim yakmış, hangi taraf sala okumuştu yangına?
Rumlar mı yoksa şehirdeki büyük Rum nüfusunu korkutup kaçırtarak, şehri
Rumsuzlaştırmak isteyen Sakallı Nürettin Paşa mı? Belli değildi.
Zamanı, kara bir
çarşaf gibi yalnızlığına sararak bekleyen Latife Hanım hemen Mustafa Kemal’in
karargahına gitti. Salih Bozok, aldığı emrin gereğini yerine getirdi ve bir
arada olma işlerini hızla örgütledi. Üç gün sonra Mustafa Kemal, Latife
Hanım'ın Göztepedeki beyaz köşküne gitti ve orayı 16 gün başkumandanlık karargâhı olarak kullandı. Köşkte sadece
Latife Hanım’ın neler olduğunu ve neler olacağını bilen nenesi vardı.
30 eylüle kadar
köşk, sadece bir aşka değil, aynı zamanda, Mudanya Ateşkes Antlaşması
çabalarına da yuvalık etmiş oldu. Bu süre içinde Latife Hanım’ın babası
Paristeydi ama halkın Uşaklılar, ailenin Uşaklıgil, tüccar ve bürkratların ise
Uşakizadeler dediği muhterem sülale, durumla yakından ilgileniyordu. Aynı köşke
iki ay sonra Zübeyde Hanım gelip yerleşecek ve 40 gün sonra (14 ocakta) ölünce
Mustafa Kemal ancak 27 Ocak'ta İzmir'e varıp annesinin Karşıyaka'daki mezarını
ziyaret edebilecekti. Ziyaretten iki gün sonra da köşkte evlilik töreni
düzenlenecekti. Evlilik töreninden bir ay sonra köşk, hayırlara vesile olacak,
İzmir İktisat Kongresi’nin kumanda merkezi haline gelecekti.
Evlilik töreni, tantanaya mahal
vermeden pratik ve sade geçti. Törende, Uşşakizadelerin saygın simaları yer
aldı. Nikah masasında, nikahı kıyacak olan eski İzmir Müftü’sünü saymazsak,
karargah ricali yer almıştı. Mustafa Kemal’in iki tanığı, Fevzi ile Karabekir
paşalar, Latife’nin tanığı olarak da Salih Bozok ile 1915'te Halep valisi iken
tehcirden artakalan sersefil Ermenileri, bu kez Halep’ten Mezopotamya'ya tehcir eden İzmir valisi
Abdulhalik (Renda) Bey yer almışlardı. Abddulhalik Bey, Mustafa Kemal öldüğünde
onun yerine geçecek ve hazretin cumhurbaşkanlığı toplam bir gün sürecekti. Her
neyse, lafı uzatmayayım.
Ancak
şu var ki, yüzükler daha sonra Lozan’dan İsmet Paşa tarafından getirilecek ve
evlilere verilecekti.
Törenin en gözalıcı
siması hiç kuşku yok ki 23 yaşındaki Latife Hanım’dı. Ortaokulu ve liseyi
İstanbul Amerikan Kız Koleji’nde bitirdikten sonra Paris’e gitmiş, Sorbonne
Üniversitesi’nde siyaset ve hukuk eğitimi almıştı. Tabi bununla kalmamış,
Londra’da dil öğrenimi görerek İngilizceyi de dil hazinesine katmıştı.
Kısacası, Fransızca, İngilizce, ispanyolca ve Almanca bilen, sağ duyusu zarif,
kültürlü bir kadın vardı karşımızda. 41 yaşında olmasına rağmen damat da
ziyadesiyle yakışıklıydı.
Tabi her şeyden önce, sınıfının gözünde
yedi düveli tepelemiş, varlığı ile anlam üretmiş ve Lacivert kruvaze bir elbise
giyerek, bir anda gelip nikah masasına oturmayı hakketmiş milli bir kahramandı.
Evliliğin dışında, cinsel birleşmeye olanak tanımayan hayat, kendini
itirazlarıyla kuran bir gelin ile itiraz kabul etmeyen bir damadı, istemeyerek
başgöz etmek durumunda kalıyordu bir kez daha.
Damat köşke en son
2 Ocak 1924’te geldi ve elli gün geçirdi. Bu süre içinde kayınpederi Muammer
Bey ve Celal Bayar ile birlikte Türkiye İş Bankasını kurdu. Bu durumu Latife
Hanımın kız kardeşi, M. Kemal’in baldızı Vecihe Hanım şöyle anlatıyor:�
“Atatürk İzmir'deki
evimizin selamlık kısmında özel odasında çalışırdı. Bakanlarla Atatürk sık sık
çalışma odasında görüşürdü. Celal (Bayar) Bey de sık çağırdığı bakanlarındandı.
Gene böyle bir gün, Celal Bey önce Atatürk ile, onun çalışma odasında görüştü,
sonra da bizim yanımıza geldi. Biz, Latife ablam, ben ve babam selamlık
bölümünde oturuyorduk. Bu sözünü ettiğim bina şimdi Özel Türk Koleji olarak
faaliyette bulunmaktadır...
Evet, bu binada babam
ile Celal Bey arasında Atatürk'ün 250 bin lirasının nasıl değerlendirilmesi
gerektiği üzerinde konuşuldu. Babam ihracat ve ithalatın yabancılar tarafından
yapıldığını hatırlatarak bu işleri yapacak bir Türk şirketinin kurdurulmasını
önerdi.
Celal Bey de bankacılık işlerinin de yabancılar elinde
olduğunu hatırlatarak, bir banka kurulmasının yararlı olacağını söyledi.
Sonunda da görüş birliğine vardılar. Bugün gibi aklımda, güzel bir akşamüstü
idi. Daha sonra Atatürk de çalışma odasından çıkıp yanımıza geldi.' 'Bankamızın
Kurucuları (&): Uşşakizade Muammer Bey', İş Dergisi, Sayı 265 (Kasım 1988),
s. 20.
Bu noktadan sonra
da bana yazıyı uzatacak bir gerekçe kalmıyor.�
GAZETE PATİKA