28 Kasım 2023 Salı

Tasfiyenin “Radikalliği”, Estetik Kuramlar ve Pasifist Eylemler Üzerine…



Tasfiyenin “Radikalliği”, Estetik Kuramlar ve Pasifist Eylemler Üzerine…

MLM ideolojinin köklü dönüştürme kuramını es geçerek, köklü bir kopuş sağlanamaz. Dokunulmaz kılınan ve korunaklı zırhlarla çevrilip kutsallaştırılan bir MLM kavrayışta aynı tahrip edici özelliğe sahiptir.

Emperyalist barbarlık, dünyanın ezilip sömürülen mazlum halklarının biricik silahı olan Marksist, Leninist ve Maoist ideolojik kuramını etkisizleştirme çabasından hız kesmiyor. 21. yüzyıl dünyasının kuramsal fikirleri 20. yüzyılın çığır açan ve kapitalizmi alaşağı eden komünist ideolojiyle kavga yürüterek kendi varlığını sürdürmenin çırpınışlarını yaşıyor.  Bunu yaparken dünyanın iç dinamikleri ve çatışmalarıyla açığa çıkan sorunları ezilenlerin tarihsel birikimlerinin yadsınması temelinde ele alıyor. Aynı zamanda proletarya ve emeklilerinin bilimsel silahı MLM ideolojinin mahiyetini, niteliğini ve yıkıcı konumlanışının eskidiği iddiasını kanıtlamaya çalışıyor.  

Olguyla kurulan bağın metafizik yönü, sınıfsal pozisyonun kavranılmaması, tarihsel gelişmelerin özünün anlaşılmaması ve sınıflı toplumlar gerçeğinin örtbas edilmesi bu gerçeği bütün yönleriyle açığa çıkaran, sınıfın ideolojisine eş zamanlı ve çok yönlü saldırıların maddi zeminin yaratmaktadır. Diğer bir yan ise sınıflar dünyasında ki çarpışmanın burjuva mevziisinde yer alma halidir. Yani ezilenlerin kuramsal silahının etkisizleştirilmesi çabasıyla da anlam bulmaktadır. Bu gayret ve bunca çabanın kuramsal adı post Marksizm olarak sahada yer edinirken, kendini kimi zaman Radikal Demokrasi, kimi zaman Demokratik Konfederalizm kimi zaman Demokratik Uygarlık, kimi zaman Ekolojik Toplum, kimi zaman ise otonomcu kuramlarla tarif ediyor. Bu otonomcu, anarşist, liberal kuramların niteliğine yön veren ve aynı noktada buluşturan şey ise anti Marksist konumlanışlarıdır. 

1950 itibariyle nükseden ve 1970 ortalarından sonra tamamen politik alanda kendisine yer bulan Post Marksizm, birçok tartışmayı gündeme sokmuş oldu. Dünya sathında sosyalist bloğun darbelenmesi ve yenilgisi Marksizm’e içkin sorunların ve açmazların bir yansıması olarak yorumlandı. Bu yorumlayış anti Marksist bir öz üzerinden kendini inşa ederken, kapitalizmin sivri uçlarını törpülemeyi ciltler dolusu kitaplarla teorileştirilmesinde, Frankfurt Okulu’nun son derece önemli bir rol oynadığını belirtelim. Teori yaşamın bütünlüklü ve radikal dönüşümünü askıya alırken, bu dönüşümün dinamiklerini açığa çıkaran, yol haritasını çizen, hedef ve yörüngeyi belirleyen ideolojilere cephe aldı. Yeni toplumsal hareketlerin açığa çıkması, bazılarının da görünür olması bu teorilerin inşasında önemli bir rol oynadı.

Sosyalist kalelerin fiili yenilgisi, ideolojik bir yenilgi olarak tanımlanıp yeni dünyanın gelişmelerinin ancak ve ancak komünist ideolojinin gölgesinden çıkmakla mümkün olacağı gür sesle dillendirildi. “Elveda Proletarya”dan, “Tarihin Sonu Tezi”ne uzanan kapitalizme methiyeler silsilesini açığa çıkardı. Bir yandan kapitalizmin “ebedi zaferine” şapka çıkarılıp, alkışlanırken beri yandan ise yeni toplum projeleri sahaya sürüldü. Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlığı”, Hart ve Negri’nin “Çokluk ve İmparatorluğu”, Murray Bookchin’in “Toplumsal Ekoloji”si, Laclau ve Mouffe’nin “Radikal Demokrasi”si arayışların zirvesi olarak tanımlanıp büyük bir şevkle kucaklandı.

Dünyanın post yapısalcı ve post modern fikirdaşları hep aynı notaya basarak Marksizm’i lanetlemeye koyuldular. MLM ideoloji ve bu ideolojinin yörüngesinde biçim alan devrimler ideolojik ve politik çıkmazın bir sonucu olarak yıkıldığı ve tarif edilen teorinin bu pratikle geçersizleştiği iddia edildi. Kurucu öznenin yanlışlığı, felsefenin yanlışlığı, devlet ve iktidar tarifinin yanlışlığı gibi birçok başlık sıralanarak son kertede sınıflar mücadelesinin reddiyesi teorileştirilmiş oldu. İşçi devleti, sınıf mücadelesi, komünizm, diyalektik materyalist felsefe, iktidarın zor yoluyla zaptı, üretim ilişkileri, alt yapı üst yapı, gibi MLM ideolojinin temel dayanakları bu “yeni kuramlarla” birlikte hedef alındı. Tartışılan ve tartışılmaya açılan konular anti Marksist özellikleri itibariyle yeni dünya düzenine uyumluluğunu salık veriyordu. Kapitalist emperyalist hegemonyanın kuşatmasını yararak radikal toplumsal dönüşümün perspektifi ve araçlarını inşa eden MLM ideoloji post Marksistler tarafından determinist, sınıf indirgemeci, özcü, devletçi sapma hali olarak tanımlandı. Alternatif olarak sunulansa; kapitalist kuşatma içerisinde özerk bölgeler, emperyalizmin kötücül yanlarının törpülenmesi, konfederalizm içerisinde öz yönetimler ( tabi bunlar üniter devletin varlığını yadsımıyor), ABD gibi emperyalist devletlerin medeni çıkışlarının sahiplenilmesi, işçi ve patronun, sömürülen ülkelerle sömürücü devletlerin ortak uyumlu barışçıl yaşaması, iktidar değişimi değil zihniyet değişimi gibi otonomcu, anarşist ve liberal teoriler toplamı alternatif olarak çapsız argümanlarla ileriye sürüldü. Post Marksizm varlığını sınıf uzlaşmacı ve kimliksel mücadelelerin dinamikleri üzerinden inşa ederken, Guy Standing’in Prekerya – “Yeni Tehlikeli Sınıf” teorisiyle yine sınıflar mücadelesinin ve komünizmin reddiyesi ekseninde burjuvaziden yana saf tuttuğunu ilan etti.

MLM’de ne bir determinizm nede sınıf indirgemeciliğiyle malul bir yön bulunabilir

Tüm bu özet tablo emperyalist kapitalist hegemonyanın ideolojik alandaki saldırılarından bağımsız düşünülemeyeceği gibi, burjuva liberal ideologların sınıf uzlaşmacı ürünleri olarak açığa çıkmaktadır. Bütün bunlar, tarihsel olguların tek yanlı yorumlanması, çarpıtılması ve ideolojik felsefik kökenlerinin iğdiş edilmesini hedeflemektedir. Sınıflar mücadelesiyle başlayan ve Marksist- Leninist ve Maoistlerin tarihsel momentlerde çarpıştığı alanlardan biride ideolojik sahadır. Bu kapsamda Marks anarşistlerle, ütopik sosyalistlerle mücadele yürütmüş, Lenin sınıf uzlaşmacı Menşeviklerle, II. Enternasyonal’cilerle çarpışmış; Mao ise, aynı kapsamda sol dogmatizmle mücadeleyi sosyalizm koşullarında “burjuva karargâhları bombalama” evresine yükseltirken burjuva sınıf artıkları ve ideologlarını hedef almıştır. Yani ideolojik savaşım her koşulda ve durumda güncellenmiştir.

MLM ideolojinin diyalektik ilerleyişi nesnel olanın maddi dönüşümünü hedeflerken bunu bilgiden, nesnel gerçeğin okunmasından, bilimden ve felsefeden soyutlamaz. Kendi varlığını inşa ederken maddi evrenin kodlarını, olgunun bütün yönlerini, toplumlar tarihini göz önüne almıştır. Marksizm bilinmedik, uhrevi bir Mesih düşü olarak yaşamamıştır. Canlı yaşamın içsel gerilim hatlarından, çelişkilerinden ve bunların bütünlüklü yorumlanışının bir sonucu olarak açığa çıkmıştır. Kendi koşullarının ürünü olduğu gibi o koşulların felsefi, politik ve ideolojik eseridir. Yani Marksizm, proletaryanın, radikal dönüştürücü unsur olduğunu tanımlarken, diğer toplumsal katmanların varlığını reddine düşmemiştir.

Kapitalizmin ilk dönemlerinde, kapitalizmin içsel dinamiklerini, neye dayandığını ve nasıl işlediğini ortaya koymuştur. Yorumlamayla sınırlı kalmayan Marks, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet durumunun kaldırılması ve bunun yerine toplumsal mülkiyetin konulması gerektiğini tanımlarken, maddi yaşamın hangi araçlarla dönüştürüleceğini yanıtlamıştır.

Marks gibi Lenin ve Mao’da diyalektik gelişim seyrinin halkaları olarak sınıf mücadelesine, felsefeye, politikaya ilişkin katkılar sağlamıştır. Yani Marksizm felsefe, bilim ve maddi yaşamın içsel çelişkilerini çözen bir pusula olması dolayısıyla sürekli bir biçimde yeni koşullarda ve yeni sorunların çözümünü gerçekleştirmiştir. O, ölü bir teorik manzume değil, maddi yaşam içerisinde kendini güncelleyebilen bir praksistir. Bu açıdan MLM’de ne bir determinizm nede sınıf indirgemeciliğiyle malul bir yön bulunabilir.

Devrimler tarihi ve MLM ideoloji bütün yönleriyle objektif gözle ele alındığı zaman bu gerçeğin kavranması güç olmayacaktır. İşte tamda burada Marksizm, post Marksistler tarafından bilinçli bir tercihle kötürüm hale sokulmak istenmektedir. Önce fikirlerde bir Marksizm portresi çizilmekte ve sonra kavramlar, tanımlamalar ona göre biçimlenmektedir. 

Genel Sapmanın, özele indirgenmesi ve savrulmanın teorileştirilmesi 

Dünya sathında uzun zamandır esen bu gerici rüzgâr coğrafyamızda etkin bir güç haline gelerek kendi teorisyenlerini yaratmıştır. Kürt Ulusal Hareketi bu bağlamda sancağı en önde taşıyan siyasal harekettir. Öcalan’ın teorisyenliğini yaptığı ve tutsak düşmesinden sonra esasta açığa çıkan otonomcu, anarşist ve liberal fikirler aynı havzadan beslenerek Marksizm karşıtlığıyla varlığını inşa etti. Marksizm’in ulus devletçi olduğu, modernitenin sınırlarını aşamadığını, eski uygarlık zihniyetini devam ettirdiğini, kapitalizme katkı sağladığını, katı bir determinist olduğu gibi birçok tarif yapılarak tüm bunlardan arınıldığı belirtilmiştir. Ve son noktayı;“Marks’ın görüşlerinden esinlenen muazzam boyutlardaki toplumsal değişim hareketlerinin kapitalizmin en iyi hizmetçiliğini aşamadıkları genel olarak kabul gören bir görüştür. Bu anlamda aptal bir Marksist mürit olmayacağım açıktır” diyerek safını net biçimde belirlemiştir. Bugün ulusal hareketin ulus devlet karşıtlığı, üniter devlet içerisinde özerk bölgeler inşa etmeye çalışması, radikal demokrasi fikri ekseninde her bir sınıfla ve fikirle ortaklaşabileceği beyanları ve çabası bu teorik formasyondan ileri gelmektedir.

Radikal Demokrasi” sınıf uzlaşmacı liberal bir anti Marksist teoridir. Ve Marksizm’in bu reddi güncel gelişmelerden, coğrafyamızın temel sorunlarına dair çözümlere kadar son derece derin problemler taşımaktadır. Bununla sınırlı kalamayıp UKKTH dahi inkâr edilip, ulusların devlet kurma hakkı yadsınmaktadır. Üniter devletin kontrolünde, yeni bir bağımlılığı meşrulaştırmaktır. Kemalizm meselesine yaklaşımdan, burjuva partilerini ele alıştan, devlet yapısının tahlilinden, iktidarın radikal dönüşümünün reddine kadar uzanan kapsamlı bir savruluş söz konusudur. Ve savruluşun hangi zemin üzerinden nitelik kazandığı bilinmek durumundadır. Eğer elinizde Marksizm gibi güçlü bir silah yoksa ideolojik olarak sınıf uzlaşmacı bir yönelime girmeniz kaçınılmaz olacaktır. Kürt ulusal hareketinin güncel gelişmelerden tutalım da politik ve ideolojik konumlanışının arkasında yatan sebepler post Marksizm’in kılavuzluğunda biçim almaktadır. Radikal devrimci kuvvetlerin, mazlum ulusun temsilcileriyle ilişkilenmesi, ilerici demokratik normlar taşıyan ve halk sınıf katmanları içerisinde yer alan politik aktörlerle ittifak kurması, parçalı güçlerin birleştirilmesi ne kadar devrimciyse, o güçlerin yaslanmış oldukları ideolojik ve politik kodlara karşı mücadele yürütmesi de bir kadar devrimcidir. 

Coğrafyamızda özellikle 2000 yıllından sonra kapsamlı tasfiyeci bir süreç başlatıldığı gerçeği göz önüne alındığında, ideolojik ve politik olarak komünist bariyerin örülmesinin tarihsel bir anlam ifade ettiği kesinlikle bilince çıkarılmak durumundadır. Politik iktidar mücadelesinin teminatı düşmana karşı net bir duruşu gerektirir. Ancak bunun ön koşulu ideolojide netlik ve politikada radikal konumlanıştır. Açık ifade etmek gerekir ki coğrafya devrimci- komünist hareketinin geriye düşmesi sınıf uzlaşmacı reformist ve revizyonist öznelerin güçlenmesini koşullamıştır. Bu açıdan tehlike küçümsenemez. Radikal Demokrasi ve parlamenterist mücadele bugün etki gücünü geliştirerek ezilenlere farklı nitelikte pranga vurmuştur. Özel mülkiyet dünyasının yıkımı ve kapitalizmin kapsamlı kuşatması pasifizmle anlam bulan parlamenter mücadeleler ve kapitalizmi aşmaya yeltenmeyen fikirlerle parçalanamaz.

 Marks’ın öğretisi köklü değişimin, köklü savaşımla gerçekleşeceği içeriğiyle anlam bulur. Bunun için de, burjuvazinin mülkiyetinde bulunan üretim araçlarına el konulması; proletarya diktatörlüğünün bu aşamada zorunlu bir durak olduğu, sınıfsız toplumun bu aşamalardan geçmek suretiyle komünizme ulaşacağı tezi maddi olanın çözümlenişine içkindir. Gotha Programında “Bizim devletimiz kelimenim gerçek anlamıyla devlet olmayan devlettir” kuramı bütün iktidarlara karşı konumlanışında tanımlamasıdır. Paris Komünü’nden açığa çıkarılan sonuç, devletin nasıl bir rol oynayacağını tanımlamıştır.

Yani Öcalan’ın Marks’a atıfta bulunarak “Burjuvaziden esinlenerek onların diktatörlüğü varsa neden proletaryanın diktatörlüğü olmasın” biçiminde ki yorumlayışı bilinçli bir çarpıtma değilse Marksizm’e dair bir şey bilmemektir. Marks, Engels, Lenin ve Mao’da asla son durak olarak iktidarın ele geçirilmesi tanımlanmaz. Tersine, sosyalizmde sınıf mücadelesinin niteliğinin değişerek o mecrada da süreceğinin altı çizilir. Son tahlilde Öcalan’ın kendi teorik zeminini inşa etmeye çalıştığı olguların toplamı post Marksistlerin estirdiği liberal teorilerin etkisiyle biçimlenmiştir. Özgün fikirlerden ziyade eklektik olup yamalı bir bohçadır. 

Sürece radikal müdahale bir şarttır!

Bu Kısa vurgu ve atıflarla ortaya koyduğumuz örnekler, büyük ve kapsamlı bir cephenin kurulduğunu göstermektedir. Bu açıdan tasfiyecilik ideolojik ve politik sahada farklı biçimlere bürünerek toplumsal ve sosyal alana etkide bulunmuştur. Kürt ulusal hareketiyle eş güdümlü biçimde Queer teori, feminist kuramlar, çevre hareketleri, hayvan hakları ve diğer kimliksel hareketlerin büyük bir çoğunluğunda bu etki muazzam derecelerde görülür. Yeni toplumsal hareketlerin demokratik ve ilerici yanları birçok açıdan devrimci komünist hareketlerin önünü açtığı ve bilinçsel düzeyde sorgulamaya ittiği kesindir. Zaten komünist özne dışındaki gelişmeler ve bunların dinamikleriyle hemhal olmadan maddi yaşama müdahalede bulunamaz. Nesnel dünyanın çelişki ve çatışmaları teoriyi inşa eder. Teori “vahiy” yoluyla buyrulmaz. Radikal teori özgün çelişmelerin, devrimci yorumlanışı temelinde inşa olur. Bu açıdan yeni toplumsal hareketlerin dinamik teorileriyle ilişkilenip, onu Marksist toplumsal dönüşümün kılavuzluğunda biçimlendirmeliyiz. Ancak bunu yaparken kuramların hangi ideolojik tedrisattan geçtiğini, hangi sınıf fikrinden etkilendiği, politik açıdan yetersizliklerini ortaya koymaktan geri duramayız. 

Görülmesi gereken şudur ki tüm ilerici ve öğretici yanlarına karşın bu hareketler post Marksist zeminde yol yürümektedirler. Radikal görünüm ardında pasifizmin ve uzlaşmanın teorisi bulunmaktadır. Emperyalist kapitalist kuşatma sarmalındaki dünyamız derin buhranlarla ve telafisi olmayacak felaketlerle karşı karşıyadır. Küçük bir azınlık tekeller marifetiyle her bir alanı işgal etmiştir. Son yıllarda yaşanan bölgesel çatışmalar ve bu noktada açığa çıkan sonuçlar göz önüne alındığında dünyaya hakim olma ve dünyanın en küçük kara parçasını pazarı haline getirme rekabeti doruk noktadadır. Emperyalizm, dizginsiz genişlemeyi şart koşar. Bu işleyişinden kaynaklı olarak büyük kaoslar kapitalizme içkindir. Güncel gelişmeler ve politik olgular göz önüne alındığında bu sürece radikal müdahale bir şarttır.

Emeğin gasp edilişinden, işgal altında ki ülkelerin kurtulmasına; göçmen, kadın, LGBTİ+, ekoloji ve insan dışı türlerin köklü kurtuluşu devrimci radikal mücadelenin geliştirilmesine bağlıdır. Bu bir inkâra, redde ve hiçleştirmeye dair perspektiflerle sağlanamaz. MLM ideolojinin köklü dönüştürme kuramını es geçerek, köklü bir kopuş sağlanamaz. Dokunulmaz kılınan ve korunaklı zırhlarla çevrilip kutsallaştırılan bir MLM kavrayışta aynı tahrip edici özelliğe sahiptir. Lenin “Marksizm’i ölü cümlelere hapsedemeyiz” derken nesnel olanın bağrında filizlenen gelişmelere müdahaleye davet ediyordu. Bazen doğrular tüm bilimsel özüne karşın, marjinal kalırlar. Fakat marjinal kalınması onlardan ısrar etmeyi anlamsızlaştırmaz.  O devrimci müdahalelerle güçleneceği gibi, doğru ideolojik konumlanışla gerçeği besler ve büyütür.

Bu açıdan MLM karşıtı öznelerin estetik kuramların, naif ve büyüleyici esintisine karşı koymak görevler açısından ilk sıralardadır. Bu olmadan doğruyu ve gerçeği inşa etmek mümkün değildir. MLM, Rosa Lüksemburg’un Marksizm’e dair “Marksizm, yeni bilgiler edinmek için aralıksız mücadeleyi öngören, donmuş ve kesin kalıplardan başka bir şeyden iğrenmeyen ve hayati gücünü öz eleştiri silahının şakırtısı ile tarihin yıldırım darbelerinde bulan bir devrimci dünya görüşüdür.” derken çok haklıdır. 

Bu devrimci dünya görüşünü korumak komünistlerin başlıca görevidir. Ve bunu Marks’ın Ruge’ye mektubunda ifade ettiği gibi; “Acımasız bir eleştiriye, kutsal sayılan her şeyi tepeden tırnağa eleştirmeye, kısaca, putları kıracak bir fikirler terörüne ihtiyaç var” belirlemesine sahip çıkarak yapmalıyız. 

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinin 34. sayısında yayımlanmıştır!


 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)