1 Haziran 2023 Perşembe

3_ Tarihimizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

Sayfa 100 devam

 kültürün, o alışkanlığın vb. ne yapacağı ve nereye götüreceğini hala göremiyorsunuz. Bu samimiyetsizlikle bırakın bizi, kendi tabanınıza dahi güven veremezsiniz. Acınacak hallere girip, serzenişlerde bulunarak "inanmamaktadır” diye yakınmalarda bulunmakla kendinizi kurtaramazsınız. Küçük hesaplar, sağa sola kaçamaklarla sorunlara yaklaşmak sizleri kurtaramaz.

Az çok aklı başında olanlar, sizin gibi "önder”lerle acımasız bir kavga, fırtınalı bir deniz ve uzun bir yolun yolculuğuna çıkmaz, siyasal yaşamda güven verecek bir ehliyete sahip değilsiniz. Bütün bunlar ortada iken bir yerde şöyle ifade ediyorsunuz; "Ajan ve işbirlikçi olduklarına inanmamaktadır ve bununla kafa karışıklığı yaratmaktan geri kalmamaktadır.

Bu da pragmatizmin tipik ve somut bir yansımasıdır". ”Pragmatizmin işgal ettiği kafa yapısı”   o kendisi için ne yararlı ise o doğrudur Msefesinden hareket eder. Onun için olguları neden-sonuç ilişkisi içinde ele almak doğru olan değildir; sadece sonuçtan hareket ederek sorunlara yaklaşıldımı doğru olur... " (PS sayı :50, sayfa: 17) diye "büyük” felsefi tahlillerde bulunuyor, beyni gövdesini yönlendiremeyen kalemşörler.

Bir felsefi kavramın anlamını öğrenmekle kendini felsefe profesörü sanan zat-ı muhteremler bu süreçlerini niye felsefi olarak açıklamıyor? Süreçlerinin ideolojik-siyasal zeminlerini felsefi olarak ortaya koyarak sorgulamıyor? Merak ediyoruz doğrusu! Yoksa henüz felsefeyi kendilerine uyarlayamadılar mı?..

Pragmatizm nedir?

 Öz olarak yararlı olanın, uygulanır olanın doğru olduğunu savunan bir bakış açısıdır. Bir şey doğru mu, değil mi uygulanıyorsa, yarar sağlıyorsa doğrudur anlayışında olan bir öğretidir.

Felsefi özü idealizmdir. Düşünceyi, gerçeği maddeden koparan bir bakış açısıdır. Gerçeğin kıstasının madde ve maddenin doğru yansıtılması olduğunu, nesnel gerçekliğin, bilimsel bilgisinin insanlığın yararına olacağını kavramayan bir öğretidir pragmatizm.

Pragmatist anlayış; nesnel gerçekliğe bağlı kalma, onu doğru ifade ederek savunma, yani bilimsel olana bağlı kalma doğru olanı uygulama değil de, ne yararlıysa, ne uygulanabiliyorsa, o anın çıkarlan, faydası neyse onu savunmak ve başvurmaktır.

Oysa ne genel olarak ne de bahsettileri bu özgülde pragmatist bir yaklaşımımızı gösteremezler. Öyle bir yaklaşımımız olmamıştır. Felsefeci geçinip gelişigüzel bir şekilde kavramları öteye beriye yerleştireceklerine kendi süreç ve yaklaşımlarına bir baksınlar bakalım. Bir dizi soruna ve bize söyledikleri gibi sorunlara nasıl da pragmatist yaklaştıklarını göreceklerdir. Tabi   ki görmek isterlerse. Ama gerçekleri görmek için önyargısızlık ve dürüstlük baş koşuldur. Renkli gözlük takanlara ya da gerçekleri görmek istemeyenlerin gerçeği görmeleri ve kabul etmeleri daima zordur.

Yine de

görmek isteyenler için kimin pragmatist yaklaştığına ve kimin "politikasının odağına fırsatçılığı koyduğu..(PS sayı 51)”na birkaç örnek verelim.

Bir:

 Komplocu-darbeci tasfiyenin her yönüyle başını çeken bir baş ajan olacak ama bütün damgasını vurduğu sürece "Dünüyle, bugünüyle sahip çıkıyoruz” diyeceksin. Bunu size hangi pragmatist anlayış söyletiyor hiç düşündünüz mü? Biz hatırlatalım isterseniz; süreçte darbeyle egemenlik sağlama yararı var!

 

İki:

Proletarya Partisinde tasfiyecilik, ideolojik yozlaşma ve çürümelerinden dolayı üzerine gidilip, saflardan atılan ve dökülen birkaç mücadele kaçkını bir araya gelip "Oluşum” adıyla bir arayışa giriyor ve bir grupçuk  olarak ortaya çıkıyor. Amaçlan ise; parti düşmanlığını geliştimek ve partiyi yıkmak.

Bu unsurlar karşısında PS'nin tarvı ne oluyor; fırsatçı, faydacı (yani pragmatist) bir anlayışla ona sayfalarını açıyor, kader birliği yapıyor.

 Bu grupçuğu devrimci-demokrat kamuoyuna tanıtıyor. Onun propagandasını, bizim de anti-propagandamızı yapıyor. TKP/ML'de "ayrılık” oldu, "parçalandılar”, "dağıldılar", "tükendiler” vb. vb. dedikodularını da yayarak ve yazarak kendilerine fayda sağlamanın zeminini geliştimeye çalıştılar. Peki nedir bu? İşte pragmatizm ömeği! TKP/ML'yi yıpratıp, güvensizlik geliştirip birşeyler kapabilirim, yarar sağlanm anlayışı!

 

Üç:

Proletarya Partisinde ideolojik-siyasi, örgütsel olarak tasfiyecilik yapan, çürümüş, yozlaşmış, sınıf mücadelesine sırtını dönmüş ve P. P'ne karş suç işlemiş birkaç döneği "GÖK" adıyla bir yazı çıkartıyor ve Parti düşmanlığı onak paydası olan bu suçlular güruhu bir ihanet odağı oluşturmaya çalışıyor ve çağrıda bulunuyor. PS'nin tam ne oluyor? Ellerini ovuşturarak bu suçlular güruhunun ihanet çağrı yazılanı yayınlıyorlar, propagandasını yapıyorlar.

Bu da PS'nin pragmatist anlayışının bir başka ömeğidir.

PS 'nin bu tutumu bir dizi soruna yaklaşımda kendini gösterdiği ve bu anlayışlarının yabancısı olmadığımız için başlı başına üzerinde dumayı gereksiz görmüştük. Onların bilinen bu son süreçteki sorunlara ilişkin yazdıkları yazı için de eleştirip onların "faydacı” (pragmatist) ve "devrimci olmayan tarzları”na düşmeyeceğiz deyince, bu söylemimiz onlara fazla dokunmuş olacak ki yukarıda öneğini verdiğimiz konuya ilişkin şöyle cevap veriyorlar:

"Eğer 'Oluşumcular' ve 'GÖK' çülerin yazılarının yayınlanmasını kastediyorsa, bunun KDH ile hiçbir alakası yoktur. ÖG burada çamura saplanıyor.

 Bir defa biz bu tür oluşumların çıkış yazılarını yorumsuz yayınladik... Söz konusu oluşumların bildirge ve çıkış yazılarını (o da bir kereye mahsus) yayınlamamız.” (PS, say151, sayfa 17) diyorlar.

Biz PS'nin "bir keN' ya da çok yaptıklarını tanışmıyoruz, onun hareket mantığını tartışıyotuz. Fırsatçı, pragmatist anlayışla hareket ettiğini, birkaç "abbas yolcu” döneğinin genelde MLM'de ideolojik tasfiyecilik, özgülde bu ideolojileriyle PP'de örgütü tasfiyeciliği yapıyor olmasından PS 'nin nasıl da sevindiğini ve avuçlarını ovuşturduklarını, nasıl yararlanıp parsa toplayabilirim diye faydacı (pragmatist) hareket etme anlayışının yanlışlığı üzerinde duruyoruz.

 Kaçkınların MLM öğretilerde (Parti, önderlik, parti-içi mücadele, parti içi demokrasi, partide disiplin, partinin misyonu, örgüt anlayışı vb. konulanndaki menşevik, anarşist, tasfiyeci parti anlayışında) özelde Proletarya Partisi'ne saldırı, güvensizlik geliştirme ve yıkma vb. konulârdaki saldırılarını eleştirmek yerine propagandasını yaparak fayda sağlama mantığıyla sorunlara yaklaşma anlayışını yani pragmatistliğini eleştiriyoruz.

 Biz PS 'nin anlayışını, hareket mantığını ve yöntemini eleştiriyoruz. Onların o pragmatist anlayışları olduğu sürece daha çok, "yarar sağlıyorsam doğrudur” mantığıy  la hareket edeceklerdir diyoruz.

 Biz fiiliyatlarını söylüyoruz. PS, "Çıkış yazılarını yorumsuz yayınladık” diyor. Özürü kabahatinden büyük! Hem yayınlıyor, hem de onları eleştimiyorlar?

Yani acilen kamuoyuna müjdeledik, tanıttık, reklam yaptık diyorlar...

 Peki bu pazarlamacılık neyin pazarlamacılığı? Başka yazılarında da bu anlayışla hareket ediyor, hatta 50. sayılarında felaket tellallığı yaparak tamamlıyorlar. Ve daha çok kendi tabanına seslenmek amacıyla şu mantıkla hareket ediyorlar: Her ne kadar ajanlar örgütlülüğü sanık baş ajan bizi parmağında oynattıysa da diğerleri de iyi değil, "İki yıllık zaman diliminde daha da küçüldünüz, hem de bir yıl içerisinde iki ayrı grubun çıkmasının da analığını yaparak” diyerek kendilerini teselli etmeye çalışıyorlar.

"O da bir kereye mahsus yayınladık” diyorlar. Hareket mantığını, eylemini düşünmeyip sayısıyla hafifletici neden anyorlar. Bu kaçamak yanıtları da kurtarmaz onları. Çünkü, zaten istese de sürdüremezlerdi. "Oluşum” döneklerinin ilk ve son bildirileri oldu.

Kavga diye bir derdi olmadığı için o aşamadan sonra o noktada "dürüstlük” gösterip siyasi arenadan çekildiler. PS 'nin de onlan düzeltecek hali yoktu. 1.5 yıl oluyor siyasi arenada kendileri pes edip çekildi, sistem ile açıkça bütünleşti.

PS haberdar olduğu halde hala "ayrılık” diyor, olmayanları kafalarında "grup”, "örgüt” görüyor. "Oluşumcu dönekler” kendilerini bu kadar düşünen PS gibi sadık dostları olduğunu bilselerdi belki siyasi arenada biraz daha kalma çabalarını sürdürmeyi deneyebilirlerdi. Bu kadar düşünenlerinin olduğunu öğrenmeleri hayli duygulandırmış olmalı onları.

"GÖK” diye adlandınlan "Suçlular Güruhu” ise muhtemelen başka bir yazı göndermedikleri için yayınlamamışlardır. İlkini yayınlayan anlayış diğerlerini yayınlamaması için hiçbir neden yoktur ve tutarlı da olamaz. 

Bu örneklerde de görülen politik anlayış ve pratiği ortada iken yavuz hırsız misali şunları söylemek aslında durumunu gizlemek telaşına düşüp başkalarına maletmek olmaz mı? "Özgür Gelecek ve kalemşörleri niteliğe değil, biçime kafayı taktıkarı için gelişip güçlenemez. Faydacılık özün yerine biçimi esas alır. Onun için ilkeler hiçbir şey, geçici günlük ucuz politikalar her şeydir” (PS, sayı 51, sf:18)

Yine PS 'nin kendi söylemleriyle kendilerinin bu durumunu ifade edelim: 

politikasının odağına fırsatçılığı koyduğu için sekterliğe düşmesi kaçınılmazdır... Devrimciler arası ilişki ve sorunlara yaklaşımda fırsatçı ve faydacı davranan bir anlayış kendi tabanını, örgütlü gücünü yanlış yönlendiriyor demektir. Bu siyasetle yapılacak bir şekillenme proleter değil, küçük-burjuva ve burjuvadır". Buna tamamen katılıyoruz. PS ve kalemşörl kendi durumlannı ifade etmiş oluyorlar. Hangi ruh haliyle hareket ettiklerini biliyorlar. Biz kendi söylemleri ile durumlarını ifade ettik ki savunduklarım başkalarının kendilerine hatırlatmalarından okurlarsa belki sindirebilirler, kavrayabilirler.

Tabi ki tersi de mümkün, başkaları hatırlatıyor diye ölür ama kabul etmeyi küçük-burjuva gururuna yediremeyebilirler...Gerçekleri kabul etmemek ve korkmak tarihte kimsenin derdine derman olmamıştır. Bu açıdan, doğrulardan, gerçeklerden korkmamalıdırlar, onlara karşı önyargılı olmamalıdırlar ve kabul etmelidirler. Gerçeklerin hiç de korkulacak şeyler olmadığını göreceklerdir.

O zaman rahat edeceklerdir. Yoksa o nesnel gerçekler hep karşılarında olacaktır. Ve asıl o zaman daha büyük korkuyu yaşayacaklardır.

"KDH”lerini kamuoyuna ilan ettikleri dönemde "büyük önder”lerinin "baş ajan” çıktığına inanmayan ve kendi yapılarının sorunlara sağlıklı yaklaşım yönüne güven duymayan bazı çevreler birkaç yazı çıkarıp, sağa sola dağıtıp sosyalist basına da yollamışlardır.

ÖG'ye de yolladılar.

PS'nin anlayışında olsaydık "bir kereye mahsus” yayınlardık ve yayınlamamız gerekirdi. PS gibi bir anlayışa sahip olmadığımız için yayınlamadık, ciddiye almadık. Ciddiye alınmaması için birçok yerde çevremizi de uyardık. Başka politik akımlarla PS gibi fırsatçı, faydacı olmadık.

 Demek ki herkes PS gibi değildir. O halde asıl PS faydacı ve küçük hesaplar üzerine "siyaset” üretme anlayışını gözden geçirmelidir ve terketmelidir.

Olumsuzluklarını Görmemek İçin Özel Çaba Sarfetmek, Kabul Etmemek,

Dahası

Onları Savunarak övünmek Dürüstlükten Yoksunluktur, Düzelmeye

Kapalılıktır, Akıllı Insanların işi Değildir Ve Politik Naifliktir!

PS, "ÖG yalan ve iftira atıyor” diyerek ne kadar çığlık atarsam o kadar etkili olurum, herkes gerçeği görüp anlayana kadar bir  hayli yol alırım düşüncesiyle, oluşacak önyargının gerçekliği gizleyeceğini sanıyor. Gerçekliğe öfke duyacaklarına, olumsuzluklarını belirtenlere öfke duyuyorlar. Olumsuzlukları ve yönelmesi gereken temellerine işaret edilince avazı çıktığı kadar "yalan ve iftira atıyor”lar diye bağırıyorlar. Böyle bağırınca haklı olacaklarını sanıyorlar. Ama asıl gerçekleri görememelerinden değil, samimiyet-dürüstlük taşıyamamalarından böyle yapıyorlar. Ve tabanında peşinen önyargı yaratıp olumsuzluklarını görme üzerine oluşacak baskının önüne geçmek istiyorlar

Bizim kimse hakkında "yalan ve iftira” attığımız yoktur.

Bunu PS 'de gösteremiyor. PS'nin bu söylemlerine dayanak yapmaya çalıştığı noktaya geleceğiz.

 

Öncelikle belirtelim ki bizim "yalan ve iftiraya” ihtiyacımız yoktur. O, bilime dayanmayanların, samimiyetsizlerin işi ve alanıdır. Biz, PS 'de olmayan bir şeyi maletmiyoruz. Bugüne kadar genel hatlarıyla resmini çizdik, "çirkinlik” ortaya çıkıyorsa -ki çıkıyor- kendi "çirkinliği”dir.

Ve kendine kızmalıdır. Karşısına koyduğumuz aynaya kızmamalıdır. Kaldı ki öfkesinden dolayı "çirkinliği”nin boyutunu, kapsamım, derinliğini dinlemiş ve izlemiş değildir. PS ve kalemşörleri olumsuzluklarını gizlemek istiyorlarsa sakin olmalı, olumsuzluklarını kaba hatlarıyla olsa da ortaya koymaya çalışmalı, bunu yapamıyorlarsa ortaya koymaya çalışanlara tahümmül göstermeli, sağa-sola asılsız ithamlarda bulunma yerine kendi gerçekliğini görmelidir.

PS ve kalemşörleri, üzerinde durduğumuz "yalan ve iftira” ara başlığı altındaki iddialarına yeni "yalan ve iftira” attığımıza ilişkin hiçbir somut veri de gösterememektedir. Ama öte yandan şunu söylüyor:

"Bir komünist veya devrimci, herhangi bir olguyu ya da herhangi bir siyasal yapılanmanın bir konuya ilişkin söylediklerini değerlendirmeye tabi tutarken, o yapının (bu düşman da olsa farketmez-not PS' nin) yazdıklarını baz alarak eleştirisini yürütür. İdeolojik polemiklerde 'alıntı dürüstlüğü' (aç.PS) diye bir şey var  dır.” (PS, sayı 51, sf: 16) diyor da peki "yalan ve iftira” attığımıza ilişkin neyi "baz alarak eleştiri yürütüyor”?

Neyi gösterebilir ki? Hiçbir şeyi gösteremez. O halde PS inanmadığı, bilincine varmadığı, özümseyemediği şeyleri yazmamalıdır, "alıntı dürüstlüğü” simsarlığına soyunmamalıdır.

Sf_105

"İdeolojik polemiklerde alıntı dürüstlüğü diye bir şev vardır" derken kendilerinin söylemediği ve yazmadığı bir şeyi onlardan aktarma yapmış gibi gösterdiğimiz yönlü ithamda bulunmuş oluyorlar ki bu tamamen gerçek dışıdır.

Kendilerine yakışacak bir yalandır. Hiçbir yerde olmayan bir şeyi "alıntı” imiş gibi yazdığımızı gösteremezler. Böyle bir şey olmadığı halde PS 'nin kalemşörleri niye böyle bir hileye başvuruyorlar? Açıktır ki küçükburjuva sınıf özelliklerindendir. Proletaryanın bilimsel görüşlerine ve onun gücüne sarılmayanlar küçük şeylere, hile, iftira ve politikalara sarılacaklardır.

Çünkü; proletaryanın bilimsel görüşünden uzaklaşıldıkça, yozlaşmış küçük-burjuva değerlere yakınlaşmak kaçınılmazdır.

Yukarıdaki aktarmada samimi olmamaları da bir yana "o yapının (bu düşman da olsa fark etmez) yazdıklarını baz alarak eleştirisini yürütür'  kavrayışları da eksiktir. Düşmanda olsa, dost da olsa sadece "yazdıklarını'   baz alarak eleştirmeyiz. Bunun yanısıra yazılı hale getirmedikleri veya açıkça savunmadıkları pratiklerini ve eylemsizliklerini de eleştiririz.

Örneğin, düşman uluslararası planda çevirdiği gizli dolapları, ülke bazında katliamlar, sokak infazları, kayıplar, halka karşı başvurdukları yığınla karanlık şeyler, sağlığa zararlı şeyleri piyasaya sürüp halkın sağlığıyla oynamaları vb. vb. yığınlarca şeyi hiç de yazılı savunmayabilir, ama ortada pratikleri var ve bunların kendisi belge.

 Bu durumda "yazdıklarım baz alarak” eleştirmemezlik yapabilir miyiz?

 Birçok yapılanmanın açıkça savunmadığı ama pratik olarak başvurduğu yanlışlıkları var, darbecilerimiz de hileler eşliğinde Partide darbe yaptığım hala açık yüreklilikle yazıp kabul etmiyorlar, diye eleştirmemezlik yapabilir miyiz?

 Açıktır ki hayır!

Sadece yazılı savunuları değil, pratikleri, anlayışları yazılı olmayan duruşları da ideolojik bir yaklaşımdır. Doğrulara sahip çıkılır, savunulur. Yanlışlara karşı çıkılır, mahkum edilir. Marksistlerin yaklaşımı budur. Burada burjuvaziye karşı ideolojik, siyasi mücadele ile halk saflarındaki yanlış anlayışlara karşı mücadele yönteminin temelde farklı olduğunu vurgulamaya gerek bile olmadığı için geçiyoruz.

PS. "ÖG yalan ve iftira atıyor” diye attığı ara-başlık altında suçlamalarına kanıt gösteremiyor. Bizden tek bir aktarma yapıyor dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından, başka özel nitelemelerle ortaya konuluyor.

Neyle...

 Karşı Devrimci Hücreyle' dememizi savunduğu şeylere ömek gösteriyor ve aktarıyor.

Bu söylediklerimiz yüreklerine çok oturmuş olmalı ki başka yerlerde de aktarıyorlar. Bu normaldir, bazı gerçekler bazılarına çok acı gelir, yüreklerine oturur. Aslında yüreklerine oturan şey bizim ifadelerimiz değil, gerçekliktir ve onun karşısında düştükleri zorluktur. O da bizim sorunumuz değil, gerçekler karşısında ayak direyenlerin sorunudur.

Sayfa_106

Bizden aktarılan yerde PS ve görüşlerine yön verenlerden ne bir aktarma var ne de alıntıymış gibi gösterilen bir yer var. Tamamen bizim değerlendirmelerimiz var. O halde PS 'nin "alıntı dürüstlüğü” simsarlığına soyunmasının yeri yok orada. Sahte bir pehlivan edasıyla hareket etmesine hiç gerek yok.

Yukarıda bizden yaptığı aktarmaya karşılık "bugüne kadar KDH'ye ilişkin bildiri ve de yazılarda olsun, sözlü polemiklerde olsun hiçbir zaman hata, eksik ve başarısızlıklarının esas kaynağını KDH'ye bağlamadı.” diyor, tabi bağlayamaz, Herşeyi "KDH”nin başı yaptı diyemezsiniz, zira buna kimse inanmaz. Herkes siz neydiniz, o kadar mı emireriydiniz, bu nasıl parti anlayışı diyecek ve siz ağır suç ortağısınız, kendinizi sıyıramazsınız vs. diye tepki duyacak, hesap soran olacak. Bunu biliyorsunuz. Bunu bildiğiniz için samimiyet gösteremiyorsunuz ve hesabını vermemek için hiç hata görmüyorsunuz. Sürecinize damgasını vuran mimarınız baş ajanın bütün icraatında kusur görmüyorsunuz. Ne de olsa vaktinde baş ajan "bizde (DABK kesimi) ideolojik zaaf yok ve yoktu” dediğinde en ufak eleştiri getirmeden, adeta saygıyla başınızı öne doğru eğerek sesli ya da sessiz de olsa okeyleıniş halinizden geliyorsunuz. Baş ajanın yetiştirdiği ve özellikle öne çıkardığı Sİ'nin "bu Partide en son söz söylenecek olan Nihat'tır” diyen sözleri ve böyle şekillenmiş kafalar elbette herkeste, heryerde kusur görür ama büyük "önder"lerinin sürecinde olumsuzluk göymez. Olur mu hiç, kimin yetiştirdiği önderler ki sürecinde hata işlesin ve görsün(!) önder dediğin böyle olmalı(!).

 

Bu aktarmanın hemen devamındaki satırlarda bu süreçlerini çok açık belirtiyorlar:

tam tersine geçmişi sadece olumlu yönüyle değil, olumsuz yanıyla da savundu” diyorlar. Evet aynen böyle. Bu satırları okuyan ve duyan herkesin tek kelimeyle "iyi halt ediyörsunuz” demek zorunda kalacağı açık.

"Dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel nitelemelerle ortaya konuluyor.

 Neyle ...

KDH'yle” denilmesine öfkeleniyorlar.

"Yalan ve iftira” atılıyor diye bağırıyorlar.

 Sözkonusu yazımızda darbeden sonra yayınlanan yazımızda söylediğimiz bazı yerler aktarılarak yazılmıştır.

Şimdi darbe öncesi ve sonrası yaptığımız tahlil, tespit ve belirlemeleri yeniden buraya aktarıp hatırlatmayı gerekli görmüyoruz.

Çünkü duymak istemeyenden daha sağırı ve görmek istemeyenden daha körü yoktur.

Evet, belirlememizde yanlış yok. Sözlerimiz bir gerçekliği ifade ediyor ve bir kez daha altını çiziyoruz. Bu gerçeklik bazılarını huzursuz etse de gerçek olduğu yadsınamaz. Sorun, PS ve aynı çizginin sözde önderlerinin hala kavramak ve kabul etmek istememesinden kaynaklanıyor, Hilesiz, hurdasızca samimi olup, önyargılı olmadan gerçekten kavramak amacındalarsa sakin bir kafayla yeniden okurlarsa söylediklerimiz birçok şeyi, bugün kendileri tarafından "KDH"Ierinin, özellikle baş ajanın

Sayfa_107

faaliyetleri, fesatları, planları ve suçları arasında saydıklarını göreceklerdir.

 Bizim o dönem ideolojik ve siyasi olarak üzerine gidip ortaya koyduğumuz görüşlerimizi o dönemin Partizan sayılarında okuyamayan, PS ve "ideologları” yeniden bakmalı. PS'nin bugün KDH'lerine ilişkin söylediklerine bakmalıdır. Adına "Kardelen Harekatı” dedikleri "operasyon”a ilişkin yazdıkları ve PS 'nin 47. sayısında da yayınlanan yazıdan bazı belirgin aktarmaları yapalım. Böylece okuyucu daha önce söylediğimiz şeylerle daha rahat karşılaştırabilsin.

 Daha önce yaptığımız belirlemelerin bazılarını bugün kendileri değişik ifadelerle "KDH"lerinin anlayışları, planları ve suçları olarak görüyorlar. Okuyucuda bu durumu görecek ve böylece "yalan ve iftira” mı atmışız yoksa bu ithamların sahipleri mi o durumda daha iyi anlaşılacaktır.

 

 "KDH”, KHK tartışma sürecinden şu üç ana noktada yararlanmayı düşünüyorlardı:

 

I ) KHK sürecinde Partinin dürüst ve kararlı kadrolarım tasfiye ederek, kendi hakimiyetlerini darbeleyebilecek ya da engelleyebilecek olanlardan kurtulmak.

 

2)          Partinin dürüst ve kararlı kadrolarının tasfiye edilmesi ile birlikte ajan ve işbirlikçilerin biçimsel açıdan yoğun olarak işledikleri programcılık mücadelecilik propagandasının da yardımıyla insiyatifi ele geçirerek yönelime hükmetmek.

 

3)          Hükmedilen yönelim içerisinde ajan ve işbirlikçiler öne çıkartılarak merkez komitesine seçilmeleri sağlanacak ve bu şekilde gayet doğal yollardan ... Parti önderliğini ele geçirerek bütün partiye hükmetmek.” (abç) (PS sayı 47)

 

KDH'nin başını çeken baş ajanın plan, hedef ve bu yönlü faaliyeti sadece bugün olan ve bugün ortaya çıkmış bir şey değildir. '94 öncesi de böylesi bir çaba içerisindeydi, '94 komplocu darbesinde de aynı çabalarını yürüttü ve görüldü. Sanıyoruz "daha önce bu tür en ufak bir faaliyeti yoktu, sadece 'KHK' sürecimizde bize böyle yaptı” diyemezsiniz ve bunları da diyecek kadar aklınızı kaçırmış olamazsınız.

Eskiden beri böyle bir komplocu, tasfiyeci faaliyet içindeydi. Ve yazılarımızda bu yönlü hayli eleştirilerimizin oldüğü görülecektir. Burada söylenenler bizim için "yeni” değildir. Polis olduğu ortaya çıktığına göre demekki görevi sadece bir defalığa mahsus değildir.

PS sayı 47 'den aktarmalara devam edelim:

 

 oysa oluşturulacak örgütün önüne Parti içerisinde keskin programcılık propagandası... görevi konulup,... Parti programına bağlılık noktasında yapıya güven vererek yükselmesinin ön zemini hazırlanacak, tali olarak başvurulacak fiziki datbelerle bu unsurlara partinin ihtiyaç duyması sağlanacak ve bu sayede kilit noktalara ulaşılacaktı.'   kadroların zaaf ve farklı düşüncelerini kullanarak yapı içerisnde teşhir edilerek gözden düşürülmesini sağlayacaktı. "

 

"Bir başka görevleri ise bu süreç içerisinde parti içi mücadeleyi yozlaştırarak sistemli olarak proletarya çizgisi adı altında küçük-burjuva anlayış ve yöntemleri uygulamaya konularak insanların bunları olağan sayması sağlanacaktı. Parti adım adım yozlaştırılırken. iç çatışmalardan ve sürekli gerileyip yerinde saymaktan yorgunlaşan Partiyle birlikte Parti kitlesi Partiden uzaklaşmaya başlayacak ve yapıya karşı inançsızlığı geliştirilecekti. ”

 

"Parti önderliğine karşı güvensizlik geliştirmek onların temel görevi ola cak, buradan da parti ile önderlik, önderlikle kitle, kitleyle parti. partiyle diğer devrimci dost yapılanmalar arasındaki ilişkiyi boznıa stratejisinin hayata uygulanmasının en önemli basamağı olarak kavranacaktı.” (abç-sayfa 21)

 

Benzeri şeyler, ayrıca Nihat'ın ajanlık suçları içinde sıralanarak şöyle söyleniyor: "Düşmanın partimizi burjuvalaştırarak karşı-devrimin bir aracı haline getirme... Parti içerisindeki diğer ajan ve işbirlikçileri harekete geçirme, denetleme ve istenilen düzeye gelmelerini sağlamak, çalışma koşullarını oluşturmak, komplo ve suikastlerin hedeflerini belirlemek...' olarak konuvor.

Yine, PS sayı 52'de (sayfa 20) baş ajan Nihat'ın faaliyetleri, suçları hayli uzun maddelerle sıralanıyor.

Birkaç maddesini yine aktaralım:

"2- Halka karşı tavır ve davranışlarının tamamen karşı-devrithe hizmet ettiği ortaya çıkartıldı.” (Tabana, kitleye. halka kazanıcı, ikna edici ve eğitici davranma yerine hotzotçu davranma, onları sürü görme, baskı ve şiddet yolunu ön plana alma yönlü eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"3- Partimizle, diğer devrimci örgütleri karşı karşıya getirmede birinci derecede rol aldığı ortaya çıkarıldı. (Dost devrimci örgütlere karşı-özellikle PKK, DHKP/C- yıkıcı davranış, onlarla çatışma eşiğine getirme vb. yönlü eleştirilerimiz    hatırlanmalı.)

 

"4- Parti ve ordu içinde hizipçi ve bozguncu faaliyet içinde bulunduğu kanıtlandı.” (Parti ve ordu anlayışı, Parti ve ordudaki tasfiyeci anlayış ve pratikleri, Parti bilinci, Parti işleyişi, kolektivizm anlayışı ile hareket etmeme, bunlardan tamamen uzak, şef tipi etrafına dalkavuk, emireri toplama mantığı vb. gibi yığınlarca eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"5- İki çizgi mücadelesi adı altında, Parti kadrolarım, parti programını savunmuyorlar suçlamasında bulunarak örgütsel tasfiyeye gitmiştir. ” (Leninişt Parti anlayışından bihaber olduğu, parti içi mücadelenin ne olduğunu kavramadığı, farklı görüşlere sahip, özellikle kendi anlayışlarına karşı çıkanlar hakkında önyargı yaratıp "bunlar parti programını savunmuyor", "şunlar revizyonist, seksiyoncu” vb. gibi yıpratma faaliyetleri vb. yönlü eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"6- Parti içinde böl-parçala-yönet politikasında profesyonel... olduğu... ” (Organları, kadroları, kurumlan nasıl yıprattığı, işlemez hale getirdiği, bölüp parçalayıp tasfiye etme girişimi içinde bulunduğu yönlü eleştirilerimiz hatırhansın.)

 

"20- Komünist partisi ile halkı karşı karşıya getirmeye çalışmak...” (Anlayış, yaklaşım ve pratik davranışlarıyla kitlelerin partiye güvensizliğini getirmektedirler, kitle çizgisi, politikası fokocudur vb. eleştirilerimiz hatırlansın)

 

"24- Partide tek adam olmak için,... diğer kadrolar ve üyeler hakkında anti-propağanda görevini...” yapmak. (Komploculuğu, kariyeristliği, şef tipi örgüt yaratma amacı ve tavrı, ideolojik ve siyasi olarak karşısında tutunamadığı, önünde engel gördüğü kişileri ve yönetici kadroları olmadık korkunç senaryolarla yıpratıp emellerine ulaşmak ve kadrolar nezdinde, Parti kurumlarını yıpratmayı amaçladıklarını, dedikodu, şaibe yaratma, yozlaşma ve çülüme göstermelerine ilişkin eleştirilerimiz hatırlansın.)

27- Parti kararı gereği parti içinde. ordu içinde ve halka karşı dayak yasak olmasına rağmen bu kararı çiğneyerek parti içinde, ordu içinde ve halka dayak atarak dayağı meşrulaştırmaya çalışma faaliyeti” (Özellikle ordu içinde küfür, dayak atma, şiddeti dönüştürme aracı haline getirme, bunun anlayış düzeyine gelmesi, lümpen kişilikli, despot hotzotçu ve dayatmacı oldüğü, kendini parti, tüzük kural, işleyiş vb... üstü görme anlayış, tavır ve tutumlanna yönelik eleştirilerimiz hatırlansın.)

Şimdi sormak lazım; darbe öncesi. sırası ve sonrası üzerine bu yönlü yığınlarca eleştirilerimizi niye kabul etmediniz de, bugün önemli bir kısmını Nihat'ın amaç ve fiili suçlan olarak sayıyorsunuz? Bununla söylediklerimizin, eleştirilerimizin doğruluğunu kabul etmiş ve bir kısmını "Nihat'ın suçları” olarak sıralamış oluyorsunuz.

 Ama bir bütün olarak boyutunu ve ideolojik-siyasi boyutunu ele alamıyorsunuz. Oysa bunu yapmak zorundasınız.

 

Aksi halde, ya bu sıraladığınız şeylere kendinizde inanmıyor veya kavramadan koymuş durumuna düşmüş oluyorsunuz ya da tamamen bu sürecinizin sorumluluğundan kendinizi sıyırmak amacıyla, olan tüm olumsuzlukları Nihat ' a yıkma çabası içinde olduğunuzu kanıtlamış olursunuz... Evet, görüldüğü gibi, bizim "Dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel belirlemelerle ortaya konuluyor...” dememizde yanlış bir şey yok.

PS ve zavallı önderleri yersiz ve boşa öfkeleniyorlar. Yukarıdaki şeyleri söyleyenler, kabul edenler ve bunları bir ajan suçları olarak sıralayanlar, bugün kendileridir. Demek ki, "yalan ve iftira” atan da yok, tersine kendileri de bunları kabul ediyor. Bizim o zaman söylediklerimiz de ortada. Biz genelin güveninden dolayı ve yılların sürecini bilmediğimiz için onların ajan yönünü (bazı yoldaşlarımızın kafasında soru işaretleri olsa da) bilemiyorduk.

 Ancak, anlayışları, politikaları, yozlaşmış kişiliği, yöntemleri, tavır-tutum ve pratik yaklaşımlarını ve neye tekabül ettiğini eleştiriyorduk. Baş ajanın nezdinde temsil ettiği bir çizgiyi eleştiriyordük. Bugün eleştirilerimizin bir kısmını yukarıda görüldüğü gibi sıralıyorlar, kabul etmiş oluyorlar. Ve baş ajanın amacı, hedefi ve suçlan arasında sayıyorlar. Kendilerini de "ustalıkla” (aslında acemilikle, suçluluk psikolojisiyle) işin içinden sıyırmaya çalışıyorlar, temize çıkacaklarını sanıyorlar. Ama boşuna! Olmaz böyle şey!...

 

Öyle bir hava veriyorlar ki, sanki baş ajan sıradan biri. Öyle bir amacı varmış ama yetkin ve etkin olmadığı için sıraladıkları şeyleri pratiğe dökme imkanı olmamış. Başından beri ajan olarak girmesi yüksek ihtimal ama en azından 89'dan itibaren ajanlığı kesin olsa da o gü ne kadar, özellikle de 94 ayrılığında bu icraatları göstermemiş gibi es geçiliyor.

Sanki sadece son dönemde bu sıraladıkları pratikleri sergilemiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu, en hafif deyimiyle; samimiyetsiz bir tavırdır. Ağaca bakıp ormanı görmemenin ta kendisidir.

PS ve anlayışına yön veren kalemşörler aslında zor durumdalar. Kasıklarını zorladıkları her hallerinden belli oluyor ve biliniyor. "Baş ajan bu suçları öteden beri işliyor, partiye hayli zarar veriyor, yıllardır bizi peşinden sürükledi, parmağında oynattı, 94 komplocu darbeyle parçalamaya kadar götürdü, biz de göremedik, suçlarına ortak olduk, genel hattıyla her şeyine baş salladık, Parti tarihinin en ağır suçunu işledik” vb. diyerek öz eleştiri yapmalan gerekiyor, olmuyor, yapmıyorlar.

Bunu yapmaları için dürüst olmaları lazım, dava karşısında samimi olmaları lazım, o da yok. Olmadığı için hep parti tasfiyeciliğine ya prim vermişlerdir ya da kendileri yapmışlardır.

 Bu tavırlarını hala sürdürüyor ve olumsuzluklarını hala kabul etmemekte ayak diriyorlar. Diğer taraftan 87 'de (tali de olsa) ve özellikle 94 'teki parti tasfiyeciliğinde baş ajanın esas belirleyici rolünü görmemek, kendilerinin de figüran olduğunu görmemek ve kabul etmemek için baş ajan için "ajan değildi” ya da "o zamanlarda ajan değildi” diyecekler, o da olmuyor, sopanın her iki ucunun pis olduğunu görüyorlar.

Kendilerine göre ellerine bulaşmasın diye ortasından tutmaya çalışarak baş ajanı ideolojik, siyasi, örgütsel-pratik olarak damgasını vurduğu sürecinden kopararak ajan olduğunu açıklıyorlar.

Kendisi ajan, ama sürecine laf yok(!) "Dün bizimdi” , "sadece olumlu yönüyle değil, olumsuz yanıyla da savunuyoruz” diyorlar. Ama bu sopayı tutuş biçimi sağlam bir tutuş değil. Açıktır ki eninde sonunda hayat bir ucundan tutturmak zorunda kalacaktır. Ama bir kez daha diyoruz; kendiliğindenci olmayın!

PS ve kalemşörlerinin burada şu sorulara açık ve net bir şekilde yanıt vermesi gerekiyor:

 '94 darbesini "KDH”nin başarılı bir planı olarak görüyor musunuz?

 Buradaki rolünüz nedir, nasıl görüyorsunuz?

Hangi sınıf bakış açısı, hangi MLM kriterlerle ifade edeceksiniz?

'94'te Nihat mı emellerinize alet oldu, yoksa siz mi Nihat'm emellerine alet oldunuz?

Görülüyor ki bu durumda elinizdeki bu sopa temiz değil, her iki ucu pislikli sopa, hangi tarafa el atsanız eliniz pislenecektir. Bu durumuyla da uzun süre ortasından tutma çabası yürütemezsiniz. Elinizde tuttuğunuz sürece mutlaka eliniz pislenecektir.

Evet, bununla beraber sıkıyönetim paşalarının emirlerini andıran o tehditler teslim olma çağrıları, tutuklamalar, ölüm kararları, silahsızlandırmalar, kaçırma, sürgüne tabi tutma, büro basmalar vb. sizlere rağmen mi oldu?

 Bu sorulara yanıtınız evet ise;

bu, baş ajan Nihat'ın tek hakimiyetinin itirafı olmaz mı? Bu sorulara yanıtınız hayır ise; bunları yaptığınız için bir 'Kardelen Hareketi”nizi siz de hak ediyorsunuz veya hak edeceksiniz!

Çünkü, suç olarak sıraladiğınız birçok şeyin altında imzanız var.

Kafası Karışık Olan, Sorunların

Birbiri ile Bağlantısını Kavrayamaz,  Doğru Şekilde Ele Alamaz, Doğru ifade Edemez!

 

"Karşı Devrimci Hücre”lerine ilişkin PS 'de birkaç sayılık yazı çıkınca o yazılar üzerine yazdığımız yazı içinde "herşey karmakarışık, sapla-saman birbirine karıştırılmış” dememizi eleştiriyor, "güvensizlik ilan” ettiğimizi, "öznelci” düşündüğümüzü ve "art niyetli bir yaklaşım tarzı” gösterdiğimizi söylüyorlar. Oysa ne "öznelci”, ne de "art niyetli bir yaklaşım' ımız var. Sorun bizden değil kendilerinden kaynaklanıyor. Karmakarışık bir görünüme sokan kendileridir.

Önce şunu belirtelim: Sorunları ele alırken samimiyetle, doğru bir kavrayışla ele almalı, doğru çözmeli, doğru ifade etmeli. İçerik neyse biçim de ona uygun olmalı, ona uygun ifade edilmelidir.

Bu açıdan "KDH” isimlendirmesi gerçeği tam ifade etmiyor.

Çünkü bu ajanlar tek bir hücre değil, bir hücrede örgütlü değil, bir hücre olarak sızmış veya sonradan kazanılmış bir hücre veya örgüt içinde bir hücre olarak birlikte hareket etmiyor.

Örgütün değişik hücrelerinde, değişik alanlarında yuvalanmış (sızmış veya sonradan satın alınmış) karşı-devrimciler.

 Organik ilişkileri de yalnızca baş ajan üzerine sürmüyor. Bir alanda olanların polisle doğrudan ve ayrıca birbirleriyle organik bağları olabilir. Örgüt içerisinde birbirlerini kolIamak için referans verilmiş olabilir, çoğu baş ajanın soktukları olmasının ötesinde hemen hemen hepsinden baş ajan haberdar edilmiş olabilir. Ancak bunlara bir hücre anlamında "KDH” denilmesi eksiktir.

 

Bunun yerine gerçek durumu ifade eden "Karşı-Devrimci Faaliyet” veya "Karşı-Devrimci Ajan Örgütlülüğü” şeklinde ifade edilmeliydi.

 

Bu karışıklık diğer şeylerin yanında elbette önemsizdir. Ama, olgular doğru ifade edilmelidir.

"Sapla-saman(ın) birbirine karıştırılması” noktası şu:

"KDH” ve "tasfiyeci hizip" dediklerini kimi yerde aynı, iç içe, kimi yerde ayrı gösterirken zorlanıyorlar. Bunlar ifade edilirken karmakarışık hale getiriliyor.

 "Henüz KHK öncesi KDH üyesi oldukları anlaşılanların da yer aldığı bir hizip faaliyetliliği içerisinde bulunmuş, bu hizip faaliyetiyle partinin dürüst ve samimi kadrolarını tasfiye ederek yönetimi ele geçirmeyi hedeflediklerini sonradan itiraf etmişlerdi. ” (abç)

"Hizibe yüklenen esas misyonun, Partimizi karşı-devrimin bir aracı haline getirmeye çalışan KDH üyelerini gizlemek ve çalışmalarında destek olmak... bu hizibin de sözkonusu amaca ulaşmak için KDH' nin güdümünde geliştirildiği ifade edilmiştir.” (abç, PS sayı 44, sf:24)

 Bazı tasfiyeci hizip üyelerinin de soruşturma ve sorgulamaya dahil edilmelerini ve bütün tasfiyeci hizibin KDH ile olan ilişkisinin tam anlamıyla ortaya konulması için özel bir çalışma yürütülmesini...”

"Örneğin tasfiyeci hizip üyesi olduğundan ve belirtilen faaliyetleiinden dolayı ihraç edilen bir unsurun KDH üyelerini kaçırmayı planladığı ve bu amaçla oluşturmaya yöneldiği yine aym hizip üyelerinden bir unsur tarafından somutlanarak itiraf edildi.

Keza, bu unsur da aynı zamanda kendisinin bir işbirlikçi olduğunu ve görevinin provokatörlük olduğunu... itiraf etti.' (abç, PS, sayı 44, sf:25)

 

"KDH ve tasfiyeci hizibe karşı geliştirilen mücadelemizin...''(PS sayı 47, sayfa 18)

 

 Tasfiyeci Hizip yapılanması içerisinde yer alanlara düşmanca, düşmam güçlendiren söz, davranış ve çalışmaları KDH üyelerinin net olarak belirlenmesini zorlaştırmaktaydı. Kaldı ki, hizip örgütlenmesini bilinçli olarak geliştiren düşmamn... ' (sayfa 16)

"Tasfiyeci hizip yapılanmasını ve bu yapılanmaya yüklenen misyonu açıklayan Eriş (Nurten Eriş)". (denmesi de hatırlansın) (abç) (sayfa 19)

 

 Ayrıca, tasfiyeci hizip üyesi öne çıkan iki unsurun (birisi Bahar kodlu Ayşe Eski'dir)” deniliyor zaten.(Sayfa 19)

 Partimiz içerisinde faaliyette bulunan düşman unsurlarını, bu unsurların faaliyetlerine destek sunan küçük burjuvalara karşı bir operasyon şekline büründürülmüştü.” (abç, sf: 16)

 

PS 'nin 44 ve 47. sayılarını okuyan ve durumu bilmeyen "tarafsız” bir okuyucu şu izlenimi ediniyor:

 

"Bir takım sürtüşme ve hesaplarından dolayı bir taraf diğer tarafı tasfiye edip üstesinden gelmiş. Kimini şöyle ve ki  mini böyle değerlendirerek 'sorunu çözüyor' yargısına varıyor. Böyle bir atmosferi çağrıştırmak için "KDH” dedikleri ve "Tasfiyeci hizip” dediklerini kimi yerde aynı, kimi yerde ayrıştırmaları bir kavrayışsızlıktır ve kafa karışıklığını yansıtmaktadır. Burada sorun öfkelenmesi gereken bu karışıklığı belirtenler değil, karışıklığ: yaratanlar olmalıdır. Onlar kendilerine öfke duymalıdırlar.

Yukarıdaki aktarmalardan görüldüğü gibi, hem aynı görülüyor ve hem de ayrı bir organizasyonmuş gibi ele alınıyor ve böylece sapla-saman birbirine karıştırılıyor.

Oysa, açıktır ki bunlar ayrı değil, birdir.

Bir tarafı "tasfiye hizip” şeklinde ele almak doğru değildir. Olan şey; anlaşıldığı kadarıyla KHK tartışma sürecinde belli sorunlar üzerinde bir saflaşma var. O güne kadarki "büyük önder”lerine sadakat gösteren belli kesim yine sadakatini gösteriyor.

Soruşturmalara başlanınca doğal olarak baş ajan harekete geçiyor, ajanlar ve "büyük önder”lerine sadakatle bağlı kalanlar, güvenenler elbette ona sahip çıkmanın yollarını arıyor ye arayacak. Bunlar içinde ajan olanlar da var ve çıkarılıyorlar, diğerleri de "büyük önder”lerinin durumunu bilmeyen ve baş ajanın etkisinde kalanlardır.

 

KDH sorgulamaşını yürütenlere demek ki pek güven duymayan unsurlardır. Bunları; baş ajan, şebekesiyle birlikte durumlarını kurtarmak için kullanıyor. Onlar  da oyuna gelmiş oluyor. Nitelik ve boyutunu bilmedikleri bir amaç ve plan içinde yar almış oluyorlar. Durumun bu olduğu açık. Sorunun niteliği, fonksiyonu ve birbirleriyle bağlantısını, ilişkilerini, birbirleri karşısında duruşlarını vb. materyalist bir mantıkla ele almak yerine "KDH'nın güdümünde geliştirildiği” , bu amaçla oluştur”ulduğu söylenmesine rağmen, diğer taraftan "hizip örgütlenmesi 'olduğu” şeklinde yansıtmak "sapla samanı birbirine karıştır”arak ifade etmektir.

 

Öyle bir durumda bazılarının o güne kadar toz kondurmadığı "büyük önder”ine yönelik bir girişim olunca dünyasının şaşması, "en büyük önder”lerini kurtarmak için herşeyi yapmaya hazır olması ve bu durumda bunların ajanlarca tahrik edilip kullanılmaşında şaşılacak birşey yoktur. Bu anlaşılmayacak bir durum değildir. Böyle bir durumu "tasfiyeci hizip faaliyeti” olarak değerlendirmek bir kavrayışsızlıktır. Gerçek durumu ifade etmez. Bir şeyi ifade ederken, kullanırken yerli yerinde kullanmak gerekir.

 

Geç de Olsa, Samimi Olmak,

Gerçekleri Görmek Ve Kabul Etmek

Kimseyi Küçültmez,

Meziyet Sahibi Yapar.

Deneyin; Hiçbir şey Kaybetmeyecek, Aksine Kazanacaksınız!..

 

PS ve kalemşörleri eleştirilerimizden rahatsızlık duyuyor. Bu normaldir. Tersi olsaydı şaşırırdık. İdeolojik-siyasi meselelerde oportünizmin ruhunu okşayacak tavrımız olamaz. Haliyle hoşlarına gitmeyecek, huzursuz

Sayfa_114

olacaklar ve köpüreceklerdir. "Çevresini Yalan, Yanlış Şeylerle Motive Edip TKP(ML) Düşmanlığı Geliştireceğine” diyor ve bundan vazgeçmemizi istiyorlar.

 Neyin üzerine:

ÖG'de çıkan "Tarih ve bilim karşısında "Maoist” önderliğin Hali” başlıklı yazının '94 darbesiyle birlikte kamuoyuna yayınladığımız yazılarda yürüttüğümüz eleştiriler ve belirlemelerden bazı yerleri aktarmamızdan ve o çerçevede belirttiğimiz eleştirilerden rahatsız oluyorlar.

 

"Ya bölünmelere yol açmayın, 'zehirli silahlar' kullanmayın ya da daha sonra zehirli kılıçları çekilmiş olanların zehirli kılıç darbelerinden ölmesinden şikayet etmeyin! !” (Lenin)

 

Bütün engelleyici olumlu çabalarımıza rağmen, başvurdukları komplocu darbeciliğin altında yatan ve ona yön veren ideolojik siyasi anlayışların temel farklarını hala kavramıyorlar. Bir dizi konudaki anti-MLM ideolojik hattının, yozlaşmalarının yarattığı tahribatın oluşturduğu uçurumun hala farkında değiller.

"... Ayrılığa kılıfladığı gerekçeler örgütsel ayrılığı gerektirecek ideolojik ve siyasi konular mıydı?” diyorlar. İyi de bunu kendilerine sormaları gerekiyor.

Burada darbeci-tasfiyeciliğe başvuranların ve ayrılığı dayatanların kendileri olduğunu unutuyorlar. Diğer taraftan ayrılığa başvurmaya kaynaklık eden ve yön veren ideolojik-siyasi çizginin üstesinden gelinemez miydi?

Gelinebilirdi.

 Bu tamamen kendilerine bağlıydı.

 Samimi, dönüşmeye açık, sorunları bilimsel ve doğru yöntemlerle çözme bilincinde olsalardı bölünmeye götürmeden Parti ideolojik-siyasi, örgütsel-pratik sorunların üstesinden gelmek için hayli aşama katederdi ve aşılırdı da.

Eleştirilerden rahatsız olunuyor. Eleştirmememiz isteniyor. "Niye ayrıldik. neden bu ayrılıkların teorisini yapıyoruz ve niye "düşmanlık geliştiriyoruz” diye çıkışıp, ideolojik-siyasi farkları, eleştirileri ileri sürmememiz isteniyor. İdeolojik-siyasi mücadele yerine "uzlaşma”, ideolojik-siyasi "barış” politikası izlememiz isteniyor.

"Dokunma bana, dokunmayayım sana” anlayışıyla hareket etmemiz isteniyor.

İyi de bu uzlaşmacılıktır, ortayolculuktur,oportünizmdir.

Bazıları ilkesiz, belkemiksiz olabilir,ama biz öyle değiliz ve olmayacağız. Dolayısıyla, kendileri gibi olmamızı beklememelidirler.

Aslında burda, "Niye ayrıldık?”, "ayrılacak ne vardı?” vb. gibi dün ne yaptığını bilmeyen, özeleştirisini yapmayan ve dün yaptıklarını unutan, bugün ise görünüşte "birlikçi” duygulara hitap ediyorlar.

"Parti birliği”ni savunuyorlar ve istiyorlar görünümü vermeye çalışıyorlar.

 Bununla, bir yandan yaptıklarını ve bugüne kadarki samimiyetsizliklerini gizlemeye, unutturmaya çalışıyorlar. Diğer yandan üzerlerine gidilmesini önlemeyi, eleştirilerin önünü tıkamayı hesaplıyorlar.

Ancak bu yaklaşımların arkasında stratejik bir hile yatıyor. Bunlar geçmişte de öyle yapmıştı. '92 Nisanında "birliğe” geldiklerinde bir-iki nokta hariç oybirliği ile kararlara imza attıktan sonra üç ay geçmeden SB toplantısını terketme eşiğinde ayrılığı dayattılar.

 Ondan da üç ay sonra yine resmen GBMK toplantısında ayrılık çağrıları yayınladılar.

 Daha sonra;

(I. OPK, ertesi vb.) birkaç defa yine benzeri durumların eşiğinden dönenlerdir. İdeolojik-siyasal vb. sorunlarda, şu veya bu konularda aynı belkemiksizliği yine göstermişlerdir. Ciddi sorunlarda dik durmasını bilmeyen ve beceremeyen bu unsurları tanımayanlar, siyasal deneyimden yoksun olanlar, onların yanıltıcı söylemlerini "samimiyet”lerine veya "olumlu' 'lüklarına işaret sanabilirler.

Ama bu doğru değil. Kesin bir yanılgı olur, hem de tarihi bir yanılgı olur. Ayrıca, bizim buna kamımızın tok olduğunu unutmamalıdırlar. Onların maskesini düşürmeliyiz. ikiyüzlü, samimiyetsiz sahtekarlıklannı sergilemek boyun borcumuz olmalıdır. Bizi hiçbir arabesk yakarışları, siyasal gerçekleri onların olumsuzluklarını ortaya sergilemekten vazgeçirmemelidir.

Onların bu tavır ve yakarışlarının stratejik hileleri için zaman kazanmaya yönelik ikiyüzlü çabalar olduğunu açık bir şekilde görmeliyiz ve unutmamalıyız. Timsah gözyaşları dökmeleri kimseyi yanıltmamalıdır. Ayrılığın yanlış olduğu, anlam veremedikleri, bunun davaya, partiye-devrime, kitlelere zarar verdiği yönündeki yakarışları kimseyi yanıltmamalıdır. Bunu telafi etme konusunda samimi olan komplocu tasfiyeci kliğin hesabını verir, özeleştiri yapar.

O zaman proletarya davasına, partiye, halka karşı sorumluluk duyduklarını ve partide birleşmelerine samimi olduklarına inanılır.

O zaman komünistlerin birliğinden bahsedilebilir.

Sağlam bir birlik bunun üzerinde olur.

Sağlam birlikler ideolojik mücadele sonucunda ideolojik birlik ve bunun sağladığı güven ilişkileri üzerine olur.

 Biz partide birliği, komünistlerin birliği olarak algılıyoruz.

Komünistlerin birliği, komünist ideoloji üzerine, bunun ilkeleri üzerine olur.

 Samimiyet, gerçek yoldaşlık ilişkileri, özveri ve davanın yükünü azim ile omuzlamayla olur...

Açıktır ki, darbeyle tasfiyeci ayrılığını ilkesel olarak savunamayınca, savunacak haklılığı olmayınca, dürüst bir ayrılık (bölünme) gerçekleştiremediğini görünce bir taraftan her türlü bölünme yanlışmış gibi bir yaklaşım yaratmakta diğer taraftan çizgi olarak fikir ayrılıklarını gizleyerek, üstünü örterek, göz kırparak, uzlaşmacı bir yaklaşımla, entrikacılığını gözlerden saklayarak "birlikçi” pozlarına bürünüyorlar.

 İdeolöjik birlik ve samimiyet üzerine oturmayan uzlaşmacı sahte barış yaklaşımlarıyla gülücük atıyorlar. Bu tamamen sahte, ikiyüzlü bir tutumdur. Ve serzenişte bulunmaları tamamen sahtekarlıktır, ikiyüzlülüktür.

 

116   devamı var...

 

2_ Tarihimizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

Saflarımızda ideolojik olarak sağlam olmayan, dönüşememiş, ideolojik olarak savrulmuş, çürümüş ve yozlaşmış ve ideolojik olararak tutunamayan, ideolojik-siyasi saldırıların altında ezilen bazı unsurların dökülmesi, Parti arabasından atlayarak düşmesi veya atılması sonrası "Oluşum” ve "GÖK” adı altında dönek, döküntü ve kaçkınlar kulübü kurmaya çalışıp, kiminin de tutunamayınca burjuvazinin safına açıktan dönüş yapması şaşılacak bir durum değildir.

 

 Her süreçte, hele hele ağır süreçlerde hiçbir Proletarya Partisi bundan kaçınamaz. Böylesi ağır süreçlerde Parti ve devrimin yükünü taşıya mayan, kaypak unsurlar kaçınılmaz olarak çıkar. Böylelerinin çıkması başarısızlığımızın sonucu ve kanıtı olmayacağı gibi, darbeci-tasfiyecilerin ve PS'nin başarısı da değildir. Etkinin boyutunda başarısızlık veya başarının payı olabilir. Ancak, siyasetle her zaman esas belirleyici yön üzerine siyasal belirlemelerde bulunmak ve onu öne çıkartmak gerekir.

Esas olan nedir? Esas yön hangisidir? vb.

 Yaptığınız  OPK'nın hemen arkasından yönetici kadrolarınızın ezici çoğunluğunun düşman tarafından esir alınmasının nedeni de mi 'sol tasfiyeci grup' veya KDH...” miydi(PS sayı 50, sayfa 17)diyor.

 

 Darbe sonrası eksiklerimiz, olumsuzluklarımız ve yetersizliklerimiz üzerine tartışmak bu yazı konusu olmadığı için girmeyeceğiz. Bu sürecin olumsuzluklarını da onlara bağladığımız olmamıştır. Bugüne kadar üzerinde tartıştığımız sorun bu değildir. Eleştirilerimiz Proletarya Partisinin tasfiye edilmesi, bu amaçla komplocu-darbeye başvurulmasının altında yatan anlayışların, ideolojinin, siyasetin, örgütsel-pratik hattın üzerine olmuştur. Temeli Leninist parti anlayışının kapsamı üzerine olmuştur.

Darbe sonrası süreçte yapılanmanın eksikliklerini ve olumsuzluklarını, ne darbeci tasfiyecilere bağladık ne de Partinin aldığı kayıplar darbeci-tasfiyecileri haklı çıkarır veya kendilerine "doğruluk” payı çıkarır. Kuşkusuz darbeci-tasfiyecilerin bu olumsuzluklarda hiç payının olmadığı anlamına gelmez. Parti/disiplin üstü. ben merkezci anlayışların yansıması olduğu gibi şu yönüyle paylan vardır:

Darbe ile birlikte baş ajanın rolünün payıyla, her yol mübahtır mantığıyla ve menşevik anlayışları gereği Parti bilinci yoksulluğuyla, aleniyetçi politikayla, ağır illegalite ihlali yapıp Partiyi parçalamakla yetinmeyip sözlü ve yazılı yollarla organları (üstten aşağıya kimin konumu, görevi, mevcudu, hangi alanda olduğu vb.) dedikodusuyla polise açık hale getirdiler.

 

Yanısıra tahriklerle sorumluluk bilinci taşıyamayan insanları şu ya da bu ölçüde aleniyete zorladılar. Bu yönlü ideolojik-örgütsel-pratik saldırıları, Partiyi hem anlayış, hem de pratik faaliyetlerle sıradanlaştırma anlayışları, Leninist Parti anlayışını geliştirme, yükseltme ve yüceltme yerine tersine sıradanlaştırma anlayış ve saldırı çabaları saflarımızda da birçok insanı önemli ölçüde etkiledi.

 

Tasfiyeciliğin etkisi genişledi, tahribat arttı. Burjuva cepheleri saldırılarıyla geriliği arkasına aldılar. Alancılık, grupçuluk ve bölgecilik gelişti. Dedikodu, boşboğazlık, herkesin herşeyi bilmesi gerektiği anlayışı vb. yaygınlaştı. Demagojinin alanı geriliktir; geriliği arkasına almak isteyen demagojiye başvurur. Demagogların tasfiyeci-menşevik ideolojik saldırılan saflarımızda etkili oldu.

Ancak sınıf bilinçli proletarya hareketi bunların üstesinden gelebilmiştir. Yığınlarca insan iradi çabanın etkisiyle ve kendi siyasal deneyimleriyle menşevik, darbeci-tasfiyeci ve tasfiyeci cephelerden gelen Proleter sınıf hareketinin bilincini, disiplinini ve örgütünü bozan saldırılarıp niteliğini ve nereye götürmek istediğini gördü. Bu anlamda aldığımız kayıplarda darbeci-menşeviklerin saldırıları ve o saldırıların tahribatının payı (etkisi) vardır.

Sınıf mücadelesinde kayıplar kaçınılmaz olarak olacaktır. Ancak, kayıplarda esas olumsuzluk güçler dengesinin bugün aleyhimize oluşu, koşulların ağırlığı ve yapılanmanın olumsuzluklarıdır. Kuşkusuz yapılanmanın eksikliklerinin, olumsuzluklarının nedenlerini ve hesaplarını iç yapısına vermiştir/verecektir.

 

 

Ajan Ve işbirlikçi Olduğuna inanmıyor” muyuz (!) Bakalım!..

 

PS 'de, "ÖG o kadar büyük bir tutarsızlık içerisindedir ki, bir yandan '94 ayrılığı ve olumsuzluklarının kaynağı olarak Komünist Partisi' ni ve onun' içinden çıkan KDH'yi görürken öte yandan ise KDH elemanlarının ajan ve işbirlikçi olduğuna inanmamaktadır" (abç, PS sayı:5() sayfa 17) diyorlar.

 

Burada önce şunu düzeltelim: Biz hiçbir yerde PS ve "teorisyenleri” gibi cahilce konuşup "olumsuzlukların kaynağı... Komünist Partisi” olduğunu söylemedik. söylemeyiz de. "Olumsuzlukların kaynağı” burjuva sınıf ve tabakalardan gelen özelliklerdir. Ve burjuvazinin ideolojik saldırılarının etkisinde kalmalarıdır. Soruna değindiğimiz her yerde bunu söyledik. '94 darbesi Komünist Partisi'nde yapıldı. Buna başvuranlar KP'ye küçük-burjuva saflardan gelenlerdir.

Bu sınıfın ideolojik, siyasal, kültürel vb. gibi düşünce ve alışkanlıklarını KP'ye taşıyanlardır ve bu özellikleri giderilemeyenlerdir. Bunlann kaynağını, sınıfsal zemin ve burjuva sınıflanın ideolojik saldırılarından koparıp, onu gözardı ederek "kaynağı... KP” olduğunu söylemek cahilce konuşmaktır ve bizim böyle bir anlayışımız olmaz ve olmayan bir şeyi yakıştırmak iftiracılıktır.

Darbeci-tasfiyeciler Proletarya Panisi adını kullandıklarından hareketle kendilerine "KP” sıfatı taktıklarından dolayı eğer '94 ayrılığında olumsuzluğun sorumlusunun kendileri olduğunu gördüğümüzü ifade etmek istiyorlarsa ifadeyi doğru kullanmalıdırlar. Evvela bunu yeni öğrenmiyorlar, bunları başından beri söylüyoruz. Ayrıca darbeci-tasfiyeciliğe başvurmakla olumsuzluğun sorumluları olmalarıyla, olumsuzluklarının kaynağını birbirine karıştırmamalıdırlar.

Şimdi burada sorunun özüne gelelim:

 

"KDH elemanlarının ajan ve İşbirlikçi olduğuna inanmamaktadır” diyorlar. Ama neye dayanarak, belli değil... Bunu hangi açıklamamızdan, nereden çıkarıyorlar? Hiçbir yerden çıkaramazlar. Bu iddialarını başkalarına söyleyebilirler ama bize söyleyemezler. Çünkü bunların bir kısmını '94 darbesinden önce yoldaşlarımız ortaya çıkardı.

Ta o zaman kesin kanıya vardılar ve ilettiler. Kendileri de biliyorlar, baş ajan ve birkaç piyonun önderliğinde Partiyi komplocu bir darbeyle ele geçirmeye çalışıp, örgüt tasfiyeciliğine başvurmalarına, burjuvazinin yönlendirmesi ve ideolojik cephaneliğinden alınmış yöntemlerle birçok yönetici kadroyu yıpratmak için olmadık iddialarda bulunup yıpratmalarına, ideolojik, siyasi ve örgütsel rolleriyle üstesinden gelemeyeceği ve kendileri için tehlikeli gördükleri yönetici kadrolarımız hakkında ölüm kararları, tutuklama, saldırı, şantaj vb. bilumum iğrenç burjuva yöntem ve tahriklerine rağmen, Parti ve Parti bilincini sıradanlaştırıp güvensizlik geliştirme ve tabanı kötü etkilemelerine rağmen o zaman tespit edilen ajan ve rollerini vb.ni göremediler.

 Örgüt bünyesine ve tabana, kamuoyuna açmadık, girmeyi de doğru bulmadık. Ancak kamuoyuna yayınlanan bazı yazı ve konuşmalarda, "Bazı şeyleri tarihe bırakıyoruz. Zamanla bazı şeyler daha iyi ortaya çıkacaktır. Darbeci-tasfiyeciliğin altında yatanlar ortaya çıkacaktır” gibi söylemlerle yetindik. İdeolojik-siyasal anlayışları, amaç ve hedefleri, fiiliyatlarının kaynakları vb. yönleriyle üzerlerine gittik. Evet bugün haklılığımız daha iyi ortaya çıktı, göremeyenler ve görmek isteyenler açısından her şey açığa çıktı. Tarihe, zamana bırakılan şeyler bir bir yerini aldı ve alıyor. Darbeci-tasfiyeciler ve onların anlayışlarını doğru bulduğu için takip eden PS de bildiği halde böyle bir çarpıtma hilesine başvurduğundan ve okuyucusunu yanılttığından dolayı, durumu bilmeyenler için bunun üzerinde biraz durmamız gerekiyor.

Baş ajanın; 1992'de kendi saflannda hayatın zorlaması ve birlik eğilimlerinin gelişmesinin etkisiyle bir manevra olarak Parti'de birliğe yanaştığı çok geçmeden ortaya çıktı. Bu belirlememizi, '94 darbesinden sonra çeşitli yazılarda dile getirmiştik. Manevracılar Parti'ye gelip Parti 'de egemenlik sağlamak için pek çok yöntemlerle ortaya çıkıp dayatmalarda bulundular. Defalarca ayrılığın eşiğinden dönüldü. Parti 'de egemen olma, kontrol altına alma, birde ele geçirme emelleri I. OPK'da da başarıya ulaşamayınca yeni planlarla harekete geçtikleri sonradan anlaşılıyor. 

1992'de kendisinden kuşkulanıldığından dolayı sorgulama kararı alınanlardan biri Batı'da elden kaçtı. Bir diğeri ise; kırsalda, baş ajanın yanına çağırmasıyla sözde sorgulanıp aklanıyor. 1992 sonbaharında bölgede yapılan GBMK toplantısına ara verilip aynı kişi yeniden sorgulanıyor (yeniden sorgulamanın gerekçesi; bahsi geçen kişiye ilişkin verilen bilginin yanlışlıklar ve eksiklikler taşımasıdır). Sorgulamanın sonucunda 3-4 yoldaş "bu kişi ajandır” diye diretmiş, çoğunluk ise bu tür şeylerle karşılaşmamanın yani tecrübesizliğin payıyla ve "yanlışlığa düşmeyelim” kaygısıyla ajanlığı göremedi ve "kişi temize” çıkmış oldu.

1993 sonbaharında Karadeniz'de olan bir unsur Nihat'ın çabasıyla (geçmişten beri tanıdığından ve verimli olacağından hareketle) Karadeniz Bölgesi'ne atandı. Batıya geldi ve Karadeniz'in ihtiyaçlarını sağlama bahanesiyle Batı'daki yönetici yoldaşlarla bağ kurdu. Bu kişi Batıya geldikten sonra görüştüğü yönetici yoldaşlar kısa süre sonra birer birer yakalandı. Bazı yoldaşlar görüşme sürecinde takibi farketmişlerdir. İki-üç ay içerisinde 6-7 yönetici yoldaşın yakalandığını herkes biliyor.

 Bu yakalanmalar bir "alan açma”, bir "temizlik” harekatıydı. Baş ajanın engel olarak gördüğü bu yoldaşlar; öteden beri Parti 'nin devamlılığından gelen "konferans kökenli”lerdi. En son yakalanan yoldaşlardan biri; '93 Aralık sonu-94 Ocak ilk günlerinde yakalanmasının sıradan bir yakalanma olmadığını, bir işbirliği sonucu yakalandığını, yukarıda bahsedilen "Seyfi” kod adlı Ramiz Şişman'ın ajan olduğu (bir yıl sonra yakalanan ve bizzat kendilerinin Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde '96'da cezalandırdıkları) ve yakalanmanın oradan geldiğini açığa çıkardığını belirtti.

Bu kişinin derhal tutuklanıp sorgulanması gerektiğini, yalnız kırsal alanda Nihat'ın sorun çıkarabileceğini ( bu haliyle DABK kökenlileri arkasına alabileceğinden hareketle) bu durumun gözönüne alınarak hareket edilmesini iletmiş ve sorun çıkarmamaları gerektiğine ilişkin görüş bildirmiştir. Daha önce yakalananlarla bir araya gelindiği zaman da onların esir düşme nedenhıi çözüp daha da kesinleştireceklerine ilişkin bilgilendirmişlerdi.

94 Ocak-Şubat ayı içinde esir düşen o dönemin yöneticilerinin ortak değerIendirmesinde de Ramiz Şişman'ın ajan olduğu kanısı çıkmıştır. Bütün bunları darbeci-tasfiyeciler, özellikle "önder”leri iyi bilirler. Ancak esir yoldaşlar, sadece sorunu onunla sınırlı görmemiş ve değerlendirmelerini gerekli yerlere göndermişlerdi.

Ocak ve Şubat ayı içinde Batıda bir MK üyesi ve bazı yoldaşların da yakalanmasını değerlendirmiş, Mart ayı içinde bir başka ajan olan Bayram Kocabozdoğan ortaya çıkarılmış ve gerekli yerlere bu bilgileri iletmişlerdir.

Böylece oldu iki...

 

(İşbirliği yaptığına ilişkin başkalarından da kuşkulanılmış, -Hasan Batmaz ve 'dan kuşkulandığımız daha birlik öncesinde biliniyordu-kimisiyle ilişki kesilmiş, kimisiyle de tedbir alınarak gözetlenmiştir...)

Bunlar iletildikten bir süre sonra, bunların yakalatmalarıyla açtığı alanda durum baş ajanın etkileyeceği alan lehine çevrilmiş, çeşitli yerlerde bazı hazırlıklar yapılmış, dikkatler kayıplar vb. üzerinde yoğunlaşmasın diye lehine dönüşen durumun başını döndürmesiyle ve onun heyecanıyla "MK toplantısı çağrısı” yapıp herşey normal giderse resmi MK toplantısıyla Parti önderliğini ele geçirme planlarını uygulamaya koydular.

 Buna karşın, toplantıdan önce bölgede tasfiyeciliğini durdurup bölge irade toplantısı yaptıktan sonra ve.diğer MK üyelerinin de gelmesinden sonra MK toplantısı yapılabileceği anlayışı belirtilince baş ajan ve müritleri çılgına dönmüş, bu hesap tutmayınca yakalatmalarla açtığı alanın altındaki baş ajanın plan ve dayatmalarıyla Partiyi zorla ele geçirme darbesi sahneye konulmuştur.

Ve 12 Eylül generallerinin bildirilerine benzer savaş bildirileri çıkarıp saldırıya girişmişlerdir. Bunlar açıktır ve bugün daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

O dönem ortaya çıkarılan bu ajanlar, onlar hakkındaki düşüncelerimiz ortada iken darbe ile birlikte haliyle saflarımıza gelecek değillerdi.

 Geçmişte yeraldıkları saflarda, bir baş ajanın koruması ve kontrolünde güven duyulan safta yer almaları doğaldı. Bu anlaşılmayacak bir durum değildir.

Ayrılık gibi durumlarda bırakalım tespit edilen ve kuşkulanılanlar, henüz durumu ortaya çıkarılamayanla genellikle önceden güven vermemiş ve güven duyulmayan, üzerine gidilen, denetim altına alınan, dıştalandığını hisseden vb. unsurlar haliyle başka tarafa gider. Düşman göndermek zorunda kalır ve başka zaman nabız yoklayarak güvensizlik gibi bir durum yoksa üzerine düşülüyorsa geçiş yapmayı hesaplar veya koşulları oluştuğunda tarafların "birleşmesi" ile bir daha hesaba konulma durumu olur.

(Düşman sızma sürecine yazımızın ileri bölümlerinde değineceğimiz için şimdilik geçiyoruz.)

Belirttiğimiz bu ajanlar darbeci ayrılıktan sonra da onlardan sorumlu birkaç insana söylenmiştir. Buna rağmen iki yıl civarında onların üzerine gitmemişlerdir. O süre içinde ajanlar bulundukları alanda (R.Şişman Karadeniz'dekileri, B. Kocabozdoğan, Keban Barajı'nda katledilenler dahil) birçok kayıplar verdirmiştir. Buna rağmen iradi bir çaba ile üzerlerine gitmemişlerdir.

Sonunda bugün övündükleri gibi bir sınıf uyanıklığıyla bilinçli, planlı, iradi bir çabayla ortaya çıkarmaları da sözkonusu değildir. Alt'ın zorlaması ve ciddi problemler, tıkanıklıklar yaşamaları aşamasında başta adeta kendiliğinden, sıradan bir olgu gibi başlamış ve bizim daha önce belirttiğimiz ajan B.Kocabozdoğan'ın sorgusunda çözülmesiyle işin ciddiyetini anlayıp genişletmişlerdir.

 Ancak o zaman, o güne kadar İK'dan sonra "en büyük önder”leri baş ajana ulaşmışlardır. Bu durum kendi belgelerinde vardır. Yine de izlemeyen ve dikkat edemeyen okurlar için aktarımların uzunluğundan dolayı peşinen özür dileyerek belgelerinden olduğu gibi

 

alarak üzerinde duralım.

"Karşı Devrimci Hücre” lerini MK imzasıyla 23 Temmuz 1996 tarihindeki bir açıklamayla kamuoyuna duyurdular.

 Bu yazı "Dün bizimdi, bugün bizimdir, zafer de bizim olacak” başlığıyla Ağustos ortasında PS sayı 44'de yayınlandı. Bu yazıda "KHK (Kongre Hazırlık Konferansı bn.) öncesi durum neydi?” adlı girişin bu alt başlığında durumlarını şöyle ifade ediyorlar:

 bütün 'Komünist önderlik oluşturma-doğru bir çizgiyi ortaya koyma' iddialarına rağmen, MLM bilimine, Partimizin devrim perspektifine güvensizlikte birleşerek, yeni parçalanmalar ve dağılmalarla yüz yüze kaldıkları da artık daha bir somut olarak görülebilmektedir.” (aç.Kendileri)

"KHK öncesi bu tip gelişmeleri son haddine kadar yaşayan Partimiz bunların da etkisiyle önemli sancılar çekmiş ve örgütsel bütünlüğünü mevcut yapılanmasıyla koruyarak, kalınan yerden devam edilmesi isteğini hayata uygulamada oldukça zorlanmıştır.

"Kadrolarımızın ard arda esir düşmesi, yine bir dizi kadro veya üyemizi şehit vermemiz, partimizin içinde bulunduğu durumu güçleştirirken, gerek üyelerimizde gerekse de sempatizan ve taraftar kitlemizde parti önderliğinden başlayarak genel olarak Partiye karşı güvensizliğe dönüşen ciddi sarsıntıları da birlikte getirdi.

"Bütün bu ciddi olumsuzluklar hüküm sürerken, esir düşen veya şehit edilen önder kadrolarımızın yarattığı boşluğun Parti Merkez Komitesi bileşimini, karar yeter sayısının altına düşürerek iradeyi organsal anlamda temsil edemez duruma getirmesi, bu sarsıntı ve olumsuzluklara en önemli desteği sunarak daha da boyutlanmasına neden olan gelişme oldu.”

 ..OPK ve sonrası dönemde belirlenmiş Kongre tartışma süreci olması durumu daha da zorlaştırıyor. Güvensizliğin ve diğer olumsuzlukların gelişmesine katkıda bulunuyordu.

 Partimizde de bu derece önemli zaaf, kararsızlıklar yaşanmakta, bunların ardından ise örgütsel derleniş sağlanamadığından dolayı, kaos ve karmaşa hüküm sürmekteydi.

 

"Bu durum karşısında, o tarihi soru yine yanıtlanmak üzere gündemimize oturdu: (abç)

NE YAPMALI?” sorusu ve sorunuyla karşı karşıya kaldıklarını söylüyorlar ve

 9 Şubat 1996 tarihinde merkezi düzeyde Kongre Hazırlık Konferansı” düzenlendi. (aç. Kendileri)

"Ancak sözkonusu saldırılarda, üye ve kadrolarımıza yönelik düşman eylemlerinin, isabeti partimiz içerisinde düşman sızmalarının olduğu ihtimalini güçlendirerek bu yönlü bir fikrin olgunlaşmasına neden olan temel faktör durumundadır. Nitekim tartışma sürecinde, ard arda üye ve kadro kayıplarının gündeme gelmesi sempatizan kitlemiz tarafından da sorgulanmaya başlanmış ve partimizin bu durumu araştırması yönündeki talepler yoğunlaşmıştı. ”

"KHK'nın başlamasıyla birlikte, öncelikle KHK alanında bulunup durumu tartışmalı olan üyelerin durumlarının netleştirilmesi görüşü bazı engelleme çabalarına rağmen KHK iradesi tarafından kabul edilerek uygulamaya kondu. Bu gündemde de önceliğin "ajan ve işbirlikçi/hain” (aç.kendileri) oldukları yönünden haklarında iddia ve şüphe bulunan unsurların durumlarının ele alınması kabul görerek bu temelde çalışmalar başladı.”

"Bunun üzerine ilk olarak MBK/AK'da örgütlü olan Önder ve Sevcan kod adlı Bayram Kocabozdoğan' ın yine, aynı organda yer alan ve PÜ olduğu iddia edilerek” (abç) (Menşevik parti anlayışına bakın...

Ne demek "PÜ olduğu iddia edilen"? Ya PÜ olur-bunu yönetici organ olarak altınızdaki her yönetici organ; her Parti organını, her üyeyi dolaylı ya da dolaysız bilmesi/bilmeniz gerekiyor- ya da PÜ olmaz.

Dolayısıyla "iddia edilen” diye bir şey olmaz. PÜ ise müracatı vardır. Başvuruya Parti organının bir kararı olur. Onaylanmışsa bir parti organında yer alır. Deneme sürecinde organ değerlendirir ve bir raporla üste bilgi verilir. Bunların olmadığı yerde üyelik yoktur.

Bu işlemlerin olmadığı bir "üyelik” biçimi veya "iddia edilen” gibi bocalama mantığının çıktığı yerde Menşevik Parti anlayışı itiraf ediliyor demektir. Bu menşevizm ile Leninizm arasında ilkesel bir ayrılık noktasıdır. İşte Menşevizm ve tasfiyeci örgüt anlayışının önemli bir göstergesi... (bn)) KHK iradesine dahil edilen Ahmet-Zülfikar kod adlı Atilla Kamberoğlu'nun ayrıca da KHK öncesi TMLGB (kendi "TMLGB"sidir-bn) MK'da görev yapan PÜ konumundaki Birsen kodlu Nurten Eriş'in (......) sorgulanmalarıyla çalışmanın yürütülmesi uygun görüldü. ”

"Esas olarak 18 Şubat '96 tarihinde başlayan soruşturma ve sorgulama faaliyeti...” İşte böyle başlıyor. Yıllardır olduğu gibi Komünist uyanıklık yok. Siyasi polise karşı, düşman sızmalarına karşı uyanıklık yok denecek kâdar az. Yer-altı örgüt bilinci ve siyasal uyanıklığı yok denecek kadar az. Sezgi gücü zayıf, önderlik bilinci ve denetim yok veya oldukça zayıf. İradi müdahale ve planlama yok veya oldukça zayıf. Yukarda kendilerinin ifade ettiği gibi "Nitekim tartışma sürecinde, ard arda üye ve kadro kayıplarının gündeme gelmesi sempatizan kitlemiz tarafından da sorgulanmaya başlanmış ve partimizin bu durumu araştırması yönündeki talepler yoğunlaşmıştı.” dedikleri gibi altın önemli oranda zorlaması ve "KHK'nın başlamasıyla birlikte öncelikle KHK alanında bulunup durumu tartışmalı olan üyelerin durumlarının netleştirilmesi... ” gerektiği, "haklarında iddia ve şüphe bulunan unsurların” değerlendirilmesi üzerine KHK'da sorunlar çıkıyor.

Başlangıçta bir soruşturma komisyonu da oluşturulmuyor. KHK iradesi olarak ele alıyorlar. Baş ajan da, aynı durumda olan başkaları da haliyle bu "soruşturma”nın başında. "Ancak dikkat çekici bir yön, söz konusu sorgulama faliyetine ilişkin tartışmalar sırasında içlerinde kadro düzeyinde örgütlü bulunanların da olduğu bir kesimin (burada bunların birinin baş ajan olduğunu söylemeye dilleri varmıyor) sürekli olarak "Soruşturma ve sorgulamanın gereksiz olduğu, bu iddiaların bir siyasi komplonun ürünü olarak ortaya atıldığı” görüşünde direnip, bu kişilerin sorgulanmadan aklanmasından yana tavır belirlemeleriydi.

KHK üye çoğunluğu bu yaklaşım karşısında direnerek, soruşturma ve sorgulamanın devamından yana tavır belirleyince, yine aym unsurlar türlü tehdit ve hakaretlerde bulunarak adeta Parti iradesine karşı kin kusmaya başlamışlardır” (aç. kendileri) dedikten sonra; "Soruşturma ve sorgulama faaliyetinin KHK'ca sürdürülmesi sırasında, toplantı salonunda bulunan ve soru-cevap uygulamasına tabi tutulan B.Kocabozdoğan...” ın çelişkili şeylerinin ortaya çıkması ve "KHK” içindeki baş ajan ve aynı hamurdan olan bazılarının "sorguda bulunan kişiye yön verdiği, yol gösterdiği" ni görüyorlar ve B.Kocabozdoğan'ın çelişkilerini "KHK'mız, mevcut yöntem ve sorgulama seviyesinin yetersiz olduğu kararına vararak, soruşturma ve sorgulamanın KHK iradesi tarafından yine irade içerisinde kapalı olarak yapılmasını...” uygun buluyorlar (Partizan_Sesi, sayı 44). "Tarihler 8 Mart '96 tarihini gösterdiğinde bir gerçeğin ortaya çıkmasıyla bir üst aşamaya geçiyordu.” Yani B.Kocabozdoğan çözülünce işin ciddiyetini o zaman görüyorlar.

10 Eylül '96 tarihli MK/SB imzalı ve PS'de Ekim '96, 47. sayıda yayınlanan yazıda;

"9 Şubat '96: Parti irademizin direkt merkezi düzeyde ve her bir üyemizin şahsen katılımıyla gerçekleştirmeyi öngördüğü Kongre Hazırlık Konferansımız, çalışmaya katılmak üzere toplantı alanına gelmesi beklenen son üyenin de intikali ile birlikte resmen başladı."

"ilerleyen günlerde KHK'mız, yürütülen yoğun tartışma ve engelleme çabalarına rağmen, KDH ve tasfiyeci hizibin bazı üye ve kadrolarımızı tasfiye girişimini boşa çıkarıp, ilk olarak haklarında ajan-işbirlikçi iddiası   getirilen unsurların durumunu ele almayı uygun gördü.

 Bu çalışmada ayrıştırmaya gidilerek şüphelilerin soruşturulup sorgulanmasında önceliğin mevcut KHK iradesi içerisinde bulunanlara verilmesi gerektiği kararlaştırılarak uygulanmaya konulması benimsendi.” (PS, sayı 47) deniyor.

Yukarda aktarmalardan da çıktığı gibi, alana gelen bütün ("her bir üyemizin şahsen katılımıyla” deniyor) üyeleriyle KHK çalışmalarına resmen başlıyorlar. Takip eden günlerde "yürütülen yoğun tartışma ve engelleme çabalarına rağmen KDH ve tasfiyeci hizibin bazı üye ve kadrolarımızı tasfiye girişimi” olunca ciddi bir hesaplaşma başlıyor. Zaten bir "kaos ve karmaşa hüküm sürmekleydi” diyorlardı. Ciddi "tasfiye girişimi" ve tıkanıklık yaşayınca bir tarafın bir tarafı etkisizleştirmesi, denetimi altına alma veya üstesinden gelebilmesi ile karşı karşıya kalınca, o zaman sorunun ciddiyeti ve altında yatan nedenler düşüncesi gelişmiş ve devrimci tarafın ağır basmasıyla; "haklarında ajan ve işbirlikçisi iddiası getirilen unsurların durumunu ele alma”yla işe başlanmıştır.

 Belirttiğimiz gibi ağırlıkla kendiliğindenci başlasa da giderek inisiyatifte ağırlığını koyarak bizim de çıkardığımız, emin olduğumuz ajan B. Kocabozdoğan'ın çözülmesiyle işin boyutlu olduğu görülüyor. Görülüyor ama oldukça geç görülüyor. Diğerlerini biz bilemeyiz, pek tanımadığımızdan net bir şey söyleyemeyiz. Ancak devrimci gördüğümüz ve bu eylemini desteklediğimiz darbeci-tasfiyeci grubun resmi açıklamasını dikkate alırız. Bu ajanlann bazılannı önceden çıkarmış, kendilerine de iletmiştik, bazılan hakkında kuşkularımız vardı. Bunlar DABK kökenli oldukları ve kimi sonradan katıldığı için, geçmişlerini, süreçlerini , birlikte çalışma ve denetleme olanağımız olmadığı için bugün söylendiği boyutuyla görmemiz mümkün olamazdı.

 

Önceden ajan olduğu kanısına vardıklarımız dışında kuşkulandığımız birkaç kişiden biri olan Nihat'ın sonradan veren olsun ya da olmasın, kendisi kabul etsin ya da etmesin zaten objektif olarak ajan olduğu kanısındayız.

 

 Tersini de bugüne kadar hiçbir yerde söylemedik. (Şurada ya da burada, tabanda veya şu ya da bu insanımız ortalarda dolaşan söylenti veya genel güvensizliğinden dolayı "acaba” diye tereddütle yaklaşmış olsa bile, belirleyici olamaz. Ve bu bizi bağlamaz.)

Görüldüğü gibi bizim için "KDH elemanlarının ajan ve işbirlikçi olduğuna inanmamaktadır" lar denilmesi doğru değildir. Dayanaktan yoksundur. Yukarıda belirttiğimiz gibi bazılarına ilişkin netleşmiş düşüncelerimizi yıllar önce ilettiğimiz halde ve üstelik söylediğimiz bu unsurdan başlayıp, onu çözüp kendilerinin belirttiği diğerlerine vardıkları halde bunları unutup  inanmamaktadır” lar demelerini anlayabilmiş değiliz.

Oysa o satırlan döktüren kalemşörler çok iyi bildikleri halde açıkça, insanlann gözlerinin içine baka baka doğru söylemiyorlar. Bu onların bir siyasal alışkanlığıdır. Sözde  'ajan ve işbirlikçi olduklarına inanmamakta”ymışız. Bununla, arkadaşların kendi iç hesaplaşması, birbirlerine komploculuğu, klik çatışması vb. olduğu yönünde kuşkular yayıp bundan yararlanmak istiyormuşuz (!). Yazı içinde bu yönlü yaklaşımlar var. "Hocanın fikri neyse zikri de odur” diye bir halk deyimi var. Tıpkı bu arkadaşların durumunu yansıtıyor. Buna rağmen şunu yine de belirtelim; sorunlara yaklaşım ve çözümünde komplocu-darbeci kafa yapınızı gidermiş değilsiniz, bu yönde güven vermiyorsunuz.

En barizini '94 darbesinde yaşadık; hala bir samimiyet, hala bir öz-eleştiri görmedik. Arkasındaki olguları görecek hale gelmesine rağmen hala öz-eleştiri yerine olduğu gibi savunuyorsunuz. Bununla neyi, hangi ideolojiyi, hangi amacı, hangi pratik hattı, hangi yöntemi savunduğunuzu, başvurulan yöntemin tehlikesini, o

Sayfa 100 devam

 

29 Mayıs 2023 Pazartesi

1_ Tarihimizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

 "Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

önyargılar, uydurmalar, çarpıtmalar ve sahte Maoculuk yenilgiye, açık yüreklilik, bilimsel politik samimiyet ve Maoizm zafere götürür!

Partizan Sesi (PS) gazetesinin Aralık '96 (50-51) sayılarında, Özgür Gelecek (ÖG) gazetesinde kendilerine yönelik yayınlanan eleştiri yazısına karşılık, "ÖG Ve Çevresi Karşı Devrimci Hücre'den (KDH) Medet Ummakla Nereye Varmak İstiyor?” başlıklı iki bölümlük yazı yayınlandı.

Söz konusu yazı tam da "suçlunun suçüstü yakalanmasının” haleti ruhiyesiyle yazılmış ve panik halinde yaptıklarını savunmaya çalışan bir türün ilkel karikatürünü oluşturmaktadır. PS 'de yayınlanan bu yazılar; açık yürekli, dürüst ve samimi olmamakta diretip, hilelere, çarpıtmalara, demagojilere ve yalanlara sarılmaya devam eden bir tarzdır.

Kendi tabanını, devrimci kamuoyunu yanıltıp, oyalayarak ayakta durdurulmaya çalışılan bir anlayışın feryadı figanının ibret belgesidir. Böyle olması anlamında okunmaya değer bir yazıdır. Biz bu yazımızda, bu ibret belgesindeki çarpıtma, yalan ve demagojilere yanıt verecek ve o anlayışın tüm çıplaklığıyla ortaya serilmesine çalışacağız.

PS ve kalemşörlerine gerçeklere önyargılı yaklaşmamayı ve gerçekleri görmeyi denemelerini bir kez daha hatırlatarak diyoruz ki: Yanlış yolda direnmek tarihte kimseye bir şey sağlamamıştır, çöküşe gitmekten de kimseyi kurtarmamıştır!

PS ve kalemşörleri; kendi gerçeğini görme, eleştirilerimizi gerçekten anlama, kavrama ve onlardan gerekli dersleri çıkarma yerine, kendini bizden gelen eleştirilere kapatmakta, tabanında önyargı yaratma amacıyla da bizi "KDH'den Medet Ummak"la suçlamaktadır. Böyle bir başlık altında ve yazının girişinde bunu işleyerek ve peşinen bir önyargı yaratarak "Karşı Devrimci mihrak' a yönelik tüm sonuçlar ortaya konulmadan kaleme-kağıda sarılarak bu mihrakı objektif olarak destekler bir tavır sergilediği” mizi söylemekte ve "ucuz politika'  yaptığımızı, "bulanık suda balık avladığı” mızı, "fırsat bu fırsat diyerek PS çevresini nasıl kaparım hesabıyla yola koyulduğu” muzu vb. vb. suçlamaktadır.

Böylece PS ve kalemşörleri; olumsuzluklarını görmek, temellerine inmek istemedikleri gibi, tabanlarının kafasında bize karşı peşinen bir önyargı yaratıp, kendilerine yöneltilen eleştirileri ciddiye alıp, etkisinde kalmaması, haliyle "önderlikleri” üzerinde basınç oluşturmaya yol açmaması için peşinen yanıltma ve önyargı ile donatma yöntemine başvurmaktadırlar.

 Ama peşinen şunu belirtelim; korkunun ecele faydası yok! PS ve kalemşörleri; hatalarının temellerini gösterip, özel vurgu yapanlara öfke duyup saldırma yerine, kendi gerçekliğini görmeye yönelirlerse daha iyi yapmış olurlar. Buna da çok ihtiyaçları olduğunu düşünüyoruz. PS ve kalemşörleri bundan kaçınamayacaklardır. Eğer bundan kaçınmakta ayak diretirlerse, hayat; kendilerine hiç acımayacaktır ve çok uzun olmayan sürede onlara gereken dersi verecektir.

Neyin mücadelesini verdiğini iliğinde hisseden her namuslu insan, gerçekleri görmek ve kabullenmek istemeyenleri beklememelidir. Yetersizlik, tecrübesizlik, gerilik ve cehalet gibi eksiklikler samimiyetin olması halinde giderilir. Ama, gerçeklere kapalılık ve önyargılı yaklaşımın giderilmesi kolay değildir.

Gerçekleri ifade' Etmeyen Uydurma ve Yakıştırmaların Hic Bir Değeri Yoktur. Ona Başvuranların Halini Ortaya Koymaktan Başka Bir işe Yaramazlar!..

PS ve kalemşörleri: "ÖG ve çevresi, KDH'den medet ummakta” dır diye başlık atıyor. "Medet ummak” ne demektir? "Medet ummak” yardım istemektir. Ya da ona sarılmaktır. Peki, PS ve kalemşörleri, böyle bir yönümüzü ve söylemimizi gösterebilirler mi'?

Hayır, gösteremezler!

 Böyle bir şeyi ima eden bir cümle bile gösteremezler. Aklı başında her insan da eleştirilerimizden ve bugüne kadarki yaklaşımımızdan bu yönde en ufak bir sonuç çıkaramaz. Çıkaranlar ise, ancak ve ancak okuduğunu anlamayanlar ve kavrama yeteneğinden yoksun olanlar olabilir,

PS. "Karşı devrimci mihraka Yönelik tüm sonuçlar ortaya konulmadan kaleme-kağıda sarılarak bu mihrakı objektif olarak destekleyen bir tavır sergiledi” diyor. PS ve kalemşörleri; yazdığımız şeylerin özüne, ne söylediğimize ve onlardan çıkarılması gereken derslere bakmıyor, onları anlamıyor ve anlamak da istemiyor. Bu sonuç bizim, neyi nasıl istediğimizi anlatamamamızdan değil, onların anlamamaktaki ısrarından kaynaklanıyor.

KDH'lerine ilişkin "tüm sonuçlar ortaya konulmadan” yazımızın çıktığı doğrudur. Ağustos '96'da PS'de KDH'ye ilişkin açıklama yayınlandı. O yazıda, ajan faaliyetinin bir kısmı, ortaya çıkış süreci vb. ele alınıp açıklanıyordu. Biz, Eylül '96'da ajan faaliyetinin oynadığı rolleri ve süreçteki tahribat ve fonksiyonları vb. ile birlikte ele alınmayıp, onlardan koparılarak iyi bir muhasebesinin yapılamayacağına dair eleştirilerimizle olayın başka boyutlarının incelenmesi gerektiğine dikkat çekmiştik.

Ekim ortalarında ise PS, "tüm sonuçlar” diye tabir ettikleri yazıyı yayınladı. Ama, o yazıda ve daha sonraki süreçte eleştiri ve önerilerimizden en ufak bir ders dahi çıkarmadılar. Eleştirilerimize verdikleri yanıtta da böyle bir dertlerinin olmadığım da ilan ettiler ve samimiyet göstermemekte ayak dirediler. Ve bir eleştiri yazısından çıkarılması gereken en kötü sonucu çıkararak, eleştirilerden kendilerini kurtaracaklarını sandılar. Ama, fena halde yanıldı sayın kalemşörlerimiz. Biz eleştiri ve önerilerimizde ısrar edeceğiz.

ÖG'de yayınlanan yazının amacı; "TKP(ML)” imzası bulunanlar ve görüşlerine paralel olarak hareket edenlerin, sorunu sadece ajanlık boyutuyla açıklayarak işin içinden sıyrılma yöntemine başvurmayıp, onların niteliğine, damgasını vurduğu süreçteki düşünceleri, pratikleri, rolleri, getirdiği sonuçları vb.lerinden koparılmadan, çok yönlü sorgulanıp bir bütün olarak bilimsel bir biçimde ele alınması gerektiğini hatırlatmak ve ancak o zaman doğru sonuçlara varacaklarını vurgulamaktı.

 

 Ama, sözkonusu çevreler bunu anlamak istemediler, anlamak için hiçbir çaba sarfetmediler. Bizim bu eleştirilerimize karşı pişkinlik ömeği sergileyerek "Grupsal yapılarını ayakta tutmaya” çalışmaya yorumladılar. "Geçmiş paslı silahlar" (!) kullanmak olarak göstermeye çalıştılar. "Fırsat bu fırsat diyerek PS çevresini nasıl kapma hesabıyla” hareket ettiğimizi söyleyerek eleştirilerimizin hedefini saptırmaya çalıştılar. Savunma psikolojisiyle gerçekleri görmemek için gözlerini kapattılar.

Ve onca acı tecrübeyle yaşanan sürecin sonuçları üzerinde dolanıp durdular, doğru dersler çıkarmadılar. Asıl kendilerinin, tabanı nasıl elde tutanm kaygısıyla sorunlara yüzeysel olarak yaklaştıklarını yanıtlarında yansıtmış oldular.

"Kaleme-kağıda sarıldık”da orada ne dedik!?

Sürecinizi çok yönlü sorgulayın, bilimsel-doğru dersler çıkarın dedik. Daha yazının girişinde diğer şeylerin yanında "Böylesine kapsamlı bir sorun buna denk düşen bir önem  ve itina ile ele alınıp doğru ve bilimsel yöntemlerle kendi tarihsel süreciy/e bütünlüklü olarak incelenmezse doğru belirlemelere varmak mümkün olmaz. Olguyu bilimse/ yöntemlerle belirler ve belirledikten sonra da MLM yöntemlerle sınıf savaşımının esaslarına uygun tarzda çözersek bu geliştirici olur, ilerletici olur” dedik.

Sadece ajan örgütlenmesi yönüyle değil, süreçleriyle, misyonlarıyla, amaç, hesap vb. ile birlikte ele alın diyoruz. Yazı bunun üzerine kurulu, bunun neresi yanlış?! Samimi ve sağlıklı bir kafayla yaklaşamayacağınızı da tahmin ediyor ve sonuçta ”  öbür taraftan da bu anlayış sahiplerinin sorunları bilimsel yöntemlerle ve somut verilerle çözeceği konusunda da ne yazık ki güven vermekten uzaktır” belirlemesini yapıyoruz.

Bu da ortada değil mi? Değerlendirmelerimizde yanılıyor muyuz?

 Hayır!

Pratiğiniz ve yanıtlarınız bir kez daha haklılığımızı ortaya koyuyor.

 Ehh... birbirimizi artık iyi tanıyoruz, bırakın da tanıyalım ve bunları söyleyelim! Şimdi belirlemelerimiz mi "KDH mihrakı(nı) objektif olarak desteklemek" oluyor. Yoksa sadece ajanlığını ortaya koyup, yargılayıp ama onun sürecine damgasını vuran, ideolojisini, politikasını, pratiğini vb. savunmak, hem de sıkı sıkıya sarılmak mı "objektif olarak desteklemek” olur.

 Aklı başında olan herkes ikincisinin olduğunu söyler. Ama, sorun sizin bunu görmemenizdir. Ama görmek için de dürüst ve samimi olmak baş koşuldur. Hemen şunu da belirtelim ki, hiç kuşkumuz yok ki, dürüst ve samimi insanlar var. Burada biz, önderliğin ve kalemşörlerin belirleyici yönünü kastediyoruz. 

PS 'de yayınlanan yazıda, sayın kalemşörlerimiz:

"ÖG Karşı Devrimci Hücre' nin açığa çıkarılmasına hem seviniyor hem de sevinmiyor” diyor. Ajanların ortaya çıkarılmasına sevindiğimiz doğrudur ve hatta şunu da samimiyetle ekleyelim ki sizden daha çok sevindik.

Neden mi sevindik?

Onu da hemen söyleyelim:

Karşı-devrimin, devrimciler saflarındaki faaliyetlerini aksatmak ve darbe vurmak bizi sevindirdi. Aynı zamanda ajanların baş aktörü Laz Nihat (Enever Doğru)ın 1987 'den beri damgasını vurduğu sürecinizin parti yıkıcılığının, darbeci-tasfiyeciliğinin altında yatan nedenlerinin esasta ortaya çıkması ve herkes tarafından görünür duruma gelmesi bizi sevindirdi.

 Haliyle bu sürecinizi adam akıllı iyi değerlendimek zorunda kalmanız gerekeceği, aksi halde başta tabanınızın hiç güveninin kalmayacağı, bu durumun hesabının verilmemesi halinde insanların artık size güven duymayacağı, '87 'den bugüne kadar özellikle ideolojik, siyasal, örgütsel ve pratik boyutuyla eleştirilerimizin bilimsel doğruluğunun her geçen gün daha iyi görüldüğü, bu gerçekler üzerine sürecinizi çok yönlü sorgulamak zorunda kalacağımzdan samimiyetle yaklaşılması halinde olumlu bir yönelim gösterileceğinden ve bunun da devrime ve sınıf mücadelesine yarar sağlayacağından dolayı sevindik.

 Bu sıraladıklarımızın tersinin olması için biz hiçbir neden göremiyoruz. Ama, sayın kalemşörlerimiz kendilerini çok zorlarlarsa belki birşeyler bulabileceklerini umut edebilirler. Biz onlara böyle bir beyhude çaba içerisinde olmamalarını tavsiye ediyoruz.

PS ve kalemşörleri bize, "KDH'nin açığa çıkarılmasına hem seviniyor, hem de sevinmiyor” derken şu aktamayı yapıyor:

 zira dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel nitelemelerle ortaya konuluyor. Neyle ortaya konuluyor? Karşı Devrimci Hücreyle...” Böyle dememizden rahatsız oluyor sayın kalemşörler. Eh ne diyelim; gerçekler bazılarına acı gelir. Bu aktarmadan çok rahat bir şekilde "KDH"nin ortaya çıkarılması ve üzerine gidilmesine "seviniliyor” sonucuna ulaşılabilinir.

 Çünkü bu var. Ama, "sevinmiyor” diye bir sonuç ortaya çıkartılamaz. Bu sonucu çağrıştıracak herhangi bir emare bile yok. Art niyetli olanlar ve okuduğunu anlamada problem yaşayanlar ancak böyle bir sonuç çıkarabilir. Bu "onur”a da PS 'nin kalemşörleri sahip oluyor. Ne diyelim, zorlamanın sınırı yok ve çok büyük meziyet de gerektirmiyor!

PS ve kelemşörleri bu aktarmayı yapıyor ve şöyle yanıtlıyor:

"Bir defa öncelikle şunu belirtmek isteriz ki TKP(ML)nin ne Karşı Devrimci Hücreye ilişkin yaptığı açıklamalarda ne de diğer konularda (ayrılık vb. sorunları tartışırken) yaptığı/yazdığı açıklamalarda

P' nin bu olumsuz sürece gelmesinde veya ayrılıkların kaynağında 'bu karşı devrimci unsurlar vardı' yönlü bir belirlemede ve açıklamada bulunmadığını, tam tersine dünüyle, bugünüyle geçmişine sahip çıktığını herkes bilmelidir.

 Kaldı ki '.. dün bizimdi, gün bizimdir, zafer de bizim olacaktır' sloganı tam da geçmişi sahiplenmeyi ifade eden bir slogandır. (a.ç. PS) Dolayısıyla ÖG'nin '94 öncesi olumsuzlukların kaynağını TKP(ML)'nin de KDH'ye bağladığı yorumu pespaye bir tavır ve demagojiden başka bir anlam ifade etmiyor.

” (PS, sayı:50, sf: 16) diyor.

 İşte, sorun da bu ya! Hala göremiyorsunuz. Ajanın ideolojik, siyasi, pratik vb. yönüyle damgasını vurduğu süreçten kopararak ele alıyor, ajan yönünü mahkum ediyor (isteseniz de savunamazsınız), her yönüyle damgasını vurup peşinde sürüklediği bu süreci savunuyorsunuz.

Laz Nihat baş ajan; ama, sizce sürece damgasını vuran onun ideolojisi, siyaseti, pratiği, "doğru-bilimsel” yani MLM (!) öyle mi?!

 

Bu anlamda "Dünüyle, bugünüyle geçmişine sahip çıktığımızı herkes bilmelidir” diyorsunuz. Pes doğrusu! Bu ne biçim bir ajanmış! Kendisi baş ajan, ama damgasını vurduğu süreç olumlu, sahip çıkılacak bir süreç ve kusursuz(!) "Geçmişi sahipleniyoruz” kendisi ajan, süreci Marksist(!!!).

 

 Olur mu böyle bir şey demeyin, PS'nin kalemşörleri eline kalemi aldı mı ve hele hele karşılarında ÖG var ise demek ki oluyormuş (!). Yalnız bir eksiği var; "Bizim ajan en güzel ajan” demedikleri  kalmış(!). Onu da derlerse şaşmayın.

Baş ajanı hafif, sıradan gösterip kendi rollerini ve suçlarını hafifletmeye çalışıyor sayın kalemşörler ve avaneleri. Böylece süreci sorgulamaktan, Partiye verdikleri zararın hesabından, baş ajan Nihat'ın elinde oyuncak durumunda olmalarını sorgulamaktan kaçınmanın hesaplarını yapıyorlar.

Böylece bu sorumluluktan kurtulacaklarını sanıyorlar ve hesaplarını bunun üzerinde yapıyorlar. Ama, kurtulamazlar. Çünkü, hesap yanlış, bu yanlış hesap Bağdat'tan dönmese de "Munzur'un doruklarından" geri dönecek. Samimi ve sorgulayıcı olanlar bu hesabı irdeleyeceklerdir.

"KDH” dediğiniz ajan örgütlülüğünün başı Laz Nihat'ı öyle sıradan bir ajanmış gibi ele alıp, ajanlık boyutuyla yargılayıp işin içinden sıyrılma çabasıyla bir yere varamazsınız

. İsterseniz geçmişini ana hatlarıyla biraz hatırlatalim, belki size faydası olur!

Nihat; '87 'de DABK'ın P'den ayrılmasından sonra giderek belirleyici duruma geldi. '87 'de darbeci-tasfiyeci bir kafayla P'den ayrılmışlardı. O ayrılıkta Nihat ileri sempatizandı (diğerlerinin çoğunluğu da öyleydi).

Bu açıdan belki belirleyici durumda değildi ama, ayrılıktan sonra DABK MK 'ya getirildiler. '87 ayrılığını P'ye dayatan başka bir gerilla birliği başındaki bir P üyesi ve aday üyedir.

Diğer bir gerilla birliğindekilerde birlikte hareket etti. Ayrılığa başvurduklarında iki PÜ, iki AÜ idi.

 Başta ayrılığı doğru görmeyen, konferans'a gidecek iki yedek delege de sonradan bu kervana katıldı.

Böylece 4 PÜ, iki AÜ gerilla birliklerini peşine takarak P'yi tanımadı.

Darbeci bir şekilde kendisini iradeye dayattı.

Ayrılıkta saflarında doğru dürüst PÜ olmadığı için ileri sempatizan konumundaki Nihat, sempatizan durumundan MK üyeliğine ve sekreter yardımcılığına getirilmiştir.

Bu şekilde MK 'ya getirilen başka örnekler de vardır.. O zaman üyelik müracatı yok, bir parti organında onaylama yok, bir AÜ'lük süreci (yani deney süreci) yaşanmadan hayatında bir parti organına önderlik etme deneyimi olmadan bunlar MK üyeliğine getirilmişlerdir.

İşte parti anlayışlan, işte üye ve kadro anlayışları, işte P'nin sıradanlaştırılması, işte Menşevizm'in iliklerine işlemesi! Sözde partilerinin kaderini tayin eden şeylerde üye olmayan savaşçıların katılımının sağlanması (bunları başlı başına üzerinde durulması gereken anlayışlar olduğu ve bu yazımızın konusu olmadığı için geçiyoruz) ta başından beri başlıyor.

 Baş ajan Nihat MK'lerine getirilmeşinden sonra giderek etkin olmaya başlamış, '88 sonları ve '89'dan itibaren "parti”lerinde belirleyici olmuştur. Ajanlık suçundan tutuklanana kadar da etki ve yetki bakımından esas belirleyici olanıydı. Dolayısıyla bugüne kadarki süreçlerine her açıdan damgasını vuruyordu.

Bugün Laz'a baş ajan demek zorunda kalanların gözünde "İbrahim'den sonra TKP(ML)yi TKP(ML) yapan, titretip kendine getiren, TİKKO'yu gerçek işlevine -kavuşturup savaştıran” bir "önder”di.

 Bu tür belirlemeleri sadece sözde değil sayın kalemşörlerin belgelerinde bulmak hiç de zor değil.

Dahada somutlaştırırsak; birlik döneminde alt konferans tutanaklarında bu tür belirlemeler Laz'ın yardakçıları tarafından bolca yapılmakta olduğu görülmektedir. Tartışma ve konuşmalarda bugünkü "önder”lerinin bir kısmının ağzından dökülüyordu bunlar. Diğer bir kısım "önder” de benzeri söylem ve nitelemelerin dile getirildiği ortam ve süreçleri iyi bilirler.

Bugün: "TKP(ML)” imzasını kullanan yapının başında bulunanların bir kısmı "bu partide en son laf söylenecek, eleştirilecek kişi Nihat yoldaştır” diyorlardı. Bu "önder”ler kendilerini çok iyi bilirler.

Birlik sürecinde o alandaki alt konferansta ve l . OPK'da Nihat ve düşüncesine yönelik her türlü eleştiride istisnasız DABK kesiminden gelenler kalkan oluyordu. Adeta bağırlarını açıp "önce bize vurun” diyorlardı. DABK döneminde de, birlik döneminde de, I. OPK ve sonrasında da, '94 komplocu darbeci tasfiyede ve sonrasında da baş ajan Nihat'ın işaret parmağına göre hareket ediyorlardı.

'94 darbesini Nihat dayattı. Bütün bunları en iyi bir şekilde kalemşörler ve işin başında olanlar biliyor. Nihat da özellikle 'yi pohpohlayıp "ikinci İbo” diye ileri sürüyordu.

Diğerlerinin çoğu da aşağı kalmadı. '94 darbe öncesi baş ajan Nihat, 'yi de piyon olarak kullanarak hazırlık yaptı. Sonra da diğerlerini peşlerinden sürüklediler.

Baş ajan Nihat'a "Bu İK'dan sonra en büyük önder” payesini verdiren neydi? Onun nitelik ve yetenekleri değildi elbette. Teorik, ideolojik, siyasi, örgütsel yetenekleri, tahlilciliği, uzak görüşlülüğü vb. vb. de hiç değildi. Kişilik olarak lümpendi, Ama kurnazlığıyla, hotzotçuluğuyla, bağırıp-çağırıp dayatmasıyla diğerlerini peşinden götürüyordu.

Hilelerle, şantajlarla diğerlerine boyun eğdiriyordu. Olduğu haliyle; ideolojik, siyasal, örgütsel, pratik çerçevesini belirliyor, altını doldurmayı diğerlerinden bazıları yapıyordu. Bunları bugünkü kalemşörler ve "önder”leri çok iyi bilirler. Kurnazlıkla ve hotzotçu dayatmalarıyla da onları adeta sürü gibi güdüyordu.

Böylece bir sürece damgasını vuruyordu, herhangi bir MK üyesi fonksiyonunda değildi. Bunlar inkar edilecek, görmezlikten gelinecek şeyler değildir.

'87 'den sonra Pala'dan sonra belirleyici önderlerini nasıl ekarte ettiğini ve belirleyici konuma geçtiğini ve o kesime nasıl boyun eğdirdiğini, nasıl İ.Bulut'u ekarte ettiği, birlik sonrasında nasıl GBMK toplantısı öncesi ÖN'nin işini nasıl bitirdiğini, nasıl etkisizleştirdiğini, GBMK toplantısında resmen ayrılık ilan eden çağrı yazısını, DABK kökenlilerin tıpış tıpış peşine takıldığını, bir başka piyonla birlikte bir MK üyesine silahlarını çekip bir çatışma arenasına getirip buna rağmen o fiili durumlar yatıştırıldıktan sonra nasıl hemen hemen bütün kararlarda baş ajana göre yönelim belirlediklerini,

 l . OPK 'nın o alandaki alt konferanslarda o alandakilerin nasıl peşine katıldığını, Merkezi OPK 'da nasıl bütünde hemfikir olduklarını, onun ekseninde hareket ettiklerini, l. OPK'da birçok sorun üzerinde kilitlenme olduğunu, defalarca ayrılık noktasına getirildiğini, bunun üzerine tarafımızdan önergeler verildiğini, OPK bitiminde olağanüstü toplantı yapılmak zorunda kalınıp orada da onların baş ajan ekseninde "blok tavırlar” geliştirdiğini, '93 sonbaharındaki dayatmalarını, '93 sonunda Sİ ile birlikte resmen savaş açma ve hizipçi faaliyetlerine, sonraki dönemde şantaj, baskı ve dayatmalarla, iradelerini alma vb.ni Nisan 'da komplocu-darbeci tasfiyeciliğini dayatmaya kadar geldiğini hatırlamak gerekir.

 Darbe öncesi hizipçi faaliyeti, değerleri kontrol altına alma, darbeyle birlikte tutuklama, teslim alma, silahsızlandırma, ölüm kararları, kimi taraftarlarımıza baskı, işkence, tehdit vb. kararları, sözde tüm ideolojik belirlemeleri, saldırılan vb. baş ajandan çıkma şeylerdir. Onun; anlayış, pratik ve yaklaşımlarıdır. Ama, altında sizlerin de ("kalemşör” ve "önderler”) imzası var.

Sakın "Nihat yaptı biz sadece katıldık, imzaladık” demeyesiniz. Bu daha da vahimdir. Bu piyon durumunda olmanızın itirafı olur. Bunu demenizi biz de beklemiyoruz, zaten böyle bir şey söylemeye de niyetiniz yok! Nihat'ı Nihat yapan sizlersiniz. Destekleyen, toz kondurmayan, yükselten ve parmak yörüngesinde hareket eden sizlersiniz. Ve bundan da öte tasfiyecilik konusunda çok başarılı(!) örnekleriniz de vardır. "örgüt için örgüt” oluştururken yetkili olduğunuz alanlarda "Ali kıran, baş kesen” olurken branşınızda hiç de başarısız değildiniz.

YD'de yapılanlar çarpıcı çok canlı örnektir. O nedenle olayı sadece' Nihat'la ve onun tavırlarıyla açıklamak yetmez. Sizin rolünüzün de ayan beyan ortaya serilmesi gerekir. Sizler Nihat'ın damgasını vurduğu süreçte yaptıklarına ortaksınız.

O halde hesabını da vermelisiniz. Kendinizi sorgulamalısınız. Bunun hesabını başta tabanınıza vermelisiniz, dürüstlük bunu gerektirir. Özetle değindiğimiz bu süreçlere, bir ideoloji, bir politika, bir örgütsel-pratik hat yön veriyordu. Ve bu sürece yön veren belirleyici aktör de bir ajan! Hem de baş ajan! Baş ajanın her yönüyle esasta damgasını vurduğu süreç size göre "MLM"dir, doğrudur.

Bu sürecin "dünüyle, bugünüyle geçmişine sahip çıkıyoruz", "Dün bizimdi, gün bizimdir, zafer de bizim olacaktır” sloganı tam da geçmişi sahiplenmeyi ifade ediyor diyerek bir yere varamazsınız. Bu sürecin sorumluluğundan kaçamazsınız, sıyrılamazsınız, günahlarınızı temizleyemezsiniz. Bu haliyle sizi Munzur çayı bile temizleyemez, bunu bilesiniz.

Bu haliyle nasıl "zafer”den bahsedebilirsiniz. Zafer sadece ajanları ortaya çıkarmakla kazanılmaz. Onu; süreciyle, yaptığı tahribatın boyutunu görüp, hesabını vermekle, onu İbo'dan sonra ikinci büyük "önder” payesini vermeye götüren nedenleri mahkum etmekle,' kafanızdaki "MLM” kriterlerin vahametini sorgulamakla, onu o duruma yükselten, bir dediğini iki etmeyen, o haliyle onun parmak işaretine göre hareket eden kafa yapısını sorgulayıp mahkum etmekle, özeleştiri yapmakla açık yürekli ve samimi olmakla mümkündür.

Kuşkusuz baş ajanı onlar kadar tanıyamayız. 1.5-2 yıllık bir birlik süreci yaşandı. Onların genel güvenlerini kazandığı için özel olarak bugünkü niteliği ile göremedik. Ancak anlayış ve yaklaşımlarına karşı, bilimsel görüşlere aykırı olan her nokta üzerine gidildi.

 Faaliyet alanında birçok yoldaş üzerine gitti. İki toplantı ve OPK'da yani birkaç toplantıda yakından tanıma olanağı oldu ve ideolojik-siyasi anlayışları, hesapları vb. boyutlarıyla üzerine gidildi.

l. OPK'da defalarca "bu böyle gitmez” dediğimizi, "bu adam çok geçmeden fırsat bulursa ilk etapta ayrılığa başvuracaktır” vb. vb. dediğimizi ve şimdi süreci bilen birçok insanın kulaklarında bu söylemlerimizin yankı yaptığına inanıyoruz.

 ('94 darbesi öncesi ve sonrası parti yıkıcısı, hizipçi, komplo hazırlıkları, çabaları üzerinde yazılıp çizildiği için burada ayrıca bir daha girmeyeceğiz.) Komplocu-darbeci tasfiyeyi nasıl dayattığı, başvurduğu, nasıl diğerlerini peşinden sürüklediği, nasıl iğrenç uydurmalara ("ajan", "kontra uçları”, "mafyacı”, "katlar, yatlar, restaurantlar”vb.) olmadık yalanlara başvurup, ölüm kararları, teslim ol çağrıları, her şeyine el koyma kararları vb. cunta generallerini andıran birçok savaş kararlarının baş aktörü Laz'dı.

Ancak bu kararı sadece o aldı diye geçiştiremezler, onun altında onların da imzası vardır... Bunlar tarihe iğrenç belgeler ve söylemler olarak geçmişlerdir. Bu tür saldırılarda elle tutulur siyasi-ideolojik hiçbir, şey var mıydı? Tam da burjuvazinin cephaneliğinden çalınmış paslı silahlardı bunlar.

 Bunların eşliğinde isimler, cisimler, konumlar, Parti bütününde yığınlarca şey polise hizmet için aleni duruma getirilip polise sunuluyordu. PS 'nin kalemşör ve "önder”leri o zaman yayınladıkları yazıları, yapıp yaydıkları dedikoduları unutmuşlar.

Onları sakin bir şekilde yeniden okumalarını ve dedikodularını hatırlamalarını tavsiye ediyoruz.

Okudukları zaman kimin hangi araçla kime, nasıl hizmet ettiğini ve yardımcı olduklarını göreceklerdir. (Kuşkusuz irademiz dışında saflarımızdaki bazı tasfiyeciler, geri, tecrübesiz insanlar veya saldırılara karşı savunma güdüsüyle kıyaslanamayacak düzeyde az da olsa belli hatalara düşmüşlerdir.

Bu da süreç içindeki müdahale ile esasta önlenmiştir.) Sonuçta akrep gibi önce kendilerini sokmuş, bir dizi kayıp almışlardır. Tabi aynı süreçlerde yaptıkları deşifrasyon sonucu biz de hayli kayıp almışızdır. Kuşkuşuz her ayrılıkta şu ya da bu ölçüde polise hizmet eden bir deşifrasyon olur. Bilinçsiz kesimde dedikodularla belli deşifrasyonlar olur, bunu engellemek kolay değil.

Ancak, Bolşevik bir kafa bunun bilincinde hareket eder ve olumsuz şeyler olunca da derhal engel olmaya çalışır ve engeller. Ancak o zamanın çıkarılan korsan Partizanlarına bakan olursa kimin ne amaçla deşifrasyonlara gittiğini rahatlıkla görür. Sözlü olarak yalanlar eşliğinde bilinçli olarak yapılan ve yayılan deşifrasyonların da ne amaçla yapıldığı biliniyor. O zaman bazı yazılarımızda bunu eleştirmiştik. "Dürüst olmayan bölünmeler”de polis deşifrasyonu kışkırtır. Hele '94 darbeci-tasfiyeciliğinin "dürüst olmayan” ayrılığını bugün polisin yaptırdığı daha açık görüldüğü ortadayken baş ajanın bilinçli yaptığı diğerlerinin de figüran olduğu ortadadır.

'94 ayrılığından sonra ekim 'de yapılan KÖK l. toplantısında birçok gözlem üzerinden hareket edilerek Nihat'ın ajan olduğu ve bunun araştırılması gerektiği karar altına alınmıştır.

 Bu bir iç karardır ve dışa açılmadı.

 Güvenlik sorunu olduğu için açılamazdı ve ayrıca açılsaydı peşinen savunur ve artniyetli yapıldığı sanılırdı. Aradaki ilişkilerin gerginliğinden dolayı sadece üst düzeyde güven duyulan birilerine resmen iletme düşüncesine varılmış hatta I No'lu'da onlara geçen ... 'ya sözlü söylendiğinden muhtemelen o da o zaman onlara söylemiştir. Ve bugünkü yöneticilerinin haberlerinin olması gerekir.

Arkadaşlar yıllardır eleştirilerimiz karşısında hep ayak diretmiş, kaçacak, tutunacak dal bulamayınca sonradan birçok noktada kabul etmişlerdir. Ama hiçbirinin de nedenlerine inmemiş, samimi özeleştiri yapmamışlardır.

 'Kuşkusuz ki hata ve zaaflarımızı görmede ÖG' nin de yardımı olmuştur...” vb. gibi şeyler söyleseler de samimiyet gösterip ciddi özeleştiri yapmamışlardır. Hep küçük-burjuva gururla hareket etmişlerdir. O dönemin yazılarını hatırlayanlar olursa, özellikle tam bir tüzük ve hukuk dersi verilmiş, bunun karşısında tutunamayan, her yönü delik-deşik olan bazı kaba hatalarını özeleştirisiz kabul etmişlerdir. Ama genellikle bu özeleştirisiz yaklaşımlarında izledikleri yöntem, sanki başından beri kabul ediyor ve söylüyormuş gibi hareket etmek oluyordu.

Evet, eski takalarla okyanuslara açılamayacaklarını, açılsalar da okyanusun azgın dalgalarına eski takalarla dayanılamayacağını unutmamak zorundalar. Hele hele uzak görüşlülükten yoksun, ufku dar, geriliğini iki kitapla örtüştürüp sınırlayan, hep yalpalama gösterip, istikrarlı olmayan, tutarlılıktan yoksun, ciddi sorunlarda dik yürümesini beceremeyen, fırtınalı süreçlerde yolunu, yönünü şaşıran zavallı "önder”lerle bir yere varılamayacağını ve böyle "önder”liklerin kitlelere güven de vermeyeceğini unutmamak gerekir.

Geçmişte olduğu gibi bugün de eleştirilerimiz karşısında samimiyet göstermiyorlar. Kuşkusuz olduğu gibi kabul etmelerini, dürüstlük göstermelerini beklemiyoruz. Bu olgunluğa henüz erişmemişlerdir, zamanla kimilerinin erişip erişmeyeceğini süreç gösterecektir. Eleştirilerimizi kabul etme samimiyeti gösteremeyince etkisizleştirmek için haliyle bir şeyler söyleyeceklerdir ve 'kurt dumanlı havayı sever' misali alabildiğince tezcanlı ve kibirli davranarak kendi olumsuzluklarını kamufle etmeye çalıştı.

Dahası KDH' nin açığa çıkmasını '94 ayrılığında kendilerine meşruluk kazandırmak için malzeme olarak kullanmaya kalktı. Bu, olumsuzluklarını örtüştürmek için sevinç kaynağı oldu” (abç, PS, sayı:50, sayfa 17) diyorlar. Hiç de fırsatçılığımız olmadı, buna ihtiyacımız yok.

'94'te ayrılık ilan edenin de biz olmadığımızı çok iyi biliyorlar. 18 Nisan'da kamuoyuna resmen darbeyi ilan eden biz değildik. Ancak 24 Nisan'da darbeci-tasfiyeciliğe karşı tavır takınılmıştır.   Bunlar belgelerde mevcuttur. Burda yeniden üzerinde durmayacağız.

 Partizan sayılarında birçok yazı-belgeler yayınlandı. Herkes diğer sayıların yanısıra özellikle Partizan 'ın 24. sayısına bakmalıdır, durumu çok daha net göreceklerdir. Eleştirilerimize KDH ile "meşruluk kazandırma”ya ihtiyacımız yok. O zaman meşruyduk, bugün de. KDH'yi ortaya çıkamadan o zaman ne söylemişsek hala doğruluğunu koruyor, hatta doğruluğunu korumakla kalmıyor, o zaman söylediklerimizi, bazı noktalarda kaba yönleriyle zamanla sizler de gördünüz söylediklerimiz bugün daha da ispatlanmıştır. O zaman ideolojik siyasi olarak, nitelik ve yönelim olarak ortaya koyduğumuz şeyleri bugün esasta KDH'nin ajanlık faaliyetleri, suçları arasında sayıyor, kabul ediyor ve sıralıyorsunuz. Ama samimiyetle, dürüstlükle "dün biz göremedik, altında ne yazık ki imzamız da var, bunların suç ortaklığını yaptık” vb. deyip özeleştiri yapmıyorsunuz. "Dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel nitelendirmelerle ortaya konuluyor” vb. deyince hemen yerinizden hopluyorsunuz. Sabırlı olun arkadaşlar, görmemek sizin toyluğunuz ve körlüğünüz.

Bu yüzden bize kızacağınıza o omuzlarınızın üzerinde taşıdığınız "şey”e kızıp betonlara vurun. Siyasal onur zedelenmemiş olsa yılların Parti tasfiyeciliğiyle verdiğiniz zarar ve bir baş ajanın emireri, pozisyonunda olmanın ezikliğiyle ya siyasal yaşamınıza son verir ya da samimiyet gösterip özeleştiri yaparsınız. Dürüst olmak, özeleştiri yapmak korktuğunuz kadar zor değil arkadaşlar... Siyasal onur, siyasal samimiyet ve siyasal cesaret sahibi olun, göreceksiniz özeleştiri hiç de zor değil. Ve sizi halka ve devrime biraz daha yakınlaştırır.

Yukarıdaki aktarmanın devamında "Sanki '94 Nisan' ında ayrılık ilan ederken ve hizip örgütlerken KDH'den dolayı ayrılmışlar ve hizip örgütlemişler...” diyorlar. Orada bir dakika durun beyler!

Biz bir yapının istikrarlı, kesintisiz devamcısıyız. Ayrılık ilan etmemiz için bir neden yoktur. Ama onlar '87 de bir alan olarak ayrılık ilan eden, onun devamcıları olarak istisnalar dışında aynı çevre '94'te de komplocu darbe ile yapıyı ele geçirmeye çalışmış, yine tasfiyeci bir yapı olarak ayrılmıştır.

Tarihleri pratik olarak '87 'den itibaren başlar, ondan bu yana süreçlerinin devamcılarıdır. Ve tasfiyeci, dürüst olmayan bir ayrılığa başvurmuşlardır. Dürüstçe ideolojik mücadele yürütüp, bir arada olunamayacak demiş olup, yolları ayırmış olsalardı herkes böylesi bir ayrılığa dürüstçe bir ayrılık derdi. Ama siyasi mayalarında bu dürüstlüğü barındırmadıklarından hep aynı şeyi yapmışlardır, yani darbeci-tasfiyeci ayrılık ilan etmişlerdir. Bunu da Laz Nihat planlamış daha doğrusu polis onunla birlikte planlamış ve uygulamıştır.

Bizim bir "hizip” örgütlediğimiz de olmamıştır. Belgeler ortada, canlı tanıklar ortada. Tersine: açık hizipçi, darbeci bir faaliyet görüldüğü halde birçok alan ve organın uyarılmaması, tedbir alınmaması hatasına düşülmüştür. O zaman bölünmeyi KDH'nin varlığına da bağlamadık.

Ne dün ne de bugün, "O zaman böyle bir şey vardı, ondan dolayı tavır aldık” demedik. KDH'nizin başını çeken baş ajanın anlayışlarına ve pratik tavırlarına karşı birlik sürecinde de karşı çıkıp mahkum ettik. Darbe öncesi hizipçi, tasfiyeci, yıkıcı faaliyetlerini eleştirdik, tavır aldık, komplocu darbeciliğe de başvurduklarında derhal tavır takındık. Bugün olan şey o anlayış, yaklaşım ve pratiğin sahibinin mimarlarının direkt ajan olduğunun ortaya çıkmış olmasıdır, o kadar.

Bugün o zaman tavır almada, mahkum etmede vb.ne kadar haklı ve doğru yolda olduğumuz daha da net bir şekilde ortaya çıkmış oluyor. Tarih bizi bir kez daha haklı çıkarmış oluyor. Bunu neden görmüyorsunuz? Bunu görmeyenlerin, o sürecin ideolojik, siyasi ve pratiğinin baş mimarının ajan olduğunu bugün ortaya çıkarıp da bizim o dönem (aşağıda örneklerini vereceğimiz gibi) ideolojik-siyasi ve fiiliyat olarak eleştirdiğimiz şeylerin bir kısmı kendileri tarafından ajan görev ve suçları olarak sayıldığı halde, hala neredeyse bize karşı savunup "en iyi bizim ajan” diyecek boyutta yaklaşanlar, onun damgasını vurduğu pratik sürecine sahip çıkmakta ayak diretenlerin kör, bağnaz, samimiyetsiz, gerçeklere ve haliyle proletarya davasına bu ölçüde sırtını dönenlerin yanlış yolda olduğunu göstermiş oluyor.

Tarihten Doğru DerslerÇıkaramayanlar, Makus Tarihlerini Bir Kez Daha Yaşarlar!hassssssn devam

Gırıse yaz

Şimdi dürüst olmayanlar kendilerinde olmayan şeyin simsarlığını yapmaya çalışarak "Biraz dürüstlük, birazcık devrimci samimiyet beyler! 'Sol tasfiyeci ve darbeci' dediğiniz 'grup' veya 'örgütten', 'karşı-devrimciler örgüte hakimdir' diye mi ayrılık ilan ettiniz, yoksa hizipçilik, bozgunculuk ve eroin satma gibi suçlardan yargılanmayı göze alamadığınız için mi ayrıldınız?” (PS sayı 50, sayfa 17) diyorlar.

 '94 darbesinde baş ajanın ajanlığına ilişkin net bir veri yoktu elimizde. Ama, o zaman ortaya koyduğumuz yığınlarca eleştiriler birçok belgemizde ortadadır. Sizi dürüst davranmaya, samimi olmaya sürekli davet ettik. Ama siz dürüstlük göstermeyerek, bazı kaba yönlerini yine özeleştirişiz ve samimi olmayan bir şekilde acemi kalemşörleriniz aracılığıyla zoraki bir şekilde belgelere koymak zorunda kaldınız. O zaman kabul edilmeyen bazı yönler bugün yeni yeni, yine samimiyetsiz bir şekilde  nedenleri ve kaynakları konulmayarak kabul ediliyor.

Aşağıda değineceğimiz gibi baş ajana ilişkin net olmasak da objektif olarak o roldeydi. Ama bazılarına ilişkin net olduğumuzu ve daha ayrılık yokken bu bilgileri size ilettiğimizi biliyorsunuz. O zamanki belgelere dikkatle bakılırsa "bu tasfiyeciliğin altında yatan nedenler ileride daha iyi anlaşılacak” gibi ifadelerimiz vardır.

 Baş ajan Nihat'ın "eroin satma” gibi şeyleri hangi amaçla kullandığını bugün daha iyi anlamış olduğunuzu sanıyoruz. Bu konuda da dürüstlüğünüz olsa kendi dosyanıza bakar hesabını verirsiniz.

Bu tür şeylere girmiyorsak, kendimizi sizlerin seviyesine düşürmememizdendir.Bu sorunu çarpıtarak boyutlandıran baş ajanın o gün söylediğimiz ama bugün daha net ortaya çıkan amaçları anlaşılmıştır. Bu kirli olay bazı yoldaşların alakası olsun olmasın özel olarak yıpratmak amacıyla komplo malzemesi olarak kullanıldı.

Bu tür komplocu yıpratma faaliyetlerinin arkasında düşmanın olduğu, çok insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak o eksenden hareket ettiği, sanıyoruz bugün daha da iyi görülüyor. Aynı zamanda partideki sağcılar da amaçları için yıpratma aracı olarak kullanarak paralel hareket etmiş oldu.

 Bu; KP içindeki burjuva anlayışların komplo, yıpratma vb. amaçlarıyla başvurduğu yöntemlerdir. Komünistlerin yabancısı olmadığı, çokça tanık olduğu burjuva yöntemlerdir. Bu yöntemler polisin yörüngesinde olan ve olmayan komplocu parti yıkıcılarının ortak yöntemleridir. Ve bu, sadece siyasal yapıyı değil, özellikle belli kadroları yıpratma amaçlıdır da.

 Buna birkaç örnek verelim: 1905-1907 Rus devriminin yenilgisinden sonra RSDİP içindeki çeşitli tasfiyeci kesimler aynı cepheden hep birlikte Lenin'e karşı savaş açıp yıpratmaya çalışmışlardı.

Lider kadrolarından Lenin genellikle yalnız kalmıştır. Lenin için diğer şeylerin yanısıra "gaspçılar”, "para basıyor", "otokrat” vb. suçlama ve uydurmalarla yıpratmaya çalışıyorlardı.

Şubat devriminden sonra Lenin Rusya'da olup gizlenmek zorunda kaldığı halde burjuva çevreler Lenin'in İsveçli şarkıcı E.EİMUSTİ ile gayrımeşru yaşayıp, gönül eğlendirdiği yönünde basında yıpratma faaliyeti yürütüyorlardı.

Yine Ekim devrimi öncesi Lenin'in Alman ajanı-olduğu yönünde sahte belgeler yayınlayarak komplocu yıpratma yöntemlerine başvuruyorlardl. Devrimden sonra Partinin içinde başını Buharin'in çektiği Kamanev, Troçki tasfiyeci komployla Partide darbe yapmayı planlayıp Lenin, Stalin, Sverdlov'u tutuklayıp (tıpkı baş ajan Nihat'ın darbe yaparken planladıkları gibi) katledip, partiyi ele geçirip

 

Buharincilerden, Troçkistlerden ve sol-sosyalist devrimcilerden bir hükümet oluşturmayı hedeflemeleri gibi.

 Yine Lenin'in F.KAPLAN tarafından vurulması ve kaos yaratılarak Partiyi yıkma ve iktidarı ele geçime çabaları. Lenin'in ölümünden sonra Stalin'e karşı olmadik yöntemlerle harekete geçmeleri, yıpratmaya çalışıp Troçkistlerin ve sağcıların Partiyi ele geçirme çabaları, Troçkistlerin Partiden atılmasından sonra Troçkistler ve 1930'lara doğru ve 30'lu yıllarda Parti içindeki Buharin, Kamanev, Zinovyev vb.lerin bir dizi komplocu yıpratmaları, Troçkistlerin yabancı istihbaratlarla işbirliği yapıp lider kadrolara karşı bir dizi komplolara girişmeleri, Kirov'un öldürülmesi, Gorki'nin oğlunun vb. öldürülmesine   kadar bir dizi komplo faaliyetleri olmuştur.

En son Stalin 'in ölümü ertesinde Kruşçev'in Stalin'e saldırıları, Beria vb. önder kadrolarına karşı komplocu darbesine kadar birçok ömek verilebilir.

Çin'de 1930 ortalarında Parti içindeki Wang Ming'cilerin, Çiang Çing için (evlilik önerisi reddedilen bir kadrodan çıkma) Troçkisttir, onlarla ilişki halindedir vb. gibi yıpratma faaliyetleri. Aynı yıllarda Mao'nun bombalamadan ağır yaralanıp deliren eşinden ayrıldığı dönemler Mao için bilmem hangi gazeteciyle ilişkisi var gibi yıpratma denemeleri, Kültür devrimi yıllarında Amerikalı bir profesör gazeteci ile SB 'nin bilgisi dahilinde Çiang Çing'in yaptığı röportaj üzerine Çiang Çing'in ”ÇKP ve Mao'nun stratejik sırlarını Amerika'ya sattığı” yönlü, "kariyerist", "tek başına iktidar olmak istiyor” yönlü Parti içindeki sağcıların komplocu yıpratma faaliyetleri olmuştur.

1980 ortalarında PKP'deki sağcılar-uzlaşmacıların Gonzalo'yu yıpratma faaliyetleri ve onu öldürüp partiyi ele geçirme faaliyetleri olmuştur. Yine Gonzalo esir düştükten sonra Parti içindeki uzlaşmacı sağcıların düşmanla paralel Gonzalo'nun adını "barış” komplolarına sokmaları birer ömektir.

Yine 1920 ortalarında Alman KP içindeki sağ sapmacılar -uzlaşmacı- ortacılar Partiyi ele geçirmek için "Hamburg örgütünün eski sekreteri olan Wittorf, Partiye ait paraları zimmetine geçirmekle suçlanmış,

bu nedenle

Partiden ihraç edilmiştir. AKP MK 'sı içindeki uzlaşmacılar Wittorf'un Thalmann (P Genel sekreteri- bn) yoldaşla yakın dostluğu kullanılarak -Thalmann yoldaşın Wittorf'un işlediği suçla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Wittorf olayını Thalmann olayına dönüştürmeye ve AKP liderliğini devirmeye çalıştılar... Uzlaşmacı Ewort ve Gerhart, o günlerde AKP MK çoğunluğunu Thalmann yoldaşa karşı peşlerine takmayı geçici olarak başardılar... Thalmann'ı liderlikten uzaklaştırdılar, para yemekle suçladılar...

...AKP'nin devrimci önderliğine karşı bir mücadele, Thalmann yoldaşa karşı bir mücadele, Alman komünistlerinin saflarında sağ sapmayı örtbas etmeyi, uzlaşmacılığı sağlamlaştırmayı amaçlayan bir mücadele gündem olmuş

 Uzlaşmacıların bu darbesi...” (aç. Stalin)

ve AKP bir daha iflah olmamıştır.

 Yine daha TKP/ML kurulmadan Doğu Perinçek'in İbrahim Kaypakkaya'yı katletme girişimi gibi vb.

Bu birkaç örnekte de gösterildiği gibi her KP'de parti içindeki sağcılar, "sol”cular, uzlaşmacı-ortacılar, yani Partideki ideolojik olarak burjuvazinin temsilcileri partiyi başarısızlığa götürmeyi amaçlar. Partiyi yolundan saptırmayı, onu ele geçirmeyi hedefler, ideolojik mücadele ile egemen olamayınca, ideolojik mücadele ile karşısında tutunamadığı önder kadrolara karşı her türlü hilelere, komplolara vb. başvurarak; yıpratıp gözden düşürme, etkisizleştirme, Partiden uzaklaştırma ve imhasına kadar götürme yollarına başvurduklarına dair yığınlarca örnek vardır.

1994 Nisan darbesi de bunlardan biridir.

Bir farkı var, o da darbenin başını çekenin bugün baş ajan olduğunun ortaya çıkmasıdır. Ve onun yetiştirip peşinden sürüklediği, yönlendirdiği kişiler tarafından baş ajan ilan edilip tarihte hak ettiği ünvanla sonunu bulmasıdır.

 

Burjuvazinin KP içindeki siyasi uzantılarını iyi tanımayanlar onların çabalarına, komplolarına karşı uyanık olamaz ve göremez.

 

Ancak kendi siyasal tecrübeleriyle görmek durumunda kalır. Ama o zamana kadar da bunu göremeyenler Parti ve sınıf mücadelesinde ağır bedeller öderler.

Örneklerden de anlaşılacağı gibi birlik döneminde genel olarak emellerine ulaşamayanlar çabalarını hızlandırdı, başarı için yakalatmalarla durumu lehine döndürüp baş ajan ve Sİ hemen yazılar hazırlayıp Parti dışına açıp ortamı hazırlayarak, onunla yetinmeyip darbeyle partiyi ele geçirmeye çalıştılar.

Amaç ve hesaplarında etkili olmak için burjuvaziden ve uluslararası öncellerinden aldıkları yöntemlerle birçok yönetici kadroyu (ideolojik mücadele dışı) komplocu, gerçek-dışı yıpratma-karalama yöntemleriyle etkisizleştirme faaliyetlerine giriştiler. Siyasi mücadeleden tamamen yoksun, pis yöntemlerle: uyanık olmayan, tecrübeden yoksun yığınlarca insanı etkilemeye çalıştılar ve hayli insanı saflarına çektiler.

 Darbeye tavır takındığı halde saflardan da bir hayli sağcı, uzlaşmacı, çürümüş unsurlar şu ya da bu ölçüde etkilendi ve onların ekseninde hareket ederek yapıda etkin olmaya çalıştılar. İdeolojik sağlamlığı olmayanlar, olumsuzluklarından, çürümüşlüklerinden dolayı daha önce üzerine gidilenler: ve doğası gereği uzlaşmacı liberaller vb. gibileri bu durumu fırsatçı bir şekilde değerlendirmeye çalıştı.

Böylesi dönemlerde birçok anlayış ve özelliklerinden dolayı üzerine gidilen insanlara fırsat doğar; çok miktarda insanı incittiğimizde... bütün incinmişler birbirlerini incittiklerini unutup hıçkırarak birbirlerinin kollarına atıldılar ve 'Leninizm'e karşı isyan' bayrağını açtılar.

Boşluktaki bütün insanlar kollarını sıvayarak bütün gücüyle harekete geçmeye çalışırlar. Bizde de aynı durumdaki fırsatçılar bu durumdan iyi yararlanmaya çalıştılar. Bazıları menşevik, anarşist-ekonomist ideolojik saldırılarla yapıyı bozmaya çalıştılar. Darbeyle birlikte yapının tarihinde en büyük zararı verdiler. Yığınlarca insan önemli ölçüde ancak acı deneyleriyle gerçekleri görebildi.

 Tasfiyeci tahribatın hala üstesinden gelinebilmiş değil. Ama yapılanma darbeci-tasfiyecilik ve saflardaki tasfiyeciliğin tahribatının üstesinden tamamen gelecektir, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. TKP/ML'nin her türlü tasfiyeciliğin canına ot tıkadığına ve tıkayacağına kimsenin en ufak bir kuşkusu olmamalıdır. Her KP'nin böylesi ağır dönemler geçirdiği olmuştur. Böyle dönemler partileri iyi eğitir. Siyasal deneyimini muazzam ölçüde geliştirir. Yeter ki bu süreçlerden doğru dersler çıkarmasını bilelim ve geleceğimizi doğru dersler ışığında inşa etme çabası içerisinde olalım.

Bir Partideki Bölünmelerle Avunma İyi Bir şey Değildir.

Bu Dökülmeler Komploculuğun, Darbeci-TasfiyeciIiğin Haklılığını Ve Meşruluğunu Göstermez!

Darbeci-tasfiyeciliğe tavır takınırken ön planda olan bazı unsurların dökülmesine ellerini ovuşturarak sevinen PS ve kalemşörleri şöyle diyor:

 "Kaldı ki tüm hizip başı unsurlardan bugün hiç birisinin devrimci mücadele içerisinde olmadıklarını hem biz bilmekteyiz, hem de ÖG çevresi çok iyi bilmektedir. Peki bu mudur doğru bir ideolojik mücadele ışığında ayrılık ilan etmek veya doğru bir politikayla sorunlara müdahale etmek. 

Devamla "Sadece şunu söylemekle yetineceğiz; hizip örgütlenmesi yapan, arkasından ayrılık ilan eden hizip başlarının bununla da yetinmeyip bir başka hizibi ( "devrimci oluşum” ) örgütlediklerinden siz söz ediyordunuz, bu sözlerinizi hatırlamanızı isteriz. (PS, sayı 50, sayfa 17)(abç)

Burada PS ve kalemşörleri birçok şeyi birbirine karıştırıyor. Bildiği halde doğruları yazmaktan ısrarla kaçınıyor. Kendi kendisini kandırması yetmiyormuş gibi devrimci kamuoyunu da kandırmaya çalışıyorlar. Bu tür çarpıtmalar ve kandırmalar çabalarıyla bir varamayacaklarını ısrarla görmek istemiyorlar. Yukarıdaki satırların yazarları ufkunu darbeye başvurdukları kırsal alanla sınırlayarak, orayı gözönünde bulundurarak konuşuyor ve tavır koyanların başında olanlarının ezici çoğunluğunun şu yada bu nedenle saflarımızda olmamasına bakarak değerlendiriyorlar.

Kırsal alanda darbe yapılınca orda darbeye tavır koyanlardan ön planda olanların çoğu döküldü, bu doğru. Ancak Partinin ve ayrılığın sadece orayla sınırlı olmadığını unutuyorlar. PS 'nin gönlünde yatanlarla ve görmek istedikleriyle zihnini sınırlamaları samimiyetsiz ve korkak bir ruh halidir.

 Oysa kırsal alan açısından bile materyalistçe baksalardı hem hala mücadele içerisinde olanları, hem değişik yerlerde esir ve şehit düşenleri görürlerdi. Kaldı ki darbeci yıpratma faaliyetlerinin basıncı altında ideolojik sağlamlık göstermeyip dökülen ve onların kırsal alanda "baş sorumlu” olarak gördüklerinin de en azından çevremizde olduğunu biliyorlar.

 Ayrıca darbenin başvurulduğu kırsal alan dışındaki bütün alanlarda onların deyimiyle "başı” çekenlerin çoğunun hala mücadele içerisinde olduğu kendileri tarafından da biliniyor. Bunu görmeleri için birazcık samimiyet yetiyordu. Durum bu iken "tüm” ünün, "hiçbirisinin devrimci mücadele içerisinde olmadıklarını” söylemenin, yani gerçek-dışı   şeyleri iddia etmenin adı nedir?

 Bu onlara ne sağlayabilir? Kaldı ki tümü olmadığı gibi çoğu da dökülmüş olsa bu onları haklı çıkarır mı?

 Çıkarmayacağı açık!

Peki şu ya da bu nedenle kendilerinin "başını çeken”lerden az mı döküldü? Biraz düşünülürse bunu iyi görürler. Dökülmeler üzerine siyaset inşa edilemez, edilirse de bu siyaset sınıf mücadelesinin ufkunu geliştirici olmaz. Oysa dökülmelere götüren etmenler incelenir ve doğru dersler çıkanlırsa PP bunlardan faydalanır. Kaldı ki darbeye tavır takınanların başında olanlardan bir kısmının dökülmesi, onların karşı tavırlannın ve bakış açılannın olmadığını gösterrnez.

Ancak istikrarını ve ideolojik sağlamlığını, istikrarsızlığını, davada kararlılık göstermemelerini gösterir. Ama PS bunu kavramaktan yoksundur. PS 'nin bu bakış açısına göre; geriye dönüşler oldu, Marksizm 'de dönekler oldu diye o halde Marksist ideoloji doğru değildi, onun için Marksizmden uzaklaştılar, onun için döküldüler sonucunu çıkarmak pek de abartı olmaz sanırız.

İşte "Marksist” kavrayışları bu kadar...

Ki bu konuda kendilerinin yaptığı, proletarya ideolojilerinin yenilgi aldığı tespitleri üzerine polemiklerimiz olmuştur(bakınız ÖG sayı 79, sayfa 18)

PS ve kalemşörleri; "Devrimci oluşum”dan bahsederken kendilerini haklı çıkarma çabasının telaşıyla öyle şeyler uyduruyorlar ki şaşırrnamak(!) elde değil. Sanki o dönem "Devrimci oluşum” imzalı (ilk ve aynı zamanda son) bir bildiri ile ortaya çıkan, zor günlerde yolunu, yönünü şaşıran bir-kaç döneğin darbe öncesi hizip yaptığı iddiamız ve hizip yaptığına dair bizim belirlememiz varmış gibi ifade ediyor. Bunu da "Devrimci Oluşum” ortaya çıkınca dile getirmişiz gibi bir hava veriyor. Bu kesinlikle doğru değildir.

 Ayrıca bunlar darbeci-tasfiyeciliğe karşı tavır koyanların başını da çekmemişlerdi. Hatta kaldı ki; "D.Oluşum” imzalı bir bildiri ile ortaya çıkanlar, ortaya çıkmadan önce başını çeken iki unsurun gerilemesi, olumsuzlukları, çürümüşlükleri ve tasfiyeciliğe karşı yaklaşımları vb.den dolayı PÜ'liğinden atılmış dondurulmuşlardır. Daha sonra ise saflarımızdaki bir başka döneğin de bunlara katılmasıyla devrimci kamuoyuna "arayış”larını dile getiren bir bildiri ile kendilerini tanıtmışlardır. Bu ilk bildirileri aynı zamanda son bildirileri olmuş ve kısa sürede dağılmışlardır.

Bunların, bu durumlarına en çok üzülen PS ve kalemşörleri olmuştur herhalde. Kendilerine fayda sağlayacaklarını düşündükleri "malzeme” ellerinden kaçmıştır. Onun ticaretinden ve pazarlanmasından mahrum kalmışlardır.

PS ve kalemşörleri kendilerine pay çıkarma umuduyla o "abbas yolcu”ların söz konusu bildirisini büyük bir sevinçle dergilerinde yayınlamış, dönekliğin simsarlığını yapmışlardır.

Ama bunlar bildirilerindeki iddialarına da sadık kalamamış ve döneklikte "tutarlılık” sergileyerek tarihin çöplüğünde yerlerini alarak dağılmışlardır.

 

90 sayfa

"ÖG ve çevresi... tüm olumsuzluklarını Karşı-Devrimci Hücre ve elemanlarına havale etmektedir. Kendileri pürüpak, Karşı-Devrimci Hücre ile 'sol tasfiyeci, darbeci' grup her şeyin suçlusu ve her türlü olumsuzluğun kaynağı” ilan ediyor diyor.

Devamla….

'94 Nisan'ından sonra saflarınızda ve başlarınızda ortaya çıkan oluşumcular ve "GÖK” çülerinizi de bu KDH mı örgütledi?” (PS sayı 50, sayfa 17) diye soruyor.

'94 darbesinden sonra kendi sürecimize ilişkin geniş bir değerlendirmeyi kamuoyuna yayınlamış değiliz ve dahası içte de darbe sonrası eksikliklerimizi darbeci-tesfiyecilerin KDH'sına bağlamış değiliz. Darbe sonrası süreçteki yapının olumsuzluklarını darbecilerin 'KDH'sine bağlama diye bir mantıkla yaklaşımımız olmaz, olamaz.

 

Bu sürecimiz üzerine PS ve kalemşörleri ile bir polemiğimiz de olmamıştır. O halde belirlemeliyiz ki olmayan şeyler üzerine şuna "havale etmektedirler” demek kendi içinden geçenleri başkasına mal etmenin çok kabaca yapılmış bir biçimidir. Darbeci-tasfiyeciliğin burjuva cephesindeki saldırıları; sistemleşmiş Menşevik anlayışlarından kaynaklanan örgüt bilincinin yokluğu, aleniyet ve yaptığı deşifrasyonlar sonucu verdiği zararlarla darbe sonrası sürecimizde etkileyici olduğu açıktır.

 Ancak bu süreçte yapının olumsuzluk ve yetersizliklerinin nedeni, safları: mızda ideolojik sağlamlılık gösterememiş olan tasfiyeciliğin, yapıya çelme takmalarıdır.

 Bu zor günlerde yalpalayan dahası yapıyı cepheden yıkmaya çalışan döneklerdir.

 Onları bu çizgiye getiren burjuva cephelerinin ideolojik saldırının etkisinde kalmaları ve onların geldikleri sınıfın özellikleridir. Ancak, burada sorun darbe sonrası süreçte başarılarımız veya başarısızlıklarımız değildir. Komplocu darbeci-tasfiyeciler, PS ve kalemşörleriyle bu yönlü tanışmadık ve tanışmıyoruz. Bu, daha çok bizim sorunumuzdur. Onlarla tartıştığımız darbeci-tasfiyecilik olgusu ve onun ideolojik-siyasi, örgütsel ve pratik hattı üzerinedir. Darbe ve tasfiyeciliğin sorumlusu, suçlusu elbette biz değiliz.

 Bu anlamda elbette darbeci-tasfiyecilikle 'KDH' ile "sol darbeci-tasfiyeci, darbeci” grup her şeyin suçlusudur. Suçlu sadece 'KDH' dediğiniz değil, onun yanısıra sizsiniz. Nüans farklılıkları olsa da fark etmez, olayların başını çeken hepiniz suçlusunuz, her şeyi beraber yaptınız.

 

 Hemen hemen her şeyde ortak davrandınız, alınan kararların altında imzalarınız var.

KDH’ın emireri durumuna düştünüz.

Şimdi bunun hesabını vermekten kaçınarak, sağa-sola kaçışarak renkten renge girmekle kurtulamazsınız. Kabahati başkalarında bulmaya, günahlarınızı dağıtmaya, saklanacak yer aramaya çalışmanız boşuna!

 Böylesi tutum izlemeye devam etmekle daha da batarsınız.

Hayat namuslu olanlara samimiyetle öz-eleştiri vermeyi dayatıyor. Materyalizme, komünizme, devrim ve halka bağlı olanlar bundan kaçmamalıdır ve kaçınamayacaklardır.

Sayfa..91

Devamı aşağıdaki linktedir..

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2023/06/saflarmzda-ideolojik-olarak-saglam.html

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2023/06/3-tarihimizden-notlaronyarglar-gercege.html

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2023/06/4-tarihimizden-notlaronyarglar-gercege.html

 


TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)