ANALİZ | Marksist Düşüncenin Diyalektiği (1)----------------------28 Ağustos 2023
Sonsuz harekete sahip maddenin yansıması olan düşüncenin de
hareketi sonsuzdur. O tek bir noktada durup kalmaz ve maddeyle kendi arasında
da bir çelişme vardır. O çelişme, doğru bildiği şeyden şüphe etmektir. Bu
şüphecilik düşüncenin sonsuz gelişimini ve kendini ilk çıktığı hal olmaktan
aşarak yeniden pratiğe dönmesinde bulur.
Küçük burjuva mekanik
ve pozitif düşünsel yaklaşımlar, maddeyi, madde kavramını, basitçe, her şeyin
başına yerleştirerek dünyanın “türdeş” olduğundan hareket ederler ve “dünyanın
sonal ve bir tek maddi yapısı”[1] olduğunu ileri sürerler. Böylece, farklı
çelişmeleri görmezden gelerek “tek düzelik” düşüncesine sahip olurlar.
Düşüncenin nereden geldiği materyalistler için bir muamma
olmaktan çıkması, Marx’tan bu yana daha bir nettir.
Marx şöyle diyor: “Düşünceyi, düşünen bir maddeden ayırmak
olanaksızdır. O (düşünce, ÖG) bütün değişikliklerin öznesidir.”[2]
Felsefi olarak idealizmin ideolojik ölümü, Komünist
Manifesto’nun bütün dünyaya ilan edilmesiyle birlikte gerçekleşti. Bu aynı
zamanda diyalektik materyalist felsefenin tarih sahnesinde yerini bütün
ideolojik ve teorik görkemiyle almasıydı.
Marx ve Engels, “toplumsal bilinç toplumsal varlığın
yansımasıdır” derken, kendilerinden önceki filozofların açıklamalarının en üst
noktasını, en son gelinen aşamayı ve toplumun geldiği maddi aşamanın bir
yansımasının özlü ve dahice açıklamasını yapmışlardır. Marx’tan önce bu
yapılamazdı. Çünkü bunun toplumsal temeli yoktu. Filozoflar, kendi çağlarının
açıklamasını yapmakla yetinmişlerdi. Daha ileri de gidemezlerdi. Hegel
diyalektiği ve Feuerbach materyalizmi kapitalist toplumun açıklanmasıydı.
Marx ve Engels bunu daha ileri götürdü. Ve kapitalist
toplumun bir üyesi olan proletaryanın toplumu daha ileriye taşıyacak diyalektik
materyalist felsefesini oluşturdular. Önceki filozoflar sadece bulundukları
çağı yorumlamakla yetinmişlerdi. Marx ve Engels, yorumun yanında bunun
değiştirilmesinin mücadelesinin de verilmesi gerektiğini söylediler ve
düşündükleri gibi yaşadılar. Düşüncelerini eylemlerinden çıkardılar ve
eylemlerine düşünceleri yol gösterdi. Onlar, Marksizm’i bir dogma değil,
sınıfın eylemlerine yön verici bir bilim olarak ele aldılar.
Bu bölümde, düşüncenin maddeye nasıl yön verdiği ve madde
üzerindeki etkilerini biraz daha açmaya çalışacağız. Madde-düşünce,
varlık-bilinç ilişkisinin tanımlanması; Marksizm’in ortaya çıkmasından bu yana
idealistlerle diyalektik materyalistler arasındaki mücadelede görülebilir. Bu
tanımlama sorunu, bu kadar önemli ve etkileyici olmasaydı, maddenin hareketine
bakar durur olurken; algısal bilgiden ussal bilgiye varmanın erdemine,
pratikten çıkan teorinin daha üstün bir şekilde tekrar pratiğe müdahale
etmesinin bilincine ulaşamaz ve eylemlerimizi, ereklerimizin gerçekleştirilmesi
için kullanamazdık.
Maddenin hareketinin incelenmesi, düşünce ve bilinç ve
nihayetinde derli toplu bilimsel bir düşünce haline getirilmesi, insan
bilgisinin disiplinlere ayrılması, kavramlaştırılması, kategorileştirilmesi,
soyutlanarak teori haline getirilip ve tekrar pratiğe dökülmesi insana ait,
insanın düşünme yetisine özgü bir durumdur. Madde ve maddenin hareketi, tüm
canlılardan ve de düşünen insandan önce de vardı.
İnsan gibi düşünme yetisine sahip olmayan hayvanların,
maddenin hareketini soyutlama ve bir düşünce haline getirme ve onu pratiklerine
yön vermek için kullanma özellikleri olmadığından, bu durum, düşünen insanın
ortaya çıkmasını bekledi. Marx, şöyle der:
“Üretici güçlerde, sürekli büyüme; toplumsal ilişkilerde
sürekli yok olma; düşüncelerde, sürekli oluşma hareketi vardır; değişmez olan
tek şey, hareketin soyutlanmasıdır”[3]
Marx’ın belirttiği, değişmez olan tek şey hareketin
soyutlanmasıysa, bu soyutlanmanın da pratiğe tekrar inmesi ve ona yön vererek
somutlanması söz konusu olacaktır. Düşünen insan, yani özne, maddenin
(nesnenin) hareketini soyutlarken, onu salt soyutlamak için değil, kendi
yaşamına yön vermek ya da Marx’ın ünlü formülüyle söylersek “maddi yaşamını
yeniden üretmek” için bu soyutlamayı pratiğe, yani, tekrar maddeye dönüştürmek,
maddeye biçim vermek ve onu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek karşı
karşıyadır.
Öznenin bu eylemi, insan olmanın olmazsa olmaz bir
sonucudur. İnsan, nesneyi bilincinde düşünce olarak yansıtırken, onu birebir
yansıtmanın ötesinde, onu yeniden üreterek, nesneye biçim verir.
Mekanik materyalistler, insan düşüncesini salt soyutlama
kategorisinde bırakıp onun somuta inerek pratikle bütünleşmesini ve nesneye
biçim verirken ve onu değiştirirken, kendisini de yeniden ürettiğini
göremiyorlar.
Düşünce kapasitelerini mekanik materyalizmle sınırlayanlar,
Lenin, ünlü; “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” sözünün üzerinde,
bunun felsefi olarak ne anlama geldiğini –sık sık tekrarlamalarına karşın-
düşünmemişlerdir ya da soruna dogmatik olarak yaklaşmışlardır. Mao’yu “idealist”
olarak eleştirenlerin, bunu görmezden gelmelerinin bir açıklaması vardır elbet,
ama, gerçek şu ki; burada anlatılmak istenen insan bilincinin insan pratiğine
yön verdiği, devrimci bir bilinç (teori) yoksa devrimci bir hareketin de
olmayacağının anlatılmasıdır. Burada, düşünceyi öne çıkaran Lenin, düşüncenin
nesnel dünyanın yansıması olduğunu reddetmemiştir.
Felsefe soyutlamadır ama somuta götürür. Marksist, teori de
pratiğin soyutlamasıdır ama o burada durmaz, soyutu somuta indirerek pratiği
devrimcileştirip zenginleştirir. Bilinç nesnesinin karşıt niteliği, bilincin de
karşıtlığını koşullar. Her nesne iki karşıt şeyin bir birliği ise, bu nesnenin
bilinci de aynı şekilde karşıtıyla vardır. Yani, düşünce ya da bilinç karşıtsız
varolamaz. Bu anlamda, Lenin, diyalektiği, Marksist bilgi teorisi olarak
tanımlamıştır.
Ortada binlerce pratik var ve her sınıfın pratiği de kendi
sınıfsal çıkarları doğrultusundadır. Bu sınıfların pratiklerine yol veren kendi
sınıfsal düşünceleridir. Ancak, sınıfsal bilinç, o sınıfın maddi yaşamından
gelir. Proletaryanın Marksist düşüncelere sahip olmadan hareket etmesi,
sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmede başarılı olamayacaktır.
Ama sınıf bilinçli olarak hareket ettiğinde hareket tarzı
sınıfsal çıkarları doğrultusunda olacaktır. Teori de bir bilinçtir ve maddenin
hareketinin soyutlanması ve yeniden pratiğe dökülmesidir. Bu ise bilincin,
gücünü ve madde üzerindeki etkisinin hareketini ortaya koyar.
Yapısalcı anlayışlarla Mao’nun felsefi anlayışı da aynı
değildir. Örneğin Althusser’in “teorinin nesnesi” ile Mao’nun teorik nesnesi
aynı şeyler değildir. Althusser[4] teoriyi yine teoriden çıkarırken, Mao’nun
teorisinin kaynağı ise sınıf mücadeleleri pratiğidir. Felsefede yapısalcı
anlayış, değişimin karşısında statik kalmayı yeğler, aynı Hocacılar gibi.
Mao’da, Marksizm, pratiğin önünü devrimci tarzda açan bir
eylem kılavuzudur. Bundan dolayı da Mao’nun düşünceleri komünist partilerine,
burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinde yol gösterir ve burjuvazi karşısında
devrimci kalmalarını ve sınıf mücadelesinde kararlı olmalarını sağlar.
Mao’nun görüşlerini savunanların örgütsel çalışmalarda en çok
yineledikleri sözlerden biri; “siyasal çalışma bütün çalışmaların can
damarıdır” sözüdür. Siyasal çalışma maddi değil düşünseldir. Düşüncelerin
harekete geçirilmesi ve bunun pratiğe uygulanmasıdır. Mao’yu “idealistlikle”
suçlayanların anlayışıyla hareket edecek olursak; “bu idealizmdir ve düşünceyi
öne alıyor” yargısına varabilir; “pratik çalışma bütün çalışmaların can
damarıdır” diye altı çizili bir not düşmekten kendini alamazlar.
Mao’nun bu özlü söylemi, Lenin’in “devrimci teori olmadan
devrimci pratik olmaz” önermesinin başka bir biçimdeki açıklamasıdır. Düz
mekanik mantığın düşünce ile madde arasındaki ilişkiyi tek yönlü ele alan ve
maddenin teori haline gelmiş kendi hareketini küçümseyen ve onu sıradanlaştıran
yaklaşımlarla, sınıf bilinçli proleterler, sınıf mücadelesi içinde her zaman
karşılaşacaklardır.
Siyasal mücadelede kendini dogmatik ve öznelcilik olarak
gösteren bu felsefi yaklaşımlar, her zaman işçi sınıfının burjuvaziye karşı
verdiği sınıf mücadelesinde ayak bağı olacak, onu yanlış yönlendirmelere sevk
edebilecektir. Bu nedenle, bu tür anlayışlara karşı ideolojik ve siyasal
mücadele, işçi sınıfının burjuvaziye karşı verdiği iktidar mücadelesinde
belirleyici bir yere sahiptir. Mao’da “Pratik Üzerine” ve “Çelişme Üzerine”
adlı makalesini ÇKP içindeki dogmatizmi geriletmek, diyalektik materyalist
anlayışı egemen kılmak için yazmıştır. Yani, bir gereksinimin ürünü olarak
ortaya çıkmıştır.
Yine Mao’nun “Kültür Devrimi” bu anlayıştan hareket eder ve
bilincin maddeye dönüşmesi ve kitlelerin elinde bir silah olarak
kullanılmasıyla, yeni ve komünizme kadar binlerce devrimin örneğini oluşturur.
Engels, diyalektiği şöyle tanımlar: “Gerçekte diyalektik,
doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları
biliminden başka bir şey değildir.”[5]
Düşünce önemsiz olsaydı, sosyal yaşama yön verici ve
dönüştürücü bir niteliği olmasaydı, Marx gibi bir deha, ömrünü DAS KAPİTAL’in
sayfaları arasında bitirmezdi. Maddenin hareketini bilince dönüştürebilen
insan, bilinci de maddenin hareketini yönlendirmede kullanabilme yeteneğine
sahip olabileceğini çıkarsaması zor olmasa gerek.
Düşüncenin dönüştürücü, maddeye şekil verici, değiştirici ve
geliştirici olan bu diyalektik hareketini görmeyip onu salt maddenin kaba bir
yansıması olarak ele almak, kendi tarihini yapan insanı hafife almak olduğu
gibi aynı zamanda maddenin diyalektik hareketinin bilincinde de olmamaktır.
Pratikten çıkan düşünce, kendini daha üst (yüksek) bir biçime bürünmüş haliyle
yeniden pratiğe döndüğü taktirde, pratiği geliştirdiği oranda kendini
üretebilir, maddileşebilir. Pratiği değiştirdiği oranda bir önceki düşüncenin
daha ilerisi ve onun bir yadsıması olarak yeniden pratiğe dönecektir. Bu
düşüncenin diyalektik hareketidir.
Mao’nun düşünce diyalektiği, sürekli olarak pratiğin
devrimcileştirilmesi, devrimci pratikten çıkan düşüncelerin yine daha üst bir
şekilde pratiği daha ileri bir noktada yeniden devrimcileştirmesinin
felsefesidir. Bilincin maddeye maddenin bilince dönüşmesi önermesi,
madde-düşünce diyalektiğinin özlü açıklamasıdır. Bu, diyalektik materyalist
felsefenin ta kendisidir.
Sonsuz harekete sahip maddenin yansıması olan düşüncenin de
hareketi sonsuzdur. O tek bir noktada durup kalmaz ve maddeyle kendi arasında
da bir çelişme vardır. O çelişme, doğru bildiği şeyden şüphe etmektir. Bu
şüphecilik düşüncenin sonsuz gelişimini ve kendini ilk çıktığı hal olmaktan
aşarak yeniden pratiğe dönmesinde bulur.
Ancak, düşüncedeki devrimci dönüşüp düşüncenin pratiğe
uygulanması ve pratiği daha ileriye götürmesinde ortaya çıkar ki, bu düşüncenin
kendini yeniden üretmesi ve maddeye dönüşmüş halidir.
Düşünce maddenin iç çelişkilerin bütünlüklü bir yansıması
olarak da algılanmalıdır. Maddenin bu iç çelişmelerinden hareket eden düşünce,
onu yönlendirmesi ve ona yeni bir biçim vermesi gibi diyalektik bir harekete de
sahiptir. Düşüncenin diyalektiğini maddeye hareketi veren onun iç
çelişmelerinden soyutlayarak ele alanların “vülger marksizm” ile de felsefi
bağlamda bir akrabalıkları olduğu bir gerçektir.
İnsan bilgisinin durmadan ilerlemesi, üretici güçlerin
gelişmesi, bilimsel buluşlarla birlikte maddi üretimin ve insan bilgisinin
gelişmesi ve bunların toplumsal yaşama yansıması, düşüncenin maddeye
dönüşmesinin en yalın örneklerini bize verir. Bilgi, maddenin hareketinin
kavranması, çelişmelerinin ortaya çıkarılması, çözülmesi ve bu bilgiler
ışığında maddenin hareketine yön verilmesidir.
Teori, hareketin temel özelliklerini, onun yasalarını,
gelişme yönünü, kaçınılmaz olarak nereye evrileceği ve izlenmesi gereken yönü
ortaya koymaktır. Nesnel gerçekliği en yakın bir şekilde düşüncede
somutlaştırmak ve ortaya çıkarmaktır. Yapısalcılığın ve dogmatizmin düşünce
sistematiğinde, düşüncenin maddeyi dönüştürme eylemi yoktur. Madde ve düşünce
arasındaki diyalektik ilişkiyi reddedenler, “düşünce maddenin yansıması”nı
kabul etseler de düşünceyi nesnesinden kopararak, diyalektik materyalizmi,
dogmatizmin yavan totolojisine kurban ederler.
Marx, Grundrisse’nin Giriş’inde şöyle der: “Genel olarak
üretim soyut bir kavramdır, ama ortak özellikleri gerçekten saptayıp
belirlediği ölçüde bizi yinelemelerden kurtaran ussal bir soyutlamadır. Bununla
birlikte, bu genel niteliğin, ya da karşılaştırma yoluyla yalıtılan bu ortak
öğenin kendisi, öğeleri birbirinden ayrılarak değişik belirlemelere bürünen
eklemlenmiş karmaşık bir bütün oluşturur”[6]
Soyutlanma algısal bilgiyse, somutlama ise ussal bilgiye
ulaşmaktır. Yani, düşünce maddenin soyutlanması ve en yüksek ürünü olarak da
somutlanması olarak nitelendirilebilir. Maddenin hareketinin tüm ayrıntılarının
bilincine varılması, çelişmeli yönlerinin bilince çıkarılması ve bunların niteliğinin
kavramsallaştırılması düşüncenin bu sürecinde gerçekleşir ve düşüncenin maddeye
hükmetmesi (onu değiştirip dönüştürmesi) ise ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Ressam, heykeltraş, film senaristi vb. sanatçıların ortaya
çıkardıkları eserleri, onların düşüncelerinin maddileşmiş halidir. Ressam,
resim yapmadan önce onun düşüncesini oluşturur ve ondan sonra o düşüncelere
fırçalarıyla tuval üzerinde hayat verir. Heykeltraş da aynı şekilde,
düşüncelerine hayat verir. Bu bilinçli bir insan etkinliği olarak ele
alınmalıdır. Toplumların tarihsel gelişmelerindeki entellektüel (bilinçli)
insan (onu biçimlendiren toplumsal nesnellik içinde) etkinliğinin rolü
yadsınamaz. (Devam edecek)
1- Ivan T. Frolov, Biyolojide Diyalektik Yöntem, s. 7
2- Karl Marx-Friedrich Engels, Kutsal Aile ya da Eleştirel
Eleştirinin Eleştirisi, s. 196, 1. Baskı, Sol Yayınları
3- K.Marx, Felsefenin Sefaleti, s. 118, Üçüncü Baskı, Sol
Yayınları
4- Bkz. Louis Althusser, Kapitali Okumak, İthaki Yayınları
5- Engels, Anti-Dühring, s. 240, 2. Baskı, Sol Yayınları
6- Marx, Grundrisse 1, s. 23, Birinci Baskı, Sol Yayınları