Halil Gündoğan’ın İttifaklar Sorununa İlişkin Yazıma Getirdiği Eleştiri
Üzerine
Halil Gündoğan kendi
bloğunda 3 Kasım 2020 Tarihli bir yazısında benim İttifaklar Sorunu Üzerine
yazdığım bir yazıyı eleştiriyor. Halil Gündoğan’ın Partizanın Defteri
sayfasında bir kaç kez yayınlanmış aynı başlıklı yazılardan hangisini esas
aldığını bilmiyorum.
Fakat Halil Gündoğan’ın eleştirisinde bir çok mantıksal
tutarsızlık belirgin olarak kendisini göstermektedir. Bu arada Halil Gündoğan
beni tanımadığını söylüyor. Ben Kaypakkaya geleneğinden biriyim. Bir dönem de
Güneşin Sofrası’nda Kazım Gündoğan ile beraberdik. Ben de Halil Gündoğan’ı
gıyabında tanıyorum.
Halil Gündoğan’ın
eleştiri yazısındaki mantıksal tutarsızlıklardan bir tanesi İttifaklar
sorununun strateji ve ideolojiyle ilşkisine dair. Şöyle ki Halil Gündoğan
eleştirisinin başlangıcında ittifaklar sorununa dair şöyle bir belirleme
yapıyor: ”Öncelikle belirtmek gerekiyorki Komünist Devrimciler için
ittifaklar sorunu ideolojik-ilkesel bir sorun olmayıp; siyasal mücadelenin
taktiksel bir sorunudur.
Dolayısıylada sorun her türlü katı- basma kalıp
formülerin dışında, günün objektif ve subjektif somut koşulları içerisinde,
dinamik olarak ele alınacak bir sorundur.” Halil Gündoğan daha sonra
eleştirisinin ilerleyen bölümlerinde ittifaklar sorununa dair birinci
belirlemesini yadsıyan başka bir belirleme daha yapıyor: ”Somut olarak
ittifaklar sorununda irdelenecek olursa görülecektirki; “Maoist Birleşik Halk
Cephesi anlayışı”, devrim mücadelesinin başarıya ulaşmasının “olmazsa olmaz” üç
stratejik silahından biri olan ittifaklar sorununda, komünist-devrimcileri
esasen silahsızlandırmaktadır.
Çünkü öngörülen anlayış; komünist-devrimcileri,
öncelikle yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik koşullar ile sınırlıyor. Ve
buna göre de o basma kalıp şablon ile reçeteler yazmaya koşulluyor:” Bu
iki belirleme açıkça birbirini yadsıyan belirlemelerdir. Halil Gündoğan,
birinci belirlemesinde ittifaklar sorununu taktiğe indirgedikten sonra ikinci
belrlemesinde ” ittifaklar sorununu devrim mücadelesinin başarıya ulaşmasının
olmazsa olmaz üç stratejik silahından biri olarak değerlendiriyor.
Şimdi, bu
belirlemelerden hangisi doğru? Kuşkusuz ikinci belirleme doğru. Çünkü
ittifaklar sorunundaki taktik anlayışlar devrim stratejisi ve ideolojisinden
bağımsız olarak ele alınamaz. Bu demek değildir ki bir devrim sürecinin bütün
ittifaklar siyaseti stratejiktir. Bir devrim süreci için stratejik ittfaklar
olabileceği gibi taktik ittfaklarda mümkündür.
Örneğin, Sovyet ve Çin
devrimlerinde proletaryanın öncüsünün köylülükle yaptığı ittifak stratejik bir
ittifakken, Sovyetler Birliği’nin ikinci emperyalist paylaşım savaşında Alman
faşizmine karşı Müttefik devletlerle yaptığı ittifak taktik bir ittifaktır. Bir
ittifakın stratejik olması demek belirli bir çelişkide çelişkinin devrimci
tarafında duran unsurları kapsaması demektir. Örneğin, demokratik devrim
aşamasında işçi sınıfının köylülükle yaptığı ittifak stratejik bir ittifaktır.
Çünkü bu ittifak gerçekleşmeden işçi sınıfının tek başına iktidarı ele
geçirmesi ve sosyalizmi inşa etmesi mümkün değildir. İşçi sınıfı ile köylülük
arasındaki ittifak, köylü sorununun çözülmediği, köylülüğün farklılaşma
sürecinin halen devam ettiği coğrafyalarda stratejik bir
ittifaktır. Dolayısıyla, bir devrim sürecinde proletaryanın politik öznesi
öncelikle devrimden menfaati bulunan sınıflar arasında stratejik ittifakları
gerçekleştirme mücadelesi sürdürür; bunun yol ve yöntemleri üzerinde
yoğunlaşır.
Sratejik ittifaklar bir
coğrafyanın devrim sürecinin temel stratejik yönelimlerini, esas ve tali
mücadele araç ve yöntemlerini belirler. Stratejik ittifakları taktiğe
indirgemek esas ve tali mücadele araç ve yöntemleri arasındaki ayrımı
belirsizleştirmek anlamına gelir. Köylü sorununun çözülmediği, köylülüğün
farklılaşma sürecinin tamamlanmadığı yarı-feodal coğrafyalarda köylülük temel
güç, proletarya ideolojik güçtür.
Maoist Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi
temel güç olan köylülüğe dayanılarak inşa edilir.
Halil Gündoğan
eleştirisinin devamında kendine has belirlemeler yapmaya devam ediyor.
Örneğin
şöyle diyor:
”“Halkın Birleşik
Cephesi, işçi-köylü temel ittifakı üzerinde, devrimden çıkarı olan anti-feodal,
anti-emperyalist ve anti-komprador sınıf ve katmanların ittifakıdır. Esası
toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi sürecinde milli burjuvazi, bu
ittifakın vazgeçilemez bileşenidir.
Halkın Birleşik Cephesi (HBC), KP
öderliğini şart koşar. Halkın birleşik cephesinin kurulabilmesi için KP
önderliğinde bir veya birkaç bölgede kızıl siyasi üslerin kurulmuş olması
gerekir. Bu, yürütülen savaşın en azından stratejik denge aşamasında olması
anlamına gelir. KP bu güce, savaş bu düzeye varmadan HBC kurulamaz. KP
önderliğinde kurulmamış olan ittifaklar da hem HBC olarak tanımlanamazlar ve
hemde bunlar içinde yer almak kuyrukçu, sınıf işbirlikçi pozisyona düşürür.
HBC
bir iktidar orgaınıdır. Devrimle kurulacak yeni demokrasinin iktidar organıdır
ve milli burjuvazi, sosyalist devrime kadar bu halk iktidarının bir bileşeni
olarak varlığını devam ettirir.”“Maoist HBC anlayışı” diye sunulan
sol-sübjektif perspektifin kaba özeti budur!
Görüleceği üzere bu perspektifte;
a-) ülkenin sosyo-ekonomik yapısında yaşanmış olan değişim ve dönüşümlerin,
örneğin kapitalist üretim ilişkilerinin hakim hale geçmiş olmasının ve bunun
devrim aşamasında ve ittifaklar sorununda ne tür farklılaşmalar yarattığının
bir önemi bulunmuyor.
b-) Türkiye ve K.Kürdistan somutunda yaşanan gelişmelerin
tolumsal ve ulusal çelişmeleri ve keza savaş strateji ve taktiklerini nasıl
etkilediği ve değiştirdiğinin bir hükmü bulunmuyor. Türkiye ve K. Kürdistan’ın
iki farklı sosyo-ekonomik yapıya, iki farklı devrim aşamasına ve iki farklı
devrim stratejisine, iki farklı itifaklar siyasetine ve bunlarla birlikte çok
daha ivedilikle öne çıkan birleşik devrim stratejisi ihtiyacına göre devrim
teorisini yenilemek geregtiğinin bir önemi bulunmuyor.
c-) derimci mücadelenin
öncü öznesi olarak komünist-devrimcilerin, devrimci mücadeleye fiilen
başladıkları andan itibaren, mücadelenin herbir evresini başarıyla
tamamlayabilmek için, mücadelenin farklı herbir evresinde düşmanı o özgülün
somutunda yenilgiye uğratma mücadelesinin de, Lenin’in önemle vurguladığı
tarzda bir “kitlesel müttefikler” siyasetiyle mümkün olabileceğinin bir önemi
bulunmuyor. Komünist-devrimcilerin, diğer sınıf ve katmanlara, onların siyasal
önderi örgütlerine önderliklerini kabul ettirecek o güçlü duruma hangi mücadele
yol ve araçlarını kulanarak varabileceklerinin bir önemi bulunmuyor.
(Tipik bir
öncü savaş mantığı mı güdülüyor acaba? Biz gerilla mücadelesiyle düşmana
darbeler vurdukça, düşman zayıflayacak ve ters orantılı olarak bizde
güçleneceğiz. Ve böylece kitleleşeceğiz. Işte bu sayede devrimden çıkarı
bulunan diğer sınıf ve katmanlar dahil, milli burjuvazinin sol kanadıda
önderliğimizi kabul ederek HBC’yi oluşturma koşularını olgunlaştırmış
olacağız.) vs. vs.Fikret’in yaklaşımı da bunun tipik örneklerindendir.
Lenin
referansıyla konu özgülündeki doğmatik-mekanik yaklaşıların eleştirisi yapılmak
istenmişse de ancak anlaşılan o ki, tedrisatından geçtiği “Maoizim” buna pek
fazla şans tanımamış. Karşımızda farklı versiyonuyla kaskatı bir dogmatizm var.”
Şimdi, bu
belirleme neresinden tutsanız elinizde kalacak bir belirleme. Birincisi, Halil
Gündoğan coğrafyamızda kapitalist üretim ilişkilerinin hakim hale geldiğine
inanıyor. İnanıyor diyoruz; çünkü, tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin
nasıl hakim hale geldiğine dair gösterilen herhangibir veri yok. Öyle ise biraz
Anadolu ve Kürdistan coğrafyasının sosyoekonomik yapısından bahsetmek
gerekiyor.
Anadoluda bugüne kadar
başlamış ve tamamlanmış hiçbir toplumsal devrim yoktur.İkinci meşrutiyete kadar
olanların tamamı emperyalistlerin güdümündeki reform hareketleri idi
zaten.İkinci Meşrutiyet ise cılız bir burjuva hareketi olup,başarısızlıkla
sonuçlanmış,hareketin başındakiler emperyalistlerle birlikte kapitalist ve
feodal üretim ilşkilerini yan yana sürdürmüşlerdir.İkinci meşrutiyetin
ilanındada cumhuriyetin ilanındadan sonra da iktidardaki toplumsal sınıflar
önceki toplumsal sınıflarla aynıdır.
Cumhuriyetle birlikte
elbette ki değişen bazı şeyler vardır.Cumhuriyetten önceki komprador büyük
burjuvazinin, toprak ağalarınıneski bürokrasinin,ulemanın yerini,ulusal
karakterdeki orta burjuvazi içinden güçlenerek çıkan emperyalizmle komprador
ilişkilere giren Türk ve Kürt burjuvazisi ve eski Türk ve Kürt komprador
burjuvazi ve toprak ağalarının bir kısmı aldı.
Anadoluda bugün istihdam
edilen 22 594 000 kişinin yaklaşık %61’i üçretli veya yevmiyeli,%25’i kendi
hesabına çalışan, veya işveren,%13,6’sı ücretsiz aile işçisidir.
Ücretli ve maaşlı olan13 762 000 kişinin 527 000 i tarım, 4 950 000 i
sanayi, 8 285 000 i hizmet sektöründe çalışmaktadır. Kendi hesabına çalışan 5
750 000 kişinin 2 513 000 i tarım, 883 000 i sanayi, 2 354 000 i hizmet
sektöründe çalışmaktadır.Ücretsiz ailşe işcisi olan 3 083 000 kişinin 2 643 000
i tarım, 94 000 i sanayi, 346 000 i hizmet sektöründe faaliyet
göstermektedir. Kendi hesabına çalışan 5 750 000 kişinin
%90 ı 1-4 kişi çalıştıran iş yeri sahibi,%6 sı 5-9 kişi çalıştıran iş yeri
sahibi,%2 si 10-24 kişi çalıştıran iş yeri sahibi, %1 i 25-49 kişi çalıştıran
işyeri sahibi ve %0,5 i 50 kişiden fazla işçi çalıştıran işyeri
sahibidir. Ücretsiz aile işçisi olan 3 083 000
kişinin %86 sı 1-4 kişi çalıştıran işyerlerinde, %0,6 sı 10-24 kişi çalıştıran
işyerlerinde, %0,03 ü 25-49 kişi çalıştıran işyerlerinde, %0,03 ü 50 den fazla
kişi çalıştıran işyerlerinde çalışmaktadır.
Merkezi
feodal Osmanlı imparatorluğu döneminde, küçük üreticilere toprağın küçük
parçalar halinde sadece kullanım hakkını veren Asya tipi üretim biçimi
uygulandığından bu olgu önce köylülüğün farklılaşmasını yavaşlatmış el
zanaatları ve manifaktürün gelişimini ve buna bağlı olarak ilkel birikimi
engellemiştir.Sonrasında emperyalizmin önce meta ihracı ve sonrasında sermaye
ihracı ile zaten güdük olan ve ilkel iş aletleri ile üretim yapan el
zanaatlarını ve manüfaktürü çökertmesi ile yerli sanayinin gelişmesi
engellendiği gibi karşılıklı diyalektik etki ile tarımda kapitalist üretim
ilşkileri gelişememiştir.
Anadoluda toprak
mülküyeti, 1924 Anayasası ile güvence altına alınmış,eski tımar vb. toprakları
işleyenlere,bu durumu kanıtlamaları halinde,bu toprakları mülküyetlerine
geçireceklerine ilşkin yasanın çıkışından sonra bir çok nüfuzlu esnaf, büyük
toprak sahibi, ellerindeki eski osmanlı belgelerini mahkemelere sunarak bu
toprakları sahiplenmişlerdir. Osmanlı döneminden
beri emperyalizm bir taraftan ülkedeki hammaddeleri talan etmekte,artı-değerin
önemli bir bölümünü borçlandırma ile kendi hanesine aktarmaya devam
etmektedir.Emperyalizm, bunu yaparken,kapitalizm öncesi geri üretim ilşkilerini
korumakta, tarımın ve sanayinin gelişmesine engel olmaktadır.
Bu talan ve soygun
sisteminde küçük üretici köylü topraktan ve üretim araçlarından belli bir
oranda kopmaktadır.Böylece özgür emekçilerin sayısı her geçen gün
artmaktadır.Fakat bu artışın çok yavaş ve sancılı olduğu, tarım kesiminde
yoksul ve küçük köylü üreticilerinin, sanayi kesiminde mikro ve küçük
işletmelerin çokluğundan anlaşılmaktadır.Anadoludaki tarım ve sanayinin
emperyalizmle ilişkisi artarak sürmekte, tarım ve tarım dışında gelişen ilkel
birikimin geri üretim ilşkilerini tasfiyesi engellenmektedir.
İlkel birikim denilen kavram
serf niteliğinde topraksız köylülüğün ve küçük üretici köylünün üretim
araçlarından ayrılması buna karşılık üretim araçlarının belirli ellerde
toplanarak sermayeye dönüşmesidir.Kapitalizmin kendi dinamikleri ile geliştiği
bir süreçteki ilkel birikim kavramı ile komprador kapitalizmin yarattığı ilkel
birikim işlevsel olrak farklı olgulardır.Birinci olguda kapitalizmin gelişmesi
ve ilkel birikimin gerçekleşmesi geri üretim ilşkilerinin tasfiyesi ile doğru
orantılı iken ikinci olguda komprador kapitalizm bizzat geri üretim ilşkileri
zemininde geliştiğinden bu ilşkileri koruyup sürdürmesi esas eğilimidir.
Tarımda etkinlik
gösteren 3 022 127 işletmenin arazi büyüklüğüne ve dahil edildikleri toplumsal
sınıflara göre dağılımı şöyledir:
Tarımda etkinlik gösteren işletmelerin 1 952 142 si yoksul ve küçük
köylü işletmelerdir.
Bu işletmeler
Anadoludaki tarım işletmelerinin %68 i olup, işlettiği arazi miktarı
Anadoludaki toplam arazinin %21 idir ve bu işletmelerde bir traktöre düşen
arazi miktarı 9 dekardır.
Orta köylü işletmelerin
sayısı 887 376 dır ve bu işletmeler Anadoluda tarım işletmelerinin %29 u olup,
işlettikleri arazi miktarı, Anadoludaki toplam arazinin%45 idir ve bu
işletmelerde bir traktöre düşen arazi miktarı 25 dekardır.
Zengin köylüler 171 113
işletmeye sahiptir ve bu işletmeler, Anadoludaki toplam işletmelerin %6 sı
olup, işlettikleri arazi miktarı,Anadoludaki toplam arazi miktarının %29 udur
ve bir traktöre düşen arazi miktarı 730 dekardır.Büyük toprak sahipleri ve
toprak ağaları 2 477 işletmeye sahip olup, bu iletmeler Anadoludaki toplam
işletmelerin %0,15 i olup, işlettikleri arazi miktarı, Anadoludaki toplam arazinin
%5 dir ve bir traktöre düşen arazi miktarı 1 265 dekardır.
Yoksul ve küçük
köylülerden arazi,si olanların %88 i yalnız kendi arazisini işlerken,diğerleri
hem kendi arazisini hem zilyetlikle,hem kendi arazisini hem başkasının
arazisini işletmektedir.Arazisi olmayanlar ise,kirayla,ortakçılıkla, diğer
şekilde, iki yada daha fazla tasarruf şekli ile arazi işletmektedir.
Orta köylülerden
arazisi olanların %79 u yalnız kendi arazisini,
işletirken,diğerleri,zilyetlikle,hem kendi arazisini hem zilyetlikle,hem kendi
arazisini hem başkasının arazisini işletmektedir.Arazisi olmayanlar kirayla,
ortakçılıkla,diğer şekilde, iki veya daha fazla tasarruf şekliyle arazi
işletmektedir.
Zengin
köylülerden arazisi olanların %70 i yalnız kendi arazisini işletirken,
diğerlerinin çok küçük bir bölümü zilyetlik, hem zilyetlik hem kendi arazisini
işletirken, çok büyük bölümü hem kendi arazisini hem başkasının arazisini
işletmektedir.Arazisi olmayanlar, tasarruf biçimlerinin tümüyle arazi
işletirken, esas olarak kiracılık ve ortakçılık ile arazi işletmektedir.
Büyük toprak
sahiplerinin ve toprak ağalarının arazisi olanların %49 u yalnızca kendi
arazisini işletirken, dğerleri topraklarını arazi tasarruf biçiminin tümüyle
işletmekte, esas olarak, hem kendi arazisini hem başkasının arazisini
işletenlerle işletmektedir.Arazisi olmayanlar ise, bütün tasarruf biçimleri ile
arazi işletmekle birlikte, arazi işlettikleri esas tasarruf biçimi
ortakçılıktır.
Yoksul ve küçük köylü
üreticilerinin büyük çoğunluğu, toprak sahipleri ile veya temsilcileri
ile zilyetlik, ortakçılık ve diğer feodal ilişkiler içinde değildir.Ancak
Anadolu tarımında feodalizm esas olarak değişim sürecinden ziyade üretim
sürecinin kendisindedir.Küçük meta üretimi yapan köylülük esas olarak kendi
geçimlik ihtiyacı için kulanım değeri üretmektedir.Ürünün sonradan metalaşması
bu gerçekliği değiştirmez ve bu kullanım değeri üretilirken yine belirleyici
olarak satın alınmış emek değil aile emeği kullanılır.Yani emeğin kendisi
metalaşmamaktadır.Artı ürünün bir kısmı zorunlu olarak diğer geçim araçlarını
edinmek için metalaşır.Bu değişim sürecinde tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar
niteliğindeki devlet köylünün artı-emeğine el koymaktadır.Ürünün metalaşma
sürecinde ürününü pazara götürecek olanağı olmadığından köylü ürünü pazar
fiyatının altında bir fiyatla elden çıkarır.Ama esas sömürü şu olgudadır ki
metalaşan ürünün kar realizasyonu tefeci, tüccar yada tefeci tüccar
niteliğindeki devletle değişim sürecinde sonlanmaz;kar realizasyonu mamul
maddenin yani sanayi ürününün pazara sunumu ile tamamlanır.İşte bu olgu,
komprador kapitalizmin niteliği gereği gereksinim duyduğu ucuz hammaddenin
yaratılmasının dinamiğinin tarımda küçük meta üretimi olduğu gerçeğinden
kaynaklanır.
Bu anlaşılır bir
şeydir; eğer tarımda kapitalist ülkelerde olduğu gibi esas olarak satın alınmış
emek kullanılsa idi ve bir tarafta üretim araçlarından yoksun emek kitlesi
diğer tarafta üretim araçlarını ve toprağı sermayeye dönüştürmüş olan
kapitalistler şeklinde bir sınıfsal bölünme oluşsaydı, kapitalizm kendi
dinamikleri ile gelişecek ve ilkel birikim süreci tamamlanacaktı.Ancak
emperyalizm ve ona bağlı olarak gelişen komprador ilşkiler bizzat kar
realizasyonunu tarımın bu yarı-feodal niteliğinin yani küçük meta üretiminin
çelişkileri ile gerçekleştirmektedirler.
Komprador
kapitalizm ve emperyalizmin gereksinim duyduğu ucuz hammadde ve hatta ucuz iş
gücünü yaratan üretim ve hatta değişim süreci feodal karakterde olan küçük meta
üretimidir.Komprador kapitalizmin ilkel birkimin oluşmasını engellediği iddaları
doğru değildir.
Büyük komprador holdinklerin kökeninde tefeci, tüccar sermayesi ve
toprak ağalığı vardır.Oluşan bu sermaye birikimi tarımda küçük meta üretimini
tasfiyeye yönelemez çünkü bizzat onun üstüne inşa edilmiştir.
Başkasının toprağını işletenler işletmeyenlere göre çok daha kötü koşullarda
üretim yapmaktadır.Ortakçılıkla kiracılık, kapitalist üretim biçimine yakınlığı
ile karşılaştırıldığında, kiracılık daha yakındır.Ortakçılıkta, hasat iyi de
olsa kötü de olsa, ürün önceden anlaşıldığı şekilde toprağı işletenle toprak
sahibi arasında bölüşülmektedir.Kiracılıkta durum daha farklıdır.
Hasat iyi olduğunda kira
rahatlıkla ödenebilmektedir.Toprak verimliyse, ürün pazarda değer buluyorsa,
ücretli işçi bile çalıştırılıp,kapitalist ilşkilere girilebilmektedir.Hasat
kötü olduğunda, üretici kirayı ödeyememekte,ödediyse de kendisine bir şey
kalmadığından, tefeciyle, tüccarla ilşkiye girmekte, daha önceden ilşkisi
varsa, bu ilşkiler, kendi aleyhine dönüşmekte, topraktan ve üretim araçlarından
kopmaktadır.
Köylülüğün topraktan ve üretim
araçlarından kopma süreci komprador kapitalizm koşularında kapitalizmmin kendi
dinamikleri ile geliştiği koşulardan farklıdır.Bir taraftan giderek bölünen
arazi ve yoğun sömürü yoksul ve küçük köylülüğü ve hatta orta köylülüğü
topraktan koparırken köylülüğün oldukça önemli bir kısmı proleterleşmemekte ve
yarı proletere dönüşmektedir.Tarımla ilişkisini toprağını ortakçı veya kiracıya
bırakarak sürdüren bu kitle komprador kapitalizme ucuz iş gücü ve yedek iş gücü
yaratmaktadır.Yarı- proleterler ücrete karşılık gelen gerekli emek zamanını
düşürerek vasıfsız iş gücü kullanan sektörlerde komprador kapitalizme ucuz iş
gücü yaratmaktadır.Ucuz iş gücünün bir diğer kaynağı da yedek iş gücüdür.
Yoksul ve küçük
köylü üreticiler, az sayıda ve ilkel tarım araçlarına sahip olup, kendi
emekleri ile ve aile bireylerinin emekleri ile üretimde bulunmakta, kapitalist
üretimdeki işçiler gibi çalışmaktadırlar.Onlardan farkları, üretim araçlarının
kapitalistlere değil kendilerine ait olmasıdır.Üretim araçları kapitalistlere
ait olsaydı, üretim ilşkileri kapitalistle olacaktı, fakat kendi toprağı olan
yoksul ve küçük köylülerin ilşkileri, tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar
niteliğindeki devletle; başkalarının topraklarını işletenlerin ilşkileri, hem
toprak sahibile hem de tefeci, tüccar ve tefeci, tüccar niteliğindeki
devletledir.Bu sınıfın ürettiği artı emek,tefeci,tüccar,toprak sahibi ve
tefeci,tüccar niteliğindeki devlet tarafından gasp edilmektedir.Daha başka bir
anlatımla,yoksul ve küçük köylü üreticiler, feodal ilşki içinde üretimlerini
sürdürmekte, çok zor duruma geldiklerinde, topraktan ve üretim araçlarından
yukarıda anlatıldığı gibi kopmaktadırlar.
Yoksul ve küçük
köylü üreticiler,feodal üretim biçiminde görülen kullanım değeri üretmektedir.
Bilinmektedir ki,kulanım değeri, üreticinin kendi gereksinimlerini
karşılamak,yaşamını sürdürmek için yapılmaktadır.Bu nedenle,üreticinin
ürünlerini pazara götürmesi,onun pazar için üretim yaptığı anlamına
gelmez.Pazar için üretim, değişim değeri üretimi demektir.Küçük üreticinin
kendi üretim araçları ile doğrudan ürettiği ve kullanım değerine sahip ürün,
tüccar aracılığı ile bilinmeyen pazara götürüldüğünde değişim değerine sahip
metaya dönüşmektedir.Burada artı- değer,feodal biçimde üretilmekte, değişim
sırasında tüccar tarafından ele geçirilmektedir.Üretim araçlarına sahip
kapitalist,emekçilerin iş gücünü ücret karşılığında satın alarak ürettiği ürünü
parayla değiştirmek için pazara götürmektedir.Burada ürünün üretilme biçimi
önemlidir,pazarda para yerine başka bir ürünle değiştirilmesinin hiçbir önemi
yoktur. Kapitalist üretimin temel ölçütü üretimin
ücretli emek tarafından yapılmasıdır.Kapitalist üretim, aynı zamanda süreç
ilerledikçe sermaye birikimi yapar, küçük tarım üreticilerinin yerini
ücretli tarım işçileri alır.Yoksul ve küçük köylü üreticileri, üretim
araçlarının parçası yada sahibidir ve doğayla ayrılmaz bir bütün
oluşturmaktadır ve üretim araçları, üreticinin kendisini yeniden üretmek için
kullanılmaktadır.
Orta köylülerin büyük
çoğunluğu kendi arazilerini işletir.Bu sınıfın esas özelliği, kendi emeği ile
aile bireylerinin emeği ile tarımsal üretim yapmaktır.Küçük meta üretimi yapan
orta köylüler, bazen tarım işlerinde ve tarım dışı işlerde geçici ücretli işçi
olarak çalışırken, bazen kendileri de ücretli işçi kiralayarak kapitalist meta
üretimi yani pazar için üretim yapmaktadırlar.İşleri iyi gidenler zamanla
kapitalist çifçilere dönüşürken, kötü gidenler, tüccar tefeci veya banka
borçları nedeni ile topraktan ve üretim araçlarından kopmaktadırlar.
Zengin köylülerin esas
üretim biçimi , kapitalist üretimdir, çünkü gelirleri, ücretli işçilerin
artı-değerleridir.Bunun yanında, topraklarını kiraya verip, bu yolla da getirim
elde etmektedirler.Zengin köylülerin topraklarını kira karşılığında işleten
yoksul ve küçük köylüler ise, kendi gereksinimleri için üretim yaptıklarından,
toprak sahibi ile feodal ilişki içindedirler.Söz konusu topraklar, ücret
karşılığında işçi çalıştıran kapitalist işletmeler tarafından işletildiğinde,
buradaki ilişki, kapitalist ilişkidir, toprak sahibine ödenen kira,
artı-değerin işçilere ödenmeyen bölümünden verilmektedir.Bir başka anlatımla
zengin köylülerin bir tarafı ücretle çalıştırdıkları işçilerle kapitalist
ilişki içinde olurken,diğer tarafı, topraklarını, kirayla, ortakçılıkla,
yarıcılıkla verdiği yoksul ve küçük köylülerle,orta köylülerle feodal toprak
ilişkisi içindedirler.
Büyük toprak sahipleri
ve toprak ağalarının tamamına yakını kendi topraklarına sahiptir.Zengin köylüler
gibi ücretli işçi kiralayarak, kapitalist üretim gerçekleştirirken, ticaret
yaparken, topraklarını, tarımsal üretim yapan yoksul ve küçük köylülere, orta
köylülere, zengin köylülere yarıcılıkla, ortakçılıkla veya kiracılıkla vererek,
bu kesimlerle feodal ilşki içindedirler.
Tarımsal kesimde,
ücretli işçi çalıştıran kapitalist işletmeler, dikkate değer bir varlık
göstermemektedir,Kendi hesabına çalışanlarla ücretsiz aile işçisi toplamı
neredeyse, esas işi tarım olanların tamamıdır.
Anadoluda işletmelerin işlettiği araziler daha çok küçük parçalar
halindedir.Bunun nedenleri, Osmanlı tımar sisteminde kullanım hakkı olan
arazinin onu işletenlere verilmesi, borçlarını ödeyemeyen bazı köylülerin
arazilerinin belli bir kısmını elden çıkarması ve veraset nedeni ile arazilerin
daha küçük parçalara ayrılmasıdır.Bir işletmenin çok sayıda parça işletmesinin
nedenleri ise, kendi topraklarında elde ettiği ürünle geçinememesidir.Yoksul
köylüler, küçük köylüler ve orta köylülerin bir bölümü böyle yapmaktadır.
Yoksul ve küçük
köylüler, küçük meta üretimi ile sağlanan gelirle geçinemediği halde, topraktan
ve üretim araçlarından kopamamaktadırlar.Bunun en önemli nedeni ücretli olarak
çalışacakları kapitalist işletme bulamamalarıdır.
Kırsal nüfusta
nispi azalma ile birlikte tarımda küçük meta üretiminin korunması Asya tipi
tarım geçmişinden gelen yarı-feodal formasyonlarda esas eğilimdir. çünkü
komrador kapitalizmin tarımı kapitalistleştirme dinamiği olmadığı gibi bizzat
küçük meta üretimi niteliğindeki tarım emperyalizme bağımlılığın koşulları olan
ucuz tahıl ve hammadde ile ucuz iş gücünün yaratıcısıdır.
Lenin tarımda kapitalizm
ile ilgili değerlendirmelerini yaparken ücretli emeğin ve makina kullanımının
yaygınlaşmasını ve ücretli işçi artış oranının toplam nüfus ve kırsal nüfus
artış oranından yüksek olmasını önemli ölçütler olarak görür.
Tahıl fiyatlarının küçük köylü toprak mülkiyetinin
belirleyici olduğu ülkelerde kapitalist üretim biçimine sahip ülkelerden daha
düşük olmasının esas nedeni küçük meta üretiminde emeğin kendisinin
metalaşmamasıdır.
Küçük meta
üretiminde sermaye birikiminin üretim süreci döngüsünün dışında gerçekleşmesi
önemlidir çünkü bu olgu bu üretim tarzının kendi dinamikleri ile asla
kapitalist üretim tarzına dönüşemeyeceğini anlatır.
Anadolu ve Kuzey
Kürdistanda tarımda ücretli emek kullanım oranları bölgelere göre şöyledir:
İstanbul buölgesi %0,1, Batı Anadolu bölgesi %1,9,Batı Marmara
bölgesi %4,5, Doğu Marmara bölgesi %2, Ege Bölgesi %5,4,Akdeniz bölgesi
%10,6,Orta Anadolu bölgesi %4,5,Batı Karadeniz bölgesi %2,9, Doğu
Karadeniz bölgesi52,Orta Doğu Anadolu bölgesi%3,6, Kuzey Doğu Anadolu bölgesi
%4,2,Güney Doğu Anadolu bölgesi%7,9
Görüldüğü
gibi sanılandan farklı olarak tarımın en fazla kapitalistleştiği bölgeler
ücretli iş gücü kullanım oranları ile %10,6 ile Akdeniz bölgesi ve %7,9 ile
Güney Doğu Anadolu bölgesidir.Bu bölgeler aynı zamanda büyük toprak
mülküyetinin en fazla görüldüğü bölgelerdir.
Kır nüfusunda
yüzdelik azalmaya karşılık tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve
tarımın kapitalist bir niteliğe büründüğü iddaları tutarsızdır.Nüfus oranlarına
dair istatistik yüzdeler tek başına üretim ilişkilerinde bir nitelik ifade
etmezler; üretim ilişkilerinin niteliği konusunda bir vargı oluşturmak için
bizzat üretim sürecine içkin olan çelişkilerin tahlil edilmesi gerekir.Tarla
tarımına yarı feodal niteliğini veren esas olgu üretim aşamasında emeğin
metalaşmamasıdır.Kısmen satın alınmış emek kullanımı tarımın yarı feodal
niteliğini değiştirmez.
Ayrıca kır nüfusunda yılara göre nispi azalma yani
kırdan şehire sürekli nüfus hareketi yine yarı- feodal ekonomilere dair bir
olgudur.Küçük meta üretimi niteliğindeki tarla tarımı köylülüğün esareti olduğu
gibi kırdan şehire nüfus hareketi komprador kapitalizme vasıfsız iş gücü ve
yedek iş gücü yaratır.Ayrıca kırdan göçle gelen yığınların tarımdan tamamen
ayrılmaması ve yarıcı, ortakçı,kiracı ilişkisi ile kır ekonomisiyle ilşkisinin
sürmesi onlara yarı proleter nitelik verir ve bu yarı proleter kitle işçinin
kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara karşılık gelen gerekli
emek zamanını yani ortalama ücretleri düşürür.
Görüldüğü gibi Anadolu
tarımında küçük meta üretimi niteliğinde kapitalist ve feodal formasyonlar çok
farklı biçimlerde iç içe geçmiş ve birlikte komprador kapitalizmin karakterini
belirlemektedirler.Bu üretim ilşkilerinden hangisinin belirleyici olduğu
tartışmasının tutarlılığı yoktur.
Bu iki üretim biçimi iç
içe geçerek bir format oluşturmaktadır. İMF
ve Dünya Bankası tarım projeleri ile tarımı tekeleştirme girişimleri ile
getirilen sözleşmeli çiftçilik gibi olgular da sonuçta küçük meta
üretiminden başka bir şey değildir.Tarımda kar marjları düşük, doğal etkilere
açık,risk oranı yüksektir. Bu olgularda tefeci tüccar sermayesinin ve komprador
sermayenin tarımda kapitalist yatırıma yönelmemesinin nedenlerindendir.Küçük
üretici topraktan tedricen kopsa da küçük meta üretimi ve yarı feodal
formasyon komrador kapitalizmin karakterini belirlemeyi sürdürecektir.
Görüldüğü gibi Halil Gündoğan’ın Anadolu ve Türkiye
sınırları içinde kalan Kuzey Kürdistan coğrafyasının iki farklı sosyoekonomik
yapı ve dolayısıyla iki farklı devrim stratejisi ve sınıf ittifakları içerdiğine
dair belirlemesi doğru değildir. Zaten böyle bir belirleme eşyanın tabiatına da
aykırıdır. Belirli bir devlet sınırları içinde kalan ve aynı üretim
ilşkileriyle koşullanmış bir coğrafyanın iki farklı sosyoekonomik yapı
göstermesi mümkün değidir.
İbrahim Kaypakkaya’nın
72 programından bu yana sosyoekonomik yapıda nitel bir değişim olmadığı halde
yarı feodal yarı sömürge coğrafyalara özgü Maoist HBC siyasetinin eskidiğini,
güncelliğini yitirdiğini idea etmek revizyonizme karşılık gelir.
Şöyle devam ediyor Halil
Gündoğan:
”Bu öylesine
tipiktir ki; Mao Zedung’un Çin koşulları ve uzun süreli halk savaşı stratejisi
bağlamında formüle ettiği, Kaypakkaya’nın da (indirgemeci bir tarzla) doğrudan
Türkiye ve K. Kürdistan koşulları için öngördüğü, tanımlı, “Halkın Birleşik
Cephesi” teorisini, “Maoist Birleşik Cephe Anlayışı” adı altında, genel
geçerliğe sahip bir teoriymiş gibi, ittifaklar sorununa ilişkin tüm teorisini
bunun kantarına vurarak oluşturmaya çalışmış.”
Böylelikle, Halil
Gündoğan, ibrahim Kaypakkaya’yı ve beni Mao Zedung’un Çin koşulları ve Uzun
Süreli Halk Savaşı Stratejisi (USHSS) bağlamında formüle ettiği Halkın Birleşik
Cephesi (HBC) teorisini ”Maoist Birleşik Cephe Anlayışı” adı altında
indirgemeci bir mantıkla Anadolu ve Kürdistan coğrafyasına uyarlamakla
suçluyor.
Bir süre yalnız kalmış
devrimcilerde geçmişin inkarı neredeyse bir moda gibi yaygın bir ruh hali
haline geliyor.Geçmiş elbette yadsına bilir; fakat bu yadsımanın nesnel
gerekçeleri, bir iç tutarlılığı olmalıdır. Maoist Birleşik Cephe Anlayışı
yarı-sömürge yarı-feodal sosyoekonomik yapıların tamamı için evrensel olarak
geçerli bir teoridir. Halil Gündoğan’ın buna itirazı ancak sosyoekonomik
yapının değiştiğini göstermekle olabilir ki biz yukarıdaki verilerle
sosyoekonomik yapının genel karakterinin cumhuriyetin ilanından buyana
değişmediğini, köylü ve tarım sorununun çözülmediğini, tarımda klasik
feodalizmin yerini yarı-feodal üretim ilşkilerine bırakmasından başka
sosyoekonomik yapıda belirleyici nitelikte bir değişim yaşanmadığını göstermeye
çalıştık. Zaten, emperyalizmle komprador ilşkisini sürdüren bir coğrafyada
tarımda kapitalist değişim de mümkün değildir. Çünkü, komprador kapitalizm
bizzat tarımın bu yarı-feodal yapısı üzerine inşa edilmiş ve onun tarafından
yeniden üretilmektedir.
Tarım ve köylü
sorunu demek mutlak anlamda bir klasik feodalizmin varlığı demek değildir.
Tarımda emeğin metalaşmadığı, toprağın yoksul köylülüğün sefaletinin ve
esaretinin kaynağı olduğu ve köylülüğün farklılaşmasının halen sancılı ve yavaş
bir biçimde sürdüğü bir coğrafyada toprak devrimi halen güncel demektir. Toprak
devrimi demek mutlak anlamda bir toprak reformu demek değildir. Bizim gibi coğrafyalarda
toprak reformu tarımda yarı-feodal yapıyı ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla, köylü
ve tarım sorunun nihai çözümü sosyalizmin ilerleyen aşamalarında kolektif
tarıma geçilinceye kadar güncelliğini koruyacaktır. Yarı-feodal bir coğrafyada
da işçi-köylü temel ittifakı demokratik devrimin temel stratejik ittifakıdır.
Halil Gündoğan,
beni ve İbrahim Kaypakkaya’yı birleşik cephe anlayışında Çin şablonculuğuyla
suçladıktan sonra beni HBC’ye ilişkin coğrafyanın bir takım
özgünlüklerini aynı şablona uyarlamakla itham ediyor.Ben, adı geçen yazıda
coğrafyanın bir takım özgünlüklerine ilşkin olarak şöyle diyorum:
”Peki coğrafyamızda
birleşik cephenin bir prototipinin gerçekleşme koşulları var mıdır?
Coğrafyamızda köylülük genel olarak kendi tarlasını ekip biçen küçük köylü
karakterindedir. Topraksız köylülüğün oranı genel ortalama içinde düşük
kalmaktadır. Bu olgu toprak talebinin cılız olması sebebi ile köylülüğün geniş
kitleler halinde hızla demokratik devrime politize olmasını engellemektedir.
Buna karşılık birleşenleri içinde Kürt köylülüğü, proleteryası ve küçük
burjuvazi ile birlikte milli burjuvazi ve bir kısım büyük toprak mülküyetini de
barındıran Kürt Özgürlük hareketinin anti faşist karakteri ile varlığı ve
birleşenleri içinde asıl savaşan güçlerinin Kürt köylülüğünden oluşması Kürt
özgürlük hareketine aynı zamanda köylü sorununun coğrafyamıza özgü politik
biçimi karakterini vermektedir.
Kürt Özgürlük Hareketinin Orta Doğu coğrafyasının diğer parçaları olan Irak,
Suriye ve İran coğrafyasındaki parçaları genel olarak bir köylü hareketi
karakterinde olup proleter bir arka cepheden yoksundur. Kürt Özgürlük
Hareketinin proleter bir arka cepheye sahip olduğu yegane coğrafya Anadolu
coğrafyasıdır. Kürt Köylülüğü Anadolu coğrafyasında kendi coğrafyası dışında
metropol şehirlerde proleterleşmektedir.Bu olgu Kürdistanın özgürleşmesi
sorununu Anadolu coğrafyasının komprador kapitalizm ve faşizmden özgürleşmesi
sorununa doğrudan bağlamaktadır. Yine Kürdistanın diğer parçalarının
özgürleşebilmesi için yegane proleter arka cepheye sahip olduğu Kuzey
Kürdistanın özgürleşmesi soruna bağlıdır.
Kürt Özgürlük Hareketinin varlığı koşullarında anti faşist, anti emperyalist
gerilla savaşı Kürt Özgürlük Hareketinin Irak Ve Suriyede askeri üslere sahip
olması, kitle desteği ve gerilla sayısı itibari ile halen stratejik savunma
aşamasında olmasına rağmen stratejik denge aşamasına yakın özellikler
göstermektedir. Geniş anti faşist, anti emperyalist birleşik cephenin kurulması
bir takım nesnel şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Bu nesnel şartlar KP nin
bir yada bir kaç KSİ ye sahip olması asgari programının geniş kitleler
tarafından benimsenmesi gibi nesnel şartlardır. Türk köylülüğü halen şovenizmin
etkisinde olduğu için geniş kitleler halinde halk savaşına politize olmamakta politizasyon
tedricen gerçekleşmektedir.
Buna karşılık Kürt kölülüğü geniş kitller halinde
gerillla savaşına politize olabilmektedir.Kürt Özgürlük hareketinin bu niteliği
ile köylü sorunun coğrafyaya özgü politik biçimi niteliğinde olması dar anlamda
bir birleşik cephe prototipinin gerçekleşebilmesine de olanak tanımaktadır.
Kürt sorunu mevcut niteliği ile Demokratik Devrimin dinamosu rolünü
oynamaktadır. Kürt Özgürlük mücadelesindeki her gelişme Demokratik Devrim
sürecinde ileri bir aşamaya karşılık gelmektedir. Mevcut siyasal konjontürde
Demokratik Devrim mücadelesi sürdüren siyasal yapıların Kürt Özgürlük hareketi
ile bir birleşik cephe protipi etrafında birleşmeleri siyasal ve askeri bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Fakat, ulusal sorunun politik mücadele sonucunda öne çıkmış olması baş
çelişkinin değiştiği anlamına gelmez. Baş çelişki sosyoekonomik yapının
karakteri tarafından belirlenir ve yine, köylülükle yarı feodal üretim
ilişkileri arasındaki çelişkidir.Sosyoekononik yapının karakteri değişmeden baş
çelişki değişmez.
Geniş anlamda Halkın Birleşik Cephesini oluşması ise yukarıda değinilen nesnel
şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Demokratik devrim mücadelesi sürdüren
siyasal yapılar KSİ lerin gerçekleşmesi ve geniş kitlelerin demokratik devrime
politize olmasını beklemeden dar anlamda bir birleşik cephe protitipi etrafında
Kürt hareketi ile HBDH oluşumu etrafında doğru bir siyasal hamle ile
ortaklaşmışlardır.
Halkların Birleşik Cephesinin gerçekleşme koşullarından en önemlisi demokratik
devrimin asgari programının geniş kitllerce benimsenmesidir. Bu anlamda
demokratik devrimin asgari programı Kürt Özgürlük Hareketinin kitlesi
tarafından kabul görmektedir. Toprak devrimi programı ise zaten köylülüğün
büyük oranda kendi toprağına sahip küçük köylü karakterinde olması sebebi ile
azami prorama devredecek bir sorun niteliğindedir.
Kürt Özgürlük Hareketinin sınır dışında da olsa askeri üs bölgelewrine sahip
olması ve bu bölgelerin komünist faaliyete uygun olması Birleşik Cephe için KSİ
şartına özgün bir nitelik vermektedir. Demokratik Devrim mücadelesi veren
siyasi yapılar kendi siyasal ve ideolojik bağımsızlıklarını koruyarak Kürt
Özgürlük Hareketi ile HBDH oluşumu içinde bir birleşik cephe prototipi
gerçekleştirerek mücadelelerinde nitel bir gelişme gerçekleştirmişlerdir.
Ulusal sorunun var olduğu ve geniş kitlesel örgütlülüğe dönüştüğü bir ülkede
milli burjuvazi ve köylülük siyaseten bölünmüştür. Hem ezen ulus milli
burjuvazisi hem de ezilen ulus milli burjuvazisi ile anti emperyalist, anti
faşist, anti şoven temelde ittifak yapmanın nesnel koşulları yoktur.
Ezen ulus
milli burjuvazisi şovendir.Ezen ulus köylülüğü de bu şovenizmin
etkisindedir.Ezen ulus halk sınıflarının şovenizmin etkisinden kurtulabilmesi
demokratik devrim mücadelesinin gelişme koşullarına bağlıdır.Demokratik devrim
mücadelesi sürdüren siyasal yapıların ittifak siyasetinde ezilen ulus milli
burjuvazisi ve halk sınıfları ile ittifak nesnel bir zorunluluk olarak oryaya
çıkmaktadır. Her coğrafyanın demokratik devrim sürecinde izleyeceği yol ve
ittifaklar siyaseti coğrafyanın özgünlükleri tatafından belirlenir. Kürt
Özgürlük hateketinin siyaseten reformist niteliği geçici ve konjoktürel bir
durumdur.
Demokratik devrim mücadelesinin ilerleyen aşamalarında Kürt özgürlük
hateketi Özgür Kürdistan paradikmasının komrador kapitalizm ve onun üst yapısı
olan faşizmin tam tasfiyesine bağlı olduğunu,. Kürdistanın Orta Doğu
coğrafyasındaki diğer parçalarının özgürleşmesinin ve emperyalist siyasetten
bağımsızlaşabilmesinin de yegane proleter arka cepheye sahip olduğu Anadolu
coğrafyasının demokratik devriminin başarısından geçtiğini kendi deneyimleri
ile öğreneceklerdir.”
Halil Gündoğan bizim bu
belirlemelerimizi uçuk-kaçık olarak niteliyor. Fakat belirlemelerde uçuk kaçık
olanın ne olduğunu göstermediği için bu tesbiti temelsiz bir suçlama olarak
kalıyor.
Halil Gündoğan, benim Kürt Özgürlük Hareketinin
geleceğine dair tebitlerimi bir temenni olarak değerlendiriyor. Bir temenni ile
bir öngörüyü birbirinden ayran şey öngörünün nesnel bir tahlile dayanmasıdır.
Ben, Kürt Ulusal Sorununun köylü ve tarım sorunuyla ilişkisini gösterek KÖH”nin
bugünkü önderliğinin reformist çizgisinin konjonktürel olduğunu ve KÖH”nin
demokratik devrim sürecinin ilerleyen aşamalarında devrimci bir çizgiye doğru
evrileceğini öngörüyorum.
Bu öngörü nesnel bir tahlile dayandırılan bir
öngörüdür. Reformlarla çözülemeyecek bir sorunun devrimci bir tarzda çözülmeden
sürekli gündemde kalacağını ve coğrafyanın devrimci dinamiklerinden birini
oluşturacağını söylemek bir temenni değil bir öngörüdür. İbrahim Kaypakkaya’da
derin devrimci iç güdüleriyle Halk Savaşını Kürt Ulusal Sorununun bu devrimci
potansiyelinden hareketle Kürdistan coğrafyasından başlatmıştır.
Halil Gündoğan Kürt
Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) anti faşistliğinin de anti emperyalistliğinin de
konjonktürel olduğunu, hatta KÖH’nin hiç bir zaman anti emperyalist olmadığını,
anti sömürgeci olduğunu söylüyor. Faşizmin hedefindeki bir siyasal hareketin
anti faşist olmaktan başka bir seçeneği var mıdır sayın Gündoğan?
Anti emperyalizme
gelince, KÖH’nin Orta Doğuda emperyalistler arası çelişkiye oynamaktan,
emperyalistler arasındaki çelişkiler üzerinden siyaset üretmekten başka bir
seçeneği var mıdır? Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği de Mao
önderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti de emperyalistler arasındaki çelişkiler
üzerinden siyaset üretmiş ve bunlar arasında kendilerine saldıran
emperyalistlerle saldırmayan emperyalistler arasında ayırım yapan bir taktik
ittifaklar siyaseti izlemişlerdir.
Lenin’in bizim de alıntıladığımız ittifak
anlayışında vurguladığı gibi düşman kamp arasındaki her çatlaktan yararlanmak
devrim sürecinin menfaatinedir.
“Güçlü bir düşman ancak,
güçlerin en yoğun biçimde biraraya toplanmasıyla ve ancak hem düşmanlar
arasındaki en küçük ‘çatlak’lar da dahil her çatlaktan, çeşitli ülkelerin
burjuvazileri arasındaki, tek tek ülkelerde burjuvazinin çeşitli grup ve
kesimleri arasındaki her türlü çıkar çatışmasından, hem de geçici, iktikrarsız,
emniyetsiz, güvenilmez ve koşullu da olsa kitlesel bir müttefik kazanmak için
en küçük imkan da dahil her imkandan mutlaka* en ihtimamlı, en itinalı, en
dikkatli ve en usta şekilde yararlanılırsa yenilebilir. Bunu kavramamış
olanlar, Marksizmden, bilimsel, modern sosyalizmden zerrece bir şey
anlamamışlardır.
*Epeyce uzun bir zaman dilimi içerisinde ve epeyce değişik
politik durumlarda, bu doğruyu fiilde uygulamayı becerdiğini pratikte
kanıtlamamış olanlar, tüm emekçi insanlığı sömürücülerden kurtarma
mücadelesinde devrimci sınıfa yardımcı olmayı henüz öğrenememişler demektir. Ve
bu söylediklerimiz aynı ölçüde, politik iktidarın proletarya tarafından ele
geçirilmesinden önceki dönem için de, sonraki dönem için de geçerlidir.”‘
Sol’ komünizm, Vladimir
İlyiç Lenin
Sol Komünizm’deki bu
görüşleri siyasal öncünün ittifaklar siyasetinin temel ilkesi olarak kabul
ettikten sonra düşman kamptaki çelişkilerden yararlanma hakkını Kürt Özgürlük
Hareketinden neden esirgiyorsunuz?
Emperyalist kamptaki
çelişki ve saflaşmalar etrafında siyaset üretmek, emperyalist kamptan geçici de
olsa müttefikler edinme siyaseti izlemek emperyalizme yedeklenmek anlamına
gelmez. Fakat bu KÖH’ nin emperyalizme yedeklenme potansiyeli taşımadığı
anlamına da gelmez. Komünistler işte bu ikinci olasılığa karşı Kürt ulusal
sorunun coğrafyanın demokratik devrim sürecinin menfaatine devrimci tarzda
çözülmesi için KÖH ile sıkı ilişkiler gerçekleştirmeli, KÖH ile
gerçekleştirilecek bir birleşik cephe öncülünü gelecekte HBC’ ne dönüştürecek
bir siyasal yaklaşımı ivedilikle hayata geçirmelidirler.
Halil Gündoğan, HBDH’nin
birleşik cephenin bir prototipi olamayacağının çünkü bunun şartlarını
taşımadığını söylüyor. Oysa, HBDH projesi tam da bileşenleri içersinde Kürt
köylülü ve proletaryasını bulunduran KÖH ile devrimci güçler arasında somut
ittifak koşullarına dayanan bir birleşik cephe prototipidir. Her hangi bir
olguya dair bir prototip (öncül) olgunun gelecekte alacağı biçimin ön
verilerini içerdiği kadarıyla bir prototiptir.
HBDH projesi Kürt köylülüğü ve
proletaryasıyla birlikte Kürt milli burjuvazisini kapsayan sınıfsal içeriğiyle
devrimci güçlerle KÖH arasında somut ittifak olasılığının aldığı siyasal bir
biçim o0larak demokratik devrim sürecinin ilerleyen aşamalarında gerçekleşmeye
aday geniş birleşik cephenin bir öncülüdür. Adı geçen yazıda birleşik cephe
prototipiyle geniş birleşik cephe arasında farka ilişkin olarak şöyle bir
belirleme yapıyoruz: ””Gerçekliğin zorunlu ilişkileri ve yanları tarafından
ortaya çıkarılan gerçek olanaklılıklar, gerçekleşmeleri için gerekli koşullarla
olan bağlarına göre, aralarında ayrılırlar. Ve bu koşullarla olan bağın
biçimlerine göre de, soyut ve somut olanaklılıklara bölünürler.
Somut olanaklılık öyle bir olanaklılıktır ki, onun için, denk gelen koşullar,
şimdiki zamanda yoğunlaşabilir. Soyut olanaklılık ise öyle bir olanaklılıktır
ki, içinde bulunulan anda onun gerçekleşmesi için zorunlu koşullar yoktur.
Gerçekleşebilmesi için onu içeren maddesel oluşumun bir çok gelişim evresini
aşmış olması gerekir.
Somut bir olanaklılık örneğin, çağımızda, eş zamanlı olarak bütün kapitalist
ülkelerin ya da kapitalizm öncesinde gelişim evresinde olanların sosyalizme
geçişinin olanaklılığıdır.Buna karşılık, soyut olanaklılığa bir örnek de şudur:
Yalın mal (emtia) üretiminde ekonomik bunalımların olanaklılığı.
Bu
olanaklılığı gerçeğe dönüştürebilmek için yalın mal üretiminde, bu zorunlu
koşullar bulunmuyordu; yalın mal üretiminin bir çok gelişim evresini aşması,
nitel bir çok dönüşümlerden geçmesi, kapitalist mal üretimine dönüşmesi ve bu
sonuncunun da öte yandan gelişiminin belli bir düzeyine ulaşmış olması gerekiyordu.
İşte bunun için, ilk ekonomik bunalım, ancak 1825’te patlak verdiyse, bu bir
rastlantı değildir.
Gerçek soyut ve somut olanaklılıkların ayırdına varılması ve onların göz önünde
tutulması, insanların pratik etkinliği için, özelikle de somut planlama ve uzun
erimli planlamayı gerçekleştirmek için büyük bir önem taşır.Değişik tipteki
olanaklılıkların karışıklığı, büyük yanılgılara yol açar. Bu karışıklığın
sonuçlarına örnek olarak, Sovyetler Birliği’nde kolektifleştirme sırasında
düşülmüş olan yanılgılara değinilebilir; yerel yöneticilerin özel küçük mal
üretiminden, kolhozlara değil de, doğrudan doğruya komünlere geçme kararları
vermeleri; komüne geçiş gerçek bir olanaklılıktır, sovyet devletinin doğal iç
yapısından, işleyiş ve gelişiminin yasalarından kaynaklanır. Adı geçen dönemde,
bu olanaklılık soyuttur; zira onun gerçekleşmesi için gerekli koşullar yoktur;
bu koşulların doğabilmesi için Sovyet toplumunun ekonomisi ve kültürü bir çok
gelişim evrelerini aşmış olmalıydı ve bir çok nitel dönüşümleri geçirmiş
olmalıydı.”
Aleksandr Şeptulin,
Diyalektiğin Katagorileri Ve Yasaları, Yordam Kitap, s: 375
Bu alıntıda örneklenen
olanaklılık tipleri arasındaki somut ve soyut ayırımı tıpkı işçi-köylü
ittifakının Çin Devriminde ve Sovyet devriminde somut bir olanaklılık olarak
gerçekleşmesine karşın bizim coğrafyamız için söz konusu ittifakın gerçekleşme
koşulları için bu ittifakın soyut bir olanaklılık olarak kendini göstermesine
benzemektedir. Sovyet devriminde birinci emperyalist paylaşım savaşının özellikle
köylü kitleler üstünde yarattığı yıkıma bağlı olarak kitlelerin yükselen
tepkisi ve özellikle köylü kitlelerin politik ajitasyona yanıt vererek hızla
devrim saflarına akın etmesi bir devrimci durum yaratıyor ve işçi-köylü
ittifakını somut bir olanaklılık haline getiriyordu.
Yine, Çin devrimi koşularında köylülüğün çoğunlukla topraksız köylülüktern
oluşması, toprak talebinin köylülük için hayati önemi, köylülüğün toprak talebi
etrafında halk savaşına hızla politizasyonu işçi-köylü ittifakını somut bir
olanaklılık haline getiriyordu. Oysa, coğrafyamızda köylülüğün çoğunlukla kendi
toprağını ekip biçen küçük ve orta köylülükten oluşması toprak talebi etrafında
köylülüğün Halk Savaşına hızla politizasyonunu engellemekte ve bu durum
işçi-köylü ittifakının gerçekleşmesini komprador kapitalizmin krizlerinin
derinleşmesine bağlı olarak devrimci durumda bir yükselme yaratacak koşullara
bağımlı hale getirerek işçi-köylü ittifakını soyut bir olanaklılık haline
getirmektedir. İşçi-köylü ittifakının somut bir olanaklılığa dönüşmesi devrimci
durumda bir dizi gelişmeyle birlikte güçlü bir politik öznenin yaratılmasına
bağlıdır.”
Halil Gündoğan, bizim yaptığımız bu tahlil ve belirlemelerin
üzerinde hiç durmadan bizi ittifaklar sorununu kitabına uydurmakla suçluyor.
Maoizmde neyin evrensel neyin özgün olduğu Çin Devrim Tarihinin dersleriyle
sabittir. Maoizme benzeri eleştiriler soldan ve sağdan geçmiş zamanlarda bir
çok kez getirilmiştir. Fakat bu eleştirilerin hemen hepsinin ortak noktası
özgün olanla evrensel olanın ayırımının çarıtılmasıdır. İşçi-köylü temel
ittifakı bütün yarı sömürge yarı feodal coğrafyalara uyarlanabilecek demokratik
devrimin temel stratejik ittifakıdır.
Halil Gündoğan Coğrafyanın devrim
sürecinin halen demokratik devrim süreci olduğunu, köylü ve tarım sorunun halen
güncel olduğunu, yalnızca Kürt sorununun varlığının bile coğrafyanın halen
demokratik devrim aşamasında olduğu gerçeğini gösterdiğini yadsıyarak
ittifaklar sorunun taktik bir sürece indirgemekle devrim gemisinin yelkenlerini
rüzgarsız bırakıyor. İşçi-köylü temel ittifakını yadsıyan Halil Gündoğan’ın
proletaryanın öncüsünün ittifaklar siyaseti yerine nasıl bir sınıfsal ittifak
siyaseti ikame ettiği ise eleştiri yazısında muğlak kalıyor. Öyle ya bir toprak
devrimi etrafında işçi-köylü temel ittifakı gereksizse ve KÖH anti faşist anti
emperyalist mücadele için güvenilmez bir müttefikse Proletaryanın öncüsünün bir
devrim süreci için aradığı müttefikleri nerede bulacağını da Halil Gündoğan’ın
kendisinden başka kimse bilmiyor demektir.
Not: İstatistikler Vasfi
Nadir Tekin’in Zincirin Halkası çalışmasından alınmış TÜİK verileridir.
Fikret Karavaz