
ST. anlayışını yeniden gözden geçirmelidir UKKTH’deki
devrimci özü inkar etmekle UKKTH’Yİ, reddetmek arasındaki çizgi zannedildiği gibi
kalın değildir!
(agd, Sf 95, abç)
anlatıyor. Balkanları, Kafkasları örnekliyor ve Partizan’a ‘işte bunları
devrimci görüyorsunuz’ diye ayna tutuyor. Peki gerçekten Partizan ne diyor?
Bakalım!
“Emperyalizme (ve işbirlikçi sınıfa) karşı olması, egemen
ulusun egemen sınıflarını zayıflatması gibi özelliklerin yanı sıra UKKTH için
savaşması, bu hakkı elde etmeye yönelmesi ulusal harekete devrimci bir nitelik
kazandırır.” (Pzn, Sayı 66, Sf 13) Şimdi ST’den aktardığımız ve yalnızca küçük
bir bölümü olan alıntıları yeniden okuyalım ve bunları Partizan’dan aldığımız
pasajla karşılaştıralım.
Açık söyleyelim
başvurulan bu yola-yönteme demagoji denilir. ST yazarı demagogdur, ST bir
demagoga açmıştır sayfalarını. Partizan, net bir biçimde emperyalizme ve
işbirlikçi sınıfa karşı yürüyen bir ulusal hareketi mevzu bahis ediyor, üstelik
daha konuya başlarken yukarıdaki ön girişi yapıyor. Partizan’ın ne dediği bu
kadar açıkken ST’nin bıkmadan, kerelerce Partizan’ın UKKTH dışında hiçbir şeyi
dikkate almadığını “salt”, “yalnızca”, “tek başına” UKKTH ile ilişkili olduğunu
söylemesi ya da emperyalizmin kışkırtması hareketlerden dem vurması,
Partizan’ın anlayışına göre bunların devrimci olması gerektiğini durmadan
yinelemesi nasıl bir anlayıştır. Önce Partizan’a söylemediğini söylet ya da
söylediğini görme, yok say sonra da evirip-çevirip sayfalarca “eleştiri” diz,
“mahkum” et! Devrimciler politik bir deontolog kurula ihtiyaç duymadılar, hala
da duymuyorlar ama bu nedir, bir vicdan tutulmasıyla mı karşı karşıyayız!
Devam edelim:
Evet, Partizan ulusal hareketlerin niteliği sorununu ele
alırken çıkış noktası, temel ölçütü o ulusal hareketin UKKTH ilkesi
karşısındaki konumudur. Tabi Partizan emperyalizm ve işbirlikçi sınıflara karşı
ulusal hareketlerden, en genelde ilerici, demokratik muhteva taşıyan
hareketlerden bahsediyor, zaten reformist veya devrimci ulusal hareketler
hakkında tartışma yürütülüyor, ölçüt sorunu bu hareketler için sorgulanıyor,
emperyalizmin işbirlikçisi önderliklerin denetimindeki “ulusal hareket”
tartışmanın bağlamından (ve Partizan’ın vurgusundan) belli ki konu dışı
tutulmuştur.
İlerleyen sayfalarda
sorun farklı açılardan tartışılacaktır. Bundan sonraki bölümde uluslaşma
süreci, ulusal hareketler, ulusal hareketlerin eğilimi gibi konulara değinecek,
soruna dair tarihsel bir arka plan sunacağız.
ULUSAL SORUN, ULUSAL
HAREKETLER
Uluslaşma, ulusal
devletlerin kuruluşu Ücretli emek sermaye ilişkisi üzerinden biçimlenen meta
üretimi, emek sürecinin yeni bir biçimde kurulması demekti. Sürecin bütün
öğeleri (işgücü, üretim araçları) burada sürece meta olarak girer ve öncekinden
daha fazla değer yüklenmiş olarak çıkar.
Bu fazlalık emek
sürecinin kurucusu ve sermayenin kişileştiği burjuvazi tarafından cebe
indirilen artı-değerdir. Emek süreci artı-değerin üretildiği yerdir, fakat
artı-değerin de içerisinde olduğu toplam değerin meta sermaye olarak kalması
halinde emek süreci durur, yeniden üretim için ya da yeni bir üretken tüketim
için meta sermayenin para sermayeye ve yeniden metaya dönüşmesi gerekir.
Bunun için metalar
dolaşıma girer, artı-değer bu dolaşımla birlikte gerçekleşir. Burjuvazi için
amaç üretmek değildir, o, artı-değer üretmek için üretir. Artı-değer üretimi
burjuvazi için amaçtır ve daha çok artı-değer için daha çok üretmek
kaçınılmazdır. Bir başka kaçınılmaz ya da zorunlu şey de tüketim alanları
bulmaktır. Feodal parçalanmışlık kapitalizme aykırıdır. Birleştirerek,
merkezileştirerek gelişir kapitalizm. Kendi kendine yeten, önemli ölçüde
yalıtılmış geçimlik-doğal ekonomiye dayalı bir toplumsal yapı kapitalist meta
üretimi ve iç pazarın gelişmesi karşısında çözülür, iç pazar mülksüzleştirmeyle
birlikte genişler.
Bu sosyo-ekonomik
süreç feodal hiyerarşi doğrultusunda parçalara ayrılmış ve fakat esasta aynı
dili konuşan insanların birleştirilmesini ve yerel, bölgesel feodal
egemenliklere son verilmesini dayatır. Bunun anlamı şudur; aynı dili konuşan
toplulukların iktisadi birliğini sağlamak ya da yurtiçi pazara hâkim olmak,
sosyo-ekonomik ve siyasal olarak bu sürecin önüne engel olarak dikilenleri
temizlemektir.
Feodal üretim tarzı, bu tarzın sosyal sınıfları ve feodal
devlet sözünü ettiğimiz engelin kendisidir. Feodal egemenlere karşı savaş bu
uğrakta burjuvazi önderliğinde yükselir. Burjuvazi ulusun işçilerini,
köylülerini etrafında toplar, feodal sınıflara ve kiliseye karşı iktidar
savaşını yükseltir. Bu savaş bir burjuva devrim olduğu kadar bir ulusal
savaştır da. “Onun için her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin
gereksinimlerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru
bir eğilimdir.” 61 (Lenin, UKKTH, baskı tarihi 1998, sayfa 53) Fransa’da
burjuva ulusal hareket feodal egemenlerin ve kilisenin iktidarına bir vuruşta
son verdi.
Fakat Almanya’da böyle olmadı, bağımsız şehirleriyle, pek
çok devletleriyle fazla bölünmüştü Almanlar. En güçlüsü Prusya idi. Katalizör o
oldu. Diğer Alman devletlerini zorla dize getirmeye, yutmaya yöneldi. Bismarck
komutasında uzun, sancılı bir süreç ve ulusal hareket gelişmişti. 1850
başlarında diğer Alman devlet ve bağımsız şehirlere saldırdığında ve bu
saldırıyı birkaç Alman devletine yutmakla sınırlayıp durdurduğunda Bismarck’ı
kastederek biz olsa olsa yeterince devrimci olmadıkları için eleştiririz diyordu
Engels.
Çünkü Alman ulusunun parçalanmışlığı devam ediyordu ve bu
birleşik Almanya amaçlı Bismark çıkışlarında bu hedef başarılabilirdi, sorun
ulusal devlet sorunuydu. 2. Batı Avrupa’da Ulusal Hareketler Kapitalizmin
ortaya çıkışı, ulusların şekillenişi ve ulusal hareketler, birbirine bağlı, iç
içe geçmiş olgulardır. Ekonomik temelde kök salmaya başlayan burjuvazi siyasal
ve ideolojik üst yapıda da yankılanır. Batı Avrupa’da Rönesans dönemi,
aydınlanma çağı burjuva dünya görüşüne (ideolojisine) şekil verdi, onu
biçimlendirdi. Milliyetçilik, kapitalist gelişmenin ideolojik planda davet
ettiği bir unsurdur. Bütün bu gelişmelerin özeti şudur: “Batıda, Avrupa
kıtasında burjuva-demokratik devrimler dönemi belli bir zaman süresi içine
girer.
Yaklaşık olarak 1789’dan
1871’e kadar. Bu dönem ulusal hareketler dönemi ve ulusal devletlerin kurulması
dönemidir.” (Lenin, age. Sf 63) Batı Avrupa’nın söz konusu zaman aralığındaki
süreci “herkesin herkesle savaştığı bir süreçtir”. Fransız ihtilali gerici
feodal monarşiyi yıkıp burjuva iktidarını tesis ederken tarihsel olarak ilerici
rolünü oynuyor, toplumsal gelişmenin önünü açıyordu.
Devrimci Fransa’ya karşı feodal gerici ittifaklar savaş
açtığında, Fransa ulusal devrimci bir savaşla savunuldu. Aynı Fransa Avrupa’da
yayılmaya, bunun için kimi ulusal devletleri işgal etmeye başladığında gerici,
işgallere karşı ulusal bağımsızlık için savaşan uluslar devrimci bir nitelik
kazanıyordu. Bu büyük karmaşa içerisinde çarlık Rusya’sı sıyrılmış B.
Avrupa’nın başına bekçi kesilmişti.
Gelişmelerin Rusya’yı bu konuma taşıması Marks ve Engels
yoldaşları kaygılandırıyor, bu feodal monarşiyi Avrupa’daki burjuva devrimlerin
engeli olarak görüyorlardı. Feodal egemen sınıflara, çarlık Rusyası’nın,
gericileşen Fransa’nın vb. işgallerine karşı B. Avrupa ulusal kurtuluş ve
iktidar savaşlarıyla burjuva devrimler dönemini tamamlar. Dünyanın diğer
coğrafyaları D. Avrupa, Rusya, Asya vb. yeniden ve daha farklı bir biçimde
yaşadı bu süreci. Çok uluslu olan Avusturya, Macaristan, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu
vb.leri ulusal savaşlarla sarsılır. Egemen ulusun ayrıcalıklarına karşı ezilen
ulusun burjuvazisi önderliğinde ulusal kurtuluş savaşları yükselir. Bu çok
uluslu devletlerin her birinin özgünlükleri oldukça farklı olsa da ulusal
eşitsizlikler ve milli baskı ortak paydalarıdır.
3. Ulusal Hareketler Hangi Koşulların Sonucudur?
Toplumsal yapıda feodalizmin ağırlığına, derecesine paralel
olarak milli baskının derecesi de artabilir (Stalin).
Dolayısıyla gelişen ulusal kurtuluş savaşları feodal
gericiliği sarsıcı, burjuva demokratik cepheyi genişletici bir rol oynar.
Feodalizmin tasfiyesi, feodal parçalanmışlığa son vererek ulusal devletlerin
kuruluşu ve bu hedefli gelişen ulusal hareketleri ayırdığımızda Batı ve Doğu
Avrupa’daki ulusal burjuva hareketler işgale, ilhaka ve milli baskıya karşı
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı biçiminde gelişen ulusal bağımsızlık için
ulusal kurtuluş savaşlarıdır; Lenin yoldaş bu savaşlar hakkında şöyle diyordu:
“Eğer güdülen siyaset ulusal kurtuluş siyasetiyse, yani ulusa zulmedilmesine
karşı olan yığın hareketinin ifadesiyse o zaman bu siyasetten doğan savaş,
ulusal kurtuluş savaşıdır.”
(Ulusal Sorun Ulusal Kurtuluş Savaşları, Lenin, Baskı 1993,
Sf 233)
Ulusal kurtuluş
hareketlerinin milli baskıya karşı, burjuva ulusal devletler kurma yüklenimi
ile, işçi sınıfının köylülük ve ilerici burjuvazinin burjuva demokratik
toplumsal mücadelesi aynı potada eriyordu. Bir taraftan demokrasinin genel
talepleri uğruna burjuva demokratik mücadele; diğer taraftan demokrasinin
taleplerinden biri olan UKKTH için ulusal kurtuluş mücadelesi… Bu iki ayrı
kanaldan ilerleyen mücadele, kapsam ve hedefleri bakımından demokratik bir
dünya için mücadeleydi. Lenin yoldaşın ifadesiyle bunlar dünya demokratik
hareketinin (bugün sosyalist hareketin) tümünün bir parçasıdır.
Soruna farklı biçimde
yaklaşan, ulusal hareketleri küçümseyen, bu hareketlerdeki ileri olan yönü,
egemen ulusun egemen sınıflarına, işgale karşı yükselişinde içerdiği devrimci
niteliği görmeyenler de vardı. Bunlar soruna basitçe “haklar” bakımından
yaklaşıyor ve burjuva devrimlerin yaratacağı demokratik zeminle birlikte
sorunun kendiliğinden hal yoluna gireceğini savunuyorlardı. Oysa mesele ezilen
ulusların kurtuluşu sorunuydu. Bütün o ulusal hareketlerin ortaya çıkış nedeni
bu sorunun varlığıydı. Ve her şeyden önce açığa çıkan kurtuluş hareketleri
toplumsal gelişmenin itici güçlerinden biriydi. Nitekim kapitalizmin
emperyalizm aşamasına ulaşması, dünyanın yeniden paylaşılma sorununun kendini
dayatması sömürgelerin kurtuluşu sorununu yakıcı bir biçimde yaşama taşımış,
ezilen uluslar meselenin İrlandalılar, Macarlar, Polonyalılar, Finliler,
Sırplar ve Avrupa’nın başka birkaç ulusu[ndan] (Stalin) ibaret olmadığı
görülmüştü.
Komünistler “… beyazı
siyahtan, Avrupalıyı Asyalıdan, emperyalizmin ‘uygar’ kölesini ‘uygar olmayan’
kölesinden ayıran duvarı yıkmış ve böylece ulusal sorunu, sömürgeler sorununa
bağlamış…” (Marksizm Ulusal Sorun ve
Sömürgeler Sorunu, Stalin, Baskı tarihi 1990, Sf 223) olarak almıştır.
Ezilen uluslar çemberinin (kapsamının) genişlemiş olması
örnek bir anlayış değil, nesnel olanın yeni koşullarla birlikte bilimsel
ifadesidir. Lenin yoldaş daha tam bir ifadeyle dünya kesin olarak ezen ve
ezilen uluslar biçiminde ayrışmıştır diyor. Bu emperyalizm olgusunun getirdiği
bir sonuçtu.
Ezilen ulusların
kapsamı tüm sömürgeleri, ezilen bağımlı ulusları, yarı-sömürgeleri içerisine
alıyordu. Yarı-sömürgeler her ne kadar kendi kaderini tayin demek olan siyasal
örgütlenmesine, devletine sahipse de emperyalizme olan ekonomik bağımlılıkları,
siyasal bağımsızlıklarını biçimselleştirmiştir. Bugün açısından
yarı-sömürgelerde emperyalizmin yeri ve rolü daha bir görünür olmuştur.
Emperyalist sermayenin çıkarlarına uygun olarak bütün bir ekonomi
şekillendiriliyor (emperyalist sermaye eliyle), iç ve dış politika
emperyalizmin programlarına göre belirleniyor ve yaşamın içerisinde
belirginleşen bu müdahale yarı-sömürgelerde ulusal çelişki üzerinde
keskinleştirici bir rol oynuyor.
Bu ülkelerde emperyalizm karşıtı bir ulusalcılığın geliştiği
ya da yeşermesi için ortamın olgunlaştığı görülmektedir. Bu bir olgu olmakla
birlikte burada, yarı-sömürgeler sorununu dışta tutup, siyasal hakları
ellerinden alınmış sömürge ve ezilen bağımlı ulusları konuşacağız. En genel
ifadesiyle bir ulusun bütün haklarının bir başka ulus, devlet tarafından
elinden alınması, gasp edilmesi sonucu oluşan duruma ulusal sorun
denilmektedir. Ulusal sorun yalnızca sorunun ortaya çıkışını, varlığını değil
aynı zamanda sorunun çözümünü de içerir. Bir başka ulus tarafından haklarının elinden
alınması pratikte egemen ulusun egemen sınıfları tarafından ezilen ulusun
diline, kültürüne, siyasal örgütlenme hakkına, iktisadi sürecine vb. baskı
uygulanmasıyla gerçekleşir.
Milli baskı sadece boyunduruk altına alma,
bağımlılaştırmakla sınırlı değil, verili olan koşulları, yani ezen-ezilen ulus
koşullarını devam ettirmeyi amaçlar, ulusal kurtuluş hareketleri de bu milli
baskıya karşı açığa çıkan hareketlerdir. Kendi ulusunun maddi kaynaklarını,
emek gücünü, pazarlarını tek başına sahiplenmeyi kendisi için bir hak, meşru
bir imkan olarak gören ezilen ulusun burjuvazisi ve küçük toprak sahipleri
deyim yerindeyse kendi çiftliklerinin hükümranı olamayışına, gelişmelerinin
önüne ekonomik ve siyasal alanda sayısız engel çıkartılmasına sessiz kalmazlar.
Ezen ulusun olsun,
ezilen ulusun olsun fark etmez, burjuvazinin hepsi de sermayede içkin kurallar
olan rekabet, daha fazla kâr gibi ekonomik davranışlar izlerler. Bir rekabet
gücü olarak ezilen ulus burjuvazisi tam da taşıdığı bu özellik nedeniyle rakibi
ve aynı zamanda siyasal kural koyucusu, siyasal iktidar sahibi olarak egemen
ulusun hâkim sınıflarının daha “özel” ilgisine muhatap olur ve milli baskıdan
payını alır. Sınıfının kazandırdığı yeteneklerin (örgütlenme, sevk ve idare,
esneklik, yönetme ve düşünsel gelişme vb.) de bir getirisi olarak ama odağında
ulusal pazarın hükümranı olma tepkisi olarak ulusal ezilmişliğe, milli baskıya
isyan eder, isyanları örgütler.
Milli baskıya karşı
yükselen ulusal hareketin biricik hedefi milli baskının olmadığı, ulusal
özgürlüğünü kazandığı koşullara sahip olmak, kendi ulusal devletini kurmaktır.
Ulusal hareketleri belirleyen bu siyasal amaç kaçınılmaz olarak egemen ulusun
hâkim sınıflarına karşı savaşmayı getirir. Milli baskıya karşı açığa çıkan ve
ulusal özgürlük siyaseti olarak yaşam bulan ulusal hareket, bu pratik
doğrultusuyla, gasp edilen ulusal haklarını elde etmeye kalkışır.
Diğer bir ifadeyle
ulusal hareket ulusun kendi kaderini belirleme hakkının realize oluşudur. Bu
bakımdan ulusların kendi kaderlerini tayin olgusu, ulusal kurtuluş hareketleri
pratiğinin kendisidir. Komünistler bu nesnel ve eylemsel durumu tahlil etmiş ve
UKKTH’yi ulusal sorunun çözümünde devrimci bir ilke olarak tanımlamışlardır.
Kısacası önce eylem vardı, söz sonra geldi.
Milli baskıya kökten
karşı olmak, UKKTH ilkesini, siyasetinin (ulusal sorun siyasetinin) merkezine
oturtmak demektir. Verili koşulların sonucu oluşan (ezen ezilen ulus
ilişkisinin yükseldiği koşullar) milli baskı, aynı verili durum korunarak
ortadan kalkmaz. UKKTH dıştalanarak ulusal sorunda çözüm diye benimsenen
siyasetler olsa olsa milli baskının hafifletilmesini sağlayabilir. Milli
baskıya tümden karşı olmanın siyasal ifadesi UKKTH’dir. Verili olanı kökten
değiştirdiği için UKKTH siyasal olarak devrimci bir ilkedir. Mevcut koşulları
esastan değiştirmeyen, bu koşullar üzerinde hak talebi için mücadele eden
ulusal hareketle, UKKTH için mücadele eden ulusal hareket biri reformist diğeri
devrimci olmak üzere farklılaşır. *** Sınıf Teorisi ile tartışmamızın ekseni
böyle bir tarihsel çerçeveye sahiptir.
Buraya kadar yazdıklarımız yazı içerisinde tekrarlara
düşmemek ve meselenin daha bir anlaşılır olması gibi kaygılarla ele alınmış,
kısmen bir arka plan olarak görülmelidir.
Sonraki sayfalarda özel olarak ST’nin görüşleri tartışılacak,
sınırlı da olsa konu, Kürt ulusal sorunu ve ulusal hareketin bugünü hakkında
değerlendirmelerle ilerleyecektir.
UKKTH-Tarihten Notlar ve Polemik-2
DEVRİMCİ PROLETARYA
İÇİN OLDUĞU KADAR; ULUSAL DEVRİMCİ HAREKET İÇİN DE MİHENK TAŞI UKKTH’DİR
Ulusal sorunun çözümünde temel ilke Partizan,
66. sayısında (2008) bir ulusal hareketin “hangi amaç ve görevleri önüne
koymuştur?” sorusuna verdiği yanıtla değerlendirilebileceğini söylemiş ve şöyle
devamını getirmiştir.
“Emperyalizme (ve işbirlikçisi sınıfa)
karşı olması, egemen ulusun egemen sınıfları zayıflatması gibi özelliklerin
yanı sıra UKKTH için savaşması, bu hakkı elde etmeye yönelmesi, ulusal harekete
devrimci bir nitelik kazandırır.”
(age, Sf 13) Partizan, bu formülasyonuyla
ulusal devrimci bir hareket için emperyalizme (ya da egemen ulusun egemen
sınıflarına) karşı olmayı kendi başına yeterli görmemektedir.
Siyasal perspektifi esas almakta,
önemsemekte, emperyalizme ve işbirlikçilere karşı olmayı, UKKTH ile ilişkisi
içerisinde anlamlı bulmaktadır.
Çünkü bütün ulusal hareketler milli baskıya
karşı ortaya çıkar, yüz yüze kaldığı milli baskıdan kurtuluş onu ulusal
kurtuluş mücadelesine taşır. Bu, aynı zamanda hâkim ulus tarafından el konulmuş
ulusal haklarına kavuşmaktır. Burada kendi kaderini tayin ulusal hareketlerin
dolayımsız perspektifidir. Stalin yoldaşın (ve Lenin’in) o çok bilinen ulusal
hareketlerin tabii eğiliminin ulusal devlet kurma yönünde olduğu görüşü, bizim
dolaysız perspektif dediğimiz durumdur.
Nasıl ki sermayenin doğasında genişleme
varsa, ulusal hareketlerin doğasında olan da kendi kaderini tayin isteğidir.
Bütün o savaşlar, emperyalizme karşı olmalar, egemen ulusun egemen sınıflarına
vurmalar işte bahsettiğimiz kendi kaderini tayin hakkını kazanmanın, bunun
uğruna bir savaşın sonuçlarıdır.
Şu ya da bu ulusal harekete özgü bir
durumdan değil, ulusal hareketlerin genel karakterinden bahsediyoruz. Sorun
özgüle uygulandığında koşullar, hareketin iç dinamikleri, ulusal hareketin
doğrultusu, savaş siyaseti üzerinde ileri ya da geri düzeyde sonuçlara yol
açtıklarını, bu hareketleri ileri ya da geri anlamda etkilediklerini görürüz.
Her şey gibi diyalektik süreç ulusal hareketler için de işliyor, onlar maddi
koşulları, maddi koşullar bu hareketleri olumlu-olumsuz yönde etkiliyor, ulusal
hareketleri ele alışımız diyalektik ve tarihsel materyalistçe olduğunda yaşanan
değişimi, değişimin hangi durum ve koşullarda, ne yönde gerçekleştiğini
kavrayabiliyoruz.
Hiçbir şey bir anda olmaz, taşıdığı
potansiyel uygun koşullarla birleştiğinde değişimin sembolleri, siyasal ve
pratik ifadeleri kendini açığa vurur. Bunun için bir dizi parametre
sıralayabiliriz ama bir de diğerlerine kaynaklık eden, bir anlamda ona
parametre ayarında değerler var, doğurgan olan budur. Çoğunlukla esasla tali karıştırılmakta, meselenin özünü neyin
oluşturduğu ve bu özün nerede aranması gerektiği unutulmaktadır.
Toplumsal mücadelede bu karışıklığın,
uluorta düşünüşün bir bedeli, bir karşılığı mutlaka olur. Bize fazlasıyla
sorumluluk yükleyen de işin işte bu yönüdür.
Tartıştığımız sorun özgülünde niteliği belirleyen, esas
alınması gereken nedir sorusu Partizan tarafından UKKTH olarak yanıtlanmıştır.
Milli baskıyı tümden hedeflemesi, onu bir
vuruşta kökten halletmesi, milli baskıyı uygulayanları vurması vb. nedenlerden
dolayı UKKTH devrimci bir ilkedir, ulusal sorunun devrimci çözümü bu ilke
etrafında biçimlenmiş siyasetle olur.
Bundan dolayıdır Partizan’ın UKKTH’ye
mihenk taşı demesi. ST ise bu ilkenin devrimci
niteliğinin sadece komünistler için geçerli olduğunu söylüyor; ulusal
hareketler için “onun özgünlüğü daha farklı olup devrimci oluşunun ölçütleri
daha başkadır” diyor.
ST ilgili yazısı boyunca, bize, UKKTH’nin
ulusal hareketlerin politik niteliği açısından belirleyici bir özellik
taşımadığını, UKKTH’nin politik nitelik açısından konu dışı olduğunu anlatıyor.
ST’nin sayfalarında UKKTH, devrimci yayınlarda hiç rastlamadığımız düzeyde bir
sıradanlıkla yer alıyor. UKKTH hiçbir devrimci yayında bu kadar
önemsizleştirilmemiş, bu kadar “itilip kakılıp” örselenmemiştir. Şüphesiz
yazıda UKKTH’nin önemine dair vurgular var ama nerede ulusal hareketlerle
ilişkisi içerisinde ele alınıyor ve nerede Partizan’ın anlayışıyla polemiğe
kalkışılıyor, işte orada, UKKTH herhangi bir şey derekesine indiriliyor.
Bizler
ST’nin çizgisini biliyoruz, ulusal hareketlerin değerlendirilmesi sorununda
UKKTH’yi belirleyici öğe almaması gibi bir yanlış dışında UKKTH’ye hak ettiği
değeri vermiştir.
Fakat bu yazıda UKKTH özellikle
değersizleştirilmeye çalışılmıştır. ST yazarı Partizan’ı çürüteyim derken
görmek istemeyeceğimiz mecralara sürüklenmiştir.
Devam edelim…
2- ST’nin Düştüğü İdealizm:
Tarihsellik Yitimi UKKTH’nin devrimci
niteliği yalnızca komünistler için mi geçerli, UKKTH yalnızca proletaryanın
ulusal programını mı devrimci kılar? UKKTH, devrimci niteliğini ayrılma
özgürlüğünü içermesinden alıyor. Milli baskıyı kökünden yok etmek ve kendi
ulusu üzerinde bir başka ulusun egemenliğine son vermek özelliği nedeniyledir
devrimci niteliği. Ulusal hareketler olsun, devrimci komünist hareketler olsun
UKKTH hepsinde aynı anlama gelir ve aynı işlevi yerine getirir.
Fakat ST böyle düşünmüyor, o, UKKTH’in
sadece komünistlerin ulusal programına devrimci rengini vereceğini söylüyor.
Bunun (UKKTH’nin) ulusal hareketlerin niteliği üzerinde bir belirleyiciliği
olmadığını savunuyor. İleride farklı bir başlık altında bu sorunu ayrıca
tartışacağız, biz bir başka yönü üzerinde duralım.
ST’nin
yanılgısının kaynaklarından biri sorunu tarihselliği içerisinde düşünmemiş
olmasıdır.
ST’nin
düşünce yapısı idealizmle maluldür.
Ulusal sorun ve ulusal kurtuluş hareketleri, henüz ortada
bilimsel sosyalist düşünce ve bunu gerçekleştirme pratiğindeki komünistler,
komünist partileri yokken vardı.
Yazımızın ilk sayfalarında özet biçimde
bunu ele almış, ulusal hareketlerin
a)
ulusların kuruluş süreci içerisinde burjuvazinin feodal egemenlere karşı;
b) ezen-ezilen ulus çelişmesinin olduğu
koşullarda ezilen ulusun kendi kaderini ele alması, geleceğinin işgal
edilmesine karşı savaşlar biçiminde ortaya çıktığını belirtmiştik.
İşgaller neden yapıldı? Uluslar başka
uluslar tarafından neden ilhak edildi? Bu işgallere, ilhaklara karşı neden
savaşlar verildi? Bu savaşların kendi kaderlerini belirleme, başka ulusların
iradelerini reddetmeyle ilgisi nedir? Ve bütün bunların dayandığı biricik unsur
bir ulusun kaderine el koymak ve bir ulusu başkalarının ellerindeki kaderini
çekip almak değil midir? Marks yoldaştan bu yana bütün komünistler bu
gelişmeleri UKKTH bağlamında ele almışlardır, bütün komünistler bu savaşlara
işte bu özelliğinden dolayı ilerici-devrimci demişlerdir. Lenin: “Eğer bir savaşın
‘özü’ örneğin yabancı zulmüne son vermekse (ki özellikle 1789-1871 Avrupasının
tipik özelliğiydi) o zaman, ezilen devlet ya da ulus açısından böyle bir savaş
ilericidir.” (Lenin, USUKS, Sf 232, altını çizen Lenin) Yabancı zulmüne son
vermek… Bu kendi kaderini tayin ve bu amaçla ortaya çıkan bir savaşı anlatmıyor
mu? Yeterince açık değil mi? Peki yine Lenin “Sosyal demokratlar, devrimci
savaşların yani emperyalist olmayan, ama örneğin… 1789-1871 arasında olduğu
gibi ulusal baskıyı ortadan kaldırmak amacıyla verilen savaşların olumlu yanını
önemsememezlik edemezler” (age, Sf 231) diyor.
Biz
komünistler kitap tapıcıları değiliz, ulusal sorun ve UKKTH’nin tarihsel
sürecini onun proleter hareketlerden bağımsız bir olgu olarak zaten var
olduğunu göstermek okuru ve ST’yi ikna etmek için alıntılara sığınmıyoruz.
Partizan’ı çürütmeyi amaçlaştırmanın işi nerelere götürdüğünü hatırlatmak, MLM
ile kavgaya girişildiğini göstermeye çalışıyoruz.
UKKTH’nin devrimci içeriğini proletaryanın
önderlik koşulları altında mümkün görmek, UKKTH’nin devrimci niteliğini
proletaryanın tekeline vermek ulusal sorun ve ulusal kurtuluş hareketleri
tarihine bent çekmektir. ST’nin yaptığı bundan ibarettir, ST’nin inceleme tarzı
idealistçedir. Yukarıda bunu olguları tarihsel bağlamından kopuk aldığı örneği
üzerinden açıkladık ama ST’nin düştüğü idealizm bununla sınırlı değil. Daha da
derinleştiğine tanık oluyoruz. Aşağıdaki cümleler bunun örneğidir.
ST;
Düştüğü İdealizme Bir Düğüm Daha Atıyor ST, Kafkaslar ve Balkanları, oradaki
karşı devrimci hareketleri anlatarak şöyle devam ediyor: “Bu tartışmadan şu
sonucu çıkarmak hem mümkün hem de isabetlidir: Ulusal hareketlerin politik
niteliğini belirleyen (bunda mihenk taşı olan) UKKTH talepli mücadele değil,
aksine UKKTH talepli mücadeleyi devrimci kılan ulusal hareketin politik
niteliğidir.” (age, Sf 107) Bu gösterişli cümle benzer biçimde bir başka
sayfada daha geçiyor, mantık şöyle işliyor Kafkaslarda, Balkanlarda
karşı-devrimci ulusal hareketler çıktı, o halde bunların kullandığı UKKTH ilkesi
karşı-devrimcidir. Yine aynı mantık, PKK devrimci bir hareket olduğu için UKKTH
de devrimcidir.
Zavallı UKKTH! Peki, o ulusal hareket neden
devrimci (veya karşı-devrimci)? Marks yoldaşın benzetmesiyle kutsal metinlerde
geçtiği gibi bir “ol” emri üzerine mi gerçekleşiyor bu durum? “Devrimci ol”
mesela, ya da “ulusal hareket karşı devrimci ol” talimatı mı veriliyor? En
başta şunu belirtelim, ulusal hareketin ortaya çıkması demek kendi kaderini
tayin etme hakkı için bir iradenin ifadesi demektir. Ulusal hareketin varlığı
ulusal sorunun varlığına, o da yetmez bu sorunun halledilmesi demek olan kendi
kaderini tayin etmeye bağlıdır.
Ulusal sorun yoksa UKKTH de yoktur ve
dolayısıyla ulusal hareket de yoktur. Ulusal sorun objektif olandır, ulusal
hareket ise subjektif. Eğer subjektif olan objektif olanla uyumlu, onun
gerçekliğine kılavuzluk etmişse o devrimcidir. Biraz açalım bunu: ulusal
sorunun çözümü UKKTH’den geçer, UKKTH sorunun çözümündeki ilkedir, kanundur.
Ulusal hareket bu ilkeyi rehber edinerek siyasetinin merkezine yerleştirmek
suretiyle hareketini sürdürürse ulusal sorunun çözümüne ulaşır, tartıştığımız
konu da burasıdır.
Ulusal hareket UKKTH dışında başka yönelimlere
girdiğinde gerçek sorundan ve çözümden uzaklaşmış olur. Daha açıkçası bu,
ulusal hareketin kendine yabancılaşmasıdır. UKKTH, ulusal sorunun, ezen-ezilen
ulus çelişmesinin çözümüdür. Bu şuna benzer, nasıl ki feodalizmle geniş halk
yığınları arasındaki bir çelişki (baş çelişki) var ve bu çelişkinin çözümü Yeni
Demokratik Devrim ise ve bu devrim nasıl ki asgari programı şekillendiriyorsa
ezen-ezilen ulus çelişmesi de UKKTH ile çözülür (bu ulusal devrimdir de aynı
zamanda) ve buradan ulusal program şekillenir. Feodalizmle geniş halk yığınları
arasındaki çelişme bir toplumsal yapının varlığını anlatır. Ama belli bir
toplumsal yapıyı, yarı-sömürge, yarı-feodal yapıyı anlatır. Bu maddi koşulların
ve bu koşullar üzerinde yükselen çelişmelerin bilimsel tahliliyle bir sentez
oluşturulur, bir teori ortaya çıkar aynı zamanda, mevcut çelişkilerin çözümü
için siyaset oluşur, ve bütün bunlar kendine uygun araçları doğurur. Örneğin
komünist partisi gibi o “komünist partisi” tabelası asılı olduğu için değil,
kabaca sıraladığımız olgularla birlikte komünist vasfı kazanır. Ulusal hareket
de UKKTH ve ondan doğan siyaset(ler)le biçimlenir. ST’nin görüşüne göre süreç,
ilişkiler tersten kuruluyor.
UKKTH talepli mücadeleyi devrimci kılan ulusal
hareketin politik niteliğidir derken düşünceden bahsediyor, düşüncenin nasıl
oluştuğunu görmüyor. Belki de özerklik talebiyle mücadele eden bir devrimci
hareketten bahsediyor ST. Bu hareket UKKTH talepli mücadeleyi devrimci
kılıyor(!) Albenisi olan ama elle tutulur bir yanı olmayan bu formülasyon,
düşünceyi belirleyen olmakta, önceliği ona vermektedir ve idealist bir yaklaşımdır.
ST,
UKKTH’yi İçeriğinden Kopartıyor, Onu Biçimsel Kavrıyor Şimdi arkadaşları bu
noktaya taşıyan soruna gelelim. UKKTH’yi kullanan, böylece bağımsızlık talep
eden ya da devletini kuran, karşı-devrimci ulusal hareketler elbette var. Peki,
bunu nasıl izah etmek gerekir? ST bu soruna da yaslanarak UKKTH’nin belirleyici
unsur olduğunu, devrimci bir ilke olduğu gerçeğini kaldırıp çöpe atıyor. Oysa
“suç” UKKTH’de değil, UKKTH ezilen ulus koşullarından kurtuluş, ayrılma
özgürlüğüdür.
ST, Balkanlar, Kafkaslar dediğine göre
Kosova’yı kastediyor olmalı ya da en somut Kosova olduğu için orayı alalım.
Kosova, daha önce Sırp işgali altındaydı. UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu)
önderliğinde Sırp işgaline karşı mücadele örgütlenmişti. Ülkeye 1999 yılında
NATO müdahalesi olmuş, Sırp işgali atılmış ve 100 bin civarında askeriyle NATO
işgali gerçekleşmiştir.
Aynı yıl Kosova BM denetimine
bırakılmıştır. Daha önce de AB ve ABD emperyalizmiyle işbirliği içerisinde olan
UÇK bu yeni durumda Kosova Demokratik Partisi’ne dönüşmüş ve AB-ABD
emperyalizmiyle bütünleşmiştir. Kosova’nın bağımsızlık ilanı Kosova Demokratik
Partisi lideri Haşim Taçi tarafından 2008 yılında açıklanmış, o tarihten
itibaren ulusal devletler arasında yerini almıştır. (Konuyla ilgili olarak
Partizan 66. sayı (2008) “Kosova’nın çelişkisi…” başlıklı yazıda kapsamlı bir
değerlendirme mevcuttur.)
Önce UKKTH’yi devrimci kılanın ne olduğunu
hatırlayalım. Ayrılma özgürlüğünü içermesidir. Yani bir başka ulus tarafından
boyunduruk altına alınan, zulme uğrayan bir ulusun kurtuluşu, özgürlüğüdür. 10
yıla yakın bir süre ülkeyi AB ve ABD emperyalizmiyle birlikte yöneten Kosova
hakim sınıfları, emperyalizmin denetiminde, emperyalistlerin programına uygun
olarak koşulların hazırlanması sonrası, yine emperyalizmin teşviki ve onayıyla
birlikte, Kosova devletinin kuruluşunu ilan etmiştir.
Görüleceği gibi Kosova’da ulusal sorun
UKKTH’nin içerdiği devrimci öz olan egemen ulusun boyunduruğuna son vermek,
ulusal kurtuluşu sağlamak biçiminde gerçekleşmemiştir. Haşim Taçi ulusal kurtuluşu
kapı dışında tutarak egemen ulus boyunduruğuna yönelmeden, onu daha güçlü
muhafaza etmekte, ulusal bağımlılık ilişkisini yeni bir biçim altında ve
yeniden üreterek sürdürmektedir. UKKTH kullanıldığı için Kosova yeni tip bir
bağımlılık ilişkisine girmiş değildir, UKKTH’nin devrimci özüne göre bir
hareket olmadığı için, yeni tip ya da yeniden bağımlılık oluşmuştur.
ST’nin yaklaşımı yüzeyseldir, UKKTH’yi
biçimsel bir olgu olarak kavrıyor, onun özünü, içeriğini görmüyor. İçerikten
kopuk, yalnızca bir irade beyanı olduğunu sanıyor. Durumu anlaşılır kılmak
açısından uzatma pahasına Stalin yoldaşın da başvurduğu Afgan örneğini alalım:
İngiliz işgaline karşı Emanullah Han önderliğinde bir ulusal kurtuluş savaşı
örgütleniyor.
Afganistan’ın geleceğine yabancılar el
koyuyor. Emperyalist işgale ve milli baskıya karşı bağımsızlık için, kendi
kaderlerini yeniden ellerine almak için savaşılıyor. Ulusal kurtuluş savaşına
feodaller, gerici sınıflar önderlik etmesine rağmen savaş, UKKTH’nin devrimci
özüne uygun olarak ulusal kurtuluş siyaseti doğrultusunda gelişiyor.
Savaşın siyaseti UKKTH’nin özü olan ulusal
özgürlük, yabancı boyunduruğa son vermeye göre belirlenmiştir. Devrimci bir
ilkeye bağlı olarak, o temel alınarak devrimci bir siyaset belirlenmiş ve
devrimci bir savaş biçiminde hayat bulmuştur. Savaşa önderlik eden sınıf gerici
bir sınıftır. Fakat ulusal kurtuluşu hedeflemekte, kendi geleceğini, kaderini
belirlemek için savaşa kalkışmaktadır.
Şimdi iki örneğimiz oldu. Her ikisi de
gerici sınıftır. Afganistan UKKTH’nin devrimci niteliği demek olan ulusal
kurtuluşu, siyasetinin temeli yapmakta ve devrimci bir savaş yürütmekte,
yabancı boyunduruğu hedeflemektedir. Kosova, Haşim Taçi’nin önderlik ettiği
hareket ise UKKTH’nin devrimci içeriğine aykırı olarak ulusal kurtuluş değil
ulusal bağımlılığın devamı olan bir siyaseti temel almaktadır. UKKTH’ye biçimci
yaklaşan ST’ye göre savaşın siyaseti ve onu belirleyen temel ilkenin ulusal
hareketlerle hiç ilgisi yok, karşı-devrimin kefaretini UKKTH’ye ödetmesi
bundandır.
Gerek Afganistan ve gerekse Kosova örneği
ulusal sorun ve ulusal hareketler meselesinde istisnai durumlardır, bununla
birlikte UKKTH’nin devrimci özünü tartışılır hale getirmez, bizzat doğrularlar.
Stalin yoldaştan bir alıntıyla tartışmamızı devam ettirelim: “Genel olarak
ulusal hareketlerin niteliği konusunda da aynı şeyi söylemek gerekir.
Ulusal hareketlerin büyük çoğunluğunun
kuşku götürmez devrimci niteliği ne kadar göreli ve kendine özgü ise, belirli
bazı ulusal hareketlerin olası gerici niteliği de o ölçüde göreli ve kendine
özgüdür… Afgan emirinin Afganistan’ın bağımsızlığı için savaşımı, emirin ve
yandaşlarının kraliyetçi niteliğine karşın nesnel olarak devrimci bir
savaşımdır; çünkü bu savaşım emperyalizmi zayıflatır, parçalar ve baltalar.”
(Stalin, age, sf 226)
Ulusal hareketlerin (veya bütün
hareketlerin) göreliliği sorununa ileride değineceğiz, dikkatimizi şu noktada
toplayalım: “Afgan emirinin Afganistan’ın bağımsızlığı için savaşımı…” diyor
Stalin yoldaş. Bunu Kosova’nın bağımsızlığı, Kürdistan’ın bağımsızlığı, Tamil
ulusunun bağımsızlığı vb. diye düşünmeliyiz. Afganis67 tan’ın bağımsızlığı
sorunu Afgan direnişini, Kürdistan’ın bağımsızlığı sorununu Kürt ulusal
direnişini açığa çıkarmıştır.
Afgan direnişini devrimci kılan direnişin
ya da savaşın kendisi değildir, bağımsızlık olgusu (yani kendi kaderini tayin)
ve bu doğrultuda şekillenmiş bağımsızlık, ulusal kurtuluş siyaseti Afgan
savaşını devrimci kılıyor. Eğer bu siyaset olmasaydı diğer bir ifadeyle
bağımsızlık sorunu olmasaydı emperyalizme karşı savaş da olmayacaktı.
Hatırlatalım, Marks yoldaş Çeklerin ve Güney Slavların hareketini böyle ele
almıştı. “Kosova’nın çelişkisi” de buradaydı. Haşim Taçi Kosova’nın
bağımsızlığı için savaşmadı, o karşı-devrimci şayet Kosova’nın bağımsızlığı
için savaşsaydı, (bunun anlamının AB ve ABD güçlerine karşı savaşım olduğunu
biliyoruz) bu savaş nesnel olarak devrimci olacaktı.
Bu cümlelerin “tercümesi” “UKKTH için
savaşsaydı nesnel olarak devrimci olacaktı” demektir. Hafızamızı yokladığımızda
aşağı yukarı bütün sosyal-şovenlerin (ve şovenlerin) UKKTH’ye karşı tepkisini
karşı-devrimciler tarafından, emperyalistler tarafından kullanılıyor iddiası
üzerinden şekillendirdiğini görürüz. Balkanlar, Kafkaslar, oralardaki
çatışmalar, katliamlar Haşim Taçi gibi karşı-devrimciler hep UKKTH’nin “gözüne
sokuluyor”.
Örneğin TKP tam da Balkanları hatırlatarak
UKKTH’nin işlevini yitirdiğini, bu ilkenin terk edilmesi gerektiğini söylüyor.
Biz bu hatırlatmayı yaparken ST’ye sosyal-şoven dokundurması yapmıyoruz. Bu
aklımızdan geçmez. Fakat UKKTH’nin devrimci özünün sağlamasını, karşı-devrimci
hareketlerle yapmaya kalkışması hiç de az bir olumsuzluk değildir.
UKKTH KARŞISINDA İKİ FARKLI HAREKET VE İKİ
FARKLI SİYASET
K. Radek’le Liberalleri,Liberal Solu
Birleştiren Bağ Lenin yoldaş, K. Radek’le ulusal sorunun neden var olduğunu ve
ulusal hareketlerin neden kaçınılmaz olduğunu tartışıyor, tartışmak zorunda
kalıyor. Tartışmaya neden olan sav çok tanıdık: burjuva liberallerin, onların
solcu ambalajlı olanlarının koro halinde seslendirdikleri enternasyonalizm
şarkısının sözleri gibidir tartışma konusu.
Yani artık sınırlar son buluyor, ulusal
devletler gereksizleşiyor, sermaye bütün engelleri kaldırarak tek bir dünya
yapıyor, bu dünyada herkese fırsat eşitliği var. Dil, din, ulus, sınıf farkları
siliniyor vs. vs. Radek de emperyalizmle ulusal devletlerin çerçevesinin
aşıldığını, ulusal sorunun artık emperyalizmin sorunu olduğunu, onun çözdüğü,
çözeceği bir sorun olduğu için UKKTH gibi bir çözüm oluşturmanın gereksiz
olduğunu vb. vb. söylüyordu.
Kısacası Radek’e göre UKKTH gereksizdi. A.
Altanlar, M. Altanlar, O. Çalışlarlar, M. Belgeler, T. Akyollar ulusal
savaşların ve toplumsal kurtuluş için mücadelenin tam da küreselleşmeye
yaslanarak gereksizleştiğini vaaz edip durmuyorlar mı, “canım, bu devirde… olur
mu” diye dalga yapıyorlar. Bütün oklar ezilen ulusların, ezilen halkların
haklı, meşru başkaldırılarına, savaşlarına fırlatılıyor.
Lenin Radek’e “…ama ulusal hareketlerin,
bugünün ve geleceğin sorunu olduğu Asya’yı, Afrika’yı ve sömürgeleri dikkate almadığı
için ileriye değil geriye bakan Parabellum’dur. (Parabellum Radek’in kod adı –
PN) Hindistan, Çin, İran ve Mısır’dan söz etmek yeter.” (U.S.U.K.S, Sf 198)
diyordu.
Lenin haklı çıktı. Emperyalizm ulusal
sorunu çözmedi. Ezilen ulusların kurtuluş savaşları destansı direnişlerle
emperyalizme vura vura çözüme ilerlediler. Çünkü emperyalizm ulusal sorunda
çözüm değil ulusal baskının yeni bir tarihsel temelde yükseltilip
genişletilmesi demektir. (Lenin) Lenin yoldaş diyalektik materyalistti.
Radek nesnel durumu reddediyor, ulusal
hareketleri artık geçmişte kalmış sayıyor ve haliyle ezilen uluslar gerçeğine,
onların taşıdığı devrimci olanaklara gözünü yumuyordu. Belli ki emperyalizmin
gelişme yasasının savaşlar olduğunu da (Stalin) kavramamıştı. Emperyalizm varsa
ezilen uluslar gerçekliği de olacaktı.
Radek’in bakış açısına göre ezilen uluslar
sorunu proletaryanın sorunu değildi ve ilgisinin dışında kalmalıydı. Lenin
yoldaşa göre ise proletarya ulusal sorunu iktidar mücadelesinin bir parçası
olarak ele almalı, iktidar mücadelesiyle birleştirmeliydi.
2-
Ulusal Devrimci Hareketle Ulusal Sorunun Çözümü Sermayenin içsel dinamikleri
kaçınılmaz olarak ezen, ezilen uluslar gerçekliğini yarattı. Sermayenin
varlığını buna bağlamıyoruz ama, var oluşunun kaçınılmaz biçimde getirdiği,
ürettiği bir olgudur.
Ezen-ezilen uluslar kapitalizmle
biçimlenmiş diyalektik bir birliktir. Birinin varlığı diğerine bağlıdır ve bu
ilişki keskin çatışmaların da kaynağıdır. Çelişkinin hâkim tarafı birliği devam
ettirmeye odaklıdır ve bu birliği korumak için siyaset geliştirir, çelişkinin
tali olan yönü ise birliği parçalamaya ve egemen duruma gelmeye odaklıdır.
Bunun için siyaset geliştirir.
Egemen ulusun siyaseti milli baskıdır,
ezilen ulus kendi kaderini belirlemek için ulusal kurtuluş savaşına girişir.
Fakat şu var: “Emperyalizm demek, sermayenin, ulusal devletlerin genel
çerçevesini aşması demektir.” (Lenin) Ezen ulusun burjuvazisine karşı savaşmak,
ezen ulustan kurtulmak bir ulusal kurtuluş için yetmiyor, bütün olarak
sermayeye, bütün olarak ezen uluslara (emperyalizme) karşı olmak gerekiyor.
UKKTH için savaşan ezilen ulusun
burjuvazisiyle, küçük toprak sahipleri ve onların önderlik ettiği ulusal
hareketle, yine UKKTH için savaşan (aynı ulusun veya aynı devlet içerisinde
bütün ulus ve milliyetlerden) proletaryanın önderlik ettiği toplumsal kurtuluş
hareketi ulusal sorunun çözümü meselesinde işte bu nedenle ayrışıyor.
Ulusal burjuva hareketler başarılı
olduklarında devlet aygıtını kendi işçi ve emekçilerini sömürmek, onlar
üzerinde baskı kurmak için kullanır, ayrıca kendi sınıf niteliği ve
emperyalizmin işleyiş biçimi gereği, bu sistemin bir parçası olup, emperyalist
sermaye karşısında bağımsızlığını yitirecektir vs. vs.
Proletaryanın önderlik ettiği toplumsal
kurtuluşta proletaryanın ve ezilen halkın çıkarları, geleceği esas alınır,
bütün ilişkilerin merkezine bu konulur; emperyalist sistemden bağımsızlık
sorunu, proletaryanın ve ezilen halkın kurtuluşu ve geleceğiyle birlikte ele
alınır. Ulusal sorunun çözümü, ulusal bağımsızlık gerçek anlamda böyle
sağlanır.
3- Proleter Devrimci Hareketle Ulusal
Sorunun GERÇEKTEN Çözümü İster tek uluslu olsun isterse birden fazla ulus
bulunsun tüm sömürge, yarı-sömürgelerde ulusal sorunun gerçek anlamda çözümü
yukarıdaki gibidir.
Türkiye gibi çok uluslu devletlerde
komünistlerin ulusal programı ulusal sorunun gerçekten çözümünü amaçlar. Yani
bütün uluslar arasında tam hak eşitliği, bütün uluslardan işçi ve emekçilerin
birliği. Fakat bu gerçek çözümün baş köşesine UKKTH konulur.
Ayrılık
özgürlüğü olmadan bütün uluslardan işçi ve emekçilerin birliği, zoraki birlik
olur. Keza ulusların eşitliği de ancak UKKTH’nin varlığıyla mümkündür.
UKKTH’siz bir eşitlik eşitsiz bir “eşitlik”tir.
Komünistler
ezilen ulustan işçi ve emekçilere milli baskının nedenini ve gerçek kaynağını
gösterir. Milli baskıdan kurtuluşun ve ulusal özgürlüğün kazanılması yolunun
egemen sınıf iktidarını yıkmaktan geçtiğini, bu nedenle ezen ve ezilen
uluslardan işçi ve emekçilerin birliğinin hayati olduğunu vurgular.
Kısacası
komünistler ulusal sorun programını ayrılma özgürlüğü ilkesi etrafında
şekillendirir, bunu işçi ve emekçilerin birliği için ilkesel olarak görür. Bu
programda UKKTH, proletaryanın sınıf çıkarlarını önceleyerek, proletaryanın
sınıf mücadelesine hizmet edecek biçimde ele alınmaktadır.
Radek
gibi ulusal sorunun çözümünü emperyalizme bırakmak nasıl çarpıtılmış bir
anlayışsa ulusal sorunun çözümünü ulusal hareketlere bırakmak, onlara tapulamak
da o derece çarpıktır.
Lenin yoldaş,
“…sosyalizm için devrimci savaşımı, ulusal sorunda devrimci bir programla
birleştirip ilişkilendirmemiz gere[kir]” (age, Sf 198) diyordu.
4- UKKTH’nin Değişmeyen ve Onu Devrimci
Kılan Özelliği Peki, ulusal sorun programını devrimci kılan neydi, ulusal
sorunun devrimci çözümü neye bağlıydı?
Bu ve benzer soruların cevabını Lenin’in,
Kautsky’ye dönük şu sözlerinden öğrenmekteyiz:
“Kautsky temel sorundan, emperyalist
burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel sorundan yani, ulusların
ezilmesi üzerine temellendirilmiş devlet sınırları sorunundan kavrıyor;
burjuvaziyi hoşnut edebilmek için en temel şeyi programından atıyor.
Proletarya yasallığın çerçevesi içinde
kaldığı ve devlet sınırları sorununda burjuvaziye ‘sessizce’ baş eğdiği sürece,
burjuvazi her türlü ‘ulusal eşitlik’ ve dilerseniz ‘ulusal özerklik’sözü
vermeye hazırdır.
Kautsky sosyal demokrasinin ulusal programını
devrimci bir biçimde değil, reformcu bir anlayışla düzenlemiştir.” (U.S.U.K.S,
Sf 202) Alıntıyı uzun tuttuk, çünkü her bir satır bizce önemliydi. Burada,
ulusal sorunda devrimci ve reformcu bir programı belirleyen unsurun ne olduğunu
görüyoruz.
Devrimci ve reformcu bir programın ayrımına
“devlet sınırları” sorunu yerleştiriliyor, açıkçası UKKTH temel alınıyor. 69 70
Böyle bir program
1) Proletaryanın her türlü eşitsizliğe bu
arada uluslar arasındaki hak eşitsizliğine de karşı çıktığı, bunu ilan ettiği
için;
2) Devlet sınırlarının zoraki kurulduğu,
ezilen ulusların kurtuluş hareketinin haklı ve meşru olduğunu gösterdiği için
ve
3) ulusal sorunun çözümü önündeki engeli
gösterdiği, bütün uluslardan işçi ve emekçileri egemen sınıfın iktidarına karşı
savaşa yönelttiği için, bu ulusal program devrimcidir.
Şimdi ST ile olan tartışmamıza dönelim: ST
haklı olarak “Lenin bir ulusal hareketten, onun ulusal programından değil,
proleter hareketten, onun ulusal programından bahsediyor” diyecektir. Doğru,
“sosyal demokrasinin ulusal programı” diyor Lenin. Fakat demese ne olurdu!
Dikkat edelim, Lenin yoldaş bir
olgudan bahsediyor, “devlet sınırları” diyor.
Egemen sınıfların bu sınırları “kıskançlıkla”
nasıl koruduğunu, sınırları aynen muhafaza etmek kaydıyla verebileceği ödünleri
anlatıyor. Programın devrimciliği kime ait olduğunu gösteren tabeladan değil,
devlet sınırları sorunuyla ilişkisinden belirleniyor.
Devlet sınırları sorunu egemen ulusun egemen
sınıfları için (ve emperyalizm için) belirleyici, temel bir sorundur.
Sınırlarını korumak ve mümkünse geliştirmek ekonomik ve siyasal çıkarlarının
koşulladığı bir sınıf tavrıdır. Milli baskının uygulanma nedeni de bu değil mi?
Lenin yoldaşın sözleri üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok!
Komünistlerin ulusal programı gibi gerekçelere
sığınmaya, gerçeğe karşı inat etmeye lüzum yok. Ulusların boyunduruk altına
alınması, ezilmesi üzerine temellendirilmiş, böyle belirlenmiş devlet
sınırlarını hedeflemedikten sonra bir ulusal programın devrimciliği olur mu?
Egemen ulusun hakim sınıfları milli baskıyı az da olsa gevşetmeyi düşünmezler.
Fakat ulusal ve sosyal hareketin gelişmesi,
devlet sınırları için bir tehlikenin oluşması durumunda ulusal özerkliğe de,
anadilde eğitime de evet diyebilir, milli baskının cenderesini az da olsa
gevşetebilirler. Egemen ulusun burjuvazisi için devletin bütünlüğü sorunu ne
derece hayatiyse ezilen ulusun burjuvazisi ve küçük toprak sahipleri için de
ulusal devletini kurmak aynı siyasal ve ekonomik nedenler dolayısıyla
hayatidir.
Ulusal hareketlerin doğal eğiliminin kendi
devletini kurmak olduğu biçimindeki MLM görüş bu gerçeğe dayanır. Kendisine ait
olmayan bir devletin sınırları içinde kalmak ezilen ulusun doğasına aykırıdır.
Başka bir ulusun idaresine neden tabi olsun, bunu neden kabullensin? Ulusal
hareket bu sorulara verilen cevaptır.
Böyle bir savaşta hayat bulan şey ise UKKTH
için mücadeledir. Milli baskıdan başka bir ulusun kendi üzerindeki tahakkümden
kurtuluş demektir bu mücadele. Lenin ulusal sorunda oportünist, sosyal-şoven
çizgiye sahip olan Kievski’ye, R. Luksemburg’a vb. vb. bu gerçeği anlatıyor ve
onlara diyordu ki: “Emperyalist devletlere karşı ulusal savaşlar yalnızca olası
ve olanaklı değildir, ama aynı zamanda kaçınılmaz bir şeydir, ilericidir;... ulusal savaşlar devrimcidir.” (U.S.U.K, Sf
227) Lenin yoldaşı böylesine iddialı konuşturan toplumsal süreçlerin bilimsel
tahlilidir.
Karşıtların birliği ilişkisinin
engellenemez sonuçlarıdır. Partizan’ın UKKTH’yi mihenk taşı olarak alması,
ulusal hareketlerin politik bakımdan durduğu yeri UKKTH ile ilişkisi içerisinde
değerlendirmesi Lenin yoldaşın kullandığı, ulusal hareketleri; tahlil ederken
de parlak bir biçimde açığa vurduğu diyalektik materyalist yöntemle ilgilidir.
ST’nin yöntemi bu değildir, ST subjektif
toplumbilimsel bir yöntemle hareket ediyor, olgulardan, nedenlerden yola
çıkmıyor, pusula yitimine bundan dolayı uğruyor. Ulusal hareketlerin tarihsel
sürecini ve fakat maddi gerçekleri öncelleyerek inceleseydi, egemen ulusun
hakim sınıflarınca belirlenmiş sınırlarda neden kabına sığmadığını, neden o
sınırları zorladığını ve dolayısıyla neden devrimci bir nitelik taşıdığını
şüphesiz kavrar ve UKKTH ilkesi KP’ler için devrimci bir ilkedir, ulusal
hareketlerdeki yeri ve anlamı bu değildir gibi bir hafifsemede bulunmazdı.
Çünkü bu ilke tam da ulusal hareketlere
içkindir ve onun ortaya çıkışını ya da ortaya çıkışıyla birlikte en doğrudan
biçimde anlattığı, gösterdiği olgunun kendisidir. Bakın Lenin ne diyor: “Demek
ki, eğer biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını,
hukuksal tanımlamalarla cambazlıklar yaparak ya da soyut tanımlamalar ‘icat
ederek’ değil de, ulusal hareketlerin tarihsel ve iktisadi koşullarını
inceleyerek öğrenmek istiyorsak varacağımız sonuç kaçınılmaz olarak, ulusların
kendi kaderlerini tayin etmenin o ulusların yabancı ulusal bütünlerden siyasal
bakımdan ayrılma ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamına geldiği
sonucudur.” (UKKTH, Sf 53) ST bu sözleri nasıl anlar bilemiyoruz, fakat hiç
değilse ulusal ezilmişlikten kurtulma, egemen ulus boyunduruğunu kırma yani
kendi kaderini tayin etmenin ulusal hareketlerin var oluş nedeni olduğunu ve
bunun da egemen devletin sınırlarını hedeflediğini anlamasını isteriz. İşte o
vakit devrimci ulusal program olduğu için Kautsky’nin uzak kaçtığı ulusların
kendi kaderini tayin hakkının ve onu pratikleştiren ulusal hareketin devrimci
olduğunu da iyice görmüş olur.
UKKTH’yi temel alan bir ulusal hareketin
de, sosyal kurtuluş hareketinin de ulusal programı devrimci bir program olur.
Şu konuya dikkat edelim, programına UKKTH’yi almayan, böyle bir amaç taşımayan
bir ulusal burjuva hareket reformist bir harekttir.
Fakat ulusal değil toplumsal devrim için
mücadele eden bir devrimci hareket UKKTH’siz bir ulusal program sahibi olduğu
için reformist olarak değerlendirilmez, şüphesiz UKKTH’siz o program
sosyal-şoven bir programdır, böyle bir devrimci yapının sürekleneceği yer
reformizm de olur, daha beteri de ama devrimci değildir değerlendirilmesi
yapılamaz.
Yani
UKKTH’yi savunmayan bir devrimci hareket reformist, UKKTH’yi savunan bir
reformist hareket de devrimci olmaz. Çünkü bir sosyal hareketin (sosyal
reformist de dahil) programı sadece ulusal sorunla sınırlı değil, toplumsal
yapının bütününe ilişkin, toplumsal yapının tüm temel meselelerine ilişkin bir
programdır. Bunlardan biri hakkında reformist nitelik taşıyan bir çözüm
anlayışı programın bütününü belirlemez.
Ulusal kurtuluşçu bir hareketin programının
esası ise ulusal programıdır. Eğer ulusal kurtuluşun üzerine şekillenmemiş,
UKKTH’yi dışta bırakmışsa o ulusal hareketin verili devletin sınırlarıyla bir
sorunu yok demektir, bunun ne anlama geldiğini Lenin’den okumuştuk, o hareket
reformist bir harekettir.
İçerisinde bulunulan maddi koşullar kişilere,
hareketlere göre değişmez. Bir devlet sınırları içerisinde ezen-ezilen ulus
gerçeği her sınıf, her siyasal yapı için geçerlidir, kabul edip etmemeleri
varlığın dışında bir olaydır. Ezilen uluslar sorunu da nesneldir, bu sorunun ya
da bu çelişkinin tek çözüm yolu var o da UKKTH, ST bir başka çözüm yolu
biliyorsa (komünistlerin çözümü gerçek çözümdür, ulusal burjuva hareketlerin
biçimsel vb. deme dışında) bunu söylemeli.
UKKTH’nin karşılığı, işlevi komünistler
için de ulusal burjuva hareketler için de aynıdır, her ikisinde de milli
baskıyı, bir devletin sınırları içinde zoraki tutulmuşluğu, devletin
sınırlarını hedefler. Bu özellik hareketten harekete göre yani proleter ve
ulusal burjuva harekete göre değişmiyor.
ST bu özelliği nedeniyle UKKTH’ye devrimci
bir ilkedir ve buna göre şekillenen ulusal program, devrimci bir programdır
diyor, bunu kabul ediyor ama proletarya için böyledir. Ulusal hareketler için
bu geçerli değil diyor, buna olsa olsa keyfiyetin daniskası denilir.
Oysa
ayrım noktası bu ulusal devrimci programın, bu devrimci programa göre
belirlenmiş devrimci mücadelenin hangi sınıfın çıkarlarına bağlandığıdır.
Proletaryanın ulusal programı proletaryanın enternasyonal sınıf çıkarlarına
bağlı bir öz taşır, UKKTH için mücadeleyi devrim için mücadeleyle birleştirir.
UKKTH başta gelmek üzere bütün uluslar için
tam hak eşitliğini savunur. İşçi ve emekçilerin birliğini, gerçekten birliğini
ancak böyle görür. Proletarya ulusal programıyla ulusal sorunun çözümünün
dışında değil bizatihi onun öznesi olduğunu ilan eder, ezilen ulus ve
milliyetlerin sorunlarını proleter devrimin görevleri içerisinde
değerlendirerek, kitleleri proleter devrimci savaşıma katmanın bir aracı haline
dönüştürür.
Lenin
yoldaş “Kapitalizme karşı devrimci savaşımı bütün demok-ratik isteklerle...
ulusların kendi kaderini tayin hakkı vb. isteklerle ilgili devrimci bir program
ve taktiklerle birleştirmeliyiz” (U.S.U.K.S Sf 198) diyor. Proletarya ulusal
programıyla bu amacı güder. Böylece ulusal ve sosyal meselenin kaynağı olan
toplumsal düzene, bu düzenin egemen sınıflarına karşı çeşitli ulus ve
milliyetlerden emekçi halkı proletaryanın saflarında birleştirmenin zemini
yaratılmış olur.
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_73.pdf
Ulusal hareketlerin politik niteliği sorunu ve “Sınıf Teorisi”nin yanılgısı
https://partizanarsiv8.net/file/2018/02/Partizan66.pdf