ANALİZ |
Marksist Düşüncenin Diyalektiği: Düşüncenin Madde Üzerindeki Etkisi-2--------19 Eylül 2023
"Aslında,
Mao karşıtları her gün yaşadıkları kendi hareketlerini inceleseler,
düşüncelerindeki gelişmeleri ve değişimleri (düşünce diyalektiğini) izleseler,
Mao’ya bu tür anti-bilimsel eleştirileri getirmeyeceklerdir."
Düşüncenin
madde üzerinde etkisi olmasaydı, 17 Ekim Devrimi gerçekleşmezdi. Bu, düşüncenin
nesnelliği kavraması ve ona yön vermesiyle; yani, somut koşulların somut
analizinin yapılması ve öznenin, nesnelliğin özgüllüğü içinde, koşullara
müdahale etmesiyle bağlantılıdır.
Lenin’in
ayaklanmayı başlatmaları için, Bolşevik Merkez Komitesi’ni ikna etmek ve
harekete geçirmekte adeta kendini paraladığı bilinen bir gerçektir. Çünkü
Lenin, “ayaklanmanın bir gün daha ertelenmesi devrimin engelenmesidir” diye
yazar ve harekete geçer.[1] Bu gerçeklik, düşüncenin madde üzerindeki rolünü
ortaya koyan bir örnek ve söz konusu bu ayaklanma, bilincin maddeye dönüşmüş
hali, düşüncenin diyalektik hareketidir. Bir başka söylemle, öznenin nesneye
biçim vermesidir.
Proletaryanın
sınıf bilinçli örgütleri, kadro yetiştirmeye ve kendi üye ve kadrolarını
marksist düşüncelerle donatmaya özel bir önem verir. Çünkü Marksist teori ile
onları donatamazsa, toplumu, sınıfları, olguları, gidişat ve izlenmesi gereken
rotayı göremez veya doğru kavrayamazlar.
Dolayısıyla
kitleleri kazanmaları, işçi sınıfını örgütlemeleri, yönlendirmeleri ve partiyi
gerçek bir proletarya partisi haline getirmeleri de bir o kadar eksik ve zaaflı
ya da imkansız olacaktır. Bunun açıklaması, teorinin öneminin (siz düşünce
anlayın) ne denli belirleyici olduğunun en yalın ve pratik bir örneğidir.
Lenin, Stalin ve Mao’da kadro ve üyelerin yetişmesi, onlarının marksist
düşünceler ile donanımının önemi konusunda yüzlerce alıntı alınabilir. Ya da
daha yakın bir örnek verecek olursak, teorinin (düşüncenin) önemi olmasaydı,
Marx, ömrünü Das Kapital’e adamazdı.
Burjuvazi ile
proletarya arasında süren ideolojik mücadele neden bu denli önem kazanıyor?
Nasıl olsa, pratik her şeye kadir, o zaman pratiği kendi kaderiyle başbaşa
bırakalım. Ve böyle bir kendiliğindencilik halinde bir çürüme yaşanacaktır;
toplumsal pratik teorisiz kaldığında, yol gösterici ışığından yoksun
kaldığında, yolunu kaybedecektir. Ve bu, tam da burjuvazinin kitleleri
politikadan ve bilimden uzak tutmasına hizmet edecektir. Düşüncesiz-bilinçsiz
insan toplumu olamaz. İnsan toplumu ile doğa arasındaki en önemli ayrışımlardan
biri budur. İnsan toplumu, sahip olduğu maddi üretiminden kaynaklı ve onun
üzerinde şekillenen bilinciyle hareket eder.
Marx,
“Feuerbach Üzerine Tezler”in 3.sünde şöyle der: “Koşulların değiştirilmesine ve
eğitime ilişkin materyalist öğreti, koşulların insanlar tarafından
değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini
unutur…Koşulların değiştirilmesi ile insan etkinliğinin ya da insanın
kendisinin değiştirilmesinin örtüşmesi, ancak devrimci pratik olarak
kavranabilir ve ussal olarak anlaşılabilir”[2]
Marx, bütün
yazılarında kendiliğindenciliğin karşısında durur. O, devrimci bir değişimden
yanadır ve bunun da ancak insan etkinliği ile olabileceğini vurgular. Devrimler
de bilinçli insan etkinliğinin bir ürünüdür ve ürünü olabillir. İşçi sınıfını
kendiliğindenciliğe terk eden küçük burjuva anlayışlara karşı bilinçli devrimci
müdahale ve dönüştürme Marksist teori ile olabilir.
Kitleleri
kazanmak ve devrimcileştirmek için devrimci militanların yürüttükleri ajitasyon
ve propaganadanın önemi bilinir. Bazıları, bırakınız kitleler kendi kendilerine
“bilinçlenir” diyerek “dışarıdan götürme” bilince karşı çıkar. Oysa,
Marksistler, işçi sınıfına bilincin dışarıdan verilebileceğini ve bunun önemini
vurgularlar.
Ve bunların
hepsi, düşüncenin kitleler üzerindeki etksiyle ilgili veri kaynaklarıdır. “İşçi
sınıfına sınıfsal bilinç dışarıdan verilir” teorik önermesini; toplumsal
hareketler ve işçi sınıfının sınıf mücadelesi bunu defalarca doğrulamıştır ve
doğrulamaya devam ediyor.
Kitle
eylemleri içinde düşüncenin ete-kemiğe dönüşmesi, Lenin’in deyimiyle, partinin
özlemleriyle kitlelerin özlemlerinin birleşmesi, partinin sloganlarının
kitleler tarafından benimsenmesi halidir. Komünist partileri, kitlelerin ruh
halini doğru bir biçimde yakalayamazsa, sonuç ve nihai olarak ileri sürdüğü
düşüncelerin doğruluğunun bir anlamı olamaz.
Toplumsal
yapıyı daha ileri götürmek isteyen, yani sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya
yaratmak isteyen komünistler, kitleleri kazanmadan ve kitleleri bu düşünceler
doğrultusunda harekete geçirmeden, bu düşüncelerini yaşama geçiremezler. Ne
zaman ki, parti kendi düşüncelerini kitlelere kabul ettirir ve onu kitleler
nezdinde maddi bir güce dönüştürürse, gerçekleştirmek istediği şeyler bir
ütopya olmaktan çıkarak gerçek bir olgu halini alır. İşte bu düşüncenin maddi
bir güce dönüşmesinin en yalın örneğini oluşturur.
Marx’dan
Mao’ya bütün Marksist ustalar bunun önemini sık sık vurgularlar. Bunu
anlamayanlar, sadece ve sadece küçük burjuva oportünistleridir. Bu düşünceden
hareketle kitlelere güvenmeyip, sık sık sağ ve sol sapma içinde kendilerini
bulurlar. Öz ve biçimin birliğini bir türlü sağlayamazlar. Özü esas alıp biçimi
yoksayarak solculuk yaparlar, biçimi esas alıp özü yoksayarak sağcılık
yaparlar.
Öz ve biçim
arasındaki diyalektik bütünlüğü ve etkileşimin kaçınılmaz oluşunu anlamakta
zorlanırlar. Daha genel anlamda söylersek; madde ile düşünce arasındaki
çelişmeli birlikteliğin diyalektiğini doğru bir şekilde ele alamazlar.
Üretici
güçler ne kadar gelişirse gelişsin, üretici güçlerin ana unsuru (esası) olan
işçi sınıfı kapitalizmi yıkmak amacıyla ayağa kalkmadan, kapitalizm,
kendiliğinden yıkılmaz.
Tarih,
toplumsal devrimlerin, öznenin, değişim için harekete geçmesiyle
gerçekleşebildiğini gösterir. Ancak özneyi harekete geçirenin de üretim
araçlarıyla üretim ilişkileri arasındaki çelişme olduğu ve bu çelişmenin
keskinleşmesi sonucu kaçınılmaz olarak öznenin yani çelişmenin esas yönü olan
proletaryanın harekete geçtiği ve geçeceği tarihsel gerçekliği vardır.
Bu nedenle,
kapitalizm, sınıf bilinçli proletarya önderliğinde örgütlü gücün, yani işçi
sınıfının ve ezilen kitlelerin birlikte iradi –tarihsel koşullardan bağımsız
olmayarak- hareketiyle yıkılır ve yeni bir sistem, sosyalizm kurulur.
Marx,
“kurtuluş zihinsel”[3] değil derken insanların tarihsel gelişmişliklerinin
belli bir aşamasından sonra bunu gereçekleştirebileceğini de belirler.
Toplumsal üretim ve toplumsal üretim ilişkileri belli bir seviyeye ulaşmadan,
insanlığın nihayi kurtuluşunun da gerçekleşemeyeceği açıktır. Kendi tarihlerini
kendileri yapan insanlar, bunu sahip oldukları üretim ve üretim ilişkilerinden
bağımsız olarak başaramaz.
Üretici
güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme ya da bir başka söylemle;
emek-sermaye arasındaki çelişme olgunlaşmasına karşın öznel güçlerin hareketi
olmadan, emek sermayenin iktidarını deviremiyor. 2013 Haziran sonunda,
Mısır’da, tarihin en büyük kitle ayaklanması oldu. Bu maddi bir güçtü. Ancak bu
güce yön veren marksist bir düşünce değildi.
Eğer o kitle
Marksist düşünce ile hareket etmiş olsaydı, bugün iktidar, Mısır burjuvazisinin
elinde değil, Mısır proletaryası ve emekçilerin elinde olabilirdi. İşte,
düşüncenin maddi bir güç haline gelmesi, Mao’nun önemle üzerinde durarak
belirttiği, bilincin maddeye dönüşmesi önermesinin pratiksel görüngüsü budur.
Düşüncenin madde üzerindeki etkisine ilişkin Mao’da bundan başka bir şey
bulunmaz.
Ama Lenin’de
düşünce ve bilgi üzerine daha etkin belirlemeler bulunur. Felsefe
Defteri’ndeki, “Bilgi teorisinde pratiğin yeri” başlıklı notunda:
“… nesnel
dünyayı sadece yansıtmakla kalmaz insan bilinci, yaratır aynı zamanda”[4] der.
“İdealist”
Lenin(!)
Lenin’e göre
insan bilinci sadece nesneyi yansıtmakla kalmıyor, aynı zamanda nesneyi
yaratıyor. Özneyi, aynayla karıştıranlara cevaptır bu. Bilinç, maddenin bir
yansıması ama aynı zamanda o, maddeyi değiştiren, dönüştüren ve yaratan bir
içkinliğe de sahiptir.
Verili
durumun değiştirilmesi diğer felsefelerin sorunu olmamıştır ama diyalektik
materyalist felsefenin en temel sorunu olmuştur. Mao, düşüncenin diyalektiğini
bu temelde ele almıştır. Mao’nun “bilincin maddeye dönüşebilirliği” tezini
eleştirenler ve bunda “idealizm” bulanlar ise verili durumu yorumlamakla
yetinmeyi öne çıkardıkların ayrımında bile olmadıkları gibi “düşüncenin maddeye
dönüşmesi”ni inkar etmekle de maddenin içeriğini boşaltarak, madde ve bilinç
ilişkisi karşısında materyalist diyalektikten uzaklaştıklarının, ne yazık ki
ayrımında olamamışlardır.
ÇKP, 1933
yılında Mao’nun görüşlerini kabul etmeseydi Çin devrimi gerçekleşemeyebilirdi.
Yine, 17 Ekim Rus Devrimi’nde Bolşeviklerin (elbette Lenin’in görüşlerinin)
hakimiyeti olmasaydı, Menşevikler öne çıksaydı, proletarya önderliğinde Rus
Proleter Devrimi gerçekleşemeyecek ve sadece Çarlık rejiminin devrilmesiyle
yetinilecekti. Bu düşüncenin önemi ve madde üzerindeki belirleyiciliğinin en
yakıcı örneklerini oluşturur. Çünkü düşünce maddeden gelmesine karşın maddenin
hareketine yön verebilir, onun hareket biçimini değiştirebilir.
Siyasal
iktidar mücadelesinde her sınıf kendi partisiyle ortaya çıkar ve o parti içinde
örgütlenerek iktidar mücadelesi verir. Proletarya, burjuvaziden iktidarı almak
için, kendi sınıf partisi yani Komünist Partisi (KP) önderliğinde
örgütlenmeden, burjuvaziden siyasal iktidarı alacak bir güce erişemez.
Kalabalık bir yığın olması, kendiliğindenci hareketlerin varlığı sorunun özünü
değiştirmez. Proletaryanın düşüncesi KP’de somutlaşır, maddeleşir ve harekete
geçer. Bazı revizyonistlerin ve “sol” liberallerin ileri sürdükleri gibi
iktidar değişimi kendiliğinden olmuyor. Proletaryanın kendi siyasal partisi
olmadan, burjuvaziden iktidarı alıp kendi iktidarını kuramaz. Bu, madde-düşünce
ilişkisinin yalın bir anlatımı ve göstergesidir. Ve aynı zamanda; “devrimci teori
olmadan devrimci pratik olmaz” önermesinin kendisidir.
Düşünceyi
maddeden ayıranlar, madde ve düşünceyi karşı karşıya koyanlar, madde ve
düşüncenin diyalektik birliğini gözardı edenler; Marksist teorinin değiştirici
yönünü ve onun kitleler tarafından kavranılıp sahiplendiğinde, devrimci gücünü
de tam olarak kavrayamazlar ve anlayamazlar.
Teori’nin
(düşüncenin) madde üzerinde etkisi yoksa, E.Hoca, Mao’ya tavır alır almaz, o
güne kadar keskin “Maocu” olanların bir kısmının, anında Mao karşıtı olmaları
nasıl açıklanabilir?
Aslında, Mao
karşıtları her gün yaşadıkları kendi hareketlerini inceleseler,
düşüncelerindeki gelişmeleri ve değişimleri (düşünce diyalektiğini) izleseler,
Mao’ya bu tür anti-bilimsel eleşitirileri getirmeyeceklerdir. Mao’nun düşünsel
hareketinin soyutlanmasını, herkes ya da her sınıf, kendine sınıfsal yapısını
belirleyen üretimdeki yerine -maddi duruşuna- göre yorumluyor. Bir başka
söylemle; Mao’yu bir varlık olarak ele alırsak, onun hareket tarzının
yansımaları, bazılarında farklı farklı yansımalara neden olabilmiştir. Bu da
anti-diyalektik değil, materyalist diyelektiğin doğrulanması, Mao’nun
diyalektik materyalist felsefesinin doğrulanmasıdır.
Bütünlüklü
bir toplumsal bilimdir Marksizm. Toplumsal varlığın ulaştığı maddi
gerçekliğinin en yüksek seviyenin yansımasıdır. Marksist bilinç, kendiliğinden,
durup duruken ya da Marx’ın bir doğa üstü güce sahip olmasından ve tanrının
kulağına fısıldamasından değil toplumlar tarihinin maddi üretiminin, üretim
sürecinin ve üretim ilişkilerinin bütünsellikli hareketinin yansıması olarak
ortaya çıkmış toplumsal bir bilinçtir.
Toplumsal
hareketlerinin bir soyutlaması olarak teorileştirilmiş, bilim haline getirilmiş
ve yeniden toplumların hareketine yön-biçim vermek için insan (işçi sınıfı)
tarafından toplumsal pratiğe uygulanmasının bilinçli mücadelesi veriliyor.
Sosyal (toplumsal) bir varlık olan insanın düşüncesi (bilinci) de toplumsaldır.
Düşüncenin gelişmesi, maddenin evrimleşmesinden bağımsız olmadığı gibi,
toplumsal bilinç de toplumların evrimleşmesinden bağımsız değildir.
Toplumsal
bilinç geriye gider mi? Hayır! Bu eylemin gerçekleşmesi için maddenin ilk
haline yani toplumun geriye gitmesi gerekir.
Bu ise diyalektik materyalizme ve elbette maddenin varoluş biçimi olan
onun hareketine terstir.
Kapitalizm
gücünü, toplumsal üretimini sürdürüyor. Bu, eski ile yeni arasındaki toplumsal
mücadelenin iç içeliğinin bir ürünüdür. Bugün nasıl ki, feodalizme geriye
dönülemezse, komünizmden de kapitalizme geriye dönmenin toplumsal maddi
koşulları olmayacaktır. Ne toplumsal üretim biçimi ve ne de bunun ürünü olan
toplumsal bellek, bilinç, düşünce böyle bir şeye dönüşebilir. Çünkü, tarih
tekerrür etmiyor, değişim ve dönüşüm içinde daha ileriye gidiyor, maddenin
hareketindeki yeni biçimlere bürünmesi gibi, toplumlarda eskileri geride
bırakarak daha ileri niteliksel bir biçime bürünerek devam ediyor. Hareket
halindeki madde dönüp-dolaşıp eski halini almıyor. Maddenin bu hareketi
toplumlar içinde geçerlidir. Maddenin hareketine karşı çıkanlar ve tarihin
kendini tekrarlamaktan ibaret olduğunu ileri sürenler, yalnız ve yalnızca
metafizik düşünce tarzına sahip olanlar olmuştur.
Kapitalizmden
sosyalizme geçişi belirleyen elbette üst yapı değildir. Bunun maddi bir temeli
vardır. Yani üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme. Bu maddi
temel olmadan, düşünsel olarak sosyalizmi savunmak ya da askeri bir darbeyle
iktidarı almak sosyalizmin temelini yaratmaz.
Yine aynı
şekilde, sosyalizm kurulduktan sonra sınıfları ortadan kaldırımadan kapitalizme
dönüş ya da bir başka söylemle burjuvazinin tekrar iktidarı ele geçirme
olasılığının maddi üretim temelleri vardır. İşte, toplumsal varlığın
belirleyiciliğinden kasıt budur. Düşünsel olarak ne denli ileri olursa olunsun,
o düşüncenin güçlü bir maddi temeli yoksa hayat hakkı bulma olasılığı da
yoktur.
Çünkü;
“Eğer –der
Marx- proletarya zaferi kazanırsa, bu hiç de toplumun mutlak yanı durumuna
geldiği anlamını taşımaz, çünkü o bu zaferi ancak hem kendi kendini hem de
kendi karşıtını kaldırarak kazanabilir. Öyleyse, onu içeren karşıtı olan özel
mülkiyet kadar, proletarya da ortadan kalkmıştır.”[5]
Sorun böyle
kavranmazsa, sosyalist ülkeler de burjuvazinin tekrar iktidarı ele geçirmesinin
nedenleri doğru temellerde değerlendirilemez. Diyalektik materyalizm, mutlak
içindeki göreliliği ortaya çıkararak değişimi yakalayabilir. Çünkü mutlak gibi
görülen şeylerin göreliliği, bilgi sürecinin derinleşmesi, şeyin biçiminden
özüne inilmesiyle ortaya çıkarılabilir.
Özet olarak,
söylemek gerekirse, insanlar, günlük yaşamında; “düşünceni yaşama geçir!”
derler. Devrimciler düşüncelerini yaşama geçirmek için özel bir çaba harcarlar.
Yaşamlarına düşünceleri doğrultusunda yön vermeye çalışırlar ve düşünceleri
dışında hareket edenler eleştirilir. Eleştiri-özleştiri, düşüncelerin pratikle
çelişmesi sonucu ortaya çıkar ve bu ikisinin uyum içinde ve düşüncenin pratiğe
yöne vermesini koşullar. Bu anlamda düşünce maddeye madde düşünceye dönüşür.
Bunu ileri sürmek idealizm değil, tersine, idealist diyalektikle materyalist
diyalektiği birbirine karıştırmak ve idealizm penceresinden materyalizme bakmak
demektir.
Varlıkla
bilincin birbiriyle ilişkisinin bir bütünsellik içinde ele almak böyle olur ve
buna düşüncenin materyalist diyalektiği denir. Bu, elbette idealistler gibi,
maddeyi yaratanın düşünce (Tin) olduğundan hareketle değil, düşüncenin maddenin
bir yansıması ve ürünü olarak ele alınması içinde bir ilişki diyalektiğidir.
Ama, ne yazık
ki Mao’yu “idealizm”le eleştirenler, düşünceyi idealist-metafizik kampına ait
olarak gördüklerinden ve bunu ele alış tarzları da idealist diyalektik
penceresinden olduğu için düşüncenin materyalist yanı yok sayılıyor. Sonuçta,
neredeyse “düşünce” demekten korkar hale gelerek, saf mekanik maddeci olup
çıkacaklar.
Oysa,
madde-düşünce diyalektiği materyalist bir şekilde ele alındığı zaman, sorunlar
daha bütünsellikli bir şekilde ele alınabilir ve de çelişmeler doğru bir
biçimde çözümlenebilir. Düşünce, nesnellikten koparılmadan ve onun en yüksek
ürünü olduğu bilinciyle hareket edilmesi ve bu nesnel paratikten çıkan düşünsel
ürünün kendi ana kayanağına, kendini üreten yere daha yüksek bir şekilde
yönelmesi, değiştirmek istemesi ne reddedilebilir ne de inkar. Düşünce-madde
özdeşliği bu çerçevede ele alınmalıdır. (Bitti)
Kaynaklar:
Lenin, Nisan
Tezleri ve Ekim Devrimi, 7. Baskı, Sol Yayınları
Marx-F.
Engels, Felsefe Metinleri, s. 58, İkinci Baskı, Sol Yayınları
Marx-Engels,
Alman İdeolojsi, s. 44-45
Lenin,
Felsefe Defteri, s. 172, Sol Yayınları
Marx-Engels,
Kutsal Aile, s. 62