13 Ekim 2023 Cuma

 

https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bu-makaleyi-yazarken-olum-haberini-aldigim-sevgili-yoldasim-turan-talayin-anisina

yusufkose@hotmail.com

 http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

 

DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu), 12-13 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi'nde “IV. Türkiye-Afrika İş ve Ekonomi Formu (TABEF)” düzenliyor. Buraya üç binden fazla, iş insanı, resmi ve şirket temsilcilerinin katılacağı bildiriliyor. Bu makalede bu nedenle kalame alma gereksinimi duydum. Türk tekelleri Afrikayı gerçekten neden çok sevdi? Bunun ekonomik, askeri, siyas ve kültürel etklileri nelerdir, kısaca bunlara bir bakmak gerekiyor.

 

Türk tekelleri, adeta ellerinden ne var ne yok mümkün olduğunca dış ülkelere yatırım için ayrıyorlar ve dışarıya götürüyorlar. Örneğin bir incelemeye (TCMB verilerine) göre, Türkiye'de yerleşik kişilerin 2023 Ocak-Temmuz  ayları arası dışarıya yatırım amacıyla çıkardıkları sermaye 3 milyar ABD dolarını biraz aşıyor.[1] Bu aylar arasında, dışardan içeriye giren sermaye ise 3 milyar doların altında kalmış. Yani, dışarıya giden sermaye, dışarıdan gelen sermayeden daha fazla. Yıl sonuna kadar dışarıya yatırım amacıyla gidecek sermayenin 5 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Bu 3 milyar'ın 750 milyon doları ABD”ye yatırım için gitmiş. Türk tekeleri bu süre içinde en fazla ABD gibi emperyalist bir ülkeye yatırım yapmışlar. Bu da, “sermaye sermayeyi çeker”[2] kuralının kısa bir anımsatması oluyor.

 

2023 Ocak-Eylül arası yatırımlarla birlikte,  Türk tekellerinin yatırım yaptığı ülke sayısı 128'e, ihracat yaptığı ülke sayısı ise 190'a çıkmıştır. Türk tekellerinin bugüne kadar yurt dışında 2 bin 33 yatırımları var ve bu yatırımların toplam tutarı 54,1 milyar,[3]   3. ülkelerden yatırımlarla birlikte toplamda 58,4 ABD doları kadar.

 

Türk tekelerinin en fazla yatırımı finans ve madencilik sektörüdür. Madencilik sektörün payı, toplam yaıtımlar içindeki payı %25,9 iken, finsn ve sigorta yatırımlarının payı ise 19,1'dir.

 

Türk tekellerinin dış ülkelere yatırım amacıyla çıkardıkları sermaye, iş insanların ve ailelerinin türistik gezi harcamaları olmadığını burada söylemek uygun kaçmaz. Yine de biz söyleyelim. Belki türistik harcama olarak düşünenler olabilir. ABD, Almanya, Japonya, Çin ve diğer emperyalist ülkelerin tekelleri ne amaçla dış ülkelere sermaye yatırımlarında bulunuyorsa, aynı kumaşın parçası olan Türk tekelleri de aynı amçla dış ülkelere sermaye yatırımı yapıyorlar. Bazıları daha büyük sermaye yatırımları yaparken, bazıları daha az. Ama hepsini aynı amaçla, daha fazla sömürü ve hegemonya alanlarını genişletmek için...

 

Türk tekellerinin sermaye yatırımı deyince, akıllara, ülke içindeki bankalardan paralarını çekip daha güvenli olan dış ülkelerin bankalarında ya da TL'nin değeri düşük olduğu  ve enflasyonun yüksek olması nedeniyle dolar ve Avro cinsinden  mevduat hesabı açtırıyor diye düşünülmesin. Ayrıca hemen anımsatalım, Türk bankalarının faizi daha yüksek olduğu gibi, büyük mevduat sahipleri KKM ile paraya para demiyorlar. Türkiye'deki bankalar %400 kar yapıyor. Bu denli yüksek fazi ve kar, en güçlü emperyalist ülkelerde bile bulunmaz. Bu nedenle İstanbul Borsası dış yatırımcı  (kumarcı) çekiyor.

 

Türk tekeleri dış ülkelere çıkardıkları sermaye ile fabrika, banka, sigorta şirketleri, alt yapı yatırımları, Afrika'da yaptıkları gibi ucu bucağı belli olmayan tarlalar satın alıyorlar ya da yeni fabrika kuruyorlar. Demir yolları, barajlar, elektirik santralleri, petrol rafinerileri, büyük kopleks binalar, hava alanları ve limanlar inşa edip kuruyorlar.

 

Diğer ülke tekelleri dış ülkelere sermaye yatırımında bulunduğunda haklı olarak “emperyalist” oluyor, ama Türk tekellerinin dış ülkelerdeki yatırımı “emperyalist amaçlı” olmuyor, diyor, emperyalizm üzerine teori üreten ve kendilerine marksist-leninist diyen sosyal şovenistler.

 

Türk tekellerinin bütün ülkelerdeki yatırımlarını Emperyalist Türkiye adlı kitabımda belgeleri ile anlattım. Ancak, dikkat çekti, ama ciddi bir eleştiri gelmedi. Bu konun muhattapları (tabi ki, kendilerine ML ve Maoist diyenler) mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorlar. Görmemeyi yeğliyorlar. Yine de inkar etmiş olmayayım, bazıları “Türkiye Afrika'da emperyal amaçlar güdüyor” yönlü araştırmalar yayınlıyorlar. Bunların, kısa zaman içinde “emperyalist” değerlendirmesine ulaşcaklarına inanıyorum. Ama şunu da ekleyebilirler: “Biz dediğimiz için emperyalist oldu (!)”.

 

Başlığa çıkardığım Afrika konusuna gelince:

 

Araştırıldığında görülecektir ki, irili ufaklı Türk tekeleri hemen hemen Afrika'nın bütün ülkelerine yayılmışlar. Afrika'ya bu denli yoğun ilgi, Afrika'nın kalkınması, yoksul halkın yoksuluktan kurtarılması, açlığa son verilmesi için mi acaba? Bazılarının böyle düşündüğünden kuşku yoktur.

 

Türkiye'li devrimciler ve komünistler Türkiye'yi emperyalist değerlendirmiyorlar. Ancak Togo'lu komünistler ülkelerindeki Türk tekellerini “emperyalist tekeller” ve Türkiye'yi de “emperyalist bir ülke” olarak değerlendiriyorlar. Ve ülkelerinde istemiyorlar. Türk tekellerinin aşırı sömürü ve faaliyetlerini yer yer protesto ediyorlar.

 

Togo'lu komünistler[4] ve anti-emperyalistler, Erdoğan'ın  (20.10.2021) Togo'yu ziyaretinde protesto gösterileri düzenliyor. Polis göstericilere saldırdığı gibi bir çok göstericiyi de tutukluyor. “Go Home Erdoğan” ve fransızca “Retournez chez vous Erdogan” diye de slogan atılıyor. 1960 ve 1970'lerin ilk yarılarında, çok atılan bu sologanlara, Türkiyeli devrimciler yabancı değildir.

 

Son yıllarda Afrika emperyalistlerin yoğunlaştığı pazar alanlarından biri haline geldi. Özellikle yeni emperyalist ülkelerin girmesi ve buna bağlı olarak eskilerin gerilemesi, deyim yerindeyse,  buradaki emperyalist kapışmayı kızıştırdı. Afrika'nın Sahelülkelerin de (Mali, Çad, Gine, Burkina Faso, Nijer) ve son olarak Orta Afrika'da Gabon'da peş peşe askeri darbelerin gerçekleşmesi, bu emperyalist kapışmadan bağımsız değildir. Batı Afrika ülkesi Gine Bissau'da ise başarısız bir darbe girişimi yaşandı. Ancak sular durulmuş değildir.

 

Afrika'da etkin olan ABD, Fransa, İngiltere hızla gerilerken ve yeni emperyalist ülkeler olan Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Türkiye pazarlarda etkin olmaya başladı. Bu yeniler, eski emperyalist ülkeleri adeta buralardan kovdular ya da kovuyorlar.

 

ABD'nin kıvrak dışişleri bakanı Afrikalı'lara “geçmişi unutup, ilişkilerimizi sıfırdan başlatalım”, çağrısında bulunuyor. Yani, sömürgeci, katliamcı, köle tacirliğimizi “unutun” demek istiyorlar.

 

Ve bütün emperyalist ülkeler Afrika ülkeleriyle toplantılar (onlar “zirve” diyor) düzenliyor. Bugüne kadar, Çin, Türkiye ve Japonya üçer, ABD ve Rusya ikişer, Hindistan bir “zirve” düzenledi. Fransa'nın ise 28'den fazla “zirve” düzenlediği biliniyor. AB ise altı defa Afrika ülkeleriyle “zirve” gerçekleştirmiştir. BRICS ise G. Afrika'da gerçekleştirdiği son toplantısında Afrika'yı içine almıştır. Kısacası, bütün emperyalistlerin hemen hemen hepsi birer “Afrika dostu” olup çıktılar. Emperyalist devletlerin Afrika üzerindeki hegemonya kapışmasından en çok kayıp eden ise Afrika'da daha fazla etkinliği olan Fransız emperyalizmi oldu.

 

Türkiye'nin Afrika'daki Yayılmacılığı

 

“Emperyalist Türkiye” adlı kitabımda, “Türk Devletinin Afrika Kıtasındaki Emperyalist Yayılmacılığı” başlıklı bölümün daha ilk paragrafında şunlar söyleniyor:

 

“Öncelikle bir olguyu vurgulamak gerekiyor. Başta Çin olmak üzere, yeni gelişen emperyalist ülkeler, alt yapı ve sanayi olarak gelişmemiş Afrika ülkelerine büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Eski emperyalist ülkelerinde yatırımları olmasına karşın, esas olarak, Afrika’nın yer altı zenginliklerini yağmalamakla meşgul oldular. Yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkmasıyla emperyalist rekabet kızıştı ve kapitalizm açısından daha az gelişmiş Afrika ülkeleri, yeni emperyalist ülkeler için pazar geliştirme açısından daha cazip geldi ve buraya yoğunlaşmaya başladılar. Bunlardan birisi de Türk emperyalist burjuvazisidir. Uluslararası kapitalizmin gelişmesine ve genişlemesine bağlı olarak, kapitalizm, ulaşabildiği bütün alanları kendine meta/sermaye pazarı olarak açamanın ölümüne savaşını vermekten kaçınamayacaktır. Afrika ya da her hangi bir ülke kapitalist dünyanın süretinden ayrı kalamaz.”[5]

 

Emperyalist Türkiye ise, 1998 yılından itibaren Afrika ülkeleri ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini “Afrika Açılım ve Eylem Planı” adı altında geliştirmeye başladı. Bu, özelleştirmeler ile semiren Türk tekellerinin sermaye birikimi ve merkezileşmesiyle doğru orantılı olarak gelişti. Türk tekelleri bu tarihten itibaren dış ülkelere daha fazla sermaye yatırımına başladı.

 

“Emperyalist Türkiye” kitabımda bunlar geniş olarak ele alınmaktadır. Burada kısaca değinip geçeceğim. Her emperyaslist devlet ekonomik, siyasi ve askeri yayılmacılığın yanına kültürel yayılmacılığı da eklerler. Bunlar bir bütündür. Türk devleti de yumuşak güçler olarak, Kızılay, TİKA, AFAD, DEİK, Diyanet Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Maarif Vakfı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Anadolu Ajansı vb. gibi. Bunların dışında THY yayılmacılıkta önemli bir görev yapmaktadır. THY, her geçen günde büyümekte ve uçuş noktalarını artırmaya devam etmektedir.[6]

 

Burada daha çok Türk tekellerinin Afrika'daki doğrudan sermaye yatırımlarına (DDY) odaklanacağım.

 

Türk işaat tekelleri, 1998'den önce de Afrika'ya açılmışlar ve orada iş yapıyorlardı. Ancak devlet olarak 1998'den sonra daha kapsamlı ve bilinçli olarak Afrika'da yoğunlaşmaya başladı. 2003 yılında, “Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi”, 2005 yılında “Afrika Yılı”nın ilan edilmesi, ve sırasıyla 2008 (İstanbul), 2014 (Ekvator Ginesi), 2021(İstanbul) yıllarında 1., 2., 3., Türkiye-Afrika Zirvesi” toplantılarının yapılması ve, 2003 yılında 12 Afrika ülkesinde olan elçilik sayısını 2023 yılı itibariyle 44'e çıkarması, Türk tekellerinin Afrika'ya bütün ağırlıklarını verdiğinin göstergelerinden bazılarıdır. 2003'de Afrika ülkelerinin Ankara'daki elçilik sayısı 10 iken, 38'e çıkmıştır. Devlet ve hükümet başkanları düzeyinde gerçekleştirilen  “Türkiye-Afrika Zirveleri”, her beş yılda bir yapılıyor. 2019 yılında yapılması gereken zirve korona salgını yüzünden ertelenmiştir.

 

R, T. Erdoğan, AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana (2002-2022) 53 kez Afrika ülkelerini ziyaret etmiş. Bunun yanında bir çok devlete bağlı sivil, resmi, askeri ve ticari kurumların görüşmeleri yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir.[7]

 

Türk Tekellerinin Afrika Ülkelerine Doğrudan Yatırımları

 

Yine belirteyim, Emperyalist Türkiye adlı kitabımda bu konular daha detaylı olarak ele alınmaktadır. Yine de burada kısaca belirtelim.

 

Türkiye'nin Afrika ile ticari ilişkileri, 2003 yılında ihracatı 5,4 milyar ABD doları iken, 2022 yılı sonu itibariyle 23,6 milyar dolara çıkmıştır. 2022 yılı sonu itibariyle de Afrika ülkelerinden ithalatı 9,5 milyar dolara yükselmiştir.

 

Dünyanın en büyük Mütteahhit Firmaları listesinde 40 Türk inşaat tekeli yer alıyor. Bunların 2024 yılı sonu itibariyle Afrika ülkelerinde yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri işlerin (toplam 864 proje) tutarı 84 milyar ABD doları kadar.

 

Türk tekellerinin Afrika kıtasında en çok yatırım yaptığı ülkelerin başında, Mısır, Cezayir, Etiyopya, Fas ve Libya, yani Kuzey Afrika ülkeleri gelmektedir. Cezayir ve Senegal Tosyalı Holding'in yatırım alanı ve Cezayir'in en büyük çelik üretim fabrikası Tosyalı'ya ait. Tosyalı tekeli,  yeni ayaıtırımlarla Cezayir ve Afrika'da büyümeye devam ediyor. Türk tekeleerinin Afrika ülkelerindeki doğrudan sermaye yatırımları 7 milyar ABD dolarına yaklaşmış durumdadır.

 

Senagal'de sadece Tosyalı değil, Doğanlar Holding'de (Kelebek mobilya sahibi) bir fabrika açtı ve 250 kişi çalışıyor. Hedefleri fabrikayı daha da büyütmek.

 

Karpowership (Karadeniz Holding), bir çok Afrika ülkesinde var ve gemide elektirik üretererek

ülkelere satıyor. “Karpowership'in 36 yüzer enerji gemisinden oluşan 6 gigavat elektrik üretim kapasitesi bulunuyor.” Güney Afrika Cumhuriyeti ile bir anlaşma yaparak üç limana 20 yıllığına ulaşım izini aldı.[8]  Yani, Küba'dan başlayıp birden fazla Afrika ülkesine kadar uzanan bir enerji tekeli.

 

TC Ticaret bakanlığı'nın Yurt Dışı Yatıurım Anketi-2023'e göre, Kuzey Afrika ülkelerine, 1,597 milyar dolar yatırım yapılırken, diğer Afrika ülkelerine Türk tekelleri 79,6 milyon yatrım yapmış.

 

Koç Holding'e bağlı Arçelik Mısır'da yeni bir fabrika kuruyor. Yeşim Tekstil, Mısır'da var olan 3 fabrikasına bir tane daha ekliyor. Hayat Holding'in Mısır'da 3 fabrikası var.

 

Tunus'da Türk tekelleri bir biriyle yarıştıkları gibi, Uluslar arası diğer emperyalist tekellerle ortaklık kurarak projelere talip oluyorlar. Çalık Holding Libya'da enerji yatırımı yapıyor.[9]

 

Bir haber daha: “Türk iş kadını Abide Gülel, Batı Afrika ülkesi Togo’da 90 milyon dolarlık projede Afrika’da Yeşil Devrim’e katıldı”[10]

 

Alt yapı yatırımlarından enerji yatırımlarına ve madencilik sektöründe Türk tekelerini Afrika'da görmek artık bir sır değil.

 

TAV tekeli, Afrika ülkelerinden, Kenya ve Tunus'da bir çok şehrin hava alanlarının işletmesini almıştır. Miller Holding, Afrika'nın bir çok ülkesinde, özellikle de Demokratik Kongo Cumhuriye'tinde büyük sayılabilecek derecede yatırımları vardır.

 

İndependent Türkçe'den Emir Tahir şöyle yorum yapıyor:

 

“Halihazırda New York'ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, nüfuz dairelerini genişletme ya da en azından sahip oldukları nüfuzu koruma çabası içerisinde Çin, Rusya, Fransa, ABD ve daha küçük ölçekte Türkiye arasındaki büyük güç rekabetinin en son sahnesi olarak Afrika'ya ışık tuttu. “[11]

 

Türkiye'nin Afrika'daki askeri üsleri, silah anlaşmaları, silah ihracatı, Somal'nin adeta yarı sömürge haline getirlmesi, Libya'da önemli bir nüfuz edinmesi, Suda'ndan Nijer'e kadar darbecilerle sıkı fıkı olması, sermaye yatırımlarından ayrı ele alınamaz ve bunlar emperyalist bir devletin yapabileceği işlerdir.

 

Türkiye'nin Afrika ülkelerinde (Somali'de 99 yıllığına  780 bin 500 hektar ve Nijer 100 bin hektar), özellikle de Beyaz Nil üzerinde toprak kirlamaları, aç Afrikalıları doyurmak ve tarımı bilmediklerinde değil, emperyalist amaçla yapılmaktadır. İngiltere, Çin ve ABD ne amaçla kiralıyorsa, Türk devleti de aynı amaçla kiralamaktdır.

 

Türk tekellerinin Afrika'dakii sermaye yatırımları hemen hemen bütün kıtayı sarmış ve diğer emperyalist ülkelerin tekelleri ile pazar kavagasına girmiş durumdadırlar. Askeri olarak saldırgan  emperyalist bir devlet olan TC, aynı zamanda özellikle Ortadoğu (özelikle Irak ve Suriye), Afrika, Kafkasya ve Doğu Akdeniz'de giderek f-daha da saldırganlaşmaktadır. Türk devletinin saldırganlığı emperyalist sermayesinin büyümesine oranla at başı gitmektedir.

 

DEİK'in 12-13 Ekim 2003 tarihleri arasında yapacağı Afrika toplantısını bu gözle değerlendirmek gerekiyor. 11.10.2023

 

[1]    Naki Bakır, https://www.dunya.com/kose-yazisi/turk-sermayesinin-bu-yil-yatirimda-gozdesi-abd/704724

 

[2]    Bkz. Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 207, El Yayınları

 

[3]    https://ticaret.gov.tr/hizmet-ticareti/yurtdisi-yatirimlar/uluslararasi-yatirim-istatistikleri/turkiyede-yerlesik-gercek-ve-tuzel-kisilerin-

 

[4]    31 Ağusto-3 Eylül 2023 tarihinde Almanya'nın Thrüngen Eyalatin'de (Truckenthal Köyü), Uluslararsı 3. Madenciler Konferansı gerçekleştirildi. Togo'dan da bir delege gelmişti. Onun anlatımı. Türkiye'den katılan delegeler ise dinledi.

 

[5]    Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 253, El Yayınları- 2022

 

[6]    Bkz. Y. Köse, age

 

[7]    https://www.aa.com.tr/tr/politika/turkiye-afrika-kitasiyla-2022de-de-yogun-bir-diplomasi-yuruttu/2774265

 

[8]    Dünya gazetesi, 20.05.2023

 

[9]    Kerim ülker, Dünya Gazetesi, 23.08.2023

 

[10]          https://www.analizgazetesi.com.tr/haber/turk-is-kadini-afrikada-yesil-devrime-katildi-6745/

 

[11]  Emir Taihiri, https://www.indyturk.com/node/662681/d%C3%BCnyadan-sesler/afrika-alt%C4%B1n-yumurtlayan-k%C4%B1ta

 

 


TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)