29 Temmuz 2024 Pazartesi

MEVCUT KOŞULLARDA DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELENİN ÖNE ÇIKAN TOPLUMSAL DİNAMİKLERİ: 2_Halil Gündoğan



Bu, elbette ki bir koşuldur! Çünkü etkili ve sonuç alıcı devrimci siyasal mücadele yürütmedikçe, devrimin asıl öznesi addedilen kitleleri eğitip örgütleyerek devrim saflarına kazanabilmek asla mümkün olamayacaktır. Bu tarz bir mücadelenin yürütülebilmesi de yine aynı şekilde, bir başka koşulla mümkün olabilecektir. Bu koşul ise; tıpkı bir fide gibi, devrimci siyasal mücadelenin de ancak ki uygun toprağa ekilmesi halinde boy verip gelişebilme şansına sahip olabilmesidir.

 

Devrimci siyasal mücadele için uygun zemin, elbette ki somut ve çok yakıcı olarak toplum yaşamını birinci dereceden ve doğrudan ilgilendiren, etkileyen ve belirleyen iktisadi, siyasi, sosyal, askeri ve kültürel alana ilişkin tüm sorunlardır. Yani bir diğer ifadeyle; “devrimin maddi nesnel koşulları” dediğimiz sorunlardır da bunlar.

 

Fakat burada, bu sorunların her birinin aynı oran ve öncelikle, güncel boyutlu devrimci siyasal mücadelenin konusu olmayacağının ayırdında olmak gerekir. Bu bakımdan yaşanılan/içinden geçilmekte olan süreç itibariyle kitlelerin yaşamının doğrudan etkileyeni olanlarının, isabetli bir şekilde belirlenerek, öne çıkarılması gerekir.

 

Gerçek anlamda etkili, sonuç alıcı ve adım adım ana hedefe vardırıcı bir devrimci siyasal mücadele, ancak ki öne çıkan her bir somut, güncel toplumsal sorun üzerinden yürütülecek aktif siyasi propaganda ile, öncelikle sorunun doğrudan muhatabı kitlelerin ve dayanışma içine çekilmesi gereken ilerici- demokrat ve diğer devrimci sol-sosyalist yapılar ve de geniş kamuoyunun bilinçlendirilip örgütlenerek, hak arama ve alma doğrultusunda bir mücadelenin organize edilebilmesiyle mümkün olabilir. 

 

Bu tarz bir mücadele hattı tutulmadıkça, bu yapılmadıkça ve de başarılamadıkça; başta kendisini komünist addedenler olmak üzere, normalde hiçbir “öncü”/ “önder” kurum ve kuruluşun, devrimci siyasal mücadele yürüttüğünü söyleme hak ve yetkisini öyle kolayca kendisinde görmemesi gerekir.

 

Ama ne yazık ki bu siyasal öznelerin birçoğunun devrimci siyasal mücadele adına yaptığı, hemen hemen tek şey; bazı sorunlar hakkında soyut, sığ bazı analizler yapmaktan, durum tespitinde bulunmaktan ve de söze dayalı kınama ve protesto tepkileri ortaya koymaktan ibarettir.

 

Bu söylenenlerin bir abartı veya aslı astarı olmayan bir karalama olmadığını, söz konusu kesimlerin gazete ve dergiler üzerinden ortaya koydukları tutum yazılarına ve sosyal yaşam pratiklerine bakarak anlamak pekâlâ mümkündür. Örneğin bir dergide, “sentez” sunumlu, “AKP’nin İdeolojik Modeli; Dindar ve Kindar Gençlik!” başlığı altında, bir tutum yazısı yayınlanmış: “AKP iktidarı, eğitim sistemine yaptığı bu müdahaleyle düşünsel ve inanç özgürlüklerinden yana olmadığını, tek din, hatta tek bir mezhep anlayışı ve o anlayışa uygun kamusal ve özel yaşam dışında bilme ve kültüre yaşam hakkı tanımayacağını bir kez daha göstermiştir.” Dedikten sonra, “son söz” yerine söylenenler de sadece şundan ibaret kalmış: “Eğitim, sınıflar ve sınıf çatışmalarından bağımsız düşünülemez. Egemen sınıflar kendi eğitim sistemlerini topluma dayatmaya çalıştıkları ve bugün için bunda da başarılı olduklarını görmekteyiz. Son 22 yıllık AKP iktidarı bunu göstermektedir. Ülkemizde amacın demokratik, bilimsel, özgürlükçü, parasız ve eşit eğitim sistemini oluşturmak olmalıdır.” (abç)

 

Evet, devrimci siyaset ve devrimci siyasal mücadele adına takınılan/takınılabilen tutum, işte tamamen bundan ibaret. Görüleceği gibi bu tutumda, milyonlarca insanın yaşam ve geleceğini doğrudan ilgilendiren bu şeriat esaslı modele karşı, toplumsal bir direniş hattı örgütleyerek veya zaten örgütlenmişse, bunun bir bileşeni olup, çeşitli toplum kesimlerini ve diğer yapıları da bu direniş cephesine katılmaya çağırıp, direnişi daha da büyüterek, bu karşı devrimci saldırıyı geri püskürtme görev ve sorumluluğu, bir “öncü kurmay” olarak ve de devrimci siyasal mücadele yürütme adına, bir görev ve sorumluluk olarak üstlenilmemiş. Hal böyle olunca da yukarıda bahsi edildiği gibi herhangi bir abartı veya kara çalma durumunun olmadığı da kendiliğinden rahatlıkla görülüp anlaşılabilir. 

 

Keza bir başka “öncü kurmay” da örneğin; “Dünya Savaş Tehdidine Karşı Emperyalizmin Korkusunu Büyütelim!” şeklinde, son derece yerinde ve de haklı bir çağrıda bulunuyor. Peki devrimci siyasal mücadele adına, normalde ne beklenir bu çağrıyla? En azından; başta kendi yerelinde olmak üzere, uluslararası alanda ilişki ve bağlantıda bulunduğu devrimci ve komünist yapılarla birlikte, anti emperyalist savaş karşıtı tüm kesimleri, örneğin “Dünya barışını koruma görev ve sorumluluğu” şiarı etrafında birleştirme ve organize olduğu/olabildiği her seferinde de küresel, olmadı lokal düzeyde, eş güdümlü kitlesel protesto ve tepkiler sergilemeyi, günün, acil görev ve sorumluluklarından bir diğeri olarak önüne koyması beklenir, değil mi?

 

Ama maalesef ki böylesi fiili bir devrimci mücadele tutumuna tanıklık yapılamıyor. Çağrıda, sonuç niyetine söylenenler, sadece şundan ibaret kalmış: “… Ekonomik ve siyasi olarak krizin aşılamayacak kadar derinleşmesi, birçok ülkede isyan ve ayaklanmaların baş gösterdiği, bölgesel savaş ve işgallerin on binlerce insanın hayatına mal olduğu bir süreçte ezilen halklarda biriken öfkenin patlaması, dipten gelen dalganın yüzeye çıkarak esas düşmana yönelmesi emperyalizmin en büyük korkusudur. Bu korkuyu büyütmek ve korktuklarını başına getirmek ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin her cephede büyütülmesi ve desteklenmesiyle olacaktır. Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizme karşı en geniş halk kitlelerini proletarya önderliğinde birleştirecek anti emperyalist cephenin büyütülmesi bugün en önemli görevlerden biridir.” (abç)

 

Görüleceği gibi bu tutumda da o hayal alemlerini süsleyen geniş halk kitlelerini proletarya önderliğinde birleştirme olasılığını mümkün kılabilecek olan o geniş halk kitlelerini emperyalist savaş tehdidine karşı örgütleyip harekete geçirme sosyal pratiğinin esamesi dahi yok. Umut, bugünkü realitede karşılığı olmayan “ulusal ve sosyal kurtuluş savaşlarının yükseltilmesine” bağlanmış. Keşke bunların bugün emperyalist savaşın önüne geçebilecek bir gerçekliği olsaydı; ama yokken ve bu biliniyorken, bu sorumluluğu bunlara havale etmek, aslında kayda değer hiçbir şey yapmamakla eşdeğer değil midir?

 

Özetle: Devrimci siyasal mücadelenin ele alınış ve yürütülüşünden anlaşılan şey, işte bu iki farklı örnek somutundaki gibidir denirse, hiç de yanlış olmayacaktır.

(Devam edecek.)

28 Temmuz 2024 Pazar

ANALİZ | 75. Yıl Zirvesine Savaş Tamtamları Damga Vurdu_Özgür Gelecek


 Dahası ABD, NATO büyük bir savaşa hazırlanıyor. Bu zirvede alınan kararlar üçüncü emperyalist paylaşım savaşının taşlarının adım adım döşenmeye başlandığını göstermektedir.

 

Dünya halklarının düşmanı ve aynı zamanda dünyanın en büyük savaş örgütü olan NATO’nun 75. yıl zirvesi, 9-11 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. NATO üyesi 32 ülkenin liderlerinin yanında toplantıya tören için davet edilen Ukrayna, Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve G. Kore de katıldı. Törene TC devleti adına R.T.Erdoğan katılım sağladı.

Tören, 1949’da 12 ülke tarafından ”Kuzey Atlantik Paktı” olarak imzalanan Washington’daki “Andrew W. Mellon Oditoryumu”nda gerçekleştirildi. Öncelikle II. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Rusya-Ukrayna savaşının içinde yer aldığı bir video gösterimi gerçekleştirildi. Yapılan konuşmalarda Rusya-Ukrayna savaşına ağırlık verildiği zirvede göze çarpanlar arasında.

Örneğin NATO Genel Sekreteri J.Stoltenberg; “NATO’nun Rusya’ya karşı savaşan Ukrayna’ya eşi benzeri görülmemiş bir destek sağladıklarını” ifade etti ancak bunun yeterli olmadığını belirterek önümüzdeki süreçte daha fazla destek verilmesi çağrısı yaptı.

Stoltenberg, İran, K.Kore ve Çin’in Rusya’yı desteklediklerini ve bu savaşta NATO’nun başarısız olmasını istediklerini ifade ederken bir gerçeği de ifade etmiş oldu. Hem de en yetkili bir ağızdan! Ukrayna’daki savaşın, Rusya ile Ukrayna arasında değil Rusya ile NATO arasında yaşandığını açıkladı.

Törende konuşma yapan ABD Başkanı Biden de Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşa ilişkin değerlendirmelerde bulunurken önümüzdeki süreçte Ukrayna’ya daha fazla silah ve para yardımı yapacaklarının “müjdesini” verdi.

Hem de sadece ABD olarak değil esas olarak AB’li ortaklarıyla. Almanya, Hollanda, Romanya ve İtalya Ukrayna’ya hava savunma sistemleri sağlayacaklarını, Patriot bataryaları da vereceklerini ifade etti. Yani NATO ülkeleri başta ABD olmak üzere Ukrayna’ya daha fazla silah ve uzun menzilli füzeler vereceklerinin, savaşın daha da şiddetlenmesini sağlayacaklarının duyurusunu yapmış oldular.

Zirveye katılan Ukrayna lideri Zelensky konuşmasında hava savunma sistemlerinin yanında ülkesinin uçaklara ihtiyacının olduğu ve kendilerine verilen sözlerin yerine getirilerek en kısa sürede vaat edilen F-16’ların verilmesi gerektiğini ifade etti.

Ayrıca ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da yaptığı açıklamada Ukrayna’da üst düzey bir yetkili tarafından yönetilecek bir NATO ofisinin kurulacağını duyurdu.

Böylelikle Ukrayna, “NATO’ya üye olmadan” ülkesinde NATO ofisine kavuşmuş oluyor! Daha önceden hazırlıkları yapılan bu toplantıda görüşülerek karara bağlanacak olan Almanya’da üç yıldızlı bir generalin yönetiminde bir ”Ukrayna Komutanlığı” oluşturuluyor. Bu komutanlık ve Ukrayna’da oluşturulacak olan NATO ofisinin de Ukrayna’daki savaşı denetleyerek silah ve lojistik denetimin sağlanmasını doğrudan NATO’nun üstlenileceği kaydediliyor. Yani bundan sonra Ukrayna’da Rusya ile NATO ülkelerinin askeri güçleri çatışacak/ savaşacak.

Böylelikle NATO’nun 75. yıl zirvesinin daha açılışında katılımcı liderlerin konuşmalarında, açıklamalarında Rusya’ya yönelik savaş çağrıları peşpeşe sıralanmış oldu!

 

Sonuç bildirisi: Savaş beyanı!

Zirve 11 Temmuz’da sonuçlandı. Ardından 38 maddelik bir sonuç bildirisi yayınlandı. Türkiye’nin de imzaladığı ortak bildiride Rusya düşman ilan edilirken K.Kore, Çin ve İran ise hedef gösterildi.

Ukrayna’ya silah yardımının devam ettirilmesi ve gelecek yıl 40 milyar euroluk fon sağlanması kararlaştırıldı. III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na hazırlık olarak NATO’ya üye ülkelerin/iktidarların silahlanmaya daha fazla pay ayrılmaları da karara bağlandı. NATO’nun 75. kuruluş yıldönümünde yapılan zirvede NATO örgütü Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşa sürülme kararı alındı.

Yani Ukrayna’nın yanında NATO savaşa dahil olacağı açıklandı. Bir önceki zirvede karar altına alınan üye ülkelerin üçte ikisinden fazlasının yıllık GSYİH’larının en az yüzde 2’si oranındaki harcamalarının yerine getirilmeleri de memnuniyetle karşılanan bir durum olarak ifade edildi.

Önemle altı çizilmesi gereken kararlardan biri de Ukrayna -daha doğrusu NATO ile-savaş halindeki Rusya’ya destek sunan ülkelere ”son verin” çağrısı yapılmasıdır. Bu çağrı Çin’e yapılmakla birlikte Rusya ile iyi ilişkileri olan TC gibi NATO üyesi devletlerin politikalarını etkileyecektir.

Öte yandan NATO’nun genişleme stratejisinin devam ettirileceğinin de sonuç bildirisine yansıdığı görülüyor. Bu ise hatırlanacağı üzere Rusya’nın Ukrayna’yı işgal gerekçesini oluşturuyordu.

Nitekim bildiride Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşı derhal durdurması ve silahlı güçlerini tamamen ve koşulsuz olarak çekmesi isteniyor. Ayrıca Rusya’yı Belarus’a nükleer silah konuşlandırmasından dolayı kınadıklarını da bildiriye ekliyorlar.

Sonuç bildirisinde yer alan konuların başında gelen müttefiklerin Ukrayna’ya daha fazla silah, mühimmat ve para desteğinin artırılması gelmektedir. Ayrıca uzun menzilli füzelerin artırılması ve hızlandırılması da karara bağlanmıştır. Bir de Ukrayna’nın hava savunma sistemleriyle donatılması ve kısa süre içerisinde F-16’ların Ukrayna’ya ulaştırılacağı karar altına alındığı ifade edilmektedir.

Aynı sonuç bildirisinde Ukrayna’nın NATO ile birlikte çalışma kapasitesini artırmak ve daha fazla pratik işbirliği İçin NATO-Ukrayna Eğitim ve Öğretim Merkezi’nin kurulması kararı alınmış. Böylelikle Ukrayna’ya daha fazla silah, para verilirken bir de savaşçı transferi ve eğitimine de ağırlık verileceği anlaşılıyor.

 

Emperyalist kamplaşma sonuç bildirisinde!

Sonuç bildirisinde yer alan önemli maddelerden biri de Çin, K.Kore ve İran’a yönelik hedef yapılma durumudur. Adı geçen devletlerin Ukrayna savaşında Rusya’nın yanında durmaları, destek sağlamaları, füze, İHA vb. vermelerinden dolayı Ukrayna’ya karşı savaşı körüklediği sonucundan hareket ederek ”son verin” çağrısı yapılıyor.

Bu ifadeler aynı zamanda emperyalistler arasında şekillenen kamplaşmanın/kutuplaşmanın somut ifadesini oluşturmaktadır.

Zirvenin sonuç bildirisinde Çin’e özel olarak yer verilmesi; Çin’in Rusya’nın yanında olmasından son derece rahatsızlık duyduklarını ifade edilmesi, Çin’i Rusya’nın savaşına her türlü maddi ve siyasi desteği durdurmaya çağırdıklarını ifade edilmesi önemlidir. Zirvenin önemli bir gündemi de Çin’e karşı Hint-Pasifik ittifakını güçlendirmek olarak ortaya çıkmış görünmektedir.

Bir nevi “Asya NATO’su” olarak görülen Yeni Zelanda, Japonya, G.Kore ve Avustralya’yı bu amaçla zirveye davet edildiği anlaşılmaktadır. NATO, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı bölgesel güçlerle müttefikliğini güçlendiriyor. Ayrıca NATO’nun önümüzdeki süreçte Japonya’da bir ofis açma planı var.

Çin ile ekonomik ve siyasi olarak rekabet içerisinde olan ABD emperyalistleri, Avrupa’da yaptığı gibi burada da güçlü bir ittifak kurmak için Ukrayna savaşını öne sürüyor. NATO zirvesi sonuç bildirisinde hedef haline alınan Çin anında açıklama yaparak “Asya-Pasifik’te sıkıntı yaratmayın” mesajıyla yüksek perdeden tepki göstererek NATO’ya seslendi.

Çin Dışişleri Bakanı Lin Cien NATO’yu “sınırlarını ihlal etmek, yetki alanını genişletmek, savunma bölgesinin ötesine uzanmak ve çatışmayı körüklemekle” suçladı. Ve devamla “Çin, NATO’yu ülkemizin iç siyasetine karışmamaya, imajını lekelememeye ve Avrupa’da kargaşa yarattıktan sonra Asya-Pasifikte de kaos oluşturmamaya çağırıyor” ifadelerini kullandı.

Zirvenin sonuç bildirisinde özellikle Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, G.Kore ve AB liderleriyle sık sık biraraya gelme Hint-Pasifik bölgesinde Çin’e yönelik çevreleme ve etkisizleştirme, Ukrayna savaşıyla NATO-AB işbirliğinde önemli gelişmelerin yaşandığı Balkanlar’da yeni ilişkilerin geliştirilmesi, Ortadoğu ve Afrika ile NATO’nun çabalarını koordine edecek bir özel temsilci atanacağı da yer almaktadır.

Ve yine Ürdün-Amman’da bir NATO irtibat bürosu açılacağının da ifade edilmesi, NATO’nun Ortadoğu bölgesinde doğrudan konumlanma amacı taşımaktadır.

 

Savaş tehlikesi ciddidir!

Sonuç bildirisinde de görüleceği üzere emperyalistler arasındaki paylaşım rekabeti kızışıyor. Bu rekabet her ne kadar Ukrayna’da olduğu gibi dolaylı da olsa emperyalistlerin taraf olduğu askeri bir çatışmaya evrilmiş görünse de bu rekabetin yeni bir paylaşım (III. Emperyalist Paylaşım Savaşı) savaşına yol açıp açmayacağını zaman gösterecektir.

Emperyalistler tekeller arasında rekabetin şu andaki durumu yeni bir paylaşım savaşına işaret etmemekle birlikte emperyalist tekellerin varlığının ve kapitalizmin savaş demek olduğu gerçeğinden hareketle, herhangi bir gerekçeyle savaş yayılabilir.

Ayrıca bu süreçte emperyalistlerin iktidarlarındaki liderlerin büyük çoğunluğunun sağlık ve karar verme durumlarını göz önüne aldığımızda insanlığın nasıl tehlikeyle karşı karşıya olduğu anlaşılabilir. Örneğin J.Biden NATO zirvesinde Ukrayna sözleşmesinin imza töreninde Zelensky’i sahneye çağırırken “Beyefendiler, hanımefendiler karşınızda Başkan Putin” ifadesini kullanarak gaf yapabilmiştir.

Hastalıklı ve bunamış kişilerin yönetici pozisyonda olduğu bir durumda, herhangi bir gelişmenin yeni bir paylaşım savaşını tetiklemesi işten bile değildir. ABD’yi yöneten, NATO’da birinci derecede söz sahibi olan başkanın sağlığının bu şekilde sinyaller veriyor olması önemli bir tehdittir.

Sonuç olarak, NATO’nun 75. yıl zirvesinde alınan kararlar bize şunu göstermektedir; Önümüzdeki süreçte özellikle Doğu-Avrupa, Ortadoğu ve Asya-Pasifik’te çatışmaların artarak bölgesel savaşlara yol açabilecektir. Dahası ABD, NATO büyük bir savaşa hazırlanıyor. Bu zirvede alınan kararlar üçüncü emperyalist paylaşım savaşının taşlarının adım adım döşenmeye başlandığını göstermektedir.

Dünya halkları, barış yanlıları, sol, sosyalist güçler haksız savaşlara karşı mücadeleyi örmelidirler. Sosyalist, komünist güçler/partiler, emperyalist savaşa karşı 1917’de Lenin önderliğindeki Bolşevikler gibi emperyalist saldırganlığı iç savaşa dönüştürmek için örgütleme çabalarına ve birlikteliklere zaman kaybetmeden örgütleme çalışmaları yürütmeliler.

Dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getiren emperyalist efendilere karşı dünyanın işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin, gençlerinin, kadınlarının bu haksız savaşlara karşı ayağa kalkmalarının zamanıdır.

https://ozgurgelecek52.net/analiz-75-yil-zirvesine-savas-tamtamlari-damga-vurdu/

 

 

Polemik_HER ŞEYİ ZAR ATARAK BİLMEYE ÇALIŞANLAR BİZİ KAHVEHANE POLİTİKACILIĞIYLA SUÇLUYOR

Şarkıda deniyor ki "Aradığın aşkı buldun mu?" Ben de şimdi buldum diyemiyorsan da belki budur diye inceliyorum!!... Hüseyin Koç, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı Anmak Onudur sayfasında, "Ayrılıklarımızın Politik Temelini İmaarla Ve Muğlak Sözlerle Örtbas Etmek İstiyorlar, Politika ın Yerine Kahvehane Politikacılığını Geçirmek İstiyorlar" başlıklı yazısında, benim, "Aşkın Doğası Devrimin De Doğasıdır, Kızıldere Pratiğinden Ne Anlaşılmalıdır?" başlıklı paylaşımında savunduğum görüşleri eleştiriyor...

 

Şimdi,aslında,böyle bir eleştiriye karşı, zaman ayırıp cevap verip vermemek üzerine epeyi düşündüm!!...Çünkü,Hüseyin Koç'un burada yazdıkları felsefi ya da politik bir eleştiriden ziyade çamur at izi kalsın tarzında bir karalamadan ve laf cambazlığından başka bir şeye benzemiyor...

Tabi ki ben de şimdi burada, kendisi beni buna her ne kadar provake etmeye çalışsa da aynı tarzda yanıt vermeyeceğim!!...Fareler bile bir gölge oyununda kendilerini aslan ya da kaplan falan sana bilirler!!...Ama film bittiğinde, Işıklar yandığında kimin kim olduğu anlaşılır!!...

 

Bu şahsiyet, benim gerçek soyadımın Karavaiz olduğunu biliyor ama her ne hikmetse, benim kırk yıllık Kaypakkayacı olduğumu bilmemezlikten geliyor!!... Ne imiş, ben diyormuşum ki "Kaypakkaya Çemişgezek kahvehanelerinde propaganda yapıyordu. " Benim maalemden cımbızladığı bir kaç cümleyi kendince yorumlayıp kendine göre biçim verdikten sonra, beni muğlak ve imalı laflarla kahvehane politikacılığıyla suçluyor!!...

 

Sonra,Lenin'den Stalin'den yaptığı kimi alıntıları kendi görüşlerine destek yapıyor... Ne imiş, Bu ustalar diyormuş ki "komünistler, halkın olduğu her yere gitmeli, kahvehanelerde, meyhanelerde de propaganda yapmalı" Şimdi, ben, bazen, kendi yerime Nasrettin hocayı konuşturmayı, bazı şeyleri daha anlaşılır hale getirebilmek için tercih ederim. Kahvehanelerde, meyhanelerde ya da başka yerlerde, hatta kerhanelerde bile devrimci propaganda yapılabilir ve de yapılmalıdır da... Ama bu demek değil ki her şart ve durumda, her yerde propaganda yapılabilir ya da devrimci çalışma yalnızca propagandaya indirgenebilir.

 

İbrahim Kaypakkaya, Kemalizm, milli mesele başta olmak üzere bir çok konuda bu coğrafyanın devrim sorunlarına önemli açılımlar getirmiş, fırsat bulup okuyabildiği kaynaklar aracılığıyla, kimi önemli sentezleri yaparak, coğrafyanın devrim mücadelesinin politik, siyasal, askeri birikimine katkılar yapabilmiş genç bir komünist tir. Ama bu demek değildir ki bu genç komünist bir kaç yıllık devrimci eğitimi ve pratiğiyle, bu coğrafyanın devrim mücadelesinin bütün sorunlarını tahlil ederek bir devrim programı formüle etmiştir. Aynı durum Mahir Çayan için de böyledir.

 

Şimdi, ben, o makalede diyorum ki İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan'ı küçük burjuva maceracılığıyla suçkarken, kendisi, 12 Mart faşist cuntası şartlarında, Elinde bir kırmadan başka bir silah bile yokken köy kahvelerinde propaganda yaparken Mahir Çayan'dan daha mı rasyonel davranıyordu ki Vartinik baskınına ihbarı köylülerde katılmış ve kafasından çıkarılan 48 adet saçma ise onun jandarma kurşunuyla değil ihbarcı köylüler tarafından vurulduğunu belgelemektedir.

 

Genç bir komünist, ne kadar birikimi ve yetenekli olsa da tecrübesizdir ve hata da yapabilir. İbrahim Kaypakkaya, Köylülüğe aşırı güvenmesinin bedelini canıyla ödemiş ama buna rağmen faşizmin işkencehanelerinde sonuna kadar direnebilmiş genç ve tecrübesiz bir komünistir.

Yine, ben, o makalede diyorum ki İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi o dönemin genç komünistlerini, kendi sınırlı birikim ve pratikleriyle birbirinin karşısına koyarak, birbiriyle rekabet ettirmek yerine, bu genç komünistlerin gerek teorik ve gerekse pratik birikim ve deneyimlerini onları da aşacak bir biçimde yeniden sentezlemek gerekir. Bu genç komünistlerin ardıllarının yapması gereken şey budur, onları birbiriyle rekabet ettirerek devrimci iradeyi parçalara ayırmak değil!!..

 

 

Ne imiş de İbrahim Kaypakkaya Kemalizm tezleriyle devletten devrimci kopuşu temsil ederken THKP/C ve THKO çizgisi Kemalizmle uzlaşmaymış!!...Ben ise o makalede diyorum ki gerek Mahir Çayan ve gerekse İbrahim Kaypakkaya, her ikisi de Kuvai Milliye ile Kemalizmi özdeşleştirdikleri için bakış açıları da buna göre farklılaşıyor... Çünkü, Milli Eğitim Bakanlığının müfredatında Kuvai Milliye ile Kemalizm bir ve aynı şeymiş gibi anlatılıyor...

 

Oysa, Kuvai Milliye, farklı sınıfların ortaklaştığı bir anti işgalci halk hareketidir. Kemalizm ise bu halk hareketinin zaferinden sonra kurulan burjuva feodal bir devlet aygıtının ideolojik argümanlarından biridir ki bu ideolojik argümanlar ne o zaman ne de bugün için Kemalizmden de ibaret değildir. Kemalizmden başka, Türk İslam sentezciliği, Türkçülük ve ırkçılık hatta şeriatçılık dahi Kuvai Milliye den sonra kurulan burjuva feodal devlet aygıtını içinde her zaman için yer bulabilmiştir.

 

Kaldı ki Mahir Çayan'ın asıl savunduğu Kemalizm değil anti işgalci bir halk hareketi olarak Kuvai Milliyedir. Ancak, Mahir Çayan da Kuvai Milliyeyi Kemalizmle eşitlediği için anti işgalci bir halk hareketi olarak Kuvai Milliyeyi sahiplenirken, tutarlılık adına Kemalizmi de küçük burjuva milliyetçi bir hareket olarak sahiplenmek zorunda almaktadır.

 

Yine, Hüseyin Koç, beni, imalı ve muğlak ifadeler kullanmakla suçluyor. Şimdi, söylemek gerekir ki Kimi şeyleri ne kadar açık açık ifade etsen de anlamak istemeyenler ya da anlama kapasitesi olmayanlar için bazen imalı konuşmak onlara ilaç gibi gelir...Çünkü,Marks'ın dediği gibi dünyayı değiştirmeyi değil de yorumlamayı tercih eden filozof bozuntuları, bu yorumlama sayesinde filozof merhaba ya da Komünist bir siyasetçi olamasalar bile şair, aşık, ressam, artist, heykeltraş gibi artistik ve estetik sanatlarda daha yaratıcı olabilirler...

 

Bu kadar yaratıcı da olabilen ima gibi bir eylemden bahsetmişken, yine bir ima yapmak zorunda kalıyorum!!...Laf dilin ucuna gelmeden söylenmez, diye bir halk deyişi vardır, hani... Peki, lafı dilin ucuna getiren nedir? Lafı dilin ucuna getiren ve insanı bülbül gibi şakıtan şey ya asmalara zarar bir afiştedir ya da insanı sinirlendiren bir piçtir!!...

 

Şivan Perver, konserlerde en son "Ozanım Ozan" diye bağırdıktan sonra sazı kırmasıyla tanınınır ki o bağlama bir Türk çalgısıdır. Sen Şarkı, Türkü söylediğin bir çalgıyı, sırf Türk algısı diye kırıyorsan, o şarkıları, Türküleri kendi ağzınla değil de başkalarının ağzıyla söylediğini de itiraf etmiş oluyorsun!!... Tıpkı, bayrak yakarak faşizmin işlediği suçları bütün bir Türk ulusuna mal etmek gibi yine devlet düşmanlığı değil halk düşmanlığı yapıyorsun ki bunu da bu ülkede, aynı üretim ilişkileri içinde iki ulus değil iki halk var diyerek de belgeliyorsun!!...Sen ozanın da Karacaoğlanlar, Dadaoğlu, Pir Sultanlar Ozan değil mi?!!...

 

Böylesine çılgınlığı varan taşkınlıklar, ezen ulustan Milliyetçiler için olduğu kadar ezilen ulustan Milliyetçiler için de söz konusu olduğu sürece, milli mesele, bu coğrafyanın en güçlü devrimci dinamiklerinden biriyken en büyük engellerinden biri haline de getirilebilir ki 33 silahsız askerin kurşuna dizilmesi gibi hiç bir mantığı ve etiği olmayan eylemler, İstanbul'a halen Konstantinapolis diyenler varken, içinden kimsenin kolay kolay çıkamayacağı bir kaosun da yaratıcısı olabilir...

 

İbrahim Kaypakkaya gibi son derece dürüst ve samimi bir komüniste, Ulusal hareketin provasını yaptırdıktan sonra, onu arabadan atan üvey ebeveynlerin, arabayı da götürüp Kürt toprak ağalarının ahırına park ettiklerini söylediğimiz zaman, yine, imalı mı konuşmuş oluyoruz? Eğer, buradaki imadan bir şey anlamayanlar varsa, Aydemir Akbaş'ın, Zerrin Egeliler' i sonuyla becermeye çalıştığı porno filmlerinin komedi versiyonlarında daha açık ifadeler bulabilirler.

 

Bunu da bizi Faşizme ifade vermekle suçlayanlara yanıt olarak söylemekle, lafı daha fazla uzatmadan burada kalmak istiyorum!!...

Şimdi, Türkiye devriminin siyasal mecrasını bir kumarhaneye çevirerek gerek Mahir Çayan'ın gerekse İbrahim Kaypakkaya'yı kahvehanelerde kaç masa varsa o kadar farklı siyasete bölenler - ki Türkiye'de 170 adet sol parti ya da hareket olduğu söyleniyor - ne kadar komünistse, biz de nacizane, her halde, en az o kadar komünisttiz...

 

Bizden daha iyi komünist olanların gerek teorik ve gerekse pratik deneyimlerinden öğrenmeyi bir yöntem bilecek kadar da samimi komünistlere saygımız sonsuzdur...Ayrıca, Türkiye ya da Kürdistan'İn hiç bir mahallesinde 170 masalı bir Kahvehane olduğunu hiç sanmıyorum!!... Böyle bir mekan, Kahvehane değil de Las Vegas'ta bir kumarhane olabilir belki...

Şimdi, zar atarak her şeyi bilenler, bu bir çift zarın yanına iki lüfer bi de büyük rakı söylerlerse, geleceğe ilişkin öngörülerinde, en az burç yorumlanakta uzman olan Güzin abla kadar muvaffak olabilirler...

 

Ne var ki yaşamın da komünizm davasının kaynağı da bir deryaya benzer!!... O deryada daha Çinekopken oltaya gelmeli ki insan Lüfer olmadan, hem devrim sofrasında bekleyenler aç kalmasın, hem de balığı yanlışlıkla ağzına değilde bütün bütün başka tarafına sokmaya çalışan Kimi çılgınların canı fazla yanmasın!!...

 

Hüseyin Koç, beni yoksulların hor görmekle suçlayacak kadar zıvanadan da çıkıyor. Oysa, ben, o makalede, yoksulların değil, karnını doyurmak için her türlü namussuzluğu yapabilen lümpenleri suçluyorum ki Maksim Gorki'nin yazdıklarından biraz haberdar olanlar için bunu ilk söyleyenin ben olmadığım da açıktır...

 

Selamlar....

Fikret Karavaiz

 

 

AYRILIKLARIMIZIN POLİTİK TEMELİNİ İMALARLA VE MUĞLAK SÖZLERLE ÖRTBAS ETMEK İSTİYORLAR; POLİTİKANIN YERİNE KAHVEHANE POLİTİKACILIĞINI GEÇİRMEK İSTİYORLAR!!! (1)


[26/7 22:16] Hüseyin Koç:

 " Biz bir aile çevresi, bir kişisel doslar loncası değiliz" diyen Stalin ; " kişisel dostluğun davanın çıkarının önüme geçmesine izin vermemeliyiz derken; " görüş ayrılıklarımızın politik temelini imalarla ve muğlak sözlerle örtbas etmek istiyorlar, politikanın yerine kahvehane politikacılığını geçirmek istiyorlar" diyor. ( Stalin.C.12.S. 13 - 14. İnter yy)

 

Bu yazının muhatabı "AŞKIN DOĞASI, DEVRİMİN DOĞASIDIR. Kızıl dere pratiğinde ne anlaşılmalıdır" yazarı Fikret kara vaaiz gibi görünsede, aslında aynı çizgiyi paylaşan, tüm Kara vaaizlerdir. Hatta bunların içinde "KAYPAKAYACIYIM" diyenlerin payı hiçte küçümsenmiyecek kadar çoktur. Öyle ki kendilerine KAYPAKKAYANIN ardılıyız diyen guruplarda var, dolayısıyla nasılki "Oblomov" dendiğinde bir kişiden çok " tembellik" anlaşılırsa, Kara vaaiz dendiğinde de tüm goygoycu kahvehane politikacıları anlaşılmalıdır...

 

Bunların ustalıkları ," görüş ayrılıklarımızın politik temelini imalarla ve muğlak sözlerle örtbas etmek" ten ibarettir. Örneğin Çetin Altanın yazım şeklini, Stalinden daha çok beğiniyor. Bundan " Stalin yergisinimi ima etmeye çalışıyor "anlaşılmıyor? Oportünizmin sığındığı durak muğlaklıktır. Sonra Gorki nin şahsında " ayak takımı " dediği yoksulları küçümsüyor. " aç ve cahiller" diyerek; sanki kendisi anasında çilt cilt kitaplarla doğmuş! Sanki yoksulluk ve cahilliğin sebebi emekçiler gibiymiş gibi onları suçluyor !

 

Başka bir dala konarak "Aşk" diyor. Öylesine abartıyorki; " Aşktan üremiyen bir insan toplumu kansere karşı direnç gösteremezmiş. Bir komünist kime niçin aşık olduğunu bilmeden, kendiside neyi niçin yaptığını bilmezmiş"... Demekki " uzun yürüyüşte " karda kışta onca düşmana karşı yürüyen kızıl ordu, niçin aşık olduğunu biliyormuş (!) uzatmamak icin ; Aşk sa: aşırı güçlü duyulan tutku veya istekten sevgiden başka nedirki?

 

Bütün oportünistlerin KAYPAKKAYAYA düşmanlıklarının, seviyesizliklerinin bir ortak yanıda kara vaaiz gibi KAYPAKAYANIN şapkası: 50 - 60 yıl öncesi, Yüzde 70 i köylü olan bir ülkede, Aranan ve faaliyetini kesintisiz sürdüren bir komünist önder, yoksul köylülük içinde takım elbise giyip, gravatmı takacaktı be zevzekler. Stalinin bir eylem için hazırladığı Kamoya, defalarca seyyar satıcı provası yaptırdığı bir alay konusumudur çok bilmiş ükelalar...

 

Aslında beyinlerinin akasında; KAYPAKKAYA YA şapka takıyor diye"köylü devrimcisi" demek geçmektedir, oysa ibrahim:

 

" Biz işçi sınıfı hareketiyiz, onun öncü müfrezesiyiz. KÖYLÜ HAREKETİ ASLA DEĞİL"! diyecek kadar çok nettir.( seçme yazılar. II. abç.S.44. Ocak yy)

Kara vaaiz KAYPAKKAYA için bula bula aşağılama amaçlı; "Çemişkezek köy kahvehanelerinde propaganda yapıyordu" demekte, oysa " üfürmekten" başka birşey bilmeyen Kara vaaiz, kaldırdığı taşın ayağına düşeceğinden de habersiz: " köylülerin kulubelerine gitmeli, sade halkın bulunduğu meyhanelere,(.....) giderek heryerde halkı uyandırmalı" diyen Lenindir!..( C.10. S.159. İnter yy) Tabi ki KAYPAKKAYA Leninistir, köy kahve hanelerinede gider, köylü kulubelerinede... Herkes senin gibi emekçilere " aç ve cahil" diyerek hor görmezki, kibirli küçük - burjuva....

 

KAYPAKKAYA NIN, " her saftan, komünist, revizyonist, anaşitleri " aynı kefeye konmasına karşı çıktığı doğrudur! " Bunun kitlelerin bilincinde bulanıklık" yaratacağını söyler. " ama bunu yapanların, bunlara sempati duyan herkesin desteğini kazanacağı hesaplanıyorsa, bu basit bir politika oyunudur" der. ( İ.KAYPAKKA seçme yazılar II. S.77. Ocak yy) Ama bunda bir kibirlilik değil, bir ideolojik duruş olduğunu görmemek siyasi miyopluktan başka neyle açıklanır, yada KAYPAKKAYA NIN dediği gibi; " basit bir politika oyunudur",goygocu kahvehane politikacılığıdır!

 

KAYPAKKAYADA kibir olsa, dört yaşında" Çayancı" olduğunu söyleyen Kara vaaiz ; " EMPERYALİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI DÖĞÜŞÜRKEN ÖLEN HERKES SAYGI DEĞERDİR" dermi?( age.aynı yerde) Ve bunu pratiğiyle kanıtladığını dost düşman bilirde, bilgiç Kara vaaiz niye bilmez? Ama oda, kendilerine KAYPAKKAY NIN ardılıyım diyen kimi birey, hatta "guruplar" da, " basit politika oyunun" basitliğindedirler.

 

İbrahimin verdiği alıntılar nedeliyle " başkasının diliyle konuştuğunu" söyleyen kara vaaiz; Mahir çayanı da okumadığını düşünüyorum. Çünkü Mahir: Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao dan tutunda, Lin biyo, Giyap, Kastoro vs vs ye herkesten alıntı verir...

Bilgi iki yoldan elde edilir; biri dolaylı bilği, diğeri pratik faaliyetimizden çıkan direk bilgi. Dolaylı bilgi dünya işçi sınıfının pratiğidir, bize teori olarak döner, diğeride kendi yaşamsal pratiğimizden çıkardığımız derslerdir. Yarınki pratiğimize ışık tutar. Boşuna demiyor Lenin : " bilgisizlik gerçeğe önyargıdan daha yakındır "diye ( C.10. S.67. İnter yy) KAYPAKKAYAYA gelince önderi Leninin evrensel ilkesine sahip çıkmış, bunda yadırganacak ne var goygoycu? Lenin değilmi: " Bilim başka ülkelerin deneyimidir"(C.10. S.139. inter yy) diyen....

 

Birkez de biz (onur duyacağımız !!! ) KAYPAKKAYANIN diliyle konuşalım : " EMPERYALİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI DÜĞÜŞÜRKEN ÖLEN HERKES SAYGIYA DEĞERDİR"... Mahir çayanda bizim için SAYGI DEĞERDİR, Deniz gezmişte bizim için SAYGI DEĞERDİR ! Ama ne ibrahimin görüşleri, Mahir çayanın görüşleriyle aynıdır, nede Mahir çayanın görüşleri ibrahimin görüşleriyle aynıdır. Aynı şey Deniz gezmiş içinde geçerlidir. Kahvehane politikacısı Kara vaaiz, sadece bize" ayar" vermiyor, Onca görüş ayrılıklarına karşın, Mahire, ibrahime, Denizede "ayar" vermeye çalışıyor. Kara vaaiz söyledikleri gerçek olsaydı, üç farklı örgüt: THKP- THKO- TKP/ ML olmazdı...

 

Şimdi bunların arasındaki farka değinmeye çalışırken; bazı gerçeklerin açıklanmasına gerek oduğunu inanıyoruz: 1) elimizde MLSPB li arkadaşların yayınladığı PDF de mahir çayanın bütün yazılarından başka bir materyal yoktu. Ve acil bir cevabın yazılması gerekiyordu. 2) sonderece kötü sağlık koşullarımın yazmamı enelliyordu. Bütün bunların varlığı koşullarına karşın Leninin deyimiyle : "Ancak mesele cidiyse, gerçeği beceriksizce söylemek, onu gizlemekten yeğdir"( C.9. S.72.İnter yy) ilkesiyle yazıldı.

 

DEVLETTEN KOPUŞUN ADI KEMALİZM

 

Devletten kopuşun, devleti direk karşına almanın, devletle marksist - Leninist hesaplaşmanın adıdır "kemalizm"e karşı olmak. Soykırımların, katliyamların, ulusların kendi kaderini prangasız savunmanın, " Tekçiliğe" karşı savaş açmanın nedenidir, " kemalizm" le hesaplaşmak. "Kemalizm" den delege isteyen, sınıf işbirlikçi revizyonizme, birleşik cephede onu mütefik gören oportünizme, onun anayasasını savunan reforumizmle hesaplaşarak, Marksist - Leninist çizginin berak, lekesiz, savunusudur" kemalizm"i teşir etmek...

 

 Özcesi : Mao zetungun dediği gibi " işleri örgütsel bakımından yoluna kaymak için, işleri önce ideolojik olarak yoluna koymanın adı,( C.3. S.105. Halk yy) marksist- Leninist parti yaratmanın yoludur, "kemalizm"le hesaplaşmak !!!

 

[26/7 22:19] Hüseyin Koç: "KEMALİZM" KÜÇÜK - BURJUVAZİNİN EN BİLİNÇLİ KESMİMİDİR?!! ( 2)

" Küçük - burjuvazinin en bilinçli kesmini oluşturan "kemalist "lerin Amerikan emperyalizmine karşı kıyasıya bir mücadelenin hazırlığı içinde bulunduğu bilinen bir gerçektir"( mahir çayan. Bütün yazıları. S.85)

İşte Mahir çayanın " kemalizm"e bakışına bir örnek. Stalinin Kamo ya dediği gibi " bir adamı tanımak için, beraber bir çuval tuz yemeye gerek yok" tur. İstiyene bu konuda daha fazla örnek verebilirim.

KAYPAKKAYA ise kendinden önceki marksis- Leninist önderlerin görüşlerine baş vurarak, onlardan elde ettiği görüşlerin çıkarsamı ile " kemalizm" in , sınıfsal niteliğini tahlil etmiş, kemalizm" e Faşizm demiştir. İşte Stalinin " kemalizme" bakışı :

 

" kemalist devrim bir üstabaka devrimidir.; yabancı emperyalistlere karşı mücadele süreci içinde varılan ve daha sonraki gelişmesi içinde aslında köylülere ve işçilere karşı, evet bir tarım devrimi imkanlarına karşı yönelen milli ticaret burjuvasinin devrimidir. ( Stalin. C.9. S.204. İnter yy)

"Emperyalizmin sömürgelerdeki sosyal dayanağı (....) Ticaret burjuvazisidir. (.....) halkın çoğunluğuna karşı ittifaka girer. ( Stalin. Ulusal sorun ve sömürgeler sorunu. S.135. İnter yy)

 

Bazıları ticaret burjuvazisini milli burjuvazi sanıyor. Onun için ticaret burjuvazisinin milli burjuva olmadığını vurgulamak için özel olarak diğer karşı sınıflardan ayrı olarak belirttim. Neymiş Stalinin belirttiği milli ticaret burjuvazisi, halka karşı emperyalizmin dayanağı imiş. Bunu Stalinden biraz daha açalım:

 

" Kemalist"lerin partisi de sol Kuomintang la boy ölçüşemez." ( Stalin.C. 9.S.205 .inter yy) Bunun anlamı sol kuomintag bilindiği gibi milli burjuvazinin "tartışmalıda olsa" anti - emperyalist kanadıdır. Komünist enternasyonalın1919- 1943 belgelerinde onun bile geçerli olmadığı söylenir.( belgeler 1919.1943. S.186 belge yy)

 

Şimdi Çinde Kemalin rolüne talip, Çang Kay -Şek geliyor" ( Stalin. C.9. S.206. İnter yy) Çang Kay - şek kim? Karşı - devrimci, emperyalizmin uşağı Kuomintag ın sağ kanadı. Sağ kanatla itifak yapılmazken, oysa küçük - burjuvazi demokratik halk devriminin müttefikidir.

Aynı şeyleri söyleyen bir başka tanığa daha başvuralım. Bu bolşevik partisinin üyesi, sağlam ve güvenilir bir tanık, Bolşevik Şnurov olsun.

 

 Bakalım şnurov ne diyecek:

 

"(....) Türk milli devrimini, Türkiyenin milli burjuvazisi, YANİ TÜCCAR,TOPRAKAĞASI, VE O SIRADA TÜRKİYEDE ÇOK AZ SAYIDA BULUNAN SANAYİCİLER YÖNETİYORDU ".( Şnurovdan aktaran KAYPAKKAYA . Seçme yazılar.II. S.110. Ocak yy)

 

Görüleceği gibi Şunurov; milli burjuvaziden: " tüccar, toprak ağası, ve sanayiciyi" anlıyor. Devrimin düşmanlarını dost gören bir Mahir çayanla, ibrahim KAYPAKKAYANIN eşitlenmesi hangi devrimcilik ve proleter ahlakla bağdaşır. Aynı şey Deniz gezmiş ve arkadaşları içinde geçerlidir. "Biz anayasayı savunduk" diyen Deniz ve arkadaşlarıyla, Komünist devrimci ibrahimi aynılaştırmak hangi marksis - Leninist ilkeyle örtüşür. Ne partisi, ne programı, neyi niçin yapacağına Ceza evine düştükten sonra karar veren bir THKO ile, partisi , programı, tüzüğü, ordu su Cephesinin devrim yolu çizilmiş bir TKP/ ML yi aynı kefeye koymak, hangi matamatik kuralıyla bağdaşır?!!

 

Malesef bunu , biz KAYPAKKAYANIN " ardılıyız" demeye cüret eden, başka birey ve tasfiyeci popülüst guruplarda yapıyor. KAYPAKAYANIN dediği gibi ; " bununla herkesin desteğinin kazanılacağı hesaplanıyorsa, bu basit bir politika oyunudur. Veya Stalinin deyimiyle: " politikanın yerine kahvehane politakacılığını geçirmektir...

 

[26/7 22:21] Hüseyin Koç: 4

EKONOMİK YASALAR BİLİNCİMİZİN DIŞINDA VARDIRLAR :

SAVAŞ EKONOMİK BİR ZORUNLUĞUN SONUCUDUR !!!

 

" Ekonomik gelişim yasaları, bizim dışımızda insanların irade ve bilincinden bağımsız , objektif olarak varmıdır? Marksizm bu soruya olumlu yanıt veriyor. Marksizm, sosyalizmin politik ekonomisinin yasalarının, bizden bağımsız varolan objektif yasaların, insanların kafasındaki yansıması olduğu görüşündedir. ( Stalin. C.16. S.355. inter yy)

Bu saptamayı Mahir çayan ın subjektif düşünceyle " savaşın çıkmayacağı" üzerine yazdığı yazılara yanıt olsun diye verdim. Ekonominin yasalarına geçmeden belirteyim; bu yazı bir emperyalizm tahlili değildir. Eperyalizmin tahlili çeperi daha geniş bir yazı ister. Bu açıklamadan sonra, Mahir arkadaşın bu konuda verdiği örneklere geçebiliriz.

 

" Emperyalistler arası rekabetin (uzlaşmaz çelişkilerini) emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşına yol açması imkanı ortadan kalkmıştır" ( Mahir. Emperyalizmin III. Bunalım dönemi.301)

" Nükler vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye, vede esas tayin edici olarakta dev dünya sosyalist buloğunun varlığı emperyalistler arası had safaya ulaşmış olan uzlaşmaz ekonomik plandan askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandanda entegrasyonagidilmektedir."

 

Mahir arkadaş tarihte zoru ekonominin yarattığını kabul etmek istemiyor. Engelsin dediği gibi " kılıcın dalda bittiğini "sanıyor. Oysa "kılıcı yaratan ekonomidir. Zor sümürüyü korur , sebebi değildir... Simdi tarihte zorun nedenini açıklayan Engels ten kısa kısa alıntılar verelim :

" Özel mülkiyet tarihte, hiçte talanın ve zorun sonucu olarak ortaya çıkmaz". ( Engels Anti Dühring. S.224. İnter yy) ; "Amerika birleşik devletlerinde kölelik, zordan çok ingiliz pamuk sanaiine dayanıyordu. (....) pamuk devletleri için köle yetiştirilmeyen bölgelerde kölelik, kendi giderini kurtarmadığı için, ZOR KULANILMADAN, kendiliğinden ortadan kalktı."( age. S.223) son olarak : " Tek sözçükle, zorun zaferi silah üretimine ve silah üretimide bir bütün olarak üretime, yani - ekonomik güce dayanır. age. S.229)

 

Mahir çayan arkadaş, Engels gibi , zoru yaratan ekonomiyi esas alacagına, ekonominin yarattığı zoru, iradi olarak ele alır. Oysa stalinin dediği gibi " ekonominin yasaları, insan bilincinden bağımsız gelişir." Geçerken belirteyim; Mahir arkadaşın " dev sosyalist bulok dediği " bulok, KAYPAKKAYANIN sosyal emperyalist dediği buloktur.( KAYPAKKAYA.Seçme yazılar II. S.242 Ocak yy)

 

Bir yandan , " emperyalist dönemin Marksizmi olan Leninizmin evrensel tezleri, emperyalist sistem çökene kadar geçerlidir " diyen Mahir arkadaş, diğer yanda, Leninizmin " emperyalizmin dengesiz ve sıçramalı gelişimin" in sonucu , paylaşılmış pazarın güçler dengesince yeniden paylaşımı olan, savaşın çıkmayacağını söyler.

 

Oysa Lenin : "(.....) üretim araçları üzerinde özel mülkiyet devam ettiği süreçe, emperyalist savaşların kesinlikle kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. ( emperyalizm. S.12. İnter yy.)

Çünkü : savaşın kaynağı , eşitsiz , dengesiz, sıçramalı bir hastalığa marazlı Kapitalist ekonimidir. Kapitalist - emperyalist ekonomide, bir ülke ilerlerken, diğeri eşit olmayan bir şekilde geriler. İlerleyen eperyalistin ekonomisi yeni pazarlar isterken, gerileyen güç, pazarını vermek istemez. Düyanın emperyalistlerce paylaşımı güç dengesine göre yapıldığı için, güçler değince, barışçıl rekabet, adına savaş denen, yeni pazar paylaşımlarına yerini bırakır. Ve eperyalizm yaşadıkça bu vahşi kanlı yağma devam ed

 

Bu kanlı yağma savaşının ortadan kaldırmanın birtek çaresi var, oda herkesin kendi ülkesinde devrim yapmasıdır. Nasılki akrep yaşadığı sürece zehirlerse; kapitalist - emperyalist sistemde var oldukça , gerici haksız savaşlar bizim irademiz dışında, kendi ekonomik yasalarını sürdürürler...

Mahirin somut şartlar tahlili

"Halkın hiç bir kesmi halinden menmun değildir. ve heran PATLAMAYA HAZIR BİR VOLKAN GİBİDİR. Devrim için objektif sartlar hazırdır. Bu gün türkiye gibi emperyalizmin işkali altındaki bütün yarı- sömürge ülkelerde emekçi halkın sefaleti,hayat şartlarının zorluğu, sömürülmesi korkunç seviyededir( mahir çayan. 221)

" devrim için objektif şartlar hazırdır." somut şartların somut tahlili sonderece subjektiftir.

 

Bu saptama ancak güçlü bir komünist partisinin, güçlü bir halk ordusuna sahip, sendikalara önderlik edebilecek bir süreçin işidir. Aynı subjektif ifade " halkın bir volkan gibi patlaması içinde geçerlidir. 12 mart sürecini bilenler veya okuyanlar bunun korkunç bir subjektiflik ve büyük bir yanılsama olduğunu söyleyecektirler.

 

Emperyalizm gümbür gümbür gelen bir devrimi görmeden, işbirlikçilerinin yönetemez durumda kalarak , örgütlü bir kiteyi zaptedememiyeceklerine kanaat getirmeden, uşaklarının ciyak çiyak bağırdıklarına inanmadan, emperyalizm niye durduk yerde türkiyeyi Çin gibi, ekim devrimi esnasında sovyetler gibi bir işkale gereksinim duysun?

Böyle bir şartın dünde bugünde olduğuna ben inanmıyorum. Çok sıkıştıklarında nasıl olsa bir düdükle hazırola geçecek onca tasfiyeci, legalist, reforumist unsurun olduğunu onlarda biliyorlar. Elbetteki bu gün için birden çok temel çelişki gibi, emperyalizmle ulus arasında milli bir çelişkinin varlığı bir gercektir.

 

Ama bugün için bu çelişki baş çelişki olamaz. Mahir arkadaşın başlangıçtaki düğmeyi yanlış iliklemesi, sonrasında gelen diğer düymeleride etkilemekte ; caminin yerine kilise, kilisenin yerine cami yapmaya benzemektedir.

Yok , emperyalizmle, işbirlikçilerinin arasındaki ilişkiye değenmek gerekirse, "komporodorluk dış güçtü, işbirlikçilik iç güce dünüştü " diyerek laf kalabalığına ne gerek var? Oysa kompradorluk emperyalizmin memuru, işbirlikçilik görece daha az bağımlı emperyalizmle iş ortaklığı tutan demektir.

Emperyalizm ile yarı - sömürgeliliğin ilişkisini ise Lenin, çok net, tamda günümüze damgasını vuran gerçikle şöyle dile getiriyor. Daha yeni söyleme, özgünlük kaygısıyla, "makaleyi roman yapmaya" ne gerek var?..

 

İngiltere Fransa Almanya yurdışına en az 70 milyar ruble sermaye yatırmışlardır. Bu meblağdan " meşru " gelirleri- 3 milyar rubleden fazla yıllık geliri - teslim almak için ORDUYA, ve savaş donanmasına sahip sömürge ve yarı sömürgelere KRAL NAİPLERİ, KONSOLOSLAR, ELÇİLER, HER TÜRLÜ MEMURLAR, DİN ADAMLARI, ve başka SÜLÜKLER sıfatıya " MÖSYÜ KAPİTALİN OĞUL VE KARDEŞLERİNİ " yerleştiren" adına HÜKÜMET denilen ulusal milyoner heyeti verdır.( Lenin. C.5. S.150. İnter yy)

 

Daha bundan iyi " fiili işkal" mi olur? Eğer kastedilen buysa,

bunu zaten Leninist emperyalizm teorisi ortaya koyup teşhir etmiş. Yok bu değilse Türkiyede, Çindeki, Sovyetlerdeki gibi bir devrim hareketimi varki, emperyalizm işkal ettiğini söyleyelim...

 

[26/7 22:24] Hüseyin Koç: 5.

 

"KIRLARDAN BAŞLAYACAK HALK SAVAŞINDAN"

ŞEHİR GERİLACILIĞINA : MAHİR

 

" Milli demokratik devrim mücadelesinde ŞEHİRLERİN İKİNCİL BİR ÖNEME SAHİP OLMASI, dolayısıyla devrimin temel gücünün işçiler değil, köylülerin olası gerçeğinin doğal sonucu, MDD de işçi sınıfının önderliğinin, bir ideolojik öncülük olmasıdır."( mahir çayan.)

Kırları esas, ŞEHİRLERİ TALİ alan Mahir Çayan, teoride kırsal alanı esas alsada , eylemlerini pratikte hep büyük şehirlerde yapar. " kırlarda başlayacak halk şavaşı,"nı bir türlü eyleme geçiremez . Mahirin önderliğindeki tüm eylemler şehirlerde gerçekleşmaye başlamıştır. THKO yu eleştiren mahir çayan, bir dönem sonra onların yaptığı soygun ve eylemlere duyulan ilgi ve sempatiden etkilenmektedir.

 

Mao zedung, Lin biyo, Gyabın yerine ; Şehir gerillacısı kuramcılarının Carlos marighela ve Douglas Bravo nun kitapları, başucu kitaplarıdır artık! Bu durumun gerekçesi de Mahirce hazırlanır:

" Savaşçı bir örgütün varlığını kitlelere duyurmanın şehirlerde daha olanaklı olması, küçük - burjuva anlamda da olsa, Dev-Genç in büyük şehirlerde yürüttüğü devrimci şiddet hareketleri vede kitle eylemleri daha sert üstdüzeyde eylemlerin yadırganmayacağı uygun bir ortam yaratmıştı." ( Mahir Çayan kesintisiz. III.S345)

Mahir artık " kırlardan başlayacak halk savaşından " şehir gerillacılığına makas değiştirmiştir. Onun için adına, " savaşcı bir örgütün varlığını, kitlelere duyurmanın şehirlerde daha olanaklı" demesi ; devrimci çalışmayı, Sansonel çalışmayla trampa etmesi anlamına geliyordu...

 

Sonkez bir kere daha ,KAYPAKKAYA NIN diliyle söylemek gerekirse : " EMPERYALİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI KARŞI DÖĞÜŞÜRKEN ÖLEN HERKES SAYGIYA DEĞERDİR !!! Lassale in Alman gericileri tarafından öldürülmesi, Marksın ve Engelsin onu eleştirmesini engellemedi.

 

( KAYPAKKAYA. seçme yazılar II. S.77. Ocak yy) diyen KAYPAKKAYA nın yöntemi, Önderi ( önderimiz) Stalinin : " kişisel dosluğun davanın çıkarının önüne geçmesine izin vermemeliyiz.(....) Görüş ayrılıklarımızın politik temelini imalarla ve muğlak sözlerle örtbas etmek istiyorlar. Politikanın yerine kahvehane politikacığnı geçirmek istiyorlar" ( Stalin C.12. S.13- 14. İnter yy) diyen Stalinin uyarısını rehber aldığımız için, kişisel dostutluğun davanın çıkarlarının önüne geçmemesi için yazdık...l

 

HASAN ŞAHBAZ

 

 

 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)