28 Temmuz 2024 Pazar

ANALİZ | 75. Yıl Zirvesine Savaş Tamtamları Damga Vurdu_Özgür Gelecek


 Dahası ABD, NATO büyük bir savaşa hazırlanıyor. Bu zirvede alınan kararlar üçüncü emperyalist paylaşım savaşının taşlarının adım adım döşenmeye başlandığını göstermektedir.

 

Dünya halklarının düşmanı ve aynı zamanda dünyanın en büyük savaş örgütü olan NATO’nun 75. yıl zirvesi, 9-11 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. NATO üyesi 32 ülkenin liderlerinin yanında toplantıya tören için davet edilen Ukrayna, Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve G. Kore de katıldı. Törene TC devleti adına R.T.Erdoğan katılım sağladı.

Tören, 1949’da 12 ülke tarafından ”Kuzey Atlantik Paktı” olarak imzalanan Washington’daki “Andrew W. Mellon Oditoryumu”nda gerçekleştirildi. Öncelikle II. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Rusya-Ukrayna savaşının içinde yer aldığı bir video gösterimi gerçekleştirildi. Yapılan konuşmalarda Rusya-Ukrayna savaşına ağırlık verildiği zirvede göze çarpanlar arasında.

Örneğin NATO Genel Sekreteri J.Stoltenberg; “NATO’nun Rusya’ya karşı savaşan Ukrayna’ya eşi benzeri görülmemiş bir destek sağladıklarını” ifade etti ancak bunun yeterli olmadığını belirterek önümüzdeki süreçte daha fazla destek verilmesi çağrısı yaptı.

Stoltenberg, İran, K.Kore ve Çin’in Rusya’yı desteklediklerini ve bu savaşta NATO’nun başarısız olmasını istediklerini ifade ederken bir gerçeği de ifade etmiş oldu. Hem de en yetkili bir ağızdan! Ukrayna’daki savaşın, Rusya ile Ukrayna arasında değil Rusya ile NATO arasında yaşandığını açıkladı.

Törende konuşma yapan ABD Başkanı Biden de Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşa ilişkin değerlendirmelerde bulunurken önümüzdeki süreçte Ukrayna’ya daha fazla silah ve para yardımı yapacaklarının “müjdesini” verdi.

Hem de sadece ABD olarak değil esas olarak AB’li ortaklarıyla. Almanya, Hollanda, Romanya ve İtalya Ukrayna’ya hava savunma sistemleri sağlayacaklarını, Patriot bataryaları da vereceklerini ifade etti. Yani NATO ülkeleri başta ABD olmak üzere Ukrayna’ya daha fazla silah ve uzun menzilli füzeler vereceklerinin, savaşın daha da şiddetlenmesini sağlayacaklarının duyurusunu yapmış oldular.

Zirveye katılan Ukrayna lideri Zelensky konuşmasında hava savunma sistemlerinin yanında ülkesinin uçaklara ihtiyacının olduğu ve kendilerine verilen sözlerin yerine getirilerek en kısa sürede vaat edilen F-16’ların verilmesi gerektiğini ifade etti.

Ayrıca ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da yaptığı açıklamada Ukrayna’da üst düzey bir yetkili tarafından yönetilecek bir NATO ofisinin kurulacağını duyurdu.

Böylelikle Ukrayna, “NATO’ya üye olmadan” ülkesinde NATO ofisine kavuşmuş oluyor! Daha önceden hazırlıkları yapılan bu toplantıda görüşülerek karara bağlanacak olan Almanya’da üç yıldızlı bir generalin yönetiminde bir ”Ukrayna Komutanlığı” oluşturuluyor. Bu komutanlık ve Ukrayna’da oluşturulacak olan NATO ofisinin de Ukrayna’daki savaşı denetleyerek silah ve lojistik denetimin sağlanmasını doğrudan NATO’nun üstlenileceği kaydediliyor. Yani bundan sonra Ukrayna’da Rusya ile NATO ülkelerinin askeri güçleri çatışacak/ savaşacak.

Böylelikle NATO’nun 75. yıl zirvesinin daha açılışında katılımcı liderlerin konuşmalarında, açıklamalarında Rusya’ya yönelik savaş çağrıları peşpeşe sıralanmış oldu!

 

Sonuç bildirisi: Savaş beyanı!

Zirve 11 Temmuz’da sonuçlandı. Ardından 38 maddelik bir sonuç bildirisi yayınlandı. Türkiye’nin de imzaladığı ortak bildiride Rusya düşman ilan edilirken K.Kore, Çin ve İran ise hedef gösterildi.

Ukrayna’ya silah yardımının devam ettirilmesi ve gelecek yıl 40 milyar euroluk fon sağlanması kararlaştırıldı. III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na hazırlık olarak NATO’ya üye ülkelerin/iktidarların silahlanmaya daha fazla pay ayrılmaları da karara bağlandı. NATO’nun 75. kuruluş yıldönümünde yapılan zirvede NATO örgütü Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşa sürülme kararı alındı.

Yani Ukrayna’nın yanında NATO savaşa dahil olacağı açıklandı. Bir önceki zirvede karar altına alınan üye ülkelerin üçte ikisinden fazlasının yıllık GSYİH’larının en az yüzde 2’si oranındaki harcamalarının yerine getirilmeleri de memnuniyetle karşılanan bir durum olarak ifade edildi.

Önemle altı çizilmesi gereken kararlardan biri de Ukrayna -daha doğrusu NATO ile-savaş halindeki Rusya’ya destek sunan ülkelere ”son verin” çağrısı yapılmasıdır. Bu çağrı Çin’e yapılmakla birlikte Rusya ile iyi ilişkileri olan TC gibi NATO üyesi devletlerin politikalarını etkileyecektir.

Öte yandan NATO’nun genişleme stratejisinin devam ettirileceğinin de sonuç bildirisine yansıdığı görülüyor. Bu ise hatırlanacağı üzere Rusya’nın Ukrayna’yı işgal gerekçesini oluşturuyordu.

Nitekim bildiride Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşı derhal durdurması ve silahlı güçlerini tamamen ve koşulsuz olarak çekmesi isteniyor. Ayrıca Rusya’yı Belarus’a nükleer silah konuşlandırmasından dolayı kınadıklarını da bildiriye ekliyorlar.

Sonuç bildirisinde yer alan konuların başında gelen müttefiklerin Ukrayna’ya daha fazla silah, mühimmat ve para desteğinin artırılması gelmektedir. Ayrıca uzun menzilli füzelerin artırılması ve hızlandırılması da karara bağlanmıştır. Bir de Ukrayna’nın hava savunma sistemleriyle donatılması ve kısa süre içerisinde F-16’ların Ukrayna’ya ulaştırılacağı karar altına alındığı ifade edilmektedir.

Aynı sonuç bildirisinde Ukrayna’nın NATO ile birlikte çalışma kapasitesini artırmak ve daha fazla pratik işbirliği İçin NATO-Ukrayna Eğitim ve Öğretim Merkezi’nin kurulması kararı alınmış. Böylelikle Ukrayna’ya daha fazla silah, para verilirken bir de savaşçı transferi ve eğitimine de ağırlık verileceği anlaşılıyor.

 

Emperyalist kamplaşma sonuç bildirisinde!

Sonuç bildirisinde yer alan önemli maddelerden biri de Çin, K.Kore ve İran’a yönelik hedef yapılma durumudur. Adı geçen devletlerin Ukrayna savaşında Rusya’nın yanında durmaları, destek sağlamaları, füze, İHA vb. vermelerinden dolayı Ukrayna’ya karşı savaşı körüklediği sonucundan hareket ederek ”son verin” çağrısı yapılıyor.

Bu ifadeler aynı zamanda emperyalistler arasında şekillenen kamplaşmanın/kutuplaşmanın somut ifadesini oluşturmaktadır.

Zirvenin sonuç bildirisinde Çin’e özel olarak yer verilmesi; Çin’in Rusya’nın yanında olmasından son derece rahatsızlık duyduklarını ifade edilmesi, Çin’i Rusya’nın savaşına her türlü maddi ve siyasi desteği durdurmaya çağırdıklarını ifade edilmesi önemlidir. Zirvenin önemli bir gündemi de Çin’e karşı Hint-Pasifik ittifakını güçlendirmek olarak ortaya çıkmış görünmektedir.

Bir nevi “Asya NATO’su” olarak görülen Yeni Zelanda, Japonya, G.Kore ve Avustralya’yı bu amaçla zirveye davet edildiği anlaşılmaktadır. NATO, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı bölgesel güçlerle müttefikliğini güçlendiriyor. Ayrıca NATO’nun önümüzdeki süreçte Japonya’da bir ofis açma planı var.

Çin ile ekonomik ve siyasi olarak rekabet içerisinde olan ABD emperyalistleri, Avrupa’da yaptığı gibi burada da güçlü bir ittifak kurmak için Ukrayna savaşını öne sürüyor. NATO zirvesi sonuç bildirisinde hedef haline alınan Çin anında açıklama yaparak “Asya-Pasifik’te sıkıntı yaratmayın” mesajıyla yüksek perdeden tepki göstererek NATO’ya seslendi.

Çin Dışişleri Bakanı Lin Cien NATO’yu “sınırlarını ihlal etmek, yetki alanını genişletmek, savunma bölgesinin ötesine uzanmak ve çatışmayı körüklemekle” suçladı. Ve devamla “Çin, NATO’yu ülkemizin iç siyasetine karışmamaya, imajını lekelememeye ve Avrupa’da kargaşa yarattıktan sonra Asya-Pasifikte de kaos oluşturmamaya çağırıyor” ifadelerini kullandı.

Zirvenin sonuç bildirisinde özellikle Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, G.Kore ve AB liderleriyle sık sık biraraya gelme Hint-Pasifik bölgesinde Çin’e yönelik çevreleme ve etkisizleştirme, Ukrayna savaşıyla NATO-AB işbirliğinde önemli gelişmelerin yaşandığı Balkanlar’da yeni ilişkilerin geliştirilmesi, Ortadoğu ve Afrika ile NATO’nun çabalarını koordine edecek bir özel temsilci atanacağı da yer almaktadır.

Ve yine Ürdün-Amman’da bir NATO irtibat bürosu açılacağının da ifade edilmesi, NATO’nun Ortadoğu bölgesinde doğrudan konumlanma amacı taşımaktadır.

 

Savaş tehlikesi ciddidir!

Sonuç bildirisinde de görüleceği üzere emperyalistler arasındaki paylaşım rekabeti kızışıyor. Bu rekabet her ne kadar Ukrayna’da olduğu gibi dolaylı da olsa emperyalistlerin taraf olduğu askeri bir çatışmaya evrilmiş görünse de bu rekabetin yeni bir paylaşım (III. Emperyalist Paylaşım Savaşı) savaşına yol açıp açmayacağını zaman gösterecektir.

Emperyalistler tekeller arasında rekabetin şu andaki durumu yeni bir paylaşım savaşına işaret etmemekle birlikte emperyalist tekellerin varlığının ve kapitalizmin savaş demek olduğu gerçeğinden hareketle, herhangi bir gerekçeyle savaş yayılabilir.

Ayrıca bu süreçte emperyalistlerin iktidarlarındaki liderlerin büyük çoğunluğunun sağlık ve karar verme durumlarını göz önüne aldığımızda insanlığın nasıl tehlikeyle karşı karşıya olduğu anlaşılabilir. Örneğin J.Biden NATO zirvesinde Ukrayna sözleşmesinin imza töreninde Zelensky’i sahneye çağırırken “Beyefendiler, hanımefendiler karşınızda Başkan Putin” ifadesini kullanarak gaf yapabilmiştir.

Hastalıklı ve bunamış kişilerin yönetici pozisyonda olduğu bir durumda, herhangi bir gelişmenin yeni bir paylaşım savaşını tetiklemesi işten bile değildir. ABD’yi yöneten, NATO’da birinci derecede söz sahibi olan başkanın sağlığının bu şekilde sinyaller veriyor olması önemli bir tehdittir.

Sonuç olarak, NATO’nun 75. yıl zirvesinde alınan kararlar bize şunu göstermektedir; Önümüzdeki süreçte özellikle Doğu-Avrupa, Ortadoğu ve Asya-Pasifik’te çatışmaların artarak bölgesel savaşlara yol açabilecektir. Dahası ABD, NATO büyük bir savaşa hazırlanıyor. Bu zirvede alınan kararlar üçüncü emperyalist paylaşım savaşının taşlarının adım adım döşenmeye başlandığını göstermektedir.

Dünya halkları, barış yanlıları, sol, sosyalist güçler haksız savaşlara karşı mücadeleyi örmelidirler. Sosyalist, komünist güçler/partiler, emperyalist savaşa karşı 1917’de Lenin önderliğindeki Bolşevikler gibi emperyalist saldırganlığı iç savaşa dönüştürmek için örgütleme çabalarına ve birlikteliklere zaman kaybetmeden örgütleme çalışmaları yürütmeliler.

Dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getiren emperyalist efendilere karşı dünyanın işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin, gençlerinin, kadınlarının bu haksız savaşlara karşı ayağa kalkmalarının zamanıdır.

https://ozgurgelecek52.net/analiz-75-yil-zirvesine-savas-tamtamlari-damga-vurdu/

 

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)