Şarkıda deniyor ki "Aradığın aşkı buldun
mu?" Ben de şimdi buldum diyemiyorsan da belki budur diye inceliyorum!!...
Hüseyin Koç, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı Anmak Onudur sayfasında,
"Ayrılıklarımızın Politik Temelini İmaarla Ve Muğlak Sözlerle Örtbas Etmek
İstiyorlar, Politika ın Yerine Kahvehane Politikacılığını Geçirmek
İstiyorlar" başlıklı yazısında, benim, "Aşkın Doğası Devrimin De
Doğasıdır, Kızıldere Pratiğinden Ne Anlaşılmalıdır?" başlıklı paylaşımında
savunduğum görüşleri eleştiriyor...
Şimdi,aslında,böyle bir eleştiriye karşı, zaman ayırıp
cevap verip vermemek üzerine epeyi düşündüm!!...Çünkü,Hüseyin Koç'un burada
yazdıkları felsefi ya da politik bir eleştiriden ziyade çamur at izi kalsın
tarzında bir karalamadan ve laf cambazlığından başka bir şeye benzemiyor...
Tabi ki ben de şimdi burada, kendisi beni buna her ne
kadar provake etmeye çalışsa da aynı tarzda yanıt vermeyeceğim!!...Fareler bile
bir gölge oyununda kendilerini aslan ya da kaplan falan sana bilirler!!...Ama
film bittiğinde, Işıklar yandığında kimin kim olduğu anlaşılır!!...
Bu şahsiyet, benim gerçek soyadımın Karavaiz olduğunu
biliyor ama her ne hikmetse, benim kırk yıllık Kaypakkayacı olduğumu
bilmemezlikten geliyor!!... Ne imiş, ben diyormuşum ki "Kaypakkaya
Çemişgezek kahvehanelerinde propaganda yapıyordu. " Benim maalemden
cımbızladığı bir kaç cümleyi kendince yorumlayıp kendine göre biçim verdikten
sonra, beni muğlak ve imalı laflarla kahvehane politikacılığıyla suçluyor!!...
Sonra,Lenin'den Stalin'den yaptığı kimi alıntıları
kendi görüşlerine destek yapıyor... Ne imiş, Bu ustalar diyormuş ki
"komünistler, halkın olduğu her yere gitmeli, kahvehanelerde, meyhanelerde
de propaganda yapmalı" Şimdi, ben, bazen, kendi yerime Nasrettin hocayı
konuşturmayı, bazı şeyleri daha anlaşılır hale getirebilmek için tercih ederim.
Kahvehanelerde, meyhanelerde ya da başka yerlerde, hatta kerhanelerde bile
devrimci propaganda yapılabilir ve de yapılmalıdır da... Ama bu demek değil ki
her şart ve durumda, her yerde propaganda yapılabilir ya da devrimci çalışma
yalnızca propagandaya indirgenebilir.
İbrahim Kaypakkaya, Kemalizm, milli mesele başta olmak
üzere bir çok konuda bu coğrafyanın devrim sorunlarına önemli açılımlar
getirmiş, fırsat bulup okuyabildiği kaynaklar aracılığıyla, kimi önemli
sentezleri yaparak, coğrafyanın devrim mücadelesinin politik, siyasal, askeri
birikimine katkılar yapabilmiş genç bir komünist tir. Ama bu demek değildir ki
bu genç komünist bir kaç yıllık devrimci eğitimi ve pratiğiyle, bu coğrafyanın
devrim mücadelesinin bütün sorunlarını tahlil ederek bir devrim programı
formüle etmiştir. Aynı durum Mahir Çayan için de böyledir.
Şimdi, ben, o makalede diyorum ki İbrahim Kaypakkaya,
Mahir Çayan'ı küçük burjuva maceracılığıyla suçkarken, kendisi, 12 Mart faşist
cuntası şartlarında, Elinde bir kırmadan başka bir silah bile yokken köy
kahvelerinde propaganda yaparken Mahir Çayan'dan daha mı rasyonel davranıyordu
ki Vartinik baskınına ihbarı köylülerde katılmış ve kafasından çıkarılan 48
adet saçma ise onun jandarma kurşunuyla değil ihbarcı köylüler tarafından
vurulduğunu belgelemektedir.
Genç bir komünist, ne kadar birikimi ve yetenekli olsa
da tecrübesizdir ve hata da yapabilir. İbrahim Kaypakkaya, Köylülüğe aşırı
güvenmesinin bedelini canıyla ödemiş ama buna rağmen faşizmin
işkencehanelerinde sonuna kadar direnebilmiş genç ve tecrübesiz bir komünistir.
Yine, ben, o makalede diyorum ki İbrahim Kaypakkaya,
Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi o dönemin genç komünistlerini, kendi sınırlı
birikim ve pratikleriyle birbirinin karşısına koyarak, birbiriyle rekabet
ettirmek yerine, bu genç komünistlerin gerek teorik ve gerekse pratik birikim
ve deneyimlerini onları da aşacak bir biçimde yeniden sentezlemek gerekir. Bu
genç komünistlerin ardıllarının yapması gereken şey budur, onları birbiriyle
rekabet ettirerek devrimci iradeyi parçalara ayırmak değil!!..
Ne imiş de İbrahim Kaypakkaya Kemalizm tezleriyle
devletten devrimci kopuşu temsil ederken THKP/C ve THKO çizgisi Kemalizmle
uzlaşmaymış!!...Ben ise o makalede diyorum ki gerek Mahir Çayan ve gerekse
İbrahim Kaypakkaya, her ikisi de Kuvai Milliye ile Kemalizmi özdeşleştirdikleri
için bakış açıları da buna göre farklılaşıyor... Çünkü, Milli Eğitim
Bakanlığının müfredatında Kuvai Milliye ile Kemalizm bir ve aynı şeymiş gibi
anlatılıyor...
Oysa, Kuvai Milliye, farklı sınıfların ortaklaştığı bir
anti işgalci halk hareketidir. Kemalizm ise bu halk hareketinin zaferinden
sonra kurulan burjuva feodal bir devlet aygıtının ideolojik argümanlarından
biridir ki bu ideolojik argümanlar ne o zaman ne de bugün için Kemalizmden de
ibaret değildir. Kemalizmden başka, Türk İslam sentezciliği, Türkçülük ve
ırkçılık hatta şeriatçılık dahi Kuvai Milliye den sonra kurulan burjuva feodal
devlet aygıtını içinde her zaman için yer bulabilmiştir.
Kaldı ki Mahir Çayan'ın asıl savunduğu Kemalizm değil
anti işgalci bir halk hareketi olarak Kuvai Milliyedir. Ancak, Mahir Çayan da
Kuvai Milliyeyi Kemalizmle eşitlediği için anti işgalci bir halk hareketi
olarak Kuvai Milliyeyi sahiplenirken, tutarlılık adına Kemalizmi de küçük
burjuva milliyetçi bir hareket olarak sahiplenmek zorunda almaktadır.
Yine, Hüseyin Koç, beni, imalı ve muğlak ifadeler
kullanmakla suçluyor. Şimdi, söylemek gerekir ki Kimi şeyleri ne kadar açık
açık ifade etsen de anlamak istemeyenler ya da anlama kapasitesi olmayanlar
için bazen imalı konuşmak onlara ilaç gibi gelir...Çünkü,Marks'ın dediği gibi
dünyayı değiştirmeyi değil de yorumlamayı tercih eden filozof bozuntuları, bu
yorumlama sayesinde filozof merhaba ya da Komünist bir siyasetçi olamasalar
bile şair, aşık, ressam, artist, heykeltraş gibi artistik ve estetik sanatlarda
daha yaratıcı olabilirler...
Bu kadar yaratıcı da olabilen ima gibi bir eylemden
bahsetmişken, yine bir ima yapmak zorunda kalıyorum!!...Laf dilin ucuna
gelmeden söylenmez, diye bir halk deyişi vardır, hani... Peki, lafı dilin ucuna
getiren nedir? Lafı dilin ucuna getiren ve insanı bülbül gibi şakıtan şey ya
asmalara zarar bir afiştedir ya da insanı sinirlendiren bir piçtir!!...
Şivan Perver, konserlerde en son "Ozanım
Ozan" diye bağırdıktan sonra sazı kırmasıyla tanınınır ki o bağlama bir
Türk çalgısıdır. Sen Şarkı, Türkü söylediğin bir çalgıyı, sırf Türk algısı diye
kırıyorsan, o şarkıları, Türküleri kendi ağzınla değil de başkalarının ağzıyla
söylediğini de itiraf etmiş oluyorsun!!... Tıpkı, bayrak yakarak faşizmin
işlediği suçları bütün bir Türk ulusuna mal etmek gibi yine devlet düşmanlığı
değil halk düşmanlığı yapıyorsun ki bunu da bu ülkede, aynı üretim ilişkileri
içinde iki ulus değil iki halk var diyerek de belgeliyorsun!!...Sen ozanın da
Karacaoğlanlar, Dadaoğlu, Pir Sultanlar Ozan değil mi?!!...
Böylesine çılgınlığı varan taşkınlıklar, ezen ulustan
Milliyetçiler için olduğu kadar ezilen ulustan Milliyetçiler için de söz konusu
olduğu sürece, milli mesele, bu coğrafyanın en güçlü devrimci dinamiklerinden
biriyken en büyük engellerinden biri haline de getirilebilir ki 33 silahsız
askerin kurşuna dizilmesi gibi hiç bir mantığı ve etiği olmayan eylemler,
İstanbul'a halen Konstantinapolis diyenler varken, içinden kimsenin kolay kolay
çıkamayacağı bir kaosun da yaratıcısı olabilir...
İbrahim Kaypakkaya gibi son derece dürüst ve samimi
bir komüniste, Ulusal hareketin provasını yaptırdıktan sonra, onu arabadan atan
üvey ebeveynlerin, arabayı da götürüp Kürt toprak ağalarının ahırına park
ettiklerini söylediğimiz zaman, yine, imalı mı konuşmuş oluyoruz? Eğer,
buradaki imadan bir şey anlamayanlar varsa, Aydemir Akbaş'ın, Zerrin Egeliler'
i sonuyla becermeye çalıştığı porno filmlerinin komedi versiyonlarında daha
açık ifadeler bulabilirler.
Bunu da bizi Faşizme ifade vermekle suçlayanlara yanıt
olarak söylemekle, lafı daha fazla uzatmadan burada kalmak istiyorum!!...
Şimdi, Türkiye devriminin siyasal mecrasını bir
kumarhaneye çevirerek gerek Mahir Çayan'ın gerekse İbrahim Kaypakkaya'yı
kahvehanelerde kaç masa varsa o kadar farklı siyasete bölenler - ki Türkiye'de
170 adet sol parti ya da hareket olduğu söyleniyor - ne kadar komünistse, biz
de nacizane, her halde, en az o kadar komünisttiz...
Bizden daha iyi komünist olanların gerek teorik ve
gerekse pratik deneyimlerinden öğrenmeyi bir yöntem bilecek kadar da samimi
komünistlere saygımız sonsuzdur...Ayrıca, Türkiye ya da Kürdistan'İn hiç bir
mahallesinde 170 masalı bir Kahvehane olduğunu hiç sanmıyorum!!... Böyle bir
mekan, Kahvehane değil de Las Vegas'ta bir kumarhane olabilir belki...
Şimdi, zar atarak her şeyi bilenler, bu bir çift zarın
yanına iki lüfer bi de büyük rakı söylerlerse, geleceğe ilişkin öngörülerinde,
en az burç yorumlanakta uzman olan Güzin abla kadar muvaffak olabilirler...
Ne var ki yaşamın da komünizm davasının kaynağı da bir
deryaya benzer!!... O deryada daha Çinekopken oltaya gelmeli ki insan Lüfer
olmadan, hem devrim sofrasında bekleyenler aç kalmasın, hem de balığı
yanlışlıkla ağzına değilde bütün bütün başka tarafına sokmaya çalışan Kimi
çılgınların canı fazla yanmasın!!...
Hüseyin Koç, beni yoksulların hor görmekle suçlayacak
kadar zıvanadan da çıkıyor. Oysa, ben, o makalede, yoksulların değil, karnını
doyurmak için her türlü namussuzluğu yapabilen lümpenleri suçluyorum ki Maksim
Gorki'nin yazdıklarından biraz haberdar olanlar için bunu ilk söyleyenin ben
olmadığım da açıktır...
Selamlar....
Fikret Karavaiz