Girilen sürecin realitesi
Gerek küresel ve ama özellikle de Bölgesel düzlemde yaşanan gelişmeler her anlamda “kartların yeniden karılması”, senaryoların yeniden kurgulanması ve hesapların yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini dayatmış durumda.
Yani hiç kimse ve hiçbir tarafın kayıtsız kalma lüksünün olmadığı bir sürece girilmiş oldu.
Gard alma telaşı
Herkesim gardını, olası Bölgesel ve topyekûn savaşa göre,
belirleme telaşında: İç cepheyi güçlendirme/ “milli birlik ve beraberliği
sağlama” (ki bunun açık anlamı iç faşistleşme sürecini de hızla tamamlamaktır),
var olan müttefikleri güçlendirme ve yeni müttefikler edinme suretiyle vuruş
gücünü arttırma, rakip cepheyi mümkün olabildiği oranda bölüp parçalama,
silahlanmaya hız vererek teknik savaş kapasitesini arttırma ve alan tutarak, rakiplerini yakın
ve geniş çeperlerle kuşatmaya alma
hummalı uğraşı içerisinde.
“Kürt kartı” üzerinden rekabet
Bölgesel bazda, Siyonist İsrail Devleti ile Türk-İslam
sentezcisi faşist T.C Devleti, bu türden hesapların dikkat çekici tarzda en yoğun
görüldüğü iki “seçkin örnek” durumunda. Her ikisi de emperyal hesaplarla
bölgede yeni nüfus alanları yaratma sevdasıyla, Kürtleri kendi yanına çekmenin
hesaplarını yapıyor.
“Kürt kartının” Siyonist İsrail Devleti açısından önemi
Siyonistler açısından Kürtlerin öncelikli önemi, Suriye ve
özellikle de İran’a çekilecek operasyonda hem vurucu kara gücü olarak kullanmak
ve hem de bu iki ülkedeki Kürtleri bu iki devletten kopararak; bölgede
“bağımsız-müstakil” bir Kürt devletinin kurulmasını sağlamaktır. Böylece Orta
Doğu’da güçlü bir “kardeş devlet” ile kendi güvenliğini daha bir sağlama
almaktır. Keza İsrail açısından Kürtler, Filistinlere karşı uyguladığı
soykırımcı savaşında kendisine bir şekilde maraza çıkaran Türk Devleti’ne karşı
bir şantaj unsuru olarak kullanmaktır: “Akıllı davranmaz, uslu durmazsan; senin
Kürtlerini de senden kopartırım ha! Ayağını denk al, o zehirli laflar eden
ağzını kapat”
“Kürt kartının” Türk Devleti için arz ettiği önem
Neo-Osmanlıcı Türk Devleti açısından Kürtlerin öncelikli
önemi ise biraz daha karışık bir bileşkedir: Bir taraftan öncelikli olarak
“kendi Kürtlerini” “dış kışkırtmalardan” uzak tutacak birtakım
iyileştirmelerle, Öcalan aracılığıyla kendisine bağlı tutmak istiyor. Diğer
taraftan keza yine Öcalan ve Barzani üzerinden diğer parçalardaki Kürtleri
Federatif bir yapıyla kendisine bağlamak. Olmazsa, ABD ile anlaşarak bunu olur
kılmak istiyor.
Yani ne yapıp edip öncelikle, daha düne kadar yok sayıp
katliamlardan geçirdiği ve ama birdenbire “bin yıllık kardeş” olduklarını
hatırladığı “kendi Kürtlerini” sağlama almak istiyor. Çünkü bu, Bölgesel
gelişmelerin olası seyri içinde artık gerçek anlamda tam bir beka sorunu olacak
kendileri açısından. Keza diğer parçalarda ki Kürtlerin ikna edilebilmesi
bakımından da bunu yapması gerekiyor.
Çünkü başka türlü
kimseyi ikna edebilme şansı yok. Bölgesel güçlerin doğrudan devreye girmiş
olduğu şu koşullarda Kürtlerin “yola gelmeyenlerini” savaşla “ikna etmesinin”
artık çok daha zor olacağını hem görüyor ve hem de bunun idrakine varmış
durumda.
“İsrail-Kürt İttifakının” oluşma şansı
Sahibinin sesi Siyonist devletin daha yüksek perdeden
dillendirmeye başladığı “İsrail-Kürt ittifakının”, bir bütün olarak Kürtlerinin
tamamıyla vücut bulma şansı da önemli oranda Öcalan ile T.C Devleti’nin
fikirsel olarak ortaklaştıkları “tek devlet, iki millet” projesinin hayat bulup
bulmamasına bağlı gibi gözüküyor. Yani durum biraz, Öcalan-T.C Devleti tarafı
ile İsrail Devleti arasında Kürtleri kimin ikna edeceği yarışına dönmüş gibi.
Fakat üç parça
üzerinden kurgulanan “Büyük Kürdistan” şeklindeki İsrail projesinin zaten an
itibariyle hayat bulması da pek olası gözükmüyor. Çünkü bunun için öncelikle
Suriye ve İran’ın fiilen parçalanma sürecine girmesi gerekiyor. Oysa mevcut
koşullarda böylesi bir durum henüz söz konusu değil. Özellikle İran resmi
sınırları içinde ki Kürt yapılanmalarının ayrılmayı gerçeğe dönüştürecek bir realiteleri
yok. Bu ancak ki dış müdahaleyle İran Devletinin fiili savaş ortamına
çekilmesiyle olanaklı hale gelebilir.
Rojava Özerk
Yönetimi’nin açmaz ikilemi
Keza Rojava Özerk Yönetimi altında bulunan Kürtler de İsrail
projesinin garantilenmiş unsurları değil. Öncelikle Öcalan’ın ulus devlet
modelini dışlayan yaklaşımını reddetmeleri ve keza Öcalan’ın yeni iradesini
takmama iradesi göstermeleri gerekiyor. Bu durumda da ABD garantörlüğü ve fiili
koruması olmadan bağımsızlık yolunda fiili bir adım atmayacakları kesindir.
Çünkü ne Türk Devleti ve ne de Suriye ve hatta ne de İran Devleti bunlara yaşam
hakkı tanır.
PKK’nin tavrının önemi
Kürtler üzerinden “kazanma yarışına giren” her iki “rakip”
devlet ve keza Kürtlerin kendileri açısından asla dışta tutulamayacak bir diğer
çok önemli faktör de PKK’nin takınacağı tavırdır. Öcalan’ın Devletle fikirsel
düzlemde “pişirdiği” projeye PKK’nin ayak dirediği bir sır değil artık.
Öcalan’ın buna rağmen çıkıp doğrudan çağrı yapması durumunda da PKK şayet bu
tavrını korursa; çok açık ki Kürtler sırf K. Kürdistan’da değil, diğer
parçalarda da bölüneceklerdir. Bu da Kürtlerin bir kısmının Öcalan projesiyle
Kürt-Türk, diğer bir kısmının da Kürt-İsrail ittifakı içinde saflaşmalarına yol
açabilecektir.
Keza “Kürt Milliyetçileri” şemsiyesi altında toplaşan bir
kısım Kürtler de zaten açık tavırla, “Kürt-İsrail İttifakı” içinde yer
alacaklarını şimdiden ilan etmiş durumdalar.
Kürtlerin seçenekleri
Bütün bu artı ve eksileriyle, öyle görünüyor ki Kürtler
kendi bağımsız iradeleriyle kendi kaderlerini tayin etme haklarını kullanma
realitesinden çok uzaklar. Mevcut gerçeklikleri içinde onları anti-emperyalist,
anti-kapitalist, Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan hedefine ulaştıracak
sosyalist bir önderlikleri maalesef ki yok. Mevcut Kürt siyasi önderliklerinin
tamamın ufku maalesef ki burjuva demokrasisinin sınırları dahilindedir.
İçlerinde en ileri durumda olan PKK’in bile ön gördüğü en ileri mevzileri,
İmralı savunmasında Öcalan tarafın yeniden formüle edilen çerçevesindedir.
(Bu ise; özellikle
Kuzey Avrupa sosyal demokratlarının “sosyal-devlet” ve genel olarak “yeşiller”
olarak bilinen, kapitalist sistemin, Öcalan’ın “temel insanlık problemleri”
olarak çerçevelediği “doğa-çevre, kadın-çocuk-nüfus, tarih, kültür, etnik, dini
azınlık ve ulusal durumlarla, sosyal dengesizlikler” türü sorunların çözümünde,
reformist restorasyonlarla, nispeten daha halkçı bir sisteme çevirmekten
ibarettir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti korunarak ileri sürülen ve bugün
Rojava’da deneyimlenenlerin tamamı, adına “komün” de dense, “doğrudan
demokrasi” de dense, “kantonal sistem” de dense; bunlar, kurulan veya öngörülen
sistemin kapitalist sistem türevi olduğu gerçekliğini ortadan kaldırmaz.
Nitekim bu sayılanların tümü, örneğin bugünün kapitalist-emperyalist
İsviçre’sinde zaten mevcuttur da.)
Dolayısıyla da özellikle de gerek bugünün reel politik
ortamında ve gerekse birbirleriyle rekabet de eden çok parçalı durumlarının da yol
açtığı stratejik güçsüzlüklerinden ötürü, zorunlu olarak bir şekilde
birilerinin himayesi altında irade beyanında bulunarak, kendi kaderlerini tayin
hakkını, siyaseten, bu şekilde kullanmayı tercih edecekler gibi.
Mevcut güç dengelerinin korunduğu koşullarda zaten dört
parçanın birleştirilmesiyle “Büyük Kürdistan” projesinin hayat bulma şansı
esasen yok gibi. Keza mevcut statükolar bozulmadan, K. Kürdistan dışındaki üç
parçanın birleştirilmesiyle bir Kürdistan devletinin kurulması da olası değil. Bu
iki projenin hayat bulabilmesinin koşulları ancak ki mevcut statükonun
bozulmasıyla oluşabilir.
Öcalan projesinin
olasılığı ve akıbeti
Fakat Öcalan üzerinden kurgulanan, diğer parçaların Türkiye
ile federatif birliği projesi, Rojhilat Kürdistanı dışında ki parçalar
açısından, mevcut koşullarda da sağlanabilirliği olan bir proje gibi duruyor.
Tabii ABD’den olur alınabilirse. Sonraki süreçte İran’dan kopma koşulları
oluştuğunda, Rojhilat Kürdistanı da bu federatif yapıya dahil olabilecektir.
Ancak ne var ki “Kürt-Türk ittifakı” projesinin Misak-ı
Milli ekseninde ön gördüğü bu tarz bir “çözüm”, elbette ki en azından uzunca
bir süre (bu arada Türkiye, devletler arası veya fiili bir iç savaşa
girmedikçe) Kürtlerin, Türkiye’den ayrılarak kendi bağımsız devletlerini
kurmalarını zora sokacaktır. Çünkü böylesi bir şey, kaçınılmaz olarak büyük bir
Kürt-Türk savaşının göze alınmasını gerektirecektir. Yetmez, bu savaşın
kazanılmasını da gerektirir.
Ya da Kürtler bu
olanağa, Türkiye’de gerçekleşecek bir sosyal devrim ile kavuşacaklardır.
Öcalan’ın önerdiği “ulus devletsiz” “konfederal birlik” projesi ise, en azından
yakın dönem realitesi içinde, uygulanabilirlik şansı bulunmayan ütopik bir
projedir. Aynı şekilde bir ulus olarak Kürtler’i, egemen ulus devletler imtiyazları
lehine kendi ulus devletlerini kurma talebinden alıkoyan bir projedir. Günümüz
dünyasında hiç de adil olmayan bu tek yanlı “feragat”, ilerde bizzat Kürtlerin
kendileri tarafından aşılmak isteneceği kuvvetle muhtemeldir.
“Kürt-İsrail
ittifakı” seçeneği
“Kürt-İsrail ittifakı”, şayet mevcut koşullarda zaten fiilen
Suriye merkezi otoritesi dışında bir statüde bulunan Rojava Kürtlerini
resmiyette de Suriye’den kopartıp, “bağımsız bir devlet” statüsüne kavuşturmayı
denerse; Türkiye bunu savaş nedeni sayıp, orayı işgal ve ilhaka yelteneceği
kesine yakın bir olasılıktır. Tabii bu durum başka hangi gelişmeleri tetikler,
o da ayrı bir sorundur.
Öcalan ve Türk Devleti sorunların bu kerteye varmaması için
ön almaya çalışıyorlar da denebilir. Rojava Özerk Yönetimi’ni savaş ile tehdit
etmelerinin temel nedeni de zaten budur aslında. Keza Türk Devleti’nin Suriye
Devleti’ne son dönemlerde verdiği “toprak bütünlüğünüzü koruyun” telkinlerinin
esas nedeni de budur. Yani İsrail’e kaptırmaktansa, Suriye’ye bağlı özerk yapı
olarak kalmasını, ehveni şer olarak kabul etmiş oluyorlar.
Özetle;
Sürecin sunacağı bu seçeneklerin hiçbiri ulus olarak
Kürtlere gerçek anlamda barış ve huzur vadetmiyor. Ama öyle görünüyor ki
koşullar, siyaseten de parçalı duran farklı Kürt siyasal öznelerini bu
seçenekler arasında tercihe zorlayacaktır.
Onları bu ehveni şer seçenek tercihlerinden ötürü eleştirsek
de ama asla kınayamayız. Çünkü hem bu sonucun ortaya çıkmasında, sosyalist ve
komünistler olarak kendi görev ve sorumluluklarımızı yeterince yerine
getirememiş olmamız sebebiyle bir şekilde pay sahibiyiz ve hem de nihayetinde,
ulusal bir hareket olarak, kendi iradelerini ne yönde kullanacakları tamamen
onların en doğal haklarıdır.