YALAN ZEKA İŞİDİR, DÜRÜSTLÜK İSE
CESARET. EĞER ZEKAN YETMİYORSA
YALAN SÖYLEMEYE, CESARETİNİ
TOPLAYIP DÜRÜST OLMAYI DENE.
“VICTOR HUGO”
(4)
Burada bir diğer sorun meseleyi farklı boyutlara çekip
Muzaffer Oruçoğlu’nun 10 yıl hapis yattığını, cezaevlerindeki direnişlere aktif
katıldığını, büyük bedeller ödediğini vb. dillendirerek sorunu manipüle etmeye
çalışmalarıdır. Ben hiçbir paylaşımımda bu konuda aksi bir iddiada bulunmadım.
Tekrar ediyorum benim üzerinde durduğum şey açığa çıkan kapalı dosya
kapsamındaki ifadelerindeki itiraflarını bizden niye saklayarak bizleri 50 yıl
sahte kahramanlık masallarıyla aldatması, açığa çıkan bunca belgeye rağmen hala
sessizliğini koruyup bizleri aptal yerine koymaya çalışmasıdır.
Muzaffer Oruçoğlu’nun aldığı cezalar örgüt yöneticisi
olmasının yanı sıra yaptırdığı bombalama eylemlerinden dolayıdır. Bugünkü
koşullarda yasalaşan itirafçılık yasasından yararlananlar bile yaptıkları veya
yaptırdıkları eylemlerden dolayı caza almaktadırlar, bunun en açık örneği
Şemdin Sakık vb. gibileridir. Yani cezaevi direnişlerinde yar alması, 10 yıl
ceza yatması kitap-şiir yazması resim yapması bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Ne
yapalım yani 10 yıl ceza evinde yattı diye itirafçılığını, Önder yoldaşı ihbar
etmesini, yalanlarıyla sahtekarca geleneğimizi ve kamuoyunu dolandırmasını vb.
görmemezliktenmi gelelim.
Elbette ki namuslu vicdanlı insanlar giderek meselenin
farkına varacaklardır. Senden ve gönüllü avukatlığına soyunup yalan yanlış
iddia ve ithamlarla meseleyi manipüle eden trollerinden, meseleyi ana
ekseninden kopartarak senin nasıl büyük bir ressam, şair, dünya çapında romancı
yazar olduğun güzellemesiyle yancılık yapan yalakalarından da, bu yalanların,
sahtekârlıkların hesabını soracaklardır.
Tekrar ediyorum; sen ve bilimum dalkavukların, trollerin,
yancıların, yalakaların, gönüllü avukatların kabacası yüreğiniz yetiyorsa çıkın
sorularıma cevap verin. Ama tekrar ediyorum: Sizde o yürek de, vicdan da yok.
Ancak iftira atar tehdit eder, santajla susturup, itibar suikastıyla, idari
tedbirlerle, yalanla dolanla teşhir ve tecrid etmeye çalışırsınız. Çünkü bunlar
en iyi bildiğiniz şeylerdir.sonuç olarak, Ludwig van Beethoven’in dediği gibi
“insanlar arasinda iyilikten baska hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin
olmadığı yerde, ne büyük sanatçı, ne de büyük mücadele adamı
vardır.
(1) Ayrıca zorlama “Partimiz 24 Nisan tarihinde Kürecik’te
kuruldu” paylaşımlarına gelince. Bu konuda başka bir zorlama son dönemde
okuduğum Emrah Cilasun’un yayınladığı İBOCULAR kitabında var. Aynı şekilde bir
sosyal medya paylaşımında “Partimiz 24 Nissan 1972’de Kürecik'te Mehmet Ali
Özdoğan’ların evinde kuruldu” paylaşımında bulundu. Şöyleki Muzaffer Oruçoğlu’nun
Söke dönüşü Partiye katılmayı kabul etmesiyle birlikte yapılan ilk 4’lü
toplantıyı kuruluş olarak belirtmesidir, kendisini daha önce bu konuda
telefonda uyarmama rağmen bu ısrarında diretmesi düşündürücüdür.
24 Nisan tarihi nereden çıktı, kim iddia etti, kim yazdı
bilmiyorum. Çünkü söz konusu dörtlü toplantının tarihi, Ali Taşyapan’ın
belirttiğine göre Nisan sonudur. Şöyleki. ”Muzaffer Oruçoğlu’nun katılımıyla
Koordinasyon Komitesini dörtlü bir çekirdeğe dönüştürdük... Riskli Ege
yolculuğunda bir kaza bela çıkmadan İbrahim’le Muzaffer Kürecik bölgesine
döndüler. Koordinasyon Komitesinin dörtlüsü (İbrahim, Muzaffer, iki Ali)
arasında yapılan bir toplantıyla yeni doğan TKP(ML) nin yakın hedefi teorik ve
pratik sorunları tartışıldı... yaklaşık bir tahminle bu tarih, ‘72 Nisanının
üçüncü onluk dilimi (20-30 Nisan arası) olabilir. (Ali Taşyapan Kaypakkaya İle
Birlikte, s. 556) Yukarıda da belirttiğim gibi bizim gelenekte anlatılan
hikayeler genel geçerli bilgi olarak kabul ediliyor ve bazılarımızda sorumsuz
bir şekilde bilmedikleri, hakim olmadıkları bir konuyu araştırmak yerine,
duyduğunu gerçekmiş gibi kendinden emin bir edayla yazıyor, çiziyor,
dillendiriyor.
Oysa yazının başında belirttiğim gibi parti muhtemelen Nisan
başlarında İbrahim ve iki Ali tarafından Kürecik'te kuruluyor. Gıyabında
Muzaffer Oruçoğlu Koordinasyon Komitesine alınıyor, fakat kabul etmiyor. Doğu
Perinçek’i görmeyi dayatıyor. İbrahim’in Dersim’de, iki Ali'nin Kütecik'te
bütün ısrarlarına rağmen ikna olmuyor. Ve riskli Söke yolculuğu başlıyor; 5-6
gün Ankara’da kalıyorlar; sonra Söke yolcuğu, dönüşte parasız kaldıkları için
Kayseri’de bir arkadaşlarına uğrayıp, orda da kalmaları sonunda Kürecik’e
dönmeleri, vb. Nereden bakarsan en azından 10/15 günden fazla süre gerekiyor.
Ali Taşyapan Söke dönüşü yapılan dörtlü toplantının 20-30 Nisan tarihleri arası
olarak belirtmesi açıktır ki zorlamalı 24 Nisan tarihini boşa çıkartıyor.
Kaldıki bu konuda ne 1. Konferans nede 2. Konferans döneminde 24 Nisan diye bir
tarih dillendirilmedi diye biliyorum.
(2) Bir yoldaş tarafından gönderilen bir iletide Muzaffer
Oruçoğlu’nun el yazısı ifadeleriyle ilgili
analiz sonuçlarına dair yorumlar mevcut. Bu yazıyı M.
Oruçoğlu nun 2/4 Temmuz 1973 savcılık ifadesindeki itiraflarıyla
karşılaştırınca kamuoyuyla paylaşmam gerektiği inancıyla bilginize sunuyorum.
“Konuya ilgi duyanların bağımsız, konuyla ilgisi olmayan ve
hatta yazılı ifadelerindeki içerikleri anlamayan, Türkçe bilmeyen yazı
analizcisinin yaptığı incelemeleri ve insanı kahreden önemli sonuçları sizlerle
paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi herhangi bir el yazısı hakkında
grafikolojik ve daktilografik analizlerle bir el yazısının hangi şartlarda
yazdığını ve yazının gerçek sahibinin kim olduğunu açığa çıkarma seçeneği artık
%100 sorun değildir. Bu yöntemler bugün artık gerek yazı estetiği gerekse
kriminoloji dallarında bilimsel olarak yaygın kullanılmaktadır.
Muzaffer Oruçoğlu'nun yazılı ifadeleri hakkında
daktilografik analizlere gerek yoktur. Çünkü bu içerikleri yazdığını kendisi
kabul etmektedir. Bu gerçeklere karşı gelmek için Muzaffer Oruçoğlu’nun “bu
yazıları ben yazmadım” deme seçeneği de kesinlikle söz konusu değildir. Bu el
yazılarında yapılmış grafikolojik analizlerde yazıyı yazanın hangi şartlarda
yazı yazdığı; elindeki sinirsel ve psikolojik etkenleri açığa çıkarma imkânı
sunmaktadır. Şayet içinizde birileri bu analizlere ve çıkan sonuçlara
inanmıyorsa, gidip alternatif uzmanlardan aynı yazı örnekleriyle karşı raporlar
sunabilirler, hodri meydan. Muzaffer Oruçoğlu'nun el yazıları hakkındaki
bilirkişi tespitleri şunlardır.
1) Bu yazıyı yazan kişi, bu yazıları yazdığı süreçte fazla
yazan biri değildir. Nedeni: Düzenli el yazısı yazan biri, çizgisiz kâğıda yazı
yazdığında soldan sağa doğru yazarken bütün satırlar arasındaki mesafeler,
sürekli korunur ve satırlar birbirine paralel kalır. Yani yazı, sanki çizgili
kâğıda yazılmışçasına satırlar arasında sürekli 180 derecelik akış korunur.
Oysa gönüllü sanığın el yazısı ifadelerinde yazdığı yazılar soldan sağa doğru
sürekli aşağıya eğilimlidir (18., 53, 54. Sayfalar istisnai özellikler
göstermektedir). Bu da kişinin fazla yazla yazı yazmadığını göstermektedir.
Çizgisiz kâğıda baskı altında veya değil; yazı akışının düz olması demek, yazı
yazanın yazma yeteneği geliş olduğunu göstermektedir. Bu yüzden yazı yazma
yeteneği gelişmemiş insanlar için çizgili ve kareli kağıtlar icat edilmiştir.
Ayrıca ilkokul sıralarından geçmiş herkes bilir ki, birinci, ikinci, sınıflarda
yazı sürekli çizgili kağıtlara yazılır. O dönemlerde Türkiye’de bir de güzel
yazı yazma dersleri vardı ve bu derslerde dolma kalemle çizgisiz kağıtlı
defterlerin altına çizgili kâğıt yerleştirilerek düz yazı yazma yeteneği
öğretilirdi. Aynı derste bir de el yazı, yani baskı harfleriyle yazılmayan
bitişik el yazısı öğretilirdi.
2) Bu yazıyı yazan kişinin kullandığı el yazısında harfler,
ilkokuldan itibaren elinde nöromotorik (sinirsel) olarak alışılmış harflerle
bitişik el yazısı ve baskı harfleriyle yazılmıştır. Yazarın baskı ve italik el
yazısı karışımı da yazarın yazı yeteneğinin gelişmediğini göstermektedir. Bu
ayrıntıları anlamak için değerlendirmek isteyenlerin Muzaffer Oruçoğlu’nun
kapalı dosya ibareli gizli kalmış el yazılarına göz atmaları önerilir.
3) Bu analizlerde açığa çıkan başka acı gerçek ise, yazı
yazan kişinin bu ifadeleri hangi şartlar altında yazdığına dair ayrıntılardır.
Bu ayrıntıları, bütün okuyucuların anlaması sorun olmayacaktır. Ayrıca
analizlerin mutlak doğru olduğunu, Muzaffer Oruçoğlu’nun sorguda kaldığı
sürecin anlattığı gibi işkencelerle geçmediğini göstermektedir. Şöyle ki:
Çok soğuk havalarda eldivensiz karda kışta dolaşan herkesin,
birkaçdakika sonra önce parmaklarında, sonra elinde sinirsel yeteneklerin
zayıfladığını görecektir. Cebinden mendil çıkararak burnunu silemeyecek veya
ayakkabı bağlarını bağlama seçeneği hiç olmayacaktır. Bu örnekler, sadece soğuk
hava şartlarında insanın basit nöromotorik hareketleri gerçekleştiremediğini
göstermektedir.
Gelelim aynı gerekçeleri yakalandığından itibaren copla ele
vurulan darbeler, el veya vücudun diğer yerlerinden verilen elektrik
etkisinden, gerçeklerini, yazı yazdığı elin özellikle işkence, yani elin copla
aldığı darbeler sonucu hücresinde masa başında eline kâğıtkalem alarak bu
içerikleri yazması kesinlikle mümkün olmayacaktır. Kim derse ki ben buz gibi
soğuktan eve geldiğimde öykü yazıyorum, anlayınız ki yalan söylüyordur. Çünkü
bu şartlardaki birinin eline kâğıt kalem verildiğinde yazı yazamayacağı veya
kalemi baş ve işaret parmakları arasında orta parmak desteğinde
tutamayacağından anlamak
mümkün olacaktır. Dolayısıyla kim derse ki soğuktan sıcağa
geldim şiir yazdım, roman yazdım, anlayın ki yalan söylüyordur.
Kim derse ki ben işkence altında ele geçen yazı örnekleriyle
bu ifadeleri yazdım; o daha fazla yalan söylüyordur. Çünkü işkence altında
vücudun yaşadığı iki temel işkence vardır. Biri psikolojik işkence, ki bu
direkt beyinde badem çekirdeği (amygdala) adı verilen korku merkezini harekete
geçirecektir ve aşırı düzeyde adrenalin hormonu salgılayacaktır. Bu hormonla o
kişide titreme, istem dışı hareketler, refleksler gözlenecektir. Ellerin bu
süreçte sadece psikolojik gerekçelerle yazı yazması imkansızdır. İşkencenin
şiddet yanı biraz daha farklıdır. Biri iyi, diğeri kötü deme seçeneğimiz
yoktur. Fakat polisin işkence uygulamalarında tutsağı hızlı bitirmek için
özellikle o yıllarda hızlı bir şeklide ve yoğun olarak el, baş, karın, kafa
gibi vücut bölgelerine fiziksel şiddet uygulayacaktır. Elline belki üç cop
darbesi yiyen birinin dördüncüde artık darbeleri farklı hissedecektir. Bu
gerçekleri, aranızda işkence görmüş herkes bilmektedir. İşkencenin elektrikle
genel sinir sistemine ve hücrelere kadar yayılması amaçlanır. Bu durumdaki
birinin de 12 günde 62 sayfa yazı yazma seçeneğin olmayacaktır. Bu konun diğer
yanı, işkencenin psikolojik etkileri ve yazıda görünen izleridir. Bu yazı
analizinin psikolojik ayrıntılarında daha dikkat çekici sonuçlar ortaya
çıkmıştır.
3) Bu analizlerde el yazısında sayfalar üzerinde şu tespitler yapılmıştır. Muzaffer Oruçoğlu’nun yazılı el ifadelerinin birinci sayfasında ( 1441 TKPML TİKKO davasında Muzaffer Oruçoğlu'nun Emniyette kendi eliyle yazdığı ifadesi (KAPALI DOSYA) 1. Sayfa ) ve diğer sayfalarda (1441 TKPML TİKKO davasında Muzaffer Oruçoğlu'nun Emniyette kendi eliyle yazdığı ifadesi (KAPALI DOSYA)) gerek satırlar arasında gerekse harflerin orantıları arasında psikolojik stres gerekçeli basit uyumsuzluklar gözlenmektedir. Bu uyumsuzluğun ana nedeni sadece korkudur. Yazıların bütünü incelendiğinde yazarın özellikle bahsettiği şekilde ağır fiziki işkence görmediği anlaşılacaktır.
Çünkü fiziki şiddet, elektrik işkencesi veya sistematik psikolojik şiddet altında yazılan yazılarda, harflerin akıcılığı, yazıdaki estetik yapısı, kâğıdın kullanımı gibi birçok ayrıntı, yazarının kesinlikle ağır işkenceler görmediğini göstermektedir. Bu dosyaları inceleyen herkesin, örnek olarak ikinci sayfadan itibaren yaptığı içerik planlaması, 3, 4, 5, 6,7 gibi elindeki kalemle kalınlaştırıldığı sayılarda şiddet ve işkence görmediği anlaşılacaktır. Bu yazıların bütününde yazarın nokta, virgül, parantez, tırnak içine alma, ünlem gibi işaretlemelere dikkat etmesi, yazarın kesinlikle dikkat sorunu olmadığını göstermektedir. Bazı sayfalarda gözlenen zar zor da olsa biraz düz akışlı yazması, sadece bahsedildiği gibi yazarın fazla yazı yazan biri olmadığını göstermektedir.
Öyle ki yazım şartlarında yazarın belki da yanı
başında çayı eksiktir demek yerinde olacaktır. Bu yüzden kısa ve öz olması için
bazı harfler dikkate alınmıştır. Bir el yazısında sinirsel analiz yapılacak
harflerden bazıları g ve z harfleridir. Daha önce el yazısı veya bitişik el
yazısından bahsedilmişti.
Sadece bu harflerle analiz yapıldığında yazı yazanın eline
belki birinci sayfayı yazmadan önce psikolojik baskı altında kaldığını öne
çıkarmaktadır. Fakat ikinci sayfadan başlayarak içeriklerin aynı el ve kişi
tarafından yazıldığı dikkate alınırsa, harfler arasında sinirsel yetenek
açısından hiçbir farkın olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca eliyle yazı yazan
herkesin bildiği bir gerçeği burada hatırlatmakta fayda vardır. Düşünün ki yazı
yazdığınız elinizdeki baş ve işaret parmağınız kırıldı ya da yandı. Bu elinizle
normal yazı yazma yeteneğiniz tamamıyla azalacak veya harflerdeki akıcılık
kaybolacaktır.
4) Bu üç ana başlıktan ortaya çıkan sonuçlara bir de yazılı
içerikleri dahil edildiğinde, yazıyı yazanın şiddet, cebir, işkence altında
direnme gibi bir amacının olmadığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan 61.sayfadaka
Muhtar Olayı konusunda verdiği gizli bilgilerin içeriği dikkat çekicidir.
İşkenceli sorgularda kalan birinin, gizli dosyalara alınmış ifadelerinde
İbrahim Kaypakkaya ve Ali Taşyapan isimli iki yakın arkadaşı hakkında doğrudan
delil beyan den ihbarcılık yapmıştır. Bu eğilimi veya tavrı göstermiş birinin
gerek yazı analizleri, gerek el yazılı ifadeleri kapalı dosya adıyla gizli
tutulmuştur. Bu şartlardaki biri, ağır işkenceler görmemiştir.
İbrahim Kaypakkaya'nın infazına pasifte olsa katkı sunan
veya neden olan bu ifadelerin bu tartışmalar çerçevesinde okunmaması, kendisini
devrimci, aydın, düşünen insan sıfatlarıyla tanımlayanlar için utanç vericidir.
Oysa meseleyi sadece Muzaffer Oruçoğlu'nun el yazısı grafolojik analizleriyle
dikkate aldığımızda da bu ve bunun gibilerinin insanlara yarım asırdır sürekli
yalan söyledikleri kolayca anlaşılmaktadır.
Muzaffer Oruçoğlu, yarım asırlık yalanlarıyla benim, bizim,
aydın insanın, devrimcinin değeri değildir. Değer açısından değer yitirmemiş
bir insan varsa, o da İbrahim Kaypakkaya'dır. İbrahim Kaypakkaya ise Muzaffer
Oruçoğlu ve diğer gizli dosyalı sanıkların ifadeleriyle hedef haline gelerek
katledilmiştir. Yazı analizleri konusunda başta Muzaffer Oruçoğlu ve şürekasına
şu öneriyi yapmak zorundayım. Başta Avustralya olmak üzere Fransa, Almanya,
Avusturya, İtalya gibi ülkelerde daktilografik vegrafikolojik yazı analizi
yapan uzmanların karşı raporlarını kamuoyuna sunmalarını istiyorum. Bu
tartışmalar çerçevesinde bir arkadaşımızın imkanları dahilinde ilk yaptırdığı
şey, sizlere sunduğum yazı analizidir.”
Bu analizlerden sonra analizi yapan kişi (bayan) içeriklerde neler yazılı olduğunu ve neden gerek grafikolojik gerekse daktilografik analizlere gerek duyulduğunu sorduğunda; arkadaş kendisine nedenleri özet olarak anlatılır. Yanıt şaşırtıcıdır: “Sevgili X, anlattıkların üzücü şeyler. Ben Türkiye’yi insan hakları sorununu yıllardır basın üzerinden izliyorum.
Fakat bu içeriklerde anlatılanları öğrendikten sonra, yazıyı yazan kişinin
yıllarca bu içerikleri gizli tutması, sorunun asıl psikolojik yanıdır. Ne
diyeceğimi bilemiyorum ama bu el yazıları hakkında para harcamana gerek yok,
sana söylediğim gibi bu yazılarda şiddet, işkence gibi şeyler yok. Ben bu
mesleği uzun yıllardır yapıyorum……”
Şimdi Muzaffer Oruçoğlu’nun alaylı veya hukuksal
avukatlarına şu çağrıyı yapmak zorunludur.
Bu analizlere karşı, analizlerde anlatılanları çürütecek bir
bilirkişi raporunuz varsa, buyurun çıkarın. Rapor ücreti, tarafım tarafımızdan
karşılanacaktır.
(3)Öncelikle bizim haberimiz vardı, konuşup tartışmıştık,
yetkili kurullarımızda tartışılıp karar
altına alındı, arşivimizde var vb. diyenler dürüstçe bu
belgeleri varsa farklı kopyalarını açıklasınlar. (Daha önceki paylaşımlarımda
da defalarca aynı çağrıyı yapmıştım ama iki yıl geçti hala çıt yok)
Araştırdığım kadarıyla gerçekte bu belgeler TKP/ML dava
dosyası ana savunma avukatlarının ellerinde dahi yokmuş. Kapalı Dosya adıyla
anılan belgeler, Kapalı Dosya Uygulamasına dahil olan kişilerin bilgisi
dahilinde sadece MİT, Emniyet kurumlarında bulunmaktadır. Bu konuya ilgi duyan
bir arkadaşım, yıllarca bu belgelere ulaşmak ister. Bu arkadaşın konuyla ilgili
bana gönderdiği bilgiye göre:
“Muzaffer Oruçoğlu adı geçen Kapalı Dosya belgelerinden
çekindiği için kitap yazacağım gerekçesiyle Türkiye'deki bazı avukatların
ellerindeki belgeleri aldırır ve onları da geri vermez. Fakat bu avukatlarda
bahsedilen yıllarda davanın Kapalı Dosya belgeleri yoktur. Sorunu anlamak için
önce Kapalı Dosya nedir ve uygulamasını kısaca açmak gerekir ki kimse bu konuya
dair bir daha yalan söylemesin.
1973 yılındaki TCK (Türk Ceza Kanunu) ve CMUK'ya (Ceza
Muhakemeleri Usul Kanunu) göre "Her kim TCK'nın 141, 142 ve 146.
maddelerine muhalefetten suç, cürüm işlediyse ve işledikleri suçlardan
pişmanlık duyduysalar, devlete verdikleri bilgiler 25 yıl gizli kalacaktır;
gerek görüldüğünde bu süre 25 yıl daha gizliliği uzatılacaktır" ibaresi
vardır. Bu yasa, günümüzde de hâlâ işbirlikçiler için uygulanmaktadır.
Bu içerikleri okuyanlar arasında hukuk eğitimi almış veya mesleği avukat olan çok sayıda insanlar vardır. Dürüst olmak gereği gider hukuk ders ve usul kitaplarında bu uygulamaya dair bilgileri bulabilirler. TKP/ML I. Ana Davasının ve adı geçen sanıkların yargılandıkları yıl, 1973’dür. Demek ki bu süreçten 25 yıl sonra, uzatılmadıysa en erken 1998 yılından sonra dava avukatlarının bu belgeleri talep etmeleriyle içeriklere ulaşılacaktır. Bu davanın biri dışında (İbrahim) diğer avukatları artık hayatta değillerdir. Hayatta olan avukatla görüşme yapan kişinin verdiği bilgilerden kendisinin bu belgelerden haberi olmadığını öğrenir.
Muzaffer Oruçoğlu daha önce kitap yazacağım diye belge istediği avukat, kendisine 1986’lı yıllarda bir kadının geldiğini ve Muzaffer Oruçoğlu’nun dava dosyasını istediğini söyler. Bu avukatın beyanları şöyle devam eder: “O zamanlar bürolarımızda fotokopi makinaları yoktu. O yüzden elimdeki belgeleri Almanya’dan gelen bir bayana verdim, kopya edeceğini ve sonra geri getireceğini söyledi ama bana belgeleri geri vermedi.” Konuyu araştıran kişi ölmüş olan anadavanın o zamanki en tecrübeli avukatı olan ve birçok devrimcinin avukatı olan Nebil Varuy’un bürosu üzerinden belgelere ulaşmak ister.
Bu görüşmede Nebil Varuy’un belgeleri TÜSTAV’a
bağışlayacağı bilgisinden de bu avukat arkadaşın haberi vardır. Bu kez
TÜSTAV’la iletişime geçilir. TÜSTAV, elindeki belgeleri NEBİL VARUY adına
kurulmuş bir arşivde bu belgelerin yayınlanacağını beyan eder.
Çok ilginçtir ki fazla spekülasyona, yalana dolana gerek
yoktur....
Bu bilgileri istediğiniz gibi değerlendirme hakkına
sahipsiniz. Fakat Kapalı Dosya uygulaması
tarihlerine dikkat edilirse, biraz önce vurgulandığı 1973
artı 25 yıl: 1998 yılı öncesinde bu belgelere avukatlar dahil olmak üzere
kimsenin ulaşması mümkün değildir. Demek ki Avukat Nebii Varuy da bu belgelere
en erken 1998 yılından sonra sahip olacaktır. Nebii Varuy, bu belgeleri
kimseyle paylaşmaz. Nedenini biraz düşünürsek, bu anadavanın avukatlarından
olan Sayın N. Varuy, dosyalara sahip olduktan ve KAPALI Dosyaların varlığını
gördükten sonra, devrimcilerin avukatı olarak kendisi de bizim gibi hayal
kırıklığına uğrayacaktır. İşte bu nedenlerle kendisi bu dosyaları gözü gibi
korur.
Şimdi Muzaffer Oruçoğlu’nun gönüllü avukatlığını yapanlar
bana da “sana verilmesine gerek görülmediği için belgelerden haberin yok” gibi
çok basit köylü kurnazı yalanlarıyla kendilerine önemli adam rantını edinmek
isterler.
Ayrıca kapalı dosya konusunda gerek TKP/ML kökenli gerekse
bu TKP/Ml çevresinde kalmış duyarlı avukatların objektif tavır takınmaları ve
KAPALI DOSYA’nın o zaman şartlarında ne anlama geldiğini açıklamaları insani ve
mesleki bir sorumluluk olacaktır.
Kişilik, insan için önemli bir değerden ilkidir. Kişilik,
insanın karakterinin yıkılmaz ve bölünmez
parçasıdır. Türkiye’deki devrimci mücadelede direnerek, başkaldırarak hayatlarını feda etmiş çok sayıda insan vardır. Bu insanların bir kısmına yoldaş dedik, arkadaş dedik, kardeş dedik. Aradan geçen yıllar sonra direnenler öyle unutturuldu ki, Muzaffer Oruçoğlu gibileri İbrahim Kaypakkaya mirasının yegâne sahibi yapıldı. Direnerek katledilen insanlara, kurban kültürüyle bakmaya gerek yok, çünkü bu insanlar kişilikleriyle bu onuru edinmişlerdir.
Yine tekrarlıyorum, bu belgelerin farklı kopyaları eğer a,b,c
kişilerinde veya örgütün herhangi bir arşivinde varsa, lütfen ortaya koymak
zorundadırlar. Aksi takdirde kimse basit yalanlarla ötekileştirdiklerini
karalamasın, kimse aşağılanmasın. Gelelim sorunun kapalı dosyalarda açığa çıkan
ayrıntılarına. Sevgili arkadaşlar, bu içeriklerin
amacı, İbrahim Kaypakkaya gibi onurlu bir insanın hem
katledilmesinde pasif payları olanları teşhir etmektir, hem de onun gibi çok
sayıda devrimcinin akıbetlerinin onursuzlaştırılmasına karşı gelmektir. Bu
konularda tutarlı yanıtları olmayanların cevap yerine iftira, itham, itibar
suikastı, tehditlerde bulunmaları etik ve devrimcilik değildir.” Arkadaşın bu
uzun açıklamaları sanırım bu konunun anlaşılması açısında önemli bilgiler
taşımaktadır.
Hacı Kaya__05.11.2024