“Sol'da Birlik” sorunu, “sol”un ortaya çıkmasından bu yana
tartışıla gelmektetedir. Ve bu sorun, bazı süreçlerde devrimci ve komünistlerin
ana sorun olmuştur. “Sol” dendiğinde genelde sosyalist düşünceleri savunan,
yani, kapitalist sistem yerine sosyalizmi savunan ve onun uğrunda mücadele
edenleri kapsamaktadır. Tabi ki, bu kavramın içeriğini bulandırma, revize etme
de söz konusudur. Yani, “sol”un içi, içeriği, kapsamı, niteliği iyice
aşındırılmış ve zaman zaman burjuva sosyal demokrat partileri (SPD) bile “sol”
olarak adlandırılmaktadır. 1. dünya savaşından önce gerçekten de “sol” olan
SDP, o günden bu yana burjuvazinin gerçek temsilcileri olmuştur. Yani, işçi
sınıfı saflarını terk ederek burjuvazi saflarına geçmişlerdir. Bugün bu
partiler emperyalist burjuvazinin ve “yerli” büyük burjuvazinin partileridir.
“Sol Birlik”, “Sol sosyalistlerin Birliği” vb. gibi
adlandırmalar olsa da, Türkiye'de bu konu “sol” ortaya çıktığı günden itibaren
tartışıla gelmiştir. Sol-sosyalist-komünist entetlektüel ve ilerici kesimler
arasında sıklıkla tartışılmıştır ve tartışılmaya devam edecektir. Ta ki,
sosyalizmin inşasına kadar bu tartışmalar sürecektir. Ondan sonrada başka bir
şekilde devam edebilir. Bu “birlik” ve elbette “ayrılık” tarışmaları bir
sınıflı toplum özelliğidir. Genel de ise, “ayrılmalıyız” değil, “birleşmeliyiz”
şeklinde tartışmalar sürdürülmektedir.
Daha çok,
“birleşmeliyiz” tartışmasının sürdürülmesi; başta üretim araçları olmak üzere,
devleti elinde bulunduran burjuvazinin baskısına maruz kalanların, daha fazla
bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da, işçi sınıfı ve emekçilerin “birleşme”
eğilimini ortaya koyan bir gösterge olması yanında, bu kesimlerin, birleşerek
burjuvaziye karşı koyabileceklerinin de bilincinde olduğunu göstermektedir.
Kapitalist toplum, esasta, burjuva ve işçi sınıfı olarak
ikiye bölünmüş olsa da, iki sınıf arasında kalan, bujuva ve işçi sınıfına ait
olmayan orta ve ve küçük burjuva kesimlerde vardır. Üretimdeki yerleri
nedeniyle, burjuva görüşlerinden daha fazla etkilenselerde, işçi sınıfına yakın
olan küçük burjuva tabakalardır. Orta burjuvazi, burjuva sınıfına daha yakın
iken, işçi sınıfına ise bir o kadar uzaktır. Küçük burjuvazi, her ne kadar
büyük burjuva olma hayalleri taşısada, işçi sınıfına en yakın kesimdir ve büyük
burjuvazi karşısında ezilirler ve her geçen gün ellerinde ve avuçlarında
varolanı da kaybederek, yani mülksüzleştirilerek, işçi sınıfı saflarına
itilirler.
Bu kesimler işçi sınıfının dünya görüşü olan
marksist-leninist-maoist görüşlerden etkilenirler. Bu görüşleri kendi görüşleri
olarak da kabul ederler, ancak, sınıfsal yapıları gereği, dünyayı yorumlamaları
farklılaşır. Diyalektik materyalizm yerine metafizik idealist ideolojiden de
bir o kadar etkilenirler. Bu nedenle de, burjuvazi ve işçi sınıfı gibi kendilerine
özgü bir sınıf tavrına sahip değillerdir.1
Sosyalizm ve komünizm uğruna mücadele ettiğini söyleyen
örgütler, belki uzun vadeli hedefte aynı şeyleri savunuyor gözükmelerine
karşın, yol ve yöntemlerde farklılaşırlar. Bu farklışama çoğu kez devrimi önleme
metodlarına, burjuvaziye hizmet etme taktiklerine ve mücadele biçimlerine
dönüşebilir ve dönüşüyorda. Genelde, hepsi, kendisini işçi sınıfının partisi ve
öncüsü olarak nitelendirse de, gerçekte böyle değildir. Bu bağlamda da kendine
işçi sınıfının örgütü olarak adlandıran her örgüt ve parti, teori ve pratik
duruşuyla işçi sınıfının partisi ve örügütü olamaz.
Bu örgüt ve partiler arasındaki farklılık, esasta idealizm
ile materyalizm, metafizik ile diyalektik dünya görüşleri arasındaki bir
farklılık ve çatışmadır. Sınıflı toplum varolduğu sürece bu ideolojik
farklılıklar olacaktır. Yani, “sol içindeki bölünme”den çok şikayet edilse de,
yakınılsa da, bu bölünme nesneldir. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmanın, sınıflı
toplum olan kapitalist toplum içinde olasılığı yoktur. Ancak, bu parçalanmaları
aza indirme ve uğruna mücadele edilen bazı konularda asgari birlik sağlanabilme
olasılığını ve gerçekliğinin de ortadan kaldırmaz.
“Sol”da bölünmeyi salt “karyerist amaçlar” nedenine
indirgemek, tam olarak sorunu açıklamaya yetmez. Bu tür amaçlarla hareket
etmeler ve bunun sonucu bölünmeler olsa da, bölünmenin belirleyici nedeni
olamaz. Bunun özünde de sınıfsal karakter, sınıfsal yaklaşım, sınıfsal ideoloji
vardır. Yani, esas olarak, bölünmenin temelini farklı ideolojik ve siyasal
yaklaşımlar oluşturur.
Burjuva sınıfları arasında da bölünme vardır. Burjuvazyi
temsil eden büyük partilerin olmasına karşın, irili ufaklı parti sayısı da
çoktur. Örneğin, Türkiye'de şu anda resmi olarak kurulu 157 parti vardır. 2
Bunlar legal partilerdir. Bir de illegal parti ve örgütler vardır. Bunların
sayısı da az değilidr. İllegal partiler içinde kendilerini
sol-sosyalist/komünist olarak adlandıran partilerde vardır. 157 partinin içinde
büyük burjuva partilerinin yanı sıra sayısı hayli kabarık olan irili ufaklı
burjuva dünya görüşüne daha yakın, yani kendini “sol” olarak değerlendirmeyen
partiler vardır. Ve bunların içinde faşist, dinci, kemalist miliyetçi ve daha
bir çok görüşe sahip olanlarda vardır. Örneğin Almanya'da parti sayısı 95 olarak
veriliyor.3 Hangi ülkede olursa olsun bir çok partinin tabela partisi olduğu da
bir gerçektir.
Burada söylemek istediğim, Türkiye'de burjuva partileri
arasında da ideolojik olarak aynı olsalarda, (kapitalist sistemin
sürdürülmesi), farklı görüşler nedeniyle ve esas olarak da iktidarın
nimetlerinden daha fazla yararlanma amaçlı çıkar farklılıkları ve kavgaları
vardır. AKP ve CHP'nin arasındaki ikidiarı ele geçirme savaşı gibi. Ama ikisi
de devlete esasta egemen olan farklı burjuva kliklerin siyasal temsilcileridir.
Bu her iki partide Türk egemen sınıfların partisi ve Türk devletinin “bekası”
için, bu “bekayı” yıkmak isteyen sınıf bilinçli örgütlü işçi sınıfına karşı
mücadele ederler. Bu burjuva partileri kapitalist sistemin sürdürülmesi için
her türlü çaba ve kararlılığı gösteren partilerdir.
Sol' da Olan Birlikler
Türkiye özgülünde bu sorun ele alındığında, kendini “sol”
olarak değerlendiren örgütler arasında bir çok birlik/ittifak vardır. Bu eylem
birlikleri ve ittifaklar örgütsel birlik olmayıp, bir çok örgüt ve partinin
belli konular etrafında kısa ve uzun vadeli olarak bir araya geldikleri ve
ortak hareket ettikleri, etmeye çalıştıkları taktiksel birlikteliklerdir.
Bunlar cephe şeklinde stratejik değil, taktik birlikteliklerdir. Cephe ise,
ikidar hedefli stratejik bir bilikteliktir. Hedef ve program içeriği daha
farklıdır. Bu birliktelikler, sosyalist ya da komünist birbirlikler değil,
demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve savunulması konusunda bir araya
gelmiş bilikteliklerdir.
Örneğin, silahlı mücadeleyi savunan illegal örgütlerin 2016
yılında oluşturduğu Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) var. Bu
birtelikteliğin (kendileri bu birlikteliğin “stratejik” olduğunu açıklamışlar)
içinde kendine komünist diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, genel de
demokratik devrimi hedefleyen, bunun yanında sosyalizme de atıfta bulunan birlikteliktir.
“Birleşik Devrim”den söz edilmesine karşın, içinde yer alan parti ve örgütler
kendi dünya görüşüne göre pratik ve teorik bir hat izlemektedir. Bunun içinde
yer alan örgüt ve partiler illegal örgütler, legal örütlenme ve mücadeleyi
reddetmeyen, ama illegal örgütlenmeyi esas alan örgüt ve partilerdir.
Bunun dışında daha önce HADEP, sonra DEM Parti'si olarak
faaliyetini sürdüren partinin bileşimi, esas belirleyiciliğini “Kürt Ulusal
Özgürlük Hareketi”nin legal kanadının yaptığı, bir demokratik birliktir. İçinde
kendilerini sosyalist olarak adlandıran örgüt ve partiler var. Örneğin
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) bunlardan biridir. Bu ittifakın dışında
“Birleşik Mücadele Güçleri” adıyla legal olarak bir /birliktelik/ittifak
kuruldu.
Seçim dönemlerinde oluşturulan legal parti ve örgütlerin
“seçim ittifakları” var. TKP ve SOL Parti ve diğer bazı partilerin içinde yer
aldığı “Sosyalist Güç Birliği (SGB)” ittifakı, DEM Parti, EMEP, TİP , SMF ve
daha bir çok parti ve örgütlerin oluşturduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ)”
vardı. Bu “ittifaklar” adı üzerinde olduğu gibi seçim içindi ve seçim bittikten
sonra sürdürülmedi. EÖİ 'nı seçim sürecinde destekleyen, ama doğrudan bu
ittifakın içinde yer almayan örgüt ve partilerde vardı.
Feminist kadın örgütlenmeleri de, faşizme karşı demokratik
hak ve özgürlükler cephesinde yer alan bir oluşumdur. Radikal feministler,
anti-komünist duruş sergileselerde, kadın yürüyüşlerine katılanların hepsinin
feminist dünya görüşünü benimsediği anlamına gelmez. Feminist “gece
yürüyüşleri”ne katılanların içinde devrimci ve komünist kadınlarda yer
alamaktadır.
Ayrıca, yüzyıllardır dinsel-mezhepsel ayrımcılığa tabı
tutulan, katliamlar uygulanan Alevi örgütleri de anti-faşist demokratik hak ve
özgürlükler cephesinde yerini almalıdır, objektif olarak alıyorlar da.
2016 yılında kurulan Demokrasi İçin Birlik (DİP) oluşumu
içinde 100'e yakın örgüt ve kurumun olduğu söyleniyor.4 DİP, kapitalist
sistemle hesaplaşması olmayan, onun içinde kalarak, burjuva anlamda daha geniş
demokrasiyi savunan, anti-sosyal şovenist, anti-faşist demokrat nitelikli ve
Faşizme Karşı Birleşik Cephe içinde yer alaması gereken bir oluşumdur.
Yukarıda adı geçen “ittifaklar” içinde iki özellik ortaya
çıkıyor. SGB, esasta Kürt ulusal demokratik hareketinden uzak duran ve Türk
ulusalcılığı ağır basan ve “ulusalcı sol” denmesini, -ideolojik ve politik
yapısı gereği- hak eden bir çizigide olan sosyal şovenist bir oluşumdur. EÖİ
ise, Kürt ulusal demokratik hareketiyle birlikte hareket eden ya da etmeye
çalışan örgüt ve partilerdir. Burada TİP için bir not düşmek gerekiyor.
Seçim sisteminin getirdiği barajı aşmak için bu ittifakın
içinde yer almıştır. Ulusalcı “sol” dediğim SGB ittifakına, dünya görüşü olarak
daha yakın olmasına karşın, pragmatist yaklaşıp “milletvekili seçtirmek”
amacıyla bu ittifak içinde yer almış, ama aynı zamanda ittifak içinde ayrı
seçime girerek, ittifaka zarar vermiştir. TİP'in bu oportünist ve pargmatist
tavrı, seçim sonrası ezen ulus “ulusalcılığına” tepki olarak kendi içinde ciddi
bir bölünme yaratmıştır.
Yukarıda adlarını saydığımız birlik/ittifak gibi oluşumlar,
hiç de Türkiye'de “sol biraraya gelmiyor” görüntüsü vermiyor. Biraraya
geliyorlar, ama, toplumsal beklentiye karşılık olamıyorlar denebilir. Bu
beklentinin başında, Erdoğan iktidarının yıkılması gelmektedir. Erdoğan
giderse, burjuva anlamda demokrasinin geleceği beklentisi vardır. Ama “sol”
GEZİ gibi toplumsal ayaklanmalarda biraraya gelebiliyor. Ancak, subjektif
istemlerle sosyal gerçeklik her zaman uyuşmuyor. Subjektif istemler sosyal
gerçekliğe uyduğu ölçüde, başarılar elede edilebilir.
Bu nedenle Türkiye ve Kuzey Kürdistan “sol”unu, “hep
bölünüyorlar, birleşmiyorlar” gibi karamsar bir tablonun içine oturtmak, sosyal
gerçeklikten uzaklaşan bir yaklaşımdır. Burjuva liberallerin (örneğin “sol”
liberal entellektüellerin yayın organı Birikimciler vb.leri), kitlelere,“sol”u
küçük göstermek istediği yerde durmak sosyalistlerin işi olamaz. Tabi ki, bu
gerçeklik, birleşmeyi zorlama, ayrılıkları eleştirme hakkını ortadan kaldırmaz.
Türkiye'deki “sol neden birleşemiyor” ya da “sol'da birlik”
gibi tartışmalar, daha çok da “sol”u reformize etme, düzen içine hapsetme gibi
amaçlarla yapılmaktadır. Bir kısmı, “sol”u ulusalcılığa çekmeye çalışırken, bir
kısım “sol” liberal anlayışlarda, “sol”u kendi politik ve ideolojik bağlamından
koparmayı “gerçek sol” olarak kitlelere sunuyor. Bu tür yaklaşımlar, sosyalist
mücadelenin bittiğine inana liberal anlayışlardır. Bunlara karşı tavizsiz
mücadele verilmelidir.
Kendini “sol-sosyalist” diye tanımlayan bazı kesimlerdeki
(esasta reformist), beklenti ise,Yunanistan'daki Sryza, Almanya'daki küçük
burjuva yapılanma reformist Die Linke (Sol Parti) gibi güçlenip hükümete
gelemiyorlar. Sryza, sol sosyal demokratlar (reformistler), troçkistler,
kendine komünist ve maoist olarak adlandıran irili ufaklı, ama esas ağırlığı
“demokratik sosyalizm” savunusu yapan kesim oluşturuyordu. Programı ise
reformist içerikliydi. İktidara geldikten sonra, kendi reformist programını
devre dışı bırakıp AB emperyalistlerin baskılarına direnemeyip, uluslararası emperyalist
tekelerin burjuva (kemer sıkma) programını harfiyen uyguladı ve kitlelerin
tepkisini çekti ve sonunda iktidarı kaybetti.
Almanya'daki Die
Linke'de önceleri eski Doğu Almanya'da yer alan eyaletlerde güçlüydü ve eyalet
hükümetlerinde yer alıyordu. Eyalet hükümetlerinde yer aldığı sürece, burjuva
partilerin programnın uygulanmasına ortaklık etmiştir. Bu da, kitlelerin ondan
uzaklaşmasını getirmiştir. Bu adı geçen partiler gerçek anlamda sosyalist
değil, 1960-70'lerin Sosyal Demokrat Partileri gibi programlara sahiptir.
Kapitalizmle hesaplaşma gibi bir girişimleri ve istekleri olmadı.
DEM Parti birleşenleri içinde kendine “sosyalist”,
“komünist”, “ML” diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, reformist bir
programa sahiptir. Yani, hükümete geldiğinde, kapitalist sistemin bazı
yanlarını torpülemenin ötesine gidemeyecektir. Genel çerçevesi, demokratik hak
ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi, sömürünün azaltılması, doğanın
korunması, Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısına son verilmesi, ve “barış” gibi
hedefleri vardır. Genel anlamda, anti-emperyalist, anti-faşist reformist bir
programa sahiptir. Kapitalist sistemi var eden “ücretli kölelik” olarak
adlandırılan ücretli işgücü sistemini ortadan kaldırmayı hedeflemiyor. Bunu
hedeflemeyen bir program sosyalist olamaz.
Türkiye'de sosyal şovenist düşünce yapısına sahip örgüt ve
partiler esasta Kürt ulusal hareketi ve buna yakın anlayışta olan örgüt ve
partilerden uzak duruyorlar. Örneğin, Sol Parti, CHP ile birlikte olmak ya da
onun listesinden belediye ya da millet vekilliği için aday olabilirken, DEM
Parti ile böyle bir ilişki içine girmekten uzak duruyor. Ulusalcı TKP de,
demokrasi mücadelesi veren legal Kürt parti ve örgütlerinden uzak durmaya
özellikle dikkat ediyor. TUSAŞ olayını kınıyor, burada ölenler için başsağlığı
mesajı yayınlıyor, aynı gece Türk devletinin bombalarıyla ölen Rojavalı
çocuklar ve halktan insanlar için başsağlığı mesajı bir yana, bu katliamı
kınamaktan özellikle kaçınıyor. Bu da onu, ezen ulus egemen sınıfın devleti
yanında “yurtseverlik” gösterisi sergilediğini net olarak göstermeye yetiyor.
Rojava'nın Türk devletinin “Filistini” olduğu gerçeğini göremeyecek kadar
sosyal şovenizm bataklığına batmış bir siyasal yapılanmanın adı dışında
komünist bir nitelik taşımıyacağı bir gerçektir.
Oysa, Türkiye'de, genel anlamda burjuva anlamda dahi olsa
demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesinde DEM Parti ile
birlikte hareket etmemek, faşist iktidarın istemlerine boyun eğmek olurken,
ezen ulus şovenizmin savunuculuğunu yapmaktır. En asgarisinden demokratik hak
ve özgürlüklerden yana olanların, bu uğurda mücadele eden güçlerle birlikte
hareket etmemesi (eylem birliği ya da ittifak şeklinde) işçi sınıfı ve
emekçilerin demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine zarar verir.
Nasıl Bir Birlik?
Her örgütlenme bir ihtiyaçtan doğduğu gibi, toplumsal
gelişmeler de birlikleri zaman zaman “aynıların aynı yerde olması” prensibini
daha acil olarak dayatır. Çünkü soyut bir birlik olamaz. Toplumdaki somut
gelişmelere göre birlikler oluşur ve oluşturulmalıdır. Yani, özellikle komünist
ve devrimci parti ve örgütlerin birliği işçi sınıfın mücadelesinin gelişmesiyle
yakından ilgilidir. Ve birlikler, sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet
etmelidir.
Komünistlerin örgütsel birliği, sosyalizm mücadelesi için
“yüce bir birlik” dense yeridir. Çünkü işçi sınıfının komünizm davası,
insanlığın kurtuluş davasıdır. Bu bağlamda yücedir. Komünistler arasında, dünya
görüşü açısından komünist olmalarına karşın bazı yorumlama ve bakış
açılarındaki farklılıklar nedeniyle siyasal ve teorik ayrımlar olabilir. Ama,
buna rağmen MLM dünya görüşü açısından bir yakınlık ve benzerlik olabilir.
Bu tür partiler, eğer aralarında ideolojik aynılık varsa,
iradi ve yoğun tartışmalarla kendi aralarındaki ilkesel olmayan farklılıkları
giderebilirler. Tabi, burada, bu örgütlerin yönetici kesimlerinin bu konuda
samimi olmaları, kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurma iradesinde kararlı
olmaları, daha doğrusu iktidar perspektifine sahip olmaları halinde,
birleşmenin önündeki programsal ve örgütsel farklıklarda, proleter tartışma
kültürü ışığında aşılıp, birlik gerçekleştirilebilir.
“Birlik” adına, oportünist uzlaşmacı, ciddi ideolojik ve
teorik farklılıkları görmezden gelerek, salt “birlik olsun da ne olursa olsun”
anlayışıyla hareket edilirse, elbette bu birlik, derin çelişmeleri de
beraberinde getirir ve daha yıkıcı/yıpratıcı bir ayrılığa neden olabilir.
Komünistlerin örgütsel birliğine bir eylem birliği olarak yaklaşılamaz. Program
ve tüzük üzerinde anlaşılan, dünya görüşü konusunda farklı tereddüt ve ayrım
yaşanmayan tam bir örgütsel birlik olmalıdır.
Birleşmek isteyenler, birlik sorunun canlı bir şekilde
gündemde tutanlar, kendi aralarındaki tüm farklılıkları derinlemesine
tartışmalıdır. Bu tartışmaya, birleşmek isteyen örgütlerin üyesinden en ileri
tabanına kadar aktif olarak tartışmaya katılmaları sağlanmalıdır.
Bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kendini
Marksist-Leninist (ML), Marksist-Leninist-Maoist (MLM) olarak adlandıran
partiler var. Bunlar dışında sosyal şovenist TKP gibi ulusalcı “komünist(!)”
partiler de var. Sosyalizm ve komünizm mücadelesinde kararlı ve ciddi olan
partiler, “aynıların aynı yerde olması” prensibi gereği, iradi olarak başta her
alanda eylem birlikteliklerini sıklaştırıp canlı tutarken, aynı zamanda
örgütsel birlik içinde çaba harcamaları gerekir. Bunun yolu; proleter devrimci
tartışma külütürü içinde, canlı siyasal tartışma ortamının sağlanmasından
geçer. Kendine komünist diyen siyasi parti ve örgütler ne yazık ki, uzun bir
zamandır birbirini eleştirmediği bir gerçektir. Bu suskunluk ya da duyarsızlık
oprtünizmle uzalşama analyışının ta kendisidir.
Teorik ve politik canlı bir tartışmanın olmadığı yerde, işçi
sınıfı içindeki sınıf bilinçli örgütlenme de gelişemez………………..7.11.2024
1Stefan Engel, İşçi Hareketi İçinde Düşünce Tarzı İçin Mücadele, sf. 130, Verlag Neuer Weg, 2001 Türkçe Basım
2https://www.yargitaycb.gov.tr/item/1093/siyasi-parti-genel-bilgileri
3https://de.wikipedia.org/wiki/Liste_der_politischen_Parteien_in_Deutschland
4https://demokrasiicinbirlik.com/hakkimizda/