PKK’nin silah bırkacağını açıklamasının ve sembolik silah
yakma olayından sonra, bir çok küçük burjuva reformist ve burjuva liberalleri
arasında, devletin artık „terör“ü gerekçe göstererek, anti-demokratik ve
baskıcı davaranamayacağını ileri sürenler oldu.
„Silahlar susarsa demokrasinin yolu açılır“ gibi, kapitalist
toplumsal gerçekliğinden ve devlete egemen olan tekelci burjuva diktatörlüğü ve
gericiliği yok sayılarak bu tür görüşler ileri sürülebiliyor.
Her şeyden önce ülkede „demokrasi“ yoksa, bu PKK’nin silahlı
mücadeleye başlamasıyla oluşmadığı bir gerçektir. Sorun, PKK’nin silah
bırakması değil, devletin silah bırakması gerekir. Öncelikle bu istenmeli
ve bu vurgulanmaldır. PKK’nin ya da devrimcilerin silah bırakması değil,
devletin silah bırkması için mücadele verilmelidir. Burjuva devleti tepeden
tırnağa kadar silahlı olduğu gibi, silahlı örgütlenmesini yukarıdan aşağıya
(ordu, polis, bekçi, korucu, paramiliter güçler vs.) yagınlaştırmıştır.
Türl devleti, kuruluşundan beri, işçi sınıfına, emekçilere,
azınlıklara ve Kürt ulusuna karşı ceberrut bir devletti. Bu, bir niyet sorunu
değil, burjuva develtinin en karakteristik özelliğidir.
Türk devletini tanımayanlar da sanırı ki, Türkiye’de PKK’den
önce de demokrasi „varmış“. PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasıyla „demokrasi“
rafa kaldırılmış(!) Bazı geçici kısa dönemler hariç.Türk devleti, burjuva
anlamda, hiç bir zaman bir demokrasiye sahip olmadı.
Ayrıca belirtmek gerekir ki; Kürt ulusal hareketinin
savaşının uzun sürmesini, Türk devleti istemiştir. Asgari çözümlere dahi
yanaşmamıştır. Kürt Ulusal Hareketi defalarca tek taraflı „ateşkes“ ilan
etmiş, barış görüşmelerine samimi olarak yaklaşmış, ancak Türk devleti,
her seferinde, „barış“ değil, teslimiyet istemiştir. Yani, Kürt ulusunun en
asgari ulusal demokratik haklarını tanımak istememiştir. İnsanlar kendi ana
dili Kürtçeyi konuştuğu için ya tutuklanmış ya linç edilmiş ve hatta
katledilmiştir. Kürt belediyelerine el konulmuş, siyasetçileri esir alınmıştır.
Güncel „silah bırakma“ olayı da tek taraflıdır. Devletin verdiği bir taviz,
daha ortada yoktur. Bu konuda, devletin ağzından Kürtlerin ulusal
demokratik hakları lehine olumlu tek bir kelime daha çıkmamıştır. Türk
devlet yetkilileri, Kürt sorununu Kürtlerin en doğal hakları olan ulusal
demokratik haklarının içeren bir sorun değil, „terör sorunu“ olarak ele
almışlar ve almaya devam ediyorlar.
Türk devleti, kuruluşunun hemen akabinden beri Kürt ulusunu
varlığını inkar ede gelmiştir. Burjuva muhalefet partisi CHP lideri Ö.
Özel’in övmekten sesinin kısıldığı TC süreci, bugünü aratan süreçlerden farklı
değildi ve bir kıyaslama yapılacaksa bugünden daha baskıcıydı. 1925-1945 arası
yarı-askeri faşist diktatörlüğü (ki, bu süreç tek parti faşist diktatörlüğü
hakimdi ve ilerici partiler yasak olduğu gibi, devlet partisi CHP dışında,
diğer burjuva partileri de yasaktı) saymasak bile, DP dönemi de aynı
şekildeydi.
Bunların dışında 1960, 1971, 1980 askeri cunta dönemlerinde
olduğu gibi yıllarca işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde uygulanan aşırı sömürü
ve baskı ve Kürt ulusu üzerinde estirilen asimilasyon ve inkar politikalarını
görmezden gelmek, büyük bir burjuva aymazlığı ve riyakarlığıdır.
Hakları gasp edilen, sömürülen ve ağır baskı koşullarında
yaşamaya mecbur edilen işçi sınıfı ve emekçilerdir. Cumhuriyet’in kuruluşundan
beri katliamlara, asimilasyona ve her türlü ulusal hakları gasp edilen ve hatta
uzun bir dönem inkar edilen Kürt ulusuydu. Ezilenlerin ezenlere karşı silahlı
olması, kötü değil, toplumsal çelişmelerin çözümü ve gelişimi için iyi bir
şeydir. Bu, gerici zora karşı devrimci zorun diyalektiğidir. Burjuva
devletininin (ki bu devlet, bir avuç tekelci burjuvazinin diktatörlük aracıdır)
silahlanmasını, onun doğal bir hakkı görenler, işçi sınıfı ve emekçilerin ve
ezilen uluslaraın silahlanmasını „terör“ olarak nitelemeleri, açık bir
riyakarlıktır. Oysa, ezilen yığınların (ezilen uluslarda dahil) kendilerini
silahlı ezenlere karşı silahlanmaları, kaçınılmaz ve bu onların en doğal
demokratik haklarıdır.
Burjuva devletinin silahlanmasına karşı çıkmayıp, sadece
işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen uluslardan halkların silahlanmasına karşı
çıkanlar demokrat olamaz. Silahlanmayı burjuva devletin temel hakkı görenlerin
demokratlığı, iki yüzlü burjuva sahtekarlığıdır. Bu açık bir halk
düşmanlığıdır. Işçi sınıfından yana bir tavır değil, tekelci burjuvazinin
soygun diktatörlüğünün sürmesini istemektir.
Kapitalist-emperyalist sistem içinde kalıcı bir „barış“
olmayacağı gibi, silahların ebediyen susması da gerçekci değildir. Çünkü
kapitalist-emperyalist sistem işçi sınıfının artı-değerine zorla el koyma ve
aşırı sömürü üzerine varlığını sürdürür. Yani, kapitalizm, savaşları ve eşitsizliği
sürekli üreten ve artan ölçüde geliştiren bir sistemdir. Böyle bir sistem,
savaşlar olmadan yaşayamaz. Sermayenin büyümesi ve merkezileşmesinin artmasına
koşut olarak saldırganlığı artar. Bugün içinde bulunuduğumuz koşullar böyledir
ve bütün emperyalist devletler, aşırı silahlanarak emperyalist bir savaşa
hazırlanmaktadır. Emperyalist Türk devleti de bu sürecin içindedir.
Emperyalist Türk devleti, PKK’nin silah bırakmasını, ülke
içinde işçi ve emekçilerin (ve ezilen ulsuların) lehine demokratik hak ve
özgürlükleri geliştirmek için değil, kendi emperyalist çıkarları ve faşist-islamcı
iktidarını daha da pekiştirmek için istemektedir. Bölgede etkinliğini
geliştirmek ve yayılmacılığını pekiştirmeyi amaçlıyor.
Bu nedenle, „Kürtlerin
hamisi biziz“ gevelemesini sık sık tekraralıyor. Buradan hareketle, silahların
tek yanlı bırakılması, silahlanmayı kaçınılmaz olarak yaratan toplumsal
çelişmeleri ortadan kaldırmayacaktır. Belki, bir süre, geçici olarak tek yanlı
„silahların susmasını“ getirecektir. Ama, esas olarak, iktidardaki silahlı
tekelci burjuva sınıfının diktatörlüğüne karşı işçi sınıfı savaşımını ortadan
kaldırmayacaktır. Tersine, kapitalist çürümenin artışına bağlı olarak bu süreç
daha erken bir zamanda ortaya çıkacaktır.
Ezilen Ulus Hareketlerinin Çıkmazı
Ayrıca, belirtmek gerekir ki; Kürt ulusal sorunu
demokratik bir sorundur. Özgürce çözülmesi ancak ve ancak Kürt ulusunun
kendi özgür iradesiyle olabilir. Bunun anlamı, Kürt ulusu özgürce ayrılma ya da
birlikte kalma hakkını kullanmaya sahip olmalıdır. Bu gerçekleşmeden Kürt
ulusal sorunu çözülemez. Bugün geçici olarak gerileyebilir, ama yarın yendien
ortaya çıkacaktır.
Yani, bu sorun hep varolacaktır. Öcalan’ın, Türk
devleti ile ortaklaşan politikalarıyla, varolan temel bir toplumsal sorun
ortadan kalkmaz. Öcalan kaba bir idalist olduğu için, var olan
toplumsal bir gerçekliği yok sayınca yok olacağını düşünüyor. Materyalist
Diyalektik soyut değil, somut gerçeklikten hareket eder.
Günümüzde ezilen ulus hareketleri hala ilerici özelliklerini
bütünüyle kaybetmese de, ulusal nitelikleri gereği emperyalizmle
uzalaşıcıdırlar. Ve özellikle de Marksist-Leninist dünya görüşüne sahip
olmadıkları, sosyalizm perspektifiyle harket etmedikleri için, ulusal
özgürlüklerini gerçek anlamda kazanma şansları yoktur. Öcalan
önderliğindeki PKK’nin geldiği son nokta bunun yalın bir
göstergesidir. Sorun silahları -daha ileri gidemiyordu- yakma-bırakma değil, Kürt
ulusal haklarından ezen (Türk) ulus lehine vazgeçme politikasına evrilmesidir.
En
azından yakın bir örnek olarak bügünün Irak (Güney) Kürdistan bölgesi,
uluslararası emperyalist sermayenin cenneti haline gelmiştir. Feder Kürt
yönetimini elinde bulunduranlarda birer tekel sahipleridir. Güney Kürdistan’ın
ulusal burjuvazisi zenginleşirken, ulusal savaşta peşmerge olarak ölenlerin
geride kalanları işçileşerek ve ağır sömürü ve baskı koşulları altında
yoksullaşmıştır.
Bu gerçekler,
ezilen ulus proletaryasının ve emekçilerinin
çıkarı, ezen ulsu paroletaryası ve emekçilerinin ortaklaştığını ve sosyalizm
için birlikte mücadele etmeleri gerekliliğini bir kere daha göstermiştir. Çünkü
ezilen ulus burjuvazisi önderliğinde bir mücadele, ezilen ulus işçi ve
emekçilerini gerçek toplumsal kurtuluşa götürmez.
Ulusal sorunların çözümü, emperyalist sistem içinde
gerçek anlamda çözülemez. Bütün dünyada işçi sınıfının sosyalizm
mücadelesi başarıya ulaştığında, gerçekten o zaman, sadece o zaman, silahların
hepsi teredütsüz yakılacak ve gerçek barış gelecektir. Çünkü artık silahlara
gereksinim olmayacaktır, insanlık yaşamını sürdürmek için ürettiği her şey,
doğayla uyum içinde, yaşamını çok yönlü zenginleştirmek için
gerçekleşecektir.
24 Temmuz 2025 Perşembe