Kongreyi ikna etme ihtiyacı
Öcalan PKK 12. Kongresine bir perspektif yazısı sunmuş. 23 sayfalık, uzunca bir yazı. Bu çalışma için; “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak.” başlığını uygun görmüş.
Bilindiği kadarıyla PKK’nin silahlı mücadeleyi bitirme ve daha da önemlisi kendisini feshetmek şeklinde bir gündemi yoktu. Bunu Öcalan istedi: “Kongrenizi toplayın kendinizi feshedin.” Dedi. Bu çağrı, kapalı kapılar ardında Öcalan’ın devlet ile yaptığı görüşmelerde karar altına alınmıştı. Yani böylesi hayati ve stratejik bir konuda Öcalan tarafından iradesi hiçe sayılan PKK ve Kürt tarafı bunlardan çok sonraları haberdar oldu. Doğal olarak da bir şaşkınlık ve bocalama süreci yaşandı.
Bunun bir ifadesi olarak kimileri; “Önderlik asla öyle bir karar almaz”, kimileri; “böyle bir kararı ancak biz dışarda mücadele yürütenler alabilir”, kimileri; “Bu kararın Reber Apo’nun kararı olduğundan emin olmamız için doğrudan kendisiyle temas kurmamız lazım” dedi. Sonra yapılan görüşmelerle ve yazışmalarla kararın Apo’nun kararı olduğuna ikna oldular. Ancak bu kez de: “Biz kadrolarımızı ve savaşçı yapıyı ikna edemeyiz.
Bunu ancak ki Önderlik yapabilir. Bu yüzden Önderliğin kongreye katılması şarttır.” Vs. vb. türü bir yığın pasif direniş sergileyerek, ayak sürdüler. Sonuçta “makul” bir yolla, Öcalan Kongreye önderlik yapmış ve de söz konusu bu perspektif yazısını sunmuş.
Normal ve de mantıken, şayet silahlı mücadelenin ve silahların bırakılması ve örgütün tüm kurumlarıyla kendisini feshetmesi çağrısına, kadro ve savaşçı yapının ikna edilmesi gibi özel bir sorun yaşanıyorsa; Öcalan’ın kongreye sunacağı perspektif de doğal olarak, doğrudan bu sorunla ilgili olması gerekirdi, değil mi?
“Ulu bilge” algısı oluşturma ihtiyacı
Evet, normalde olması gereken budur. Ama Öcalan 23 sayfalık bu perspektif yazısının dörtte üçlük bölümünde; “Doğa ve anlam”, “Toplumsal doğa ve sorunsallık”, “Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi” ve “Modernite” alt başlıkları altında, Kongrenin acil gündem maddesiyle doğrudan bağı olmayan bir peşrev çekiyor.
Niye bunu yapıyor? Tek izahı var: Önderlik her şeyi biliyor. O ölçüsüz bir bilgi deryası. O, her şeyi en iyi sezinleyen ve analiz edebilen bir deha. O, bu yer yüzünde yaşayan tek filozof. O, bizim onun derinliğine ve ufkuna asla vakıf olamayacağımız bir ulu kişi…
Hipnoz etme yöntemi
Evet, konu dışı ve dereden tepeden, az gittik uz gittik misali onca laf kalabalığı, işte esasen bu amaca dönük olarak yapılmış bilinçli bir hipnoz etme yöntemidir. Nitekim Kongre delegelerinden hemen hemen tamamının ağzından dökülenlerin ekseriyeti Apo’nun dehasına ve ulaşılmazlığına yapılan övgülerden oluşuyor. Çok daha önceleri Ali Haydar Kaytan, son dönemlerde de Sabri Ok gibi kimi kadrolar da hızlarını alamayarak Apo’yu açıktan peygamber ilan etmeye kadar vardırdılar bu saçma tapınma ve tabulaştırma ritüelini.
Nobran faşizan metot
Öte yandan Öcalan bu “ikna” yazısına da yine o bildik “demirbaş” metoduyla başlamış. Başlamasaydı şaşırtıcı olurdu zaten. Neydi o nobran faşizan metot? Özetle: Önce hiçleştir ve aşağıla, kişilik, gurur ve öz güvenini tarumar et. Sonra o şey (kişi veya topluluk), bir ulu kurtarıcı olarak senin sayende yeniden dirilsin, ayağa kalksın ve onurlu-gururlu bir kimlik sahibi olsun. Böyle olsun ki ömür boyu sana minnet duyabilsin.
Öcalan Kongreye sunduğu bu “ikna” amaçlı perspektif yazısında da hem Kürtleri ve hem de PKK kadro ve militanlarını hiçleştirmekle işe başlamış ki yeni sürece dair buyuracakları itirazsız ve ama kesinlikle de büyük bir övgüyle kabul görsün. Şöyle diyor örneğin:
“Kürtlerde varlık bilinci ve farkındalık konusuyla başlamak istiyorum. Hani o meşhur ‘Kürtler var mı yok mu?’ Varlarsa ne kadar olabilirler? Ve daha da önemlisi varoluş ile özgürlük ne kadar iç içedir ve birbirlerini ne kadar olanaklı kılarlar?’ yaklaşımları vardı. (…)” Kendisinin büyük harflerle yazdığı “APO DÖNEMİ (ne)” gelindiğinde, yani; “Önderliksel çıkış sürecinde Kürtlük dağılmış, geleneksel önderlikler iflas etmiş, Kürt düşünceden düşürülmüştü. (…)” “Kürt gerçekliği modernite ile birlikte bitmiş bir gerçeklikti. Kavram olarak da gerçeklik olarak da Kürt Kürdistan Cumhuriyetle birlikte kırıma uğratıldı ve üstü örtüldü. (…) Kürdistan’ın diğer parçaları da farklı değildi. Kürt ve Kürdistan adına bir realite kalmamıştı.” (Apo dışında birileri bunları dillendirse, muhtemelen başına gelmedik felaket kalmazdı.)
Tarihsel olgular Öcalan’ı yalanlıyor
Diyor demesine de peki yüklemeye çalıştığı anlam itibariyle bunların bir gerçekliği var mı? Yani TC. ile birlikte Kürt, Kürtlük ve Kürdistan buharlaşıp atmosferde yok mu olmuştu? Elbette ki tarihi gerçeklik Öcalan’ın bu maksatlı inkârcılığını desteklemiyor. TC. döneminde, 1925 ile 1938 yılları arasında irili ufaklı onlarca ulusal hak talepli Kürt isyanı meydana gelmiştir. PKK ile başlayanın 29. İsyan olduğu kendilerince de kabul edildiğine göre, birkaçı Cumhuriyet öncesi döneme ait olsa da sayıyı “onlarca” olarak ifade etmek yanlış olmaz. Keza özellikle de 1960 yıllarda Öcalan’ın “pro Apocu” diye tanımladığı politik yapılanmalar tarih sahnesindedir.
Kürt, Kürtlük ve Kürt sorunu öylesine aktüeldir ki TİP başta olmak üzere birçok politik öznenin programına dahi girebilmiştir. Keza 1960 Darbesinin ilk icraatlarından biri de Kürt yurtseverlerine kitlesel operasyonlar çekip, onları kamplara kapatıp, ardından da sürgün etmek olmuştur.
İbrahim Kaypakkaya’nın sorunu ele alıp tanımlayışı ise başlı başına Öcalan’ın bugünkü inkârcı ve egemen ulus ağzından söylemlerine ta o günden verilmiş bir yanıt gibidir.
Örneğin Öcalan İmralı Savunmasında Şeyh Sait İsyanını hem İngiliz kışkırtması ve hem de ulusal yönü olmayan, daha çok Cumhuriyet karşıtı, şeriat istemcisi bir hareket olarak tanımlayabiliyor. (Öcalan hatta: “Atatürk ayrıca bizzat bir nevi otonomi, mahalli özerklik gibi deyimler de kullanmış, çözüm niyetini ortaya koymuş ama isyanların bilinen özellikleri bunu gündemden kaldırmıştır.” dahi diyebilmiştir aynı savunmasında.
Oysa bu, bugün de tekrardan temel tezleri haline geldiği anlaşılan şu; “Cumhuriyet ile birlikte inkâr siyaseti isyanlara neden oldu.” şeklindeki bu argümanı boşa çıkarıyor.
İnsanın; ‘artık bir
karar ver, hangi dönem söylediğini baz alalım?’ diyesi geliyor haklı
olaraktan.) Fakat bu bir istisna da değildir: Öcalan, tutsak alındıktan sonra uçakta:
“Fırsat verilirse devlete hizmete hazırım.
Benim annem de Türk” diyebilmiş birisidir. İmralı Savunmalarında da devlete ve Atatürk’e bağlılığını ifade etmiştir. Artık tek amacının “Türkiye’yi bölgenin lider ülkesi yapmak için yaşamak” olarak ifade etmiş de biridir.
Ama böyleyken kendisi dışında gerek kendisinden önceki ve gerekse kendi döneminin tüm Kürt önderlerini şaibeli kişilikler olarak itham edebilmektedir. Keza daha da trajik olanı; kendisine muhalif olan veya bu potansiyeli taşıdığını düşündüğü yüzlerce kadroyu, “devletin ajanı” olarak yaftalayıp, fiziken tasfiye etmekten de geri durmamış biri olarak hâlâ da bunları söylemeye devam ediyor olması ilginç ve bir o kadar da düşündürücü olsa gerek.
Diğer parçalardaki olgular
Keza diğer parçalara ilişkin tarihi gerçekler de Öcalan’ın tarihi inkârcılığını ortaya koymaktadır. Örneğin kısa ömürlü de olsa, ama Birleşmiş Milletler tarafından bile tanınan bir Mahabad Cumhuriyeti gerçekliği söz konusudur. Yıl 1946. “Modernite” ile birlikte buharlaşmış Kürtler ve Kürtlük işte böylesine de capcanlı bir şekilde varlığını sürdürmekte oysa. Aynı şekilde Güney Kürdistan’da Mustafa Barzani liderliğindeki Kürtlük davası ta 1943 yılında Irak Krallığına karşı ayaklanır. 1960 lı yıllar boyunca silahlı direniş olarak varlığını devam ettirir. 1970 yılında otonomi anlaşması yapar Irak devletiyle. Ardından fiili olarak 1992 yılında Kürdistan Federasyonu olarak kendi kaderini tayin eder ve bu, 2005 yılında da Irak Anayasasınca kabul edilir. Ayrıca bir diğer parça olan Rojhilat’ta da Kürtlerin ulusal haklarının kazanılması amacıyla KDP-İ ta 1945 yılında kurulur. Vs. vs.
Öcalan’ın “Apo mucizesine” ihtiyacı var
Yani özetle; demek ki olmayan Kürtler ve Kürtlük davası yine de bütün bu örgüt, isyan ve mücadeleleri ortaya çıkarabiliyormuş. Tıpkı PKK ve 29. İsyanı ortaya çıkardığı gibi. Ama yok, böyle olmaz; Apo’nun ölüyü diriltmesi, cesedi ayağa kaldırması ve yoktan var etmesi gerekir:
“APO DÖNEMİ” dediği “Önderliksel çıkış sürecinde Kürtlük dağılmış, geleneksel önderlikler iflas etmiş, Kürt düşünceden düşürülmüştü. Böyle bir ortamda gelişmiş olmasına mucizevi anlamlar yüklenmiş olması anlaşılırdır. (…)” “Modern bir hareket olarak PKK Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı hem de yenilmez kıldı. Diğer Kürt hareketlerinin böyle bir gücü yoktur. KDP gibi geleneksel, YNK gibi küçük burjuva hareketler kendilerinin varlığına bile kimseyi inandıramadılar. PKK’nin çıkışı olmasaydı 30 yıl önce hepsi bitmişti.” “PKK’nin büyük direnişi Kürt ve Kürdistan varlığı meselesini kalıcı kıldı. Kürt varlığına dair güçlü bir bilinç geliştirdi. (…)”
Dikkat edilirse burada Öcalan bunları PKK’nin öncelikli hedefi olarak sunmayı ve bu hedefe de varıldığını empoze etmeye çalışıyor. PKK’nin ana programı olan ve Öcalan’ın bugün “özgürlük çözümü” demeyi tercih ettiği Kürt ulusal kurtuluş sorununun da ise tıkanma yaşandığını ve bunu aşmak için yeni yol, yöntem ve araçlara ihtiyaç olduğunu ileri sürüyor. Bunun için de yine eski yol, yöntem ve araçların bir şekilde boşa düşürülmesi gerekiyor. (Devam edecek)
Hiçleştirme ve kendisiyle yeniden var etme stratejisi -2- Halil Gündoğan -11.07.2025
Nalıncı keseri
Öcalan, eline aldığı nalıncı keseriyle, olgu ve olayları kendi sübjektif ihtiyacına göre yontup, yeni biçimlere büründürüyor. Bunu yaparken de hiçbir kural ve etiksel değer takmıyor. Yeter ki kurguladığı şeylere hizmet etsin. Gerisi fasa fiso şeylerdir onun için.
Bunun tipik bir diğer örneğini de “başarı” ve “başarısızlık” değerlendirmelerinde görüyoruz. 12. Kongre’ye sunduğu söz konusu perspektif yazısında PKK’yi, kendisini gönül rahatlığıyla feshedebilmesi için, ona bir başarı öyküsü sunuyor:
“PKK’nin büyük direnişi Kürt ve Kürdistan varlığı meselesini kalıcı kıldı. Kürt varlığına dair güçlü bir bilinç geliştirdi. Bunun başarıldığını anlamak için tarihsel, sosyolojik sorgulamalar yapmak gerekiyor.
Ben 52 yıl 1 ay 4 gün önce ‘Kürdistan
Sömürgedir’ diyerek yola çıktım.
(…) Bu söz sadece pratik direnişe yol göstermedi, büyük bir tarih çözümlemesine dönüştü, (Görüldüğü gibi Öcalan burada hâlâ da “Kürdistan Sömürgedir” tespitinin ne kadar tarihi bir öneme ve role sahip olduğunu böbürlenerek anlatmaya devam ediyor.
Oysa aynı Öcalan İmralı süreciyle birlikte, Kürt sorununa ilişkin bu ve diğer tüm tespitlerinin ideolojik olarak “reel sosyalizmin” etkisinde kalınarak alınmış, gerçekliği olmayan, aşırı uç şeyler olarak değerlendirir. Kürt sorununu ise, değil yurdu dört parçaya bölünmüş sömürge veya bağımsızlığı elinden alınmış ulus sorunu olarak değerlendirmek; “varlığının kabulü, dil ve kültürel serbestlik gibi küçük birtakım iyileştirmelerle çözülebilecek” basit bir takım demokratik hak ihlalleri kapsamında sayılabilecek bir sorun olarak tanımlar.
Kendi isyanlarını da Cumhuriyetin inkârcı tutumuna karşı oluşan bir tepki olarak ifade eder. (*)
Peki bunların her ikisi de aynı esnada doğru olabilir mi?
Öcalan’ın işine yarıyorsa, evet, her ikisi de aynı esnada doğru olabilir pekâlâ. Apocu müritlere göre ise doğruluğu tartışma konusu dahi olamaz. Bn.)
(…) Bütün bunlar Kürt realitesini açığa çıkarma ve Kürt aydınlanmasını sağlamayı amaçlıyordu. Ve bunu başardık. Bu büyük tarihi yolculuğu, sosyolojik analiz ve politik mücadele Kürt ve Kürdistan realitesini kanıtladığı gibi bunu dost düşmana kabul de ettirdi. Bu büyük başarıdır. PKK bu başarının adıdır.” Diyor.
Başarı kriteri
Burada öncelikle şunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor: Öcalan’ın başarı olarak sıraladığı bu şeyler, program ve stratejik hedef anlamında, en başından itibaren öncelikle ulaşılması gereken hedefler olmuş olsaydı; o zaman kesinlikle bu “başarı öyküsü” yerli yerine otururdu. Oysa gerek PKK’nin kuruluş ve program kongresinde ve gerekse “1. Manifesto” olarak deklare ettikleri belgelerinde bunlar, “varılması gereken 1. Hedef” olarak anılmaz.
Hatta lafı bile edilmez. Tek hedef: Sömürgeciliğe son verip, birleşik bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı. Dolayısıyla da PKK veya “Önderliğin” yarım asırlık mücadelesinin başarı veya başarısızlığı ancak ki bu hedefe ulaşılıp ulaşılmadığı üzerinden sorgulanabilir. İmralı süreciyle birlikte gelinen noktada, “Apocu paradigma” ya da “Önderlik” bu hedefe ulaşmayı gerçekçi bulmayarak, PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığına ve dolayısıyla da kendisini feshetmesi gerektiğine hükmettiğine göre; hangi başarıdan bahsedilebilir acaba?
Tahrifat ve manipüle
Açıktır ki Öcalan’ın yukarıda başarı olarak sıraladıkları ise, gerçekleşmeleri hedeflenen değil; yürütülen bütünlüklü mücadelenin var ettiği sonuçsal kazanımlarıdır. Dolayısıyla da Öcalan’ın bunu, sanki de PKK’nin baştan önüne koyduğu iki hedeften biriymiş gibi sunması, hem tarihi gerçeklerin açıktan tahrifatıdır ve hem de manipüle amaçlıdır.
Neden manipüle amaçlıdır? Çünkü Öcalan, PKK kadro ve savaşçılarını ve halkı, PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığı için artık kendisini feshetmesi gerektiği fikrine bir şekilde ikna edebilmesi için böylesi bir başarı öyküsüne ihtiyaç duymuştur. Bu öyküyle hem onların duygu ve gururlarını okşayacak ve hem de verdiği kararı nispeten daha kolay hazmedebilmelerinin zeminini hazırlayacak. Bütün mesele bu aslında.
Temel fesih gerekçeleri
Öcalan, PKK’nin kendisini feshetmesinin temel gerekçelerini “fesih çağrısı” metninde farklı, kongreye sunduğu perspektif yazısında ise farklı formüle ediyor. “Çağrı” metninde mealen: “Artık hareketin ve mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veremiyorsunuz. Kısır bir döngü içinde kendinizi tekrardan öte bir varlık gösteremiyorsunuz. Anlamsız ve beyhude bir çaba…Kongrenizi toplayıp kendinizi feshedin.” Derken; perspektif yazısında ise esas olarak şu iki gerekçeye dayandırıyor:
1- “90’ların başında reel sosyalizmin çöküşüyle PKK ideolojik zeminini yitirdi. Zira PKK reel sosyalist mücadele perspektifine göre örgütlenmişti. Programı, stratejisi, taktiği vb. reel sosyalist ilkeler üzerinden şekillenmişti. Bu anlamda PKK 90’larla birlikte ideolojik bunalıma girdi. Fakat bu bunalıma rağmen sosyalist tandaslı ulusal kurtuluşçu damarı üzerinden ayakta kaldı. (Demezler mi bu ne yaman açmaz böyle.
Hem 90’lı yıllarla birlikte ideolojik zeminini yitirip bunalıma giriyor ve ama hem de buna rağmen “sosyalist tandaslı ulusal kurtuluşçu damarı üzerinden” onca kuşatılmışlığa ve topyekûn bir savaşa rağmen ayakta kalma başarısı gösterebiliyor. Hem de öyle az buz da değil, 35 yıl gibi koca bir zaman boyunca… Bu durumda besbelli ki bu “ideolojik zemin yitimi” ve “ideolojik bunalım” Öcalan’ın kendi şahsında yaşanmış.
Çünkü “90’ların başında çöktü” dediği, sosyalizmin teori ve ilkeleri değil; Öcalan’ın sırtını dayadığı ve onlar üzerinden kendisini ve savaşı var etme hesapları yaptığı SSCB ve Varşova Paktı ülke devletleriydi. Sol literatürde “reel sosyalizm” kavramı da zaten bu ülkelerde, iç savaş, ağır ekonomik sorunlar ve 2. Dünya Savaşı yıkıcılığı koşullarında deneyimlenen pratiğin ve ama özellikle de 1956 yılı itibariyle hakimiyeti ele geçiren modern revizyonistlerin temsil ettiği sistemi tanımlamak için kullanılır. İşte bunların çökmesiyle zemin yitimine uğrayıp, yolun sonunun geldiğine ve yıkmak için yola çıktığı devletin yenilmezliğine hükmeden ve 1993’deki o meşhur; “Bir muhatap arıyorum” mesajıyla, açıktan bir uzlaşı yolu arayışına giren, tarihin tanıklığı ve kendi beyanlarıyla da sabittir ki Öcalan’ın kendisi olmuştur. Bilindiği gibi İmralı süreciyle birlikte ise; kendisine sunulan “sivil toplumcu” ve anarşist ideolojik kaynaklardan esinlenerek bunlara, yüksek kalibreden, teorik kılıflar uyarlamakla meşgul. Bn.)”
2- “(…) Kürtler Cumhuriyetle birlikte yok sayılıyor. PKK bu inkârı büyük bir direnişle boşa çıkardı; (…) Ama bu inkârın sizde yaşanan sonuçları hâlâ tümüyle aşılmadı. Halen kendi gerçekliğinizden kaçıyorsunuz. Ben hepinizin kimliğinde, kişiliğinde böyle bir tehlike görüyorum. Sağlıklı, oturmuş bir kişilik ve kimlik görmüyorum sizde, göremiyorum. (Öcalan burada da yine bir hiçleştirme operasyonuyla, hizaya alma ayarı çekiyor Kongre delegelerine. Bn.) Bu iş sadece direnişle olmaz. Yeninin inşasında devrimci kültür, demokratik kurumların teşekkülü, demokratik ulus kurumları, inceleme araştırma kurumları, dil kurumları kesin rol oynayacak. Bunlar kapitalizmle olmaz. Kürt toplumu anti kapitalist olmalı.
(Nasıl olacak bu?
Kürtleri
kapitalist bir sisteme ve onun devletine entegre edeceksin ve ama kalkıp,
“Bunlar kapitalizmle olmaz” diyeceksin. Keza diyeceksin ki “Kürt toplumu anti
kapitalist olmalı” Kürt toplumu denilen toplum işçiden, köylü, esnaf, ağa-bey,
küçük, orta ve büyük burjuvaziden oluşan bir toplum olduğuna göre, sırf Apo
istedi diye tüm o kapitalist sistem mensubu sınıf ve ara tabakalar anti
kapitalist mi olacaklar yani, bu mümkün olabilecek bir şey midir? Bn.)
Kürtler kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomik ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı inşa edip kesinleştireceklerdir. Bu da tabii ki inşa ve kendini var etme mücadelesi ile sağlanacaktır. Dışa yönelik, dış baskıya yönelik direniş de başarıldı. PKK’nin miadını doldurmasının bir nedeni de dışa dönük direnişi başarmış olmasıdır. Bundan sonra direniş ve mücadele içe yönelik olacaktır. Önümüzdeki dönem kendini inşa dönemi olacaktır. Bu da Barış ve Demokratik Toplumu gerektirir. Şimdi bir eşikteyiz.”
“Özgürlük çözümü başarıldı mı?” diye soruyor ve buna şu yanıtı veriyor: “Hayır. Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik örgütsel bilince kavuştu (hangi ideolojik bilinç? Kuruluş sürecinden 1990’lara kadar olan sürecin ideolojik bilinci mi? Bunun zemininin çöktüğü ve o süreçten 2000’li yıllara kadar olan süreçte, aleni bir “ideolojik bunalım” yaşandığının söylendiği ve sonrası sürecin “ideolojik bilincin” ise esasen Öcalan’ın yeniden oluşturma gayretlerine girdiği ve ama halen de tam olarak şekillendirememiş olduğu, “ideolojik bilinç” mi? Bn.) fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı.
Tıkanmanın gerisinde reel sosyalist ideoloji ve etkileri vardır.” “Demokratik ulus çözümü önümüzdeki sürecin temeli olacaktır.” “Bundan sonraki adım özgürlüğü gerçekleştirmedir. Özgür toplum komünalite temelinde etik-politik doğrultuda şekillenecek varlık bulacaktır.” Fakat diyor; “Bu adımı PKK ile gerçekleştirmek pek mümkün gözükmüyor. (Burada ki ikilem tipiktir. Peki madem bilimdir rehber, o halde bunun da bilimsel açılımının ortaya konularak, insanların ikna edilmesi doğru olanı değil midir? Tabii işin aslının şu olduğu bir durumda; bunun bilimsel bir izahatı da mümkün olmayacaktır:
“Fesih meselesi bizim için yeni bir gündem değil. Devlet katında da böyle bir talebi görünce karşılık verdim.” Diyor, kendi sözleriyle. Yani daha sade haliyle tekrarlamak gerekirse, demiş oluyor ki bunu devlet istedi ben de işi kolaylaştırmak için kabul ettim. Bn.)”
Tek bilen ve tek belirleyen olmak
“Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim.” Diye, kalıp bir söz var ya Öcalan da sonda söyleyeceğini perspektif yazısının başlarında da söylemiş. Şöyle diyor: “Kendinizi bir çözümsüzlük olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz. Neden? Bu önemli tabii çünkü ciddi bir iş.
Şu anda Apo gerçeği hem bir süren durum olarak hem de an olarak tarihe damgasını vurmuş ve öyle gidiyor. Ve geldik işte PKK’deki açmaza ve buna bir çözüm bulmaya; yani bu fesih meselesine. (…) Evet burada bir anın tekrarı var, yaratım değeri fazla yok, bir sıçrama yapmak gerekiyor. Bir eşik atlamak gerekiyor. Tuhaftır, bizim tarafımızdan değil, bizzat (…) Devlet Bahçeli açtı bu yeni dönemi. (…) Biz de isabetli olarak bu elin havada boş bırakılmaması, bu sese karşı duyarsızlık gösterilmemesi gerektiğine kani olarak anında yanıt verdik. Ki bu savaşımın bir numaralı sorumlusu, yürütücüsü olarak sorumluluk duyduk ve yanıtı da gecikmeksizin verdik. (…) devlet denetiminde bu toplantımızla programını hazırlıyoruz. Nasıl bir demokratik toplum bunun yoğun çabası içendeyiz. Bu eşikten atlamak istiyoruz. Nedir bu, savaş ve ayrılıkçı çatışma sürecinden barış ve demokratik bütünleşme, Türkiye cumhuriyetiyle özellikle. (…)”
Özetle Öcalan Kongreye demiş oluyor ki: Herkes haddini bilsin otursun oturduğu yerde. Bu örgütü ben kurduğuma göre, feshetme yetkisi de bende. Karar aldım, bunun gereğini yapın ve kendinizi feshedin. Bu savaşımın bir numaralı sorumlusu ve yürütücüsü de ben olduğuma göre, “savaş ve ayrılıkçı çatışma sürecini” de sonlandırıyor ve TC. Devletiyle "barış ve demokratik bütünleşme” sürecine giriyoruz. Anlaşıldı mı? O halde formaliteyi yerine getirin ve kendinizi feshettiğinizi kamuoyuna deklare edin. Nokta.
Bu, Öcalan’ın demokrasi ve özgürlüklerden ne anladığının resmidir de. İşte bu zihniyet, dinci faşist bir iktidarla el ele vererek demokratik toplum inşa edecekmiş. Şaka gibi, değil mi?
(*) İmralı Savunması