"Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı
beraberinde ekonominin çarklarının dönmesi için emperyalist sermayeden
borçlanmayı da beraberinde getirmektedir."
30 Eylül 2025
Türk burjuvazisinin ve onların sözcüsü AKP hükümetlerinin
21. yy’ın ilk çeyreğinde en büyük propagandası, Türkiye ekonomisinin büyümesi
olmuştur. Ne var ki, bu ekonomik büyümenin emperyalist mali sermayeye bağımlı,
yarı-sömürge bir ekonominin büyümesi olduğu ve dahası Türkiye pazarının bu
büyümesinde emperyalist sermayenin, özellikle de tefecilik yoluyla kârına kâr
katan emperyalist mali sermayenin rolünün belirleyici olduğu dikkate
alınmalıdır.
Nasıl ki, Türkiye halkı açısından var olan ekonomik büyüme
“yoksullaştıran bir büyümeyse”, bu büyümede aslan payını emperyalist sermaye
almakta, küçük bir parça da “hizmetleri karşılığı”nda Türk burjuvazisine
bırakılmaktadır.
Türkiye pazarına giren “dış sermaye”, dalgalı bir
izlemiştir. Bu dalgalı seyrin nedeni, uluslararası alanda, emperyalist
sermayenin içinde bulunduğu durumdur. 2000’li yıllar sonrasında, AKP’nin tek
başına hükümet olmasıyla Türkiye pazarında IMF politikalarını tavizsiz
uygulaması, emperyalist sermayeye sunulan yüksek faiz oranları ve
özelleştirmelere hız verilmesi gibi etkenler, emperyalist sermayeyi Türkiye
pazarına çekmekte etkili oldu. 2006’da net toplam dış sermaye girişlerinin
GSYH’ye oranı yüzde 11.3’e ulaşarak rekor kırdı. 2008’de ABD’de başlayan “konut
krizi”nin uluslararası finans krizine evrilmesiyle, yarı-sömürge pazarlara
sermaye girişlerinin yavaşlaması Türkiye’yi de etkiledi.
Türkiye pazarına dış sermaye girişleri neredeyse durdu;
2009’da net toplam dış sermaye girişleri 5.8 milyar dolarla sınırlı kaldı.
Kapitalizmin “krizi aşmak” adı altında devreye soktuğu “parasal genişleme
politikası” beraberinde Türkiye gibi yarı-sömürge pazarlara sermaye girişini
yeniden artırmıştır. Süreç içinde Türkiye pazarına emperyalist sermayenin
girişi sürmüştür. Son olarak, 2022 yılında 47.1 milyar dolarlık bir toplam
sermaye girişi olmuştur. Bu sermaye girişinin, 13.1 milyar doları, doğrudan
sermaye girişi olmakla birlikte aynı yıl içinde 17 milyar dolar dış sermayeye
geri ödeme yapılmıştır.
Özellikle dikkat çeken noktalardan birisi, 2022 yılında “net
hata ve noksan” olarak belirtilen 25.5 milyar dolarlık sermaye girişidir. Bu
rakam, aynı yılın toplam sermaye girişinin yarısıdır. Bu kalemde ifade edilen
sermaye girişinin “kaynağı belirsiz olarak” tanımlanması, Türkiye ekonomisinin
gelinen aşamada uyuşturucu ticareti başta olmak üzere kaçakçılık, insan
ticareti vb. başka “yol ve yöntem”lerle sermaye ihtiyacını karşıladığına işaret
etmektedir. Ortadoğu coğrafyasında “petrol şeyhlikleri” ile kurulan bağımlılık
ilişkisi de bu kalemde rol oynamış olabilir.
Bu gerçeklerin bize gösterdiği, Türkiye ekonomisinin
emperyalist sermayeye bağımlı olduğu dahası bu bağımlılığın sonucu olarak
doğrudan kapitalizmin krizlerinden etkilenen, kırılgan bir ekonomik alt yapıya
sahip olmasıdır.
Bu ekonomik alt yapı, emperyalist sermayeden kısa ve uzun
vadeli alınan borçlarla birlikte düşünüldüğünde daha da kırılganlaşmakta,
Türkiye ekonomisinin büyümesinin gerçekte emperyalist sermayeye bağımlı yarı
sömürge pazarın bağımlılığının daha da derinleşmesi anlamına gelmektedir.
Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı, AKP hükümetleri
dönemiyle sınırlı değildir.
Bu bağımlılık, TC devletinin kuruluşundan itibaren ve son
olarak AKP hükümetlerini de kapsayan bir şekilde hakim sınıf temsilcisi
partilerin “ekonomik büyüme”, “kalkınma” politikalarıyla açıklanmaktadır.
Bu yaklaşım, Türkiye ekonomisinin kuruluşundan itibaren
emperyalist sermayeye bağımlı bir ekonomi olduğunu gözardı etmektedir. Türk
burjuvazisi hangi politik söylememe sahip olurlarsa olsun hükümet olan bütün
partilerinin (“aktörler değişse de”) görevi emperyalist sermayenin Türkiye
pazarında aracılık görevini başarıyla yerine getirmektir. Bu görev ise “muasır
medeniyetler seviyesine ulaşma”, “kalkınma”, “büyüme” olarak propaganda edilir.
Bu görev başarıyla yerine getirildiği oranda, bu hizmetin karşılığı olarak
temsil edilen kliğin yararına “rant yaratımı ve yandaş şirket ya da parti
gruplarına/cemaat kökenlerine rant aktarımı” sağlanır.
Komprador sermayenin aracılık hizmeti karşılığında aldığı
payın yanısıra esas olarak sermaye dışa aktarılır. Emperyalist sermayenin
2003-2024 yılları arasında 21 yılda Türkiye’den 118.9 milyar dolar kârı,
yurtdışına transfer ettiği dikkate alındığında yaşanan sömürünün boyutları da
anlaşılabilir.
Emperyalist sömürü aracı borçlanma
Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı
beraberinde ekonominin çarklarının dönmesi için emperyalist sermayeden
borçlanmayı da beraberinde getirmektedir.
Bu nedenle borçlanma, Türkiye ekonomisi açısından bir
istisna değil kuraldır. Bu kural nedeniyledir ki, 21. yy’ın son çeyreğinde
Türkiye ekonomisi aşırı borçlu ekonomiler içerisinde yer almaktadır.
Türkiye’nin dış borcu yıllar içinde artış eğilimi
göstermiştir. Gelinen aşamada 2022 yılı için Türkiye’nin dış borcunun 459
milyar olduğu ifade edilmektedir. Daha da önemli olan ise son yıllarda alınan
dış borcun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya oranının % 50’nin üzerine çıkmış
olmasıdır. Günümüzde Türkiye pazarı açısından borçlandırma emperyalist
sermayenin temel sömürü biçimlerinden birini oluşturmaktadır.
Yarı-sömürge ekonomiler açısından borçlandırma, temel sömürü
biçimidir. Ancak bunu ifade ederken, bazı sömürge ve yarı-sömürgelerin,
-emperyalizm açısından önemine binaen- doğrudan emperyalist sermayenin
yatırımlarına (ki bu yatırımlarda emperyalist kapitalist merkezlere nazaran
daha ucuz iş gücü, çevre kirliliği, sosyal haklar vb. gibi artı değer
sömürüsünü düşüren maliyetler nedeniyle yarı-sömürge pazarlara yönelmenin
sonucudur) maruz kaldığını, dahası emperyalizmin dönemsel politikalarının bu
doğrudan sermaye yatırım yöntemlerinde etkili olduğunu belirtmek gerekir.
Türkiye açısından dış borçlar ekonomiyi döndüren bir
taşıma su işlevi görmektedir. Bu taşıma su kesildiğinde ya da
aksadığında, ekonominin çarkları durmakta ve ekonomi krize girmektedir.
Kalkınma adı altında alınan bu borçlar, esas olarak borç veren emperyalist
sermayenin faiziyle birlikte geri alması ve kâr elde ederek sömürüsünü
sürdürmesinin yanında, borç verilen sektöre dair yapılan ek anlaşmalarla, başka
emperyalist kuruluşların faaliyeti ve sömürüsü de sağlanmaktadır.
Bunun yanında borçlanma Türkiye pazarında iktidar gücünü
elinde tutan hakim sınıfın zenginleşmesi için kullanılmaktadır. Kısacası
borçlanmayla emperyalist sermaye, sömürüsünü sürdürmekte, bu hizmeti
karşılığında ise Türk burjuvazisi kendi payını almaktadır.
Türkiye ekonomisinin yıllar içinde borçlanma oranlarının
artması sadece yarı-sömürge yapının derinleştiği anlamına gelmemektedir.
Emperyalist merkezlerden alınan borçların ve hatta bu borçların sadece
faizlerinin ödenmesi bile, yarı-sömürge ekonomik yapıya ağır bir yük
getirmekte, bütçe planlaması adı altında, faiz ödemeleri için Türkiye emekçi halkının bugünü
değil geleceği de ipotek altına alınmaktadır. Özellikle son yıllarda
artan borçlanmaya paralel, bütçenin faiz ödeme giderleri de artmıştır.
Aşağıda Türkiye’nin dış borçlarının faiz ödemelerine dair
bir şekil aktarılmıştır.
Kaynak: “Türkiye ne kadar faiz ödüyor? 2023’te 100
liralık borcun 48’i faize gidecek”, Euronews21
Şekilden de net olarak görüleceği üzere Türkiye ekonomisi
ağır bir dış borç yükünün altında olmasının yanında bu dış borcun faiz yüküyle
de karşı karşıyadır. Üstelik faiz giderleri olarak belirtilen rakamlar, son iki
yılda (2022-23) neredeyse önceki 16 yılın faiz ödemelerine yakın bir seviyeye
ulaşmış durumdadır.
Diğer bir ifadeyle, emperyalist mali sermaye, Türkiye
pazarına borçlanma adı altında yaptığı yatırımın karşılığını fazlasıyla
almaktadır. Burada emperyalist mali sermayenin tefeci karakteri, net bir
biçimde görülmektedir. Türkiye’nin 2002-2017 yılları arasındaki 16 yılda toplam
811 milyar TL faiz ödediği ifade edilmektedir.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın duyurduğu resmi tahmin ve
programa göre ise 2022 ve 2023 yıllarında 810 milyar TL faiz ödeneceği
belirtilmektedir. Bunun anlamı ise Türkiye’nin 2023 yılında neredeyse anapara
kadar faiz ödemesidir. Diğer bir ifadeyle Türkiye borç aldığı anapara için 564 milyar
lira, faiz için ise 519 milyar lira ödeme planlamıştır.
Böylelikle geri ödenmesi planlanan 100 liranın 52 lirasının
anaparaya, 48 lirasının ise faize gideceği ifade edilmektedir. Neredeyse yarı
yarıya bir durum söz konusudur. Türkiye ekonomisinin faiz giderleri artma
eğilimindedir. Nitekim 2021’de Türkiye’nin faiz gideri 180.9 milyar lira olduğu
açıklanırken, Ocak-Eylül aylarını kapsayan 2022’nin ilk 9 ayında bu miktar
aşıldığı ve yılın ilk üç çeyreğinde Türkiye’nin toplam 207.1 milyar faiz
ödemesi yaptığı belirtilmektedir.
Üstelik emperyalist mali sermayeden borçlanma karşılığında
sadece günümüz değil Türkiye’nin geleceği de ipotek altına alınmaktadır. Başta
borcun anaparası olmak üzere, borcun faizinin geri ödenmesi için önümüzdeki
yılların bütçe planlamasında hedeflenen rakamlar buna işaret etmektedir.
Türkiye halkından toplanan vergilerin önemli bir kısmı dış borçların faiz
ödemesine ayrılmaktadır. Bu durum emperyalist mali sermayenin Türkiye
pazarındaki sömürüsüne işaret ettiği kadar aynı zamanda halktan toplanan
dolaylı ve doğrudan vergilerin yüksekliğine de işaret etmektedir.
Emperyalist mali sermayenin borçlanma yoluyla Türkiye
pazarında sömürüsünün sadece kısa vadeli değil önümüzdeki yılları da kapsayacak
bir şekilde sürdürüldüğü, Orta Vadeli Program (OVP) adı altında faiz ödeme
planlarında da görülmektedir.
Türkiye ekonomisinin 2024’te 1 trilyon 254 milyar lira
2025’te 1 trilyon 809.2 milyar, 2026’da da 2 trilyon 294.8 milyar liralık faiz
ödemesi öngörülmüştür. Diğer bir ifadeyle üç yılda toplam faiz ödemesi 5
trilyon 358 milyar lira olarak hesaplanmaktadır. Ana paranın değil sadece iç ve
dış borcun faizinin ödenmesi için toplanan her 100 liranın 20 lirası faize
ödenecektir.
Bu yıl (2025) yayımlanan ve TC Cumhurbaşkanlığı Strateji ve
Bütçe Başkanlığı tarafından duyurulan Orta Vadeli Program
(2026-2028) belgesinde 2026 yılı için bütçenin faiz harcamaları 2.74
trilyon TL’ye yükseltilmiştir. 2027’de bütçenin faiz harcamasının 3 trilyon
lirayı aşması ve 2028’de bütçeden 3 trilyon 346 milyar lira faiz ödemesi
yapılması öngörülmektedir. Böylelikle OVP göre bütçenin faiz ödemeleri için
Türkiye halkının vergi yükü daha da artacak. Üç yıllık dönemde toplanması
öngörülen verginin beşte birinin emperyalist mali sermayeye aktarılacak faiz
ödemelerine gideceği anlaşılmaktadır.
Emperyalist sömürü yöntemi eşitsiz ticaret
Kapitalist gelişim sürecinin içinde bulunan bir ülkeye
yönelik emperyalist borçlandırma ve böylelikle sermaye birikimini gasp etme
siyaseti aynı zamanda eşitsiz ticaretin kaynağını da oluşturmaktadır.
Emperyalist sermaye, Türkiye’yle gerçekleştirdiği eşitsiz ticaret sonucunda,
Türkiye pazarındaki sermaye birikimine el koymaktadır.
Türkiye’nin 2022 yılında 363.7 milyar dolar olan ithalatına
karşılık, aynı yıl ihracatı 254.2 milyar dolardır. 2023 yılında ise ithalatı
361.8 milyar dolarken, ihracatı ise 255.8 milyar dolar olduğu ifade
edilmektedir. Bu rakamlar kayda değer bir ticaret açığına işaret etmektedir.
Türkiye ekonomisinin özellikle 2022-23 yılları arasında
ticaret açığı 100 milyar doların üzerindedir. Türk Ticaret Bakanlığı’nın
açıkladığı verilere göre 2022 yılında 109.5 milyar dolar olan Türkiye’nin dış
ticaret açığının, 2023 yılı dış ticaret verilerinde ihracatın 255 milyar 809
milyon dolar, ithalatın ise 361 milyar 847 milyon dolar olarak
gerçekleştirildiği ve dış ticaret açığının ise 106 milyar 38 milyon olduğu
ifade edilmektedir.
Türkiye ekonomisinin dış ticaret açığı vermesi, ekonominin
yarı-sömürge yapısıyla doğrudan ilgilidir. Tıpkı emperyalist doğrudan sermaye
yatırımı ve dış borçlanmada olduğu gibi, kapitalist tekellerin emperyalist
aşamada bulunduğu günümüzde, yarı-sömürge ülkelerle emperyalist devletler
arasında yapılan ticari faaliyette eşdeğer bir değişimin söz konusu olmaması
nedeniyle dış ticaret açığı verilmesi kaçınılmazdır.
Eşitsiz ticaret aracılığıyla emperyalist sermaye,
yarı-sömürge pazarlarda hakimiyetini ve sömürüsünü sürdürmektedir. Bu sömürü
çarkının, Türkiye halkına yansıması ise daha fazla vergi yükü, daha fazla
yoksulluk olmaktadır. TC devleti, dış ticarette var olan açığı kapatmak adına
bir yandan halktan topladığı doğrudan ve dolaylı vergileri artırmakta diğer
yandan yine emperyalist merkezlerden dış borçlanma içine girmektedir. Dış
borçlanmanın yüksek olmasının bir nedeni de budur.
Böylelikle yarı-sömürge ülkenin pazarında emperyalist
tekellerin ticaret adı altında elde ettiği kârın yanında aynı zamanda ticaret
açığını kapatmak adı altında Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkının ürettiği
değerlerin talanı sürmektedir.
Emperyalist sermayenin yarı-sömürge Türkiye pazarındaki
sömürüsünün bir diğer yöntemi ise hammadde talanı olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu ise sadece Türkiye’nin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının
emperyalist tekeller tarafından yağmalanmasına değil, bu hammadde talanı
sonucunda ortaya çıkan koşullardan Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkın
doğrudan doğruya etkilenmesine neden olmaktadır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı sadece hammadde
talanıyla emperyalist sömürüye muhatap olmamakta, aynı zamanda bu hammadde
talanının doğrudan sonucu olarak ortaya çıkan doğa ve çevre
tahribatıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Bu anlamda bahsini ettiğimiz hususlar ve dahası konusunda
AKP iktidarının devasa medya aygıtının iddiaları ve manipülasyonlarının
farkında olmalı komprador burjuvaziye yönelik her mücadelenin aynı zamanda
emperyalizme karşı da olduğu bilinci ile hareket edilmelidir.
Nitekim önümüzdeki üç yıllık süreci belirleyecek OVP
(2026-2028) hedeflerine göre, özellikle esnek çalışmayla ilgili düzenlemeler,
güvencesiz çalışmanın daha fazla dayatılması, faiz giderlerinin karşılanması
için vergilerin arttırılması, tasarruf adı altında kamu harcamalarının
kısılması ve özellikle çocuk işçiliği ve kadın emeği sömürüsünün arttırılması
gibi, işçi sınıfı ve emekçi halk açısından koşulların daha da ağırlaşacağı bir
döneme işaret etmektedir.
Komprador kapitalizmin emperyalist sermayenin ihtiyaçları
temelinde hemen her alanda yürürlüğe soktuğu politikalarla, her gün daha fazla
yoksullaşan ve gelecekleri çalınan emekçilerin bu tabloyu değiştirmesinin yolu
direnmek ve örgütlenmekten geçmektedir!