İşbölümünün gelişmesi ve buna paralel kafa emeği ile kol
emeğinin ayrılması sürecinden bugüne, şu veya bu biçimde insanların yaşamında
motif ve ritüellerde (davranış kalıplarında) din olgusu var olmuştur.
Asırlardır din olgusu tartışılmaktadır; günümüzde hala tartışmalara konu
olmaktadır. Bizler de sürecin özellikleri ile birlikte MLM bakış açısıyla bu
konuyu incelemeye çalıştık.
Din değişik dönemlerde çeşitli özgünlüğü ile tartışma
gündemine gelmiştir; hatta yeniden ve yeniden keşfedilmiştir. Post-modernizmin
yeni din ve yeni ruhçuluk “keşifleri”, radikal-gelenekçi kesimlerin dini
yeniden kalıba sokmaları veya ılımlı hale getirilen dinler ile bu “keşiflerin”
alanı genişlemiştir. Bizim bu konuyu tekrar ve geniş bir şekilde gündemimize
almamızı gerektiren ise; birincisi sosyalizmin geçici yenilgisinin geniş halk
kitlelerine yansıması olan sosyal emperyalist Rusya’nın ve buna bağlı modern
revizyonist iktidarların yıkılması süreci ile başlayan tasfiyeciliğin bir dizi
sapmayı ortaya çıkarmasıdır.
Bu süreçle birlikte, amiyane tabirle, her taraf yeşillenmiş,
hatta morlaşmıştır. Bundan dolayı dine, MLM bakışı sunmak bir kez daha gerekli
olmuştur. İkincisi ise 1839’dan günümüze, Türk hâkim sınıflarının kendi
içlerinde yaşadığı çatışmayı, halka “ilerici-gerici”, “dinci-laik” gibi, gerçek
olmayan biçimde yansıtmalarıdır. Bununla birlikte de açlığın, sefaletin,
yoksulluğun, sömürünün üstünün örtülmesi de başarı ile yapılmaktadır. Ne yazık
ki bazı devrimci demokrat çevreler de şu veya bu şekilde buna alet olmaktadır.
Gelinen süreçte bu iki nedenden dolayı dini MLM bakışı ile
tekrar incelemeye ve Proletarya Partisi’nin bu konudaki tavrını ortaya koymaya
ihtiyaç hissedilmiştir.
Laiklik Tartışmalarına Proletarya Partisi’nin Yaklaşımı
Tüm kavramların ilk kavramsallaştırılmaları ve sonradan
farklılaşmaları tarihsel ve toplumsal koşullara paralel olur. 1789 Fransız
Burjuva Demokratik Devrimi ile laiklik kavramlaştırılmıştır. Burjuvazi
aristokrasiye karşı savaşırken, halk kesimlerini de bayrağı altında
toplamıştır. O tarihsel süreçte burjuvazi devrimciydi. Toplumun gelişmesinin
önündeki çürümüş sistem yıkılıyordu; bu süreçte, devrimin teorisi ve felsefesi
de yapılmıştır. Ne zaman ki burjuvazi aristokrasiyi alt etti, feodalizmi yıktı;
işler değişti. Burjuvazi iktidara oturduktan sonra, artık iktidarını
güçlendirme ve sağlamlaştırmaya çalıştı.
Yeni laiklik, aristokrasinin yıkılması için aristokrasi ile
ittifak içinde olan kiliseyi de karşısına almaya zorunluydu. Başka türlü emekçi
halkın desteği alınamazdı. Devletle dinin özdeşliğine son verildi; hepsi bu
kadardı. Bundan ilerisi burjuvazi için de tehlikeliydi. Burjuvazi bu durumu
algılamada gecikmedi. 1848 Alman Burjuva Demokratik Devriminde bu durum
yaşanmadı; çünkü tarih sahnesinde açık bir şekilde proletarya, yerini almıştı.
Dolayısıyla Prusya devrimi, burjuvazinin aristokrasiyle ittifakıyla yukarıdan
aşağıya doğru oluşmuştur. Yani burjuvazi için artık tehlike proletaryadır.
Fransız devriminin halkçılığı vardır, proletarya bağımsız talepleri
doğrultusunda harekete geçememiş, burjuvaziyle birlikte hareket etmiştir.
Ama Almanya’da durum aynı olmamıştır. Laiklik, Fransız
Burjuva Demokratik Devriminin ürünüdür ve burjuvazinin iktidarı alana kadar
kullandığı argümandır. Laikliğin kavramsallaştırılması da tarihsel süreçle
evrimleşmiştir. Devrimci burjuvazinin laiklik tanımı: “Din ile dünya işlerinin
birbirinden ayrılmasıdır.” Din, bu dünyadan geçici bir dönem bile olsa
sürülmüştür. Hâkim yönetici burjuvazinin tanımı hemen değişmiş ve “din ile
devlet işlerinin ayrılması” şekline evrilmiştir. Yani kovulan din, tekrar içeri
alınmıştır. Devlet “laik” olmalıdır; ama halka din lazımdır! Günümüzde ise
bunların hepsi aşılmış, “devlet, dinlere eşit uzaklıktadır ve din ile vicdan
özgürlüğü esastır” şeklini almıştır. Burjuvazinin yönetimdeki ihtiyaçlarına
paralel şekil almıştır, laiklik. Yani, her dönem burjuvazinin iktidarını
güçlendirme aracı olmuştur.
Laiklik, burjuvaziye ait bir kavramdır; Fransa’da devrimin
ilk yılları haricinde burjuvazinin din karşısındaki gerçek tavrını gizleme
argümanı olmuştur. Dine karşı olmak, yalnızca dini yabancılaşmaya karşı olmakla
çözülecek bir sorun değildir. Ekonomik yabancılaşmaya temel olan özel
mülkiyetin ortadan kaldırılması ile çözülecek olan bir sorundur. Bu hedefle
birlikte dini yabancılaşmaya karşı olmak bir anlam taşımamaktadır. Bu olmadığı
sürece tek yanlı ve ikiyüzlüce bir söylemdir. Zaten öyle olduğunda, laiklik
diye kavramsallaştırmaya ihtiyaç olmayacaktır.
Burjuvazi iktidarı aldıktan sonra dinin kurumsal olarak
devletle iç içe olma durumuna son vermiştir. Teokratik devlet son bulmuştur.
Ama sınıf niteliği kaynaklı dini direkt karşısına almamıştır; kendi çıkarları
doğrultusunda çizdiği sınırlarda hareket etmesini sağlamıştır. Zaten sermaye,
birikimini artırmak için meta üretimini artırıp, tüketimi körükler. İktisadi
bir yabancılaşma tüm toplumu sarar. Böylesi bir ortamda, bireyin iç dünyasını
oluşturan dini yabancılaşma da körüklenir. En azından körüklenmesinin zemini
genişler.
Sermayesine sermaye katmak için bu durumu burjuvazi
kullanır. Ama gerçek yüzünü laiklik ile gizleyerek. Yani burjuva demokratik
devrimlerden sonra da din hâkim sınıfların çıkarına hizmet etmeye devam
etmiştir. Üretim ilişkilerinden kaynaklı burjuvazi ikiyüzlü bir sınıftır.
İktidarı alana kadar devrim talepleri dillendirilirken iktidarı aldıktan sonra
her şeyi sermayesini genişletmek için yeniden düzenlenmiştir.
Laikliğin, burjuvazinin bu ikiyüzlülüğünü gizleyen,
sermayesini genişletmeye yarayan bir araçtan öte anlamı yoktur. Bu durum
burjuva demokratik devrimini yapmış ülkelerde de aynıdır, feodal, yarı-feodal
ülkelerde de aynı işleve sahiptir. Feodal, yarı-feodal ülkelerin burjuvazisi
güçsüzlüğü kaynaklı dini daha açık bir şekilde halkı kandırmada kullanır.
Dolayısıyla dini argümanların devletin çeşitli kurumlarında ve burjuva-feodal
politika alanında sıkça kullanıldığını görürüz. Ama oynadığı fonksiyon,
kapitalist-emperyalist ülkelerde de aynıdır; feodal-yarı-feodal ülkelerde de
aynıdır.
Dinin varlığını sürdürmesini sağlayan koşullara karşı
mücadele aynı zamanda, dinin sönümlenmesine karşı bir mücadeledir. Bu mücadele
olmayınca ne “din ile dünya işlerinin ayrılmasının” bir anlamı vardır; ne
“dinle devlet işlerinin ayrılmasının”, ne de “dinlere eşit mesafede olmanın”.
Bu söylemler, en iyi durumda bile iyi niyet beyan etmeden öte anlam taşımamaktadır.
Ekonomi yasaları karşısında iyi niyet beyan etmenin de hiçbir önemi yoktur.
Söylemde ne denirse densin, sermaye karşısında güçsüzleşen
insan, bu güçsüzlüğünü daha fazla dini argümanlara sarılarak ortaya koyar.
Burjuvazi de iktidarını güçlendirmek için boyun eğmeyi, sabrı, bu durumun kader
olduğunu vaaz eder. Bundan hareketle din, kurumları ve söylemleri ile
burjuva-feodal sınıfın hizmetindedir. Bu gerçeklikte, dinle devlet işlerinin
sözde ayrılmasının da bir anlamı kalmamıştır.
Laikliği savunmanın, halkı laik düzen için mücadeleye
çağırmanın, halkı burjuvazinin bayrağı altına toplamaktan öte bir anlamı
yoktur. Tarihsel süreç içinde kilisenin kurallarının devlete doğrudan egemen
olması durumunda feodalizmin yıkılması için geçici bir süre anlamlı niteliğe
sahip olan laiklik, emperyalizm ve proleter devrimler çağınca gerici bir
nitelik kazanmıştır. Laiklik, gelinen süreçte bazı çevrelerce, gerçek ve sahte
şekilde ayrıştırılmaktadır. Bu da burjuvazinin değişik tarihsel süreçlerde
yaptığı tanımlamalar referans alınarak yapılmaktadır. O tarihsel süreçler
geçmiştir. Tüm insani yabancılaşmalara yol açan ekonomik yabancılaşmayı, özel
mülkiyeti ortadan kaldıracak olan proletarya, tarihteki yerini almıştır.
Laikliğin, “gerçeği”, sahtesinin anlamı kalmamıştır.
“Gerçek laiklik”, laikliğin günümüzde burjuvazice genel
kabul edilen tanıma göre devletin hiçbir şekilde dine müdahale etmemesi
şeklinde anlaşılmaktadır. Devletin ekonomiye müdahale etmeyeceği, etmediği ne
kadar gerçekçi ise dine müdahale etmemesi de o kadar gerçekçidir. Eğer dini
sadece vicdanlara, ibadethanelere hapsetmek mümkün olsaydı; eğer devletin
varlığı bir sınıfın tahakkümüne dolayısıyla manipülasyona dayanmasaydı ve eğer
dinin kutsal örtüsü kaldırılınca siyaset ve sınıf savaşımı ortaya çıkmasaydı, elbette
“gerçek laiklik” bir hayal ürünü olmaktan çıkabilirdi.
Laiklik de din gibi sınıf savaşımını, devletin özünü örten
ve manipüle eden bir niteliğe sahiptir. Laiklik, yaşam tarzlarını moderniteye
göre düzenleyince her şeyin çözüleceğinin propagandasını yapmaktadır. Burada
“ufak bir ayrıntı” atlanıyor. Yaşam tarzlarını var olan ekonomik şartlarda
nasıl düzenleyeceğimiz bir tarafa, düzenleyince de ekonomik sömürü ortadan
kalkmıyor; tersine, ekonomik sömürüyü gizliyor.
Ekonomik ilişkilere göre şekillenen yaşam tarzı laiklerce
tersten yorumlanıp yaşam tarzının insanın ekonomik durumunu ve ilişkisini
değiştirecekmiş gibi yanılsama yaratılıyor. “Gerçek laiklik” anlayışı devletin
bilimsel tahlilini yok sayan bir anlayışın ürünüdür. Laikliğin tarihsel gelişim
sürecini ve bilimsel devlet tahlilini yok sayarak yapılan laiklik teorileri
-gerçeği ve sahtesiyle-, halka başka bir şekilde sömürüye boyun eğmeyi
kabullendirmenin teorisidir.
Burjuva devletin din işlerine karışmaması, doğası gereği,
terstir; imkânsızdır. Vicdanların bile metalaştırılıp, alınıp satıldığı bir
sistemde devletin dine karışmayacağı, dinle devlet işlerinin ayrışacağını
söylemek ya sistemi tanımamak ya da halkı kandırmaktan öte bir anlam taşımaz.
Kapitalistin, asılacağı ipi bile sattığı, ağacı satamazsa, gölgesini satmaya
çalıştığı bir sistemde, dinin de metalaştırılmadığına kim inandırabilir bizi!…
O zaman laikliğin ne anlama geldiği daha berrak bir şekilde ortaya çıkıyor.
Laiklik de sermaye birikimini sağlayan, yardım eden araçlardan biridir.
Bu coğrafyada hâkim sistem, sermaye birikimini artırmak ve
halkı yönetmek için hem laikliği hem de dini çok iyi bir şekilde kullanmıştır
ve kullanmaya devam etmektedir. İki argümanın kullanılmasında, sistemin özünü
halkın gözünden gizlenmesi ve halkın sistem içinde tutulması başarı ile
yapılmıştır. Halkın bir kesimi şeriat vaadiyle kaldırılıp gerçek sistem halkın
gözünden gizlenmiş, diğer bir kesimi ise şeriata karşı laiklik söylemi ile
sisteme, başarı ile yedeklenmiştir. Bu süreç, 1839 Tanzimat Fermanı ile başlamış
ve bugün AKP-CHP burjuva kliklerince devam ettirilmiştir.
Üretim ilişkilerindeki yerlerine göre sınıfların ilericiliği
gericiliği belirlenir. Bundan ayrı olarak, ekonomik ilişkilerin belirleyici
olmasına karşın, insanların bilinçlenme-farkında olma durumları önemlidir.
Halkın ilericiliğinin de gericiliğinin de ideolojik ve politik olarak
ayrıştırılması gerekmektedir. İdeolojik konumlanış politik konumlanışla her
zaman çakışmamaktadır. Bundan da öte ilericiliğin ve gericiliğin, bir yaşam
tarzı ile örtüşmesi de olmamaktadır. Baskı ve sömürüye uğrayan insanların ve
buna karşın mücadele eden insanların giyim-kuşamının bir önemi yoktur.
Elbette dünyayı yorumlama şekline göre bir giyim ve yaşam
tarzı olabilir. Ama onlar sömürüye uğrayanları ve sömürenleri ayırmada bir
kıstas olamaz. Bugün, Afganistan, Irak ve Filistin’de, katliama uğrayan halkın
yaşam tarzının ne önemi vardır? Katliamcıların yaşam tarzının bir önemi
olmadığı gibi… Onun için halkın giyim-kuşamının önemi yoktur; önemli olan
sömürüye karşı konumlanmaktır. Bundan dolayı halkın giyim-kuşamıyla uğraşılması
ve uğraştırılmasında bizler taraf değilizdir. Elbette biz bir taraf, bu
sistemin karşı tarafıyız. Bu bağlamda olmak üzere dinin de laikliğin de
karşısındayız.
Bu tartışmalara dâhil olmayı, sınıf mücadelesini yükseltmek
için yapılacaklara yoğunlaşmak olarak kavramalıyız. Sömürünün nedenlerini ve bu
bağlamda sömürücü sınıfların ikiyüzlülüğünü tüm konularda olduğu gibi bu iki
konu özgülünde de teşhirini yaparak, halka gerçek kurtuluşlarının, burjuvazinin
bir kliğinin peşine takılarak değil, Proletarya Partisi saflarında örgütlenerek
olacağının propagandasını yapmalıyız. Bunun devamında, örgütleme çalışmalarına
hız vermeliyiz. Komprador burjuvazinin halkı, “laik-şeriatçı” diye
kamplaştırmasının karşısına, ezenler-ezilenler, sömürülenler-sömürücüler, hâkim
sınıflar-işçi ve emekçiler şeklindeki gerçek ayrışımı göstermeliyiz.
Bütün bunlarla birlikte baskı ve sömürüye uğrayan emekçi
Sünni halkımızın mücadelesinin de yanında oluruz; emekçi Alevi halkımızın da.
Emekçi Alevi halkımızın, tarihsel süreç içinde Osmanlı’dan günümüze hâkim
sınıflar tarafından katliamdan geçirilmesi ve sonra da ikiyüzlü bir şekilde
laiklik şemsiyesi altında düzen içine çekilmesi çabalarının teşhirini yaparız.
Emekçilerin dini inançlar ve mezhepleri laiklere ve şeriatçılara, dincilere ve
dinsizlere bölünmesinin ancak hâkim sınıfların çıkarına hizmet ettiğinin
propagandasını yaparız. Sünni halkımıza da dini inançlarına devletin nasıl
müdahale ettiğini; imamları, hocaların maaşını devletin vermesinin arkasında
dine devletin müdahalesinin yattığının teşhirini yaparız. Devletin isteği
dışına çıkılınca yasak ve baskının nasıl geldiğinin teşhirini yaparız.
Proletarya Partisi’nin Dine Yaklaşımı
“Din halkın afyonudur”. Marks’ın bu veciz sözü MLM’nin dine
yaklaşımının köşe taşıdır. MLM, günümüzde burjuvazinin, gerici özüne uygun
olarak, dinleri ve dini örgütlenmeleri kendi çıkarı için kullandığını ortaya
koyar. Komünistler, bütün dünya görüşlerini bilimsel sosyalizm üzerine, yani
MLM üzerine inşa ederler. MLM’nin felsefi temellerini diyalektik materyalizm
oluşturur. Materyalizm kesinlikle ateisttir ve her türden dine karşı, ideolojik
ve felsefi açıdan, mutlak düşmandır. Yine komünistler, Marks’ın şu
belirlemesini referans alır: “Din, aile, devlet, hukuk, bilim, sanat vb. sadece
tikel üretim tarzlarıdır; genel yasaya uyarlar. İnsan hayatına sahip çıkılması
anlamında özel mülkiyetten olumlu şekilde aşılması, böylece, bütün
yabancılaşmaların olumlu şekilde aşılması demektir, yani insanın, dinden,
aileden, devletten vb. kendi insani, yani toplumsal var oluş tarzına dönmesi
demektir. Dini yabancılaşma yalnızca bilinçlilik alanında, insanın iç
hayatındadır; oysa iktisadi yabancılaşma gerçek hayattaki yabancılaşmadır.” (K.
Marks, 1844 El Yazmaları, Birikim Yayınları, Sf: 112)
Yani temel sorun, ekonomik yabancılaşmaya son verilerek
çözülecektir. Bu da ancak özel mülkiyete ve insanın emeğine yabancılaşmasına
son verilerek mümkün olacaktır. Esas kavranması gereken halka da burasıdır.
Bundan dolayı dine karşı mücadeleyi gündemin başına almak doğru değildir.
Öylesi bir durumda dinin varlığını sürdürme ve gerçek sömürünün kaynaklarına
karşı mücadele silikleşir. Yine Marks’ın dediği gibi “Sosyalizm artık dinin
ortadan kaldırılması aracılığı ile meydana gelmeyen, insanın olumlu bir şekilde
kendi bilincine varışıdır ve aynı şekilde gerçek hayat insanın, özel mülkiyetin
ortadan kaldırılması aracılığıyla, komünizm aracılığıyla meydana gelmeyen
olumlu gerçekliğidir.” (K. Marks, age, Sf: 123)
Yeni kurulacak toplum ateizm aracılığı ile kurulmayacaktır.
Toplum, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması aracılığı ile kurulacaktır ki bu
ateizmi de içinde barındırır. Bundan dolayı diyalektik materyalizm, dine karşı
mücadeleyi soyut ve teorik olarak her zaman aynı kalan bir propaganda şeklinde
değil, günlük yaşamda olan ve her şeyden önce kitleleri en iyi eğiten, somut
bir temelde, sınıf mücadelesi temelinde alır. KP’nin görüşleri MLM bilimsel
dünya görüşüdür. Bu yüzden zorunlu olarak dini karanlığın gerçek tarihi
köklerinin açığa kavuşturulmasını bir görev bilir. Bu kapsamda araştırma ve
incelemeler yapar, yayın organlarında buna yer verir.
Proletarya Partisi için din, özel bir sorun değildir.
Proletarya Partisi işçi sınıfının kurtuluşu için sınıf bilinçli, ileri
savaşçıların birliğidir. Böyle bir birlik, cehalet ve dini imanın dogmaları
karşısında kayıtsız davranamaz ve davranmamalıdır. Dini karanlığa karşı,
düşünsel ve teorik silahlarla, basınımızla, sözümüzle mücadele etmek için dini kurumların-kuruluşların
devletten tamamen ayrılmasını isteriz. Buna karşı yürütülen mücadelenin, aynı
zamanda, sınıf mücadelesinin bir parçası olduğunu ve devrim sorunu olduğunun
bilinciyle hareket ederiz. Proletarya Partisi başka şeylerin yanı sıra işçi ve
emekçi halkın gerçek kurtuluşu, insanlığın kurtuluşu için kurulmuştur. Buna
işçilerin ve emekçi halkımızın dini uyuşturulmasından kurtulması mücadelesi de
dâhildir. Proletarya Partisi için dinle mücadele özel bir sorun değildir.
Din ve dinlerin tutarsızlığı ile mücadele, komünistler için
kaçınılmaz bir görevdir. Ama bu, asla din sorununun, kesinlikle hak etmediği
birinci sıraya oturtulmasını gerektirmez. Politik önemini yitirmiş daha
gerilerde yer alacak bir sorun için güçlerin ve enerjinin bölünüp çarçur
edilmesi doğru olmaz. Proletarya Partisi için esas görev, dine karşı savaş
örgütlemek değil, onun sönümlenmesini getirecek olan devrim için sabırla,
proletaryayı-emekçi halkı aydınlatmak ve örgütlemek için çalışmaktır.
Materyalistlerin dine karşı mücadele yürütmelerinin
gerçekliği ortadadır; fakat bu mücadelenin nasıl olacağı tarihsel ve toplumsal
koşullarda şekillenir. İlk önce kitlelere dini inancın ve dinin kökenlerinin
diyalektik ve tarihsel materyalist anlayışla anlatmakla başlanmalıdır. Dine
karşı mücadele, dinin sosyal kökenlerini ortadan kaldıracak olan Proletarya
Partisi’nin somut pratiği ile bağlantılandırılmalı, sadece doğruların
söylenmesinden ibaret olmamalıdır.
Sisteme karşı mücadeleyi örgütlemek halkın sömürücüler
karşısında kendini güçsüz görüp çaresizleşmesine karşı vurulan en büyük darbe
olacaktır. Korku ve çaresizlik dini yaratır; varlığını sürdürmesini sağlar. O
zaman sistemin çaresizliğe sürüklediği, sömürdüğü, ezdiği ve kendisine bağımlı
kıldığı kitlelere, dinin bu zeminine-köküne, bütün biçimleriyle sermayenin
egemenliğine karşı birleşik, örgütlü, planlı, bilinçli bir şekilde mücadele
etmeyi örgütlemedikçe, broşürlerin, nutukların ve söylemlerin anlamı yoktur.
Yani ateist propaganda, KP’nin temel görevine sömürülen
kitlenin, sömürücülere karşı yürüttükleri sınıf mücadelesine tabi edilmek
zorundadır. Türkiye özgülünde halk savaşı mücadelesine tabi edilmelidir. Bir
görev için örgütleme yaparken ateizm propagandası değil, inançlı olan ve
olmayan işçilerin greve katılımını örgütlemek önemlidir. Öyle bir durumda
işçileri inanan ve inanmayan diye ayırmak, din adamlarının ve kapitalistlerin
çıkarına hizmet eder. Onların istedikleri de böyle bir ortamın yaratılmasıdır.
Köylülük içinde yürütülen mücadelede de durum aynıdır. Önemli olan köylülüğü örgütleyip
sisteme karşı savaştırabilmektir.
Somut olarak bir gerilla birliğinin, bir köye gittiğinde
köylülerden ilk isteği düşmanla işbirliği yapmamaları, ihbarcı olmamalarıdır.
İnanç, ilk başta gerillanın gündeminde değildir. Gerillanın görevi halkı aydınlatıp
yürütülen savaşa katılmalarını sağlamak; inanç farklılığından dolayı, düşmanın
ajanlaştırma, işbirlikçileştirmesinin önüne geçebilmektir. Bu bağlamda böyle
bir köyde ilk başta salt ateist propaganda gereksiz ve zararlıdır. Bu geri
kitleleri ürküteceği için değil, var olan burjuva feodal toplum koşullarında
Müslüman köylüler için, çıplak ateist propagandadan daha olumlu olan, komünizme
ve ateizme götürecek olan sınıf mücadelesinin gerçek ilerlemesi, ilerletilmesi
olacağı gerçeğinden kaynaklanır.
Dine karşı mücadelede iki uç sapma vardır; birincisi somut
durumdan kopuk, sistemle bağını kopararak, dinin gelişim zeminini yok sayan sol
oportünist yaklaşımdır. Yani ateizm propagandasını birincil plana alan
yaklaşımdır. Bu daha çok devrimci mücadelenin kabarma koşullarında ortaya
çıkar. Türkiye özgülünde 1980 öncesi süreçte açıkta görülmüştür. Bazı
devrimciler, kendilerini ilk başta sömürüye karşı olmakla değil, ateist olarak
ifade etmiştir.
İkinci sapma ise, dinle mücadeleyi bilinmeze bırakan, “yaşa,
yaşat” şeklinde yansıyan, sözde kimseyi dıştalamak/ürkütmek istemeyen, küçük
hesaplar yapan, liberal aydın tavrı, yani sağ oportünist yaklaşımdır. Bu ikinci
sapma daha çok, günümüzde olduğu gibi, devrimci mücadelenin gerilediği, yenilgi
aldığı dönemlerde görülür. MLM’ler bu iki yaklaşımın da sınıf mücadelesi için
tehlikelerine işaret eder. Bu sapmalara düşmemeleri için saflarını ve devrimci
kitleyi uyarır, geri kitlelerde, dinle ilgili sorunlarda bilinçli ve ilkeli bir
tutum geliştirirler. Dinin, bilimsel olarak araştırılması için ilgi uyandırmaya
çalışırlar.
KP, işçi sınıfının ve emekçi halkın en ileri unsurlarını üye
yapmak için çalışır. Bunların dine inanıp inanmamaları kıstas değildir.
İstenen, KP’nin programatik görüşleri doğrultusunda, tüzük hükümlerine uygun
mücadele etmesidir. Bu anlamı ile dine inanıp inanmamak, üye olmak için kıstas
olmasa bile, bir dizi tüzük hükmü ile çelişen bir durum, eşyanın doğası gereği
olur. Örneğin KP’nin tüzüğünün, üyelerin görevi bölümündeki şu istemlerle
çatışır; “MLM’yi eylem kılavuzu olarak kavramak”, “MLM karşıtı tüm düşünce ve
akımlara karşı mücadelede uyanık, kararlı ve amansız olmak…”, “Burjuva-feodal
değer yargılarına karşı mücadele etmek” vs.
Kişi bunları samimi bir şekilde kabul ediyorsa, üye olmada
problem yoktur; gerisi program ve tüzük görüşleri doğrultusunda eğitebilmekten
geçer. Bunu başardığımızda problem ortadan kalkar. Parti içinde programa karşı
aktif mücadele edilip hizip örgütlenmeyeceğine göre KP için bu kapsamda dini
inançların önemi yoktur. Önemli olan programatik görüşler doğrultusunda
savaşmasıdır. Diyalektik materyalizmi, kişinin, inancı ile bütünleştirmesi,
birleştirmesi, kişi açısından başlı başına bir problem olduğu aşikârdır.
Tanrı düşüncesi, tarihi olarak günümüzde, her şeyden önce
gerek dışsal doğanın, gerekse sınıfsal baskıların yol açtığı, “bilinçlilik
alanında, insanın iç hayatında” yaşanan yabancılaşmadır. Bu durumun boğucu
etkisi insanın ezilmişliğinin ürünü ve onu geliştiren, sınıf mücadelesini
uyuşturan komplike bir düşüncedir.
Burjuvazi tarih sahnesine çıktığı zamanki devrimciliğini
yitirmiştir. Devletle dini kurumlar neredeyse iç içe girmiş durumdadır.
Emperyalist-kapitalist, feodal, yarı-feodal tüm ülkeler için durum aynıdır. Tüm
burjuva devletlerde ve TC’de hâkim sınıfların çıkarları dini kurum ve
kuruluşları tarafından propaganda edilmektedir. Emperyalistler arası
çelişmelerde bile dini kurumlar etkin olarak kullanılmaktadır. Ortodoks
kilisenin merkezinin neresi olacağı, Katoliklerle Ortodokslar arasındaki
mücadele, İslam Kalkınma Örgütü’nün başına kimin geçeceği vb. hepsi, devletler
arası çıkar çatışmasına göre şekil almaktadır. Bazı dini cemaatler dini görünüm
altında ilgili ülkenin nüfuz alanını genişletmek için çalışmaktadır. Fethullah
Gülen cemaatinin, ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda misyonerlik
faaliyeti yapması en iyi örneği oluşturmaktadır.
Türkiye’de “laik” devletin diyanet işleri fetvaları, MGK’nın
kararları doğrultusunda hazırlanmaktadır. Özellikle Türkiye Kürdistanı’nda,
ulusal kurtuluş hareketine karşı Genelkurmayın bildirileri gibi fetvalar
hazırlanarak nereden yönetildiği açığa çıkmaktadır. Burjuva-feodal sistemin
ikiyüzlülüğü, özellikle Türkiye Kürdistanı’nda yürütülen haklı savaşla ortaya
çıkmıştır. Dincisi de laikçisi de tek hedef için birleşmiştir. Sözde en laik kurum
olarak gösterilen Genelkurmay ile AKP’nin ittifakı bir tarafa, Genelkurmayın
Hizbullah’la işbirliği, bunların ne yaman laik olduğunu ortaya koymaktadır.
CHP’nin Alevi halkı kandırmak için aslan kesilmesi ancak Sivas’a kadar
geçerlidir; oradan ötede kedi olmakta, ikiz kardeşi AKP ile kol kola
girmektedir.
İşçi sınıfı içerisinde dini söylemlerle, sınıfı bölen,
sömürüye boyun eğmesi için uyuşturan dini söylemli sendikanın varlığı da
ortadadır. Sarı sendikalar gibi bu sendikanın da kime hizmet ettiğinin, işçi
sınıfına ve emekçi halkımıza anlatılması, komünistlerin görevidir.
“Modern demokrasi” olarak gösterilen “din işleri ile devlet
işlerinin ayrıştırılması” veya devletin tüm dinlere karşı eşit olduğu söylemi,
burjuvazinin halkı kandırmak için söylediği içi boş laflardır. Pratik yaşamda
hiçbir anlamı yoktur. Bugün dini cemaatlerin dini faaliyetler dışında her şeyi
yaptığı, sistemin hangi legal ve illegal kurumu tarafından yönetildikleri
bilinemez olgular değildir. Harun Yahya diye ortalıkta dolaşan şarlatanın
paraları nereden aldığı bilinmez değildir. Bütün bunlar kitlelere teşhir
edilmelidir. İlk hedefe, dini görünümleri değil, fonksiyonları koyulmalıdır. Bu
kapsamda yürütülecek çalışmalarda bağımsız dürüst bilim adamlarının yaptığı
çalışmalar, incelenmeli, halka önerilmeli ve yayınlanmalıdır.
Komünistler halka uygulanan her türlü baskıya karşı en ön
saflarda mücadele eder. Din konusunda da her türlü baskıya karşı en ön saflarda
mücadele ederler. Alevilikle kurulan ilişki bu temeldeki inançlara karşı uygulanan
baskıya karşıdır. Komünistler, şeriatçı-laik ekseninde burjuva klikler arasında
yürütülen mücadelede de halkı peşlerine takmak için, özelikle “devletin”
bölünmez bütünlüğü eksenli, “tek dil, tek millet, tek din” söylemleri
kapsamında yürütülen anti-demokratik uygulamalara karşı mücadele etmeli; bu
mücadeleyi genel mücadelenin bir parçası olarak ele almalıdır. Bu kapsamda
teşhirler yapılmalı; bu mücadele için örgütlenmeler oluşturulmalıdır.
Din adına yapılan baskıların çözümü laiklerden; laiklerce
yapılan baskının çözümü dini kılıklı kliklerden beklenmektedir, onlar bu süreci
yönetmektedir. Sorunların yaratıcısı olan bu iki burjuva klik, halkı suni
gündemlerle uğraştırıp, onlara sözde çözümler sunarak halkı kolayca
yönlendirebilmektedir. Bunların demokratlığı sahte ve ikiyüzlüdür; ikisinin
ortak amacı, sömürünün artırılması, sermaye birikiminin devamının sağlanması,
emperyalist talanın ve sistemin devamıdır. İşçiler ve emekçi halkımız gerçek
sorunlar etrafında örgütlenmedikçe halkımız bu iki kliğin insafına terk edilmiş
olacaktır. Halkın laik-şeriatçı olarak bölünmesinin bir amacı da faşist
diktatörlüğün halkın gözünde sınıflar üstü görünmesini sağlamaktır.
Kürtlere sınıf bilinci taşındığı oranda burjuvazinin
manipülasyonları kırılacaktır. Geçmişte de Osmanlı’nın torunları provokasyon
yaparak Alevi-Sünni çatışması yaratmış, sınıf mücadelesini yolundan saptırarak,
halkın katılımını engellemiştir. Bugün de benzeri bir durum yaratılmaya
çalışılmaktadır. Çeşitli farklılıklar kaşınarak halk, burjuvazinin bayrağı altına
toplanmak istenmektedir. Komünist ve devrimcilerin yetersizliğinde bunu
sorunsuz yaptıkları söylenebilir. Bu kapsamda yapılan bir dizi kıyım ve
katliamın Özel Hareket Dairesi’nin planları dâhilinde hayata geçtiği, bugün
teşhir olmuş durumdadır. Geçmişte Alevi ve Sünni halkımızın birbirine karşı
düşman edilmek için Ecevit ve Türkeş’in yaptığını, bugün, Erdoğan ve Baykal
benzer bir konuda yapmaktadır.
Şundan kuşku olmasın ki AKP ne kadar dinci ise CHP de o
kadar dincidir; CHP ne kadar Kemalist ise AKP de o kadar Kemalist’tir. Kemalizm
de, din de, laiklik de burjuvazinin çeşitli dönemlerdeki çıkarlarına göre
yeniden tanımlanıp piyasaya sürülmektedir. Özü, hâkim sınıfların çıkarları ve
halkın yönetilmesi için konjonktürel durumda gerekli olanların iyi tespit
edilip burjuva politikalarca yeniden biçime sokulmasıdır. Dikkat edersek,
Fethullahçılarda dini ritüeller, Müslüman yaşamı yeniden biçimlendirilirken,
Kemalizm de laikler tarafından tekrar tanımlanıp üretilmeye çalışılmaktadır.
Devrimci-demokratik çevrelerin bile “gerçek laiklik elden
gidiyor”, “şurada içki yasaklanıyor”, “burada bu oluyor…” gibi söylemlerin
peşinden gitmeleri sürecin doğru tarzda kavranmadığının göstergesidir. Önemli
olan bu iki burjuva kliğin işçi sınıfı ve emekçilerin sorunları ile Kürt ulusal
sorunu karşısında ortaya koymuş oldukları tavırdır.
Din ve laiklik konusunda komünistlerin yaklaşımı bu
temeldedir. Bu kapsamda, diğer bir sorun da dünyada ve coğrafyamızda din
mahreçli/kaynaklı gelişen, gelişecek olan hareketlere tavrın ne olacağıdır.
Dine karşı tavrımızla din mahreçli olarak mücadele yürüten örgütlere ilişkin
tavırlar birebir aynı olmaz. Öncelikle din mahreçli örgütlerin; siyasi
talepleri, sisteme karşı duruşları, devrimcilere ve komünistlere karşı
tavırları, genel amaçları incelenerek karar verilir.
Dini ideoloji ile her koşulda mücadele yürütmekle yükümlüdür
komünistler. Ama ideolojik tavırla politik tavır her zaman birebir aynı olmaz.
İdeolojik tavrımızın politik alana birebir indirgenmesi doğru değildir.
Tarihsel süreç incelendiğinde komünistlerin bu konuyu ayrıştırdığı
görülecektir. Dini bir sistem kurmak isteyen hareketlerle, dini referanslarla
hareket edip esas mücadelesi farklı olan hareketler de vardır. Bunlar da
ayrıştırılmak zorundadır.
Somut olarak T. Kürdistanı’nda ulusal taleplerle ortaya
çıkan, önderliğini dini bir cemaatin şeyhinin yaptığı ve adını da ondan aldığı
Şeyh Sait İsyanı vardır. Öncelikle bu hareket, şeriat düzeni getirmek için
ayaklanmamıştır. Bu yönlü söylemler TC’nin ulusal talepli ayaklanmanın özünü gizlemek
için uydurulan yalanlardır. Bu konuda Kaypakkaya yoldaşın tavrı açık ve nettir.
Kaypakkaya’nın ardılları için bu referans olmak zorundadır. Yine Lenin’in Afgan
Emiri’ne ilişkin tavrının hatırlanmasında fayda vardır.
Haklı bir taleple, baskıya karşı olan ulusal talepler,
sömürüye karşı olmak gibi ortaya çıkmış hareketler, komünistlerce desteklenir.
Komünistler Şeyh Sait İsyanı’na feodal beylerin ayaklanması olarak bakmaz.
Ulusal baskıya karşı ulusal istemlerle harekete geçmiş bir isyan olarak bakar.
Bu temelde de emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı bir harekettir. Günümüzde
Lübnan Hizbullah’ı ve Filistin’de Hamas ulusal mücadele yürüten dini temelli
örgütlerdir. Bunların yürüttüğü mücadele haklı bir mücadeledir. Nesnel olarak
emperyalizme darbe vurduğu için desteklenmelidir. Komünistler için kriter
emperyalizme objektif olarak darbe vurmasıdır. Bu desteğimiz, onların ideolojik
ve politik niteliklerini bilmediğimiz, onları eleştirmediğimiz (ve
eleştirmeyeceğimiz) anlamına gelmez.
Dini örgütler, anti-kapitalist değildir. Özlerinden dolayı
da olamazlar. Bundan dolayı belirli tarihsel koşullarda emperyalizme darbe
vurmalarına rağmen son tahlil, emperyalist-kapitalizmle uzlaşmalarını
beraberinde getirir. Ama politika verili koşullar içinde yapılır. Yani bugün
var olan duruma göre politika belirlenir, ama ideolojik tavır elbette bu
şekilde olmaz. Bu gerçeklikle baktığımızda Hizbullah’ın da Hamas’ın da
bağımsızlık kazanamayacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz; ama bugünkü, emperyalizme
karşı duruşları önemlidir.
Günümüzde Afganistan, Irak, Lübnan ve Filistin’de,
emperyalizme karşı savaşan dini mahreçli hareketler vardır. Bunları özel olarak
incelemeye ihtiyaç vardır. Bunların yanında emperyalizm güdümlü olduğu muhtemel
olan El-Kaide’den bahsetmekte fayda vardır. Bu örgütü anlamak için daha
kapsamlı incelemeye ihtiyaç olmakla beraber, eylem çizgisinin halka dönük
olduğu, emperyalizme meşrutiyet kazandıracak tarzda olduğu açıktır. Dolayısıyla
bu örgütün desteklenmeyeceğini söyleyebiliriz.
Türkiye’de de İslami mahreçli hareketlerin neredeyse tamamı
ya fiili olarak ya da politik olarak TC’ye bağlı veya TC’nin çıkarları
paralelinde çalışmaktadır. Hizbullah ve İBDA-C en bilinenleridir. Özce,
komünistler dine karşı ideolojik mücadeleyi, doğası kaynaklı her koşulda
yürütür. Din eksenli hareketleri ise somut koşullardaki belli kriterlerle
değerlendirir.
G.SONUÇ
Yoksulluk ve işsizliğin arttığı bir süreçte halkın daha
fazla dine sarılması ve bunun tersi bir gelişme olarak da şeriat korkusu temelinde
laik söylemlerin artması, bu durumun burjuva kliklerce bilinçli olarak
körüklenmesi, sınıf mücadelesinin de ivmesinin yetersiz oluşu, halkın sınıf
bilincini engelleyen güncel olgulardır. Bu konudaki diyalektik materyalizm
tahlili, güncel gelişmelerle birlikte değerlendirip güncel politikalar etkin
kılınmaktadır. Tüm çalışmalarımızda din ve laikliğin etkilerini, oluşturulacak
politikalarımızı da göz önünde bulundurmalıyız.
Hâkim sınıfların kendilerini yeniden üretimi, ekonomik
olduğu kadar, ideolojik olarak da mümkün olmasa, sistem yaşayamaz. Bu bağlamda,
din ve laiklik, burjuva-feodal sistemin ideolojik olarak yeniden üretmesinde
iki önemli araçtır. Dolayısıyla sistemi krize sokmak, var olan krizi
derinleştirecek bir yolda, bu iki aracı ellerinden almaktan geçer. Kitlelerin
bilinçlendirilmesi ve sınıf mücadelesine aktif katılımların sağlanması
zorunludur. Din ve laiklik konusunda, komünistlerin teorik berraklığa sahip
olmaları, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesinde önemli bir rolü
olduğu unutulmamalıdır.
https://www.tkpml.com/din-sorunu-yabancilasma-post-modernizm/7/