1 Ekim 2024 Salı

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM

 Çin Devrimi elbette ki Çin’in özgül koşullarına göre olan bir devrimdir. Ama Çin dışında henüz burjuva devrimini yapmayan ve emperyalizme bağımlı olan birçok ülke de mevcuttur.Dolayısıyla bundan dolayı Çin’deki demokratik halk devrimi aynı zamanda uluslararası muhteva taşıyan devrimdir.   

Geçen yüzyılın tarihselsürecine bakıldığında en göze çarpan özelliklerden biri proletarya önderliğinde devrimlerin yaşandığı bir dönem olmasıdır. Yaşanan çağın ekonomik, sosyal, politik vb. vasıflarla bir önceki çağa kıyasla çok farklı bir nitel değişim içerisine girmesi beraberinde sınıf saflaşma ve sınıf çelişkilerini de çok farklı bir sürece sokar. Bir önceki sürecin sınıfları, 20. yüzyılda farklı karakterler almış, aralarındaki ilişki farklı düzeylerde kendisini gösterir olmuştur.

 Köylülük ve işçi sınıfı, önceleri saflarında yer aldıkları burjuvazinin karşı saflarında yer almışlardır. Tüm bunlar, uluslararası alandaki jeo-stratejik ve jeo-politik dengelerin çağa uygun değişimler içerisine girmesini ve tarihsel bir sürecin öne çıkmasını beraberinde getirir. Dolayısıyla bu değişim, sınıfların değişim karşısında tavrı, karakteri, işlevi ve oynadığı misyon ile kendisini gösterir.

19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ilerici yapıya sahip olan sınıf burjuvaziydi. Dolayısıyla demokratik devrim, burjuva devrimidir. Bu devrimin tarihsel rolü ve üstlendiği hedef, kapitalizm öncesi sosyo-ekonomik yapının, pre-kapitalist üretim tarzının, üretim ilişkilerinin,sosyal ilişkilerin,siyasal yapının, kültürel ilişkilerin, kapitalizm öncesi dini misyonun vb., kısacası kapitalizm öncesi yapının köklü tasfiyesini içerir.

 Bunun için de eski yapıyı muhafaza eden devletin devrilmesi ve yerine yeni toplumla uyum gösteren devletin inşası rolünü yükler. Ancak ne zaman ki burjuvazi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gericileşti, devrimi gerçekleştiren sınıf olmaktan çıkıp, devrimin önünde engelteşkil eden sınıf haline geldi; tarihsel olarak üstlendiği rol ve oynadıkları roller de değişti.

 Stalin burjuvazinin henüz devrimci olduğu döneme ilişkin tavrını aşağıda şöyle belirtir: “Batı’daki burjuva devrimleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya) bilindiği gibi, başka bir yolu izledi. Orada devrimde hegemonya, zayıflığından ötürü bağımsız bir siyasi güç oluşturmayan ve oluşturamayacak da olan proletaryada değil, tam tersine liberal burjuvazideydi. Orada köylülük, feodal düzenden kurtuluşu, sayıca güçsüz ve örgütlenmemiş olan proletaryanın elinden değil, tam tersine burjuvazinin elinden elde etti.

Orada köylülük liberal burjuvaziyle ortaklaşa, eski düzene karşı yürüdü.

 Orada köylülük, burjuvazinin bir yedek gücünü oluşturdu.

Orada dolayısıyla devrim, burjuvazinin siyasi ağırlığının muazzam bir şekilde güçlenmesine yol açtı.”

(1) Ancak burjuvazi yaptığı devrimlerle, ekonomik ve siyasi alanda üstünlüğü sağladıktan sonra ilerici karakterini yitirir. Artık kendisistemini kuran ve kendi hegemonyasını hakim hale getiren burjuvazi, devrim yapan vasfını yitiren sınıf olmaktan çıkan, kurduğu düzeni ve iktidarı koruyan, muhafaza eden statükocu bir sınıf olur.

Bunun sonucu kurduğu üstyapı devrime önderlik rolünü terk eder ve sistemi ve devleti muhafaza eden kuruma dönüşür. Artık bu tarihsel süreç burjuvazinin konumunu değiştirdiği gibi, önderlik ettiği temel güç olan köylülüğü de karşısına alır. Ve bir dönemler müttefiki olan proletarya da artık karşısına önder sınıf olarak öne çıkar. Bu durum Rusya Devrimi’nin arifesinde de net bir şekilde kendisini gösterir: Rusya’da ise burjuva devrim tamamıyla taban tabana zıt sonuçlar verdi. Rusya’da devrim, bir siyasi güç olarak burjuvazinin güçlenmesine değil, tam tersine zayıflamasına, onun siyasi yedek güçlerinin artmasına değil, tam tersine, onun temel gücünün yitirilmesine, köylülüğün yitirilmesine yol açtı. Rusya’daki burjuva devrim, liberal burjuvaziyi değil, tam tersine, çevresinde milyonlarca köylü kitlesini birleştiren devrimci proletaryayı ön plana çıkardı.

”(2) Stalin’in değerlendirmesi burjuvazinin giderek gericileştiği ve devrimin karşısında yer alan bir sınıf haline gelmesi üzerinedir. Burjuvazinin karşı-devrimci hatta geçişi diğer sınıflarla olan ilişkilerinde kopuklukları da beraberinde getirir. Bir dönemler devrim saflarında ittifak kurduğu köylülük artık burjuvazinin müttefiki değil tersine “rakibi” haline gelmiştir. Bunun sonucunda Rusya somutunda verdiği örnekle tarihsel olarak demokratik devrime ve sosyalist devrime önderlik edecek sınıf olarak proletaryanın ön plana çıktığını belirlemektedir.

Nitekim Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ile pratikte proletarya bunu göstermiştir. Artık devrimde proletarya öncü sınıf rolünü üstlenmiştir. Diğer taraftan, gericileşen ve emperyalist aşamaya ulaşan uluslararası tekelci burjuvazi ve ekonomik olarak

Partizan/101 (1) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 58, İnter Yayınları (2) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 59, İnter Yayınları

ilhak ettiği,siyasi olarak bağımlı kıldığı ülkelerin komprador burjuvazisi ve feodal sınıflar da demokratik devrimin önünde engel teşkil etmişlerdir. Bilindiği gibi Lenin, bu tarihsel saflaşmayı ve devrim sürecinin girdiği çağın güzergahını “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” şeklinde belirlemiştir. Devrime önderlik rolünü, sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesine yüklemiştir.

Böylece köhneyen, işçi sınıfı ve ezilen yığınlardan korkan burjuvazinin önderliğindeki devrimler miadını tamamlamıştır. İbrahim yoldaşın sözleriyle “1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada eski tip devrimler dönemini kapamış, proletarya önderliğinde yeni-demokratik devrimler ve sosyalist devrimler dönemini açmış bulunuyordu.”(3)

Görüldüğü gibi, eski tip devrimler dönemi kapanmıştır.

 Çünkü burjuvazi gerici, statükocu ve devrimin önünde engel teşkil eden yapıya bürünmüştür. Oysa tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmeyi zorlamakta ve dayatmaktadır. Eski sistem, gelişen çelişkiler sonucu tahrip oldukça yeni sistemin ön koşullarını da oluşturmaktadır. Dolayısıyla -burjuvazi önderliğinde demokratik devrimleri yapan ülkelerin dışında- henüz demokratik devrimlerin yapılmadığı ülkeler vardır.

Bu ülkelerde emperyalizme bağımlı komprador kapitalizm olsa da bu kapitalizm geçmişte liberal ve ulusal burjuvazinin önderliğinde kendi iç dinamiğiyle gelişen ve feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

 Bu ülkelerde her türden pre-kapitalist ilişkiler yeni demokratik devrimi gündemde tutmaktadır. Komprador kapitalizmle feodalizmin içiçe girerek oluşturduğu yarı-feodal yapı içinde, feodal yapının hacmi, sınırları bazı ülkelerde daha geniş bazılarında daha dardır.

Ama sonuçta bu gibi ülkelerde demokratik devrim tamamlanmamıştır.

Daha açık bir deyimle burjuvazinin tarihsel görevi proletaryaya devredilmiştir.

Dolayısıyla, Lenin’in Rusya somutunda “Rusya’da demokratik devrim sosyo-ekonomik özü bakımından bir burjuva devrimidir”(4) belirlemesi, burjuva devrimini yapmayan ülkeler için de geçerlidir. Lenin’in açık bir şekilde belirttiği, burjuva devrimlerinin olmadığı ülkelerde sosyalist devrimden evvel bu burjuva devrimlerin yapılması görevidir.

Ancak demokratik devrimle sosyalist devrimin şartları oluşturulur.

Burjuva devrim, feodalizmi tasfiye eden, eski sistemin tüm kalıntılarını yok eden, dolayısıyla özgür ve hızla gelişen kapitalizmin önünü açan devrimdir. Ancak bu devrimle kesintisiz sosyalist devrime ve sosyalizmin inşasına geçilebilir. Aksi takdirde sosyalizmin inşası gündeme gelemez.

 Bu da mevcut çağda sınıf bilinçli proletaryanın sınıf pektifiyle yerine getirilebilir.

 Partizan/102 (3) İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 277 (4) Lenin, Seçme Eserler, cilt 3, s. 113, İnter Yayınları

 Tarih, burjuva devrimin gerçekleşmediği ya da tamamlanmadığı bu ülkelerde proletaryaya ve öncü müfrezeye böylesi bir görev yüklemiştir. Burjuva devrim ya da proletaryanın önderliğindeki deyimiyle yeni demokratik devrimin toplumsal işlevi şu şekilde yaşam bulur: “Burjuva devrim, geçmişin kalıntılarını, (yalnızca otokrasiyi değil, monarşiyi de içeren) feodal kalıntıları, en kararlı bir biçimde süpürüp atan ve kapitalizmin en geniş, en özgür ve en hızlı bir biçimde gelişmesini en eksiksiz bir biçimde güvence altına alan bir altüst oluşun ta kendisidir.

İşte bu yüzden, burjuva devrim, proletaryaya en büyük ölçüde yarar sağlar. Burjuva devrim, proletaryanın çıkarları için mutlak bir gerekliliktir. Burjuva devrim, ne kadar tam, kararlı ve tutarlı olursa, proletaryanın sosyalizm uğruna burjuvaziye karşı başarısı o ölçüde güvence altına alınmış olacaktır. Ancak bilimsel sosyalizmin abecesinden habersiz olanlar, bu yargıyı yeni, garip, ya da paradoksal görebilirler.”(5)

 Demokratik devrim tarihsel rolü ve işlevi bakımından sosyalist devrimden önce gündeme gelen devrimdir. Çünkü kapitalizm,sosyalist toplumdan önce tarih sahnesinde yer almış toplumdur. Feodalizmi tasfiye eden özgür, bağımsız kapitalizmin önünün açılması ile sosyalizmin nesnel ve öznel koşulları oluşturulabilir. Sosyalizm ancak kapitalizm öncesi tüm feodal kalıntıların tasfiyesiyle gündeme gelir. Emperyalizme bağımlı ve feodal yapıyla içiçe geçen komprador kapitalizmle bu mümkün değildir. Proletarya ancak o zaman sosyalizmin inşası görevini yerine getirebilir.

Bu da yeni demokratik devrimle mümkündür. Görüldüğü gibi yeni demokratik devrim,sosyalist devrimden ayrışır. Ama diğer taraftan sosyalist devrimin ve sosyalizmin inşasının temel ve koşullarını da yaratır.

Mao bu gerçekliği görmüş ve Çin Devrimi bu doğrultuda hat izlemiştir: “Komünist Partisi’nin önderliğinde yeni tipte kapsamlı bir burjuva demokratik devrim olmadan,sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal düzenin yıkıntıları üzerinde bir sosyalist toplum inşa etmeye çalışmak bir ham hayal olur.

Bazı kişiler, komünistlerin kapitalizmden korkmak şöyle dursun, belirli koşullarda onun gelişmesini niçin savunduklarını anlayamıyorlar. Cevabımız basittir: Belirli bir düzeydeki kapitalist gelişmenin yabancı emperyalizm ve yerli feodalizm baskısının yerini alması, sadece bir ilerleme değil, kaçınılmaz bir süreçtir. Bu burjuvazi için olduğu kadar, proletarya için de yararlıdır, hatta belki de proletarya için daha da yararlıdır. Bugün Çin’de gereksiz olan yerli kapitalizm değil, yabancı emperyalizm ve yerli feodalizmdir; aslında bizdeki kapitalizm pek küçüktür.

”(6) Partizan/103 (5) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 144-145, Sol Yayınları (6) Mao, Seçme Eserler 3, s. 291, Kaynak Yayınları

Mao yoldaşın birçok yerde belirttiği gibi, burjuva devrimi gerçekleştirmemiş ülkelerin yıkıntıları üzerinde sosyalizmi inşa etmek mümkün değildir. Çünkü sosyalizm, feodalizmi ve bağımlı komprador kapitalizmi tasfiye eden ulusal kapitalizmin alternatifidir. Bu nedenle Çin halkı böylesi bir tarihsel misyon üstlenmiş ve yerine getirilmiştir. Ancak bu devrim ÇKP önderliğinde gerçekleştirilmiştir. ÇKP’nin önderliği olmasaydı devrim gerçekleştirilemezdi.

2-Emperyalizmin İlhakı ve ÇKP’nin Ortaya Çıkış Koşulları

Devam edcek… Çin Devrimi’ne önderlik eden partinin oluşumundan evvel onu var eden koşullara bakmakta yarar var. ÇKP’nin kurulmasına maddi zemin teşkil eden nesnel ve öznel şartların ortaya çıkması beraberinde sınıf mücadelesinin seyrini de farklı bir sürece sokmuştur.

19. yüzyılın ikinci yarısına doğru dışarıdan gelen sömürgeci kapitalist devletlerle Çin’deki feodalizmin iktisadi ve sosyal yapısında belli değişimler kendisini gösterir. Bu dönem Çin’in kendi iç yapısını farklılaşma sürecine sokar, köylülüğün ve zanaatkarın önemli bir kesiminin iflası Çin burjuvazisinin oluşumunu beraberinde getirir. Çin’deki saf feodalizmi çözülme sürecine sokmuş, köylülüğün, zanaatkarın, küçük üreticinin iflasını ve beraberinde işgücünün oluşumu dönemecine girilmiştir.

Saf feodalizmin birbirinden kopuk ve kapalı doğal ekonomisinin yıkımının da gerçekleştiği döneme giren Çin’i geniş ve merkezi pazar sistemine sokmuştur. Böylece ilkel birikim sürecine giren Çin’in kapitalizm şafağında burjuvazi ve proletarya sınıfları da oluşmaya başlamıştır. Ancak bu kapitalizm, dışarıdan giren ve giderek komprador bir mahiyet kazanan kapitalizmdir.

Mao’nun tahliliyle komprador kapitalizm, feodalizmi çözülme sürecine sokmuş ama tasfiye etmeyerek içi içe girmiştir. Böylece yarı-feodal ve yarı-sömürge yapı oluşmuştur. Çin’i böylesi bir sosyo-ekonomik sürece sokan İngiltere, Fransa, Japonya, ABD gibi kapitalist-emperyalist devletlerdir.

Bununla beraber 20. yüzyılın başlarında Çin’de milli kapitalizm de oluşur.

 I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında emperyalist devletlerin savaş içinde olması sonucu Çin’deki etkileri geçici olarak zayıflar ve bu dönem, Çin’de ulusal kapitalizmin ve ulusal burjuvazinin en geliştiği dönem olur. Ulusal burjuvazinin belli bir kesimi giderek palazlanıp emperyalizmin güdümüne girerken, diğer bölümü ise ulusal düzeyde kalır.

Çin’de komprador ve ulusal kapitalizmin oluşumu böyle bir seyir izler. Gerek komprador kapitalizm gerekse ulusal kapitalizmle birlikte ulusal burjuva ve komprador burjuva sınıflarıyla beraber proletarya sınıfı da oluşmuştur. Ve proletarya giderek daha çoğalmış ve daha gelişmiştir. Ancak Çin’deki kapitalizm, emperyalizme bağımlı hale geldikçe komprador kapitalizm esas hale gelmiştir. Komprador kapitalizm, feodalizmin çözülme sürecine girmesi ile dışarıdan emperyalizm tarafından ihraç edilen bağımlı, güdük kapitalizmdir. Dolayısıyla feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

Çözülme sürecine giren feodalizmle iç içe geçen ve varlığını muhafaza eden kapitalizmdir. Bunun sonucu Çin’de komprador kapitalizm ve çözülme sürecine giren feodalizmin iç içe geçmesi yarı-feodal yapıyı oluşturmuştur. Yarı-feodal yapı, emperyalizmin güdümünde oluştuğu için yarı-sömürge statüyle de iç içe geçmiş, böylece Çin, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke halini almıştır.

Çin’in sosyo-ekonomik ve siyasi yapısının oluşumu kısaca şöyle tarihsel bir seyir izler:

Çin’e ilk giren devlet İngiltere’dir. İngiltere, Hindistan’da üretilen afyonu da Çin’e sokmuştur. Çin’de giderek afyon bağımlılığı oluşur. Çin hükümeti önceleri izin verdiği afyon ithalatına yasak getirince İngiltere, 1840’da Çin’e savaş açar. Afyon Savaşı’nı kazanan İngiltere, Nanking Antlaşması ile Hong Kong’u sömürge olarak ilhak eder. Diğer şehirler de liman ve pazar olarak İngiltere’nin denetimi altına alınır. Her türden malın ihracatı ve ithalatı serbest bırakılarak İngiltere’ye kapılar ardına kadar açılır.

Artık askeri, siyasi ve ekonomik olarak dünya pazarlarına açılan dönemin kapitalist-sömürgeci devletlerinin en fazla yöneldikleri ülkelerden biridir Çin... Nitekim 1856-1860 arası İngiltere bu kez Fransa’yla birlikte Çin’e savaş ilan eder.

ABD ve Çarlık Rusya’nın da desteğiyle yapılan saldırı sonucu Çin topraklarını işgal eden İngiltere ve Fransa, Çin Hükümeti’ne Tiantzin Antlaşması ve Pekin Antlaşması’nı imzalatarak, deniz kıyısındaki şehirleri tümden kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Ayrıca seyahat etme, misyoner faaliyeti gösterme, nehir ulaşımı gibi imtiyazları kullanıma sokarlar.

Giderek sahillerden iç bölgelere kadar açılır ve ülkeyi kendilerine daha bağımlı kılarlar. Devamında 1884’te Fransa’nın ve 1894’te Japonya’nın saldırıları olur. Çin artık emperyalizmin ekonomik ve siyasi olarak topyekun ilhak ettiği bir ülke haline gelir. Öyle ki, 1900 yılında İngiltere, Fransa, Amerika, Almanya, Japonya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan emperyalistleri Çin’e saldırırlar.

Çin topraklarının bazı bölümlerini açıktan işgal ederler, bazı yerleri de “kiralama” yaftasıyla kontrolleri altına alır, ülkeyi  sömürge, yarı-sömürge haline getirirler. Ayrıca “savaş tazminatı”na tabi kılarlar. Ticari limanları da kendi denetimleri altına alarak işletirler. Böylece gümrük ve ticari kontrolü ele geçirerek mallarını Çin’e serbestçe sokarlar. Çin’deki malları da rahatlıkla çıkarıp kendi ülkelerine ithal ederler. Bu gelişmiş kapitalist devletler, meta ihracına dayalı talan ve yağmaya bağlı olarak, giderek Çin’i borçlandırırlar. Emperyalist aşamaya geldikçe sermaye ihracını daha öne çıkarır ve Çin’i kendilerine iyice bağımlı kılarlar. Ayrıca Çin’de askeri alanda kara ve  deniz kuvvetleri de oluşturulur.

Ekonomik olarak ilhak ettikleri Çin’i,siyasi ve askeri olarak kendilerine bağımlı kılarak, ülkeyi kendi hegemonyaları altına alırlar. Artık bir dönemlerin feodal imparatorluğu olan Çin, emperyalist devletlerin hegemonyası altında yağmalanan, talan edilen ve bağımlı kılınan bir pazar halini almış, emperyalistler tarafında komprador ve tefeci tüccar sınıf yaratılmıştır.

 Feodal toprak ağası sınıfı ile kompradorlar, emperyalizmin dayanak sınıfları haline getirilirler. Böylece Çin; sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olmuştur. Tüm bu saldırı ve ilhak, Çin halkının sömürüsünü ve yoksullaşmasını da hızlandırır. Çin köylüleri ve zanaatkar sınıfları giderek iflas ederler. Köylüler, esnaf ve zanaatkarlar, işçiler; emperyalistler ve onlara bağımlı komprador burjuvazi, tefeci-tüccar sınıfları ve toprak ağaları tarafından daha katmerli boyutlarda sömürülürler. Ayrıca emperyalizmin güdümünde toprak ağalarının ve komprador burjuvazinin baskı ve tahakkümü de artarak daha üst düzeylere tırmanır.

O süreçle birlikte Çin halkı, tarihinde en fazla yoksullaştığı, en fazla özgürlükten yoksun kılındığı ve en fazla baskıya maruz kaldığı sürece girer. Tüm bunlar Çin halkının isyanını da beraberinde getirir. Afyon Savaşı’yla birlikte sömürgeci ve emperyalist devletlerin artan sömürü ve saldırıları sonucu ilk başlarda daha çok köylü isyanları baş gösterir. Giderek yoksullaşan köylüler; sömüren, talan eden, baskıyı daha artıran kapitalist-emperyalistlere, toprak ağalarına, komprador burjuvaziye karşı defalarca ayaklanır. Ancak köylü ayaklanmaları, merkezi önderlikten yoksun ve birbirinden kopuk olduğu için genelde bastırılır. Çin köylüleri tarihleri boyunca toprak ağaları, tefeci ve tüccarların ve devletin sömürüsü ve hükmü altında yaşamışlardır.

 

Ezici çoğunluğu topraksız, az topraklı ve yoksul olan köylüler feodalizmden, yarı-feodal sürece kadar bu sömürü ve tahakküm altında yaşamışlardır. Bu tarihsel süreçte Çin’de köylü başkaldırı, isyan ve ayaklanmaları sık sık yaşanmış ve de tarihi gelişmenin itici gücünü oluşturmuşlardır. Ama devrimi gerçekleştiren sınıf olamamışlardır.

 Mao, Çin’deki köylü ayaklanmalarını şöyle değerlendirir:

“Çin tarihindeki kadar geniş çapta köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları hiçbir yerde görülmemiştir. Köylülerin sınıf mücadeleleri, köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları Çin feodal toplumunun gerçek itici gücü olmuştur. Çünkü her önemli köylü ayaklanması ve köylü savaşı, zamanın feodal rejimine bir darbe indirmiş ve böylece bir ölçüye kadar sosyal üretici güçlerin gelişmesini sağlamıştır.

Buna rağmen, o günlerde köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları, proletaryanın ve komünist partisinin bugün sağladığı doğru önderlikten yoksundur. Bunun nedeni, yeni üretici güçlerin, yeni üretim ilişkilerinin, yenisınıf güçlerinin ve ileri bir   siyasi partinin var olmamasıydı. Her köylü devrimi başarısızlığa uğradı ve köylülük değişmez birşekilde toprak ağaları ve soylular tarafından ya devrim sırasında ya da sonra hanedanın değişmesini sağlamak için bir araç olarak kullanıldı; bu yüzden her büyük devrimci köylü mücadelesinden sonra bazı toplumsal ilerlemeler olduysa da feodal iktisadi ilişkiler ve siyasi sistem esas olarak aynı kaldı.

Farklı türden bir değişme ancak son yüzyılda meydana gelmiştir.”(7) Köylülük, evrensel olarak alternatif sınıf olmadıkları için tek başına ve kendi önderliklerinde tarihsel olarak devrim yapacak sınıf değildir. Nitekim tarihsel olarak devrimlere bakıldığında köylülüğün önderliğinde yıkılan ve yerine başka düzenin inşa olduğu devrim yoktur. Sömürülen ve ezilen köylüler, devrime önderlik eden burjuvazinin ve proletaryanın önderliğindeki devrimlerde yer almışlardır. Ama önder sınıf olarak değil, devrime önderlik eden burjuvazinin ve daha sonraları proletaryanın önderliğindeki demokratik burjuva devrimlerinde müttefik güç olarak yer almışlardır.

Devrim sonrasında -toprak ağası ve zengin köylüler dışında yoksul ve küçük üretici konumundaki köylüler işçi sınıfına dönüşmüşlerdir. Elbette ki, feodalizm ve kapitalizmin dönemlerinde tüm ülkelerde bağımsız köylü isyanları ve başkaldırıları olmuştur. Bazı isyanlar bastırılmış, bazı isyanlar sonucu belli haklar elde etmişlerdir. Ancak hiçbir köylü ayaklanması ile mevcut sistemin alt yapısı ve üst yapısıyla alt edilip, yerine yeni bir sistemin inşa edilmesi mümkün olmamıştır.

Ancak köylü ayaklanmaları bastırılsa da Çin halkının 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ayaklanmaları giderek artar. Bu ayaklanmalar sömürülen köylü yığınlarının haklı ve meşru başkaldırılarıdır. Giderek bu ayaklanmalar, tarih sahnesine çıkan ulusal burjuvazinin, aydınların ve proleter sınıf ve halk katmanlarının yer aldığı ayaklanmaları beraberinde getirir.

Çünkü artık emperyalizmin sömürüsü beraberinde bu sınıfları oluşturmuş ve Çin’i yeni bir tarih sürecine sokmuştur. Bu süreç beraberinde yeni saflaşmalar oluşturur. Bu saflaşmanın kriterini Çin’i sömüren, bağımlı kılan ve kendi hegemonyasına alan emperyalizm karşısındaki tutum oluşturmuştur. Düzenin en gericisınıfı olan büyük toprak ağaları, tefeci-tüccar kesimler, emperyalistlerin ilk dayanağını oluştururlar. Burjuvazinin bir kısmı da palazlanır ve emperyalistlerin yörüngesinde hareket eden komprador burjuvaziye dönüşür.

Bu gerici sınıflar, karakterleri gereği emperyalizmin güdümünde halkın çoğunluğuna karşı ittifak oluştururlar. Emperyalizme ve gerici sınıflara karşı bağımsız hareket eden ulusal burjuvazi de vardır.

 (7) Mao, Seçme Eserler 2, s. 296, Eriş Yayınları  

Ulusal burjuvazinin sağ kanadı giderek gerici mevzilere kayarken,sol kanadı emperyalizmin sömürüsünden ve feodalizmin varlığından olumsuz etkilenmektedir. Dışarıdan ihraç edilen komprador kapitalizm beraberinde Çin proletaryasını da oluşturur. Proletarya yeni bir sınıf olmasına rağmen hızla gelişen en ileri sınıftır. Geçmiş dönemin köylülüğü ile küçük burjuvazi de sömürülen ve ezilen sınıflar katmanına giren diğer muhalif sınıflardır. Devrim ve karşı-devrim saflaşması ezen ve ezilen sınıfları karşı karşıya getirir.

Ezilen sınıfların ittifakında önceleri öne çıkan ulusal burjuvazi olmuştur. Dr. Sun Yat Sen önderliğindeki ulusal burjuvazinin Guomindang Partisi 1911 yılının Ekim ayında işçilerin, köylülerin, küçük burjuvazinin desteğiyle başlattığı ayaklanma sonucu Çin Hanedanı’nın istibdat rejimini yıkar.

Vuçang’da başlayan ayaklanma, Çin’in diğer eyaletlerine de yayılır. 1 Ocak 1912 tarihinde Nancing’de Çin Cumhuriyeti Hükümeti kurulur. Sun Yat Sen geçici Başkan seçilir. “Emperyalist baskının bir kurbanı olan Çin burjuvazisi de bir zamanlar 1911 Devrimi gibi devrimci mücadelelere önderlik etti ya da başrollerden birini oynadı.”(8) Ancak Çin ulusal burjuvazisi, uzlaşmacı yapısı sonucu devrimin devamını getiremez. Ve devrim yenilgiye uğrar. Çin Hanedanı’nı devirir ama ulusal burjuvazinin önderliğindeki devrim tamamlanmaz. Köylü sorununa çözüm getiremez.

Bunun sonucu emperyalizmi ve feodal güçlerin baskısını alt edemediği için iktidar Kuzeyli savaş ağası Yuan Şikay’ın eline geçer. Sömürü sistemi ve katmerli baskı ve tahakküm varlığını devam ettirir. Çin tarihine damga vuran hareketlerden biri 4 Mayıs Hareketi’dir. Bu hareket 1911 Hareketi’nden daha ileri bir harekettir. Emperyalizme ve feodalizme karşı tutarlı, aktif ve kararlı bir mücadele yürütülür.

4 Mayıs 1919 tarihinde başlayan bu hareketin olduğu dönem iç ve dış konjonktür emperyalizmin ve yerli gericiliğin en gerilediği, teşhir olduğu ve zayıfladığı bir dönemdir. Çünkü Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmiştir. Bu devrim, Çin’i etkilemiştir. Bunun sonucu hareketin başını çeken aydınlar aktif olarak yer aldıkları harekette anti-emperyalist, anti-feodal sloganlarla sosyalizme olan inançları ilk kez haykırmışlardır. Emekçi kitlelerin ve köylülerin sonradan katıldığı hareket giderek Pekin’den diğer eyaletlere yayılır.

4 Mayıs Hareketi Mao’nun gözlemiyle “Rus Devrimi’nden ve Lenin’in çağrısından doğmuştur.” “4 Mayıs Hareketi, dünya devriminin, Rusya devriminin ve Lenin’in çağrısı (8) sonucunda meydana geldi.

Mao, Seçme Eserler 2, s. 304, Eriş Yayınları    

4 Mayıs Hareketi o günün dünya proletarya devriminin bir parçasıydı. O sırada, Komünist Partisi henüz kurulmamış olduğu halde Rusya Devrimini benimseyen ve komünist ideolojinin temel ilkelerini bilen çok sayıda aydın vardı. Başlangıçta, 4 Mayıs Hareketi, halkın üç kesiminin, yani komünist aydınların, devrimci küçük burjuva aydınlarının ve burjuva aydınlarının (bu sonuncusu hareketin sağ kanadını oluşturuyordu) cephesinin devrimci hareketiydi.

Hareketin eksikliği, aydınlarla sınırlı kalması ve işçilerle köylülerin harekete katılmamasıydı. Ama 4 Mayıs Hareketi 3 Haziran Hareketi’ne dönüştüğünde, yalnızca aydınların değil, proletaryanın, küçük burjuvazinin ve burjuvazinin de katıldığı hareket ülke çapında devrimci bir hareket haline geldi.

 4 Mayıs Hareketi sonucunda doğan kültür devrimi, feodal kültüre karşı uzlaşmaz bir muhalefet yürüttü; Çin tarihinin başlangıcından bu yana hiçbir zaman böylesine büyük ve köklü bir kültür devrimi olmamıştı.”(9) Tüm bu gelişmeler Çin’i tarihsel olarak yeni bir sürece sokar. Bu süreç Çin tarihinde ilk kez komünist partisinin oluştuğu dönemi beraberinde getirir. Zaten sınıf çelişkilerinin giderek keskinleşmesi, emperyalizmin ekonomik ve siyasi tahakkümünün de uç boyutlara tırmanması, komünist partisinin oluşmasının objektif koşullarını oluşturuyordu.

Bununla beraber dışta 1917 Ekim Devrimi ile içte 1919’daki 4 Mayıs Hareketi, komünist partisinin oluşmasının subjektif koşullarını oluşturur. Sosyalizme olan sempati bu hatta örgütlenmeyi zorunlu kılar. Bunun sonucu 1921’de ÇKP kurulur.

Komünizme sempati duyan aydınlar ve sınıf bilinçli proleterler ve emekçilerin saflarında yer aldığı komünist partisi böylece sınıf mücadelesinde ve gerici Çin Devleti’ne karşı mücadelede yer alır. Bunun sonucu olarak Çin’de artık öncü güç burjuvazi değil, proletarya olur. Burjuvazinin tarihsel olarak gericileşmesi demokratik devrime önderlik rolünü proletaryaya devrediyordu.

Her ne kadar Çin’de ulusal burjuvazi olmasına karşın, burjuvazinin esas kesiti tekelci ve komprador karakter alarak devrimin önünde engel teşkil etmiştir. Bunun sonucu artık devrimin öncü müfrezesini sınıf bilinçli proletarya ve komünist partisi oluşturmuştur.

Çin’de demokratik devrim olmadığından sosyalist devrimden evvel tarihsel olarak burjuvazinin yapması gereken burjuva demokratik devrim ÇKP’nin gündemindeydi. Sosyalist devrim demokratik devrimin yerine getirilmesiyle gündeme gelecekti. Bu gerçeği Mao daha o zamanlar görüyor ve ÇKP’nin önüne bu asgari programı koyuyordu:

(9) Mao, Seçme Eserler 2, s. 363, Eriş Yayınları

 

“Üçüncü Enternasyonal’in Çin konusundaki kararı ile tam bir görüş birliği halindeyiz. Hiç kuşkusuz Çin, hala burjuva demokratik devrimi aşamasındadır. Çin’de tam bir demokratik devrim programı, tam bir ulusal kurtuluşa ulaşmak için dışta emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayı, içerde ise kentlerde komprador sınıfın iktidar ve etkisinin yokedilmesini, köylerde feodal ilişkilere son vermek için tarımsal reformun tamamlanmasını ve savaş ağaları hükümetinin devrilmesini kapsar.

 Sosyalizme geçmek için gerçek temelleri atmadan önce böyle bir demokratik devrimden geçmemiz gerekir.”(10) Böylece Çin’de burjuva demokratik devrimi örgütleyecek ve önderlik edecek parti, demokratik devrim programını önüne koyar ve o doğrultuda hat izler.

ÇKP böylesi bir ihtiyacın ürünü olarak Sovyet Devrimi ve 4 Mayıs Hareketi sonucu oluşur ve Çin Devrimi’nde yerini alır……

Devam edecek...............

1924-1927 İç Savaşı ve ÇKP Guomindang Cephesi ÇKP’nin üstlendiği demokratik devrim, artık eski tarz değil yeni demokratik devrimdir. Gericileşen burjuvazinin artık devrime önderlik eden sınıf olmaktan çıkıp, devrime engel teşkil etmesi devrimin öncü müfrezesini değiştirmiştir. Devrimin anti-feodal muhtevası, özü, rolü devam etmesine karşın devrime önderlik eden sınıf ve parti değişir, devrimin hedefini oluşturan toprak ağaları, tefeci-tüccar sermayesi sınıflarına emperyalist ve komprador burjuvazi sınıfları da dahil olurlar.

Bu minvalde devrime önderlik eden ÇKP, ML’in evrensel ilkelerini, Çin’in öznel durumu ve somut pratiğiyle birleştirir. Bunun sonucu anti-feodal, anti-emperyalist örgütlenmeye ve mücadeleye gidilir. Gerici sınıflara ve devlete karşı sömürülen, ezilen ve baskı ve tahakküm altında tutulan halk katmanları devrim saflarına çekilir. Bu misyonu üstlenen ÇKP, beraberinde ulusal burjuvazinin sol kanadı ve partisi Guomindang ile de ittifak oluşturma kararı alır.

Ve bu doğrultuda adım atılır ve ulusal burjuvaziyle birlikte diğer halk güçlerinin de içinde yer aldığı cephe oluşturulur. “1924’te Dr. Sun Yatsen, Çin Komünist Partisi’nin önerilerini kabul ederek, Komünistlerin de katıldığı Guomindang Birinci Milli Kongresi’ni topladı: Rusya ile ittifakı, Komünist Partisiyle işbirliğini ve köylülerle işçilere yardımı öngören Üç Büyük Siyaseti benimsedi.

 Vampoa Askeri Akademisi’ni açtı ve Guomindang, Komünist Partisi ve halkın bütün kesimlerinin milli birleşik cephesini kurdu. Bunun sonunda, Kvangtung Eyaleti’ndeki gerici güçler 1924-1925’te yok edildi, muzaffer Kuzey Seferi 1926-1927 boyunca sürdürüldü. Yangze ve Sarı Irmak boyunca birçok bölge zaptedildi.

Partizan/110 (10) Mao, Askeri Yazılar, s. 54, Sol Yayınları  

 Kuzeydeki savaş ağası hükümeti yenilgiye uğratıldı ve halkın kurtuluş mücadelesi o güne kadar Çin tarihinde görülmemiş bir ölçüde yayıldı.”(11) Görüldüğü gibi ÇKP Guomindang’a yaptığı teklifle cephe kurar. Bu cephe, ulusal burjuvaziyle birlikte köylüleri ve işçileri de içine alır. Çin’de ilk kez oluşturulan cephe tüm halk güçlerinin saflarında yer aldığı cephedir.

 Bu cephe içinde yer alan sınıfların ortak çıkarları üzerine oluşturulmuştur. Böylece emperyalizm ve uşaklarının katmerli baskısı altındaki sınıflar bir araya gelerek birlikte mücadele verirler.

Onları birleştiren ve aynı mevzide mücadeleye sevk eden anti-emperyalist, anti-feodal güzergâh olmuştur. Komünist partinin öneri ve öncülüğünde oluşturulan bu cephenin siyasi temelini Üç Halk İlkesi, Üç Büyük Siyaset oluşturur. 17 Ekim Devrimi’nden ve ÇKP’nin kuruluşundan evvel Guomindang’ın gündeme getirdiği Üç Halk İlkesi, eski sürece tekabül ediyordu. Daha Ekim Devrimi’nin yapılmadığı ve Çin özgülünde Komünist Partisi’nin oluşmadığı süreçte, Sun Yat Sen önderliğindeki Guomindang tarafından belirlenen bu eski Üç Halk İlkesi’ni “Milliyetçilik, Demokrasi ve Halkın Refahı” hedefleri oluşturuyordu.

 1908 Yuan Ayaklanmasısonrası oluşturulan eski dönemin Üç Halk İlkesi, o günün koşullarına uygun düşen doğrudan burjuvazinin önderliğindeki demokratik devrimin ilerici hedeflerini içeriyordu. Dolayısıyla “Eski Üç Halk İlkesi eski dönemde devrimci idi ve bu dönemin tarihi özelliklerini yansıtıyordu.”(12)

Ancak 1917’de Ekim Devrimi’nin olması, 1 Temmuz 1921’de ÇKP’nin kuruluşu ve halkın birleşik cephesi koşullarının oluşmasıyla beraber, 1924 tarihinde yeni kategoriye dahil Üç Halk İlkesi gündeme gelmiştir. Bu gerçek görülmeli, eskiden doğru olan ama bu koşullarla beraber içeriği değişen ve eskinin yerini alan yeni Üç Halk İlkesi görülmeli ve pratiğe uygulanmalıydı.

Nitekim Sun Yat Sen, bu gerçeği görmüş, Guomindang’ın 1. Kongresi’nde eskinin yerine yeni koşulların Üç Halk İlkesi’ni gündeme getirmiştir. Mao da bu değişikliği tasvip etmiştir: “Bildiri, Üç Halk İlkesi’nin tarihindeki iki dönemi ayırt eder. Üç Halk İlkesi, bildiriden önce, eski sınıflamaya aitti; yarı-sömürge bir ülkede eski burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, eski demokrasinin Üç Halk İlkesi, eski Üç Halk İlkesi’ydi. Bildiriden sonra ise Üç Halk İlkesi yeni bir sınıflamaya girdi, yarı-sömürge bir ülkede yeni burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, Yeni Demokrasi’nin Üç Halk İlkesi, yeni Üç Halk İlkesi haline geldi. Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi sadece ve sadece bunlardır.

Partizan/111 (11) Mao, Seçme Eserler 3, s. 265, Kaynak Yayınları (12) Mao, Seçme Eserler 2, s. 357, Eriş Yayınları

Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi, yeni ya da gerçek Üç Halk İlkesi, Rusya’yla ittifak, Komünist Partisiyle işbirliği ve köylülere ve işçilere yardım şeklindeki Üç Büyük Siyaseti kapsar. Bu Üç Büyük Siyasetten herhangi birinin olmaması halinde Üç Halk İlkesi yeni dönemde ya sahte ya da eksik olur.”(13) Mao’nun birçok yerde belirttiği gibi Üç Halk İlkesi, ÇKP ile beraber Sun Yat Sen önderliğindeki Çin milli burjuvazisinin esasta ortak hedeflerini oluşturur. Ama bu hedef, Çin ulusal burjuvazisinin azami programıdır, ÇKP’nin ise asgari programıdır. Çin’de o dönem gündemde olan demokratik devrimin programıdır. ÇKP elbette ki bu asgari programla yetinmeyip, azami programı da önüne koyarak kesintisiz devrimle sosyalizmin inşasını da üstlenecektir.

Ancak sosyalizmin inşasından evvel o süreç ÇKP’nin önüne demokratik devrim aşamasını koymuştur ve mücadele o minvalde verilecektir. O tarihsel süreç feodalizmin tasfiyesi, emperyalizmin kovulması ve komprador kapitalizmin tasfiyesi görevi demokratik devrimin asli hedefini oluşturmuştur.

Üç Halk İlkesi bunu içermektedir. Mao, Üç Halk İlkesi mücadelesinin, ÇKP’nin asgari programını içerdiğini ve demokratik devrimin esas görevinin olduğunu müteakip defalar belirtmiştir: “Ancak bu Üç Halk İlkesi, özünde daha önceki, eski Üç Halk İlkesi’nden farklı olarak, bir Yeni Demokrasi programıdır. Kuşkusuz bunlar ‘Çin’in bugün ihtiyaç duyduğu şeyler’dir ve yine kuşkusuz ‘Partimiz, onların tam olarak gerçekleştirilmesi için savaşmaya hazırdır’. Biz Çin Komünistlerine göre, Partimizin asgari programı için mücadele ile Dr. Sun’un devrimci ya da yeni Üç Halk İlkesi için mücadele, (her bakımdan olmasa bile) temelde tek ve aynı şeydir. Bu nedenle Çin Komünistleri geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de devrimci Üç Halk İlkesi’nin en içten ve en titiz uygulayıcıları olacaklardır.”(14)

1924-1927 İç Savaş başlar. İlk başlarda emperyalistlerin desteğindeki büyük toprak ağalarına karşı verilen mücadelede büyük başarılar elde edilir. ÇKP-Guomindang ittifakına dayalı köylüler, işçiler mücadeleye seferber edilir ve İngiliz emperyalistleriyle işbirliği yapan Kanton bölgesindeki gerici toprak ağaları ve kompradorların askeri gücü “Tüccar Kıtası” yenilgiye uğratılır.

Ardından Kanton’dan çıkan devrimci ordu, yaptığı Doğu Seferi’nde bölgenin köylüleriyle birlikte bölgenin savaş ağasını da yenilgiye uğratır. Daha sonra Kanton’a tekrar dönen halkın birleşik cephesi, bölgedeki diğer karşı-devrim güçlerini, savaş ağalarını yok eder. Bu mücadele, emperyalizmin uşakları feodal güçlere ve komprador burjuvaziye karşı verilir ve onlara karşı darbe vurur.

Ancak bu başarının devamı gelmez.

Partizan/112 (13) Mao, Seçme Eserler 2, s. 353, Eriş Yayınları (14) Mao, Seçme Eserler 3, s. 292, Kaynak Yayınları

Guomindang’ın önderi Sun Yat Sen’in savaş döneminde ölümü üzerine, Guomindang önderliği ulusal burjuvazinin gerici kliğinin ve kompradorlaşan burjuvazinin temsilcisi olan Çan Kay Şek’e geçer ve gerici klik devrime ihanet eder. Guomindang artık karşı-devrim saflarında yer alır ve Sun-Yat Sen döneminde oluşturulan ulusal cephe bozulur.

Bir dönemler proletarya, köylüler ve küçük burjuvazi ile aynı cephede yer alan ulusal burjuvazinin örgütsel yapısı düşman olurlar. Bu durum birbirlerine karşı yeni saflaşma ve çatışmayı beraberinde getirir. Bunun sonucu emperyalizmin güdümünde yer alan Çan Kay Şek ve diğer gerici klikler, Çin halkına karşı saldırıya geçerler. Artık Goumindang, karşı-devrim hattında yer almıştır. Mao’nun deyimiyle, burjuva demokratik devrim yarı yoldayken, Guomindang şehirlerde komprador burjuvazinin ve köylük bölgelerde savaş ağalarının partisi haline gelmiş ve karşı devrim yoluna girmiştir. “Çin’in ivedilikle bir burjuva-demokratik devrimine ihtiyacı vardır ve bu devrim yalnız proletarya önderliğinde tamamlanabilir. Proletarya, Guangdung’dan başlayarak Yangze ırmağına doğru yayılan 1926-1927 devrimine sağlam bir biçimde önderlik edemediği için, komprador ve toprak ağası sınıfları önderliği ele geçirdiler ve devrimin yerini karşı-devrim aldı.

Böylece burjuva-demokratik devrim geçici bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, Çin proletaryası ve köylülüğü için de aynı zamanda Çin burjuvazisi için de (ama komprador ve toprak ağası sınıfları için değil) ağır bir darbeydi.”(15) Mao bu dönemi değerlendirirken geçici yenilgiden bahseder. Bunun sonucu burjuva demokratik devrim hedefine ulaşamaz ve kesintiye uğrar.

Kazanılan mevziler yitirilir ve halkın oluşturduğu cephe de dağıtılır. Guomindang’ın gerici kliğinin ihaneti yenilgiye ve halk güçlerinin oluşturduğu ittifakı yitirmelerine neden olur. Yenilginin bir diğer nedeni de ÇKP’nin iç yapısındaki durumdur. ÇKP içinden çıkan tasfiyeci, Troçkist ve karşı devrime meyillenen kliğin giderek önderliği ele geçirmesidir. 1927 yılında Guomindang’ın karşı-devrim saflarında yer almasıyla beraber, aynı tarihlerde ÇKP önderliğinin de devrim mücadelesinde teslimiyetçi bir hatta girmesi yenilginin diğer nedenini oluşturur.

Guomindang’ın devrime ihanetinin yanında, önderliğin de rolünü ve oynaması gereken misyonu yerine getiremeyişi alınan yenilginin subjektif nedenini oluşturmuştur. Mao yoldaş bunu açıkça vurgular:

Partizan/113 (15) Mao, Seçme Eserler 1, s. 62, Eriş Yayınları

“Ne var ki, bu devrim yenilgiyle sonuçlandı, çünkü 1927’de, o zamanlar bizim müttefikimiz olan Guomindang’taki gerici klik devrime ihanet etti, çünkü o zamanlar emperyalizm ve gerici Guomindang kliğinin birleşik kuvvetleri çok güçlüydü ve özellikle Partimizde, Cen Dusiu’nun temsil ettiği sağcı ideoloji bu devrimin bitim döneminde (altı ay kadar) Komünist Enternasyonal’in ve Stalin yoldaşın birçok akıllıca direktifini reddeden, Mao Zedung yoldaş ve öbür yoldaşların doğru görüşlerini reddeden teslimiyetçi bir politikaya dönüştü ve Parti’nin yönetici organına hakim oldu; (abç) bunun sonucu olarak, Guomindang devrime ihanet edip, halka birden saldırdığında, Parti ve halk etkili bir direnme hareketi örgütleyemedi.”(abç) (16)

Cen Dusiu’nun önderliğindeki bir avuç Troçkist kırmasının yer aldığı yönetici organ, Guomindang’a karşı teslimiyetçi tavır aldı. Son altı ayda Parti ve halk devrimci kulvardan kopuk teslimiyetçi bir hatta sokulmak istendi. Önderliği ele geçiren sağcı ve teslimiyetçi klik ÇKP’nin önüne koyduğu demokratik devrime karşı çıktı. Toprak Devrimi reddedildi. Ayrıca “sosyalist devrimin yapılması için gelecek günlerin beklenmesi” ve “Milli Meclisİçin” sloganıyla devrimci hareketin yok edilmesini savundular.

Mao ve komünist yoldaşları, devrime ihanet eden, teslimiyetçi Cen Dusiu güruhuna karşı aktif ideolojik-örgütsel tavır takındılar. Onların uzlaşmacı, teslimiyetçi, tasfiyeci ve partiye karşı hizip oluşturan pratiklerine karşı, parti ilkeleri doğrultusunda alınan tavırla partiden ihraç edildiler. Sonradan karşı-devrime yönelen Cen Dusiu kliğine karşı alınan kararlı tavırla partinin önü açıldı.

Elbette ki ÇKP, bu dönemi değerlendirdi. ÇKP Merkez Komitesi, 7 Ağustos 1927’de yaptığı olağanüstü toplantı sonucu sağ oportünizme tekabül eden hata ve zaafları belirleyerek mahkum etme ve partiyi daha ileriye taşıma kararı alındı. Ve bu doğrultuda hareket edildi. Bunun sonucu, önderliğin rolü ve önemi daha iyi kavrandı. Çünkü önderliğin sapması partiyi olumsuz etkilemiş, demokratik devrim hattından belli kopukluklar içerisine girilmişti. Silahlı mücadelenin önemi 1926’daki Kuzey Seferi’ne katılana kadar yeterince kavranamamış ve demokratik devrimin askeri stratejisi doğrultusunda gereken pratik hat izlenmemiştir.

Bunun sonucu askeri örgütlenme, askeri strateji ve taktikler öne çıkarılamamıştır. Kitle örgütlenmesi askeri örgütlenmeden kopuk olmuştur. Guomindang gerici saflarda yer aldığında kitle hareketi çökmüştür. Silahlı mücadelenin önemi ve kesintisiz sürdürülmesi tahlili kendisini bir kez daha doğrulamıştır.

Partizan/114 (16) Mao, Seçme Eserler 3, s. 208, Kaynak Yayınları

Böylece ÇKP, yanlış ve eksiklerden çıkardığı dersleri, doğrularıyla birleştirme ve devrimi daha ileriye taşıma kararı almıştır. Devrimin üç asli görevi olarak bir kez daha parti inşası, ordunun inşası, halkın cephesi kararı alınmıştır. Bu daha net görülmüştür. Bu mevziler daha sağlam temeller üzerine oturtulmalıydı. Bu üçlü mevzi, Çin’deki yeni demokratik devrimin sacayağını oluşturuyordu.

Devam edecek..........

Toprak Devrimi Savaşı

 


30 Eylül 2024 Pazartesi

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi_Halil Gündoğan

https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bay-ozkok-gibilerinin-vicdan-muhakemesi

 Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. 

Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

 

Kan dondurucu soğuklukta ki böylesi bir soru ancak ki akıl ve vicdanını emperyalist haydutların hizmetine sunmuş olanlarca sorabilir. Çünkü genel olarak yeryüzünün ve özel olarak da Orta Doğu’nun tarihsel gerçekleri herkesçe görülebilir yalınlıkla orta yerde duruyor. Böyleyken; yaşanan ve yaşanmakta olanların asli fail ve sorumlusu olarak emperyalist devletler yerine, mağdurları aslı fail ve sorumlular olarak ileri sürmenin başka nasıl bir izahatı olabilir acaba?

 

Özel olarak sadece Orta Doğu’yu konu edinirsek; Bay Özkök bilmiyor olabilir mi Orta Doğu’nun hem öncesi ve ama hem de yakın dönem tarihini? Bilmiyor olabilir mi Orta Doğu’nun yaşadığı bu lanetli “makus talihinin” bir fiil emperyalist devletler marifeti olduğunu?

 Keza bugünün,

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonuçlarının doğrudan kanlı mirası olduğunu bilmiyor olabilir mi?

Keza bugünün Orta Doğu’sunun özgün sorunlarının başında gelen “Filistin sorununun” bir fiil ABD ve İngiliz emperyalistlerinin eseri olduğunu bilmiyor olabilir mi? Dünya halklarının en önde gelen baş düşmanlarından olan bu emperyalist güçlerin

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı akabinde, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudileri, tarihi Kenan Ülkesine getirtip orada Siyonist emellerini gerçekleştirebilmeleri için kukla bir İsrail Devleti kurdurttuklarını bilmiyor olabilir mi acaba? İsrail Devleti’nin, kurulduğu tarihten bugüne, sürekli bir şekilde Filistinlerin topraklarının işgaliyle topraklarını büyütmeye devam ettiğini bilmiyor olabilir mi? Son Gazze işgali, sınır tanımayan yıkımı ve Filistin soykırımını bir fiil ve doğrudan ABD ve İngiliz emperyalistleri başta olmak üzere yekvücut Batı Avrupa emperyalist devletlerinin her türlü maddi-manevi desteğiyle yürüttüğünü bilmiyor olabilir mi?

 

Elbette bunların hepsini biliyor. Fakat yalın gerçekleri biliyor olmak bazıları için pek de bir şey ifade etmez. Çünkü böylelerinin vicdan kantarı gerçekleri baz almaz. Onların tek ölçü birimi vardır; o da vicdan ve akıllarını ipotek verdikleri emperyalist haydutların çıkarlarıdır. İşte tamamen böyle olduğu içindir Gazze’yi havadan bombalarla, karadan buldozerlerle yerle bir eden, çoluk çocuk demeden on binlerce sivili katleden, yani Filistinlileri açıkça geleceksizliğe mahkûm eden faşist İsrail Devleti’nin ardında ve yanında duran emperyalist güçlerin yardım ve desteğini bu yıkımdan sorumlu tutmaz.

Tam aksine, gerçeği tersyüz ederek, Hizbullah’ın Filistinlilerle geliştirdiği dayanışma direnişini, Hizbullah’ın İsrail’e savaş açması olarak sunar. Dolayısıyla da İsrail ve ardındaki emperyalist güçlerin gerçekleştirmekte olduğu bu yıkım ve soy kırım savaşının sorumlusunun Hizbullah olduğunu göstermeye çalışır. Örneğin: “İran yanlısı Hizbullah’ın İsrail’e savaş açması Filistin halkına destek değil tam aksine köstek oluyor.”, “Hizbullah Gazze halkının değil İran’ın menfaatlerinin savaşını veriyor orada.” şeklindeki bu sözleriyle. (Aynı yer.)

 

Arsızlıkta sınır tanımama hali bu olsa gerek. Sanki ortada Gazze’nin yıkımı ve Filistin topraklarının işgal ve ilhakı yokmuş, bir halk soykırımdan geçirilmiyormuş da sırf İran çıkarları gereği Hizbullah’ın sebepsiz yere İsrail’e savaş açması durumu varmış!..

 

Oysa ortada Hizbullah tarafından İsrail’e açılmış bir savaş gerçekliği de yok. Emperyalist dünya devletlerinin desteğiyle Siyonist İsrail Devletinin ölçüsüz yıkıcılığı karşısında durup, mazlum Filistin halkının direnişine omuz vermeye çalışmaktan ibaret bir pozisyon. Bunun, savaş literatüründeki yalın karşılığının savunma savaşı olduğu açık değil midir?

Peki bay Özkök bunu bilmiyor olabilir mi?

Keşke cahilliğine verebilmek mümkün olsaydı. Ama maalesef bay Özkök çok bilinçli bir şekilde sorunu manipüle ediyor:

Mazlumu ve destekçilerinin kendilerini savunma direnişini saldırganlık; savaş suçu işlemekten yargılanan soykırımcı, işgalci ve zorba Siyonistleri ve destekçilerini ise masum ve mazlum göstermeye çalışıyor.

 

Görünen o ki bay Özkök kendisini emperyalist güçler ve İsrail Siyonistleri adına psikolojik harp enstrümanı olarak işlevlendirmiş. Ve muhtemelen, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından katledilmiş olmasından duyduğu sevinçle kıçına kına da yakmıştır.  

 

29 Eylül 2024 Pazar

Elektromanyetik Silahlar ve HAARP_ Bahar AŞCI*

Tek bir insanın, burnunu bile kanatmadan tüm elektronik sistemleri devre dışı bırakarak, savaş kazandıracak elektromanyetik silahlar çok yakında adından sıkça bahsettirecek saldırı teknolojileri arasında yerini alacak. 

Yeni nesil savaş diye başladığımız serimizin bu üçüncü sayısında yer vereceğimiz elektromanyetik silahlar özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra silah ve uzay sanayinin ilgi alanı içine girmiştir.

 Peki nedir bu elektro- manyetik silahlar ve nasıl doğmuştur?

İmha endüstrisinde ‘E-Bomb’ (elektronik bomba) olarak anılan bu silah radyo dalgalarını kullanarak hedef aldığı bölgedeki tüm elektronik sistemleri devre dışı bırakan ve ilk olarak Nicola Tesla1 tarafından düşünülmüş fakat yapımı gerçekleştirilememiş yeni nesil bir silahtır.

Tesla’nın çalışmaları2 ölümünden sonra incelenmeye devam etmiş ve sistemi çalışılabilir hale getiren herşey 1962 yılında başlamıştır. O yıllarda atmosferin 30 km üstünde nükleer bomba denemesi yapan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), patlamanın neden olduğu gamma ışımasının 1200 km uzaklıktaki radyo istasyonlarını kullanılmaz hale getirdiğini fark edince çalışmalarının yönünü nükleer silahlardan bu alana çevirmiştir. İstasyonlar 1 saniyeden daha az bir süre devre dışı kalsa da burada önemli olan, hiçbir insanın bundan zarar görmemiş olmasıydı.3

 

İnsan hayatının giderek önem kazandığı 21. yüzyılda devletler ordular için asker bulmakta zor- lanırken, insansız teknolojiler ilginin artmasına sebep oldu. Atom bombası ve nükleer bomba gibi bombaların kitlesel zararları, o dönemde, dikkatleri daha masum gibi görünen elektromanyetik dalgalara yoğunlaştırdı. Hâl böyle olunca ABD’nin New Mexico eyaletindeki Kirtland Hava Üssü’nde konuyla ilgili pek çok çalışma başladı.4 Zaman içinde de bu çalışmalar tüm dünyaya yayıldı ve ABD dışında Avrupa Norveç’te, Rusya ise Ukrayna ve Tacikistan’da benzer çalışmaları yapmaya devam etti.

Ancak bunlardan en çok dikkat çekeni ve kamuoyunun tepkisine sebep olanı

 HAARP’tır

(High Frequency Active Auroral Research Program – Yüksek Frekanslı Aktif Atmosfer Programı).

 

HAARP Nedir?

Dünyanın en büyük ve en güçlü radyo transmiterlerinden (iletici) birini imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri tarafından ortaklaşa finanse edilmekte olup, 30 milyon dolarlık programı Alaska Üniversitesi yürütmektedir.5

1993 yılında başlayan çalışmalar Alaska’da, Gakona Askeri Üssü yakınlarında gerçekleşmektedir. Resmi amacı iyonosferde6 araştırma yapmak olan projenin gerçekleşmesinde 3

devam edecek.....................

Amerikan şirketi rol oynamaktadır. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri olan ARCO Power Technologies Incorporated (AP-TI)7, projenin inşaasına başlayan müteahhit şirkettir. Ardından, Haziran 1994’te ARCO, patentleri ve ikinci safha inşaa kontratlarını E-Systems’e satmıştır.

 E-Systems de genellikle istihbarat servislerine iş yapan, dünyadaki en büyük müteahhit şirketlerden biridir. Başta CIA olmak üzere savunma istihbarat örgütlerine iş yapmaktadır. Proje devam ederken

E-Systems hisseleri de yine dünyadaki önemli savunma müteahhitlerinden biri olan Raytheon tarafından satın alındı. 1994’te Raytheon, Fortune Dergisi ilk 500 listesinde 42. sıradaydı. Böylelikle projenin omurgası Raytheon oldu8.

Amerikalı yetkililere göre projenin amacı;

•           Atmosferdeki termonükleer araçların elek- tromanyetik vuruşlarını değiştirmek,

•           Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,

•           Radar sistemlerini geliştirmek,

•           Geniş bir alanda, Amerikan ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,

•           Toprağın altını çok de- rinlere kadar incelemek,

•           Geniş alanlarda petrol, doğalgaz ve yeraltı kaynağı tespit etmek,

•           Hava saldırılarını havada etkisiz hale getirmektir.9

Ancak projenin karşıtlarından olan Prof. Dr. Gordon J.F. Mac Donald’a10 göre, elektromanyetik teknoloji daha fazlasını da yapabilir.

•           İklimleri değiştirebilir,

•           Kutuplardaki buzulları eritebilir ya da yerinden oynatabilir,

•           Ozon tabakası ile oynayabilir,

•           Depremlere sebep olabilir,

•           Tsunamileri kontrol edebilir,

•           İnsan beynini kontrol altına alabilir,

•           Termonükleer patlamalara sebep olabilir. Bu kaygıları ortadan kaldırmak içinse Amerikan Hava Kuvvetleri, iklim kontrolü amaçlayan “Spacecast 2020”11 projesi ile ilgili olarak “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek ya da zarara uğratmak yasaktır” açıklamasını yapmıştır.

Özünde HAARP gizli bir proje değildir ve Pentagon, HAARP’ın varlığını inkar etmemektedir. Projenin internet sitesinde12 her türlü gelişme yayınlanıyor olsa da tepkiler, bir antinükleer aktivist olan Dennis Specht’in Nexus adlı dergiye HAARP konulu bir makale yazmasıyla başlamıştır.13 Specht’in ardından Dr. Nick Begich ve Jeane

…………………………….

 7 Gary Smith, ARCO, Eastlund and the Roots of HAARP, Earth Island Journal, Fall 94.

8  Patrick Bailey, Nancy Worthington, “History and Applications Of Haarp Technologies: The High Frequency Active Auroral Research Program”, Intersociety Energy Conversion Engineering Conference, The 32nd IECEC, July 27 - August 1, 1997.

9  Peter Schwartz, Doug Randall, “An Abrupt Climate Change Scenario and Its Implications for United States National Security”, October 2003.

10  MacDonald, “Climatic Consequences of Increased Carbon Dioxide in the Atmosphere”, David A. Berkowitz, Arthur M. Squires (Eds.)

Power Generation and Environmental Change, Cambridge: MIT Press, 1971, ss 246-262.

11 Jay W. Kelley, “SPACECAST 2020 Final Report”, Vol.1, Defence Technical Information Center, June 1992.

12   http://www.haarp.alaska.edu, projenin internet sitesinin adresidir.

13   Dennis Specht, “HAARP: Vandalism In The Sky”, Nexus Magazine, Vol.3, No.1, 1995.

....................................

 Manning de en kapsamlı araştırmayı yapıp çalışmalarını Angels Don’t Play This HAARP – Advencis in Tesla Technology adlı kitapta sunmuşlardır.

Begich ve Manning tarafından yapılan araştırmalar, HAARP projesinin derinliklerine ışık tutmuştur. Amerikan Hava Kuvvetleri dökümanlarında, insanın zihinsel eylemlerini manipule ederek değiştirme çabası içinde olan bir sistem geliştirildiğinin ortaya çıkması araştırmaların sonuçlarından biriydi.

Bu teknolojiden de en çok Carter’ın eski ulusal güvenlik danışmanı olan Zbigniew Brzezinski ve Johnson’ın bilimsel danışmanı ve aynı zamanda UCLA’da Jeofizik profesörü olan J.F.Mac Donald bahsetmektedir.

Elektromanyetik Silahların Gelişimi

ABD uzayla, 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ciddi bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır. Bu derin ilginin nedeni, roket teknolojisinin başlangıcının -nükleer teknolojinin de eşliğiyle- bu dönemde ortaya çıkmasıdır. İlk çalışmalar sonucunda gürültü bombaları ve rehberli füzeler ortaya çıkmıştır.

Roket ve nükleer silah teknolojisi aynı zamanda, 1945-1963 yıları arasında gelişmiştir. Bu süre zarfında yeryüzünün üstünde ve altında şiddetli nükleer testler tecrübe edilip,14 iyonosfer ve stratosfer üzerine yapılan çalışmalar sonucu atmosferin bir parçası olan ve evrenden solar ve galaktik rüzgarlarla gelen protonlar, elektronlar ve alfa parçacıkları gibi yüklü parçacıkları tutarak dünyayı koruyan “Van Allen Belts15” (Van Allen Kemerleri) bulunmuştur. Bu kemerler ABD’nin ilk uydu operasyonu -Explorer I- sırasında 1958’de keşfedilmiştir.

Ağustos-Eylül 1958 arasında ABD, “Argus Projesi16” adı altında 3 nükleer bomba ve 2 de hidrojen bombası deneyi yapmıştır. Bu projenin amacının, yüksek irtifadaki nükleer patlamaların elektromanyetik titreşim (EMP) nedeniyle radyo iletimlerine ve radar operasyonlarına etkisine değer biçmek, jeomanyetik alanlar ve onun için- deki yüklü parçacıkları daha iyi anlamak olduğu söylenmiştir.17

…………20 Ağustos 1961’de Amerikan ordusu iyonosferde bir “telekomünikasyon kalkanı” yaratmayı planlamıştır. Bu kalkan 3000 km yükseklikte kurulacaktı. Kalkanın iyonosferde kurulma sebebi manyetik fırtınaların ve güneş ışınlarının telekomünikasyona zarar verme ihtimaliydi……………

9 Temmuz 1962’de Pentagon “Project Starfish” (Starfish Projesi) adı altında iyonosferle ilgili bir dizi yeni deney yapmaya girişti. Bu deneyler alt Van Allen kemerine zarar verdiği için durduruldu.

1968’de “Solar Power Satellite Project (SPS- Solar Güç Uydusu Projesi) ile güneş enerjisiyle çalışan ve her biri, bir ada büyüklüğünde olan uydular üzerine çalışıldı.

1975’de fırlatılan Saturn 5 Roketi Projesi) atmosferde yandı.

Bu yanma iyonosferde büyük bir delik açtı.18

 

1978’de SPS Projesi üzerine yeniden çalışılmaya başlandı. … Bu dönemde antibalistik füzeler için uydu ışın silahları üzerine çalışıldı.

Yüksek enerjili lazer ışınlarının bir “termal silah” olarak düşman füzelerini yok etmek için en uygun araç olduğu ileri sürüldü.

SPS aynı zamanda psikolojik ve insansız bir silahı da ifade etmekteydi. Lazer ışınları güç bataryaları bir SPS uydusundan diğer uydulara veya platformlara yayılabilecekti. SPS’in dünyanın herhangi bir yerindeki askeri operasyonda ihtiyaç olunan enerjiyi iletme kapasitesinden bahsedilmektedir. Bunların dışında, gözetim ve erken uyarı sistemlerinde gelişmeler, düşman ordularının yayınını bozma ve iyonosferde fiziksel değişiklikler yaratma yeteneğine sahiptir.

1970’lerin sonlarında Pentagon, düşmana ait nükleer çevrede iletişimin radyo ve televizyon tek- nolojisinde kullanılan geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilemediğini farketti.

1982’de bir komuta kontrol elektronik alt sistemi geliştirildi.

“Ground Wave Emergency Net-work (GWEN)” (Toprak Dalgası Acil Şebekesi ) denilen bu sistemle roketler monitörden izlenip kontrol edilebiliyordu.

…………………………………………………….

14-Nick Begich, Jeane Manning, Angels Don‘t Play This Haarp: Advances in Tesla Technology, 1997, s.6.

15-http://spacemath.gsfc.nasa.gov.

16-Rosalie Bertell, Haarp Projesinin Arkaplanı, Eartpulse Press, 1999.

17-http://www.projectargus.eu/ .

18-Bertell, a.g.e.

 Devam edecek.....

1981 yılında “Orbit Maneuvering System” (OMS)19 (Yörünge Manevra Sistemi) ile uzay me- kikleri için SPS uzay platformları inşaası plan- landı. NASA’nın ürettiği uzay mekiğinin iyonosfere enjekte ettiği gazların iyonosfere etkisi üzerine çalışıldı. Deneyler sonucunda ABD iyo- nosferik delikler açabildiğini gördü. 1985 yılında yeni mekik deneyleri yapılmaya başlandı. 1980’lerde ABD yılda 500-600 civarinda roket fırlatıyordu. Bu sayı 1989’da zirveye (1500 adet) ulaştı. Bütün bu deneylerin atmosfere ciddi etki- leri oldu.

1986’da, Çernobil faciasından hemen önce, ABD Mighty Oaks (Güçlü Meşeler) olarak bili-……….nen Nevada’daki test bölgesinde hidrojen bombası deneyleri yapıyordu. Bu deneyler X ışınları ve parçacık ışını silahlarının geliştirilmesi programının bir parçasıydı. ABD 1991’de Körfez Savaşı sırasında elektromanyetik titreşim silahları (EMP) olarak adlandırılan silahlarını test etti.

1993 yılında başlatılan HAARP projesi işte tüm bu de- neylerin devamı ve Star Wars20 programının bir parçası durumundadır.21

 HAARP, Geri Dönüşü Olmayan Bir Yolculuğun Son Basamağı mı?

1970 yılının başlarında Z. Brzezinski22, yavaş yavaş ortaya çıkacak, teknoloji bağımlı “daha kontrol edilebilir ve daha yönetilebilir bir toplum”u öngörmüştü. Bu topluma, oy kullananları etki altında bırakacak bir elit grup tarafından hükmedilecekti. Bu elit, halkın davranışlarını etkilemek ve toplumu yakın gözetim ve kontrol altında tutmak için son modern teknikleri kullanarak politik amaçlarına ulaşmada tereddüt etmeyecekti.

Begich’e göre23 Brzezinski’nin tahminleri doğru çıktı. Bugün, söz konusu elit için birkaç yeni araç ortaya çıkmıştır. Araçları kullanma izni için politikalar zaten hazırdı. Ortadaki sorun ise şuydu: Amerikan halkı nasıl yavaş yavaş kontrol edilebilir tekno topluma dönüşecek? Brzezinski, kitleleri ikna edebilmek için kademe taşları arasında, devam eden sosyal krizleri ve kitle medyasının kullanımını umut ediyordu.

Aydınlar projeye karşı çıkarken Amerikan Kongresi’ne ait kayıtlar, iyonosfere gönderilen sinyallerle dünyaya nüfuz etmek için, HAARP’ın kullanımıyla meşgul olmaktaydı. Bu sinyaller gezegenin içinden kilometrelerce derine bakarak, yeraltı askeri gereçlerinin, minerallerin ve tünellerin yerini bulmak için kullanılacaktı.

 Senato 1996’da sadece bu yeteneği geliştirmek için 15 milyon dolar ödenek ayırdı. Aydınların karşı olmasının sebebi ise sistemi çalıştıracak radyo dalgaları için gerekli olan frekansın, insanın zihinsel fonksiyonlarının tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde olmasıydı. Ayrıca çalışma sadece insanlar için değil, hayvanlar için de zararlı

----------------------------------------------------

19-http://science.ksc.nasa.gov/shuttle/technology/sts-newsref/sts-oms.html.

20-Bob Fitrakis, Rods from Gods: The Insanity of Star Wars, Free Press, 24 June 2004.

21-Bertell, a.g.e.

22-Zbigniew Brzezinski, Between Two Ages: America’s Role in the Technetronic Era, New York: Viking Press, 1970.

23-Begich, Manning , a.g.e. s.52.

olacaktı. Balıkların ve vahşi hayvanların (ki kendi rotalarını bulmak için rahatsız edilmemiş enerji alanı üzerinde ilerlemeleri gerekmektedir) göç modelleri üzerinde pek derin etki etmesi muhtemeldi.

Başta Dr. Nick Begich ve Jeane Manning’in araştırmaları olmak üzere tüm araştırmacıların çalışmaları, HAARP’ın pek de masum bir girişim olmadığının işaretlerini vermektedir. Dünya ülkelerinin neredeyse yüzde 80’i küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadele sağlamaya yönelik bir anlaşma olan Kyoto Protokolü’nü imzalarken ABD bu anlaşmayı onaylamamıştır.24

Bu görüşlere göre HAARP tamamlandığı zaman ABD’nin elindeki muhtemel kabiliyetler şunlar olacaktır:

-            Atmosferi manipüle etmek,

-            Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak,

-            Kendi komünikasyon sistemini geliştirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.

ABD’nin bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarını nasıl kullana geldiği düşünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapılmak istenenlerin bunlar olmadığını söylemek çok da zor değil.25

 “Ard arda yapılan denemeler, bir taraftan yer istasyonları diğer taraftan uydu ve roket teknolojisi ile yapılan çalışmalar, 1991’de askeri maksatlar için kullanılabilir hale gelmiş miydi?

ABD yüksek ve düşük frekans yaymak suretiyle kullanılan bu sistemi Irak’a karşı kullandı mı?” gibi soruların cevapları kısmen yetkili çevreler tarafından verilmiş olmakla birlikte, olayın kapsamı konusunda tam bir açıklık mevcut değildir.26

Savunma konularında yayın yapan Defence News dergisi 13-19 Nisan 1992 tarihli sayısında elektron ışın jeneratörü Hermes II’nin Çöl Fırtınası harekâtında kullanıldığını yazdı. Dergiye göre, Hermes II ile gönderilen X ve gamma ışınları ile nükleer bomba patladığında ortaya çıkan ışık etkisi taklit edildi.

Amerikan savunma çevreleri, bu cihazın atom bombasını taklit ederek Irak tarafını korkutmak ve psikolojik üstünlük sağla- mak amacıyla kullanıldığını açıkladılar. İyonosferle alakalı projelerle ulaşılan pek çok imkan, doğuracağı korkunç sonuçlar sebebiyle kamuoyuna açıklanabilir özellik taşımamaktadır.

Bu sebeple kamuoyunda infial uyandırmayacağı tahmin edilen; “atom bombasının ışık etkisini taklit” gibi masum sayılabilecek bir hususun kamuoyuna açıklanması diğer güçlerin kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Tam tersine belki benzeri bir kısım olayları perdelemek için dikkatleri başka yöne çekmeye de yarayabilir.

Irak Haberleşmesi Durdu; Amerikan Haberleşmesi Çalıştı

İyonosfer üzerindeki çalışmaların, belli bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma, ama sadece Amerikan haberleşmesini sağlama imkanı verdiğini yazının başında belirtmiştik.   ………Körfez Savaşı’nın özellikle kara harekâtının yapıldığı son döneminde, Irak haberleşmesinin tamamen durduğu ve ileri hatlarla cephe gerisi arasında hiçbir iletişim kurulamadığı biliniyor.

………………..Echeleon tüm e-postalarımızı, sanal sohbetlerimizi, faks, teleks ve telefon haberleşmelerimizi izleyen sistem,

dev kulaktır. ……………………

Amerikan haberleşmesi ise eksiksiz çalışmaya devam etti. O sırada HAARP projesi henüz başlatılmamıştı ama Amerika’nın iyonosfer üzerinde benzeri çalışmaları mevcuttu.

 

HAARP ve Rusya

Rus Savunma Bakan Yardımcısı Orgeneral Vladimir Popovkin, Rusya’nın, uydu sistemleri kullanılarak düzenlenebilecek saldırılara karşı bir “anti-uydu” silahı geliştirdiğini açıkladı. Bu açıklama mevcut silahlanma yarışına dayanak olarak gösterilebilir.

Popovkin’in yaptığı açıklamada, benzer silahların ABD tarafından da geliştirilmeye çalışıldığını ve denendiğini, Rusların bu silahının da ABD’nin yaptığı çalışmalara cevap olarak değerlendirilmesi gerektiğinde açıkladı.

24-Michel Chossudovsky, “The Ultimate Weapon of Mass Destruction: “Owning the Weather” for Military Use”, www.globalresearch.ca, 27 September 2004.

25-Michel Chossudovsky, Washington’s New World Order Weapons Have the Ability to Trigger Climate Change, University of Ottawa Third World Resurgence, January 2001.

26-Simon Singh, The code book: the evolution of secrecy from Mary Queen of Scots to quantum cryptography, Doubleday & Co., New York,

…………………………….

Bu konu ile iligili bir hatırlatma yapmak gerekirse, Türkiye yakın zamanda Suriye’den kalkan sivil uçağı bir savunma sisteminin parçasını taşıdığı istihbaratını değerlendirmek üzere Ankara Esenboğa Havalimanı’na zorunlu olarak indirmişti.

Bu uçakta Rusya’nın HAARP’ı olan SURA projesi27 için bir parça taşındığı akıllara gelebilir ama askeri makamlar tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Uçağın indirilmesinden yaklaşık 1 ay sonra, uçakta SA-6 GAINFUL olarak bilinen hava savunma sisteminin parçaları olduğu bilgisi basına yansıdı.

Bu parçalar da Suriye envanterinde bulunan 36D6 TIN SHIELD ile P- 35/37 BAR LOCK tipi radarların da içinde bulunduğu bir savunma sistemine dahildir.

 İstihbarat ABD’ye aitti ve bu olaydan önce Suriye hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle bir jetimiz düşürülmüştü. Aslında önemli bir konu olmakla birlikte her gündem gibi o olay da tarihteki yerini aldı.

HAARP’ın uçak düşürme kabiliyetinin SURA’da da olduğunu varsayarsak ve bu sistemin Suriye’de konuşlanmış olabileceğini düşünürsek, uçağımızın elektromanyetik bir silah tarafından vurulmuş ve neticesinde düşmüş olabileceği çıkarımına ulaşılabilir. Bu konuda derinlemesine analiz yapmadığımız için şimdilik bu olayı bir senaryo gibi düşünebiliriz.

Bu durumda kısaca SURA’dan da bahsetmek gerekir. Aslında ilk atmosfer araştırmaları merkezi Rusya’da Novgorod’da bulunan SURA’dır.

Bu tesis ilk HAARP tesisi olarak 1980’den önce çalışmaya başlamıştır. 1946’da ABD iklim değişikliklerine sebebiyet verebilecek çalışmalar yapma düşüncesi içindeyken, Rusya da zaman içinde bu fikri geliştirmiş ve tesisi açmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra proje finansman sıkıntısı çekmeye başlayıp durdurulmuştur.28

2006’da tesisi tekrar çalıştırmaya başlayan Rusya, 2009’da da ABD’dekine benzer çalışmalar yapmaya başladıklarını resmen açıklamıştır.29

Böylece silahlanma yarışında varolduklarını bir kez daha kanıtlamış oldular.

                                                                    Sonuç

Malum, Soğuk Savaş’tan sonra dünya tek kutuplu hale gelmişti. Ancak geçen yıllar ve dünya ülkelerinin teknolojik gelişmeleri ısrarlı takipleri sonucu insanlığın lehine olması gereken gelişmeler istemesek de aleyhine olmuştur. Yazıya HAARP çalışmasının bizlere en önemli armağanlarından biri olan ECHELON sistemini de yazarak son vereceğiz.

 ECHELON; Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve ABD tarafından imzalanan UKUSA Anlaşması’na dayalı, istihbarat sinyalleri toplama ve analiz ağı işletimidir.

 Peki ne yapar bu sistem?

Tüm e-postalarımızı, sanal sohbetlerimizi, faks, teleks ve telefon haberleşmelerimizi izler. Atmosfer çalışmaları için kurulan radarlar nihayetinde mahremiyetimize el atmış ve yazışmalarımız, sohbetlerimiz devletlerin dinleme ağına takılır olmuştur.

Sistem nasıl çalışıyor?

Malum devletler, kendileri için risk oluşturabilecek ya da takip edilmesi gerekli diye düşündükleri görüşmeler ve yazışmalar için anahtar kelimeler belirlemişlerdir.

Bu kelimeleri, sisteme tanımlanan sıklıkta, aynı görüşme içinde kullandığınızda takip edilmeye başlarsınız ve görüşmeleriniz yazılı bir liste şeklinde bu istihbaratı talep eden ilgili birimlere iletilir.

Biz bu sistem içinde miyiz? Maalesef evet.

O zaman listedeki kelimeleri de sizinle paylaşıp yazıyı sonlandıralım.

ABD, Amerika, psikolojik harp, batı, toplumla ilişkiler, harekat, Washington, askıya al, iptal, büyükelçi, savaş, başbakan, harp, muharebe, bölgesel çatışma, Milli Güvenlik Kurulu, PKK, etnik, radikal İslam, devlet, aşırı sol, derin devlet, seferberlik, gizli, meclis, alarm, TBMM, Genkur, çok gizli, kozmik, genelkurmay başkanı, milli, TSK, karşı, C4, Mossad, Jitem, KGB, içişleri, İsrail, dışişleri, Yahudi, Milli İstihbarat Teşkilatı, Musevi, cumhurbaşkanı, MİT, ajan, eleman, personel, suikast, komplo, kaza süsü, teşkilat, Bush, Ladin, Kadek, bomba, Apo, Öcalan, Tayyip, Zapsu, vur, ölüm, öldür, Ermeni, Rum, patrik ve kon- solos kelimelerini görüşmelerinizde sıkça kullanıyorsanız özel görüşmeleriniz resmi makamlarda olabilir.

MART_13_SAYI_51__21.YÜZYIL


28 Eylül 2024 Cumartesi

2-"Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY

 AEP-MK ÜYESİ FİKRET ŞEHU'NUN ÇKP DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE

HK'nın 131. sayısında, AEP-MK üyesi Fikret Şehu'nun bir konuşması yayınlandı. Bu konuşma, uluslararası proleter  sosyalist  hareketin  tartıştığı bazı temel sorunlara, ÇKP eleştirisi vesilesiyle açıklık getirme savını taşımanın yanısıra, uluslararası komünist hareket içinde muhtemel yeni bölünmelerin de habercisi olma özelliğine sahiptir.

Bizim kanımız o ki bu konuşma, aynı zamanda, AEP'nin de eleştirici bir süzgeçten geçirilmesi sorununu, bütün  dünyadaki  Marksist-Leninistlerin  önüne getirmiştir.

Fikret Şehu, "Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonist akımın kurulması ve Çin revizyonizminin sahneye açıkça çıkması"nı (37) şöyle izah ediyor:

"Uluslararası burjuvazi ve emperyalizm,buhran dönemlerinde her zaman yükünü hafifletmek için Marksizm-Leninizm'e döneklik edenleri kullanmaya çalışırlar. Kapitalist dünya sistemini içine alan ve sadece ekonomik olmayan, fakat toplumsal ve siyasi, ideolojik ve ahlaki buhran olan ağır buhranın, bu günkü şartlarında Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonist akımın kurulması ve Çin revizyonizminin  sahneye açıkça çıkması bununla izah edilebilir." (38)

Görüleceği gibi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, Marksizm­ Leninizm'e döneklik edenleri kullanmaya çalışmaları, Avrupa komünizm'i ve Çin revizyonizminin ortaya çıkmasının nedeni olarak gösterilmektedir. Çeviri yanlış yapılmamışsa, bu anlayış idealizmin ifadesidir. Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi, ancak kendilerini var eden özgül koşullar incelenebilirse ortaya çıkış nedenleri açıklanabilir. Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, MarksizmLeni-

PARTİZAN_20_sf.9

 nizm'e döneklik edenleri kullanmak istemeleri nedeniyle ortaya çıkmamıştır; Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi tarihi bir süreç içerisinde ortaya çıktıktan sonra, uluslararası burjuvazi ve emperyalizm tarafından kullanılmak istenmektedir ve kullanılmaktadır.

Konuşmanın son bölümünde ÇKP değerlendirmesi yer alır.

Denir ki:

"...Çin'e gelince, teori ve pratikle Çin yönetimi, gerek Çin Devrimi sırasında gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmıştır. O proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıf ının yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır. Küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet göstermiştir.

Devrimden sonra Çin revizyonist yönetimi, sınıfsal uyumun ve sınıf olarak burjuvazinin varlığına izin vermenin çizgisini izlemiş ve Enver Hoca yoldaşın söylediği gibi sömürücü sınıflara karşı iyiliksever oportünist bir tutum takınmış ve pratikte iktidarı onlarla bölüşmüştür. Çin revizyonistleri hiçbir zaman, gerçekten proleter partisi Leninist tipte bir parti olan partinin önder ve ayrılmaz rolünden yana olmamışlardır.

Onlar uzun zamandan beri Marksist-Leninist ideolojinin bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmasından yana değillerdir. Tersine bugün "Avrupa komünistlerinin" tantanalı bir şeklide propaganda ettikleri ideolojik çoğulculuğu öğütlemişlerdir." (39)

Bu konuşmadan çıkardığımız sonuç:

1-ÇKP, teoride ve pratikte, gerek Çin devrimi sırasında, gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmıştır.

2-ÇKP, proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıfı­ nın yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır.

3-ÇKP, proletaryanın değil, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmalan için faaliyet göstermiştir.

4-ÇKP, hiçbir zaman, gerçekten proleter partisi, Leninist tipte parti olan partinin önder rolünden yana olmamıştır.

5- ÇKP, uzun bir zamandan beri, ML ideolojinin Çin'de yegane hakim ideoloji olmasından yana değildir.

6-" ÇKP, bugün"Avnıpa Komünistlerinin" tantanalı bir şekilde propaganda ettikleri ideolojik çoğulculuğu öğütlemektedir.

Bizce bu konuşma hem daha önceki AEP değerlendirmeleriyle, hem de kendi mantık örgüsü içinde gözle görülür çelişmeler ve tutarsızlıklar taşı­ maktadır.

Şöyle ki;

ÇKP, gerek devrim sırasında, gerekse devrimden sonra revizyonist bir yapıya sahipse, yani Çin halkına devrim mücadelesinde önderlik eden siya­set ve ideoloji revizyonist ideoloji ve siyaset ise, neden Çin'deki siyasal ve toplumsal değişikliği "devrim" olarak niteliyoruz ve "sosyalist bir ülke"den söz ediyoruz. Marksizm-Leninizm bize öğretiyor ki, revizyonistler devrim yapamazlar; onların "devrim" dediği şey özünde karşı devrimdir.

ÇKP, devrimde proletaryanın hegamonyasını değil de, küçük burjuvazi-

PARTİZAN 20_sf.10

nin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet göstermişse, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde egemen olmasını engelleyen toplumsal güç neydi ve bu güç hangi siyasi örgütlenmede ifadesini buluyordu. Eğer ÇKP, bütün hayatı boyunca revizyonist idiyse, ML ideolojinin hakim ideoloji olmasına karşı çıktıysa, onun bu alandaki faaliyetlerini sonuca ulaştırmayan neydi? İktidarı bu nitelikte bir parti ele geçirdiyse, neden Sovyetler Birliği'ndeki duruma benzer bir durum daha önce gerçkleşmedi?

Öte yanda, Çin gericiliğine, Japon emperyalizmine ve Amerikan emperyalizmine ve onların uşağı Çan Kay-Şek kliğine karşı mücadelede, daha sonra modern revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadelede Çin halkına, "küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet" gösteren ÇKP mi önderlik etti?

Gerçek böyleyse, emperyalizme ve uşaklarına karşı, proletaryanın öncülüğü olmadan, gerçek anlamda bir komünist partinin öncülüğü olmadan, proletaryanın siyaseti ve ideolojisi olmadan da, zafer kazanma olasılığı var demektir... Ki bu anlayış, burjuva ve reformcu hayallerin oportünist ve revizyonist görüşlerin yayılmasına hizmet eder.

 Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında, proletaryanın dışında hiçbir sınıfın önderliği kesin ve kalıcı zafer sağlayamaz.

Stalin, 1927'lerde ÇKP'yi şöyle değerlendiriyor:

"... Eğer Çin Komünist Partisi,

kısa zamanda iki bin üyeli bir grup olmaktan çıkıp 60.000 üyeli bir yığın partisi durumuna gelmişse;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, üç milyon proleteri sendikalar içinde örgütlemeyi başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, milyonlarca köylüyü uyuşukluklarından kurtarmayı ve onlarca milyon köylüyü devrimci köylü birlikleri içine çekmeyi başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde ulusal ordunun birçok alay ve tümenlerini kendine kazanmayı başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, proletarya he­ gamonyası düşüncesini, bir istek olmaktan çıkarıp bir gerçek durumuna dönüştürmeyi başarmışsa;

 eğer Çin Komünist Partisi, kısa bir süre içinde, bütün bu başarılan gerçekleştirmeyi başarmışsa, bu durum,başka şeyler yanında, onun, Lenin tarafından çizilmiş yolu izlemiş olmasıyla açıklanabilir." (40)

Stalin bu değerlendirmesinde yanılmış mıdır?

"Onlar uzun zamandan  beri, Marksist-Leninist deolojinin  bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmalarından yana değillerdir" denirken, dolaylı olarak Çin'in bir sosyalist ülke olmadığını kabul etmiş oluyor Fikret Şehu.

Peki, "Hiçbir zaman", "asla" proletaryanın hakim olmasından yana olmayan bir parti mi sosyalizmi gerçekleştirdi? Devrime önderlik eden parti sosyalizmden ve işçi sınıfından yana değilse, sosyalizmden nasıl söz edebilir? Bu sosyalizm burjuva ya da küçük burjuva sosyalizmi ise, neden yıllarca ÇKP'ye Çin'e ve Çin yönetimine karşı açık tavır izlenmedi?

Bütün tarihi boyunca "liberal ve burjuva demokratik" tutum izleyen, "proletaryanın ve partisinin önder rolünden yana" "asla" olmayan ve bütün faaliyetini "küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role-----------------------------

sahip olmaları" için gösteren bir parti "Komünist Parti" adına, "proletaryanın devrimci partisi" adına layık olabilir mi? Doğaldır ki, olamaz, AEP-MK üyesi Fikret Şehu'ya ve dolayısıyla AEP'e göre, ÇKP hayahnın hiçbir döneminde, gerçek anlamda bir Komünist Partisi olmayı "asla" başaramamıştır.

Bu değerlendirmeye göre, ÇKP yöneticilerinin de bütün parti tarihi boyunca "revizyonizmin ve oportünizmin" temsilcileri olarak ele alınması gerekir.

ÇKP'yi Mao Zedung'dan ayrı ve bağımsız ele alabilir miyiz?

Hayır...

Bu değerlendirme, kaçınılmaz olarak bizi Mao Zedung'un da "oportünist ve revizyonist" olduğu değerlendirmesine kadar götürecektir.

ÇKP önderliğinin zaman zaman sağ ya da "sol" oportünistlerin eline geçtiği doğrudur. Ama bu, ÇKP'nin bütün hayatı boyunca revizyonist ve oportünist olduğu anlamına gelmez. Marksistler, şu ya da bu konuda değerlendirme yaparlarken gersek olgulardan hareket ederler; tarihi koşulları gözönünde bulundururlar.

 Örneğin ÇKP tarihi incelenirken, iki çizgi arasında­ ki mücadele ve bu mücadelenin siyasi sonuçları doğru değerlendirilmelidir. Bir zamanlar "Çin Komünist Partisinin Genel Sekreteri olan Çen Du-Siyu bir burjuva radikal demokratdı. Marksizm-Leninizm'i hiç kavramamıştı. (...) Çen Du-Siyu o günkü aşamasında burjuva demokratik nitelikte olan Çin devriminin kaçınılmaz bir şekilde burjuva cumhuriyetle sonuçlanacağını ve bu yüzden de burjuvazinin önderlik edeceğini söylüyordu." (41)

Buna karşılık Mao Zedung, ÇKP içinde ML'i temsil etmiştir. Zaman zaman parti önderliğini ele geçiren, ya da yönetimde etkin duruma gelen burjuva radikallere, sağ ve "sol" oportünistlere karşı, Mao Zedung ML' i savunmuştur. Mao Zedung'un da çeşitli dönemlerd,e hatala olabilir.

Hataları tarihi zorluklar ve koşullar içinde ele almak gerekir. Özellikle, ölümünden sonra Mao Zedung'a yeni Çin yönetimi tarafından yöneltilen "eleştiriler ’in içeriğini ve amacını iyi kavramak ve bu konuda çok dikkatli olmak gerekir ..

Yazımız ÇKP'nin ve Mao Zedung'un değerlendirmesini hedef almamaktadır. Bu konulara ileride değineceğiz.

Biz, bu yazımızda başka bir noktaya,

AEP'nin ÇKP'yi değerlendirme öz ve biçimine değinmek istiyoruz.

Bugün, uluslararası alanda, komünist hareketin genel çizgisini kaba hatlarıyla da olsa savunan gruplar ve yeni tipte ML partilerin gözleri ve kulakları Tiran'a çevrilmiştir. Tiran'dan çıkan her ses, dikkatle izlenmekte ve dünya gelişmesinin sorunları üzerine geliştirdikleri yeni tezler, yeni ve can alıcı tartışmalara yol açmaktadır. Bazı gruplar ve kendi kendilerini "parti" ilan eden bazı siyasetler, eski alışkanlıklarını, siyasi alanlarda yön değiştirdikleri halde hala bağnazca sürdürmektedirler.

Daha düne kadar kulaklarını Pekin'den ayırmayanlar,bu kez de, aynı küçük burjuva anlayıştan kay­ naklanan yaranma, göze girme çabası, onaylanma ve kölece bir ruh haliyle ezberciliklerini sürdürmektedirler ve çeşitli tutum ve davranışlarıyla kendi içeriklerini sergilemektedirler.

Başta HK-DHY ve HB olmak üzere,

bu konuda birbirleriyle amansızca yarışıyorlar. Onlar, asıl tayin edici şeyin ülkemiz devrimci hareketinin niteliği olduğunu unutuyorlar. Onlar, temel olarak  kendi  gücümüze  güven  ilkesini  hayata  geçirmemiz  gerektiğini------------partizan_20

unutuyorlar. Onlar, yalnız başına Tiran'ın onayının devrimci mücadelemiz için tayin edici olacağını sanıyorlar; yanılıyorlar. Kitlelere gitmeden,kitlelerce kabul edilmeden, kitlelerin önderi olmadan Tiran'ın onayını bekliyorlar. Bu nedenle, "AEP'nin gözle görülür yanlış değerlendirmeleri karşısında "AEP eleştirilemez" mantığı ile susuyorlar ve eleştiri yönelten siyasetlere karşı da bağnazca saldırıyorlar.

Bize göre, eleştirilemeyecek hiçbir parti, önder, hareket olamaz. Biz eleştiri özeleştiri mekanizmasını ML'lerin vazgeçilmez bir silahı olarak görüyoruz ve bu silahı işletmeye kararlıyız.

AEP'nin son zamanlarda yayınlanan bazı görüşleri, devrimci saflarda kafa bulanıklığına neden olacak yanlar içermektedir. Parti içinde sınıf mücadelesinin ifadesi olap iki çizgi arasındaki mücadelenin reddi, aslında diyalektiğin reddidir.

İmtiyazlar ve krediler konusu, sömürge ve yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde, kırların ve köylülüğün devrimdeki rolü vb. konularda ML ile çelişen görüşler görmekteyiz. Bize bulanık ve anlaşılmaz gelen her konuyu, bundan böyle, olanaklarımız nispetinde açıklamaya çalışacağız.

Görüşlerimizi ve eleştirilerimizi sunarken, Enver Hoca'nın şu sözlerini anmadan geçemeyeceğiz:

"Eleştirilerimizi Sovyet yoldaşların ve diğerlerinin doğru bir biçimde onaylayacakları konusunda iyimseriz; buna inancımız tamdır. Eleştirimiz sert, fakat açık ve samimidir ve ilişkilerimizi sağlamlaştırmaya yöneliktir.'' (42)

Biz de, eleştirilerimizin Arnavut yoldaşlar tarafından böyle karşılanacağına inanıyoruz.

Şimdi konumuza geleli.

AEP, 81 Komünist ve işçi Partisi'nin Moskova' da 16 Kasım 1960'da yaptığı toplantıda, Sovyetler Birliği önderliğinin "...gerçeğe dayanmayan ve hiçbir temeli olmayan hatalardan dolayı Çin Komünist Partisi'nin uluslararası Komünist Hareket tarafından mahkum edilmesini" (43) sağlama girişimlerinin karşısına dikildi.

Çünkü "AEP'nin bütün üyelerinin ortak görüşü ÇKP'yi ML'den sapmakla, 1957 Moskova Bildirisi'ni çiğnemek ve ondan ayrılmakla haksız yere suçlayan sovyet yoldaşların ağır bir hata işledikleri" (44) yolundaydı.

Sovyet yöneticileri, ÇKP'yi "dogmatik", "sekter", "savaştan yana", "barış içinde, bir arada yaşama ilkesine karşı", "sosyalist kamp içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmayı istemek", "hizipçi ve Troçkist" "Komünist hareket için büyük bir tehlike" vb. suçlamalarıyla mahkum etmeye çalışıyorlardı.

Bir zamanlar modern revizyonizmin saldırılarına karşı ÇKP'yi savunan AEP, bugün Fikret Şehu'nun konuşmasıyla ÇKP'yi hiçbir zaman ve "asla" ML olmayı başaramamış bir parti olarak değerlendirmektedir.

Oysa AEP tarihi bize ÇKP için çok farklı şeyler öğretmiştir.

AEP tarihi derki:

"Devrimci saflarda yer alan sosyalist ülkeler ve hürriyet, bağımsızlık ve sosyalizm uğruna mücadele eden bütün güçler, ABD emperyalizminin ve Sovyet revizyonist emperyalizminin esas ve ortak düşmanlarıydı. Onların en büyük düşmanı, ABD kapitalistlerinin ve modern revizyonistlerinin hegamonyacı emellerinin karşısına dikilen aşılmaz engel, Çin Halk Cumhuriyetiydi.

sf.13_Partizan_20-yıl-1994

Esas darbelerini Çin Halk Cumhuriyetine yöneltmeleri işte bu yüzdendir. " (45)

"Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve başta büyük Marksist-Leninist Mao Zed ung'un bulunduğu Çin Komünist Partisi' nin dünya devrimci komünist ve kurtuluş hareketinde oynadığı muazzam rolü göz önünde bulunduran AEP şunu ortaya koydu:

"Bütün Marksist-Leninist partiler ve güçler, eşit ve bağımsız bir şekilde Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Cumhuriyetleriyle sıkıca birleşmeli ve düşmanlanmızın çarpıp parçalanacakları çelikten bir blok meydana getirmelidirler." (46)

AEP tarihi 1971'de yayınlanmıştır. Enver Hoca 1960'da:

"Marksizm-Leninizm'in ilkelerini ve Moskova Bildirisini (1957) tahrif eden akıma karşı Marksist ilkeleri açıkça savunan partiler, Bükreş'te sadece Çin Komünist Partisi ile Emek Partimiz ..." (47)

Yine diyordu ki:

"Biz Bükreş'te Marksizm-Leninizm'i savunduk, Partinin çizgisini savunduk. Biz bu ilkeli ve yürekli mücadeleyi verirken, bir yandan kendimizi Çin'li yoldaşlarla aynı safta bulduk, çünkü onlar da tıpkı bizim partimiz gibi Marksizm-Leninizmin safllığını korumak için mücadele eden şanlı partilerini savunuyorlardı. " (48)

"Partimiz, Çin'li yoldaşlarla ve aynı şekilde doğru tavır alan başka partilerden yoldaşlarla birlikte Marksizm-Leninizmin öğretilerine sağlam kanıtlar getirerek savundu." (49)

Fikret Şehu ile Enver Hoca'nın birbiriyle taban tabana zıt bu iki değerlendirmesi bizleri düşündürmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki bu görüşler sadece Fikret Şehu'nun görüşleri değildir.

1970'de, Lenin'in doğumunun 100. yıldönümünde, AEP-MK üyesi Ramiz Alla şöyle diyordu:

"Leninizmin gerçek mirasçıları ve savunucuları, onu uygulayanlar ve geliştirenler, Lenin'in öğretilerinin devrimci özüne ve ruhuna sadakatla bağlı kalan, hareketlerinin her adımında Lenin' in ölümsüz fikirlerini rehber alan Çin Komünist Partisi, Marksist-Leninist partiler ve sağlıklı güçlerdir; dünya komünizm davasını ilerletenler, zaferle dolu Marksizm-Leninizmin öğretilerinin saflığını tutarlı bir şekilde ve yılmadan savunanlar, burjuvaziye, emperyalizme ve oportünizme karşı kararlılıkla mücadele edenlerdir.

Lenin'in doğumunun yüzüncü yıldönümünde sosyalizmin bayrağı yüce Çin halkı üzerinde gururla dalgalanmaktadır. Başında büyük Marksist-Lenirıist Mao Zedung yoldaş bulunan Çin Komünist Partisi, Çin Halkına Lenin'in yolunda rehberlik etmektedir. Rusya'daki Ekim Devrimi'nden sonra en önemli dünya olayı Çin Devrimi, sosyalizme ve komünizme doğru zaferle ilerlemektedir.

Çinli komünistler, proletaryanın devrimci teorisine sadakatın ve düşmanlarına karşı amansızca mücadelenin parlak bir örneğini vermişlerdir. Mao Zedung'un yaratıcı düşüncesi, Marksizm-Leninizm hazinesine eleştirici ve devrimci ruhunun korunması ve yeniden geliştirilmesine muazzam katkılarda bulunmuştur." (50)

1971'de, AEP'nın 6. Kongre Raporları'nda Enver Hoca Çin için söyle diyordu:

"Halk Çin'i ve Arnavutluk, Marksist-Leninist çizgiyi tutarlı bir şekilde izleyen ve sosyalizmi inşa eden bu iki ülke, devrimci hareketi önemli ölçüde etkilemekte, genişlemesi yönünde devrimci harekete coşkunluk veren, teşvik edici bir………….sf_14

örnek olmakta ve halkların devrim ve kurtuluş mücadelelerini destekleyen sağlam bir dayanak teşkil etmektedir." (51)

"Devrimci hareketin bütün dünya güç kazanmasında ve büyümesinde devrimin ve sosyalizmin kudretli kalesi Çin Halk Cumhuriyeti özellikle önemli bir rol oynamıştır."(52)

Yine Enver Hoca şöyle der:

"Arnavutluk Komünistleri ve Arnavutluk halkı, kardeş Çin halkının Çin Komünist Partisi'nin önderliği altında, Çin'deki sosyalist devrim ve sosyalist kurtuluşta proletarya diktatörlüğünün sağlamlaştırılması, ana­ vatanın güçlendirilmesi ve ilerletilmesi için yürütülen sınıf mücadelesinde kazandığı başarıları sonsuz bir sevinçle karşılamaktadır.

"Çin halkının şanlı devriminde ve sosyalizmin inşaasında kazandığı tarihi zaferler, yeni halk Çin'inin yaratılması ve onun bugün dünyada sahip olduğu büyük itibar, büyük devrimci Mao Zedung yoldaşın adına, öğretilerine doğrudan bağlıdır. Bu ünlü Marksist-Leninist'in eseri, proletaryanın devrimci teorisinin ve pratiğinin zenginştirilmesine yapılmış  bir katkıdır."(53)

Övücü bu sözlerden sonra Fikret Şehu'nun değerlendirmesi üzerine ciddiyetle eğilmek ve düşünmek gerekiyor. Mao Zedung'un ölümünden sonra Çin'de meydana gelen değişimlerin kökleri Çin tarihinin derinliklerinde aranmalıdır. Yeni oportünizme karşı mücadele ederken "sol" hatalara düşmekten kaçınılmalıdır. Çin'in geçmişi değerlendirilirken, özellikle modem revizyonistlere fırsat verilmemeli ve modern revizyonizme teslimiyetçilik izlenimi uyandıracak tutumlardan uzak durulmalıdır.

Ve en önemlisi, salt kendi görüşlep içinde tutarlı olabilmesi için bile geçmişin değerlendirilmesi sağlıklı bir özeleştiri biçiminde ele alınmalı, eleştiri maddi dayanaklar üzerine oturtulmalıdır.

Şunu belirtelim ki, bu sorunlar üzerinde ML olmanın gerektirdiği sorumlulukla durulmazsa, bu tutum yeni olumsuzluklan da peşi sıra getirecektir.

Evet düşünmemiz gerekiyor.

 Sözgelimi bugün AEP, "halk savaşı" anlayışı üstüne ne düşünmektedir?

 Eğer o "halk savaşı" anlayışını "anti-marksist'' buluyorsa  ve onun bu yorumlayışı halk savaşı kuramcısı ve önderliğinin (örneğin Mao'nun) utangaç bir biçimde "anti-Marksist" ilan edilişiyse, AEP'i "ML'nin uluslararası merkezi" sayan ve de "devrim platformları esas olarak halk savaşı anlayışı üstüne kurulu" olan siyasetlerin (diyelim ki HK'nın) tutumları nasıl açıklanabilir?

Hem "Halk Savaşı" demek, hemde "ML'in uluslararası merkezi" sunuşuyla AEP'nin "Halk Savaşı"na ilişkin görüşlerini yayınlarında (üstelik yorumsuz olarak) yayınlamak nasıl açıklanabilir?

(bkz. HK- s. 134)

Ve yine ÇKP'ye ''hiçbir zaman komünist olmadı" diyen ve bu sözle kendi geçmişine, hem Stalin'e, hem birçok örgüte ve komünist öndere "tekzip" çıkaran AEP'in, bu tutumuna ilişkin olarak, şimdi onu "uluslararası ML merkezi" sayan gruplar ya da partilerin açık değerlendirmeleri nedir?

AEP'in, yeni Çin revizyonist yönetiminin "Mao'yu eleştiri" kampanyaları için açık tutumu nedir?

AEP'e sadakatle bağılılığı bilinen kimi örgütlerin (diyelim ki KPD-ML'nin) Mao'ya yönelttiği "nitelemeler''e karşı AEP'in tutumu nedir?

Ve aynca bu örgütlerin özellikle bu konudaki tutumları AEP'ten bağımsız olabilir mi?

 Bugün siyasi akımlar,---------------------

Sf_15

taraftarlarına ML'yi öğretmede eğitim kitapları olarak hem "ÇKP dünya komünizminin önderi", hem "ÇKP hiç bir zaman komünist olmadı" diyen AEP'in görüşlerini önerirken (sözgelimi PB sayı 9) kendine neyi kıstas almakta, taraf tarlarına bu uyumsuzluğu nasıl açıklamaktadır?

AEP'e çelişkileri, olumsuzlukları, uyumsuzlukları da dahil, herşeyiyle teslim, herşeyini kopya siyasetini mi? Bu ve benzeri sorular uzatılabilir. Bizim üzerinde durup hatırlatmamız gereken şey bu sorunun demagoji konusu edilmemesidir.

Yapılması gereken devrimci eleştiri-özeleştirinin bu soruna ilişkin özünü ve biçimini tespittir. Yoksa tek tek ülkelerde, devrimin kendi özgülünü bulma çabası yeni engellerle karşılaşacaktır.

Bizim özel noktaları önümüzdeki sayılarda açacağımız AEP eleştirisi, genel hatlarıyla bu merkezdedir.

 

Not: Yılmaz Güney'in yazılarında koyduğu dipnotlar, yazının orijinalinden ayrı olduğu için; elimizde mevcut değildir. Bu nedenle okuduğunuz bu yazının önemli bir parçası olan dipnotları yayınlayamadık. Partizan olarak; okurlarımızdan özür diliyoruz.

1-"Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/09/mao-zedung-ad-enginleri-fethetme.html

 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)