28 Eylül 2024 Cumartesi

2-"Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY

 AEP-MK ÜYESİ FİKRET ŞEHU'NUN ÇKP DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE

HK'nın 131. sayısında, AEP-MK üyesi Fikret Şehu'nun bir konuşması yayınlandı. Bu konuşma, uluslararası proleter  sosyalist  hareketin  tartıştığı bazı temel sorunlara, ÇKP eleştirisi vesilesiyle açıklık getirme savını taşımanın yanısıra, uluslararası komünist hareket içinde muhtemel yeni bölünmelerin de habercisi olma özelliğine sahiptir.

Bizim kanımız o ki bu konuşma, aynı zamanda, AEP'nin de eleştirici bir süzgeçten geçirilmesi sorununu, bütün  dünyadaki  Marksist-Leninistlerin  önüne getirmiştir.

Fikret Şehu, "Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonist akımın kurulması ve Çin revizyonizminin sahneye açıkça çıkması"nı (37) şöyle izah ediyor:

"Uluslararası burjuvazi ve emperyalizm,buhran dönemlerinde her zaman yükünü hafifletmek için Marksizm-Leninizm'e döneklik edenleri kullanmaya çalışırlar. Kapitalist dünya sistemini içine alan ve sadece ekonomik olmayan, fakat toplumsal ve siyasi, ideolojik ve ahlaki buhran olan ağır buhranın, bu günkü şartlarında Avrupa komünizmi diye adlandırılan revizyonist akımın kurulması ve Çin revizyonizminin  sahneye açıkça çıkması bununla izah edilebilir." (38)

Görüleceği gibi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, Marksizm­ Leninizm'e döneklik edenleri kullanmaya çalışmaları, Avrupa komünizm'i ve Çin revizyonizminin ortaya çıkmasının nedeni olarak gösterilmektedir. Çeviri yanlış yapılmamışsa, bu anlayış idealizmin ifadesidir. Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi, ancak kendilerini var eden özgül koşullar incelenebilirse ortaya çıkış nedenleri açıklanabilir. Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi, uluslararası burjuvazinin ve emperyalizmin, MarksizmLeni-

PARTİZAN_20_sf.9

 nizm'e döneklik edenleri kullanmak istemeleri nedeniyle ortaya çıkmamıştır; Avrupa komünizmi ve Çin revizyonizmi tarihi bir süreç içerisinde ortaya çıktıktan sonra, uluslararası burjuvazi ve emperyalizm tarafından kullanılmak istenmektedir ve kullanılmaktadır.

Konuşmanın son bölümünde ÇKP değerlendirmesi yer alır.

Denir ki:

"...Çin'e gelince, teori ve pratikle Çin yönetimi, gerek Çin Devrimi sırasında gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmıştır. O proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıf ının yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır. Küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet göstermiştir.

Devrimden sonra Çin revizyonist yönetimi, sınıfsal uyumun ve sınıf olarak burjuvazinin varlığına izin vermenin çizgisini izlemiş ve Enver Hoca yoldaşın söylediği gibi sömürücü sınıflara karşı iyiliksever oportünist bir tutum takınmış ve pratikte iktidarı onlarla bölüşmüştür. Çin revizyonistleri hiçbir zaman, gerçekten proleter partisi Leninist tipte bir parti olan partinin önder ve ayrılmaz rolünden yana olmamışlardır.

Onlar uzun zamandan beri Marksist-Leninist ideolojinin bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmasından yana değillerdir. Tersine bugün "Avrupa komünistlerinin" tantanalı bir şeklide propaganda ettikleri ideolojik çoğulculuğu öğütlemişlerdir." (39)

Bu konuşmadan çıkardığımız sonuç:

1-ÇKP, teoride ve pratikte, gerek Çin devrimi sırasında, gerekse devrimden sonra liberal ve burjuva demokratik tutumlar takınmıştır.

2-ÇKP, proletaryanın hakim rolünden ve sınıf mücadelesinin işçi sınıfı­ nın yararına yürütülmesinden yana asla olmamıştır.

3-ÇKP, proletaryanın değil, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmalan için faaliyet göstermiştir.

4-ÇKP, hiçbir zaman, gerçekten proleter partisi, Leninist tipte parti olan partinin önder rolünden yana olmamıştır.

5- ÇKP, uzun bir zamandan beri, ML ideolojinin Çin'de yegane hakim ideoloji olmasından yana değildir.

6-" ÇKP, bugün"Avnıpa Komünistlerinin" tantanalı bir şekilde propaganda ettikleri ideolojik çoğulculuğu öğütlemektedir.

Bizce bu konuşma hem daha önceki AEP değerlendirmeleriyle, hem de kendi mantık örgüsü içinde gözle görülür çelişmeler ve tutarsızlıklar taşı­ maktadır.

Şöyle ki;

ÇKP, gerek devrim sırasında, gerekse devrimden sonra revizyonist bir yapıya sahipse, yani Çin halkına devrim mücadelesinde önderlik eden siya­set ve ideoloji revizyonist ideoloji ve siyaset ise, neden Çin'deki siyasal ve toplumsal değişikliği "devrim" olarak niteliyoruz ve "sosyalist bir ülke"den söz ediyoruz. Marksizm-Leninizm bize öğretiyor ki, revizyonistler devrim yapamazlar; onların "devrim" dediği şey özünde karşı devrimdir.

ÇKP, devrimde proletaryanın hegamonyasını değil de, küçük burjuvazi-

PARTİZAN 20_sf.10

nin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet göstermişse, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde egemen olmasını engelleyen toplumsal güç neydi ve bu güç hangi siyasi örgütlenmede ifadesini buluyordu. Eğer ÇKP, bütün hayatı boyunca revizyonist idiyse, ML ideolojinin hakim ideoloji olmasına karşı çıktıysa, onun bu alandaki faaliyetlerini sonuca ulaştırmayan neydi? İktidarı bu nitelikte bir parti ele geçirdiyse, neden Sovyetler Birliği'ndeki duruma benzer bir durum daha önce gerçkleşmedi?

Öte yanda, Çin gericiliğine, Japon emperyalizmine ve Amerikan emperyalizmine ve onların uşağı Çan Kay-Şek kliğine karşı mücadelede, daha sonra modern revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı mücadelede Çin halkına, "küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role sahip olmaları için faaliyet" gösteren ÇKP mi önderlik etti?

Gerçek böyleyse, emperyalizme ve uşaklarına karşı, proletaryanın öncülüğü olmadan, gerçek anlamda bir komünist partinin öncülüğü olmadan, proletaryanın siyaseti ve ideolojisi olmadan da, zafer kazanma olasılığı var demektir... Ki bu anlayış, burjuva ve reformcu hayallerin oportünist ve revizyonist görüşlerin yayılmasına hizmet eder.

 Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında, proletaryanın dışında hiçbir sınıfın önderliği kesin ve kalıcı zafer sağlayamaz.

Stalin, 1927'lerde ÇKP'yi şöyle değerlendiriyor:

"... Eğer Çin Komünist Partisi,

kısa zamanda iki bin üyeli bir grup olmaktan çıkıp 60.000 üyeli bir yığın partisi durumuna gelmişse;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, üç milyon proleteri sendikalar içinde örgütlemeyi başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, milyonlarca köylüyü uyuşukluklarından kurtarmayı ve onlarca milyon köylüyü devrimci köylü birlikleri içine çekmeyi başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde ulusal ordunun birçok alay ve tümenlerini kendine kazanmayı başarmışsa;

eğer Çin Komünist Partisi, bu dönem içinde, proletarya he­ gamonyası düşüncesini, bir istek olmaktan çıkarıp bir gerçek durumuna dönüştürmeyi başarmışsa;

 eğer Çin Komünist Partisi, kısa bir süre içinde, bütün bu başarılan gerçekleştirmeyi başarmışsa, bu durum,başka şeyler yanında, onun, Lenin tarafından çizilmiş yolu izlemiş olmasıyla açıklanabilir." (40)

Stalin bu değerlendirmesinde yanılmış mıdır?

"Onlar uzun zamandan  beri, Marksist-Leninist deolojinin  bir sosyalist ülkede yegane hakim ideoloji olmalarından yana değillerdir" denirken, dolaylı olarak Çin'in bir sosyalist ülke olmadığını kabul etmiş oluyor Fikret Şehu.

Peki, "Hiçbir zaman", "asla" proletaryanın hakim olmasından yana olmayan bir parti mi sosyalizmi gerçekleştirdi? Devrime önderlik eden parti sosyalizmden ve işçi sınıfından yana değilse, sosyalizmden nasıl söz edebilir? Bu sosyalizm burjuva ya da küçük burjuva sosyalizmi ise, neden yıllarca ÇKP'ye Çin'e ve Çin yönetimine karşı açık tavır izlenmedi?

Bütün tarihi boyunca "liberal ve burjuva demokratik" tutum izleyen, "proletaryanın ve partisinin önder rolünden yana" "asla" olmayan ve bütün faaliyetini "küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin devrimde hakim role-----------------------------

sahip olmaları" için gösteren bir parti "Komünist Parti" adına, "proletaryanın devrimci partisi" adına layık olabilir mi? Doğaldır ki, olamaz, AEP-MK üyesi Fikret Şehu'ya ve dolayısıyla AEP'e göre, ÇKP hayahnın hiçbir döneminde, gerçek anlamda bir Komünist Partisi olmayı "asla" başaramamıştır.

Bu değerlendirmeye göre, ÇKP yöneticilerinin de bütün parti tarihi boyunca "revizyonizmin ve oportünizmin" temsilcileri olarak ele alınması gerekir.

ÇKP'yi Mao Zedung'dan ayrı ve bağımsız ele alabilir miyiz?

Hayır...

Bu değerlendirme, kaçınılmaz olarak bizi Mao Zedung'un da "oportünist ve revizyonist" olduğu değerlendirmesine kadar götürecektir.

ÇKP önderliğinin zaman zaman sağ ya da "sol" oportünistlerin eline geçtiği doğrudur. Ama bu, ÇKP'nin bütün hayatı boyunca revizyonist ve oportünist olduğu anlamına gelmez. Marksistler, şu ya da bu konuda değerlendirme yaparlarken gersek olgulardan hareket ederler; tarihi koşulları gözönünde bulundururlar.

 Örneğin ÇKP tarihi incelenirken, iki çizgi arasında­ ki mücadele ve bu mücadelenin siyasi sonuçları doğru değerlendirilmelidir. Bir zamanlar "Çin Komünist Partisinin Genel Sekreteri olan Çen Du-Siyu bir burjuva radikal demokratdı. Marksizm-Leninizm'i hiç kavramamıştı. (...) Çen Du-Siyu o günkü aşamasında burjuva demokratik nitelikte olan Çin devriminin kaçınılmaz bir şekilde burjuva cumhuriyetle sonuçlanacağını ve bu yüzden de burjuvazinin önderlik edeceğini söylüyordu." (41)

Buna karşılık Mao Zedung, ÇKP içinde ML'i temsil etmiştir. Zaman zaman parti önderliğini ele geçiren, ya da yönetimde etkin duruma gelen burjuva radikallere, sağ ve "sol" oportünistlere karşı, Mao Zedung ML' i savunmuştur. Mao Zedung'un da çeşitli dönemlerd,e hatala olabilir.

Hataları tarihi zorluklar ve koşullar içinde ele almak gerekir. Özellikle, ölümünden sonra Mao Zedung'a yeni Çin yönetimi tarafından yöneltilen "eleştiriler ’in içeriğini ve amacını iyi kavramak ve bu konuda çok dikkatli olmak gerekir ..

Yazımız ÇKP'nin ve Mao Zedung'un değerlendirmesini hedef almamaktadır. Bu konulara ileride değineceğiz.

Biz, bu yazımızda başka bir noktaya,

AEP'nin ÇKP'yi değerlendirme öz ve biçimine değinmek istiyoruz.

Bugün, uluslararası alanda, komünist hareketin genel çizgisini kaba hatlarıyla da olsa savunan gruplar ve yeni tipte ML partilerin gözleri ve kulakları Tiran'a çevrilmiştir. Tiran'dan çıkan her ses, dikkatle izlenmekte ve dünya gelişmesinin sorunları üzerine geliştirdikleri yeni tezler, yeni ve can alıcı tartışmalara yol açmaktadır. Bazı gruplar ve kendi kendilerini "parti" ilan eden bazı siyasetler, eski alışkanlıklarını, siyasi alanlarda yön değiştirdikleri halde hala bağnazca sürdürmektedirler.

Daha düne kadar kulaklarını Pekin'den ayırmayanlar,bu kez de, aynı küçük burjuva anlayıştan kay­ naklanan yaranma, göze girme çabası, onaylanma ve kölece bir ruh haliyle ezberciliklerini sürdürmektedirler ve çeşitli tutum ve davranışlarıyla kendi içeriklerini sergilemektedirler.

Başta HK-DHY ve HB olmak üzere,

bu konuda birbirleriyle amansızca yarışıyorlar. Onlar, asıl tayin edici şeyin ülkemiz devrimci hareketinin niteliği olduğunu unutuyorlar. Onlar, temel olarak  kendi  gücümüze  güven  ilkesini  hayata  geçirmemiz  gerektiğini------------partizan_20

unutuyorlar. Onlar, yalnız başına Tiran'ın onayının devrimci mücadelemiz için tayin edici olacağını sanıyorlar; yanılıyorlar. Kitlelere gitmeden,kitlelerce kabul edilmeden, kitlelerin önderi olmadan Tiran'ın onayını bekliyorlar. Bu nedenle, "AEP'nin gözle görülür yanlış değerlendirmeleri karşısında "AEP eleştirilemez" mantığı ile susuyorlar ve eleştiri yönelten siyasetlere karşı da bağnazca saldırıyorlar.

Bize göre, eleştirilemeyecek hiçbir parti, önder, hareket olamaz. Biz eleştiri özeleştiri mekanizmasını ML'lerin vazgeçilmez bir silahı olarak görüyoruz ve bu silahı işletmeye kararlıyız.

AEP'nin son zamanlarda yayınlanan bazı görüşleri, devrimci saflarda kafa bulanıklığına neden olacak yanlar içermektedir. Parti içinde sınıf mücadelesinin ifadesi olap iki çizgi arasındaki mücadelenin reddi, aslında diyalektiğin reddidir.

İmtiyazlar ve krediler konusu, sömürge ve yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde, kırların ve köylülüğün devrimdeki rolü vb. konularda ML ile çelişen görüşler görmekteyiz. Bize bulanık ve anlaşılmaz gelen her konuyu, bundan böyle, olanaklarımız nispetinde açıklamaya çalışacağız.

Görüşlerimizi ve eleştirilerimizi sunarken, Enver Hoca'nın şu sözlerini anmadan geçemeyeceğiz:

"Eleştirilerimizi Sovyet yoldaşların ve diğerlerinin doğru bir biçimde onaylayacakları konusunda iyimseriz; buna inancımız tamdır. Eleştirimiz sert, fakat açık ve samimidir ve ilişkilerimizi sağlamlaştırmaya yöneliktir.'' (42)

Biz de, eleştirilerimizin Arnavut yoldaşlar tarafından böyle karşılanacağına inanıyoruz.

Şimdi konumuza geleli.

AEP, 81 Komünist ve işçi Partisi'nin Moskova' da 16 Kasım 1960'da yaptığı toplantıda, Sovyetler Birliği önderliğinin "...gerçeğe dayanmayan ve hiçbir temeli olmayan hatalardan dolayı Çin Komünist Partisi'nin uluslararası Komünist Hareket tarafından mahkum edilmesini" (43) sağlama girişimlerinin karşısına dikildi.

Çünkü "AEP'nin bütün üyelerinin ortak görüşü ÇKP'yi ML'den sapmakla, 1957 Moskova Bildirisi'ni çiğnemek ve ondan ayrılmakla haksız yere suçlayan sovyet yoldaşların ağır bir hata işledikleri" (44) yolundaydı.

Sovyet yöneticileri, ÇKP'yi "dogmatik", "sekter", "savaştan yana", "barış içinde, bir arada yaşama ilkesine karşı", "sosyalist kamp içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmayı istemek", "hizipçi ve Troçkist" "Komünist hareket için büyük bir tehlike" vb. suçlamalarıyla mahkum etmeye çalışıyorlardı.

Bir zamanlar modern revizyonizmin saldırılarına karşı ÇKP'yi savunan AEP, bugün Fikret Şehu'nun konuşmasıyla ÇKP'yi hiçbir zaman ve "asla" ML olmayı başaramamış bir parti olarak değerlendirmektedir.

Oysa AEP tarihi bize ÇKP için çok farklı şeyler öğretmiştir.

AEP tarihi derki:

"Devrimci saflarda yer alan sosyalist ülkeler ve hürriyet, bağımsızlık ve sosyalizm uğruna mücadele eden bütün güçler, ABD emperyalizminin ve Sovyet revizyonist emperyalizminin esas ve ortak düşmanlarıydı. Onların en büyük düşmanı, ABD kapitalistlerinin ve modern revizyonistlerinin hegamonyacı emellerinin karşısına dikilen aşılmaz engel, Çin Halk Cumhuriyetiydi.

sf.13_Partizan_20-yıl-1994

Esas darbelerini Çin Halk Cumhuriyetine yöneltmeleri işte bu yüzdendir. " (45)

"Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve başta büyük Marksist-Leninist Mao Zed ung'un bulunduğu Çin Komünist Partisi' nin dünya devrimci komünist ve kurtuluş hareketinde oynadığı muazzam rolü göz önünde bulunduran AEP şunu ortaya koydu:

"Bütün Marksist-Leninist partiler ve güçler, eşit ve bağımsız bir şekilde Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Cumhuriyetleriyle sıkıca birleşmeli ve düşmanlanmızın çarpıp parçalanacakları çelikten bir blok meydana getirmelidirler." (46)

AEP tarihi 1971'de yayınlanmıştır. Enver Hoca 1960'da:

"Marksizm-Leninizm'in ilkelerini ve Moskova Bildirisini (1957) tahrif eden akıma karşı Marksist ilkeleri açıkça savunan partiler, Bükreş'te sadece Çin Komünist Partisi ile Emek Partimiz ..." (47)

Yine diyordu ki:

"Biz Bükreş'te Marksizm-Leninizm'i savunduk, Partinin çizgisini savunduk. Biz bu ilkeli ve yürekli mücadeleyi verirken, bir yandan kendimizi Çin'li yoldaşlarla aynı safta bulduk, çünkü onlar da tıpkı bizim partimiz gibi Marksizm-Leninizmin safllığını korumak için mücadele eden şanlı partilerini savunuyorlardı. " (48)

"Partimiz, Çin'li yoldaşlarla ve aynı şekilde doğru tavır alan başka partilerden yoldaşlarla birlikte Marksizm-Leninizmin öğretilerine sağlam kanıtlar getirerek savundu." (49)

Fikret Şehu ile Enver Hoca'nın birbiriyle taban tabana zıt bu iki değerlendirmesi bizleri düşündürmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki bu görüşler sadece Fikret Şehu'nun görüşleri değildir.

1970'de, Lenin'in doğumunun 100. yıldönümünde, AEP-MK üyesi Ramiz Alla şöyle diyordu:

"Leninizmin gerçek mirasçıları ve savunucuları, onu uygulayanlar ve geliştirenler, Lenin'in öğretilerinin devrimci özüne ve ruhuna sadakatla bağlı kalan, hareketlerinin her adımında Lenin' in ölümsüz fikirlerini rehber alan Çin Komünist Partisi, Marksist-Leninist partiler ve sağlıklı güçlerdir; dünya komünizm davasını ilerletenler, zaferle dolu Marksizm-Leninizmin öğretilerinin saflığını tutarlı bir şekilde ve yılmadan savunanlar, burjuvaziye, emperyalizme ve oportünizme karşı kararlılıkla mücadele edenlerdir.

Lenin'in doğumunun yüzüncü yıldönümünde sosyalizmin bayrağı yüce Çin halkı üzerinde gururla dalgalanmaktadır. Başında büyük Marksist-Lenirıist Mao Zedung yoldaş bulunan Çin Komünist Partisi, Çin Halkına Lenin'in yolunda rehberlik etmektedir. Rusya'daki Ekim Devrimi'nden sonra en önemli dünya olayı Çin Devrimi, sosyalizme ve komünizme doğru zaferle ilerlemektedir.

Çinli komünistler, proletaryanın devrimci teorisine sadakatın ve düşmanlarına karşı amansızca mücadelenin parlak bir örneğini vermişlerdir. Mao Zedung'un yaratıcı düşüncesi, Marksizm-Leninizm hazinesine eleştirici ve devrimci ruhunun korunması ve yeniden geliştirilmesine muazzam katkılarda bulunmuştur." (50)

1971'de, AEP'nın 6. Kongre Raporları'nda Enver Hoca Çin için söyle diyordu:

"Halk Çin'i ve Arnavutluk, Marksist-Leninist çizgiyi tutarlı bir şekilde izleyen ve sosyalizmi inşa eden bu iki ülke, devrimci hareketi önemli ölçüde etkilemekte, genişlemesi yönünde devrimci harekete coşkunluk veren, teşvik edici bir………….sf_14

örnek olmakta ve halkların devrim ve kurtuluş mücadelelerini destekleyen sağlam bir dayanak teşkil etmektedir." (51)

"Devrimci hareketin bütün dünya güç kazanmasında ve büyümesinde devrimin ve sosyalizmin kudretli kalesi Çin Halk Cumhuriyeti özellikle önemli bir rol oynamıştır."(52)

Yine Enver Hoca şöyle der:

"Arnavutluk Komünistleri ve Arnavutluk halkı, kardeş Çin halkının Çin Komünist Partisi'nin önderliği altında, Çin'deki sosyalist devrim ve sosyalist kurtuluşta proletarya diktatörlüğünün sağlamlaştırılması, ana­ vatanın güçlendirilmesi ve ilerletilmesi için yürütülen sınıf mücadelesinde kazandığı başarıları sonsuz bir sevinçle karşılamaktadır.

"Çin halkının şanlı devriminde ve sosyalizmin inşaasında kazandığı tarihi zaferler, yeni halk Çin'inin yaratılması ve onun bugün dünyada sahip olduğu büyük itibar, büyük devrimci Mao Zedung yoldaşın adına, öğretilerine doğrudan bağlıdır. Bu ünlü Marksist-Leninist'in eseri, proletaryanın devrimci teorisinin ve pratiğinin zenginştirilmesine yapılmış  bir katkıdır."(53)

Övücü bu sözlerden sonra Fikret Şehu'nun değerlendirmesi üzerine ciddiyetle eğilmek ve düşünmek gerekiyor. Mao Zedung'un ölümünden sonra Çin'de meydana gelen değişimlerin kökleri Çin tarihinin derinliklerinde aranmalıdır. Yeni oportünizme karşı mücadele ederken "sol" hatalara düşmekten kaçınılmalıdır. Çin'in geçmişi değerlendirilirken, özellikle modem revizyonistlere fırsat verilmemeli ve modern revizyonizme teslimiyetçilik izlenimi uyandıracak tutumlardan uzak durulmalıdır.

Ve en önemlisi, salt kendi görüşlep içinde tutarlı olabilmesi için bile geçmişin değerlendirilmesi sağlıklı bir özeleştiri biçiminde ele alınmalı, eleştiri maddi dayanaklar üzerine oturtulmalıdır.

Şunu belirtelim ki, bu sorunlar üzerinde ML olmanın gerektirdiği sorumlulukla durulmazsa, bu tutum yeni olumsuzluklan da peşi sıra getirecektir.

Evet düşünmemiz gerekiyor.

 Sözgelimi bugün AEP, "halk savaşı" anlayışı üstüne ne düşünmektedir?

 Eğer o "halk savaşı" anlayışını "anti-marksist'' buluyorsa  ve onun bu yorumlayışı halk savaşı kuramcısı ve önderliğinin (örneğin Mao'nun) utangaç bir biçimde "anti-Marksist" ilan edilişiyse, AEP'i "ML'nin uluslararası merkezi" sayan ve de "devrim platformları esas olarak halk savaşı anlayışı üstüne kurulu" olan siyasetlerin (diyelim ki HK'nın) tutumları nasıl açıklanabilir?

Hem "Halk Savaşı" demek, hemde "ML'in uluslararası merkezi" sunuşuyla AEP'nin "Halk Savaşı"na ilişkin görüşlerini yayınlarında (üstelik yorumsuz olarak) yayınlamak nasıl açıklanabilir?

(bkz. HK- s. 134)

Ve yine ÇKP'ye ''hiçbir zaman komünist olmadı" diyen ve bu sözle kendi geçmişine, hem Stalin'e, hem birçok örgüte ve komünist öndere "tekzip" çıkaran AEP'in, bu tutumuna ilişkin olarak, şimdi onu "uluslararası ML merkezi" sayan gruplar ya da partilerin açık değerlendirmeleri nedir?

AEP'in, yeni Çin revizyonist yönetiminin "Mao'yu eleştiri" kampanyaları için açık tutumu nedir?

AEP'e sadakatle bağılılığı bilinen kimi örgütlerin (diyelim ki KPD-ML'nin) Mao'ya yönelttiği "nitelemeler''e karşı AEP'in tutumu nedir?

Ve aynca bu örgütlerin özellikle bu konudaki tutumları AEP'ten bağımsız olabilir mi?

 Bugün siyasi akımlar,---------------------

Sf_15

taraftarlarına ML'yi öğretmede eğitim kitapları olarak hem "ÇKP dünya komünizminin önderi", hem "ÇKP hiç bir zaman komünist olmadı" diyen AEP'in görüşlerini önerirken (sözgelimi PB sayı 9) kendine neyi kıstas almakta, taraf tarlarına bu uyumsuzluğu nasıl açıklamaktadır?

AEP'e çelişkileri, olumsuzlukları, uyumsuzlukları da dahil, herşeyiyle teslim, herşeyini kopya siyasetini mi? Bu ve benzeri sorular uzatılabilir. Bizim üzerinde durup hatırlatmamız gereken şey bu sorunun demagoji konusu edilmemesidir.

Yapılması gereken devrimci eleştiri-özeleştirinin bu soruna ilişkin özünü ve biçimini tespittir. Yoksa tek tek ülkelerde, devrimin kendi özgülünü bulma çabası yeni engellerle karşılaşacaktır.

Bizim özel noktaları önümüzdeki sayılarda açacağımız AEP eleştirisi, genel hatlarıyla bu merkezdedir.

 

Not: Yılmaz Güney'in yazılarında koyduğu dipnotlar, yazının orijinalinden ayrı olduğu için; elimizde mevcut değildir. Bu nedenle okuduğunuz bu yazının önemli bir parçası olan dipnotları yayınlayamadık. Partizan olarak; okurlarımızdan özür diliyoruz.

1-"Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY

https://www.yüzçiçekaçsın.de/2024/09/mao-zedung-ad-enginleri-fethetme.html

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)