1 Ekim 2024 Salı

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM_Ocak_2021_Sayı_96

1-ÇİN’DE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM

 Çin Devrimi elbette ki Çin’in özgül koşullarına göre olan bir devrimdir. Ama Çin dışında henüz burjuva devrimini yapmayan ve emperyalizme bağımlı olan birçok ülke de mevcuttur.Dolayısıyla bundan dolayı Çin’deki demokratik halk devrimi aynı zamanda uluslararası muhteva taşıyan devrimdir.   

Geçen yüzyılın tarihselsürecine bakıldığında en göze çarpan özelliklerden biri proletarya önderliğinde devrimlerin yaşandığı bir dönem olmasıdır. Yaşanan çağın ekonomik, sosyal, politik vb. vasıflarla bir önceki çağa kıyasla çok farklı bir nitel değişim içerisine girmesi beraberinde sınıf saflaşma ve sınıf çelişkilerini de çok farklı bir sürece sokar. Bir önceki sürecin sınıfları, 20. yüzyılda farklı karakterler almış, aralarındaki ilişki farklı düzeylerde kendisini gösterir olmuştur.

 Köylülük ve işçi sınıfı, önceleri saflarında yer aldıkları burjuvazinin karşı saflarında yer almışlardır. Tüm bunlar, uluslararası alandaki jeo-stratejik ve jeo-politik dengelerin çağa uygun değişimler içerisine girmesini ve tarihsel bir sürecin öne çıkmasını beraberinde getirir. Dolayısıyla bu değişim, sınıfların değişim karşısında tavrı, karakteri, işlevi ve oynadığı misyon ile kendisini gösterir.

19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ilerici yapıya sahip olan sınıf burjuvaziydi. Dolayısıyla demokratik devrim, burjuva devrimidir. Bu devrimin tarihsel rolü ve üstlendiği hedef, kapitalizm öncesi sosyo-ekonomik yapının, pre-kapitalist üretim tarzının, üretim ilişkilerinin,sosyal ilişkilerin,siyasal yapının, kültürel ilişkilerin, kapitalizm öncesi dini misyonun vb., kısacası kapitalizm öncesi yapının köklü tasfiyesini içerir.

 Bunun için de eski yapıyı muhafaza eden devletin devrilmesi ve yerine yeni toplumla uyum gösteren devletin inşası rolünü yükler. Ancak ne zaman ki burjuvazi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gericileşti, devrimi gerçekleştiren sınıf olmaktan çıkıp, devrimin önünde engelteşkil eden sınıf haline geldi; tarihsel olarak üstlendiği rol ve oynadıkları roller de değişti.

 Stalin burjuvazinin henüz devrimci olduğu döneme ilişkin tavrını aşağıda şöyle belirtir: “Batı’daki burjuva devrimleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya) bilindiği gibi, başka bir yolu izledi. Orada devrimde hegemonya, zayıflığından ötürü bağımsız bir siyasi güç oluşturmayan ve oluşturamayacak da olan proletaryada değil, tam tersine liberal burjuvazideydi. Orada köylülük, feodal düzenden kurtuluşu, sayıca güçsüz ve örgütlenmemiş olan proletaryanın elinden değil, tam tersine burjuvazinin elinden elde etti.

Orada köylülük liberal burjuvaziyle ortaklaşa, eski düzene karşı yürüdü.

 Orada köylülük, burjuvazinin bir yedek gücünü oluşturdu.

Orada dolayısıyla devrim, burjuvazinin siyasi ağırlığının muazzam bir şekilde güçlenmesine yol açtı.”

(1) Ancak burjuvazi yaptığı devrimlerle, ekonomik ve siyasi alanda üstünlüğü sağladıktan sonra ilerici karakterini yitirir. Artık kendisistemini kuran ve kendi hegemonyasını hakim hale getiren burjuvazi, devrim yapan vasfını yitiren sınıf olmaktan çıkan, kurduğu düzeni ve iktidarı koruyan, muhafaza eden statükocu bir sınıf olur.

Bunun sonucu kurduğu üstyapı devrime önderlik rolünü terk eder ve sistemi ve devleti muhafaza eden kuruma dönüşür. Artık bu tarihsel süreç burjuvazinin konumunu değiştirdiği gibi, önderlik ettiği temel güç olan köylülüğü de karşısına alır. Ve bir dönemler müttefiki olan proletarya da artık karşısına önder sınıf olarak öne çıkar. Bu durum Rusya Devrimi’nin arifesinde de net bir şekilde kendisini gösterir: Rusya’da ise burjuva devrim tamamıyla taban tabana zıt sonuçlar verdi. Rusya’da devrim, bir siyasi güç olarak burjuvazinin güçlenmesine değil, tam tersine zayıflamasına, onun siyasi yedek güçlerinin artmasına değil, tam tersine, onun temel gücünün yitirilmesine, köylülüğün yitirilmesine yol açtı. Rusya’daki burjuva devrim, liberal burjuvaziyi değil, tam tersine, çevresinde milyonlarca köylü kitlesini birleştiren devrimci proletaryayı ön plana çıkardı.

”(2) Stalin’in değerlendirmesi burjuvazinin giderek gericileştiği ve devrimin karşısında yer alan bir sınıf haline gelmesi üzerinedir. Burjuvazinin karşı-devrimci hatta geçişi diğer sınıflarla olan ilişkilerinde kopuklukları da beraberinde getirir. Bir dönemler devrim saflarında ittifak kurduğu köylülük artık burjuvazinin müttefiki değil tersine “rakibi” haline gelmiştir. Bunun sonucunda Rusya somutunda verdiği örnekle tarihsel olarak demokratik devrime ve sosyalist devrime önderlik edecek sınıf olarak proletaryanın ön plana çıktığını belirlemektedir.

Nitekim Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ile pratikte proletarya bunu göstermiştir. Artık devrimde proletarya öncü sınıf rolünü üstlenmiştir. Diğer taraftan, gericileşen ve emperyalist aşamaya ulaşan uluslararası tekelci burjuvazi ve ekonomik olarak

Partizan/101 (1) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 58, İnter Yayınları (2) Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 59, İnter Yayınları

ilhak ettiği,siyasi olarak bağımlı kıldığı ülkelerin komprador burjuvazisi ve feodal sınıflar da demokratik devrimin önünde engel teşkil etmişlerdir. Bilindiği gibi Lenin, bu tarihsel saflaşmayı ve devrim sürecinin girdiği çağın güzergahını “emperyalizm ve proleter devrimleri çağı” şeklinde belirlemiştir. Devrime önderlik rolünü, sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesine yüklemiştir.

Böylece köhneyen, işçi sınıfı ve ezilen yığınlardan korkan burjuvazinin önderliğindeki devrimler miadını tamamlamıştır. İbrahim yoldaşın sözleriyle “1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada eski tip devrimler dönemini kapamış, proletarya önderliğinde yeni-demokratik devrimler ve sosyalist devrimler dönemini açmış bulunuyordu.”(3)

Görüldüğü gibi, eski tip devrimler dönemi kapanmıştır.

 Çünkü burjuvazi gerici, statükocu ve devrimin önünde engel teşkil eden yapıya bürünmüştür. Oysa tarihsel materyalizm, toplumsal gelişmeyi zorlamakta ve dayatmaktadır. Eski sistem, gelişen çelişkiler sonucu tahrip oldukça yeni sistemin ön koşullarını da oluşturmaktadır. Dolayısıyla -burjuvazi önderliğinde demokratik devrimleri yapan ülkelerin dışında- henüz demokratik devrimlerin yapılmadığı ülkeler vardır.

Bu ülkelerde emperyalizme bağımlı komprador kapitalizm olsa da bu kapitalizm geçmişte liberal ve ulusal burjuvazinin önderliğinde kendi iç dinamiğiyle gelişen ve feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

 Bu ülkelerde her türden pre-kapitalist ilişkiler yeni demokratik devrimi gündemde tutmaktadır. Komprador kapitalizmle feodalizmin içiçe girerek oluşturduğu yarı-feodal yapı içinde, feodal yapının hacmi, sınırları bazı ülkelerde daha geniş bazılarında daha dardır.

Ama sonuçta bu gibi ülkelerde demokratik devrim tamamlanmamıştır.

Daha açık bir deyimle burjuvazinin tarihsel görevi proletaryaya devredilmiştir.

Dolayısıyla, Lenin’in Rusya somutunda “Rusya’da demokratik devrim sosyo-ekonomik özü bakımından bir burjuva devrimidir”(4) belirlemesi, burjuva devrimini yapmayan ülkeler için de geçerlidir. Lenin’in açık bir şekilde belirttiği, burjuva devrimlerinin olmadığı ülkelerde sosyalist devrimden evvel bu burjuva devrimlerin yapılması görevidir.

Ancak demokratik devrimle sosyalist devrimin şartları oluşturulur.

Burjuva devrim, feodalizmi tasfiye eden, eski sistemin tüm kalıntılarını yok eden, dolayısıyla özgür ve hızla gelişen kapitalizmin önünü açan devrimdir. Ancak bu devrimle kesintisiz sosyalist devrime ve sosyalizmin inşasına geçilebilir. Aksi takdirde sosyalizmin inşası gündeme gelemez.

 Bu da mevcut çağda sınıf bilinçli proletaryanın sınıf pektifiyle yerine getirilebilir.

 Partizan/102 (3) İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 277 (4) Lenin, Seçme Eserler, cilt 3, s. 113, İnter Yayınları

 Tarih, burjuva devrimin gerçekleşmediği ya da tamamlanmadığı bu ülkelerde proletaryaya ve öncü müfrezeye böylesi bir görev yüklemiştir. Burjuva devrim ya da proletaryanın önderliğindeki deyimiyle yeni demokratik devrimin toplumsal işlevi şu şekilde yaşam bulur: “Burjuva devrim, geçmişin kalıntılarını, (yalnızca otokrasiyi değil, monarşiyi de içeren) feodal kalıntıları, en kararlı bir biçimde süpürüp atan ve kapitalizmin en geniş, en özgür ve en hızlı bir biçimde gelişmesini en eksiksiz bir biçimde güvence altına alan bir altüst oluşun ta kendisidir.

İşte bu yüzden, burjuva devrim, proletaryaya en büyük ölçüde yarar sağlar. Burjuva devrim, proletaryanın çıkarları için mutlak bir gerekliliktir. Burjuva devrim, ne kadar tam, kararlı ve tutarlı olursa, proletaryanın sosyalizm uğruna burjuvaziye karşı başarısı o ölçüde güvence altına alınmış olacaktır. Ancak bilimsel sosyalizmin abecesinden habersiz olanlar, bu yargıyı yeni, garip, ya da paradoksal görebilirler.”(5)

 Demokratik devrim tarihsel rolü ve işlevi bakımından sosyalist devrimden önce gündeme gelen devrimdir. Çünkü kapitalizm,sosyalist toplumdan önce tarih sahnesinde yer almış toplumdur. Feodalizmi tasfiye eden özgür, bağımsız kapitalizmin önünün açılması ile sosyalizmin nesnel ve öznel koşulları oluşturulabilir. Sosyalizm ancak kapitalizm öncesi tüm feodal kalıntıların tasfiyesiyle gündeme gelir. Emperyalizme bağımlı ve feodal yapıyla içiçe geçen komprador kapitalizmle bu mümkün değildir. Proletarya ancak o zaman sosyalizmin inşası görevini yerine getirebilir.

Bu da yeni demokratik devrimle mümkündür. Görüldüğü gibi yeni demokratik devrim,sosyalist devrimden ayrışır. Ama diğer taraftan sosyalist devrimin ve sosyalizmin inşasının temel ve koşullarını da yaratır.

Mao bu gerçekliği görmüş ve Çin Devrimi bu doğrultuda hat izlemiştir: “Komünist Partisi’nin önderliğinde yeni tipte kapsamlı bir burjuva demokratik devrim olmadan,sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal düzenin yıkıntıları üzerinde bir sosyalist toplum inşa etmeye çalışmak bir ham hayal olur.

Bazı kişiler, komünistlerin kapitalizmden korkmak şöyle dursun, belirli koşullarda onun gelişmesini niçin savunduklarını anlayamıyorlar. Cevabımız basittir: Belirli bir düzeydeki kapitalist gelişmenin yabancı emperyalizm ve yerli feodalizm baskısının yerini alması, sadece bir ilerleme değil, kaçınılmaz bir süreçtir. Bu burjuvazi için olduğu kadar, proletarya için de yararlıdır, hatta belki de proletarya için daha da yararlıdır. Bugün Çin’de gereksiz olan yerli kapitalizm değil, yabancı emperyalizm ve yerli feodalizmdir; aslında bizdeki kapitalizm pek küçüktür.

”(6) Partizan/103 (5) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 144-145, Sol Yayınları (6) Mao, Seçme Eserler 3, s. 291, Kaynak Yayınları

Mao yoldaşın birçok yerde belirttiği gibi, burjuva devrimi gerçekleştirmemiş ülkelerin yıkıntıları üzerinde sosyalizmi inşa etmek mümkün değildir. Çünkü sosyalizm, feodalizmi ve bağımlı komprador kapitalizmi tasfiye eden ulusal kapitalizmin alternatifidir. Bu nedenle Çin halkı böylesi bir tarihsel misyon üstlenmiş ve yerine getirilmiştir. Ancak bu devrim ÇKP önderliğinde gerçekleştirilmiştir. ÇKP’nin önderliği olmasaydı devrim gerçekleştirilemezdi.

2-Emperyalizmin İlhakı ve ÇKP’nin Ortaya Çıkış Koşulları

Devam edcek… Çin Devrimi’ne önderlik eden partinin oluşumundan evvel onu var eden koşullara bakmakta yarar var. ÇKP’nin kurulmasına maddi zemin teşkil eden nesnel ve öznel şartların ortaya çıkması beraberinde sınıf mücadelesinin seyrini de farklı bir sürece sokmuştur.

19. yüzyılın ikinci yarısına doğru dışarıdan gelen sömürgeci kapitalist devletlerle Çin’deki feodalizmin iktisadi ve sosyal yapısında belli değişimler kendisini gösterir. Bu dönem Çin’in kendi iç yapısını farklılaşma sürecine sokar, köylülüğün ve zanaatkarın önemli bir kesiminin iflası Çin burjuvazisinin oluşumunu beraberinde getirir. Çin’deki saf feodalizmi çözülme sürecine sokmuş, köylülüğün, zanaatkarın, küçük üreticinin iflasını ve beraberinde işgücünün oluşumu dönemecine girilmiştir.

Saf feodalizmin birbirinden kopuk ve kapalı doğal ekonomisinin yıkımının da gerçekleştiği döneme giren Çin’i geniş ve merkezi pazar sistemine sokmuştur. Böylece ilkel birikim sürecine giren Çin’in kapitalizm şafağında burjuvazi ve proletarya sınıfları da oluşmaya başlamıştır. Ancak bu kapitalizm, dışarıdan giren ve giderek komprador bir mahiyet kazanan kapitalizmdir.

Mao’nun tahliliyle komprador kapitalizm, feodalizmi çözülme sürecine sokmuş ama tasfiye etmeyerek içi içe girmiştir. Böylece yarı-feodal ve yarı-sömürge yapı oluşmuştur. Çin’i böylesi bir sosyo-ekonomik sürece sokan İngiltere, Fransa, Japonya, ABD gibi kapitalist-emperyalist devletlerdir.

Bununla beraber 20. yüzyılın başlarında Çin’de milli kapitalizm de oluşur.

 I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında emperyalist devletlerin savaş içinde olması sonucu Çin’deki etkileri geçici olarak zayıflar ve bu dönem, Çin’de ulusal kapitalizmin ve ulusal burjuvazinin en geliştiği dönem olur. Ulusal burjuvazinin belli bir kesimi giderek palazlanıp emperyalizmin güdümüne girerken, diğer bölümü ise ulusal düzeyde kalır.

Çin’de komprador ve ulusal kapitalizmin oluşumu böyle bir seyir izler. Gerek komprador kapitalizm gerekse ulusal kapitalizmle birlikte ulusal burjuva ve komprador burjuva sınıflarıyla beraber proletarya sınıfı da oluşmuştur. Ve proletarya giderek daha çoğalmış ve daha gelişmiştir. Ancak Çin’deki kapitalizm, emperyalizme bağımlı hale geldikçe komprador kapitalizm esas hale gelmiştir. Komprador kapitalizm, feodalizmin çözülme sürecine girmesi ile dışarıdan emperyalizm tarafından ihraç edilen bağımlı, güdük kapitalizmdir. Dolayısıyla feodalizmi tasfiye eden kapitalizm değildir.

Çözülme sürecine giren feodalizmle iç içe geçen ve varlığını muhafaza eden kapitalizmdir. Bunun sonucu Çin’de komprador kapitalizm ve çözülme sürecine giren feodalizmin iç içe geçmesi yarı-feodal yapıyı oluşturmuştur. Yarı-feodal yapı, emperyalizmin güdümünde oluştuğu için yarı-sömürge statüyle de iç içe geçmiş, böylece Çin, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke halini almıştır.

Çin’in sosyo-ekonomik ve siyasi yapısının oluşumu kısaca şöyle tarihsel bir seyir izler:

Çin’e ilk giren devlet İngiltere’dir. İngiltere, Hindistan’da üretilen afyonu da Çin’e sokmuştur. Çin’de giderek afyon bağımlılığı oluşur. Çin hükümeti önceleri izin verdiği afyon ithalatına yasak getirince İngiltere, 1840’da Çin’e savaş açar. Afyon Savaşı’nı kazanan İngiltere, Nanking Antlaşması ile Hong Kong’u sömürge olarak ilhak eder. Diğer şehirler de liman ve pazar olarak İngiltere’nin denetimi altına alınır. Her türden malın ihracatı ve ithalatı serbest bırakılarak İngiltere’ye kapılar ardına kadar açılır.

Artık askeri, siyasi ve ekonomik olarak dünya pazarlarına açılan dönemin kapitalist-sömürgeci devletlerinin en fazla yöneldikleri ülkelerden biridir Çin... Nitekim 1856-1860 arası İngiltere bu kez Fransa’yla birlikte Çin’e savaş ilan eder.

ABD ve Çarlık Rusya’nın da desteğiyle yapılan saldırı sonucu Çin topraklarını işgal eden İngiltere ve Fransa, Çin Hükümeti’ne Tiantzin Antlaşması ve Pekin Antlaşması’nı imzalatarak, deniz kıyısındaki şehirleri tümden kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Ayrıca seyahat etme, misyoner faaliyeti gösterme, nehir ulaşımı gibi imtiyazları kullanıma sokarlar.

Giderek sahillerden iç bölgelere kadar açılır ve ülkeyi kendilerine daha bağımlı kılarlar. Devamında 1884’te Fransa’nın ve 1894’te Japonya’nın saldırıları olur. Çin artık emperyalizmin ekonomik ve siyasi olarak topyekun ilhak ettiği bir ülke haline gelir. Öyle ki, 1900 yılında İngiltere, Fransa, Amerika, Almanya, Japonya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan emperyalistleri Çin’e saldırırlar.

Çin topraklarının bazı bölümlerini açıktan işgal ederler, bazı yerleri de “kiralama” yaftasıyla kontrolleri altına alır, ülkeyi  sömürge, yarı-sömürge haline getirirler. Ayrıca “savaş tazminatı”na tabi kılarlar. Ticari limanları da kendi denetimleri altına alarak işletirler. Böylece gümrük ve ticari kontrolü ele geçirerek mallarını Çin’e serbestçe sokarlar. Çin’deki malları da rahatlıkla çıkarıp kendi ülkelerine ithal ederler. Bu gelişmiş kapitalist devletler, meta ihracına dayalı talan ve yağmaya bağlı olarak, giderek Çin’i borçlandırırlar. Emperyalist aşamaya geldikçe sermaye ihracını daha öne çıkarır ve Çin’i kendilerine iyice bağımlı kılarlar. Ayrıca Çin’de askeri alanda kara ve  deniz kuvvetleri de oluşturulur.

Ekonomik olarak ilhak ettikleri Çin’i,siyasi ve askeri olarak kendilerine bağımlı kılarak, ülkeyi kendi hegemonyaları altına alırlar. Artık bir dönemlerin feodal imparatorluğu olan Çin, emperyalist devletlerin hegemonyası altında yağmalanan, talan edilen ve bağımlı kılınan bir pazar halini almış, emperyalistler tarafında komprador ve tefeci tüccar sınıf yaratılmıştır.

 Feodal toprak ağası sınıfı ile kompradorlar, emperyalizmin dayanak sınıfları haline getirilirler. Böylece Çin; sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olmuştur. Tüm bu saldırı ve ilhak, Çin halkının sömürüsünü ve yoksullaşmasını da hızlandırır. Çin köylüleri ve zanaatkar sınıfları giderek iflas ederler. Köylüler, esnaf ve zanaatkarlar, işçiler; emperyalistler ve onlara bağımlı komprador burjuvazi, tefeci-tüccar sınıfları ve toprak ağaları tarafından daha katmerli boyutlarda sömürülürler. Ayrıca emperyalizmin güdümünde toprak ağalarının ve komprador burjuvazinin baskı ve tahakkümü de artarak daha üst düzeylere tırmanır.

O süreçle birlikte Çin halkı, tarihinde en fazla yoksullaştığı, en fazla özgürlükten yoksun kılındığı ve en fazla baskıya maruz kaldığı sürece girer. Tüm bunlar Çin halkının isyanını da beraberinde getirir. Afyon Savaşı’yla birlikte sömürgeci ve emperyalist devletlerin artan sömürü ve saldırıları sonucu ilk başlarda daha çok köylü isyanları baş gösterir. Giderek yoksullaşan köylüler; sömüren, talan eden, baskıyı daha artıran kapitalist-emperyalistlere, toprak ağalarına, komprador burjuvaziye karşı defalarca ayaklanır. Ancak köylü ayaklanmaları, merkezi önderlikten yoksun ve birbirinden kopuk olduğu için genelde bastırılır. Çin köylüleri tarihleri boyunca toprak ağaları, tefeci ve tüccarların ve devletin sömürüsü ve hükmü altında yaşamışlardır.

 

Ezici çoğunluğu topraksız, az topraklı ve yoksul olan köylüler feodalizmden, yarı-feodal sürece kadar bu sömürü ve tahakküm altında yaşamışlardır. Bu tarihsel süreçte Çin’de köylü başkaldırı, isyan ve ayaklanmaları sık sık yaşanmış ve de tarihi gelişmenin itici gücünü oluşturmuşlardır. Ama devrimi gerçekleştiren sınıf olamamışlardır.

 Mao, Çin’deki köylü ayaklanmalarını şöyle değerlendirir:

“Çin tarihindeki kadar geniş çapta köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları hiçbir yerde görülmemiştir. Köylülerin sınıf mücadeleleri, köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları Çin feodal toplumunun gerçek itici gücü olmuştur. Çünkü her önemli köylü ayaklanması ve köylü savaşı, zamanın feodal rejimine bir darbe indirmiş ve böylece bir ölçüye kadar sosyal üretici güçlerin gelişmesini sağlamıştır.

Buna rağmen, o günlerde köylü ayaklanmaları ve köylü savaşları, proletaryanın ve komünist partisinin bugün sağladığı doğru önderlikten yoksundur. Bunun nedeni, yeni üretici güçlerin, yeni üretim ilişkilerinin, yenisınıf güçlerinin ve ileri bir   siyasi partinin var olmamasıydı. Her köylü devrimi başarısızlığa uğradı ve köylülük değişmez birşekilde toprak ağaları ve soylular tarafından ya devrim sırasında ya da sonra hanedanın değişmesini sağlamak için bir araç olarak kullanıldı; bu yüzden her büyük devrimci köylü mücadelesinden sonra bazı toplumsal ilerlemeler olduysa da feodal iktisadi ilişkiler ve siyasi sistem esas olarak aynı kaldı.

Farklı türden bir değişme ancak son yüzyılda meydana gelmiştir.”(7) Köylülük, evrensel olarak alternatif sınıf olmadıkları için tek başına ve kendi önderliklerinde tarihsel olarak devrim yapacak sınıf değildir. Nitekim tarihsel olarak devrimlere bakıldığında köylülüğün önderliğinde yıkılan ve yerine başka düzenin inşa olduğu devrim yoktur. Sömürülen ve ezilen köylüler, devrime önderlik eden burjuvazinin ve proletaryanın önderliğindeki devrimlerde yer almışlardır. Ama önder sınıf olarak değil, devrime önderlik eden burjuvazinin ve daha sonraları proletaryanın önderliğindeki demokratik burjuva devrimlerinde müttefik güç olarak yer almışlardır.

Devrim sonrasında -toprak ağası ve zengin köylüler dışında yoksul ve küçük üretici konumundaki köylüler işçi sınıfına dönüşmüşlerdir. Elbette ki, feodalizm ve kapitalizmin dönemlerinde tüm ülkelerde bağımsız köylü isyanları ve başkaldırıları olmuştur. Bazı isyanlar bastırılmış, bazı isyanlar sonucu belli haklar elde etmişlerdir. Ancak hiçbir köylü ayaklanması ile mevcut sistemin alt yapısı ve üst yapısıyla alt edilip, yerine yeni bir sistemin inşa edilmesi mümkün olmamıştır.

Ancak köylü ayaklanmaları bastırılsa da Çin halkının 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ayaklanmaları giderek artar. Bu ayaklanmalar sömürülen köylü yığınlarının haklı ve meşru başkaldırılarıdır. Giderek bu ayaklanmalar, tarih sahnesine çıkan ulusal burjuvazinin, aydınların ve proleter sınıf ve halk katmanlarının yer aldığı ayaklanmaları beraberinde getirir.

Çünkü artık emperyalizmin sömürüsü beraberinde bu sınıfları oluşturmuş ve Çin’i yeni bir tarih sürecine sokmuştur. Bu süreç beraberinde yeni saflaşmalar oluşturur. Bu saflaşmanın kriterini Çin’i sömüren, bağımlı kılan ve kendi hegemonyasına alan emperyalizm karşısındaki tutum oluşturmuştur. Düzenin en gericisınıfı olan büyük toprak ağaları, tefeci-tüccar kesimler, emperyalistlerin ilk dayanağını oluştururlar. Burjuvazinin bir kısmı da palazlanır ve emperyalistlerin yörüngesinde hareket eden komprador burjuvaziye dönüşür.

Bu gerici sınıflar, karakterleri gereği emperyalizmin güdümünde halkın çoğunluğuna karşı ittifak oluştururlar. Emperyalizme ve gerici sınıflara karşı bağımsız hareket eden ulusal burjuvazi de vardır.

 (7) Mao, Seçme Eserler 2, s. 296, Eriş Yayınları  

Ulusal burjuvazinin sağ kanadı giderek gerici mevzilere kayarken,sol kanadı emperyalizmin sömürüsünden ve feodalizmin varlığından olumsuz etkilenmektedir. Dışarıdan ihraç edilen komprador kapitalizm beraberinde Çin proletaryasını da oluşturur. Proletarya yeni bir sınıf olmasına rağmen hızla gelişen en ileri sınıftır. Geçmiş dönemin köylülüğü ile küçük burjuvazi de sömürülen ve ezilen sınıflar katmanına giren diğer muhalif sınıflardır. Devrim ve karşı-devrim saflaşması ezen ve ezilen sınıfları karşı karşıya getirir.

Ezilen sınıfların ittifakında önceleri öne çıkan ulusal burjuvazi olmuştur. Dr. Sun Yat Sen önderliğindeki ulusal burjuvazinin Guomindang Partisi 1911 yılının Ekim ayında işçilerin, köylülerin, küçük burjuvazinin desteğiyle başlattığı ayaklanma sonucu Çin Hanedanı’nın istibdat rejimini yıkar.

Vuçang’da başlayan ayaklanma, Çin’in diğer eyaletlerine de yayılır. 1 Ocak 1912 tarihinde Nancing’de Çin Cumhuriyeti Hükümeti kurulur. Sun Yat Sen geçici Başkan seçilir. “Emperyalist baskının bir kurbanı olan Çin burjuvazisi de bir zamanlar 1911 Devrimi gibi devrimci mücadelelere önderlik etti ya da başrollerden birini oynadı.”(8) Ancak Çin ulusal burjuvazisi, uzlaşmacı yapısı sonucu devrimin devamını getiremez. Ve devrim yenilgiye uğrar. Çin Hanedanı’nı devirir ama ulusal burjuvazinin önderliğindeki devrim tamamlanmaz. Köylü sorununa çözüm getiremez.

Bunun sonucu emperyalizmi ve feodal güçlerin baskısını alt edemediği için iktidar Kuzeyli savaş ağası Yuan Şikay’ın eline geçer. Sömürü sistemi ve katmerli baskı ve tahakküm varlığını devam ettirir. Çin tarihine damga vuran hareketlerden biri 4 Mayıs Hareketi’dir. Bu hareket 1911 Hareketi’nden daha ileri bir harekettir. Emperyalizme ve feodalizme karşı tutarlı, aktif ve kararlı bir mücadele yürütülür.

4 Mayıs 1919 tarihinde başlayan bu hareketin olduğu dönem iç ve dış konjonktür emperyalizmin ve yerli gericiliğin en gerilediği, teşhir olduğu ve zayıfladığı bir dönemdir. Çünkü Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmiştir. Bu devrim, Çin’i etkilemiştir. Bunun sonucu hareketin başını çeken aydınlar aktif olarak yer aldıkları harekette anti-emperyalist, anti-feodal sloganlarla sosyalizme olan inançları ilk kez haykırmışlardır. Emekçi kitlelerin ve köylülerin sonradan katıldığı hareket giderek Pekin’den diğer eyaletlere yayılır.

4 Mayıs Hareketi Mao’nun gözlemiyle “Rus Devrimi’nden ve Lenin’in çağrısından doğmuştur.” “4 Mayıs Hareketi, dünya devriminin, Rusya devriminin ve Lenin’in çağrısı (8) sonucunda meydana geldi.

Mao, Seçme Eserler 2, s. 304, Eriş Yayınları    

4 Mayıs Hareketi o günün dünya proletarya devriminin bir parçasıydı. O sırada, Komünist Partisi henüz kurulmamış olduğu halde Rusya Devrimini benimseyen ve komünist ideolojinin temel ilkelerini bilen çok sayıda aydın vardı. Başlangıçta, 4 Mayıs Hareketi, halkın üç kesiminin, yani komünist aydınların, devrimci küçük burjuva aydınlarının ve burjuva aydınlarının (bu sonuncusu hareketin sağ kanadını oluşturuyordu) cephesinin devrimci hareketiydi.

Hareketin eksikliği, aydınlarla sınırlı kalması ve işçilerle köylülerin harekete katılmamasıydı. Ama 4 Mayıs Hareketi 3 Haziran Hareketi’ne dönüştüğünde, yalnızca aydınların değil, proletaryanın, küçük burjuvazinin ve burjuvazinin de katıldığı hareket ülke çapında devrimci bir hareket haline geldi.

 4 Mayıs Hareketi sonucunda doğan kültür devrimi, feodal kültüre karşı uzlaşmaz bir muhalefet yürüttü; Çin tarihinin başlangıcından bu yana hiçbir zaman böylesine büyük ve köklü bir kültür devrimi olmamıştı.”(9) Tüm bu gelişmeler Çin’i tarihsel olarak yeni bir sürece sokar. Bu süreç Çin tarihinde ilk kez komünist partisinin oluştuğu dönemi beraberinde getirir. Zaten sınıf çelişkilerinin giderek keskinleşmesi, emperyalizmin ekonomik ve siyasi tahakkümünün de uç boyutlara tırmanması, komünist partisinin oluşmasının objektif koşullarını oluşturuyordu.

Bununla beraber dışta 1917 Ekim Devrimi ile içte 1919’daki 4 Mayıs Hareketi, komünist partisinin oluşmasının subjektif koşullarını oluşturur. Sosyalizme olan sempati bu hatta örgütlenmeyi zorunlu kılar. Bunun sonucu 1921’de ÇKP kurulur.

Komünizme sempati duyan aydınlar ve sınıf bilinçli proleterler ve emekçilerin saflarında yer aldığı komünist partisi böylece sınıf mücadelesinde ve gerici Çin Devleti’ne karşı mücadelede yer alır. Bunun sonucu olarak Çin’de artık öncü güç burjuvazi değil, proletarya olur. Burjuvazinin tarihsel olarak gericileşmesi demokratik devrime önderlik rolünü proletaryaya devrediyordu.

Her ne kadar Çin’de ulusal burjuvazi olmasına karşın, burjuvazinin esas kesiti tekelci ve komprador karakter alarak devrimin önünde engel teşkil etmiştir. Bunun sonucu artık devrimin öncü müfrezesini sınıf bilinçli proletarya ve komünist partisi oluşturmuştur.

Çin’de demokratik devrim olmadığından sosyalist devrimden evvel tarihsel olarak burjuvazinin yapması gereken burjuva demokratik devrim ÇKP’nin gündemindeydi. Sosyalist devrim demokratik devrimin yerine getirilmesiyle gündeme gelecekti. Bu gerçeği Mao daha o zamanlar görüyor ve ÇKP’nin önüne bu asgari programı koyuyordu:

(9) Mao, Seçme Eserler 2, s. 363, Eriş Yayınları

 

“Üçüncü Enternasyonal’in Çin konusundaki kararı ile tam bir görüş birliği halindeyiz. Hiç kuşkusuz Çin, hala burjuva demokratik devrimi aşamasındadır. Çin’de tam bir demokratik devrim programı, tam bir ulusal kurtuluşa ulaşmak için dışta emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayı, içerde ise kentlerde komprador sınıfın iktidar ve etkisinin yokedilmesini, köylerde feodal ilişkilere son vermek için tarımsal reformun tamamlanmasını ve savaş ağaları hükümetinin devrilmesini kapsar.

 Sosyalizme geçmek için gerçek temelleri atmadan önce böyle bir demokratik devrimden geçmemiz gerekir.”(10) Böylece Çin’de burjuva demokratik devrimi örgütleyecek ve önderlik edecek parti, demokratik devrim programını önüne koyar ve o doğrultuda hat izler.

ÇKP böylesi bir ihtiyacın ürünü olarak Sovyet Devrimi ve 4 Mayıs Hareketi sonucu oluşur ve Çin Devrimi’nde yerini alır……

Devam edecek...............

1924-1927 İç Savaşı ve ÇKP Guomindang Cephesi ÇKP’nin üstlendiği demokratik devrim, artık eski tarz değil yeni demokratik devrimdir. Gericileşen burjuvazinin artık devrime önderlik eden sınıf olmaktan çıkıp, devrime engel teşkil etmesi devrimin öncü müfrezesini değiştirmiştir. Devrimin anti-feodal muhtevası, özü, rolü devam etmesine karşın devrime önderlik eden sınıf ve parti değişir, devrimin hedefini oluşturan toprak ağaları, tefeci-tüccar sermayesi sınıflarına emperyalist ve komprador burjuvazi sınıfları da dahil olurlar.

Bu minvalde devrime önderlik eden ÇKP, ML’in evrensel ilkelerini, Çin’in öznel durumu ve somut pratiğiyle birleştirir. Bunun sonucu anti-feodal, anti-emperyalist örgütlenmeye ve mücadeleye gidilir. Gerici sınıflara ve devlete karşı sömürülen, ezilen ve baskı ve tahakküm altında tutulan halk katmanları devrim saflarına çekilir. Bu misyonu üstlenen ÇKP, beraberinde ulusal burjuvazinin sol kanadı ve partisi Guomindang ile de ittifak oluşturma kararı alır.

Ve bu doğrultuda adım atılır ve ulusal burjuvaziyle birlikte diğer halk güçlerinin de içinde yer aldığı cephe oluşturulur. “1924’te Dr. Sun Yatsen, Çin Komünist Partisi’nin önerilerini kabul ederek, Komünistlerin de katıldığı Guomindang Birinci Milli Kongresi’ni topladı: Rusya ile ittifakı, Komünist Partisiyle işbirliğini ve köylülerle işçilere yardımı öngören Üç Büyük Siyaseti benimsedi.

 Vampoa Askeri Akademisi’ni açtı ve Guomindang, Komünist Partisi ve halkın bütün kesimlerinin milli birleşik cephesini kurdu. Bunun sonunda, Kvangtung Eyaleti’ndeki gerici güçler 1924-1925’te yok edildi, muzaffer Kuzey Seferi 1926-1927 boyunca sürdürüldü. Yangze ve Sarı Irmak boyunca birçok bölge zaptedildi.

Partizan/110 (10) Mao, Askeri Yazılar, s. 54, Sol Yayınları  

 Kuzeydeki savaş ağası hükümeti yenilgiye uğratıldı ve halkın kurtuluş mücadelesi o güne kadar Çin tarihinde görülmemiş bir ölçüde yayıldı.”(11) Görüldüğü gibi ÇKP Guomindang’a yaptığı teklifle cephe kurar. Bu cephe, ulusal burjuvaziyle birlikte köylüleri ve işçileri de içine alır. Çin’de ilk kez oluşturulan cephe tüm halk güçlerinin saflarında yer aldığı cephedir.

 Bu cephe içinde yer alan sınıfların ortak çıkarları üzerine oluşturulmuştur. Böylece emperyalizm ve uşaklarının katmerli baskısı altındaki sınıflar bir araya gelerek birlikte mücadele verirler.

Onları birleştiren ve aynı mevzide mücadeleye sevk eden anti-emperyalist, anti-feodal güzergâh olmuştur. Komünist partinin öneri ve öncülüğünde oluşturulan bu cephenin siyasi temelini Üç Halk İlkesi, Üç Büyük Siyaset oluşturur. 17 Ekim Devrimi’nden ve ÇKP’nin kuruluşundan evvel Guomindang’ın gündeme getirdiği Üç Halk İlkesi, eski sürece tekabül ediyordu. Daha Ekim Devrimi’nin yapılmadığı ve Çin özgülünde Komünist Partisi’nin oluşmadığı süreçte, Sun Yat Sen önderliğindeki Guomindang tarafından belirlenen bu eski Üç Halk İlkesi’ni “Milliyetçilik, Demokrasi ve Halkın Refahı” hedefleri oluşturuyordu.

 1908 Yuan Ayaklanmasısonrası oluşturulan eski dönemin Üç Halk İlkesi, o günün koşullarına uygun düşen doğrudan burjuvazinin önderliğindeki demokratik devrimin ilerici hedeflerini içeriyordu. Dolayısıyla “Eski Üç Halk İlkesi eski dönemde devrimci idi ve bu dönemin tarihi özelliklerini yansıtıyordu.”(12)

Ancak 1917’de Ekim Devrimi’nin olması, 1 Temmuz 1921’de ÇKP’nin kuruluşu ve halkın birleşik cephesi koşullarının oluşmasıyla beraber, 1924 tarihinde yeni kategoriye dahil Üç Halk İlkesi gündeme gelmiştir. Bu gerçek görülmeli, eskiden doğru olan ama bu koşullarla beraber içeriği değişen ve eskinin yerini alan yeni Üç Halk İlkesi görülmeli ve pratiğe uygulanmalıydı.

Nitekim Sun Yat Sen, bu gerçeği görmüş, Guomindang’ın 1. Kongresi’nde eskinin yerine yeni koşulların Üç Halk İlkesi’ni gündeme getirmiştir. Mao da bu değişikliği tasvip etmiştir: “Bildiri, Üç Halk İlkesi’nin tarihindeki iki dönemi ayırt eder. Üç Halk İlkesi, bildiriden önce, eski sınıflamaya aitti; yarı-sömürge bir ülkede eski burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, eski demokrasinin Üç Halk İlkesi, eski Üç Halk İlkesi’ydi. Bildiriden sonra ise Üç Halk İlkesi yeni bir sınıflamaya girdi, yarı-sömürge bir ülkede yeni burjuva demokratik devrimin Üç Halk İlkesi, Yeni Demokrasi’nin Üç Halk İlkesi, yeni Üç Halk İlkesi haline geldi. Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi sadece ve sadece bunlardır.

Partizan/111 (11) Mao, Seçme Eserler 3, s. 265, Kaynak Yayınları (12) Mao, Seçme Eserler 2, s. 357, Eriş Yayınları

Yeni dönemin devrimci Üç Halk İlkesi, yeni ya da gerçek Üç Halk İlkesi, Rusya’yla ittifak, Komünist Partisiyle işbirliği ve köylülere ve işçilere yardım şeklindeki Üç Büyük Siyaseti kapsar. Bu Üç Büyük Siyasetten herhangi birinin olmaması halinde Üç Halk İlkesi yeni dönemde ya sahte ya da eksik olur.”(13) Mao’nun birçok yerde belirttiği gibi Üç Halk İlkesi, ÇKP ile beraber Sun Yat Sen önderliğindeki Çin milli burjuvazisinin esasta ortak hedeflerini oluşturur. Ama bu hedef, Çin ulusal burjuvazisinin azami programıdır, ÇKP’nin ise asgari programıdır. Çin’de o dönem gündemde olan demokratik devrimin programıdır. ÇKP elbette ki bu asgari programla yetinmeyip, azami programı da önüne koyarak kesintisiz devrimle sosyalizmin inşasını da üstlenecektir.

Ancak sosyalizmin inşasından evvel o süreç ÇKP’nin önüne demokratik devrim aşamasını koymuştur ve mücadele o minvalde verilecektir. O tarihsel süreç feodalizmin tasfiyesi, emperyalizmin kovulması ve komprador kapitalizmin tasfiyesi görevi demokratik devrimin asli hedefini oluşturmuştur.

Üç Halk İlkesi bunu içermektedir. Mao, Üç Halk İlkesi mücadelesinin, ÇKP’nin asgari programını içerdiğini ve demokratik devrimin esas görevinin olduğunu müteakip defalar belirtmiştir: “Ancak bu Üç Halk İlkesi, özünde daha önceki, eski Üç Halk İlkesi’nden farklı olarak, bir Yeni Demokrasi programıdır. Kuşkusuz bunlar ‘Çin’in bugün ihtiyaç duyduğu şeyler’dir ve yine kuşkusuz ‘Partimiz, onların tam olarak gerçekleştirilmesi için savaşmaya hazırdır’. Biz Çin Komünistlerine göre, Partimizin asgari programı için mücadele ile Dr. Sun’un devrimci ya da yeni Üç Halk İlkesi için mücadele, (her bakımdan olmasa bile) temelde tek ve aynı şeydir. Bu nedenle Çin Komünistleri geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de devrimci Üç Halk İlkesi’nin en içten ve en titiz uygulayıcıları olacaklardır.”(14)

1924-1927 İç Savaş başlar. İlk başlarda emperyalistlerin desteğindeki büyük toprak ağalarına karşı verilen mücadelede büyük başarılar elde edilir. ÇKP-Guomindang ittifakına dayalı köylüler, işçiler mücadeleye seferber edilir ve İngiliz emperyalistleriyle işbirliği yapan Kanton bölgesindeki gerici toprak ağaları ve kompradorların askeri gücü “Tüccar Kıtası” yenilgiye uğratılır.

Ardından Kanton’dan çıkan devrimci ordu, yaptığı Doğu Seferi’nde bölgenin köylüleriyle birlikte bölgenin savaş ağasını da yenilgiye uğratır. Daha sonra Kanton’a tekrar dönen halkın birleşik cephesi, bölgedeki diğer karşı-devrim güçlerini, savaş ağalarını yok eder. Bu mücadele, emperyalizmin uşakları feodal güçlere ve komprador burjuvaziye karşı verilir ve onlara karşı darbe vurur.

Ancak bu başarının devamı gelmez.

Partizan/112 (13) Mao, Seçme Eserler 2, s. 353, Eriş Yayınları (14) Mao, Seçme Eserler 3, s. 292, Kaynak Yayınları

Guomindang’ın önderi Sun Yat Sen’in savaş döneminde ölümü üzerine, Guomindang önderliği ulusal burjuvazinin gerici kliğinin ve kompradorlaşan burjuvazinin temsilcisi olan Çan Kay Şek’e geçer ve gerici klik devrime ihanet eder. Guomindang artık karşı-devrim saflarında yer alır ve Sun-Yat Sen döneminde oluşturulan ulusal cephe bozulur.

Bir dönemler proletarya, köylüler ve küçük burjuvazi ile aynı cephede yer alan ulusal burjuvazinin örgütsel yapısı düşman olurlar. Bu durum birbirlerine karşı yeni saflaşma ve çatışmayı beraberinde getirir. Bunun sonucu emperyalizmin güdümünde yer alan Çan Kay Şek ve diğer gerici klikler, Çin halkına karşı saldırıya geçerler. Artık Goumindang, karşı-devrim hattında yer almıştır. Mao’nun deyimiyle, burjuva demokratik devrim yarı yoldayken, Guomindang şehirlerde komprador burjuvazinin ve köylük bölgelerde savaş ağalarının partisi haline gelmiş ve karşı devrim yoluna girmiştir. “Çin’in ivedilikle bir burjuva-demokratik devrimine ihtiyacı vardır ve bu devrim yalnız proletarya önderliğinde tamamlanabilir. Proletarya, Guangdung’dan başlayarak Yangze ırmağına doğru yayılan 1926-1927 devrimine sağlam bir biçimde önderlik edemediği için, komprador ve toprak ağası sınıfları önderliği ele geçirdiler ve devrimin yerini karşı-devrim aldı.

Böylece burjuva-demokratik devrim geçici bir yenilgiye uğradı. Bu yenilgi, Çin proletaryası ve köylülüğü için de aynı zamanda Çin burjuvazisi için de (ama komprador ve toprak ağası sınıfları için değil) ağır bir darbeydi.”(15) Mao bu dönemi değerlendirirken geçici yenilgiden bahseder. Bunun sonucu burjuva demokratik devrim hedefine ulaşamaz ve kesintiye uğrar.

Kazanılan mevziler yitirilir ve halkın oluşturduğu cephe de dağıtılır. Guomindang’ın gerici kliğinin ihaneti yenilgiye ve halk güçlerinin oluşturduğu ittifakı yitirmelerine neden olur. Yenilginin bir diğer nedeni de ÇKP’nin iç yapısındaki durumdur. ÇKP içinden çıkan tasfiyeci, Troçkist ve karşı devrime meyillenen kliğin giderek önderliği ele geçirmesidir. 1927 yılında Guomindang’ın karşı-devrim saflarında yer almasıyla beraber, aynı tarihlerde ÇKP önderliğinin de devrim mücadelesinde teslimiyetçi bir hatta girmesi yenilginin diğer nedenini oluşturur.

Guomindang’ın devrime ihanetinin yanında, önderliğin de rolünü ve oynaması gereken misyonu yerine getiremeyişi alınan yenilginin subjektif nedenini oluşturmuştur. Mao yoldaş bunu açıkça vurgular:

Partizan/113 (15) Mao, Seçme Eserler 1, s. 62, Eriş Yayınları

“Ne var ki, bu devrim yenilgiyle sonuçlandı, çünkü 1927’de, o zamanlar bizim müttefikimiz olan Guomindang’taki gerici klik devrime ihanet etti, çünkü o zamanlar emperyalizm ve gerici Guomindang kliğinin birleşik kuvvetleri çok güçlüydü ve özellikle Partimizde, Cen Dusiu’nun temsil ettiği sağcı ideoloji bu devrimin bitim döneminde (altı ay kadar) Komünist Enternasyonal’in ve Stalin yoldaşın birçok akıllıca direktifini reddeden, Mao Zedung yoldaş ve öbür yoldaşların doğru görüşlerini reddeden teslimiyetçi bir politikaya dönüştü ve Parti’nin yönetici organına hakim oldu; (abç) bunun sonucu olarak, Guomindang devrime ihanet edip, halka birden saldırdığında, Parti ve halk etkili bir direnme hareketi örgütleyemedi.”(abç) (16)

Cen Dusiu’nun önderliğindeki bir avuç Troçkist kırmasının yer aldığı yönetici organ, Guomindang’a karşı teslimiyetçi tavır aldı. Son altı ayda Parti ve halk devrimci kulvardan kopuk teslimiyetçi bir hatta sokulmak istendi. Önderliği ele geçiren sağcı ve teslimiyetçi klik ÇKP’nin önüne koyduğu demokratik devrime karşı çıktı. Toprak Devrimi reddedildi. Ayrıca “sosyalist devrimin yapılması için gelecek günlerin beklenmesi” ve “Milli Meclisİçin” sloganıyla devrimci hareketin yok edilmesini savundular.

Mao ve komünist yoldaşları, devrime ihanet eden, teslimiyetçi Cen Dusiu güruhuna karşı aktif ideolojik-örgütsel tavır takındılar. Onların uzlaşmacı, teslimiyetçi, tasfiyeci ve partiye karşı hizip oluşturan pratiklerine karşı, parti ilkeleri doğrultusunda alınan tavırla partiden ihraç edildiler. Sonradan karşı-devrime yönelen Cen Dusiu kliğine karşı alınan kararlı tavırla partinin önü açıldı.

Elbette ki ÇKP, bu dönemi değerlendirdi. ÇKP Merkez Komitesi, 7 Ağustos 1927’de yaptığı olağanüstü toplantı sonucu sağ oportünizme tekabül eden hata ve zaafları belirleyerek mahkum etme ve partiyi daha ileriye taşıma kararı alındı. Ve bu doğrultuda hareket edildi. Bunun sonucu, önderliğin rolü ve önemi daha iyi kavrandı. Çünkü önderliğin sapması partiyi olumsuz etkilemiş, demokratik devrim hattından belli kopukluklar içerisine girilmişti. Silahlı mücadelenin önemi 1926’daki Kuzey Seferi’ne katılana kadar yeterince kavranamamış ve demokratik devrimin askeri stratejisi doğrultusunda gereken pratik hat izlenmemiştir.

Bunun sonucu askeri örgütlenme, askeri strateji ve taktikler öne çıkarılamamıştır. Kitle örgütlenmesi askeri örgütlenmeden kopuk olmuştur. Guomindang gerici saflarda yer aldığında kitle hareketi çökmüştür. Silahlı mücadelenin önemi ve kesintisiz sürdürülmesi tahlili kendisini bir kez daha doğrulamıştır.

Partizan/114 (16) Mao, Seçme Eserler 3, s. 208, Kaynak Yayınları

Böylece ÇKP, yanlış ve eksiklerden çıkardığı dersleri, doğrularıyla birleştirme ve devrimi daha ileriye taşıma kararı almıştır. Devrimin üç asli görevi olarak bir kez daha parti inşası, ordunun inşası, halkın cephesi kararı alınmıştır. Bu daha net görülmüştür. Bu mevziler daha sağlam temeller üzerine oturtulmalıydı. Bu üçlü mevzi, Çin’deki yeni demokratik devrimin sacayağını oluşturuyordu.

Devam edecek..........

Toprak Devrimi Savaşı

 


TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)