29 Eylül 2024 Pazar

Elektromanyetik Silahlar ve HAARP_ Bahar AŞCI*

Tek bir insanın, burnunu bile kanatmadan tüm elektronik sistemleri devre dışı bırakarak, savaş kazandıracak elektromanyetik silahlar çok yakında adından sıkça bahsettirecek saldırı teknolojileri arasında yerini alacak. 

Yeni nesil savaş diye başladığımız serimizin bu üçüncü sayısında yer vereceğimiz elektromanyetik silahlar özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra silah ve uzay sanayinin ilgi alanı içine girmiştir.

 Peki nedir bu elektro- manyetik silahlar ve nasıl doğmuştur?

İmha endüstrisinde ‘E-Bomb’ (elektronik bomba) olarak anılan bu silah radyo dalgalarını kullanarak hedef aldığı bölgedeki tüm elektronik sistemleri devre dışı bırakan ve ilk olarak Nicola Tesla1 tarafından düşünülmüş fakat yapımı gerçekleştirilememiş yeni nesil bir silahtır.

Tesla’nın çalışmaları2 ölümünden sonra incelenmeye devam etmiş ve sistemi çalışılabilir hale getiren herşey 1962 yılında başlamıştır. O yıllarda atmosferin 30 km üstünde nükleer bomba denemesi yapan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), patlamanın neden olduğu gamma ışımasının 1200 km uzaklıktaki radyo istasyonlarını kullanılmaz hale getirdiğini fark edince çalışmalarının yönünü nükleer silahlardan bu alana çevirmiştir. İstasyonlar 1 saniyeden daha az bir süre devre dışı kalsa da burada önemli olan, hiçbir insanın bundan zarar görmemiş olmasıydı.3

 

İnsan hayatının giderek önem kazandığı 21. yüzyılda devletler ordular için asker bulmakta zor- lanırken, insansız teknolojiler ilginin artmasına sebep oldu. Atom bombası ve nükleer bomba gibi bombaların kitlesel zararları, o dönemde, dikkatleri daha masum gibi görünen elektromanyetik dalgalara yoğunlaştırdı. Hâl böyle olunca ABD’nin New Mexico eyaletindeki Kirtland Hava Üssü’nde konuyla ilgili pek çok çalışma başladı.4 Zaman içinde de bu çalışmalar tüm dünyaya yayıldı ve ABD dışında Avrupa Norveç’te, Rusya ise Ukrayna ve Tacikistan’da benzer çalışmaları yapmaya devam etti.

Ancak bunlardan en çok dikkat çekeni ve kamuoyunun tepkisine sebep olanı

 HAARP’tır

(High Frequency Active Auroral Research Program – Yüksek Frekanslı Aktif Atmosfer Programı).

 

HAARP Nedir?

Dünyanın en büyük ve en güçlü radyo transmiterlerinden (iletici) birini imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri tarafından ortaklaşa finanse edilmekte olup, 30 milyon dolarlık programı Alaska Üniversitesi yürütmektedir.5

1993 yılında başlayan çalışmalar Alaska’da, Gakona Askeri Üssü yakınlarında gerçekleşmektedir. Resmi amacı iyonosferde6 araştırma yapmak olan projenin gerçekleşmesinde 3

devam edecek.....................

Amerikan şirketi rol oynamaktadır. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri olan ARCO Power Technologies Incorporated (AP-TI)7, projenin inşaasına başlayan müteahhit şirkettir. Ardından, Haziran 1994’te ARCO, patentleri ve ikinci safha inşaa kontratlarını E-Systems’e satmıştır.

 E-Systems de genellikle istihbarat servislerine iş yapan, dünyadaki en büyük müteahhit şirketlerden biridir. Başta CIA olmak üzere savunma istihbarat örgütlerine iş yapmaktadır. Proje devam ederken

E-Systems hisseleri de yine dünyadaki önemli savunma müteahhitlerinden biri olan Raytheon tarafından satın alındı. 1994’te Raytheon, Fortune Dergisi ilk 500 listesinde 42. sıradaydı. Böylelikle projenin omurgası Raytheon oldu8.

Amerikalı yetkililere göre projenin amacı;

•           Atmosferdeki termonükleer araçların elek- tromanyetik vuruşlarını değiştirmek,

•           Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,

•           Radar sistemlerini geliştirmek,

•           Geniş bir alanda, Amerikan ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,

•           Toprağın altını çok de- rinlere kadar incelemek,

•           Geniş alanlarda petrol, doğalgaz ve yeraltı kaynağı tespit etmek,

•           Hava saldırılarını havada etkisiz hale getirmektir.9

Ancak projenin karşıtlarından olan Prof. Dr. Gordon J.F. Mac Donald’a10 göre, elektromanyetik teknoloji daha fazlasını da yapabilir.

•           İklimleri değiştirebilir,

•           Kutuplardaki buzulları eritebilir ya da yerinden oynatabilir,

•           Ozon tabakası ile oynayabilir,

•           Depremlere sebep olabilir,

•           Tsunamileri kontrol edebilir,

•           İnsan beynini kontrol altına alabilir,

•           Termonükleer patlamalara sebep olabilir. Bu kaygıları ortadan kaldırmak içinse Amerikan Hava Kuvvetleri, iklim kontrolü amaçlayan “Spacecast 2020”11 projesi ile ilgili olarak “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek ya da zarara uğratmak yasaktır” açıklamasını yapmıştır.

Özünde HAARP gizli bir proje değildir ve Pentagon, HAARP’ın varlığını inkar etmemektedir. Projenin internet sitesinde12 her türlü gelişme yayınlanıyor olsa da tepkiler, bir antinükleer aktivist olan Dennis Specht’in Nexus adlı dergiye HAARP konulu bir makale yazmasıyla başlamıştır.13 Specht’in ardından Dr. Nick Begich ve Jeane

…………………………….

 7 Gary Smith, ARCO, Eastlund and the Roots of HAARP, Earth Island Journal, Fall 94.

8  Patrick Bailey, Nancy Worthington, “History and Applications Of Haarp Technologies: The High Frequency Active Auroral Research Program”, Intersociety Energy Conversion Engineering Conference, The 32nd IECEC, July 27 - August 1, 1997.

9  Peter Schwartz, Doug Randall, “An Abrupt Climate Change Scenario and Its Implications for United States National Security”, October 2003.

10  MacDonald, “Climatic Consequences of Increased Carbon Dioxide in the Atmosphere”, David A. Berkowitz, Arthur M. Squires (Eds.)

Power Generation and Environmental Change, Cambridge: MIT Press, 1971, ss 246-262.

11 Jay W. Kelley, “SPACECAST 2020 Final Report”, Vol.1, Defence Technical Information Center, June 1992.

12   http://www.haarp.alaska.edu, projenin internet sitesinin adresidir.

13   Dennis Specht, “HAARP: Vandalism In The Sky”, Nexus Magazine, Vol.3, No.1, 1995.

....................................

 Manning de en kapsamlı araştırmayı yapıp çalışmalarını Angels Don’t Play This HAARP – Advencis in Tesla Technology adlı kitapta sunmuşlardır.

Begich ve Manning tarafından yapılan araştırmalar, HAARP projesinin derinliklerine ışık tutmuştur. Amerikan Hava Kuvvetleri dökümanlarında, insanın zihinsel eylemlerini manipule ederek değiştirme çabası içinde olan bir sistem geliştirildiğinin ortaya çıkması araştırmaların sonuçlarından biriydi.

Bu teknolojiden de en çok Carter’ın eski ulusal güvenlik danışmanı olan Zbigniew Brzezinski ve Johnson’ın bilimsel danışmanı ve aynı zamanda UCLA’da Jeofizik profesörü olan J.F.Mac Donald bahsetmektedir.

Elektromanyetik Silahların Gelişimi

ABD uzayla, 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ciddi bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır. Bu derin ilginin nedeni, roket teknolojisinin başlangıcının -nükleer teknolojinin de eşliğiyle- bu dönemde ortaya çıkmasıdır. İlk çalışmalar sonucunda gürültü bombaları ve rehberli füzeler ortaya çıkmıştır.

Roket ve nükleer silah teknolojisi aynı zamanda, 1945-1963 yıları arasında gelişmiştir. Bu süre zarfında yeryüzünün üstünde ve altında şiddetli nükleer testler tecrübe edilip,14 iyonosfer ve stratosfer üzerine yapılan çalışmalar sonucu atmosferin bir parçası olan ve evrenden solar ve galaktik rüzgarlarla gelen protonlar, elektronlar ve alfa parçacıkları gibi yüklü parçacıkları tutarak dünyayı koruyan “Van Allen Belts15” (Van Allen Kemerleri) bulunmuştur. Bu kemerler ABD’nin ilk uydu operasyonu -Explorer I- sırasında 1958’de keşfedilmiştir.

Ağustos-Eylül 1958 arasında ABD, “Argus Projesi16” adı altında 3 nükleer bomba ve 2 de hidrojen bombası deneyi yapmıştır. Bu projenin amacının, yüksek irtifadaki nükleer patlamaların elektromanyetik titreşim (EMP) nedeniyle radyo iletimlerine ve radar operasyonlarına etkisine değer biçmek, jeomanyetik alanlar ve onun için- deki yüklü parçacıkları daha iyi anlamak olduğu söylenmiştir.17

…………20 Ağustos 1961’de Amerikan ordusu iyonosferde bir “telekomünikasyon kalkanı” yaratmayı planlamıştır. Bu kalkan 3000 km yükseklikte kurulacaktı. Kalkanın iyonosferde kurulma sebebi manyetik fırtınaların ve güneş ışınlarının telekomünikasyona zarar verme ihtimaliydi……………

9 Temmuz 1962’de Pentagon “Project Starfish” (Starfish Projesi) adı altında iyonosferle ilgili bir dizi yeni deney yapmaya girişti. Bu deneyler alt Van Allen kemerine zarar verdiği için durduruldu.

1968’de “Solar Power Satellite Project (SPS- Solar Güç Uydusu Projesi) ile güneş enerjisiyle çalışan ve her biri, bir ada büyüklüğünde olan uydular üzerine çalışıldı.

1975’de fırlatılan Saturn 5 Roketi Projesi) atmosferde yandı.

Bu yanma iyonosferde büyük bir delik açtı.18

 

1978’de SPS Projesi üzerine yeniden çalışılmaya başlandı. … Bu dönemde antibalistik füzeler için uydu ışın silahları üzerine çalışıldı.

Yüksek enerjili lazer ışınlarının bir “termal silah” olarak düşman füzelerini yok etmek için en uygun araç olduğu ileri sürüldü.

SPS aynı zamanda psikolojik ve insansız bir silahı da ifade etmekteydi. Lazer ışınları güç bataryaları bir SPS uydusundan diğer uydulara veya platformlara yayılabilecekti. SPS’in dünyanın herhangi bir yerindeki askeri operasyonda ihtiyaç olunan enerjiyi iletme kapasitesinden bahsedilmektedir. Bunların dışında, gözetim ve erken uyarı sistemlerinde gelişmeler, düşman ordularının yayınını bozma ve iyonosferde fiziksel değişiklikler yaratma yeteneğine sahiptir.

1970’lerin sonlarında Pentagon, düşmana ait nükleer çevrede iletişimin radyo ve televizyon tek- nolojisinde kullanılan geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilemediğini farketti.

1982’de bir komuta kontrol elektronik alt sistemi geliştirildi.

“Ground Wave Emergency Net-work (GWEN)” (Toprak Dalgası Acil Şebekesi ) denilen bu sistemle roketler monitörden izlenip kontrol edilebiliyordu.

…………………………………………………….

14-Nick Begich, Jeane Manning, Angels Don‘t Play This Haarp: Advances in Tesla Technology, 1997, s.6.

15-http://spacemath.gsfc.nasa.gov.

16-Rosalie Bertell, Haarp Projesinin Arkaplanı, Eartpulse Press, 1999.

17-http://www.projectargus.eu/ .

18-Bertell, a.g.e.

 Devam edecek.....

1981 yılında “Orbit Maneuvering System” (OMS)19 (Yörünge Manevra Sistemi) ile uzay me- kikleri için SPS uzay platformları inşaası plan- landı. NASA’nın ürettiği uzay mekiğinin iyonosfere enjekte ettiği gazların iyonosfere etkisi üzerine çalışıldı. Deneyler sonucunda ABD iyo- nosferik delikler açabildiğini gördü. 1985 yılında yeni mekik deneyleri yapılmaya başlandı. 1980’lerde ABD yılda 500-600 civarinda roket fırlatıyordu. Bu sayı 1989’da zirveye (1500 adet) ulaştı. Bütün bu deneylerin atmosfere ciddi etki- leri oldu.

1986’da, Çernobil faciasından hemen önce, ABD Mighty Oaks (Güçlü Meşeler) olarak bili-……….nen Nevada’daki test bölgesinde hidrojen bombası deneyleri yapıyordu. Bu deneyler X ışınları ve parçacık ışını silahlarının geliştirilmesi programının bir parçasıydı. ABD 1991’de Körfez Savaşı sırasında elektromanyetik titreşim silahları (EMP) olarak adlandırılan silahlarını test etti.

1993 yılında başlatılan HAARP projesi işte tüm bu de- neylerin devamı ve Star Wars20 programının bir parçası durumundadır.21

 HAARP, Geri Dönüşü Olmayan Bir Yolculuğun Son Basamağı mı?

1970 yılının başlarında Z. Brzezinski22, yavaş yavaş ortaya çıkacak, teknoloji bağımlı “daha kontrol edilebilir ve daha yönetilebilir bir toplum”u öngörmüştü. Bu topluma, oy kullananları etki altında bırakacak bir elit grup tarafından hükmedilecekti. Bu elit, halkın davranışlarını etkilemek ve toplumu yakın gözetim ve kontrol altında tutmak için son modern teknikleri kullanarak politik amaçlarına ulaşmada tereddüt etmeyecekti.

Begich’e göre23 Brzezinski’nin tahminleri doğru çıktı. Bugün, söz konusu elit için birkaç yeni araç ortaya çıkmıştır. Araçları kullanma izni için politikalar zaten hazırdı. Ortadaki sorun ise şuydu: Amerikan halkı nasıl yavaş yavaş kontrol edilebilir tekno topluma dönüşecek? Brzezinski, kitleleri ikna edebilmek için kademe taşları arasında, devam eden sosyal krizleri ve kitle medyasının kullanımını umut ediyordu.

Aydınlar projeye karşı çıkarken Amerikan Kongresi’ne ait kayıtlar, iyonosfere gönderilen sinyallerle dünyaya nüfuz etmek için, HAARP’ın kullanımıyla meşgul olmaktaydı. Bu sinyaller gezegenin içinden kilometrelerce derine bakarak, yeraltı askeri gereçlerinin, minerallerin ve tünellerin yerini bulmak için kullanılacaktı.

 Senato 1996’da sadece bu yeteneği geliştirmek için 15 milyon dolar ödenek ayırdı. Aydınların karşı olmasının sebebi ise sistemi çalıştıracak radyo dalgaları için gerekli olan frekansın, insanın zihinsel fonksiyonlarının tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde olmasıydı. Ayrıca çalışma sadece insanlar için değil, hayvanlar için de zararlı

----------------------------------------------------

19-http://science.ksc.nasa.gov/shuttle/technology/sts-newsref/sts-oms.html.

20-Bob Fitrakis, Rods from Gods: The Insanity of Star Wars, Free Press, 24 June 2004.

21-Bertell, a.g.e.

22-Zbigniew Brzezinski, Between Two Ages: America’s Role in the Technetronic Era, New York: Viking Press, 1970.

23-Begich, Manning , a.g.e. s.52.

olacaktı. Balıkların ve vahşi hayvanların (ki kendi rotalarını bulmak için rahatsız edilmemiş enerji alanı üzerinde ilerlemeleri gerekmektedir) göç modelleri üzerinde pek derin etki etmesi muhtemeldi.

Başta Dr. Nick Begich ve Jeane Manning’in araştırmaları olmak üzere tüm araştırmacıların çalışmaları, HAARP’ın pek de masum bir girişim olmadığının işaretlerini vermektedir. Dünya ülkelerinin neredeyse yüzde 80’i küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadele sağlamaya yönelik bir anlaşma olan Kyoto Protokolü’nü imzalarken ABD bu anlaşmayı onaylamamıştır.24

Bu görüşlere göre HAARP tamamlandığı zaman ABD’nin elindeki muhtemel kabiliyetler şunlar olacaktır:

-            Atmosferi manipüle etmek,

-            Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak,

-            Kendi komünikasyon sistemini geliştirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.

ABD’nin bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarını nasıl kullana geldiği düşünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapılmak istenenlerin bunlar olmadığını söylemek çok da zor değil.25

 “Ard arda yapılan denemeler, bir taraftan yer istasyonları diğer taraftan uydu ve roket teknolojisi ile yapılan çalışmalar, 1991’de askeri maksatlar için kullanılabilir hale gelmiş miydi?

ABD yüksek ve düşük frekans yaymak suretiyle kullanılan bu sistemi Irak’a karşı kullandı mı?” gibi soruların cevapları kısmen yetkili çevreler tarafından verilmiş olmakla birlikte, olayın kapsamı konusunda tam bir açıklık mevcut değildir.26

Savunma konularında yayın yapan Defence News dergisi 13-19 Nisan 1992 tarihli sayısında elektron ışın jeneratörü Hermes II’nin Çöl Fırtınası harekâtında kullanıldığını yazdı. Dergiye göre, Hermes II ile gönderilen X ve gamma ışınları ile nükleer bomba patladığında ortaya çıkan ışık etkisi taklit edildi.

Amerikan savunma çevreleri, bu cihazın atom bombasını taklit ederek Irak tarafını korkutmak ve psikolojik üstünlük sağla- mak amacıyla kullanıldığını açıkladılar. İyonosferle alakalı projelerle ulaşılan pek çok imkan, doğuracağı korkunç sonuçlar sebebiyle kamuoyuna açıklanabilir özellik taşımamaktadır.

Bu sebeple kamuoyunda infial uyandırmayacağı tahmin edilen; “atom bombasının ışık etkisini taklit” gibi masum sayılabilecek bir hususun kamuoyuna açıklanması diğer güçlerin kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Tam tersine belki benzeri bir kısım olayları perdelemek için dikkatleri başka yöne çekmeye de yarayabilir.

Irak Haberleşmesi Durdu; Amerikan Haberleşmesi Çalıştı

İyonosfer üzerindeki çalışmaların, belli bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma, ama sadece Amerikan haberleşmesini sağlama imkanı verdiğini yazının başında belirtmiştik.   ………Körfez Savaşı’nın özellikle kara harekâtının yapıldığı son döneminde, Irak haberleşmesinin tamamen durduğu ve ileri hatlarla cephe gerisi arasında hiçbir iletişim kurulamadığı biliniyor.

………………..Echeleon tüm e-postalarımızı, sanal sohbetlerimizi, faks, teleks ve telefon haberleşmelerimizi izleyen sistem,

dev kulaktır. ……………………

Amerikan haberleşmesi ise eksiksiz çalışmaya devam etti. O sırada HAARP projesi henüz başlatılmamıştı ama Amerika’nın iyonosfer üzerinde benzeri çalışmaları mevcuttu.

 

HAARP ve Rusya

Rus Savunma Bakan Yardımcısı Orgeneral Vladimir Popovkin, Rusya’nın, uydu sistemleri kullanılarak düzenlenebilecek saldırılara karşı bir “anti-uydu” silahı geliştirdiğini açıkladı. Bu açıklama mevcut silahlanma yarışına dayanak olarak gösterilebilir.

Popovkin’in yaptığı açıklamada, benzer silahların ABD tarafından da geliştirilmeye çalışıldığını ve denendiğini, Rusların bu silahının da ABD’nin yaptığı çalışmalara cevap olarak değerlendirilmesi gerektiğinde açıkladı.

24-Michel Chossudovsky, “The Ultimate Weapon of Mass Destruction: “Owning the Weather” for Military Use”, www.globalresearch.ca, 27 September 2004.

25-Michel Chossudovsky, Washington’s New World Order Weapons Have the Ability to Trigger Climate Change, University of Ottawa Third World Resurgence, January 2001.

26-Simon Singh, The code book: the evolution of secrecy from Mary Queen of Scots to quantum cryptography, Doubleday & Co., New York,

…………………………….

Bu konu ile iligili bir hatırlatma yapmak gerekirse, Türkiye yakın zamanda Suriye’den kalkan sivil uçağı bir savunma sisteminin parçasını taşıdığı istihbaratını değerlendirmek üzere Ankara Esenboğa Havalimanı’na zorunlu olarak indirmişti.

Bu uçakta Rusya’nın HAARP’ı olan SURA projesi27 için bir parça taşındığı akıllara gelebilir ama askeri makamlar tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı. Uçağın indirilmesinden yaklaşık 1 ay sonra, uçakta SA-6 GAINFUL olarak bilinen hava savunma sisteminin parçaları olduğu bilgisi basına yansıdı.

Bu parçalar da Suriye envanterinde bulunan 36D6 TIN SHIELD ile P- 35/37 BAR LOCK tipi radarların da içinde bulunduğu bir savunma sistemine dahildir.

 İstihbarat ABD’ye aitti ve bu olaydan önce Suriye hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle bir jetimiz düşürülmüştü. Aslında önemli bir konu olmakla birlikte her gündem gibi o olay da tarihteki yerini aldı.

HAARP’ın uçak düşürme kabiliyetinin SURA’da da olduğunu varsayarsak ve bu sistemin Suriye’de konuşlanmış olabileceğini düşünürsek, uçağımızın elektromanyetik bir silah tarafından vurulmuş ve neticesinde düşmüş olabileceği çıkarımına ulaşılabilir. Bu konuda derinlemesine analiz yapmadığımız için şimdilik bu olayı bir senaryo gibi düşünebiliriz.

Bu durumda kısaca SURA’dan da bahsetmek gerekir. Aslında ilk atmosfer araştırmaları merkezi Rusya’da Novgorod’da bulunan SURA’dır.

Bu tesis ilk HAARP tesisi olarak 1980’den önce çalışmaya başlamıştır. 1946’da ABD iklim değişikliklerine sebebiyet verebilecek çalışmalar yapma düşüncesi içindeyken, Rusya da zaman içinde bu fikri geliştirmiş ve tesisi açmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra proje finansman sıkıntısı çekmeye başlayıp durdurulmuştur.28

2006’da tesisi tekrar çalıştırmaya başlayan Rusya, 2009’da da ABD’dekine benzer çalışmalar yapmaya başladıklarını resmen açıklamıştır.29

Böylece silahlanma yarışında varolduklarını bir kez daha kanıtlamış oldular.

                                                                    Sonuç

Malum, Soğuk Savaş’tan sonra dünya tek kutuplu hale gelmişti. Ancak geçen yıllar ve dünya ülkelerinin teknolojik gelişmeleri ısrarlı takipleri sonucu insanlığın lehine olması gereken gelişmeler istemesek de aleyhine olmuştur. Yazıya HAARP çalışmasının bizlere en önemli armağanlarından biri olan ECHELON sistemini de yazarak son vereceğiz.

 ECHELON; Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve ABD tarafından imzalanan UKUSA Anlaşması’na dayalı, istihbarat sinyalleri toplama ve analiz ağı işletimidir.

 Peki ne yapar bu sistem?

Tüm e-postalarımızı, sanal sohbetlerimizi, faks, teleks ve telefon haberleşmelerimizi izler. Atmosfer çalışmaları için kurulan radarlar nihayetinde mahremiyetimize el atmış ve yazışmalarımız, sohbetlerimiz devletlerin dinleme ağına takılır olmuştur.

Sistem nasıl çalışıyor?

Malum devletler, kendileri için risk oluşturabilecek ya da takip edilmesi gerekli diye düşündükleri görüşmeler ve yazışmalar için anahtar kelimeler belirlemişlerdir.

Bu kelimeleri, sisteme tanımlanan sıklıkta, aynı görüşme içinde kullandığınızda takip edilmeye başlarsınız ve görüşmeleriniz yazılı bir liste şeklinde bu istihbaratı talep eden ilgili birimlere iletilir.

Biz bu sistem içinde miyiz? Maalesef evet.

O zaman listedeki kelimeleri de sizinle paylaşıp yazıyı sonlandıralım.

ABD, Amerika, psikolojik harp, batı, toplumla ilişkiler, harekat, Washington, askıya al, iptal, büyükelçi, savaş, başbakan, harp, muharebe, bölgesel çatışma, Milli Güvenlik Kurulu, PKK, etnik, radikal İslam, devlet, aşırı sol, derin devlet, seferberlik, gizli, meclis, alarm, TBMM, Genkur, çok gizli, kozmik, genelkurmay başkanı, milli, TSK, karşı, C4, Mossad, Jitem, KGB, içişleri, İsrail, dışişleri, Yahudi, Milli İstihbarat Teşkilatı, Musevi, cumhurbaşkanı, MİT, ajan, eleman, personel, suikast, komplo, kaza süsü, teşkilat, Bush, Ladin, Kadek, bomba, Apo, Öcalan, Tayyip, Zapsu, vur, ölüm, öldür, Ermeni, Rum, patrik ve kon- solos kelimelerini görüşmelerinizde sıkça kullanıyorsanız özel görüşmeleriniz resmi makamlarda olabilir.

MART_13_SAYI_51__21.YÜZYIL


Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)