https://ozgurgelecek45.net/analiz-isci-sinifinin-devrimciliginin-nesnelligi-2/
ANALİZ | İşçi Sınıfının Devrimciliğinin Nesnelliği-2
"Kemalizm’i aklamaya çalışan liberaller ve kimi, küçük
burjuva “sol”cular, yanıbaşında kurulan SSCB’yi ise görmezden geldiler.
SSCB’de, tüm emperyalistlerin saldırı ve işgaline rağmen, başta işçi sınıfı
olmak üzere tüm emekçilerin özgürlüklerin gerçekleştirildiği bir
devletti."
23 Ocak 2023
Marks ve Engels’in tarihsel materyalist kuramı, dün olduğu
gibi bugün de geçerlidir. Onlar, toplumların değişimlerini, toplumların
tarihsel gelişmişliği içinde ele almış ve kapitalist toplumunda aynı şekilde
bir başka topluma, ancak bunu kendi içinde çıkacak olan komünist toplumun
nüvelerini değiştireceğini, sınıf olarak da bunu işçi sınıfının başarabileceğini
bilimsel bir şekilde ortaya koymuşlardır.
Topluma egemen olan sınıflar, kendi çıkarlarını toplumun
çıkarı olarak öne çıkarır ve her geçen gün egemenliğini pekiştirerek, toplumun
kendi çıkarları için çalışmasını sağlar ya da sağlamaya çalışır. Egemen olduğu
toplumsal sistem yıkıldığında toplumun bütün üyelerinin felakete uğrayacağını
ileri sürer. Bunu ideolojik ve siyasal olarak besler. Ancak, bunun karşısında
toplumsal sistem altında ezilen geniş bir kesimi de beraberinde yaratır ve
süreç içinde iktidarı elinde bulunduran sınıfsal erk ile bu erkin baskısı
altında yaşayan geniş kesimler arasında çatışma başlar. İçinde yer aldıkları
egemen toplumsal sisteme karşı baş kaldıranların, bu toplumsal sistemde kendi
lehlerine köklü değişiklikler yaratabilmek için, eski köhnemiş toplumsal
sistemi yıkmak zorundadırlar. Başka türlü egemen sınıfı yıkıp yerine kendi
egemenliklerini ve kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir toplumsal sistem
yaratamazlar.
Bütün toplumsal sistemlerin altüst oluşları böyle olmuştur
ve kapitalizmden sosyalizme geçişte de böyle olacaktır.
Revizyonist ve reformistler, Marks ve Engels’i direkt
eleştirme yerine, daha çok, onların görüşlerini çarpıtma, tahrif etme ve onlar
adına yalan söylemeye kadar işi vardırıyorlar.
Buraya, Marx ve Engels’in “Alman İdeolojisi” adlı eserden
uzun bir alıntı aktaralım.
“Geliştirmiş bulunduğumuz tarih anlayışı, ensonu bize şu
sonuçları da verir:
Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu
aşamada mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici
güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici
güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar, ve bu, bir önceki olaya bağlı
olarak kazançlarından yaralanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan
dışlanmış, ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet
durumunda bulunan bir sınıf doğar, bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu
meydana getirdikleri bir sınıftır, köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci,
komünist bir bilinç olan ve elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu
gösterdikleri zaman başka sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın
içinden fışkırır.” (ME, Alman İdeolojisi, Feurbach, s. 61-62, Sol Yayınları
1992, Çeviri; Sevim Belli)
Burada söylenenler çok açık. Hiçbir çarpıtmaya meydan
vermeyecek kadar açık bir çözümleme. Bütün toplumsal gelişmelerde ve değişimler
toplumun sahip olduğu üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak
değişim göstermemişlerdir. Tersine, toplumsal değişimlerin temelinde üretici
güçler ile toplumun o an sahip olduğu üretim ilişkileri arasındaki çelişmeden
ve bunların çatışmasından kaynaklanmıştır. Kapitalist toplumda da üretici
güçler içinde yer alan işçi sınıfı, artık, kapitalist toplumu ilerletici bir
nitelikten çıkıp, onu yıkıcı bir niteliğe, kapitalizmin belli bir gelişmişlik
düzeyinden sonra varmıştır. Burjuvazi, işçi sınıfını, kendisi için artı-değer
üreten bir üretim aracı haline getirmesine karşılık, onun için aynı zamanda
yıkıcı sınıfsal bir güç odağı haline gelmesini de beraberinde yaratmıştır.
Burjuvazi, nasıl ki, feodal aristokrasinin toplumsal tarih sahnesindeki yıkıcı
bir unsuru olmuşsa, şimdi de işçi sınıfı burjuvazinin toplumsal tarih
sahnesindeki yok edici devrimci unsuru olmuştur, burjuvaziden bir farkla, işçi
sınıfı, kendisi de dahil bütün sınıfları yok oluşunun koşullarını da
hazırlamıştır. İşçi sınıfının ortaya çıkışına kadar, toplumsal hiçbir sınıfta
olmayan tarihsel devrimci rolü kapitalizm yaratmış ve bunu da kapitalist
toplumun bir üyesi olan işçi sınıfı, üretim içindeki yerinin kendisine
dayattığı ve niyetlerden bağımsız nesnel bir zorunluluk olarak üstlenmiştir.
Daha önceki toplumsal sistemlerde, hiçbir muhalif sınıf işçi
sınıfı gibi devrimci bir sınıf olamazdı. Çünkü önceki toplumlarda ezilen
sınıflar sanayi ürünü değildi. Diğer yandan, köleci ya da feodal toplumdan
komünizme geçilemezdi. Özel mülkiyet, ancak, büyük sanayinin büyüyüp gelişmesi
sonucu kaldırılabilirdi. Özel mülkiyetin kaldırılmasıyla sınıfların da
kendiliğinden sönmesi mümkün olabilirdi, daha önce değil.
Reformist ve revizyonistler, işçi sınıfı önderliğinde
devrimi boğmak, işçi sınıfını burjuvaziyle uzlaştırmak için “yeni” teoriler
üretiyorlar. Proletaryanın karakter değiştirmesinden tutunda, burjuvazinin de
sınıfsal bir karakter değiştirdiğine kadar işi vardırmışlardır. Sınıflar
mücadelesi tarihinde devrimci mücadele karşısında her zaman karşı-devrimci
mücadele de olmuştur. Biri varken diğeri de vardır. Bu zıtların birliği ve
mücadelesi diyalektik ilkesinin kendisidir.
Topluma egemen olan sınıf, kendi
çıkarları gereği, egemenliği altındaki sınıflara baskı uygular. Özellikle kendi
alternatifi gördüğü sınıfa karşı bütün şiddetini gösterir. Burjuvazi de işçi
sınıfına karşı tüm iktidar şiddetini kullanmaktadır. İktidarı elinde bulunduran
sınıf salt zoru değil, bunun yanında ideolojik ve siyasal egemenliğini de
ezilen sınıfların bilincini karartmak, bulandırmak ve kendi iktidarına zarar
vermeyecek şekilde manipüle etmeye ve böylece muhalif sınıf hareketini de
bütünüyle elimine etmeye çalışır. İşte, revizyonizm ve reformizm egemen
sınıfların ideolojik ve siyasal bir baskı kolu olarak işçi ve emekçilere karşı
kullanılır.
Anti-Marksist akımlar, burjuvazinin işçi sınıfının mücadelesini
manipüle etme araçları olarak görev yapar. Revizyonizm işçi sınıfına burjuvazi
karşısında teslimiyeti önerir. Bunu direkt söylemez; teorik açıklamalar adı
altında yapar ki, işçi sınıfı ya da işçi sınıfı militanları, bunların
burjuvazinin yanında olduklarını görmeleri zorlaşsın. Ancak, “yeni”, “değişim”
vb. sözcükler çıkarıldığında, geriye, “burjuvaziye teslim olun” sözcükleri
kalır.
Revizyonist ve kendine “sol” diyen reformistler, burjuvaziye
her şeyi layık görürler. İktidarın onların elinde olmasını, kitlelerin
burjuvazi tarafından sömürülmesini “zorunlu” görürler ancak bu “zorunluluğun”
kaldırılmasını ya da bir başka şey dönüştürülmesini ya da proletarya
diktatörlüğüne dönüşmesini anti-bilimsel, zoraki vb. görürler.
Burjuva
diktatörlüğüne “demokrasi” derler, ancak, proletarya diktatörlüğünün ise
“katlanılmaz bir rejim” olarak değerlendirirler. Çünkü, proletarya diktatörlüğü
burjuva diktatörlüğü üzerine kurulmuş işçi sınıfı demokrasisidir. Proletarya
diktatörlüğü altında burjuva sınıfı, sömürü, işçi sınıfı ve emekçilere baskı
yoktur. Tersine, işçi sınıfının özgürlükçü iktidarını yıkmak isteyenlere baskı
vardır.
Reformist entelektüellerimiz, “sol popülizm” dedikleri
Marksistlerin; “işçi sınıfı her zaman haklıdır” dediklerini ileri
sürebiliyorlar. Oysa bunlar, Nazım Hikmet’in ünlü şiirini bilmemezlik
edemezler. “Akrep gibisin kardeşim”, “biraz da suç sende” dediklerini. Bu salt
Nazım’ın eleştirisi değil, Marksistlerin kitlelere ve işçi sınıfına yaklaşımın
bir şiirsel anlatımıdır. Lenin, “işçi sınıfına bilinç dışarıdan götürülür”
önermesi, sınıfın her zaman haklılığından değil, bilinçsizliğinden yakınılır ve
kitlelerin aydınlatılması istenir.
Burjuvazinin feodal aristokrasiye karşı mücadelesi
alkışlanır, haklı olarak devrimci görülür ancak proletaryanın, burjuva
diktatörlüğünü yıkıp yerine proletarya diktatörlüğünü kurma mücadelesi ve
hedefi “yanlış”, “çağ dışı” ve de “zorlama” olarak değerlendirilir. Bunları
savunanlar, elbette belli bir ideolojiden, burjuvazinin egemenlik
ideolojisinden hareket ediyorlar. Biz komünistler ise bu anlayışları
reddediyoruz. Ve bunun niyetler sorunu olmayıp, toplumların kaçınılmaz bir
tarihi gelişmesinin gereği olarak değerlendiriyoruz.
“Belirli üretici güçlerden bazı koşullarda yararlanılabilinir
ki, bu koşullar, toplumun belirli bir sınıfın egemenliğini koşullandırır; bu
sınıfın, sahip olduğu şeyden ileri gelen toplumsal gücü, düzenli olarak her
çağa özgü devlet tipinde idealist biçimde pratik ifadesini bulur; bunun içindir
ki, her devrimci savaşım, o zamana kadar hükmetmiş olan sınıfa karşı yönelir.”
(ME, Alman İdeolojisi, Feurbach, s. 62, Sol Yayınları 1992)
Doğanın fiziksel değişim ve gelişim yasaları varsa,
toplumlarında değişim ve gelişim yasaları vardır. Bunları Marx ve Engels, Tarihsel
Materyalizm adı altında ortaya koymuşlardır. Burjuvazi ve onun kalemşorları,
kapitalist topluma kadar olan toplumsal gelişmeleri kabul ederken, kapitalist
toplumu, kendisine kadar olan toplumların gelişim ve değişim tarihinin dışında
tutuyorlar. O güne kadar olan tarih, burjuvaziyle beraber “tarih oldu”
diyorlar. “Tarihin sonu” dedikleri de budur. Tarihi kendileriyle beraber
sonlandırıyorlar.
Birikim dergisi ve diğer revizyonistler de burjuvazinin
“tarihin sonu” hikayesine bizleri yani işçi sınıfını inandırmaya çalışıyorlar.
Toplumlar tarihi kapitalizmle beraber sona eriyor. Demek istedikleri tam da bu.
Oysa Marx ve Engels, yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi sorunu bilimsel
olarak ele alıyorlar ve toplumlar tarihinin sınırı kapitalizmle sonlanmayacağını,
tersine insanlık varolduğu sürece toplumsal sistemlerinde değişerek
ilerleyeceğini bilimsel bir şekilde ortaya koyuyorlar.
İşçi sınıfının gericileşen bir toplumsal sisteme karşı
devrimciliği, bu gerici toplumun egemenlerine karşı mücadeleye önderlik
edebilecek hem nicel hem de nitel anlamda tek toplumsal sınıf olmasından ileri
geliyor. Burjuvazi ile proletarya dışında toplumdaki diğer ara sınıfların yok
olması ya da egemen burjuvaziye karşı mücadele edecek durumda olamamaları, işçi
sınıfının ise üretim araçlarına sahip olmadan toplumun en kalabalık toplumsal
üretimde bulunan kesimi oluşturması ve toplumsal üretimin toplumsal üleşimi
koşullaması nedeniyle, burjuvaziyi yıkacak ve kendisi de dahil tüm toplumsal
sınıfların ortadan kalkmasını sağlayacak yeni ve daha ileri toplumsal bir
sitemi kurabilecek bir güce sahip olması, onu toplumun en devrimci sınıf kılan
temel etmenlerin başında gelir.
Burjuvaziye karşı devrimci savaşımı, kapitalist sistem var
olduğu günden beri işçi sınıf vermektedir. Diğer toplumsal ara sınıf ya da
katmanlar ise ya burjuvaziden yana tavır almışlardır ya da işçi sınıfından.
Kendi başlarına burjuvaziye karşı bir iktidar savaşımı vermedikleri gibi
üretimdeki yerleri nedeniyle, böyle bir toplumsal niteliğe de sahip
değillerdir. Topluma egemen olan sınıfın örgütlü zor (ordusu, bürokrasisi,
polisi, mahkemeleri vb. ile devlet) gücüne karşı tüm muhalif kesimleri peşinden
sürükleyip sonuna kadar mücadele edebilecek olan işçi sınıfından başkası
değildir. Başka bir güç ne burjuvaziye karşı savaşabilir ne de diğer ezilenleri
peşinden sürükleyip eski köhnemiş sistemi yıkıp, yerine daha ileri (üretici
güçlere karşılık gelen) yeni bir sistem kurabilir.
Her geçen gün mülksüzleştirilerek eriyen köylülük ya da
şehir küçük burjuvazisi, burjuvaziye karşı savaşımı sonuna kadar götürebilecek
bir sınıfsal niteliğe sahip değillerdir. Bunlar, hem küçük mülk sahibi olmaları
nedeniyle hem de kapitalist toplumda yok olan sınıflar olarak, nicel anlamda da
güçlü bir toplumsal sınıflar değillerdir. Kapitalist sistemin iki ana sınıfı
olarak burjuvazi ve proletarya vardır.
Diğerleri, bunlardan kâh birinin kâh
ötekinin yanında saf tutarlar. Köylülüğün güçlü olması proleter mücadeleyi
kısmen zayıflatıcı bir özellik taşısa da, bu işçi sınıfının mücadelesini belirleyici
bir nitelik olmaktan uzaktır. İşçi sınıfı köylülüğü de kazanacak doğru bir
politika ile burjuvaziye karşı mücadeleyi sürdürme yetisine ve örgütlülüğüne
(en azından potansiyel olarak) sahiptir. İşçi sınıfının gücü örgütlendiğinde ve
sınıf bilincini asgari ölçüde de olsa aldığında burjuvazi karşısında yenilmez
bir güç haline gelir.
Reformistler ve revizyonistler işçi sınıfının bu devrimci
niteliğini ya küçümsüyorlar ya da görmezden geliyorlar. Burjuvaziyi yenilmez
olarak görüyorlar. Bir zamanlar feodal aristokrasi de kendini yenilmez olarak
görüyordu. Tarih, onların yanıldığını kanıtladı.
“Söz konusu ‘sınıfa tam güven’ kılığındaki tutum, tam
aksine, işçi ve emekçi yığınların sosyalizme bağlılıkları ve özellikle de
“kurucu” nitelikleri konusunda gayet güçlü bir yetersizlik tespitine dayanır.
Bahsettiğimiz tabunun içeriği tamı tamına budur. Geleneksel sosyalizm bu
yetersizlik, eksiklik tespitini, parti veya ‘hareket’in ululaştırılmasıyla sıkı
sıkıya örter.” (Ö.Laçiner, agy, Birikim sayı: 261, açÖG)
Bu alıntıda da görüldüğü gibi, Birikim’in yönetmenliğini de
yapmış bay, Marksistlere, “işçi sınıfına siz de güvenmiyorsunuz” demek
istiyor. Komünistlerin sınıfa
güvenmesini “tabu” olarak adlandırmaktan çekinmiyor. Kendisinin işçi sınıfından
bir beklentisi olmadığı çok açık. Beklentisi, burjuvazinin insafa gelip
kapitalizmi biraz reformize etmesidir. Yani vahşi yanlarını kısmen de olsa
törpülemesi…
İşçi sınıfından ise ne devrim ne de sosyalizmi kurmasını
bekliyor. İşçi sınıfının sınıfsal olarak böyle bir niteliğinin olmadığını
açıkça belirtiyor. İşçi sınıfına karşı olumsuz kararlığını aynı şekilde burjuvaziye
göstermiyor. Aynı hırçınlığı, aynı küçümsemeyi burjuvaziye göstermeye
kıyamıyor. Aksi taktirde, sermayenin gazete köşeleri, TV ekranları kendisinden
“sol adına” konuşması esirgenir. Bu nedenle de mümkün oldukça işçi sınıfının
sınıf mücadelesini ve devrimi savunanlara karşı hırçın duruyor. İşçi sınıfına
dişlerini gösterirken, sermayeye ise gülücükler dağıtıyor.
Bilgisiz, cahil,
baldırıçıplak, kitap okumaz, siyaset bilmez, kültürsüz vb. vb. işçilerden
devrim mi olur!!! Aynen böyle düşünüyorlar.
Oysa, tarihi değiştiren hep bu baldırı çıplaklar oldu. Entelektüellerde
onların tarihi üzerine kitap yazdılar. Dil ucuyla burjuvaziyi “itidale” davet
eden eleştirimsel yazıları yazabiliyorlarsa, bunu, işçi sınıfının ve
emekçilerin sınıf mücadelelerine borçlu olduklarını nasıl da görmezden ve de
bilmezden geliyorlar… Ve açıktan belirtmek gerekiyor ki; işçi sınıfının
mücadelesi olmadan, bırakın burjuva demokrasisini, onun kırıntılarından söz
dahi edilemez. Burjuva diktatörlüklerindeki demokratik hak ve özgürlüklerin
sınırını, işçi sınıfının bu uğurdaki mücadelesi belirler.
İşçi sınıfına “elveda” diyenler, elbette, tarihi tersten,
yani, burjuva penceresinden okumalarından kaynaklanıyor. Oysa, İşçi sınıfı
kendini sınıf olarak da kanıtlamıştır. 1871’de Paris Komünü, 1917’de Rus
Devrimi ve 1949’da Çin Devrimi’ni ve daha birçok ülkede devrimi
gerçekleştirerek, devrimciliğini kanıtlamıştır. Devrimin gerçekleştiği
ülkelerde, devrimin yenilmesi, tekrar karşı-devrimin, yani burjuvazinin
iktidarı ele geçirmesi, sorunun özünü değiştirmediği gibi, işçi sınıfının
sınıfsal karakterinin değiştiği anlamına da gelmiyor.
Bu ayrı bir tartışma
konusu olmakla birlikte, etrafı kapitalist ülkelerle çevrili sosyalist bir
ülkede, işçi sınıfının izleyeceği taktiklerle doğrudan ilgili bir sorundur.
(Bitti)
Birinci Bölüm Link-Tıkla
https://ozgurgelecek45.net/analiz-isci-sinifinin-devrimciliginin-nesnelligi-1/