Dersimde vurulan ilk komünist gerillanın anısına geçen yıl yazdığım yazıyı, okumayanlar olabilir diye yeniden yayınlıyorum.
24 OCAK VARTİNİK BASKINI VE ALi HAYDAR YILDIZ
Hayatımın unutulmaz anı. Menzil ve yaşam hakkı vermeyen haşin bir kış. Geyiklerini mağaralarına kapatan sisli, boranlı yüce zirveler.
Yarı yıkık bir ev ve halkın korkarak, 'sizi öldürecekler, gidin buralardan,' diye mırıldana mırıldana acıdığı, destek vermeye çalıştığı bir avuç silahsız gerilla.
Ve seher öncesinin toz karı hafif hafif ırgalayan
ruzigarı ve tüfek şakırtıları.
Sık sık kopan
çığlarını dinlediğim karşı dağ ve geyikleri ne alemdedir, oradan çığ koptu mu
bilemiyorum. Uçurum kıyısında ilerleyerek ileride Ermeni evlerinin
kalıntılarına doğru ineyim diyorum. Mermi sağanağı altında kendimi taa
aşağılara, dereye atıyorum birden. Taş gibi yuvarlanarak, düşerek iniyorum
buzlu sulara kadar.
Dereye doğru
yuvarlanış ve toz kar, beni ve diger iki arkadaşı kurtarıyor. Ama bana öyle
geliyor ki bizi asıl kurtaran, Ali Haydar'ın attığı el bombası ile sıktığı tek
kırma mermisidir. Fehmi Altınbilek'i ve müfrezesini tam siper toz karlara
yatırıp bize biraz daha uzaklaşma fırsatı veren Ali Haydar'ın bu karşı
koyuşudur. Beş kişilik Grupta iki el bombası ve iki kırma (av tüfeği) vardır.
Ali Haydar ile nöbetçinin dışındaki üç kişi (İbo, ben ve Süleyman Yeşil)
silahsızdır.
Derede buzlu sular içinde iki kişiyiz. Aşağıya
inemiyorlar, kurşun sıkıyor, arada bir de el bombası atıyorlar. Yukarda, kömün
çevresinde iki yaralı var. İbo ve Ali Haydar. İbo kaçmış, Ali Haydar orada,
kanlı karlar üzerinde. Sırığa bağlayıp dağdan indirecekler. Feci bir şelilde
ölecek. Mirikten ve Kutu Deresinden geçerken manzaranın fecaatı karşısında
kadınlar bakıp bakıp ağlayacaklardır.
24 Ocak Vartinik Baskınını nedendir bilemem, ben hep
Ali Haydar'ın adıyla özdeşleştirmişimdir. Üç kişilik Dersim Bölge Komitesi
üyesi ve askeri sorumlusu olduğu ve de Vartinikte müfrezeye karşı cesurca
direndiği için mi? Sanmıyorum. Beni en çok onun saf, çocuksu ve romantik
kişiliği etkilemiştir. Sırtını kayaya yaslar, kötü bir sesle Ali Ekber Çiçek
ile Mahsuni'den türküler okurdu.
'Bizim üç şeye
ihtiyacımız var,' derdi, 'kitaba, tüfeğe ve transistörlü radyoya.' Zaman zaman
dağdan iner, Elazığ'a, Karakoçan'a ve Dersim merkezine giderdi. Toplam bir
yıllık dağ hayatında, gittiği yerlerden dağa tüfek getiremedi, hatta
yanılmıyorsam kitap bile getirmedi ama Almancılardan bir transistörlü radyo
alıp getirdi. Sırtını dağlara verdi, cıgarasını tüttürerek bol bol türkü
dinledi.
Bana sürekli Che Guevara'yı anımsatmıştır.
Zekiydi.
İnsanların komik yanlarını anlatır ve en çok kendisi gülerdi anlattıklarına.
Ailesi oldukça yoksuldu. Yanılmıyorsam, ünlü direnişçi Xıdır Ağa'nın torunu
olduğunu söylerdi. Roşnik köyünde akrabaları vardı. 38'e dair kırım
hikayelerinden söz ederdi. Vartiniğin karşısında, sulu bir mağarada çürük bir
saz bulmuş, tartışmıştık.
Ben sazın Ermeni, o ise sazın çürüme derecesine
bakarak 38 kırımından kalma olduğunu savunmuştu. Gördüğümüz her kemiği, her
harabeyi de aynı minval üzre tartışıyorduk. Bana, ya ' Dersimlilerin Ermenileri
kırdığını sanmıyorum, ' der, ya da 'bu evler küçük, taşlar ise düzenli ve
biçimli değil, burası Ermenilere ait olamaz,' diye karşı çıkardı.
Girdiği her mağaraya öldürülen bir devrimcinin adını
verirdi. Gezmiş mağarası, Çayan Mağarası, Suphi Mağarası.... Bir gün Kureyş
(Bostanlı) köyünün arkasındaki derede, Çayan mağarasındayım bir baktım Ali
Haydar geldi. 'Köyde cem var, halk gelmiş, kalk gidip ceme katılalım,' dedi.
Süleyman Nakışın evinin önünden geçip, cem evine vardık. Cemin dedesi
Kızılkanlardan, Kureyşanlı ve bizim güvenilir bir sempatizanımız.
Dallıbahçe
Karakol başçavuşunun da tavla arkadaşı. Bizden Başçavuşa, Başçavuştan da bize
bilgi getirip götürüyor. Tabi bizden verdiği bilgiler uydurma. Aksi taktirde
mağarayı bastırırdı. Karakolu, dedenin sayesinde karakol kadar tanıyoruz. Cem,
Düzgün babanın babası Kureyşin evinde oluyor. Cemevine girdiğimizde Halk ayağa
kalktı, bizi saygıyla karşıladı.
Şaşırdım ve bu
durumu dedenin marifetine yordum. İçeride ve dışarıda elli altmış insan var.
Evin dışına bir de nöbetçi dikmişler. Yerde oturma yok. Duvara dayalı uzun
tahta oturaklar var. Her neyse oturduk. Evin önünde kesilen kurbanın etleri
torbaya dolduruldu. Herkes avucunu açtı, biz de açtık.
Önce etler, sonra da bir başka torbada bekleyen bozuk
paralar avuçlara pay edildi. Aslan payı bize düştü tabi ve utandık. Gülbenkler,
konuşmalar, küslerin barışması derken cem bitti. İki yaşlı bizi bir kenara
çekti, 'sizlerden bir ricamız var,' dedi birisi, 'Düzgün Baba ziyaretinde
kurbanın kesilip etlerin paylaştırıldığı sırada, gençler birbirlerine
giriyorlar, çirkin kavgalar oluyor, oraya bir iki adamınızı gönderirseniz,
onları dinlerler, bu kavgalar da olmaz.' İhtiyarları efendice dinledikten sonra
'tamam,' dedik, 'önceden haberimiz olursa, göndeririz.'
Ali Haydar halkla iletişim kurmakta, gençleri dağa
yönlendirmekte ve kaçanları ikna edip geri getirmekte oldukça yetenekliydi. '
Şu köyde şu genç var. Onu dağa çekersek kaçmaz, ama anasını karşımıza alırız.
En iyisi o köyünde örgütlü olarak kalsın. Şu anda toplam üç öğretmen iki ebe
örgütlü. Elazığ, Karakoçan ve Dersim merkezinde birer komite kurmamız
gerekiyor. Keban baraj inşaatından gidip dinamit ayarlamam gerekiyor.
Bir komite de orada oluşturursak işlerimiz
kolaylaşır.' Düşünce sistemini bu tip pratik işlerler üzerine oturtmuştu. El
bombalarını birlikte yapıyor, küllüklerden bulduğumuz eski tokyo lastiklerine
harfleri birlikte oyuyor ve bunlarla el ilanlarını birlikte basıyorduk. Ama
bunları mıntıklardaki adamlara götürüp veren hep oydu. Gece gündüz daglarda tek
başına gezen, kolayca yol bulan, ilişki bulan azimli bir insan. Karınca gibi...
Şaşılacak derecede iyimser, cesur ve sempatik. Yoktan var edişin adamı. 'Halk,
anlattıklarımızda kendi dertlerini bulursa bizi dinler ve anlatacağımız çözüm
yolunu daha kolay kavrar,'ın adamı.
24 ocakta aklıma gelen ilk adam odur.
Ocak-2014