Kaynak: Kaypakkaya Haber Sitesi
Ön Açıklama: Bu yazı Partizan Dergisinin 91. sayısından
alınmıştır. Yazı Proleterya Partisi'sinin son üç yılldır yaşadığı iç sorunları
ve 10 Ocak 2017 tarihinde Paroletarya Partisi saflarından kopan darbeci hizibi
dğerlendirmektedir. Günceliği nedeniyle yayınlıyoruz. Site yazı kurulu
FIRTINALAR İÇİNDE, BIÇAK
SIRTINDA; İLKELERE VE HUKUKA SIMSIKI TUTUNMA ZAMANI!*
“Karşılaştığınız sorunları, o
sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” sözünü bilir ve
çok sık tekrarlarız. Elbette bu sözün gereğinin yerine getirilmesi, ağızdan
çıktığı kadar kolay değildir. Bu sözde, çözüm olarak “yeni bir düşünce düzlemi”
savunulmaktadır. Dolayısıyla hem teoriyi hem de pratiği kapsayacak şekilde
“sorunları yaratan düşünce düzlemi”ni ayrıntılı ve açık bir yolla mahkum
edebilecek bir seviye yakalamak ve bunun yerine geçirilecek “yeni düşünce
düzlemi”ni inşa etmek gerekmektedir. “Yeni”nin oluşmasının eskiyi mahkum etme
pratiği ile iç içe olduğu unutulmamalıdır.
Kolektifimiz ciddi bir kriz
sürecinden geçti; bunu henüz tam olarak aşmış değiliz ama mutlak bir şekilde
aşacağız ve aşmak zorundayız. Bunun için de açık ve net olarak bu krizin
ideolojik-politik-örgütsel-askeri arka planı ortaya konulmalıdır. Sorunun
sadece görünür hale geldiği dönemden itibaren (diyelim ki, 2015 Haziran’ı ve
2016 Eylül ‘HBDH’den çıktık’ açıklaması veya yöneltilen ‘hizip’ suçlaması) ele
alınması yanlış olacaktır. Kolektifimizin bileşenleri ve Komsomol’un ortak
olarak yaptığı zorunlu açıklamada, yaşanan “kaos”un nedenini isyan silsileleri
ve düşman saldırıları arasında kalma, yaşananlar karşısında ideolojik-politik
tıkanma yaşanması olarak ortaya koyulmuştu. Öznel ve nesnel durum arasındaki
farkın, eğer idealizm cennetinde yaşamıyorsak bir kriz oluşturduğunu görememek
mümkün değil. Şimdi sorun, bu “öznel ve nesnel durumları” objektif bir şekilde
ortaya koyup koyamayacağımızda ve pratik adım atıp atamayacağımızdadır.
Kolektifimizin kuruluşundan
bugüne çok sayıda hizip ortaya çıkmış, bölünmeler yaşanmıştır. Bunlar arasında
“önderlik” düzeyinde yaşananlar da, partinin belli bir bölgesiyle sınırlı
kalanlar da olmuştur. Bu durum öyle bir hale ulaşmıştır ki 7. Konferans sonrası
yapılan bir değerlendirmede şunlar belirtilebilmiştir; “Otuz yıllık proletarya
partisi tarihi incelendiğinde görülecektir ki proletarya partisi düşmana
yönelmekten çok, kendi içinde çıkan hizip, darbe ve kaçkınlıkla mücadele etmiş,
kendi yöneliminde yürümesi bir biçimiyle ‘tali’ düzeyde kalmıştır.” (Partizan,
sayı: 49, s. 36)
İlerleyen satırlarda bu
gerçeklik daha çarpıcı olarak “proletarya partisinin tarihi aynı zamanda
hiziplerle mücadele tarihidir” (age, s. 44) şeklinde ifadelendirilmiştir.
Peki, bir partinin tarihinin bu
şekilde hiziplerle ifadelendirilecek hale gelmesi ve öyle ki “kendi yöneliminde
yürümesi”nin bile “tali” bir düzeyde kalmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Yaptığımız okumalarda partinin bu “hiziplerin” ortaya çıkmasında kendi
ideolojik-politik-örgütsel çizgisinin değerlendirilmediğini, bazı
değerlendirmeler yapılsa da bunların hiziplerin ortaya çıkma nedenleriyle
bağlantılandırılmadığını görüyoruz. Hiziplerin sonradan başarılı olamamasından
hareketle de ya örgütle sorunları olan kişilerin ya da mücadele kaçkınlarının
bu işin başını çektiği belirlenmiştir.
Oysa ki mücadeleye hakkınca
cevap veremeyen bir partide itirazların gelişmesi, rahatsızlıkların olması,
bunların ifadelendirilmesi doğaldır. Hatta mücadeleye cevap verebilir hale
gelmenin yolu, bu itirazlara kulak vermek, örgütsel mekanizmaları işlerli
kılmaktan geçmektedir. Oysa kolektifimizde itirazları ifadeledirmek bir sorun
olarak görülmese de(!) bunların parti çizgisini geliştirmede etkili
olamadıklarını ve örgütsel mekanizmaların çalıştırılmayarak bir şekilde hasır
altı edildiklerini görüyoruz.
Bu; önderliğin düzenli
toplanmaması, iç işleyişini oturtmaması kadar konferansların zamanında
yapılmamasına ve öyle ki tüzükteki maksimum süreyi 2-3 katı aşan süreleri bile
görmememize yol açmaktadır. Dolayısıyla “yeni düşünce düzlemi”ne adım atmak
istiyorsak var olan gerçekliğimizle bütünsellikli olarak hesaplaşmaktan ve
mücadeleyi dahi “tali” düzeyde bırakan “hizip, darbe” vb. ortaya çıkaran
ideolojik-politik-örgütsel durumu ortaya koymaktan bir an bile geri
durmamalıyız. Bu sorunların özüne inmek, kaynağına ulaşmaya çalışmak artık
ertelenemez bir zorunluluktur.
Aksi halde yaşanan, eskiden
kopuş olmayacak, bazı düzeltmelerle yeni bir şey yaratılmış gibi yapılacaktır.
Ama bunun kimseye kazandıracağı bir şey yoktur. Aksine bu durumun, sınıf
mücadelesinin girmiş olduğumuz eğik düzleminde daha hızlanarak dibe doğru yol
almamıza neden olacağı açıktır
Tüm bunlardan hareketle sürecin
kadro ve militanlara yüklediği sorumluluk ortadadır. Yaşananları sadece son 1-2
yılın sorunu olarak görmemek, tarihimizi bile “hizip-darbe” üzerinden
tanımlayacak noktaya getiren ideolojik-politik-örgütsel gerçekliği ortaya
dökmek gerekmektedir. Bu; bizi tutuklaştıran, sorun yaratan düzlemden kopuş
demektir.
Çelişkiler ve Sorunlar Görmezden Gelinince Yok Olmazlar!
Partimizin içinden geçtiği
süreç, uzun zamandır birikmiş bir dizi sorunu daha görünür hale getirmiştir.
Ertelenen, üstü örtülen bu
sorunlar elbette bugün açığa çıkmadı, uzun yıllardır yaşadığımız,
yapamadığımız, yerine getirmediğimiz görevler parti bünyemizde bu sorunların
birikmesine neden oldu. Proletarya Partisi açısından her şeyin olağanmış gibi
göründüğü yıllar boyunca biriken ama yeterli düzeyde dile getirilmeyen,
getirilse de pratik müdahale geliştirilemeyen-geliştirilmeyen eleştiriler bir
bir açığa çıkmaya başladı.
Uzun zamandır bekleyen,
özellikle son dönemde sorunların çözümü için adres olarak gösterilen, ...’nın
başarısızlıkla kesintiye uğraması ve devamında sürece önderlik etmesi
gerekenlerce takınılan tutum, sürecimizi içinden çıkılmaz bir hale getirmiş;
bekletilen eleştiriler, tüketilmeyen tartışmalar bir kez daha ertelenmiştir.
... sürecindeki hareket tarzı, önderlikteki yoldaşların her birinin kendine
münhasır tutumu, ... süreci arifesinde yaşanan düşman engellemeleri vb. biriken
sorunlara yenilerini eklemiştir.
Böylelikle sorunları çözme
noktasından her geçen gün biraz daha uzaklaşıldı. Kolektifimizin bütün üye ve
militanları, örgütlülükleri, dahası gelinen aşamada taraftarlarımız, kitle
tabanımız partiyi boğan, soluksuz bırakan, ilerlemesini engelleyen kısır bir
tartışmanın içerisine çekildi
Yıllardır ertelenen ...nın
hazırlık sürecinin örgütsüzlüğü, yapılan ilkesizlikler, ...nın düşman
engellemesi sonucu ertelenmesine kapı aralamış oldu. Elbette sürecin
engellenmesinin ideolojik-politik-örgütsel açıdan değerlendirmeye tabi
tutulması zorunluluktur.
8. Oturum’dan bu yana partiyi
adeta bir “koalisyon şeklinde yöneten” Merkez Komitesi’nin kendini partinin
dışında, partiye rağmen inşa eden gerçekliği, sürecin örgütlenmesine de
damgasını vurmuştur. Komite olma vasfını ve partimize önderlik etme iddiasını
çoktan kaybetmiş ama bunu kendisine itiraf etme cüreti ve cesareti gösteremeyen
Merkez Komitesi’nin partimizden gizlediği bu gerçeklik, sürecin örgütlenmesinde
ve akabinde alınan düşman operasyonuyla tüm çıplaklığıyla gözler önüne
serilmiştir
... sürecinin bu kadar uzaması,
ertelenmesi ve buna rağmen gerek ideolojik, politik düzlemde gerekse de sürecin
örgütlenmesine dair hazırlık bağlamında dişe dokunur hiçbir şeyin yapıl(a)mamış
olması bile başlı başına Merkez Komitesi’nin çoktan iflas ettiğinin, adeta bir
cenazeye dönüştüğünün ilanı olmuştur
Oysa partinin kolektif olarak
hareket etmesi, gücümüzün sürecin örgütlenmesi için seferber edilmesi, önceki
hataların tekrar edilmemesi için kapsamlı bir muhasebe yapılması gerekiyordu.
Elbette bu işin sorumluluğu, sürecin başından beri görevli olan bütün yoldaşlarındır.
Bu sürece önderlik edecek olan da ... sürecinin öznelerinin kolektif aklıdır.
Ancak sonuçlara bakmamız bile
sürecin bu şekilde işlemediğini göstermeye yetmektedir. Başarısızlıkla
sonuçlanan partinin en önemli işinin, böyle rahat bir operasyonla engellenmesinin
muhasebesi yapılmadan, yeni bir sürece girişilmeye çalışıldı.
Bu işin başında ise önceki
sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasında doğrudan rolü olan kişilerin olması
doğal olarak yeni bir tartışmaya vesile oldu. Mevcut durumla ilgili değerlendirme
yapmak, partiye sunmak ve yeni süreci kolektif akılla örgütlemek yerine hiçbir
şey olmamış gibi(!) sürecin yeniden örgütlenmesine “kolları sıvayan” bu
kişilerin tutumunun, süreç açısından önemli-belirleyici rol oynadığının altını
çizmek gerekir.
Bu kişiler, en açık haliyle
kendi sorumsuzluklarının, zaaflarının, eksiklerinin, ilkesizliklerinin üzerini
örtme gayretiyle, bu işe yeni ilkesizliklerin altına imza atarak
başlamışlardır. Partimiz bünyesinde örgütlü bir mekanizmayı ifade etmeyen, bu
anlamda bağlayıcılığı olmayan, çeşitli alanlardan süreç için bir arada bulunan
kimi ... ve iki Merkez Komite üyesi toplantı yaparak sürecin
değerlendirmesi-muhasebesi yapılmadan, (diğer Merkez Komite üyelerine haber
bile vermeyerek ve organ iradesini sağlamadığı halde) partiyi ele geçirme
hesaplarına uygun “düzenleme”ler/atamalar yaparak kimi alanları ve yoldaşları
etkisizleştirme, ekarte etme yöntemlerine başvurmuştur. Bununla partiye
açıklama yapma sorumluluğunu bir kenara bırakarak, yeni sürecin nasıl ve nerede
örgütleneceğini, kimlerin sorumluluk alacağını, ayrıca partinin süreç açısından
hangi gündemler üzerinden hareket edeceğini alelacele kararlaştırmaya
çalışmıştır.
En açık haliyle bu toplantı,
kolektifin merkezi iradesine yapılan darbenin İLK adımı olmuştur.
Bir üyesi ... olmuş, bir üyesi
gerileme gösterse de istifa etmemiş, diğerlerinin ulaşılabilir durumda olduğu,
yani üyelerinin aktif durumda olduğu, yedeklerin de görev almaya hazır olduğu
bir bileşenden bahsettiğimiz unutulmasın!
Parti ve önderlik bilinç ve kaygısı
taşıyanların yapması gereken, en kısa sürede esaret dışındaki bütün Merkez
Komite üyelerinin katılabileceği bir toplantı örgütlemek olmalıydı. Hatta
koşullar dikkate alınarak bütün yedeklerin katılacağı bir genişletilmiş Merkez
Komite toplantısı yapılması gerekirdi. Ortaya çıkan deşifrasyon ve güvensizlik
durumundan hareketle kolektifin güvenliği düşünülerek, en uygun alanda toplantı
örgütlemek ilk iş olmalıydı. Ama söz konusu iki üye, bu gibi konularda en ufak
bir sorumluluk dahi taşımamışlardır.
... alanında bulunan “... MK ve
.. MK yedek üyeleri” imzasıyla “Haziran Toplantısı” adı altında partiye sunulan
“Haziran Toplantısı Raporu”, söz konusu darbenin ilk meyvesi olmuştur.
Engellenmeyen ve hala görev başında olan Merkez Komite üyelerine resmi bir
çağrı dahi yapmadan gerçekleştirilen bu toplantı, tepeden tırnağa demokratik
merkeziyetçilik ilkemize aykırıdır, Merkez Komite iradesine müdahaledir. Merkez
Komitesi’ne, dolayısıyla partiye yapılmış bir darbedir. Tüzük ve konferansların
Merkez Komitesi’ne verdiği hak ve yetkileri aşan, onu hiçe sayan, kendini parti
ve parti iradesinin üstünde gören bir anlayışa işaret etmektir. Bu durum
partimizin hukuk ve tüzüğüne karşı işlenen büyük bir suç olmuştur.
Bu toplantıyı örgütleyen ve
kendilerini “... MK üyeleri” olarak ifade edenler partimizin tüzüğünü açıkça
ihlal ederek darbe yapmış ve bugüne değin süregelen sürecin ilk işaret fişeğini
ateşlemişlerdir.
Oysa yapılması gereken son
derece basittir: İlk elden tüm Merkez Komite üyelerine resmi bir çağrı yapmak,
devamında birinci yedekten başlamak üzere tüzüğün emrettiği şekilde Merkez
Komite iradesini tesis ederek, partiye dönmek!!!
Ne var ki yapılan bu olmamış,
Merkez Komitesi’nin içinde bir azınlık, Merkez Komite iradesi oluşturmadan
yanına aldığı yedeklerle bir toplantı yaparak adeta “Merkez Komite imiş gibi”
hareket ederek, pek çok başlıkta tartışmalar yürütmüş, yetkilerini aşan
kararların altına imza atmıştır. Yapılan toplantı, ilk olarak, Merkez Komite
çoğunluğunun bulunmaması, ikinci olarak resmi bir toplantı çağrısı olmaması
üçüncü olarak tüzüğün açık hükmüne, birinci ve ikinci yedekler görev başında
bulunmasına rağmen Merkez Komitesi’ne aktarım yapılmaması ve bu yoldaşların
yedekler olarak toplantıya kattırılmaması -oy hakkı olmadan- nedeniyle
geçersizdir.
Partimizin hiçbir döneminde,
tüm parti üyelerine, organ ve komitelerine “... MK üyeleri ve ... yedek üyeler”
başlığıyla yayımlanan, hem de böylesine önemli kararlarla donanmış bir belgenin
dolaşıma sokulduğu görülmemiştir. Bilinir ki bu yetki Merkez Komitesine’ne
aittir ve ancak o, partimizin resmi yayın organı aracılığıyla tüm partiye
seslenebilir.
... sürecindeyken darbe alan
parti iradesini oluşturmak, partiyi sürece götürecek iradeyi açığa çıkarma
görevi önlerinde dururken, “elimizdekilerle yola devam edelim”
“kendiliğindenciliğiyle” hareket edilmiştir.
Kimi Merkez Komite üyeleri
ve ...’ların iradeleri yok sayılarak bu toplantı yapılmıştır. Toplantı
bileşeni partimizi örgütsel olarak bağlayıcı bir iradeye sahip değilken
toplantı gündemleri ve alınan kararlar bakımından bütün partiyi ilgilendiren ve
iradesinin yansıması gereken bir içeriğe sahipti. Öyle ki partimiz tarihinde
örneği olmayan bir belge oluşturularak parti iradesi korunuyormuş gibi
yansıtıldı. Ve toplantının iradesini güçlendirmek, parti örgütlülüklerince
sahiplenme düzeyini yükseltmek için toplantının Merkez Komitesi toplantısı
olduğu alanlara hızla yayılmaya başlandı.
Haziran Toplantısı: “Darbeciliğin İşaret Fişeği”
Söz konusu toplantı raporu,
kolektifimizin ... sürecine, ülkemizde sınıf mücadelesinin seyrine ve sürecin
nasıl, hangi yöntemlerle ve nerede tamamlanacağına dair partimizin geleceğini
ilgilendiren bu çok önemli kararları içeren “Haziran Toplantısı/2015” adıyla ve
“... MK üyeleri ve ... MK yedek üyeleri toplantısı” başlığıyla ama buna rağmen
Merkez Komitesi toplantısı etiketi ve yetkisiyle hem parti
örgütlülüklerine/yönetici komitelere hem de üyelere açıldı.
Böylece parti yönetici
komitelerimiz bir anda büyük bir kaosun içine atılmış oldu. Partimizin
işleyişine dair ne kadar ilke varsa rafa kaldırıldı. ... sürecine dair tüzük
gereği söz hakkı olan üyelerle yürütülmesi gereken tartışmanın içine, sürece ve
de tartışmalara hakim olmayan, ileri militan pozisyonunda yönetici komitelerde
örgütlü bulunan yoldaşlar da çekilmiş oldu. Aslında amaçlanan tam da buydu:
Kaos ve karmaşa yaratmak ve bundan nemalanarak kendini aklamak ve iktidarını
sağlamak ve de sağlamlaştırmak! Toplantıda, alınan düşman darbesinin nedeni
olarak partinin iddiasızlığı tespitinin yapıldığını, operasyon öncesinde Merkez
Komitesi’nin ve doğal olarak da bu konuda doğrudan görev alan yoldaşların
payına, eksik, hata ve yanlışlarına dair hiçbir ibarenin ve özeleştirinin
bulunmadığını; ülkede devrimci durumun bulunmadığına ve bunun nedeninin de
Ulusal Hareketin politikaları olarak gösterildiğine vb. pek çok başlıkta daha
önce yapılan birçok resmi Merkez Komite toplantısında dile getirilen görüşlerin
zıddı yorum ve belirlemelere yer verildiğini, dahası toplantının kendi içinde
bile ciddi usulsüzlükler taşıdığını da belirtelim. Partimizin bu önemli
sürecinde alınan düşman darbesinin yarattığı boşluk, parti bünyemizde varlığını
koruyan darbeci anlayışın farklı örneklerini de karşımıza çıkarttı. Bunun
farklı bir örneği ise ... Merkez Komite üyesi tarafından hayata geçirildi.
Bu MK üyesinin uzun zamandır
saklı tuttuğu eleştiriler, iddialar bu süreçte kontrolsüzce açığa çıktı.
Elbette burada mesele, eleştirilerin gecikmeli de olsa söylenmesi değildir.
Doğru yol ve yöntemle, partinin işleyişine uygun biçimde yapılmamış olması,
eleştirinin esas noktasını oluşturmaktadır.
Bu üye de aynı bileşende olduğu
kişilerle ilgili iddia ve eleştirilerini, kontrolsüzce alt örgütlülüklere
taşımış, buradan müdahale geliştirmeye çalışmıştır. Açık ki bu iş, fırtınanın
kopmasında belirleyici olan başka bir etken olmuştur. Diğer yandan kendilerini
“... MK üyeleri” olarak ifade edenler, söz konusu Merkez Komite üyesinin bu
yaklaşımını adeta bir fırsata dönüştürmüş ve onun kimi hatalarını mahkum etme
örtüsü adı altında partimizi bir krize sürükleyecek “Haziran Toplantısı”nı
örgütlemişlerdir. Oysa “... MK üyeleri” açısından da doğru olan, bu Merkez
Komite üyesini resmi bir toplantıya çağırmak ve hesaplaşmayı burada yapmak,
hukuku işletmek olmalıydı!
Azınlık Merkez Komite
üyelerinin bu sorumsuz, hesapçı, kendi kişisel kaygılarını güden, hatalarının
üstünü örtmeye çalışan hareket tarzı, partiyi bu gibi saldırılara daha açık
hale getirmiştir. “... MK üyeleri”, Parti iradesini yeniden oluşturma ve
partiye buradan önderlik etmek yerine, iddia sahibi Merkez Komite üyesini
diskalifiye ederek, partiden atılmasını-Merkez Komite üyeliğinin düşürülmesini
(tüzükçe mümkün olmamasına rağmen) isteyerek hatta bunların ardından neler
yapılacağını dahi ilan edip zaman kaybetmeden harekete geçerek, bütün irade ve
yetkiyi tek elde-kendi ellerinde toplamaya çalışmışlardır.
...leri, Merkez Komite
üyelerini, parti üyelerini yok sayan, komiteleri işlevsizleştiren, parti
örgütlülüklerini tasfiye etmeye çalışan bu anlayış partimize açıktan bir
darbedir. Partimizin mevcut dağınıklığında her türlü düşman darbesine açık hale
gelmesinin de esas sorumlusu darbeye önderlik eden ... Merkez Komite
üyeleridir.
Bu süreçte partinin birikmiş
sorunlarının, Merkez Komitesi’nin birikmiş hata ve zaaflarının açığa çıkmasıyla
birlikte partimizin sorunları daha geniş bir çerçevede tartışılır hale
gelmiştir. Merkez Komitesi’nin parti örgütlerinden ve komitelerden kopuk,
dahası Merkez Komite üyelerinin birbirinden kopuk, dağınık-parçalı önderlik
anlayışının açığa çıkması ve daha fazla tartışılır olması tabanda kimi
insanlarda umutsuzluk, güvensizlik eğilimlerini canlandıracağı gibi, devrimci
kaygılar güdenlerde ise, gelinen durumun nedenleri üzerinde kafa yorup, sorun
ve tıkanıkların nedenlerini bilince çıkarıp doğru dersler çıkarma
yönüyle olumlu bir işlev oynayacaktır.
Eleştiri ve öz eleştiriden
uzak, kolektif çalışmadan yoksun, birbirlerine ve partiye hesap verme zeminini
kaybetmiş önderlik anlayışının bir sonucu olarak da değerlendirebiliriz süreci.
Her bir Merkez Komite üyesinin
sadece kendi görevli olduğu alanla sınırlı kalan bir önderlik anlayışının bir
yansıması olarak mevcut durumda da alanlarımız birbirinden oldukça
uzaklaştırılmıştır. Alanların birbirinden öğrenmeye kapalı, birbirlerinin
sorunlarına uzak, kendi zaaflarına karşı liberal ama diğer alanların olumsuzluk
ve eksiklerine karşı aşırı duyarlı-sol sekter bir anlayışın zemini oldukça
güçlüdür. Parti krizinin açığa çıkması ve mevcut Merkez Komite üyelerinin
tutumuyla birlikte, bu zemin daha da güçlenmiş/güçlendirilmiştir.
Alanların daha fazla yan yana
gelmesine, kolektif ruhun gelişmesine, alanların birbirinden beslenmesine en
fazla ihtiyacın olduğu dönemde ne yazık ki alanlar arasındaki mesafe her geçen
gün biraz daha açılmıştır. Bu durum, özellikle Haziran Toplantısı’yla partimizi
yeni bir kaosun girdabına çeken “... MK üyeleri”nin bilinçli politikalarının
sonucu yaşanmıştır. Alanların birbirine dönük eleştirileri, “... MK üyeleri”
tarafından alanların düşmanlaştırılması, birbirinden uzaklaşması, karşı karşıya
getirilmesi ve kendi hatalarının örtülmesi için adeta kullanılmıştır.
Birincisi kendi
sorumluluklarında olan alan ve yoldaşlar koruma altına alınmıştır ve “... MK
üyeleri” tarafından kendilerine yönelik eleştirilere karşı bu yoldaşlar,
eleştiri yönelten kişi ve alanlara karşı kışkırtılmıştır.
İkincisi örgüt-komiteler hızla
işlevsizleştirilmiş, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Özellikle ...
süreci-örgütlenmesi ile ilgili eleştiri yönelten alan ve yoldaşlar
itibarsızlaştırılmaya, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bu alan ve yoldaşların
geçmiş hata ve zaafları parti kamuoyuna teşhir edilerek itibarsızlaştırma
harekatı başlatılmıştır.
Oyalama, Tasfiye Etme ya da Partiyi Bölme!
Özcesi mevcut Merkez Komite
üyelerinin bu süreçteki tutumu eleştirmeyen, sorgulamayan, tartışmayan,mevcut
olana sorgusuz-sualsiz-eleştirisiz tabi olan “militan ve örgüt yapısı”(!)
şekillendirmeye çalışmaktı.
Bu yaklaşıma ayak uyduranlar
koruma altına alındı. Uymayıp eleştirenler, eleştirilerini savunanlar “parti
bölücüsü” ilan edilerek parti kitlesine teşhir edildi. Bu Bu Merkez Komite
üyelerinin bu yaklaşımlarına rağmen ... ve parti üyesi birçok yoldaş ve parti
örgütlerinin ağırlıklı çoğunluğu tarafından, süreç vesilesi ile açığa çıkan bir
dizi meseleye dair eleştiri getirdi. Mevcut Merkez Komite üyelerinin kendi
pozisyonlarını koruma, hesap vermekten kaçma tutumu bu kadar gelişkin olmasaydı
çok rahatlıkla söylenebilir ki kolektifimiz bu süreçten güçlenerek çıkabilirdi.
Mevcut Merkez Komite üyelerinin
bu tartışma sürecindeki oyalamacı taktikleri partiyi daha fazla çıkmaza
sürüklemekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Tartışma için oluşturulan
platformlar, hazırlanan parti yazınları, parti sorunları üzerine kolektif
tartışma yürütmek yerine parti erkini elinde bulunduran Merkez Komite
üyelerinin iktidarlarını güçlendirmenin, eleştirileri bertaraf etmenin ve
eleştirenleri itibarsızlaştırma hareketinin bir aracı olarak kullanıldı.
Birçok noktada sonuçlardan
hareket ederek varmış olsak da artık şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz:
Kolektifin birliğini dillerinden düşürmeyen bu üyeler ve onların hastalıklı
iktidar histerisinin etrafında kümelenen yoldaşlar, iki yılı aşan bu tartışma
sürecinin başından beridir, eleştirileri olanlardan kurtulmak, farklı
düşünenleri saf dışı bırakmak, bu olmadığı durumda da her koşulda kolektifi
bölmek anlayışıyla sürece yaklaşmışlardır. Bu konuda somut bir hedefe odaklı
çalıştıkları bugün gelinen noktadan da anlaşıldığı üzere tüm çıplaklığı ile
ortadadır.
Bu azınlık üyeler, kolektifin
bütün olanaklarını bu iş için seferber etmekten de geri durmamışlardır. Partimizin
maddi manevi bütün olanakları bu hedef için pervasızca kullanılmıştır. Bir
yandan yazınsal tartışmalarla fikirler alınarak süreçle ilgili kolektif karar
verileceği algısı yaratılarak parti oyalanırken onlar yukarıda bahsi geçen
hedeflerine kilitlenmiş olarak çalışmışlardır.
Merkez Komitesi’nin iradesini
yitirmesi ile birlikte bir taraftan Merkez Komite üyesi olma durumlarını Merkez
Komitesi iradesi korunuyormuş gibi kullanan bir anlayış çıkarken diğer taraftan
bu durumu eleştiren, parti iradesinin tüzük ve hukuk çerçevesinde
oluşturulmasını savunan ikinci anlayış da açığa çıkmıştır.
Öncelikle Merkez Komitesi
iradesi yokken varmış gibi hareket eden ve iradenin oluşmasını engelleyen
anlayış, partideki örgütsel krizin gün yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. Hukuk
dışı oluşturulmaya çalışılan iradeye yönelen eleştiriler, yapılan kimi
müdahaleler ve bununla birlikte açığa çıkan diğer ideolojik-politik-örgütsel
eleştiriler tüzüğün yok sayılarak bir “irade” oluşturulmasını engellemiştir.
İşte “K 72”den kendi ifadeleri;
“Konuyu bağlayacağımız yer
bugün içinde bulunduğumuz yerden nasıl çıkmamız gerektiğidir?! Önerimiz kısa ve
öz olarak şudur: Şu anda PMK’da bir irade sorunu yoktur. Ancak ... yoldaşın
hali hazırda işlediği suçlar ve yürütülmesi gereken bir soruşturma vardır.
Bu soruşturmanın yoldaşın
üyeliğinin düşmesiyle sonlanması, işten bile değildir. Bu durumda zaten kritik
noktada olan irade sorunu otomatik olarak gündeme gelecektir.
Bugünden yarın karşımıza
çıkacak tabloyu görmek mümkündür. Bunun önlemini bugünden almak gerekir. Çünkü,
olayların sonucunu beklemek bize yeni bir zaman kaybını yaşatacaktır. Bu da
tahammül sınırlarını zorlayacak, yeni yeni sorunların yaşanmasına neden
olacaktır.
Haziran Toplantısı’nda ortaya
konulan anlayış doğrultusunda (... yeniden örgütlenmesi) zaten yeniden
örgütlemek için çalışmalar yapılmaktadır.
Bu çalışmalar DPK üyesi yoldaş
ile birlikte yapılmaktadır. (yoldaş aynı zamanda PMK yedek üyesidir) Burada ve
bundan sonra yapılacak olan PMK’nın “irade sorunuyla” karşı karşıya kalmasını
beklemeden yoldaşı PMK’da görevlendirmektir. Bu durumda sürece irade kaybı
olmadan parti tarafından müdahale edilip, yeni sorunların ortaya çıkmasının
önüne geçilebilinir ve geçilmelidir de.
Bütün PÜ yoldaşlar şunu
bilmelidir ki; diğer yedeklerle bizim süreci örgütleme koşulumuz yoktur. Bunun
içinde ortada bir irade yoktur!. Partiden talebimiz bu sorunlu ve sıkıntılı
duruma el koymasıdır.” (“K 72”)
Bir yandan partimizin içinde
bulunduğu durum tartıştırılıyor gibi yapılırken diğer yandan açıkça Haziran
Toplantısı ve sonrasında yayımlanan hükümsüz “K 72” ile zaten bir iradenin
defacto bir şekilde oluşturulduğu ilan edilerek yapılan darbe, partiye onaylatılmak
istenmiştir. Ancak bunun peşinden yaşanan süreç, sorunu salt örgütsel bir kriz
olmaktan çıkarmıştır.
Eğer sorun sadece Merkez
Komitesi’nin ya da partiyi sürece götürecek organın, inisiyatifin
oluşturulmasıyla ilgili bir sorun olsaydı çok daha kolay çözümü olurdu.
Birbirine ideolojik-politik-örgütsel olarak güvenin olduğu bir partinin çatısı
altında kümelenen kadrolar ile parti, ... sürecine taşınabilirdi. Parti
önderliği içindeki birbiriyle uzlaşmacı, ertelemeci, hallederizci bakış açısını
düşündüğümüzde bu sorunu “çözmek” gerçekten göründüğü kadar zor olmazdı.
Nasılsa birbirlerine
yönelmedikleri sürece hataları karşılıklı görmezden gelme, uzlaşmacı, kendine
liberal partiye sekter anlayış, mevcut Merkez Komite üyelerinin ve parti
kadrolarının iliklerine kadar işlemişti. Yılların verdiği bu alışkanlıkla yeni
bir koalisyon kurulabilirdi! Bu da parti tarafından yadırganmaz ve hızlıca
sahiplenilebilirdi!!!
Partinin mevcut gerçekliğini
yakından tanıyanların ilk işi de aslında bu oldu. Ancak bu koalisyon çalışması
başarılı olmadı.
Çünkü birincisi; “diğerlerini”
yok saymanın sınırları fazlasıyla aşılmıştı.
İkincisi getirdiğimiz
eleştiriler kişilere yönelik olmasından çok önderlik anlayışına yönelikti. Çok
sistemli hale getirilmese de önderlik yöntemi, hukukun-tüzüğün çiğnenmesi,
çalışma tarzı, güvenlik, güncel politikaları ele alış, partinin yıllardır
belirgin bir şekilde zayıflaması vs. ile ilgili eleştiriler de süreçte sesli
bir şekilde dile getirilmeye başlanmıştı.
Bu durumun açığa çıkan parti
krizine yansımalarını iki temel nokta üzerinden irdelememiz gerekir.
Birincisi; bu eleştiriler bu
üyelerde bir “farkındalık” yaratmıştır! Peki bu farkındalığın içeriği ve
niteliği nedir? Mevcut Merkez Komite üyelerinin fark ettiği şey bu
eleştirilerin -bu görüşlerin partinin önemli bir çoğunluğu tarafından
sahiplenilmesinin de etkisiyle- partide değişime-dönüşüme vesile olacak bir
içeriğe sahip olmasının bizzat kendilerinde yarattığı rahatsızlıktır. Bu
rahatsızlığın kaynağında ise dogmatik, statükocu, değişime kendini kapatmış,
partiden ve kitleden kopuk önderlik anlayışının oturtulmuş olması vardır. Sonuç
olarak bu eleştiriler, başta Merkez Komite olmak üzere bütün partiyi değişime
zorlayan bir içeriğe sahipti. Bu yanıyla baktığımızda, mevcut Merkez Komite
üyeleri eleştiri-özeleştiri, hesap verme, değişim, yenilenme gibi kavramlara
oldukça yabancılaştıklarından eleştirileri, partideki varlıklarının sonu-ölümü
olarak görmüşlerdir.
Tartışmalarda bu kadar
saldırgan, pervasız olmalarının, tartışmaları kişisel düzeye indirgemelerinin
temelinde de bu vardır. Merkez Komite üyelerinin buradan vardığı sonuç ise şu
olmuştur: “Ya susacak ve mevcut olanı kabul edecekler ya da bir dizi -izm
etiketi yapıştırılarak gönderilecekler, atılacaklar, cezalandırılacaklar,
böylece de ‘arınacaklar”dı. Susulmayacağının anlaşılması ise çok uzun sürmedi.
O zaman da gitmeleri için “ne gerekiyorsa yapılacaktı!” Ancak görünen o ki,
korkutmak, yıldırmak, yıpratmak, itibarsızlaştırmak için uzun uğraşları da
sonuç vermedi!
Artık Merkez Komite üyelerinin
ellerinde tek atımlık barut kalmıştı. Partiyi, bölen, parçalayan reformist,
revizyonist-menşevik vb. etiketli bir hizip senaryosu! Buna neden senaryo
dediğimize sonra geleceğiz. Partinin neredeyse bütün komitelerinin bu
meselelerle ilgili benzer uğraş ve eleştirileri olmasına rağmen küçük, önemsiz
bir hizipmiş gibi gösterilmeye çalışılarak parti iradesine yapılan darbeye
karşı parti örgütlerinin takındığı tutum, tabanımızın gözünde küçük düşürülmeye
çalışılmıştır.
Bu bölümü özetle toparlamak
gerekirse; mevcut Merkez Komite üyelerinin partiyi “ele geçirmek için”
yaptıkları A, B, C... planlarının hepsi suya düşmüştür. Çünkü yaptıkları darbe,
parti tarafından sükunetle karşılanmamıştır.
Yönelttiğimiz eleştirilere
bütünlüklü olarak baktığımızda, sistemli hale getirildiğinde partimizin
örgütsel darlığını, politik açmazlarını ortadan kaldırmaya dönük değişim ve
yenilenmeye vesile olacak bir niteliği taşıdığı görülecektir. Açığa çıkan
tartışmaların, eleştirilerin muhtevasının partimizin geleceği açısından kötü
değil iyi olduğunu en başından beri vurguladık. Eğer parti bütünümüz bu
muhtevayı koruyabilmiş olsaydı elbette bu tartışmalar bugün bu noktadan
yürütülmezdi.
Partimizin hem örgütsel hem
politik olarak zayıf düştüğü bir süreçten güçlenerek çıkmasının zemini güçlenirdi.
Uzun zamandır mevcut durumumuza dönük bu kadar kapsamlı bir değerlendirme,
tartışma ne Merkez Komitesi tarafından yapılmıştır ne de parti örgütleri ve
kadrolar tarafından... Yani bunca zamandır ihtiyacı hissedilen bu süreç, parti
krizi vesilesiyle ortaya çıkmıştır denilebilir.
Örgütsel kriz, ilkeli ya da
ilkesiz olması belirleyici olmaksızın bir uzlaşmayla çözülseydi bile mevcut
ideolojik-politik-örgütsel eleştirilerin varlık zemini ortadan kalkmadığı
sürece -er ya da geç- mevcut kriz durumu yine karşımıza çıkacaktı.
Şimdi bu tabloda 3 temel
tartışma noktası karşımızda durmaktadır. Buraya kadar olan “ne oldu, ne bitti”
tartışmasına esas olarak bu noktalara varabilmek için girdik. Şimdi olan biteni
tanımlamaya ve bunlara kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel zemini ortaya
koymaya çalışacağız. Partinin birliği-bütünlüğü ile ilgili söylenen her türlü
sözün bayağılaşmış ajitasyon cümleleri olmanın ötesinde bir anlam taşımadığı
bir ortamda, parti çizgisini kimin temsil ettiği tartışması, bu tablodan çıkan
ilk zorunlu tartışmamızdır.
Parti Çizgisini Kim Temsil Ediyor?
Parti çizgisi, hiç kuşkusuz
politik meselelerde kimin ne düşündüğü fark etmeksizin tüzüğümüzle-hukukumuzla
güvence altına alınan, çoğunluğun fikirlerinin örgütsel olarak hakim olmasından
ibarettir. Taktik politik meselelere yön verecek anlayış da buradan
beslenecektir.
Merkez Komitesi’nde yaşanan
irade yitimi karşısında takınılan tutum, tüzüğümüzün parti işleyişimizdeki
misyonunu tartışılır kılmıştır. Merkez Komitesi’nde oluşan boşluğun nasıl
doldurulacağı, önderliğin nasıl inşa edileceği, sürekliliğinin nasıl
sağlanacağı ile ilgili bir tartışma zorunlu olarak açığa çıkmıştır. Bunun
“an”a, duruma, koşullara göre değişkenlik gösteren bir durum olmadığını en
başta belirtmek zorundayız. Tüzük, parti işleyişinin esası-belirleyicisidir. Ve
parti mekanizmalarının nasıl oluşturulacağı ile ilgili durum, tüzükte net bir
biçimde yer almaktadır.
Merkez Komitesi’nde açığa çıkan
boşluğun nasıl doldurulacağı ile ilgili tartışmada “olağanüstü koşullarda tüzüğün
uygulanamayabileceği” safsatasının peşinde sürüklenenler parti işleyişini
kilitlemişlerdir. Tüzük hükümlerince iradenin oluşturulmasını engellemek için
partiyi bölünmeye sürükleyen yolun taşlarını büyük bir titizlikle döşemeye
başlamışlardır.
94’te dönemin darbecilerine
söylediğimiz gibi “tüzük maddeleri manzumeler topluluğu” değildir. Tüzük tam da
olağanüstü koşullarda partinin örgütsel bir krize sürüklenmemesi, sürüklendiği
durumda da sorunun kolektif ilkelerine uygun bir şekilde çözülmesi için vardır.
Parti organlarını kişisel görüş ve çıkarlarına uygun bir biçimde dizayn etmeye
çalışan unsurların engellenmesi için vardır. Ve yine kişisel isteklere göre
eğilip bükülmemesi için hükümleri nettir
Anda bizim durumumuza bakarsak,
tüzüğe, parti işleyişine yaklaşımda açığa çıkan farkları ortaya
koyarak parti çizgisini kimlerin temsil ettiğini görebiliriz. ... Operasyonu
vesilesi ile Merkez Komitesi’nin ortalığa saçılan yılların birikimini taşıyan
hataları, zaafları, parti işleyişini infilak etmeye götüren çalışma tarzı,
kitleden-örgütten kopuk politika yapma biçimleri parti örgütlülükleri ve
kadroları açısından daha fazla görünür olmuştur. Bu eksende yapılan
eleştiriler, geliştirilen itiraz Merkez Komitesi’nin mevcut durumuna ilişkin
köklü bir tartışma yürütmeden yeni işlere girişmesinin partiyi sürükleyeceği
krize dikkat çekmek içindir.
Bunun karşısında azınlık Merkez
Komite üyeleri, hesap vermekten kurtulmanın ve mevcut iktidarlarını
güçlendirmenin paniğiyle parti iradesine darbe yapmaya yönelmiştir. Eleştiri,
görüş ve düşünceler yok sayılmış, yapanlara dönük karalama, itibarsızlaştırma
ve linç kampanyası başlatılmıştır. Tüzük delik deşik edilerek kendilerine biat
etmeyi kabul edenlerle yola devam edeceklerini açıklamışlar, geri kalanı
“asarız, keseriz, atarız” tehditleriyle yıldırmaya çalışmaktan medet
ummuşlardır.
Mevcut durumu eleştirenler
Merkez Komitesi’nin iradesini tanımamakla, bölücülük yapmakla, hizipçilikle ve
sonu -izm’le biten sınırsız sayıdaki hastalıkla itham edilmiştir. Bu durumun
kaynağında görüş farklılıklarının belirginleşmesi ve Merkez Komitesi’nin
iktidarını sarsma niteliği taşıyan görüşlerin partide çoğunluğu yakalamasına
karşı duyulan tahammülsüzlük vardır. İlerlemeyi hedefleyenler için bu görüş
farklılıkları hiçbir zaman korkutucu olmamıştır. Ancak kendi iktidarlarının
sürekliliğini esas alanları her türlü farklılık korkuttuğu gibi bu durum da
panikletmiştir.
Lenin “... ilk bakışta
‘önemsiz’ gibi görünen bir yanılgı, en kötü sonuçlara yol açabilir ve
ancak burnunun ötesini göremeyenler, hizip tartışmaları ve görüş ayrılıkları
arasındaki en keskin farklılıkları zamansız ya da gereksiz sayabilir. Rus
sosyal demokrasisinin yazgısı gelecek birçok yıl boyunca şu ya da bu
‘ayrılığın’ güçlenmesine bağlıdır.” (Ne Yapmalı?, s. 31) der. İdeolojik mücadele
parti saflarında zamanında ve yeterince, güçlü bir şekilde yürütülmediği için
parti bu ayrılığı yaşamıştır. İdeolojik-politik birlik; en yüksek perdeden
savunanların anladığı-anlamak istediği gibi komünist parti içinde hiçbir
ideolojik farklılaşma olmadığı-olmayacağı anlamına gelmez.
Kolektifimiz içinde son
yıllarda kimi politik ve taktiksel meselede kendini gösteren bu farklılıkların
parti krizi sürecinde daha fazla belirginleştiği açıktır. 8. Oturum yöneliminin
sonucu olarak kimi meseleleri algılayışta ve uygulamada parti örgütleri ve
kadrolar arasında ciddi bir farklılaşma olduğu, bu kriz ortaya çıkmadan önce de
kendini hissettiriyordu. Özellikle Kürt ulusal meselesini ve kadın meselesini
ele alışta, bu meseleler ekseninde açığa çıkan politikadaki tutukluğumuz,
yaşama geçirmedeki atıllığımız, bugün parti iradesine yapılan darbenin mimarı
olan alan ve Merkez Komite üyelerinin politikayla uzaklığı, pratiğe girmemek
için ayak direme hali göz önüne alındığında çizgi farkının yılların birikiminin
bir sonucu olduğu daha açık görülür.
Merkezi Önderliğin Yönetme Anlayışı
Darbe ve hizip kavramlarının ne
olduğu, güncel durumda, bizde nasıl yaşandığına ayna tutmaya çalışalım. Azınlık
Merkez Komite üyelerinin etrafında kümelenen ve parti iradesine yapılan darbeye
koltuk değnekliği yapan kimi alan ve kadroların iki yıldır yürüttükleri
faaliyetin niteliğini ve hedefini de ortaya koyalım.
“Bazı azınlık Merkez Komite
üyeleri, iradede açığa çıkan boşluğu fırsat bilerek partiye darbe yapmıştır”
dedik. Yapılan nedir? Tekrar etmek pahasına söyleyelim: Hukuksal bir zemini
olmayan bir bileşenle toplantı yaparak bütün partiyi ilgilendiren meselelerde
karar almak darbedir. Merkez Komite iradesinin tamamlanmasını engellemek
darbedir!
Tüzüğün uygulanmayabileceğini
savunmak darbedir! Yedek Merkez Komite üyelerini sırasıyla komiteye atamak
yerine -tüzük hükümlerini yok sayarak- aldım-verdim usulü atama
yapmaya çalışmak darbedir! Beğenmedikleri, sevmedikleri, kendisi gibi
düşünmeyen -daha doğrusu kendilerine biat etmeyen- ..., Merkez Komite
üyesi-yedek üyesi ve parti üyelerini yok sayarak yeni bir mekanizma oluşturarak
... yapmaya kalkışmak(!), dayatmak darbedir! Açıkçası bunları çoğaltmak
için elimizde yeterince veri vardır...
Bırakalım bunları bir kenara;
en son ne zaman gerçek bir Merkez Komite toplantısı yaptığı, Partiye en son ne
zaman kendi faaliyeti ile ilgili rapor sunduğu belli olmayan, her biri kendi
alanlarında küçük küçük iktidarcıklar kuran, Parti krizi açığa çıkmadan önce de
8 yıldır kongre ya da konferans toplamayarak, tüzükte kendilerine tanınan 3 yıllık
süreyi haddinden fazla aşıp partiyi olduğu yere çakılı bırakan bir Merkez
Komitesi’nin darbeye uygun ortamı hazırlamadığını kim iddia edebilir?
(...)
... süreciyle birlikte
partimizin içinde bulunduğu durumu, hakları gereği daha fazla tartışma ve bu
süreç vesilesiyle de önderliğin ve partinin gerçek halini daha yakından görme
fırsatı bulan üyelerin ve sonrasında parti örgütlerinin sesini yükseltmesi ve
yanlışlara tepki göstermesi, geç kalınmış da olsa, doğru, yerinde ve haklı bir
çıkıştır. Kimse bu itiraza, dün bu denli güçlü yapılmadığı gerekçesiyle, ipotek
koyamaz, küçümseyemez ya da reddedemez!
Sürecin arifesinde alınan
düşman darbesi öyle ya da böyle ... olmasını engelledi. Bu tablo içinde
yolumuza nasıl devam edeceğimize hızlıca, kolektifimizi dağıtmadan ve
motivasyondan-güçten düşürmeden karar vermek gerekirdi.
... sürecinde olmasak, Merkez
Komitesi’nin nasıl örgütleneceğini tüzüğümüz bize söylemektedir. Tüzüğün 5.
bölümünün b (merkez komitesi) kısmında “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla (abç)
katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa asil üye sayısının üçte birini alt
organlardan bünyesine katabilir. Bundan sonra irade sorununun, yeniden oluşması
halinde, çözüm yöntemi için parti iradesine başvurulur” demektedir. Öyle
sanıyoruz ki tüzük maddemiz fazla söze yer bırakmayacak kadar açıktır. Tüzük
üye sayısı eksilen Merkez Komitesi’ne “yedek üyeleri sırasıyla alarak kendini
tamamla”, eğer hala son oturumda belirlenen sayıya ulaşamazsan “asil üye
sayısının üçte birini alt organlardan bünyene kat” demektedir. Ki burada
vurgulamak gerekir ki, “yedeklerin alımı” son oturumda belirlenen sayıyla
sınırlıdır. Yoksa sürekli yeni kişi veya sayı belirleyip yedekleri aldığını
iddia etmek değildir.
Peki, ... sürecinde böyle bir
durumla karşılaşmak bir özgünlük yaratır mı? Tüzüğümüzde herhangi bir özgünlük
ve bununla ilgili alınacak kararlar yer almamıştır. Bu durumda mevcut olan
uygulanmak zorundadır. Yine de bu bizim sürecimizde bir özgünlüğün açığa
çıkmadığını göstermez. Peki nedir bizdeki özgünlük?
Bizdeki özgünlük, açığa
çıkabilecek krizi önleme ya da varolan krizi yönetme-çözme kapasitesi taşımayan
kadrosal gerçekliğimizdir. Bir şeyi yaparken sorunu-sonucunu düşünmeden yola
çıkan, tüzük-hukuk-işleyiş gibi kavramların kaderini niyetlere teslim eden,
koşulları zorlamak yerine elinde bulunanların sınırlılıklarını önünde diz
çöken, bir diğerini kolayca yok sayabilen, hallederizci kadrosal gerçekliğimiz
sürece çok “renkli” özgünlükler katmıştır.
Bu durum, süreç öncesinde
partiyi darlaştıran, gelişim dinamiklerini tıkayan temel unsur olarak ...
sürecinde de rolünü oynamış ve partiyi içinden çıkılmaz bir krize
sürüklemiştir.
Cehenneme Giden Yol İyi Niyet Taşlarıyla Döşenmiştir
“Haziran Toplantısı”na dönelim;
yapanlarca savunulduğu gibi Merkez Komite toplantısı değil kimi kadroların
partinin hızlı toparlanması için iyi niyetli müdahalesi iddiasını kabul etsek
dahi zorunlu olarak birkaç noktaya dikkat çekmemiz gerekir.
Acelenin sebebi nedir? Partinin
hızlıca toparlanması işinden ilkesizliklerin peş peşe dizilmesi mi anlaşılıyor?
Diğer kadroların toplantıda olmamalarının tek nedeni o an orada olmamaları ise
neden öncesinden çağrı yapılıp orada olmaları sağlanmamış, haber verilmemiş ya
da fikirleri alınmamıştır?
Toplantıda tartışılanların
kapsamı, hangi yetki sınırları içinde belirlenmiştir? Sürecin en önemli
gündemleri özgülünde bir dizi mesele nasıl karar altına alınmıştır, hadi
öncesinden fikir almadınız ve yapılan tartışmada sadece iyi niyetli kadroların
fikir jimnastiği olsun, o zaman neden toplantıda çıkan önerilere dair fikirlerin
beyan edilmesi ile ilgili hiçbir şey düşünmediniz? Merkez Komite toplantısı
değilse neden alanlara Merkez Komite toplantısı olduğu yönünde bilgi verdiniz?
Neden bazı yoldaşlar “nedir bu?” dediğinde ilkin “Merkez Komite toplantısıdır”,
sonra gelmeyenler “irade verdi” dediniz; “irade” vermedikleri ortaya çıkınca
neden “zaten karar alınmış değil” dediniz; “toplam şu kadar karar almışsınız”
deyince neden “biz zaten MK toplantısı demedik, neyi
tartışıyorsunuz?” dediniz!
Şimdi, bu toplantıdaki bileşenin
parti iradesinde biriken eleştirileri, ...nın örgütlenmesi aşamasında yapılan
eleştirileri, ideolojik-politik-örgütsel bir dizi meseledeki fikirsel
çeşitlilikleri, bunların yarattığı gerilimi bilmeyen bir bileşen olduğunu kim
iddia edebilir? Aynı zamanda bu bileşen -mevcut duruma dair bildikleriyle
birlikte- bu toplantıya yani tüzüğün açık ihlaline bu kadar itirazın
yükseleceğini ön göremeyecek kadar yabancı mıdır parti gerçekliğine! Biz hiç de
yabancı olduklarını düşünmüyoruz!
Yani ortada bilerek, isteyerek,
planlanarak yapılan bir iş vardır. Açıktır ki “Haziran Toplantısı” itirazlar
göz önüne alınarak, kriz çıkma potansiyeli göze alınarak yapılmıştır. Bu
durumda kim iyi niyetten söz edebilir?
Bir senaryo da biz yazalım;
hizip senaryosuna geçmeden önce. Haziran Toplantısı’yla iddia sahibi Merkez
Komite üyesinin mektup vukuatı bahane edilerek gündem olan bazı şeyler
unutturulmaya, ... süreci ve ... Operasyonu’ndaki sorumsuzluğun üstü örtülmeye
çalışılmış, bütün bunları çeşitli düzeylerde eleştiren kadrolar devre dışı
bırakılıp tasfiye etme hesabının bir aracı olarak görülmüş olamaz mı? Mevcut
gerçeklik bilindiği halde tüzük-hukuk-işleyiş delik deşik edilerek bile-isteye
kolektifimiz bu krizin içine sürüklenmiş olamaz mı? Ki sonraki süreçteki
gelişmeler açıkça göstermiştir ki yapılan tam da budur.
İstifa ve engelleme ile
kolektifin en üst organı iradesini yitirmiş midir, yitirmemiş midir? Önceki
bölümde alıntıladığımız tüzük bu soruya açık biçimde yanıt vermektedir. Zira
malum sorunun cevabı buradadır. “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla katılımına
rağmen irade yitimini aşamazsa” derken ne demek istemiştir tüzük? Açıktır ki,
Merkez Komite üyelerinin sayısının konferansta belirlenen sayının altına
düşmesi durumuna “irade yitimi” denmiştir. İlgili tüzük maddesi, organın
irade sayısının yitirilmesi haline -bir çözüm- yanıt veriyor, bunun için
konulmuştur. Tüzük, sayı eksilmemişse neden yedekleri al desin? Salt
çoğuluktaki sayı eksilmesini irade yitimi olarak tanımlamasa neden “yedeklerin
sırayla alınmasına rağmen irade yitimini aşamazsa” desin?
O çok sorulan parti krizine
neden olan bunca yaygara ve safsataya, gelinen aşamada partinin bölünmesine
neden olan o malum sorunun cevabını tüzüğümüz yıllar yıllar önce vermiştir.
Hizipler, darbeler, bölünmeler
açısından partimizin tarihi oldukça “zengin”dir. Bu zenginliği deneyime
dönüştürecek şekilde hangi derslerin çıkarıldığı da bizler açısından önemli bir
tartışmadır. Öncelikle “hizip nedir?” ve bu süreçte parti içinde hizip
faaliyeti yürütenler kimlerdir, buna kısaca bakalım.
Hizipçi ve bölücü olanlar kimlerdir?
“Bütün eleştirilere rağmen
hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.
Hizipçi ve bölücü olanlar,
samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman,
revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar,
kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler,
kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir.
Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt
sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince
her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi
ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine
yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar,
kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile
yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye
çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten
kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı
komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de
merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi,
Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.”
(İK, Bütün Eserler, s. 442, Umut Yayımcılık)
Soruyu soran da cevaplayan da
Kaypakkaya’dır. Kaypakkaya’nın hizipçi ve bölücü olanların niteliği ve
parti içinde pratikleriyle ilgili ortaya koyduklarını, partimiz saflarındaki
hizipçi faaliyetin kimler tarafından yürütülüp yürütülmediğinin ayırt
edilebilmesi açısından aktardık.
Yalan-yanlış, derme çatma,
hastalıklı bir teorinin üzerinden varlığımızı inşa ederek parti kitlemizi kirli
bir oyunun peşinden sürükleme gayesinde olan biz değiliz. Partide kendi
düşüncelerimizi hakim kılmak için “karşı” düşünce sahiplerini alt etmeye
çalışmıyoruz. Dün birlikte yürüdüklerimizi bugün tek kalemde çizmiyoruz. Parti
kadroları arasında “ben bununla yürümem, şununla da yürümem” diyerek seçmece
yapma lüksünü kendinde gören de biz değiliz.
Tüzüğü-hukuku kendi durumumuzu
meşrulaştırmak, iktidar alanlarımızı güçlendirmek için uygun formasyonlar
haline getirmeye çalışmıyoruz. Hizipçi, bölücü, bozguncu, kuyrukçu, Menşevik,
legalist, reformist, ilkesiz, anti-programcı vb. de değiliz.
Parti erkini elinde
bulundurmaya kilitlenen bu azınlık üyelerin bu eleştiriler karşısında
başlattıkları itibarsızlaştırma ve tasfiye kampanyasının muhtevasını aktardık.
Mevcut eleştirilerin bugün açığa çıkmadığını “dün”ün birikimi olduğunu da
dürüstçe ortaya koyduk. Parti sorunları birikirken sorumluluğumuzu hakkıyla
yerine getirmediğimize, geçmişteki uzlaşmacı, itaatkar tavrımızla mevcut
durumun oluşumuna bulunduğumuz katkıyı açıklamaktan da imtina etmedik.
Gelinen aşamada
eleştirilerimizi mekanizmalarda tartıştık, sorunların çözüm adresi olarak parti
platformlarını gördük. Sorunların çözümünde iddiasız ve umutsuz olmadık. Bu
sorunlar yaşanırken örgütlülükleri işlevsizleştirmedik, partiyi güncel
politikadan koparmadık. Bütün güç ve enerjimizi bu sancılı süreç içinde
eritmeye çalışmadık.
Hastalıklı bulduğumuz anlayışla
parti mekanizmaları içinde ideolojik mücadele yürütürken pratikten-kitlelerden
kopmamayı esas aldık. Partimizin tüzüğü gereği, 8. Oturumu ve Merkez
Komitesi’nin resmi toplantılarının bize verdiği görev ve yetkilere dayanarak
mücadelemizi sürdürdük. Başka bir organın görev alanına, iç işleyişine müdahale
etmedik. Dışımızdaki komitelerin içine nifak tohumları ekmeye, onları
“başka bir organa bağlamaya” çalışarak ele geçirme hesabı yapmadık.
Bizden farklı düşünen organları
bölme, parçalama çabasına girmedik. Yaptıkları hatalara ve işledikleri suçlara
karşın partimizin resmi olarak atadığı yönetici komiteleri muhatap almaktan,
onlarla iletişim kurmaktan asla vazgeçmedik.
Partimiz sorunlarını tartışmaya
ve çözmeye çalışırken, hoşumuza gitmeyen komitelere alternatif komiteler,
organlar, bileşenler kurmadık.
Peki neden bölücü, bozguncu,
hizipçi, birliği baltalayan olarak ilan edildik? Bu sorunun cevabının önceki
bölümde işlediğimiz oportünist, dogmatik darbeci-tasfiyeci kliğin durum
değerlendirmesine yansıdığını düşünüyoruz.
(...)
Tartışmayı sadeleştirmek için
parti krizi öncesini bir kenara bırakalım. Bu süreçte takındığımız tutuma,
yaptığımız müdahalelere bakalım.
Bugün Partimiz çatısı altında
birlikte olduğumuz bütün kadroların ilk eleştirisi, süreç öncesinde, yani bir
komünist partinin tarihinde en dikkatli olması gereken bir süreçte, düşman
yöneliminin neden ciddiye alınmadığı, defalarca bunun somut kanıtları olmasına,
birçok yoldaşın gözlemlerini aktarmasına karşın bu takibatlara karşı neden
önlem alınmadığı vs. üzerinden getirilmiştir. Bilindiği gibi bu eleştirimiz,
“bütün partinin güvenlik konusunda sorunlu olduğu” yanıtıyla, tüm partiye mal
edilerek kendi “önderlik” misyonunun gerektirdiği sorumlulukları herkese
yayarak kurtulma tavrıyla karşılanmıştır. Elbette eleştiri getiren yoldaşlara
yönelik saldırganlaşarak dalga geçme, aşağılama, haddini bildirme çabalarıyla
birlikte... Her kadro, üye, sempatizan, taraftarın sorması gereken bu sorunun,
yapması gereken bu eleştirinin neden bu kadar hezeyanla karşılandığı, nelerin
üzerinin kapatılmaya çalışıldığı, nasırlı ayağına basılmış gibi neden feryat
figan edildiği sorusu unutulmuş ya da üzerinden atlanmış değildir, hafızamızın
bir yerinde durmaktadır.
Bu eleştirilerimizi yaparken
hemen ardından aynı süreçteki ilk ve büyük eleştirimiz, “Haziran Toplantısı” ve
onu doğuran anlayışa yönelikti. Bu toplantı bir darbeydi ve biz bunu ortaya
koymakta oldukça cüretkar davrandık. Toplantıdaki zihniyetin geçmişle bağını
kurduk, bu da belli bir kesimde rahatsızlık yarattı.
Bu durum, partimizin geleceği açısından küçümsenemez bir değere
sahiptir.
Madem Haziran Toplantısı
darbedir, o zaman neden darbenin mahkum edilmesi sürecine önderlik
edilmemektedir? Ya da mahkum edilmesi sürecine neden darbeyi yapanların
önderlik etmesine izin verilmektedir? Bu sorunun yanıtı, Parti içinde ne
yaşanıyor ve ne yaşanacaksa yaşansın, bunun doğru mekanizmalar içinde, Parti
tüzüğü çerçevesinde çözüleceğine/çözülmesi gerektiğine olan iddiamızda
yatmaktadır.
Zira tam da bu nedenle sahte
Merkez Komite üyelerinin partiyi bölüp parçalamasının önüne geçmek için sorunu
parti içi sorun görerek, meşru zeminlerde çözmek için elimizden geleni yapmaya
çalıştık. Cepheden tavır alma ve ayrı hareket etme yerine işleyişe uygun
hareket ederek suç ve yanlışlarına rağmen iç mücadeleyi devam ettirerek
yazılarımızı, eleştirilerimizi, sürecin çözümüne dair geliştirdiğimiz önerileri
vs. kendilerine ilettik. Bu şekilde de sorunları parti içinde, parti işleyişi
içinde çözme ve partiyi parçalamanın önüne geçme kaygısıyla bir nevi
inisiyatifi onlara bırakmış olduk. Bunun bir sonucu olarak da kazanabileceğimiz
bazı alan ve yoldaşlara ulaşamamış olduk ve de verdikleri zarar daha fazla
oldu. Sonuçtan bakıldığında işleyişe uygun hareket edelim derken ağır
davrandığımız kimi noktalar oldu; bu da onların bazı alan ve yoldaşları
zehirleyip peşlerinden sürüklemesine hizmet etti...
Yani kısacası niyetten bağımsız
da olsa sorunların çözümünü; yaratıldığı yerde, yaratıcılarında en başta biz
aradık. Bu anlamıyla bile iradeyi tanımıyorlar, isyan ediyorlar diyerek
çoğaltıkları safsata koca bir yalandan ibarettir.
(...)
“Aman, bize hizip demesinler”
kaygısıyla, darbe karşısında takındığımız “beklemeci tutumun” sürecin bütününe
yayıldığını söyleyebiliriz. Özellikle iki temel noktada.
Birincisi çok eleştirdiğimiz
“Haziran Toplantısı”nın güzide kararlarından olan ... oluşturularak ...
örgütlenmeye çalışılmasına karşı doğru pratik bir hatta ilerlemedik. Gizli
kapaklı, mevcut sistemi eleştiren kadro ve ...leri ekarte ederek planlanan ama
gerçek anlamda yapma kaygısını gerçekten taşımamalarından kaynaklı
gerçekleştirilemeyen ... planını “tesadüfen” öğrendik. Buna rağmen gayri yasal
... oluşturup bazı ...leri ekarte ederek ... yapmaya çalışanlar, pişkin pişkin
“siz gelmediğiniz için olmadı” diyerek süreçle ilgili yeterli bilgisi olmayan
kadrolara ve dahası kitleye bunun propagandasını dahi yaptılar.
İkinci kırılma noktası olma
niteliği taşıyan mesele “HBDH’den ayrılma” safsatasının korsan bir bildiri ile
kamuoyuna duyurulması oldu. Bu konuya da kamuoyu önünde açıklık getirmediğimiz
bir gerçektir. Kolektifin birliği kaygısı ile içe dönük ortak bir açıklamayla yetindik,
dışa yayımlamadık.
Kolektifimizin krizi, mevcut
gidişattan rahatsızlık duyan, parti ilkeleri ve tüzüğünün çiğnenmesine karşı
çıkan bizleri kendiliğinden bir araya getirdi ve tasfiyeci kliğin korsan
siteler oluşturarak kamuoyuna ayrılıklarını ilan etmelerinin ardından kolektif
bileşenleri ve de Komsomol adına ortak bir açıklama noktasına gelinmiş oldu.
Yani söylenildiği gibi kolektif içinde -darbeci kliğin yaptığı gibi- planlı bir
örgütlenmeye gidilmedi. Peki benzer eleştirileri, ortak yaklaşımları olan kadro
ve parti örgütlerinin bu durumu meşru mudur? Cevaplayalım! “İflah olmaz
burjuvaların hâkim olduğu partilerde, Marksist-Leninistlerin kendi aralarında
birleşerek bunlara karşı mücadele etmeleri hizipçilik değildir. Tarihi bir
görevdir. Proletaryaya ve emekçi halka karşı vazgeçilmez bir yükümlülüktür.
Hizipçi olanlar, iflah olmaz burjuvalardır.” (İ.K., Bütün Eserler, s. 443)
Kaypakkaya yoldaş, bu sözleri
yine Şafak Revisyonistleri ile girdiği mücadele vesilesiyle sarf ediyor. O, bu
sözleri Şafak Revizyonistlerine karşı bilinçli ve örgütlü politikası kapsamında
söylüyor. Her ne kadar bizimki belli noktalarda kendiliğinden olsa da partimiz
tarihinin tahrif edilmesi ve yanlış yazılması hareketine vurulan bir darbedir.
Bunun örnekleri ustalarda da
çokça vardır. Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci
kadrolara yönelik “isyan güzeldir“ (Bir adım ileri iki adım geri, s. 443, Sol
Yayınları) der. Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao’da da çokça
örnek vardır. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız kez kriz yaşamıştır. 1905
yılında yaşanan krizde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuştur. Tüm
partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen Merkez Komitesi’ne karşı tüzüğün
verdiği hakka dayanarak harekete geçirmiştir.
Üzerinden yükseldiğimiz
tarihimiz daha tohum halindeyken Kaypakkaya hiç çekinmeden, dönemin tüm
otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamasına aldırmadan, hatta TİİKP’nin ölüm
tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak
ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı reformist revizyonist
zeminden kopuşu gerçekleştirmiştir.
Kaypakkaya yoldaşın isyanı,
önderliğin belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup
kutsallaştırılarak yapılmayacağının kanıtıdır.
Daha yakın tarihimize bakalım;
‘94 sürecine baktığımızda takındığımız tutum ve mahkum ettiğimiz bir dizi
pratiğin bugün azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından partiye nasıl
dayatıldığını görürüz. Şimdi o dönemin darbecileriyle birlik çağrıları üzerine
yürütülen tartışmalara bakalım.
“Birliği bozan veya “ayrılık
sürecini tamamlayan” adım II. MK toplantısıdır. Bu toplantı birliğin ruhuna
aykırıdır. Partiye rağmen onu reddeden bir içerikte gerçekleşmiştir. Ayrılık bu
toplantıyla tescillenmiştir. Darbe bu toplantı ile teminat altına alınmak istenmiş
ve ayrılık için şartlar olgunlaşmıştır. Bu toplantı ile MK çoğunluğu parti
çoğunluğunu dışlamış ve parti çoğunluğu da onu “parti dışı” ilan etmiştir.
(Partizan, sayı: 71, s. 28)
Dönemin darbecilerine
verdiğimiz yanıtta neyin darbe olacağını görmeye-göstermeye çalışalım.
“Yapılması gereken MK’yı
konferansa zorlamak, bunun için çoğunluğu, en azından üçte biri oranında üyeyi
konferansa ikna etmekti. Bunlar gerçekleşmiştir. Ancak MK sorumluluğunu yerine
getirmediği gibi hukuku tamamen çiğneyerek, disiplini ihlal edip, çoğunluğun
iradesini tanımayarak “önderliğini” dayatmıştır. Bu dayatma ve bunun “toplantı”
ile resmileşmesi bizim için “ayrılık” ilanı olmuştur. (Partizan, sayı: 71, s.
33)
Kim ayrılandır, kim bölücüdür,
gelin dönemin darbecilerine verdiğimiz derslerde cevap arayalım. Zira bugün
üzerinden yükseldiğimiz zeminin kaynağında 94 darbesine karşı aldığımız tavır
vardır.
“Darbe, parti iradesinin
tamamen gasp edilmeye çalışılması ve hatta bunun gerçekleşmesine paralel
olarak, bünyenin “nihayet” dışına atmayı başardığı “sözde irade”nin oluş
biçimidir. Parti bu oluşumu henüz gelişim halindeyken, tamamlanmamışken
çoğunluk iradesine uymaya çağırdı; Onu konferansa yöneltmeyi denedi. Bu çağrı,
uğraş parti birliğine yaklaşımın somut ifadesidir”. (Partizan, sayı: 71, s. 35)
Bu dersin devamında bugün kimi
komite ve kadrolarımızın Merkez Komitesi’nin darbesine karşı bir araya
gelmesini hizipçilik, grupçuluk, bozgunculuk vs. ilan edenlere yanıt da vardır.
Dönemin darbesine göz yummuş “merkezilik/MK’cılık” anlayışına karşı darbeye
karşı birliği amaç edinen “çoğunlukçuluk/konferansçılık” anlayışının
benimsenmesini MLM tavır olarak tanımladığımızı anımsatmak isteriz.
“Darbe yapmak; partiden
ayrılmaktır. Partiye rağmen kendini parti ilan etmek; ayrılmadır. Partiye
rağmen “önderliğe” itaati dayatmak; partiden ayrılmadır. (Partizan, sayı: 71,
s. 38)
Dün bütün bunları dönemin
darbecilerine söylerken bugün kendimizi yine aynı tartışmaların içinde
buluşumuz 94 darbesine karşı aldığımız tavır vesilesiyle üzerinden
yükseldiğimiz zemini tahrif etmekten başka bir şey değildir.
Dogmatiklerin tarihsel
zeminimizi tahrif etme çabasına karşı çıkan kadro ve örgütlerimizin bir araya
gelerek Merkez Komitesi ve etrafında kümelenen yoldaşlara tüzük-hukuk-işleyiş
vb. hatırlatmaları yapmaları-yapmamız parti birliği yeminini çoktan bozmuş
olanlara parti zemininde yürümeleri için yapılan iyi niyetli bir çağrıdır.
Kolektifin Birliğinden Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye
Çalışır!
Bu süreçte farklı bir kırılma
noktası olma niteliği taşıyan mesele ise HBDH’den ayrılma safsatasının korsan
bir bildiri ile kamuoyuna duyurulması oldu. Bu oluşuma girme sürecimizin
tartışılmasında detaylara boğulmaktan kaçınmak zorundayız.
Oluşuma dahil olma sürecimizle
ilgili işleyişe aykırı yaklaşımları mahkum ederek (ama arada ilgili yoldaşlarla
kurulmayan iletişim ve hasır altı edilen notları da ekleyerek) sorumlulara
gerekli yaptırımları uygulayarak oluşuma aktif olarak dahil olmamız gerektiğini
sonuna kadar savunuyoruz.
İşleyişe uymayanlara
uygulanacak yaptırım ... Merkez Komite üyelerinin başını çektiği darbecilerin
yaptığı gibi kişiyi partiye-kamuoyuna teşhir etmek-karalamak-itibarsızlaştırmak
ve yalan üzerine kurulu belgelerle alelacele kamuoyuna açıklama yapmak
değildir.
Şimdi olay özgülündeki
safsatalara dönelim. Çalıp çırptıkları, el koydukları notlar vesilesiyle HBDH
meselesinde ilgili alandan gelen bilgilere herkesten önce bu
darbeci-tasfiyeciler ulaştı. Bu yüzden “haberimiz yok” çığırtkanlığının bir
safsata olduğunun altını ilk elden çizelim. Öncesi edindikleri bilgiler bir
yana Şubat 2016 itibariyle HBDH tartışmalarından yeterince bilgilenildiği bir
gerçektir. Bunun çokça tanığı vardır. HBDH tartışmalarına doğrudan katılan
Merkez Komite üyesi, daha önce Merkez Komitesi’nin bu konudaki eğilimi ve de
yetkisine dayanarak imzacı olmuştur. Tartışmalara dair darbeci-tasfiyecilere
bilgi ulaştırmış ancak bilinçli bir oyalama politikası ile karşı karşıya
kalınmıştır.
Partinin pek çok alanı bu
konuda belli görüşler iletse de tartışma resmi bağlamda olgunlaşıp bir sonuca
henüz ulaşmamıştır. Ancak HBDH’ye dair ham halde, üye ve örgütlerin, aynı
zamanda Merkez Komitesi’nin operasyon öncesinde de bir eğilimi vardır. Aynı
zamanda bu süreçte Merkez Komitesi kararlarının parti iradesiyle alınmaması,
politik başlıkların partinin siyasal düzeyini yükseltme bakış açısıyla
tartıştırılmaması zaaflı, sorunlu çalışma tarzının, kendini partinin dışında
gören yaklaşımın bir devamıdır.
İmzacı Merkez Komite üyesi olsa
da, Merkez Komitesi’nin buna dair belli görüşü ve eğilimi bulunsa da, parti üye
ve örgütlerinin konuya ilişkin tartışmaları resmi olarak sonuçlanmamıştır.
Diğer yandan partimizin içinde bulunduğu kaos dikkate alındığında söz konusu
gündemin yeni bir krize kapı açacağını öngörmek de zor değildir.
(...
Özetlemek gerekirse, dahil
olunan ittifakın çerçeve metninde ortaya konulan görüşler partimiz açısından
pek çok açıdan yenilik taşımaktadır. İttifaka hangi düzlemde, nasıl bir politik
perspektifle dahil olunacağına ilişkin yeterli, doyurucu bir tartışmanın
yürütülmesine ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, söz konusu sürecin sağlıklı bir
şekilde işletilmediği bir gerçektir. İmzacı Merkez Komite üyesi, partiyi
bağlayan böylesine önemli bir kararı, üyesi olduğu en üst organda
tartışıp, görüş alışverişinde bulunup karara dönüştükten sonra imza atmalıydı.
Merkez Komitesi’nde karar çıkmaması halinde ise partiye açılabilirlerdi. Parti
içinde bir görüş alışverişi sonrası ortaya çıkan irade, katılma yönlüyse
o zaman imzalayabilirdi. İrade katılmama yönlüyse zaten imzalayamazdı. O zamana
kadar da “gözlemci” bir katılım sağlanabilirdi. Olması gereken bu iken,
işleyişe uygun hareket edilmemesi ciddi bir hatadır ve bunu mahkum ediyoruz.
Peki, “... MK üyeleri”nin bu
süreçteki tutumu ne olmuştur? İttifaka dair tartışmalar sürerken tamamen
ilgisiz kalınmış, ilgili yoldaşın tüm çabaları karşılıksız bırakılmış ve tecrit
etme, yalnızlaştırma politikası yaşama geçirilmiştir. İttifakın ilan edilmesi
kamuoyunda önemli bir ses getirmiştir. “... MK üyeleri” söz konusu ittifakın,
parti kitlemiz içerisinde geniş bir yankı uyandırmasına rağmen duruma ilk
olarak sessiz kalmışlardır.
Ancak niyetlerinin ne olduğu
kısa sürede ortaya çıkmıştır. HBDH’nin ilanı üzerinden bir ay geçmeden yine
“... MK üyeleri” sıfatıyla imzacı Merkez Komite üyesinin partiden atılmasını,
ittifakın duyurusunu ve propagandasını yapan alan ve yoldaşlar hakkında
soruşturma talep eden bir çağrı kaleme almışlardır. Buna paralel
ulaşabildikleri her yerde, bölgede bulunan-imzacı Merkez Komite üyesine dair
dedikodu, karalama ve yıpratma politikası tekrar yaşama geçirilmiş, bununla da
yetinmeyerek menşevik ve tasfiyeci bir kafayla, parti içi ile parti dışı
arasında farkın ilkesel ayrımının bilinci ve sorumluluğu taşınmadan, sorunu
parti içinde tartışma yerine, sadece altlardan da değil, direkt kamuoyuna
yönelik cepheden “eleştiri”lerden/saldırılarda bulunularak birlikten
çıkacağımızın propagandası yapılmaya başlanmıştır.
Bahsini ettiğimiz çağrının
iddiası, partiyi bağlayan bu imzanın partiden habersiz atıldığı ve parti
mekanizmalarının işletilmediği dolayısıyla, parti iradesine bu gündemin
sorulması ve söz konusu imzanın akıbetine partinin karar vermesiydi.
Nihayetinde ortada partiyi bağlayan imza vardı ve bu imza “... MK üyeleri”ne
göre hiç kimsenin haberi olmadan atılmıştı!
Partinin bu süreçten ne kadar
haberdar olduğunu ve sürecin nasıl geliştiğini yukarıda yazdık, tekrar
girmeyeceğiz. Parti hukukunun ihlal edildiğini, “partinin programatik görüşleri
tasfiye ediliyor” çığırtkanlığı eşliğinde yapanlar, bu sorunun parti hukuku
etrafında çözülmesi adına adım atmalıydı. En azından devrimci dürüstlük ve
tutarlılık bunu gerektirirdi. Tabii dert gerçekten sorunu ve krizi çözmek
olsaydı. Ne var ki imzacı yoldaşı parti hukukunu ihlal etmekle eleştirenler,
zaten hiçbir bağlayıcılığı ve yetkisi olmayan “... MK üyeleri” imzasını
kullanarak, bu sıfatla partiyi yönetmeye çalışarak ve bu süreci başlatarak
parti hukukundan ne anladıklarını ilan etmiş oldular.
“... MK üyeleri” hazırladıkları
metni, parti üyelerine, ileri militanlara ve yönetici komitelere ulaştırmadan,
gerilla alanındaki yoldaşları durum hakkında tek yanlı bilgilendirerek ve
yanıltarak, daha tartışma başlamadan, ulusal hareketin güçlerine ittifak içinde
olunmayacağının bildirilmesini sağladılar. Bu esnada alanlarda söz konusu
metin, muhatapları tarafından okunmamıştı bile!!!
Şimdi soruyoruz; burada parti
hukukuna ve işleyişine dair nasıl bir kaygı vardır? İşleyiş ve hukuk herkesi
bağlamıyor mu?
Eğer parti imzasının çekilmesine
dair bir tartışma başlatılıyorsa, bunun sonucu beklenmeden, daha bunun hemen
arifesinde neden imzanın bağlayıcılığına rağmen ittifakın içinde olunmayacağı
kararı bildiriliyor? Bu durumda tartışma, hem de “parti iradesine
sorulmalıydı”, “parti iradesi gasp edildi” naraları atılırken neden
yürütülüyor? Parti iradesinin, imzanın atılma yöntemine dair eleştirileriyle
birlikte kalması yönünde karar vermeyeceği nereden biliniyor? Ya da bundan mı
korkuluyor? Soruları çoğaltmak mümkün ancak gereksiz.
Açık ki burada başka amaçlar bulunuyor!
Madem partimizi bağlayan bir
imza var ve bunun geleceği tartışılıyor, tartışma sonuçlanıncaya ve parti
iradesi bu konuda karar verinceye kadar herkes bu kararın gereğini yapmalıydı.
Her alan kendi bildiğini okuyacaksa parti iradesine neden soruluyor?
Amaç, ortaya çıkan bir krizi
büyümeden ve bünyeye yayılmadan çözmek olsaydı, atılacak adımın ne olduğu su
kadar berraktı. Ancak amaçlanan bu değildi. İstenen krizi derinleştirmek,
etkide bulunduğu alanı diğerlerine karşı kışkırtmak, göğe yükselecek düşmanlık
dumanları arasında işlediği suçları ve kendisini gizlemekti.
Nitekim, gerilla alanı fiili
olarak tartışma daha başlamadan ittifakın dışında kalarak, imzacı Merkez Komite
üyesinin işlediği disiplinsizliğe farklı bir biçimde ortak oldu ve böylece
parti iradesine sorulma sürecini anlamsız hale getirdi. Parti iradesinden söz
eden yoldaşlar, tartışma sonuçlanana ve parti iradesi ortaya çıkana kadar
bekleseydi en azından yetkileri olmasa bile tutarlı bir duruş sergilerlerdi.
Bu yetkisiz, azınlık “... MK
üyeleri”, hem parti üyelerinden, hem ileri militan yoldaşlardan hem de yönetici
komitelerden ayrıca hapishanelerden “görüş alarak” parti iradesini adeta bir
çorbaya dönüştürdü.
Partimizin hukuku çok açıktır,
oy hakkı parti üyelerine aittir. Bu çeşitli pozisyon ve görevlerdeki
yoldaşların fikirlerinin önemsiz olduğu veya görüşlerinin alınmayacağı anlamına
gelmez. Ancak partinin iradesinden söz edilecekse bu, üyelerin iradesidir!
Kuşkusuz bu gerçek “... MK üyeleri” tarafından biliniyor. Ancak dert partiyi
krizden çıkarmak olmayınca bu gerçeğin üstünden kolayca atlanabiliyor.
Nihayetinde tam da Haziran
Toplantısı’ndan itibaren uygulayageldikleri çizgiye uygun bir şekilde, ilkesiz,
hukuksuz, bir yığın deşifrasyon ve yalanın sonucunda parti içi tartışmada çıkan
kararın HBDH’den çıkma yönünde olduğu iddiasıyla bir yazı ortaya çıktı. Söz
konusu belgeye göre, kalınması gerektiğini savunan üyeler fikrini kaleme
almamış, aldıysa da ulaştırmamış, hiçbir komite de bu konuda yazılı görüş belirtmemiş!
Hatta Komsomol MK’sı adına
yazılan görüş, imzası değiştirilerek belgeye eklenmiş(!)
Diğer yandan hapishanelerde de
kalınması gerektiğini düşünen hiçbir üye yokmuş! (Bazı yoldaşlar yazılı tavır
belirtmelerine rağmen!) Tamamen yalan ve sahtekarlık üzerine inşa edilen bu
belge, “... MK üyeleri”nin ideolojik düzlemde yaşadıkları çürümenin ibretlik
bir vesikası olmuştur.
İlkin, konunun muhatapları olan
üyeler -kalınması gerektiğini düşünenler- bu konuda fikirlerini yazmıştır.
İkinci olarak, yönetici komitelerin
de görüşleri yazılı hale getirilmiş ve ulaştırılmıştır. Üçüncü olarak,
hapishanelerde birlik içinde kalınması gerektiğini düşünen üye ve diğer
pozisyonlarda yoldaşlar vardır ve fikirlerini iletmişlerdir. HBDH konusunda
parti üyeleri gerek dışarıda gerekse de içeride tam ortadan ikiye bölünmüştür.
Yönetici komiteler bazında ise sekiz organın altısı kalınmasını savunmaktadır.
Gerçek sonuç budur!
Süreç tam da başladığı şekilde,
tartışmayı özetlediği iddia edilen belge, alanlara, parti üyelerine ulaşmadan,
yurtdışında partimiz adına ittifaktan çıkıldığına dair yapılan bir açıklama ile
bitirilmiş ve o süreçte adeta partinin sesi olarak kullanılan legal bir kurum
sitesinden kamuoyuna duyurulmuştur.
Oysa böylesi durumlarda sürecin
nasıl işletileceğine dair partimizin çok sayıda deneyimi bulunmaktadır.
Yönetici organ, konuya ilişkin görüşlerini ortaya koyarak, karşıt düşünce varsa
onunla birlikte yayımlar. Yazılı karşıt düşünce olmadığı durumda ise, kendi
düşüncesini yayımlayarak, konu üzerinde farklı düşünenlerden görüşlerini en
kısa sürede yayımlanmak üzere iletmelerini ister. Gelen karşılıklı düşünceleri
parti içine yayımlar ve belirlenen süre içinde tartışmayı sonlandırır.
Böylece her üye ya da alan, diğerlerinin ne düşündüğünü öğrenmiş olur.
Tartışma da bu şekilde kolektif bir nitelik kazanır.
Anlaşılıyor ki “... MK
üyeleri”nin acelesi var?! Zira, biliyorlar ki, ortalık biraz sakinleşip
durulunca işledikleri büyük suçlar ve söyledikleri yalanlar, çevirdikleri
entrikalar su yüzeyine çıkacak. Birinin dumanı sönmeden nefes nefese diğerine
son sürat koşmaları bundandır!!
HBDH’ye ilişkin tartışma devam
ederken, imzacı Merkez Komite üyesi yoldaş, zaten partinin verdiği irade süresi
bitmiş ve azınlık tarafından fiilen de işletilmeyen Merkez Komitesi’nin
bir işlevinin olamayacağı ve ayrıca partinin kendisine yönelik
eleştirileri karşısında doğru bir tutum takınarak mevcut Merkez Komite
görevlerinden istifa etmiştir. Böylece Eylül 2016 itibariyle Merkez Komitesi
iradesi artık hiç tartışmaya-muğlaklığa izin vermeyecek şekilde tamamen
düşmüştür. Söz konusu süreci tamamlayacak organ, kağıt üzerinde bile olsa
kalmamıştır. Bu konuda da Parti bileşenlerinin imzacı olduğu ve imzanın geri
çekilmesi için devreye sokulan ayak oyunu ve yalanı ortaya seren belgemiz
mevcuttur.
Başlıkta “Partinin Birliğinden
Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye Çalışır!” dedik. Ancak özellikle Merkez
Komitesi’nde yaşanan istifa ve gerilla alanı ile kimi noktalarda yakaladığımız
ortaklık sonrası yaşanan ve başını ... Merkez Komite üyesinin çektiği tartışma
ve pratiklerde, böylesi bir çaba içinde bilinçli olarak olmadıkları ve ne pahasına
olursa olsun “sorunlu unsurlardan kurtulma”, gerekirse Partiyi bölme
anlayışında olunduğunu gördük.
Bunu HBDH’den ayrıldığımıza
yönelik korsan bildiriye karşı oluşturduğumuz birliktelik ve kaosu büyütmemek
adına sadece parti kitlesine dağıttığımız bildiriye-açıklamaya yaklaşımda,
hemen ardından çapsız baskın girişimleri ve tehditlerde, geliştirilen ve
alabildiğine yaygınlaştırılan deşifrasyon pratiğinde, tüm kitlemize açılan
hizip tartışmasında, tek tek yoldaşlarımızın isim ve konumlarının deşifre
edilmesinde, özellikle kadın ve gençlik çalışmalarının pratik olarak bölünme
çabalarında, zaten uzunca dönemdir görevine devam eden komitelere alternatif
komite vb. oluşturulmasında, en son örneklerden olması bakımından polisiye
yöntemlere taş çıkartan biçimde devrimcilere yönelen saldırılarda
gördük-görüyoruz.
GYDK süreci...
Azınlık MK üyelerinin hedefe
koyarak teşhir ettiği, 10 Ocak 2017 tarihinde de kamuoyuna yayınlanan “MK”
imzalı açıklamayla ‘’hizip’’ olarak ilan edilen GYDK sürecini tam anlamıyla
kavramak için sürecin başına, yani ... operasyonu öncesi ve sonrasına gidilmesi
gerekmektedir. Zira, süreç bu yönüyle ele alınmadığında GYDK serüveni
anlaşılamaz.
Daha önce de belirtildiği gibi,
... operasyonuyla partimiz ciddi bir darbe aldı. Bu darbe sonrası parti içinde
“gücünü” kullanan azınlık Merkez Komite üyeleri kendilerinin lehine doğan bu
fırsatı kullanarak partiye darbe yapmak istediler. Bunu da, parti tüzüğü,
disiplin, illegalite, merkeziyetçilik vb. hiç kimsenin kolay kolay karşı
çıkamayacağı parti normlarını-hukukunu çiğneyerek adım adım planlayarak yapmaya
çalıştılar.
Aslında bu planın ...
operasyonu öncesine de uzandığını söyleyebiliriz. ... kurumunun ...
organizasyonu öncesi-anı ve sonrasında yaşananlar da bize bunu göstermektedir.
Özellikle yurtdışında bilinçli olarak yaratılan ve körüklenen gruplaşma ve
“adamcılık”, yarım kalan sürecimizin tamamlanmasının ardından muhtemel
görevlendirmelerin dahi kimi yoldaşlara daha o tarihten itibaren açılması,
...’da bir grup olarak hareket etme tarzı-oy vermeyecekleri üyeleri açıktan
ifade etme, ... sonrası alanda yeni yönetimde hatta Merkez Komitesinde kimlerin
yer alacağının dahi dillendirilmesi gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu tartışma ve planlardan ...
kurumu da nasibini almıştır. Kurumdaki “ayrık otları” bu yaklaşımla
temizlenmeye çalışılmış, darbe burada da uygulanmaya başlamıştır. Kurum
içindeki “muhaliflerin” önemli bir kesimi yeni dönem yönetimine alınmayarak,
bazıları önceden tasfiye edilip etkisizleştirilerek istenilen, belli ölçülerde
başarılmıştır da. ... kurumunun ... etkinliği öncesi ve sırasında telefonda
tasfiyecilerin birbirlerine verdikleri bazı bilgiler ortaya çıktı. ...
etkinliğinden sonra yapılan karşılıklı konuşmalarında küçük bir bölümü aşağıya
aktaralım:
A: Darbe yaptık ve kurumu kurtardık.
R: Moraller nasıl?
A: İyidir. Gençler de iyiydi ve
onlar da memnun vs. Diğerlerden kimse girmedi.
R: M ve Z de girmedi?
A: Hayır. Artık onlardan kimse
yok. S de artık yok. X, Y hepsi kaldı.
R: X, Y’den W mi oluşturuldu?
A: Hayır. Eski X, Y olduğu gibi
kaldı. E, N, H, M, M, A ve ben. Şimdi 7 kişi W’de.
R: Önceden 9 kişilik değil
miydi?
A: Evet!
R: Şimdi neden 7 kişi?
A: Kimse girmek istemedi.
R: N kaostur. Diğerleri iyidir.
(X, Y ve W kodlamaları
tarafımızdan güvenlik gereğince yapılmıştır.)
... operasyonuyla ... alanında
bulunan … yoldaşlar tüzüğün kendilerine verdiği yetki ve her şeyden önce de
devrimci sorumluluk gereği alana müdahale etmişlerdir. Bu müdahale dönem
açısından gerekli ve zorunluydu.
Zaman kaybederek yapılacak bir
müdahalenin alanın dağılmasına yol açma tehlikesi ve tabanımızda yaratacağı
moral bozukluğunun önüne geçme, operasyona karşı kitlesel bir tepkinin
örgütlenmesi için operasyon günü gerekli inisiyatif kullanılarak yapılmıştır bu
müdahale. … yoldaşların kendi aralarında yaptığı bir değerlendirmeyle … sayıda
yoldaştan oluşan GYDK kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere geçici olan bu
bileşen, sonradan farklı bir şekil alacağı için isimlendirmenin bu şekilde
olması doğru görülmüştür. Bu sürede operasyona ilişkin eldeki bilgiler,
operasyona karşı kısa sürede neler örgütlendiği, GYDK’nın kurulduğu, sonraki
süreçte operasyona karşı örgütlenecek kampanya (hazırlanan bir bildiriyle) iki
Merkez Komite üyesine bir mektupla gönderilmiştir. Komitenin onay alması ile
resmileşen GYDK’nın kurulduğu, alandaki tüm örgütlü parti birimlerine
bildirilmiştir.
Ancak kurulduktan kısa bir süre
sonra yine aynı Merkez Komite üyelerince gizlice tasfiye edilme çalışmaları da
başlamıştır. Bu gizli tasfiye, GYDK’nın muhatap alınmaması, ilişkilerin GYDK üzerinden
değil de kendileri etrafında kümelenenlerle oluşturdukları kişiler üzerinden
yürütülmesiyle başlamıştır. Bu durumun fark edilmesi ve eleştirilmesi
karşısında iki Merkez Komite üyesinin bildik yöntemi devreye girmiştir.
Tutumlarını devam ettiren bu Merkez Komite üyeleri, bırakın özeleştiri vermeyi,
aksine tavır ve ilişkilerini daha da ileri taşıyarak, GYDK’yı devre dışı
bırakma çalışmalarına hız vermiştir. Öyle ki, operasyona ilişkin yayınlanan
bildiri, GYDK’nın bilgisi olmadan, başka bir şahıs üzerinden kamuoyuna açılmış,
GYDK bu bildiriyi ancak yayınlandıktan sonra ... sitesinde görebilmiştir.
Ardından tarihimize ‘’Haziran
Toplantısı’’ olarak geçen toplantıda alınan bir kararla GYDK’nın görevden
alındığı partiye bildirilmiştir. Haziran 2015 tarihinde alınan söz konusu
‘’karar’’ın ilgililerin eline Ağustos 2015 tarihinde geçtiğini de not olarak
düşelim. ‘’Karar’’ şöyledir; “Operasyonun ardından kurulan komitede görev alan
yoldaşlar bir önceki örgütlü bulundukları komitelerinde görevlerine devam edecekler.
Alan komitesi ise esas olarak alt komitelerde örgütlü yoldaşlarla
şekillendirilerek kurulacaktır. Bu adım alanda belli bir dinamiğin açığa
çıkarılması anlamında da olumlu olacaktır.”
Kararın resmi olarak ...
alanındaki yoldaşlara ulaşmasından sonra, bu durum yoldaşlarımız
tarafından sıkıntılı bulunsa da esasta yetersiz bilgilendirme ve partiyi
yeni bir kaosa sürüklememe kaygısından kaynaklı “Haziran Toplantısı”nın bir
merkez komite toplantısı olabileceği düşüncesi, yoldaşlarda da ağır basmıştır
ve yoldaşlar karara karşı yaptıkları değerlendirmede şuna dikkat çekmişti; “Biz
değişimlere karşı değiliz. Partinin ihtiyacı, yeni dinamiklerin ortaya
çıkartılması, taze kan akışı, gelecek vaad eden yş’ların önünün açılması,
onların da kendilerini tanımaları, netleşmeleri bakımından böylesi değişimlerin
olması gerekir. Bu, MK’nın kendisi için de geçerli olan bir durumdur ve hatta
daha fazlasıyla geçerli olması gereken bir durumdur. Bu parti kimsenin
tekelinde değildir. İnsanların ne olursa olsun aynı yerde demirleyip kalmaları,
hep yönetilen konumda olmaları diye bir kural ve ilke de yoktur. Biz bir kast
örgütü değiliz. Biz bir KP’yiz. Her insan inandığı ve güvendiği için P ile
yürür. Yürürken, kendisine tanınan hakları kullanmak, tüzüğün kendisine
tanıdığı imkanlardan yararlanmak, herkesin hakkıdır. Bu, bir taraftan kişinin
kendi çabasıyla olurken/olması gerekirken, parti de, sempatizan, üye ve
taraftarlarını tanıdığı ölçüde, önlerini açma görev ve sorumluluğuyla karşı
karşıyadır. Bu tüm partinin faaliyet alanları için geçerli olduğu gibi … alanı
için de geçerlidir.
Hatta bu alan için daha da
gerekli ve zorunludur. Bu bakımdan … alanı aslında özel olarak ele alınıp
değerlendirilmesi gereken, örgütsel olarak biraz daha farklı bir uygulamanın
yapılması gereken bir alan konumundadır. Bunu bu yazımızda tüm detaylarıyla ele
alıp değerlendirmek, geçmiş sürecin muhasebesini yapmak mümkün olmamakla
birlikte, geçmişten bugüne, yaşanmış çok ciddi örgütsel zaafların olduğu bir
gerçektir.”
Bu değerlendirmeye konu olan
esas mesele, “Merkez Komite kararı olarak bilinen” bu değişimin derininde yatan
bakış açısıdır.
Bu değişim ‘’karar’’da
belirtildiği şekliyle “alanda belli bir dinamiğin açığa çıkarılması” için
değil, GYDK’yı tasfiye etmek içindir. Nitekim bu hesaplaşmayı, Haziran
Toplantısı’na şerhleri ile katılan ... nolu yoldaş, ‘’karar’’a yaptığı itirazda
açık olarak şöyle dile getirmiştir; “Alanda altlardaki yş’lardan bir
örgütlenmeye gitmek tüzüksel olarak doğru olup, bir sorun oluşturmasa bile,
objektif olarak geçmiş hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Ya
da buna kapı aralar, zemin sunar niteliktedir.
Geçmişte parti önderliği
tarafından yapılmayan devrimci müdahalelerin şimdi yapılması, parti
önderliğinin birden bire devrimcileşmesiyle ilgili değildir. Madem bu yş’lara
güvenilmiyor, devrimci mücadele anlayışları sorunlu olarak görülüyor, o zaman
vakti zamanında neden müdahale edilmedi!”
Bir darbe niteliği taşıyan bu
tasfiye kararı, GYDK’dan yoldaşlar tarafından yapılan değerlendirmede şöyle
tanımlanmıştır; “Bu anlamda yapılan tam olarak objektif olarak geçmiş
hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Anlayışıdır. (...)
Sizleri bu vahim gidişatta ısrar etmekten vazgeçmeye ve kararı geri çekmeye
çağırıyoruz.”
GYDK’dan yoldaşlar, Nisan 2017
tarihinde DPK’ya yazdıkları bir mektupta (bu mektubun DPK’nın eline geçip
geçmediğini bilmiyoruz) dönem açısından partinin içinden geçtiği süreç, alınan
darbe ve daha fazla bir güvensizliğe yol açmamak için aşağıdaki tutumu
takındıklarını aktarmışlardır; “2 MK üyesinin açıktan yaptığı bu örgütsel
tasfiyeciliğe karşı alanımızdaki güvensizlik, parti tabanının durumu ve
partinin içinden geçtiği süreci göz önüne alarak Haziran 2015 tarihinde
yetkileri olmadığı halde GYDK’nin ‘görevden alındığına’ ilişkin ‘kararına’ itiraz
ettik. Ancak bu itirazı parti tabanına ve parti komitelerine taşımadık.
Daha da ötesi, tartışmayla
düzelteceğimizi sandığımız bu darbe kararının geri alınmasına kadar, örgütsel
bir kaosun yaşanmaması için, 2 MK üyesinin oluşturduğu ‘YDK’da yer alan yş’lara
örgütsel sorunlar hal edilene kadar görev almalarını bizzat önerdik.
Tartışmalarımızı devam ettirsek de, 2 MK üyesi bildiğini okumaya devam ederek
alanımızdaki örgütsel kaosun büyümesinde baş rolü oynamışlardır.”
Yani özet olarak Eylül 2016
tarihine kadar yukarıda dile getirdiğimiz nedenlerden dolayı, iki Merkez Komite
üyesinin korsan bir şekilde alana atadığı “YDK”nın faaliyetleri önüne pratikte
bir engel çıkartılmamıştır.
Bu alanda belgelerin
dağıtıldığı meselesi de iki Merkez Komite üyesinin çarpıtmaları sonucu yılan
hikayesine dönmüş durumdadır. Sadece ... alanında değil birçok bölgede iki
Merkez Komitesi üyesi ve faaliyet yürüttükleri alanlarda parti içindeki
gelişmeler anlatılıp, taraflaşma-kamplaşma oluşturulmaya çalışılmış, istifa
eden Merkez Komite üyesi yoldaşın mektubu alanlarda okutularak yoldaş teşhir
edilmiş, düşmanlaştırılmıştır. ... alanında da bu yaşananlar karşısında örgütlü
yoldaşları doğru bilgilendirmek için toplantılar yapılmış ve partinin içinden
geçtiği süreç özetlenerek toparlanmaya çalışılmıştır. Bu, kendi şartları içinde
değerlendirildiğinde doğru bir tavırdır.
GYDK’nın yeniden görevlerini
devralması sürecine gelirsek; … yoldaş tarafından Eylül 2016 tarihinde
DPK üyeleriyle bir görüşme yapılmış ve ortaklaşılan noktalara dair alanlara
bilgilendirme yapılmıştır. Bu ortaklaşma sonrasında durum tekrar
değerlendirilerek Nisan 2017 tarihinde DPK’ya da GYDK tarafından bir mektup
gönderilerek şunlar ifade edilmiştir; “... tüm bu gelişmelerle birlikte Eylül
2016 tarihinde ...’nın MK üyeliğinden istifası ve … yş’ın sizinle yaptığı
görüşme ve o görüşmede ortaklaştırılan ‘kararları’ öğrendikten sonra, 2 MK
üyesine yaptığımız çağrı; MK’nın artık iradesini yitirdiği, geriye kalan 2 MK
üyesinin de istifa etmesi ve ... kadar … oluşturulması önerisi yaptık.
(...) Eylül 2016 tarihi itibariyle de GYDK’nın görevi devralacağını kendilerine
bildirdik. Alanlara da bir genelge göndererek GYDK’nın görevi devraldığını
bildirdik.
Ardından GYDK’nın Aralık 2016
tarihinde; 19 Aralık cezaevleri katliamı, Maraş katliamı ve Roboski katliamı
yıldönümlerine ilişkin yayınladığı bir bildiri çıktı. Bu bildiri bahane
edilerek, Merkez Komite imzasıyla GYDK ‘’hizip’’ ilan edilerek kamuoyunda
teşhir edilmiştir.
Hizipçi ve darbeci Merkez
Komite üyeleri, 19 Aralık 2016 tarihinde GYDK’nın yayınladığı bildiriyi
kendilerine göre “bulunmaz bir fırsat” görerek harekete geçmiştir.
Özetle, iki Merkez Komite
üyesi tüm çabalarımıza, önerilerimize, hukuk ve tüzük vurgularımıza
rağmen “İKK-online.org” adlı bir internet sitesi üzerinden 10 Ocak 2017
tarihinde; “PARTİMİZ TKP/ML’YE GÖNÜL VERMİŞ TÜRK-KÜRT VE ÇEŞİTLİ MİLLİYETLERDEN
İŞÇİ SINIFI VE EMEKÇİ HALKIMIZA, PARTİMİZİN ÜYE VE MİLİTANLARINA’’ başlığıyla
‘’İLAN EDİYORUZ: ‘GYDK’ İMZALI AÇIKLAMALAR, ÖRGÜTLENEN FAALİYETLER PARTİMİZDE YEŞERMİŞ
YURT DIŞI MERKEZLİ HİZİBİN ÇALIŞMALARIDIR. PARTİMİZ TKP/ML DİSİPLİNİ, PARTİ
İŞLEYİŞİ VE HUKUKUNUN DIŞINDADIR. YANİ BU OLUŞUM PARTİ DIŞI KALMIŞ BİR HİZİP
ÇALIŞMASIDIR. PARTİMİZLE ARTIK İLGİSİ KALMAMIŞTIR. YAPACAĞI HİÇ BİR FAALİYET
PARTİMİZİ BAĞLAMAMAKTADIR” açıklamasını yaparak aslında partimizden
ayrıldıklarını ilan etmişlerdir.
Burada vurgulamamız gereken
önemli bir husus da; İKK sitesinin aylar öncesinde hazırlandığı ve boş bir
sayfa olarak haftalar öncesinden sosyal medyada reklamının yapıldığıdır.
Açıklamanın yapılmasının
ardından taşlar yerli yerine oturmuştur; anlaşılmaktadır ki, “ayrılık” azınlık
Merkez Komite üyeleri tarafından çok önceden planlanmış ve gerekli hazırlıklar
yapılmıştır.
Yine bu tartışmalar içinde
ellerini güçlendirmek için kullandıkları ancak çarpıtmaktan da geri
durmadıkları konulardan biri de dört üye tarafından ... yoldaşa getirilen
öneridir. Merkez Komite üyesi olduğu ısrarla azınlık Merkez Komite üyeleri
tarafından reddedilen ... yoldaşın durumu, hatırlanacağı üzere tartışma
gündemleri arasında yer almış ancak “kapsamlı tartışma başlıkları” ve ...
Merkez Komite üyelerinin bazı konuları özellikle boğuntuya getirilmesi
çabasıyla ayrıntıda boğulan, arada kaynayıp giden başlıklardan olmuştur. Yani
aslında bir sonuca bağlanmamıştır.
... yoldaş birincisi bu
tartışmanın bir sonuca bağlanmamış olması; ikincisi Dersim’le yakalanan
ortaklığın bozulmaması; üçüncüsü önerinin mimarı olan ... Merkez Komite
üyelerinin samimiyetsiz ve parti düşmanı tutumları gerekçesiyle azınlık Merkez
Komite üyelerine istifa çağrısı yaparak öneriyi kabul etmemiştir.
Hatırlanacağı gibi ... yoldaşın
Merkez Komite üyeliğinden istifasının ardından Dersim alanı ile tarafımızdan
yapılan görüşmede alandan ... yoldaşın kendisine tüzüğün de ihlali pahasına
yapılan iradeyi tamamlama önerisini kabul etmeyeceği, yarım kalan sürecin
tamamlanmasının koşullarının o an itibarıyla ortadan kalktığı noktasında
ortaklaşılmış, ... döneminde görüşmek şartıyla alandan ayrılınmıştır.
Öneriyi getiren tüm yoldaşları
aynı kefeye koymamakla birlikte azınlık Merkez Komite üyelerinin önerideki
mantığı, kendilerine meşruluk sağlamak ve bir yılı aşkın bir süredir “3’ün
2’si” olarak partiyi yönetmeye çalıştıkları gibi sonrasındaki süreci de “idare
etmeye” kalkışmaktır. Oluşturmak istedikleri bir parti önderliği, merkez
komitesi, kolektif bir mekanizma değildir. İstedikleri sadece yanlarındaki 1
(BİR) sayısıdır. Çünkü darbeci kafa, bu şekilde çoğunluk olmaya odaklanmıştır.
Bir rakam, bir isim, bir ceket, bir maket dahi yeterlidir onlar için!
Sorun tekrar bir “önderlik”
mekanizmasının oluşması ve kendince “çoğunluk” haline gelebilmektir. Azınlık
Merkez Komite üyelerinin varlıklarına meşruluk kazandırmak için pazarlıkçı
yöntemlere yoğunlaşmak yerine cevap vermesi gereken iki seneyi aşkındır neredeyse
tüm partinin önerdiği Merkez Komitesi’nin yedeklerle ve sırasıyla konferansta
belirlenen sayıya kavuşması önerisini neden uygulatmadıklarıdır. Bu kadar
zamandır neden tüzüğün emrettikleri yapılmamıştır? Bunu yapmamanın tek cevabı
vardır bizce; örgüt tasfiyeciliği, darbecilik, yoldaş düşmanlığı.
Tartışma ve öneriler sırasında
“iradenin olmadığını kabul eden” ve sorunu “... yoldaşın atanması” ile çözmeyi
öneren yoldaşlar, ... yoldaşın öneriyi kabul etmemesi üzerine ise birden irade
tartışmasını “bir şekilde” sonlandırmış ve bir iradenin olduğu ve bunun
tanınmadığı üzerinden yoğun bir anti-propagandaya girişmişlerdir.
Hatta ... alanında yapılan
görüşmelerde ... yoldaşın söz konusu öneriye hayır demesiyle yoldaşın “vebal
altında kalacağı”, “bundan sonra yaşanacaklardan sorumlu olacağı” vb.
tehditleri etmekten geri de durmamışlardır. Özetle; Nisan 2015 tarihinden bu
yana parti içinde örgütsel kriz yaratanlar, ... yoldaşın Merkez Komite üyesi
olarak daha önce bir toplantıya alındığı halde üyeliğini inkar edenler,
‘’yedek üye olduğu kabul edildiği’’ (!) zaman da tüzük gereği Merkez
Komiteye atanması gerekirken bunu da yapmayanlar gelinen aşamada yoldaşın
Merkez Komitesi’ne atanmasını “kabul etmiş”; yukardaki gerekçelerle yoldaş
kabul etmediğinde de “yaşanacaklardan sorumlu olacağı” tehdidini savurmuşlar,
... alanındaki yoldaşlara ise attıkları imzanın arkasında durmalarını, ...
yoldaşı zorlamalarını, kabul etmiyorsa yurtdışının bunu kabul etmesini(!)
dayatmışlardır.
Azınlık Merkez Komite Üyeleri ve Kadın Düşmanlığında Zirve...
Bilindiği üzere azımsanmayacak
bir süredir; kadın sorunu, emekçi kadınların örgütlenmesi, kadın çalışmamızın
kurumsallaşması, gelişimi ve de Partimizdeki yansımaları-çözüm yolları
kapsamında Kadın Komitemiz öncülüğünde bir takım çalışmalar yürütmekteyiz.
Daha katetmemiz gereken uzun
bir yol olduğunun bilincindeyiz ama aynı zamanda önemli adımlar attığımızın da
altını çizmeliyiz. Yaşadığımız bu darbe sürecinde “... MK üyeleri”nin en çok
rahatsızlık duyduğu ve saldırdığı alanın burası olmasını da bu açıdan “doğal”
karşılıyoruz.
Nitekim darbeci tasfiyecilerin
ilk olarak ellerine aldıkları silah kadın düşmanlığı olmuş,
dedikodu-karalama-yok sayma ve tasfiye çalışmaları gözü dönmüş bir şekilde bu
faaliyete ve faaliyet yürüten kadın yoldaşlarımıza yöneltilmiştir. Lafı
uzatmadan gelelim “… PMK üyeleri”nin en saldırgan oldukları konuya, kadın
sorununa, kadın faaliyetine, kadın faaliyetçilere ve bu konudaki
“duyarlılıklarına”!
Yazılı olması ve kadın
düşmanlığında zirve niteliği taşıması açısından Parti tarihimize “K 72” olarak
geçen ancak Parti güçlerimizin ağırlıklı bölümü tarafından eleştirilen belge
önemlidir. Bu belgede kadınlar, açıktan ve bariz bir şekilde aşağılanmış, yok sayılmış,
hakarete uğramış, tek tek kadın faaliyetçiler bir kenara bir bütün Kadın
Komitesi yok sayılmış, kadın bir Merkez Komite üyesi ve yönetici bir komitedeki
kadın bir yoldaş “hayali” ilan edilmiş, yıllara dayanan kadın kazanımlarının
tek tek geri alınmasının adımları çeşitli gerekçelerle atılmış, kadınların
sordukları sorulara erkek yoldaşlara dönülerek cevap verilmeye çalışılmış,
kadın faaliyetçilerle ideolojik-politik-örgütsel konularda ortaklaşan erkek
yoldaşlar “erkekliklerine oynanarak” kadınların “etkisi altında kalmakla” itham
edilmiştir.
Erkek iktidarların kadınları
iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullanmasının, çemberine alamadığı
durumlarda ise tasfiye etmesinin güzide örnekleri bu metinde ve sonraki
belgelerde-süreçte sergilenmiş, kadınların acı, istismar ve ezilmişlikleri dahi
azınlık Merkez Komite üyelerinin iktidarının tesisi ve devamı için kullanılmış;
bu iki üye kimi yerde en keskin kadın hakları savunucusu kesilerek güya
kadınların haklarını savunmuş kimi yerlerde ise gerçek niyetlerini cahilce
ortaya sermekten kurtulamamıştır.
Bu darbeci Merkez Komite
üyeleri, örgütümüzde kadınların yaşadığı acıları, kadına dönük suçları iktidar
dalaşı için “silah” olarak kullanmaya kalkışarak dünyanın en çirkin ve en kirli
siyaset yöntemini, adeta R.T. Erdoğan’a taş çıkarırcasına bir hünerle
uygulamış, kadınlara dönük suçlardan nemalanmaya çalışarak erkek egemenliğinin
çirkin yüzünün Partimiz saflarındaki yansımasını açıkça ortaya koymuştur.
Adeta bir koalisyon gibi
çalışan ve her mekanizmada kadın istismarına göz yuman, üzerine örten Merkez
Komite içinde bugün gelinen aşamada karşıdakinin “ayağını kaydırmak” ve
“itibarını zedelemek” için “kadın meselesini”, “kadınları” kullanmak aşağılık
bir suçtur!
Soruyoruz, kadına karşı suçlar
karşısında zamanında sessiz kalınması ama iş bugün “sorunlu” ilan edilen
kişinin “ipini çekmeye” geldiğinde kadına dönük suçların birdenbire
hatırlanması ve erkeği bitirmek için kadının kullanılması kadın düşmanlığı
değilse nedir? Kadına dönük suçlarda kadınların acılarından çıkardığı
deneyimleri ezip geçmek ya da bunları iktidarını sağlamlaştırmak için kuşa
çevirerek kullanmak kadın düşmanlığı değilse nedir?
Neresinden tutsak bir kadın
düşmanlığı, neresinden tutsak bir erillik akan “K 72”deki ve süreçteki sorunlar
bununla da sınırlı değil. Gençlik ...ne dönük kadın delegelerden etkilenmeme
çağrısı yapılmasından bir kadın ...yi eleştirirken “... baba evine gitmiştir”
minvalindeki vurgulara ve “kadınların ‘his’leri ile dalga geçilmesine kadar”
buram buram erk-eklik kokan yaklaşımlara örnek oldukça fazladır.
En bariz örneklerden birisi,
azınlık Merkez Komite üyelerinin kadına dönük yaklaşımların en somutlandığı
tartışma “hayali Merkez Komite üyesi” tartışmasıdır. Bahsi geçen yoldaş, dönem
itibarıyla Merkez Komite’de görev yapmasına ve faaliyet alanlarıyla bu şekilde
ilişkilenmesine, ilgili toplantılara katılmasına rağmen darbeci tasfiyeciler
tarafından deşifre ve teşhir edilerek kendisini “MK gibi hissettiği”, “maalesef
MK’lığının yazılı hale getirilmediği”, “unutulduğu”, “falanca kişinin bilgi
vereceği” vb. söylenmiş, yok sayılmış ve “hayali MK” denilerek de alaya
alınmıştır.
Bu yoldaş bir kadın olduğu için
bu şekilde “ti’ye alınabilmiş”, erkek kibrinin kadını “hisleri” ile hareket
ettiği yaftalamasından, başkaldıran kadının da “psikolojisi bozuk” diye itham
etmesinden nasibini almıştır. Aynı tartışma, ... alanına dönük yazılı
metinlerde ise “prenseslik” tanımlamasında kendisini göstermiştir. Kadın
yoldaşların görev yaptığı faaliyet alanları ifadelendirilirken “prenseslik”
belirlemesi yapılarak geri, apolitik, kirli, kibirli ve erkek siyaset dilinin
bir örneği tarihimize not olarak bırakılmıştır.
Benzer bir tartışma ...
komitesindeki kadın yoldaşa dair de yürütülmüş, belli bir süredir aynı
pozisyonda görev alan kadın yoldaşımızla ilgili kararın “usulüne uygun
alınmadığı”, “yazılı hale getirilmediği” birdenbire hatırlanarak -ki durum
böyle değildir- kadın yoldaşın komitedeki varlığı yok sayılmış, biat etmemesi
üzerine bu şekilde cezalandırılmaya girişilmiştir. Açıktır ki bu örnekler çok
kirli siyaset tarzına, burjuva politikacılığına, erkek egemenliğine aittir.
Başka bir örnek 8 Mart
vesilesiyle yaşanmış, kolektifimizin Kadın Bileşeni kurulduğundan bu yana 8
Mart açıklamalarını yapan komitemize rağmen, azınlık Merkez Komite üyeleri bir
kez daha Merkez Komite imzası atabilmek için fırsat bu fırsat diyerek kadın
bileşeninden önce Merkez Komite imzası ile açıklama yayımlamıştır. Açıklamanın
her satırından damlayan cahillik ve erillik bir yana her vesile ile imza atma
yaklaşımı, darbeci Merkez Komite üyelerinin fırsatçılığına da örnektir. Her
vesileyle bir Merkez Komite var havası yaratıp sonradan o etiketi sömürme
hesabıyla yaptıkları açıktı ve açığa çıkmıştır...
“K 72” denilen belgenin
yayımlanmasının ardından başlayan ve bugüne kadar gelinen süreçte yukarıda
özetlediğimiz yaklaşımlar ivmelenerek ve kadın düşmanlığının yeni örnekleri ile
renklenerek karşımıza çıkmıştır.
Yok sayılma, hakarete uğrama,
demokratik alanlarda varolanlara alternatif yeni örgütlenmelerin kurulması ve
dayatılması, kadın düşmanı ilan edilen kimi erkekler, erkek aklı ve eli ile
cezalandırılırken partimiz saflarında kurulan kadın bileşenlerinin bozulması,
dağıtılması vb.leri yanında bizzat fiziksel şiddete maruz kalma ve kadın
düşmanlarının darbecilerin saflarında örgütlenmesine kadar bir dizi örnek
yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Kadınlara karşı işlediği suçlar sabit
olan, Kadın Komitemiz tarafından tavır alınan erkeklerin örgütlenmesine Dersim,
İstanbul, İzmir ve yurtdışı gibi örnekler verilebilir.
Kumdan Kaleler Yıkılmaya Mahkumdur!
Azınlık Merkez Komite üyeleri
yalanları ortaya çıktıkça daha fazla saldırganlaşmış, MLM güçlere yönelik
hakaret ve tehditlerin dozajını yükseltmiş, işi şiddete yönelmeye kadar
getirmişlerdir. Sistematik gasp, darp, tehdit, deşifrasyon yöntemleri ile
alanlardaki yoldaşların pes edeceği, demoralize olacağı, faaliyetten
uzaklaşacağı hesap edilmişti. Ne var ki bu hesap tutmamış, yoldaşlar mücadeleyi
büyük bir kararlılıkla sürdürmüşlerdir. Bu işe yaramayınca, ilkin ...’ta
devamında ...’ta sonrasında da tek tek yoldaşlara şiddet pratiğine
yönelmişlerdir. Devrimcilere pusu kurarak, türlü yalanlar eşliğinde saldırıya
geçen azınlık Merkez Komite üyeleri, bir yanıyla zavallılıklarını ve
güçsüzlüklerini ortaya koymuştur. Alanları karşı karşıya getirmek, tartışmaları
kolektifimizin bileşenlerinde değil de arkadan dolaşarak yürütmek, sahtekarlık
ve yalancılık bu çizginin temel parolası olmuştur.
Sözgelimi, gerilla alanında,
darbeciliğe tavır alan yoldaşlar farklı faaliyet alanlarına gönderilmiş, savaşçılarla
ilişkileri kısıtlanmış, türlü bahanelerle savaşçı yapısından uzak tutulmuştur.
Yoldaşlarımız özellikle 12’lerin şehit düşmesinden sonra partide yaşanan
gelişmelerin savaşçılara taşınmaması konusunda büyük bir hassasiyet
göstermiştir. Ne var ki yoldaşların bu hassasiyeti darbeci/tasfiyecilik için
hizip örgütlemenin fırsatı haline getirilmiştir.
Yoldaşlara, çeşitli yoldaşların
faaliyeti bıraktığı, ...’nın çıkarılamadığı, tüm alanların kendileri ile
birlikte olduğu vb. çok sayıda yalan söylenmiştir. Haksız olma halinin
getirdiği bir düşmanlık ve saldırganlık durumu yaşanmaktadır. Şehitlerimizin
cenazelerinde yoldaşlarımızı ölümle tehdit eden, darbeci/tasfiyecilik,
kitlemizi açıkça yönledirmekten ve yanıltmaktan imtina etmemiştir. Başından bu
yana hakaret, tehdit ve şiddet minderine bizi çekmeye çalışmışlar, böylece
tartışmanın politik içeriğini ortadan kaldırmayı, her türlü çetevari saldırı
için uygun ortamı yaratmayı planlamışlardır. Açık ki partimiz, devrimciler
arasındaki sorunların çözümünde şiddeti, hakaret ve dedikoduyu asla bir yöntem
olarak kabul etmemiştir. Başkan Mao’nun bu konudaki yaklaşımı her türlü
tahrifata uzaktır, yalındır. Halk içindeki ve devrimciler arasındaki sorunların
çözümü eleştiri ve ikna yöntemidir. Ancak azınlık üyeler devrimcilere yönelik
şiddeti Başkan Mao’ya dayandıracak kadar çaptan düşmüş, yozlaşmıştır. Açık ki,
tüm bunlar inşa ettikleri sırça köşklerin, kalelerin kumdan olduğunun bir
ispatı durumundadır.
1945’te ÇKP 6. MK genişletilmiş
7. genel toplantısında sol çizginin hataları örgütsel açıdan incelenirken “...
doğru siyasal çizgi ‘kitlelerden kitlelere’ olmalıdır. Bu çizginin gerçekten
kitlelerden gelmesini ve özellikle gerçekten kitlelere geri gitmesini güvenceye
almak için yalnızca parti ve parti dışı kitleler arasında (sınıf ve halk
arasında) sıkı bağlar kurmakla kalmamalı, hepsinden önemlisi, partinin yönetici
organlarıyla, parti içi kitleler arasında (kadrolar ve parti safları arasında)
sıkı bağlar bulunmalıdır. Bir başka deyişle örgütsel siyaset doğru olmalıdır”
(Mao, c. 3, s. 242) denmektedir.
Yine aynı incelemede Mao’nun
yöntemi anlatılırken; “Kararname, ayrıca sıkı demokratik merkeziyetçiliği
savunmuş, demokrasi veya merkeziyetçilik üzerinde yersiz sınırlamalara karşı
çıkmıştır. Bütün Partide birliğin sağlanmasından hareket eden Mao Zedung
yoldaş, parçanın bütüne tabi olması gerektiğinde ısrar etti ve Çin devriminin
özel koşullarına uygun olarak yeni ve eski kadrolar arasında, dış ve yerel
kadrolar arasında, Ordu kadroları ve o bölgede çalışan kadrolar arasındaki
ilişkilerin, nasıl olması gerektiğini belirtti. Böylece Mao Zedung, bir ilke
olarak doğrulara bağlılık ile bir disiplin sorunu olarak, örgüte itaat etmeyi
nasıl bağdaştıracağımızı gösterdi.
Parti içi birliği korurken,
Parti içi mücadeleyi nasıl sürdüreceğimizi açıklığa kavuşturdu. Oysa ne zaman
yanlış bir siyasal çizgi hâkim olmuşsa yanlış örgütsel çizgi de kesinlikle
ortaya çıkmıştır. Yanlış siyasal çizginin hâkimiyeti ne kadar uzun sürmüşse,
bunun örgütsel siyasetinin zararları da o kadar büyük olmuştur.” (Mao, c.3, s.
243)
Mao’dan yaptığımız uzun
alıntılar için yoldaşlardan özür dileriz. Partimizin mevcut durumunu
değerlendirirken referans aldığımız anlayışın altını özel olarak çizme zorunluluğu
hissediyoruz. Partiye kadrolara, kitlelere körü körüne itaati dayatan; kendine
liberal, partiye sekter; Merkez Komitesi’ni ayrıcalıklı önderler topluluğunun
vazgeçilmez mekanı olarak gören, siyasal olarak çökmüş, örgütsel olarak
çürümüş-çözülmüş, hukuksal olarak hükümsüz olan Merkez Komitesi’nin kalıntısı
dogmatik unsurlarla mücadelede, partimizin içine yaydıkları zehiri temizleme
sürecinde tarihsel deneyimlerimizi andaki durumla inceleyerek yönümüzü
bulacağımız için derdimiz, ustaların söylediklerini tekrar, yaptıklarını taklit
etmek değildir.
Dogmatik tasfiyecilerin aksine biz ustalardan inceleme
yöntemlerini almalıyız/alacağız.
“... Özellikle üçüncü “Sol”
çizginin savunucuları dilediklerini yapabilmek için, yanlış çizgiyi uygulanmaz
bulan ve bu nedenle kuşkularını ve hoşnutsuzluklarını belirten, karşı çıkan
veya yanlış çizgiyi aktif olarak desteklemeyen veya sadakatle uygulamayan bütün
parti üyelerini istisnasız ve fark gözetmeden damgaladılar. Bu yoldaşları “Sağ
fırsatçılık” “Zengin köylü çizgisi”, “Lo Ming Çizgisi”, “Uzlaştırma
politikası”, “iki yüzlülük” ile damgaladılar. Bunlara karşı “Amansız
mücadelelere” giriştiler, “Acımasız darbeler” indirdiler ve hatta bu “Parti içi
mücadeleleri” karşılarındaki cani ve düşmanmış gibi sürdürdüler.
Bu hatalı Parti içi mücadele
türü, “Sol” çizgiyi yöneten veya izleyen yoldaşların, prestijlerini yükseltmek,
kendi isteklerini gerçekleştirmek, Parti kadrolarını yıldırmak için
kullandıkları normal bir yöntem haline geldi. Bu tutum, parti içindeki,
demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğnedi, eleştiri ve özeleştiri ruhunu yok
etti. Parti disiplinini mekanik bir disipline çevirdi ve körü körüne itaat ve
mutlak boyun eğme eğilimlerini besledi. Böylece canlı ve yaratıcı Marksizmin
gelişmesine büyük zarar verildi. Kadrolara karşı ayrılıkçı bir siyaset, bu
hatalı Parti içi mücadele ile birleştirildi.
Eski kadrolara, Partinin,
değerli unsurları gözü ile bakmadılar. Tersine deneyimli, kitlelerle ilişkisi
olan ama hizipçilere ayak uydurmayan onun körü körüne takipçisi, evet efendimcisi
olmayı reddeden pek çok eski kadroya saldırdılar, onları cezalandırdılar ve
merkezi ve yerel örgütlerden attılar. Yeni kadrolara da yeterli bir eğitim
vermediler, (özellikle işçi sınıfı kökenli olanların) ilerlemesi için
ciddiyetle uğraşmadılar.
Bunun yerine deneyimsiz,
kitlelerle sıkı bağlan olamayan ama hizipçilere uyan ve gözü kapalı onların
peşinden gidip, evet efendimciliğini yapan yeni kadroları ve Parti dışı
kadroları alelacele terfi ettirdiler. Merkezi ve yerel örgütlerde eskilerin
yerlerine geçirdiler. Böylece sadece eski kadrolara saldırmakla kalmayıp
yenileri de bozdular.
Üstelik birçok yerde, karşı
devrimcileri ezmek için uygulanan hatalı bir siyaset kadrolara karşı hizipçi
siyaset ile karıştırılınca birçok değerli yoldaş haksız yere suçlandı. Ve bu
durum partiyi ağır kayıplara uğrattı.” (Mao, S.E., c. 3, s. 243-244)
Yukarıda Mao’dan 3. sol
çizginin özelliklerine dair aktardıklarımız bugün partimiz içinde hakimiyet
kurmaya çalışan dogmatik bazı Merkez Komite üyelerinin yöntemidir. Bu yönüyle
partimizin iki yılı aşkındır yaşadıkları ÇKP’de 1945’ten önce açığa çıkan
eğilimle oldukça benzerlik taşımaktadır. Bu anlayışla mücadeleye tutuşan
bizlerin yaklaşımı bu noktada devreye girmektedir. Önceki bölümlerde kendi
hareket tarzımızın hatalı ve eksik yanlarına dair gerekli vurguları yaptığımızı
düşünüyoruz.
(...)
Yetersizliklerimize amansızca
yönelmeyi esas almalıyız. Attığımız adımları ciddiyetle incelemeli ve kendimizi
parti kitlemize daha iyi anlatmaya yoğunlaşmalıyız. Zira parti kitlemiz ve
kadrolarımızın bir kısmının belleği dogmatiklerin yalanlarıyla çoktan
zehirlenmiştir.
Şiddet, karalama, dedikodu
darbecilerin her dönem vazgeçilmezleri olmuştur. “Karşıtını” bu kulvarda oyuna
çekmeye çalışır, çünkü -çirkinleşmenin sınırı olmadığından- kendine en çok bu
alanda güvenir ve alt edebileceğine inanır.
Bizim bu kulvara girmeden
örgütlülüklerimizi yaratmaya, çizgimizi netleştirmeye ama en önemlisi
Örgütlenme Komitesi’nin kurulmasıyla attığımız merkezileşmeyi sağlamlaştırmaya,
desteklemeye, eleştiri ve önerilerle beslemeye ihtiyacımız vardır.
* Bu makale, elimize e-mail yoluyla ulaşan ve Proletarya
Partisinin Kasım 2017 tarihli iç yayınından alıntılanmıştır.