12 Ocak 2023 Perşembe

Fikret Karavaz Yazdı: Kürt Ulusal Hareketi, Orta Doğu ve Anadolu Devrimine Dair

Fikret Karavaz Yazdı: Kürt Ulusal Hareketi, Orta Doğu ve Anadolu Devrimine Dair Her şey başka olsa da fark etmez; deniz aynı deniz, tekne aynı tekne… Varacağımız limanın hangi liman olduğu önemli değil… Bizi karşılayacak olan güneş aynı güneştir…

 Orta Doğu coğrafyasında proletaryanın zayıf konumu nedeniyle kimlik ve aidiyet çelişkilerinin sınıf çelişkilerinden baskın bir nitelik göstermesi coğrafyada emperyalist siyasetlere uygun bir zemin oluşturmaktadır. Çünkü emperyalizm, kimlik ve aidiyet çelişkileri üstünden siyaset üretmektedir. Kürt ulusal hareketinin emperyal siyasetten bağımsız stratejik bir hat oluşturabilmesi ise, Anadolu metropollerindeki proleter dinamiklere daha fazla tutunmasını gerektirmektedir.

 

Anadolu’nun metropollerindeki proletaryanın önemli bir kesiminin kaynağı Kürt köylülüğüdür. Zira, Kürt köylülüğü kendi coğrafyası dışında Anadolu’nun metropollerinde proleterleşmektedir. Kürt sorunu, köylü ve tarım sorunu ile iç-içe bir nitelik göstermektedir. Kırdan kente nüfus hareketi kesintisiz bir süreç izlemektedir. Bu durumun başlıca nedeni tarımın yarı feodal yapısıdır. Kürdistan ve Anadolu tarımı emek faaliyetinin kendisinin metalaşmadığı küçük ölçekli aile tarımı üzerine kurulu olduğu ve sermaye birikimi üretim süreci dışında değişim sürecinde gerçekleştiği için kapitalistleşememekte, tarım proletaryası oluşamamakta, oluşan artı nüfus metropollere göç ederek buralarda proleterleşmektedir.

 

Kürt ulusal hareketi esas olarak mücadele eden kitlesi ile bir köylü hareketi niteliğindedir. Kürt ulusal hareketinin Suriye, Irak ve İran coğrafyaları için Anadolu coğrafyasında olduğu gibi proleter kitlelerden oluşan güçlü bir arka cephesi yoktur. Bir köylü hareketi gerek ideolojik ve gerekse siyasal pratik olarak nispeten gelişkin bir proleter arka cepheden yoksun olduğu koşullarda tutarlı bir anti faşist, anti emperyalist hat oluşturabilmesi ve emperyal siyasetten bağımsızlaşabilmesi çok zordur. Dolayısıyla Kürt ulusal hareketinin emperyal konjonktürün dışına çıkabilmesi ve bağımsız bir siyasal konjonktür yaratabilmesi Anadolu coğrafyasındaki proleter dinamiklerle ideolojik ve pratik daha sıkı ilişkiler geliştirmesine ve Anadolu demokratik devriminin gelişme koşullarına kaçınılmaz olarak bağlı durumdadır.

 

Kürdistan coğrafyasının özgürleşmesi sorunu Anadolu coğrafyasının özgürleşmesi sorununa sıkı sıkıya bağlıdır. Kürt sorunun Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasının tarım ve köylü sorunuyla iç-içe niteliğini görmezden gelen ve toprak devrimini de içeren bir tarım programından yoksun olan siyasal projelerin geniş kitlelerin beklentilerine kalıcı çözümler üretebilmesi ve tutarlı bir anti faşist anti emperyalist hat oluşturabilmesi olanaksızdır. Kürt küçük burjuva aydın kitlenin coğrafyanın mevcut gerçeklerini görerek emperyal siyasete meyilli büyük toprak mülkiyeti ve Kürt kompradorlardan ayrışarak proleter siyasetle daha yakın ilişkiler kurması geniş kitlelerin emperyal siyasetin güdümünde daha büyük bedeller ödememesi için elzem görünmektedir.

 

Tarih, küçük burjuva entelektüalizminin ütopyalarına sığmaz; kendi nesnel zemininde gelişir. Kürt hareketi esasta, mücadele eden kitlesi itibarı ile bir köylü hareketidir. Köylülüğün küçük mülkiyeti onun hem esareti hem de dünya görüşünü şekillendiren yegâne dayanağıdır. Köylülük, küçük toprak mülkiyetine bağlılığı ile özel mülkiyet ilişkilerinden kopamadığı için proletarya gibi bağımsız, tutarlı bir siyasal perspektiften yoksundur. Dolayısıyla köylülüğün bağımsız ve tutarlı bir siyasal perspektif için proletaryanın ideolojik ve siyasal önderliğine ihtiyacı vardır. Bu işçi- köylü ittifakı Demokratik Devrimin temel ittifakıdır.

 

Çeşitli nedenlerle işçi-köylü ittifakı gerçekleşmediğinde bunun yerini köylülüğün başka sınıflarla kurduğu ittifaklar alır. Türk köylülüğü halen çoğunlukla şovenizmin etkisi ile faşist cephenin çeşitli fraksiyonlarının ideolojik etkisi altındayken, Kürt köylülüğü ise Kürt milli burjuvazisi ve kısmen büyük toprak mülkiyetinin ideolojik tesiri altında politikleşmektedir. Kürt küçük burjuva entelektüalizmine bir toprak devrimini de kapsayan Demokratik Halk Devrimi perspektifi yerine üst yapısal reformlarla şekillenen kimlik siyaseti etrafında, kâh ulusal bağımsızlık kâh federasyon talepleri ile belirlenen bir siyasal perspektif bugün için daha ulaşılabilir gelmektedir.

 

Kürt ulusal hareketinde kapitalist yol eğiliminin güçlenmesinde sosyalizm deneyimlerinin yenilgilerinin belirleyici olduğu söylenebilir.  Ne var ki, tarih sınıf ya da şahısların öznel niyetleri ile değil nesnel gerçekliklerin belirlediği koşullarla şekillenir. Kürt sorunu tarım ve köylü sorunuyla iç-içe girmiş bir ulusal sorundur. 

Kürt sorunun nihai çözümü Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasında köylü sorunun çözümüne, yani, tarımı kolektif eştirecek bir toprak devrimine yadsınamaz bir biçimde bağlıdır. Irak ve Suriye Kürdistan’ında Kürt hareketinin emperyal siyasetten bağımsızlaşamamasının nedeni, nispeten gelişmiş bir proleter sınıfın olmamasıdır. Ve aynı durum İran Kürdistanı için de geçerlidir.

 

Kürt hareketinin Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasında proleter hareketlerle kurabileceği ilişkileri geliştirmesine ve ulusal birlik siyaseti yerine proleter bir hatta farklı milliyetlerden işçi- köylü ittifakı siyasetine doğru kendi içinde bir değişim yaşamasına bağlıdır. Kitleler deneyimleri ile öğrenirler. Ancak, kitlelerin siyasal deneyimleri ağır siyasal bedeller pahasınadır. Proletaryanın tarihsel materyalizm bilimi ile küçük burjuva ütopyalar arasındaki fark da buradadır. Tarihsel materyalizm bilimi nesnel gerçeklerden hareket ettiği için ütopyacı ampirik denemelerden ayrılır. Siyasal iradenin sonuç alabilmesi için nesnel gerçeklerle örtüşmesi gerekir. Ulusal birlik siyaseti gibi Irak Kürdistan’ın büyük feodallerinden köylülük ve proletaryaya kadar uzlaşmaz sınıfları uzlaştırmaya çalışan ve toprak devrimi sorununun üstünden atlayarak Kürt sorununa çözüm arayan ütopyacı siyasetler iflasa mahkumdur. Barzani ve Talabani gibi büyük toprak mülkiyetinin emperyalizmden medet uman siyasetleri ile Kürt köylülüğü ve proletaryasının sınıfsal ihtiyaçları arasında büyük çelişkiler vardır.

 

Toprak devrimi gibi meselelerin üstünden atlayarak Kürt sorunu çözülemez; ancak çözümsüzlüğe ve kitlelerin emperyal siyasetin güdümünde daha ağır bedeller ödeyeceği bir kaosa sürüklenir. Anadolu coğrafyasında tarımı kolektifleştirerek köylü sorunu çözen bir demokratik devrimle faşizm bütün kurumları ile tasfiye edilmediği sürece Kürt sorunu sürüncemede kalır. Irak, Suriye, İran coğrafyasındaki parçalar sorunu da ancak Anadolu coğrafyasında proletarya öncülüğünde gerçekleşecek bir devrime çözülebilir. Anadolu devriminin Kürt köylülüğü ve proletaryasına, Kürt halk sınıflarının da Anadolu devrimine ihtiyacı vardır. Diğer coğrafyalarda kazanılan kısmi mevzi ve başarılar önemli olsa da sonucu belirleyecek olan Anadolu coğrafyasının demokratik devrimidir.

 

Fakat Kürt hareketinin bölgenin konjonktürü gereği emperyalistler arası çelişkilere de oynaması gerekmektedir. Ancak, emperyalistler arası çelişkilere oynayabilmek için ulusal birlik siyaseti gibi uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını uzlaştıran tutarsız bir siyaset değil nispeten gelişmiş proleter bir arka cepheye dayanan tutarlı bir demokratik devrim programı etrafında işçi-köylü ittifakı siyaseti gerekir. Kürt büyük toprak mülkiyeti niteliği gereği toprak devriminin karşısındadır. Kürt millî burjuvazisi de kendisini tarımın yarı feodal niteliğine bağlı olarak üreten tefeci tüccar sermayesidir.

 

Dolayısıyla bu mülk sahibi sınıflar toprak devrimine yanaşmayacaktır. Geriye yegâne zorunlu seçenek olarak işçi-köylü ittifakı kalır. Demokratik devrimin olduğu gibi bu devrim sürecinin çözüme bağlayacağı ulusal sorunun da en tutarlı ittifakı işçi-köylü ittifakıdır. Kürt küçük burjuva entelektüalizmi faşist- şovenist devlet aygıtı tarafından devlet yönetimi ve bürokrasiden dışlandığı için bu tabakanın esas çelişkisi üretim ilişkileri ile değil üst yapıyladır. Dolayısıyla Kürt küçük burjuva entelektüalizmi bürokratik üst yapısını oluşturacağı bir burjuva-feodal Kürt devletine özlem duymaktadır. Ulusal sorunda ütopyacı yaklaşımlar bu sınıfların karakterinin şekillendirdiği siyasal perspektiflerin ürünüdür.

 

Ulusal sorunda Leninist ilkenin kesin bir biçimde “kendi kaderini tayin” olarak değil, “kendi kaderini tayin hakkı” olarak esnek bir biçimde belirlenmesindeki diyalektikte buradadır. Proletarya, kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunurken kendi kaderini tayini yani ayrı bir devlet kurmayı demokratik devrimin menfaatlerine göre savunur ya da savunmaz çünkü, her ulusal sorun bir ve aynı sorun değildir. Ulusal sorunlar kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ancak genel demokratik muhteva olarak aynılaşabilir. Tarihsel gelişmeleri ve üstünde şekillendikleri sosyoekonomik yapının karakteri ile farklı biçimler alırlar. Dolayısıyla farklı karakterdeki ulusal sorunların çözüm süreçlerinin karakteri de kaçınılmaz olarak farklı olacaktır. Kürt sorununda demokratik devrimin menfaatleri öncelikle proletaryanın nispeten gelişkin olduğu Anadolu coğrafyasında farklı milliyetlerden işçi köylü ittifakının Orta Doğu coğrafyasına doğru proleter bir siyaset öncülüğünde geliştirilmesini gerektirmektedir. Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasının özgürleşmesi bir dizi devrimler yoluyla olacaktır.

https://gazetepatika19.com/fikret-karavaz-yazdi-kurt-ulusal-hareketi-orta-dogu-ve-anadolu-devrimine-dair-127352.html

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)