DİN
FELSEFESİ
Din,
en ilkel toplumlardan günümüze gelinceye kadar değişik biçimlerde de olsa
varlığını sürdürmüştür. Bütün dinler, insanlarla Tanrı arasındaki ilgiyi
belirtme ve doğadaki olayları ilahi irade ile açıklama çabası gütmüştür.
Din; genellikle doğaüstü (metafizik) ve
ahlaki niteliği olan bir kurumdur. İnsanı manevi anlamda kuşatır ve koyduğu
kurallarla insan hayatına müdahale eder.
Din felsefesi; din üzerinde düşünmektir. Tanrı, din,
inanç, iman, vahiy, ruhun ölümsüzlüğü, evrenin yaratılışı gibi kavramları ve önermeleri
ele alır. İnsanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış olan din ve çeşitli inanç
biçimlerini eleştirel bir şekilde inceleyen felsefe dalıdır.
Dini bilgi ile felsefi bilginin
kaynakları farklıdır. Dini bilginin kaynağı inançtır. (Kutsal kitaplar, peygamber
sözleri vs.) Kesin ve değişmezdir. Dogmatiktir. Felsefenin kaynağı ise akıldır.
Eleştirir,sorgular.
NOT:İnternet sitesinden Giriş:
https://www.tkpml.com/din-sorunu-yabancilasma-post-modernizm/2/
Doğru kavrayışa ulaşmak için, öncelikle dinin nasıl ortaya çıktığına bakmak gerekir.
- Dinin ortaya çıkışı
Dinsel düşünce, henüz ağaçlarda veya mağaralarda yaşayan insanın, zihinsel evriminde bir devrim niteliğinde ortaya çıkmıştır. Soyut düşüncenin, dolayısıyla, zekânın/aklın ilk ürünlerinden olan bu düşünce tarzı, insanın doğayla olan çelişmesinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Daha sonra toplumsal çelişmelerle birlikte gelişmiş ve sınıf savaşımına paralel biçimler almıştır. Engels, “Din henüz ağaçlarda yaşadıkları çok eski çağlarda insanların kendi doğalarına ve kendilerini kuşatan dış dünyaya ilişkin en ilkel yargılarla dolu tasarımlardan doğmuştur” (Marks-Engels, age, Sf: 61) şeklinde belirleme yapmıştır.
İlk insanlar doğa karşısında güçsüzdü; çaresizdi. İlk dinsel düşünce, bu nedenle, doğanın fiziki güçlerine tapınma şeklinde olmuştur. (Orhan Hançerlioğlu, age, Sf: 21)
İnsanlar düşlerindeki görüntüleri, doğa güçlerinin muazzam büyüklüğü ile birleştirerek ruh kavramına ulaştılar. Engels, “Bugün bile (19. yy –bn) vahşilerde ve aşağı barbarlarda, düşlerinde görünen insan biçimlerinin, bir an kendi bedenlerinden ayrılmış bulunan ruhlar oldukları yolundaki anlayış hüküm sürmektedir” (Marks-Engels, age, Sf: 22) demiştir. Böylece kendilerini yönettiklerine inandıkları ruhu, doğayla özdeşleştirdiler.
Ölüm bilincine varan insan, doğa güçlerinin ölmeyeceğini düşünmeye başlar. Böylece ölümsüz ruh fikri ortaya çıkmıştır. Ölümsüz ruh fikri, beraberinde tanrıları doğurmuştur. Her doğa olayını, bir tanrının yönettiğine inanılmaya başlandı.
Doğa güçlerinin birbiriyle uyumu ve çatışması (fırtına, yangın, vb.) tanrılar arasında da bir hukuk olduğu fikrini doğurmuştur. Bu dönemlerde kendisini hala doğayla özdeş gören insan, en büyük ve en güçlü tanrıları dişi (tanrıça) olarak tahayyül (hayal) ediyordu.