16 Mayıs 2024 Perşembe

Cihan Yıldız_DEVRİMCİ KAMUOYUNA AÇIKLAMA_KUZEY KÜRDİSTAN-TÜRKİYE BOLŞEVİK PARTİ’Sİ 12. KONGRESİ BAŞARIYLA TAMAMLANDI…

 


KUZEY KÜRDİSTAN-TÜRKİYE BOLŞEVİK PARTİ’Sİ 12. KONGRESİ BAŞARIYLA TAMAMLANDI…

Başlangıç...

Bundan 52 yıl önce Kuzey Kürdistan-Türkiye devrimci komünist hareketinde İbrahim Kaypakkaya yoldaş ve arkadaşları büyük bir kopuşu gerçekleştirdiler. 1972’de İbrahim Kaypakkaya yoldaş ve çevresindeki az sayıda komünist arkadaşı, o dönemde içinde örgütlü oldukları Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) içinde hâkim olan revizyonist çizgiye karşı yürüttükleri ideolojik mücadele ertesinde “Şafak revizyonizmi” ile örgütsel bağlarını da koparıp TKP/ML’yi kurdular. 
 
TKP/ML’nin kuruluşu, komünizm/sosyalizm adına çok uzun yıllar Kemalizm’e eklemlenen, milliyetçi-sol kemalist Kuzey Kürdistan-Türkiye “Sol”unda devrimci komünist bir isyandı, Marksizm-Leninizm bayrağının yükseklere kaldırılması idi. Bu isyanın önemini en iyi faşist Türk devleti anladı. TKP/ML, devletin ağır saldırılarının hedeflerinden biri oldu. Kurulduktan kısa süre sonra ağır bir örgütsel yenilgi aldı. TKP/ML’nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya yoldaş ve bir dizi kurucu kadro faşist Türk devleti tarafından ele geçirildi. İbrahim Kaypakkaya yoldaş işkencelerde de örnek komünist tavır sergiledi, teslim olmadı, ser verdi, sır vermedi. Ve hunharca katledildi.

Faşist devlet İbrahim yoldaşı öldürdü, fakat onun devrimci, marksist-leninist görüşlerinin yayılmasını engelleyemedi. Onun görüşlerini doğru bulan devrimciler mücadeleyi sürdürdüler. 1978’de uzun ön hazırlıklar sonrası toplanan TKP/ML Birinci Konferansı gerek kuruluş, gerek yeniden inşa döneminin bir değerlendirmesini yaparak bir özeleştiriyi karara bağladı. TKP/ML’nin Birinci Kongresi’nde alınan kararlar ve özeleştiri, TKP/ML’nin gerçek bir Bolşevik parti yönünde gelişmesi için yol açıcı belgelerdi. 
 
TKP/ML’nin 1978’deki Birinci Kongresi ile 1981’deki İkinci Kongresi arasındaki dönemde TKP/ML tarihinin en güçlü; en kitlesel dönemi yaşandı. Parti içinde bu dönemde giderek berraklaşan iki çizgi gelişti. Birinci çizgi, İbrahim Kaypakkaya’yı âdeta dokunulmaz bir aziz gibi gören, Birinci Kongre’de yapılan özeleştiriyi ret eden, uluslararası alanda da “Mao Zedung Düşüncesi”ni savunma adına, Marksizm-Leninizm’den kimi sapmaları Marksizm-Leninizm’e katkı olarak gören ve savunan, henüz utangaç maoist-Menşevik çizgi idi.

İkinci çizgi, TKP/ML’nin kuruluş dönemindeki hatalardan kopma yönünde atılan önemli bir adım olan özeleştiriyi ilerletmek, derinleştirmek için mücadele yürüten, partinin mücadele çizgisinde ve örgütlenmesinde işçi sınıfının temel alınmasını, partinin Bolşevikleştirilmesini savunan, uluslararası alanda da revizyonizmden köklü kopuş için mücadele yürüten, Bolşevik çizgi idi.
 
 
 
 İki çizgi arasındaki bu mücadele, 1981 Şubat’ında yeterli hazırlık olmaksızın ve çok zorlu şartlar altında yapılan İkinci Kongre’de zirvesine ulaştı. Menşevik kanat önderleri [ ] çoğu parti içinde yürüyen tartışma belgelerini ve bu tartışmada başvurulan temel referans belgelerini okumamış olan delegelerin çoğunluğunu, duygusal temelde Bolşevik çizgiye karşı kışkırtmayı başardı. 
 
İkinci Kongre’de seçilen Menşevik Merkez Komitesi parti içi mücadelede oportünist burjuva yöntemleri kullanarak Bolşevikleri tasfiyeye yöneldi. TKP/ML içinde yer alan Bolşevikler, bu ortamda 1981 Mart’ında İkinci Merkez Komitesi’nin disiplinini tanımadıklarını, Menşevizmle bütün örgütsel bağları kopardıklarını ilan ettiler. TKP/ML (Bolşevik)’i kurdular. Bu, Kuzey Kürdistan-Türkiye Komünist Hareketi’nin tarihinde İbrahim’in TKP/ML’yi kurmasından 10 yıl sonra yaşanan en önemli kopuş idi. Bu adımla Kuzey Kürdistan-Türkiye Komünist Hareketi’nin tarihinde Bolşevik bir örgütlenme, Bolşevik bir parti yaratılmasının önü açıldı.

TKP/ML (Bolşevik) adı altında 1981 Mart’ında başlayan bu uzun yolculukta 1994’de yapılan 5. Kongre’de bir dizi ardılı olan Menşevik TKP/ML ile karıştırılma durumunu isimde de ortadan kaldırma adımını attı. Bolşevikler komünizm davası için çıktıkları zorlu olduğu kadar onurlu yolculuğa Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) adı altında devam etme kararı aldılar.

Ve Bugün…

Kuruluştan 43 yıl; Bolşevik Parti ismini aldıktan 30 yıl sonra, Mart /Nisan 2024’te Partimizin 12. Kongresi’ni gerçekleştirdik.

12. Kongremiz, partinin bütün örgütlerinde yapılan demokratik seçimlerde seçilen delegelerin yan yana gelmesi ile toplandı.

Kongremize az sayıda oy hakkı olmayan çağrılı delege yanında iki kardeş örgütümüzden Bolşevik İnisiyatif Almanya ve Avusturya’da Devrimci Komünist Partisi İnşası İnisiyatif’ten davetli delegeler de katılarak, kongremize değerli katkılarda bulundular.

12. Kongremiz de şimdiye dek gerçekleştirdiğimiz bütün kongrelerde olduğu gibi iki kongre arasında geçen dönemdeki ideolojik-siyasi gelişmeleri değerlendirildi. Bu değerlendirmelerde On Birinci Dönem Merkez Komitesi’nin kongre öncesinde parti içi ve yakın çevresinde tartışmaya sunduğu Siyasi Rapor, bu rapora gelen yazılı eleştiri ve öneriler temel alındı.

Kongrenin öncesinde parti içi ve yakın çevresine açılan Merkez Komitesi Siyasi Raporu ve MK Örgütsel Raporu hakkında yürütülen tartışmalar temelinde gelen yazılı eleştiriler, öneriler, katkılar da kongremizde ele alındı.

Merkez Komitesi’nin kongremize sunduğu Siyasi Raporda ortaya konan görüşler, bunlar hakkında parti içi ve çevresinden gelen yazılı eleştiri ve öneriler üzerine kongremizde canlı ve verimli tartışmalar yürütüldü. Bu tartışmalar temelinde yapılan değişiklikler ve eklerle Siyasi Rapor, 12. Kongremizin temel belgesi hâline geldi.
12. Kongremizde siyasi değerlendirmeler konusunda en tartışmalı konu, gelinen aşamada T.C.’nin artık “emperyalist güç” kategorisi içinde yer alan bir devlet olarak adlandırılmasının doğru olup olmayacağı sorusu idi.

Bu konuda partimiz içinde T.C.’nin bir dizi alanda emperyalist edimlerde bulunduğu;
*Kuzey Kürdistan’da; Güney ve Batı Kürdistan’ın bir bölümünde ve Kuzey Kıbrıs’ta sömürgeci/işgalci güç konumunda olduğu;

*Sömürgeci Türk devletinin birçok ülkede askeri üslerinin bulunduğu (Güney Kürdistan, Azerbaycan, Bosna Hersek, Libya, Lübnan, Katar, Somali, Arnavutluk, Başika Irak);

*Son dönemde Türki cumhuriyetlerin gücünü birleştirme çabalarını yoğunlaştırdığı;

*İslam Ülkeleri Birliği içinde başat bir güç olmaya çalıştığı;

*Ortadoğu’da bölgesel bir güç konumunda olduğu;

*Özellikle son on yılda Afrika kıtasında egemen emperyalist güçlere rakip emperyalist güç olma yolunda geliştiği;

*Türk büyük burjuvazisinin yurtdışına küçümsenmeyecek ölçüde sermaye ihracında bulunduğu ve geliri ve kârının küçümsenmeyecek bölümünü bu yatırımlardan transfer ettiği;

*Son dönemde öncelik ve özellikle silah sanayiindeki yatırım ve gelişmelerle bu alanda dünya çapında önemli bir mevki elde ettiği;

*T.C.’nin emperyalistleşme yönünde geliştiği ve bu gelişmede çok önemli mesafe kat ettiği yönünde bir görüş birliği var.

Bütün parti faaliyetimizde biz, Türk burjuvazisinin emperyalistleşme amacı ve bu amaca ulaşmak için attığı somut adımları ortaya koyup teşhir ettik. Ve fakat dünyanın genel bölünmesinde T.C.’nin orta derecede gelişmiş bir kapitalist ülke olarak hâlâ emperyalizme bağımlı, ezilen ülkeler kategorisi içinde olduğunu savunduk. 12. Kongremizin hazırlık sürecinde ve kongremizde gelişmelerin gelinen yerde artık T.C.’yi dünyanın genel bölünmesinde ezen, emperyalist güç kategorisi içinde ele almamızı gerektirecek olgunluğa varmış olup olmadığı konusunda tartışmalar yürütüldü. Bir bölüm yoldaş bu görüşü savundular. Sonuçta yürütülen tartışmalar ertesinde bu konuda parti çizgimizi belirleyici bir noktada değiştirme anlamına gelecek olan böyle bir kararı almak için yaptığımız araştırma ve yürüttüğümüz tartışmaların yeterli olmadığı tespiti yapıldı. Bu tespite uygun olarak bu konunun daha derinlemesine araştırılıp, tartışılmasının önümüzdeki dönemdeki teorik çalışma planının merkezine konması kararı alındı.

12. Kongremiz partimizin çizgisinin ilerletilmesi bağlamında Sovyetler Birliği’nde Kadının Kurtuluşu konusunda atılan adımların değerlendirilmesini içeren görüşlerimizde, süreç içinde değiştirilen noktalar konusunda aldığı kararla da önemli bir adım attı. Bu, aynı zamanda geri dönüş konusunda yapılan hataların rolü konusunda da tartışmalara katkıda bulunan bir karardır.

12. Kongremiz, 2019-2023 yılları arasındaki gelişmelerin değerlendirilmesi temelinde kimi ideolojik sorunlar bağlamında şu tespitleri yaptı:

Kimi ideolojik sorunlar

Kimlik siyaseti

2019-2023 arasındaki dönemde ideolojik alanda karşımıza, anda var olan, mücadele içindeki her toplumsal grubun yalnızca kendi özgün sorunları ile uğraştığı bölük pörçük durumun teorileştirilmesi çıktı. Toplumun sınıflara değil, kimliklere bölündüğünü, her kimliğin kendi mücadelesini vermesinin doğru olduğunu; sınıfların aslında olmadığını savunan bu burjuva teorisi sonuçta mücadelelerin bir ortak hedefe varmak için birleştirilmesini imkânsız kılan ve böylece kapitalizmin egemenliğini sonsuza uzatan bir teori. Sonuçta bütün ayrı “kimlik”ler bir vakumda kendi başına ayrı yaşamıyor. Bütün “ayrı” kimlikler aynı kapitalist sistem içinde yaşıyor. Ve bütün kimliklerden insanlar objektif olarak o kendine özel kimliklerden ayrı olarak bir sınıf kimliğine sahip. Örneğin patriyarkanın ezdiği kadın eğer işçi ise, işçi sınıfının bir parçasıdır. Bir küçük burjuva ise, küçük burjuva ara sınıfına dâhildir. Cinsel kimliği nedeniyle toplumda ezilen konumda olan bir birey, aynı zamanda şu veya bu sınıfın bir üyesidir. Ulusal baskı gören bir birey, şu veya bu sınıfın bir insanıdır aynı zamanda vs. vs. Ve gerçek kurtuluş ve özgürlüğün yolu sonuçta bugün egemen konumda olan burjuvazinin iktidarının yıkılmasından geçmektedir. Bütün “kimlik”ler için gerçek eşitlik, özgürlük ve kurtuluşun yolunu açacak olan proletarya önderliğinde devrimlerdir.

İnsanlığın geleceği süper “Yapay Zekâ” köleliği mi?

2019-2023 yılları arasında dünya çapında en önemli teknolojik gelişme “Yapay Zekâ” konusunda oldu. 2023’te ChatGPT piyasaya sürüldü. Bu “ön eğitimli” program şimdiye kadar internet ortamında yer alan bütün bilgilere ulaşarak, bu bilgiler arasında bağ kurma temelinde kendisine verilen bir metin yazma, ya da bir resim üretme yeteneğine sahip. Şimdiye kadar insan yapısı “Yapay Zekâ” konusunda en ileri makina. Başlangıçta yalnızca kullanıcının ulaşabileceği dijital bilgileri depolama işlevini gören “bilgisayar”ın bir üst aşaması. ChatGPT insanın ürettiği bütün aletler gibi, insan hayatını kolaylaştırabilecek bir alet. Fakat aynı zamanda kötü kullanıldığında büyük tehlikeler barındıran bir alet. İnternet âlemindeki bütün bilgiler, yalnızca ansiklopedik bilgi, insanlığın bugüne kadarki bilgi birikimi değil. Bugün kartla yaptığı her alışverişte kendi özel bilgilerini internete sunan; yaptığı her telefon görüşmesi kayda alınan; attığı her adım kameralarla gözlenen vs. dijital ortamda “şeffaf” olan bir insanlık söz konusu. ChatGPT insanlığın toplam bilgi birikimine sahip olduğu gibi, insanların özel bilgilerine de sahip olabilecek bir makine. Böyle bir makineyi/programı kullanıma sunan ve onu kontrol eden bir kişi veya şirket, onun gerisindeki devlet gelecekte eğer isterse gerçeği istediği biçimde manipüle edebilir, insanların özelinin kontrolü üzerinden her bireyi istediği yönde yönlendirebilir. Kâbe’si, kıblesi, dini, imanı gerçekte para ve kâr olan kapitalist sistemde gelişme bu yönde olacak, değişik “Yapay Zekâ” tekelleri ve onların gerisindeki devletler kendi aralarında “Yapay Gerçek” tekelinin kimin elinde olacağı konusunda kapışacaklardır. Büyük insanlık için tehlikeli olan “Yapay Zekâ” değil, onu kullanan kapitalizmdir.

Bu tekniğin büyük insanlığın çıkarları için kullanılmasının yolu da kontrolü kapitalistlerin elinden alıp; proletaryanın işçi sınıfı ve emekçilerin devletinin eline verecek olan proleter devrimden geçmektedir.

Ve hiçbir şeyden çekmedi komünizm, revizyonizmden çektiği kadar

Revizyonizm, sosyalizm yönünde atılan ilk adımların boğulmasında başrolü oynayan, burjuvaziye “Komünizm çöktü” masallarını anlatma fırsatı sunan ve sosyalizm/komünizmin işçi sınıfı içindeki prestijini yıkan ideolojik akım, siyasi harekettir. Tehlikeliliği çokça Marksizm, kimi zaman Marksizm-Leninizm adına konuşmasından, bu yüzden ilerici/devrimci/sosyalist hareket içinde yer bulabilmesinden kaynaklanmaktadır. Revizyonizm, Marksizm’in tarihinde çeşitli kılıklarda ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfı önderliğinde kurulan bütün iktidarları içinden kemirmiş, yozlaştırmış, çöktürmüştür. Gelinen yerde revizyonistlerin yıkacağı proletarya önderliğinde bir devlet iktidarı yoktur. Ama içinde yer alıp reformist bataklıkta boğabileceği, burjuvazinin bir kesiminin yedek gücü hâline getirebileceği devrimci-demokrat-sosyalist-komünist örgütler ve hareket vardır.

Bugün uluslararası alanda yaşanan ve her gün daha belirgin hâle gelen kapitalist dünyanın iki emperyalist kampa bölünmesinde revizyonizm, marksist tahlil adına, Çin-Rusya etrafındaki kampı dünyanın zenginlerine karşı konumlanan yoksullarının kampı olarak; Global Güney’in, Global Batı’ya karşı kampı olarak değerlendiriyor. Bugünün egemen revizyonist akımı Çin’in sosyal emperyalist bir büyük güç, Rusya’nın emperyalist bir büyük güç olarak adlandırılmasına, bunların etrafındaki kamplaşmanın dünyanın paylaşılması dalaşında payını yükseltmek isteyen emperyalist bir kamp olarak adlandırılmasına şiddetle karşı çıkıyor. Değişik revizyonist unsurlarından oluşan bugünkü revizyonist akım içinde egemen olanlar, dün Rus sosyal emperyalizmini “yaşayan sosyalizm” olarak adlandıran, Kültür Devrimi’ndeki Mao’nun Çin’ini feodal faşist diktatörlük olarak değerlendirenlerin artıkları ve ardılları. Geldikleri yerde bugünün sosyal emperyalist Çin’ini utangaçça, sosyalist dememek için “sosyalizm hedefini önüne koymuş ve bu yönde ilerleyen bir güç” olarak, dünya devriminin bir gücü olarak değerlendiriyorlar. Bunlarla ideolojik mücadele güncel olarak en önemli ideolojik görevlerden biri.

12. Kongremiz, geçen dönemde uluslararası alanda işçi sınıfının ve halkların mücadelelerinin durumu ve görevler konusunda da şu tespitleri yaptı:

Uluslararası alanda işçi sınıfının ve halkların mücadelelerinin durumu ve görevler

2019-2023 arasındaki dönemde işçi sınıfının ve halkların dünyanın çeşitli ülkelerinde Ekvator, Şili, Lübnan, Irak vb. kitle hareketleri yaşandı. Korona öncesinde yükselme eğilimi gösteren kitlesel eylemler Korona döneminde genelde duruldu, geriledi. Fakat bütünüyle kesilmedi. Örneğin Korona döneminde Sri Lanka’da, Kolombiya’da halk isyanları yaşandı. Avrupa’da ise Korona döneminde sokağa çıkanlar esas olarak Korona inkârcıları oldu.

2021’in ortalarından başlayarak dünya “normal”ine döndü. Bütün dünyada işçi sınıfı irili ufaklı grev ve direniş eylemleri ile Korona bahane edilerek düşürülen gerçek ücretleri yeniden yükseltmek, elden alınan kimi hakların geri alınması için vb. mücadelelere atıldı. Bir bütün olarak ele alındığında, 2023’te çeşitli ülkelerde –kısa süreli genel grevlere kadar varan– işçi sınıfının sınıf mücadelesi esas olarak düzen sınırları içinde, daha çok savunmacı ve ekonomik talepler sınırları içinde kaldı. Kimi ülkelerde liman işçilerinin Ukrayna’ya silah ihracını engellemek için yaptığı kısa süreli siyasi grevler istisna olarak kaldı. İşçi sınıfının sınıf mücadelesi bunun dışında kendi doğrudan sınıf talepleri ile mücadelenin sınırları dışına çıkmadı. Örneğin iklim adaleti ile yapılan eylemler genelde işçilerin sınıf mücadelesinin dışında, ayrı bir mücadele olarak kavrandı ve yürüdü. Dünya genelinde komünist güçlerin işçi sınıfı içindeki örgütlülüğün tarihin en düşük seviyesinde olduğu, işçi sınıfının reformist ve sarı sendikalarda bile sendikal örgütlülüğün çok geri seviyede olduğu bir ortamda bundan başkası da olamazdı.

İşçi sınıfı içinde komünist örgütlenmenin olağanüstü zayıflığı sonucu işçi sınıfı hareketinin kendi doğrudan ekonomik talepleri için mücadele sınırları içinde kalması, bütün diğer demokratik hak ve özgürlük mücadelelerinin de kendi başlarına ayrı kulvarlarda yürüyen mücadeleler olarak kalmasını beraberinde getiriyor. Komünist önderliğin ve işçi sınıfı öncülüğünün olmadığı yerde bu hareketler, bunların en kitlesel ve en militan olanları da dâhil olmak üzere, burjuva, küçük burjuva önderliğinde düzen içi reform talepleri dışına çıkmıyor.

Dönemin en kitlesel ve militan hareketleri bu dönemde iklim hareketi ve kadın hareketi idi.

Genç iklim aktivistlerinin başını çektiği Gelecek İçin Cumalar (FFF) en yüksek olduğu dönemlerde aynı anda 100’den fazla ülkede on milyonlarca çoğu okul/yüksekokul çağında genci yan yana getirmeyi başardı. “İklim Değişikliği Değil/Sistem Değişikliği” sloganının çokça kullanıldığı bu Gelecek İçin Cumalar eylemlerinde sistem değişikliğinden anlaşılan, kapitalist sistemin yerine sosyalizmin gerekliliği vb. değil, kapitalist sistem içinde doğru bir iklim politikasının gerekliliği idi. İklim hareketi içinde barışçı kitlesel günlük “iklim grevi” ve gösterilerini yetersiz bulan “Son Kuşak” (Last Generation) “Yok Oluş İsyanı” (Exinction Rebellion/XR) iklim aktivisti gruplar daha militan eylemlerle kendilerinden söz ettirdiler, ettiriyorlar. Bu grupların düzenledikleri eylemler kendini hava alanı pistine yapıştırarak hava trafiğini kısa bir süre durdurmak; önemli kavşaklarda kendilerini asfalta yapıştırarak trafiği bir süre durdurmak gibi militan eylemler de olsa, bunların da somut talepleri sonuçta reform talepleri olmanın ötesine geçmiyor. Kimi “demokratik” ülkelerde burjuvazi bu gibi reformist hareketlerin içindeki devrimci potansiyeli gördüğü yerde bu grupları “terörist grup” kategorisine koyup, yasaklama yoluna bile gidebiliyor. İklim değişikliğinin olumsuz sonuçları önümüzdeki dönemde çok daha açık görülüp, yaşanacaktır. Buna bağlı olarak bu hareketin gelişmesi, daha da kitleselleşmesi ve daha da militanlaşması, bu hareket içinden devrimci, sistem sorununu doğru biçimde koyan devrimci grupların çıkması olasıdır. Burada komünistlere düşen görev, bu hareket içine doğru komünist düşünceleri taşımaktır.

Bu dönemde dünya çapında ele alındığında kadın hareketi en canlı ve kapsamlı hareketlerden biri idi. Bütün ülkelerde kadınlara yönelik erkek şiddetine, cinsel saldırılara karşı çok yoğun ve kitle katılımlı eylemler gündemde idi. Kadına yönelik cinsel tacize karşı önce eğlence sektöründe başlayan “Me too” (Ben de) hareketi kısa sürede küresel bir kadın hakkı hareketine dönüştü. İran’da Molla rejiminin kadınlara yönelik şiddetine karşı, Mahsa Amini’nin öldürülmesini protesto eden gösteriler şeklinde başlayan, İran’da kadın isyanına dönüşen “Jin Jiyan Azadi” (Yaşam/Kadın/Özgürlük) hareketi, dünya çapında milyonlarca insanı eylemlerde birleştiren bir harekete dönüştü. Bu hareketler de fakat bir bütün olarak egemen kapitalist sistemi sorgulayan hareketler olmadı. Kadın hareketini sınıf hareketi ile birleştirmek, bu iki hareketi, diğer demokratik hareketlerle birlikte, sosyalizm için mücadelenin bir parçası hâline dönüştürmek yine komünistlerin görevi. Burada bu hareket içindeki devrimci unsurların kazanılması, komünist kadınların önderliğinde komünist kadın hareketinin yaratılması önümüzde görev olarak duruyor. Kuşkusuz bu görev çok zor bir görev. Fakat bu, başarılmadığı sürece kadın hareketi burjuva kadın hareketi olarak kapitalist sistem içi bir hareket olarak kalacaktır.

Ele aldığımız dönemde gelişen kitlesel hareketler içinde ırkçılığa karşı hareketler de önemli rol oynadı. Bu dönemde ABD’de siyahlara yönelik ırkçı polis şiddetini, cinayetleri protesto hareketi olarak başlayan “Black Lives Matter” (BLM) hareketi, bütün dünyaya yayıldı. Burada da hareket içinde ırkçılıkla kapitalizmin bağını ortaya koyanlar milyonları harekete geçiren eylemler de küçücük bir azınlıktılar. Görev bu azınlığı büyütmek!

Komünist öncünün, işçi sınıfı önderliğinin yokluğu şartlarında bütün ulusal kurtuluş hareketleri de kapitalist sistem içi hareketler olarak gelişiyor. Bu hareketler örneğin Ukrayna’da gördüğümüz gibi emperyalist büyük güçlerin ve bölgesel güçlerin dünyayı paylaşım savaşında araçsallaştırılan, kullanılan hareketler olarak gelişiyor veya böyle hareketlere dönüşüyor.

Bugün evet, kapitalist dünyanın adaletsizliğinin ayyuka çıktığı, sömürünün, asalaklığın boyutlarının aklın almakta zorlandığı seviyelere yükseldiği şartlarda işçilerin, ezilenlerin, horlananların “bu dünyanın lanetliler”inin mücadelelerinin boyutları, bu durumun gerektirdiği ve aslında zorladığı boyutlarda değil. Ve daha önemlisi bölük pörçük. Fakat bu mücadeleler var. Esas sorun bu mücadelelerde komünist önderliğin yokluğu. Komünistler açısından bugünün esas görevi bu yüzden, bu önderliğin yaratılması için çalışmak, komünist partisinin inşası mücadelesini merkeze koymaktır.

Ya sosyalizm ya barbarlık içinde çöküş!

Şimdi 8 milyara varan dünya nüfusunun 1 milyara yakını açlık sınırında veya altında yaşamaya çalışıyor.

Hiçbir zaman olmadığı büyüklükte bir servet birikimi, bir ürün zenginliği var dünyada. Dünya nüfusunun tümünü ve daha fazlasına rahat bir yaşam sağlamaya yeter bir zenginlik bu. Ama her yıl milyonlarca çocuk açlıktan ölüyor.

Nasıl oluyor bu? 2021 yılında yayınlanan bir Oxfam raporu bunun nasılını ortaya koyuyor. Bu rapora göre Covid-19’un pandemi olarak ilan edildiği 2020 Mart’ından 2021 yılının sonuna kadar dünyada 26 trilyon dolar servet yaratıldı. Bu servetin %63’ü dünyanın en zengin %1’ine gitti. Oxfam raporuna göre, dünyadaki dolar milyarderlerinin serveti her gün 2,7 milyar dolar artıyor. Dünyanın %90’ına mensup bir kişinin küresel yeni servetten elde ettiği 1 dolara karşılık, milyarderler kulübünün her üyesinin aynı kaynaktan elde ettiği servet 1,7 milyon dolar!

Öyle bir dünya ki yaşadığımız, şu an 30’dan fazla bölgede savaş yürüyor. Ve dünyayı yeniden paylaşma hazırlıkları içinde bir yıl içinde askeri harcamalar için kullanılan para 2,24 trilyon dolar!

Öyle bir dünya ki yaşadığımız, egemenler tarafından adım adım barbarlığın üst boyutlarının yaşanacağı bir genel savaşa sürükleniyor.

Öyle bir dünya ki, 80 milyon insan savaştan, açlıktan, hastalıktan, iklim felaketinin sonuçlarından çıplak canını kurtarmak için göç yollarında.

Öyle bir dünya ki, kadın cinsi ikinci sınıf insan.

Öyle bir dünya ki, ırkçılık almış başını yürümüş... Faşizm dünyanın büyük bölümünde iktidarda.

Öyle bir dünya ki, doğal dengesi bozulmuş, her geçen gün yaşamın doğal kaynakları yok ediliyor.

Öyle bir dünya ki, nereye baksan barbarlık ve barbarlık içinde yok oluşa doğru ilerliyor.

Bu gidişin nedeni egemen olan üretim ve yaşam tarzı! Kapitalizm! Kapitalist emperyalist sistem!

Çare: Kapitalist sistemin yıkılmasında. Çare proletarya önderliğinde devrimlerde. Çare sosyalizmde!

Çare yapması zor olan basitte. Çare komünizmde!

Kötüler arasında tercih devrimci siyaset değildir

12. Kongremiz Kuzey Kürdistan-Türkiye toplumunun sosyolojisi bağlamında geçmiş dönemde yapmış olduğumuz ülkenin esasta “kesin inançlı topluluklar” (cemaatler) toplamı bir yapıya sahip olduğu tespitini somutlaştırdı.

Kuzey Kürdistan-Türkiye “Sol”unun durumu bağlamında bu “Sol”un büyük çoğunluğunun devrimcilikten uzak olduğunu, “Sol”un genel zayıflığının pratiğe, güçlenmek adına, esas olarak egemen sınıfların kendi arasında yürüyen iktidar mücadelesinde anda “daha az kötü”, “kötünün içinde iyi” görünenin kuyruğuna takılma biçiminde yansıdığını tespit etti. Ülkelerimizde devrimci siyasetin esas kıstasının bugün kendini bu yozlaştırıcı, teslimiyetçi ehven-i şer siyasetinden kalın çizgilerle ayırmak olduğunun altını çizdi.

12. Kongremiz bir kez daha gerek dünya, gerekse ülkelerimizdeki ekonomik, siyasi durum ve gelişmelerin durumlarda radikal bir değişimi zorunlu ve gerekli kıldığını; radikal değişiminin alternatifinin barbarlık içinde çöküş olduğunu tespit etti. Radikal değişimin yolu işçi sınıfı önderliğinde demokratik ve sosyalist devrimlerdir.

Bunun için acil görev nedir, “Ne Yapmalı” sorusuna 12. Kongremizin verdiği cevap şudur:

Bunun için bugün devrimcilerin en önemli ve acil görevi, bütün ülkelerde devrimlere yol gösterecek, ona önderlik edecek Bolşevik partilerin yaratılması, var olanların inşasının derinleştirilmesidir.

Bu zor ve meşakkatli bir iş. Revizyonizmin komünist harekette açtığı tahribat ile sosyalizm/komünizm düşüncesi ve eylemi, işçi ve emekçi yığınlar içinde genelde itibarını yitirmiş durumda. İşçi sınıfı içinde çalışmayla işçi sınıfının öncü kesimini komünist parti içinde örgütlemek; devrimci durumun varlığı şartlarında, işçi sınıfının kazanılmış öncü kesimi arkasında işçi sınıfını devrimci mevzilere yerleştirmek bugünkü perspektifle hayal gibi görünüyor.

Fakat hayal gibi görünen hayal değil. 1917’de, Rusya’da Bolşeviklerin önderliğindeki Ekim Devrimi ve sonraki yıllardaki sosyalizmin inşa deneyimi, devrimin, sosyalizmin hayal olmadığını gösterdi.

Yapılacak şey, gidilecek yol belli.

Biz şimdiye kadar olduğu gibi önümüzdeki dönemde de belirlediğimiz doğru yolda, ısrarla yürüyeceğiz.

Bu yolun sonunda doğacak Kızıl Güneşimiz var!

12. Kongremizde örgütsel sorunlar

12. Kongremizin çalışmalarının önemli bir bölümünü partimizin örgütsel durumu ve sorunları üzerine yürütülen yoldaşça tartışmalar, değerlendirmeler temelinde alınan bir dizi somut karar oluşturdu.

Örgütsel alanda öncelik ve özellikle yeni genç insanların Bolşevik saflara kazanılmasındaki zorluklar üzerine tartışmalar öne çıktı. Bu bağlamda 43 yıllık Bolşevik Parti inşası deneyimimizde kolektif çalışma ile yaratılmış olan muazzam teorik/siyasi hazinemiz ile karşılaştırıldığında çok geri düzeyde kalan örgütsel güç arasındaki uyumsuzluğun nedenleri üzerinde duruldu. Burada temel sorunun tek tek yoldaşların veya kurumların kuşkusuz var olan kimi hata ve eksikliklerinin değil, gerçek komünizm davasına örgütlü olarak katılma konusunda egemen olan “geride durma” tavrının belirleyici olduğu tespit edildi. Bir zamanlar örnek alınan ve olumlu örnek olarak emekçiler arasında büyük prestije sahip olan Sosyalist Sovyetler Birliği ve bir dizi halk demokrasili devletteki revizyonist yozlaşma ve geri dönüşün yarattığı olumsuzluk bugün de varlığını ve etkimesini sürdürüyor. Buna ülkelerimiz somutunda bir de devrimcilik adına yapılan ve emekçileri devrimcilikten uzak durmaya iten kimi eylemler, tavırlar da eklendiğinde komünist örgütlü faaliyete yeni genç insanların kazanılması zorlaşıyor. Bu, tabii ki yaptığımızdan daha fazlasının, daha iyisinin yapılamayacağı anlamına gelmiyor. 12. Kongremiz burada her bir örgütlü yoldaşımızın olası hata ve eksiklikleri üzerine kolektif yoldaşça tartışma ve değerlendirmeler; marksist-leninist eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının doğru biçimde kullanılarak bunların aşılmasının belirleyici önemde olduğunu bir kez daha vurguladı.

Örgütsel sorunlar üzerindeki tartışmalarda, son dönemdeki kimi gelişmelerden de yola çıkarak tüzüğümüzde de bir iki küçük düzeltme, ekleme yapıldı.

Kongremiz çalışmalarını On Birinci Merkez Komitesi’nin aklanması ve yeni Merkez Komitesi’nin seçilmesi ile başarıyla tamamladı.

Kongremizin çağrıları

Bolşevik Partimizin üyeleri, yoldaşlar,

12. Kongremizin kararlarını partimizin inşasının ilerletilmesi ve derinleştirilmesi için etkin bir silaha dönüştürmek bir görevimizdir. Bu göreve dört elle sarılalım.

Bolşevik Partimizin sempatizanları, değerli destekçilerimiz, 12 Kongremizin belgelerini inceleyin, desteğinizi arttırın! En önemlisi: Bolşevik Parti üyesi olarak örgütlenme yönünde adım atın!

Kuzey Kürdistan-Türkiye’de işçi sınıfı içindeki örgütlenmeyi temel alan, sosyalizm için proletarya diktatörlüğünün gerekliliğini savunan Bolşevik Parti dışındaki örgütler; Bolşevik Parti ile ideolojik ve pratik ayrılıklar üzerine ciddi bir ideolojik mücadele için adım atın!

Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, Bolşevik Parti ve çevresi dışında kendini komünist olarak tanımlayan tüm devrimciler, Bolşevik Partimizin belgelerini inceleyin, bizimle temas arayın!

İşçi sınıfının sınıf mücadelesi içinde öne çıkan kesimleri, Bolşevik Parti, gerçekte sizin partiniz olduğunda sorunların çözümünün anahtarı hâline gelecek. Bolşevik Parti’de örgütlenin!

Bütün milliyetlerden işçi sınıfımız, kurtuluş devrimci sınıf mücadelesinde, devrimdedir. Bolşevik Parti, sınıfın öncü partisi olarak devrimin bir aracıdır. Sınıf mücadelesinde Bolşevik Parti önderliğinde birleşin!

Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin köylüleri ve tüm emekçi insanlar, sizin de gerçek kurtuluşunuz işçi sınıfı önderliğinde devrimdedir. Bu devrimin aracı Bolşevik Parti sizin de gerçek kurtuluşunuzun aracıdır. Ona sahip çıkın, destekleyin!

İşçi, emekçi kadınlar, Bolşevik Parti, sizi iki kez sömüren ve ezen erkek egemen topluma karşı kadının kurtuluşu hareketinin en keskin silahıdır. Bu silaha sahip çıkın! Komünist Kadın Hareketi’nin yaratılması mücadelesini kendi mücadeleniz hâline getirin!

Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin ezilen ulus ve milliyetleri, sizin gerçek kurtuluşunuzun yolu işçi sınıfı önderliğinde devrimlerden geçiyor. Bolşevik Parti Kuzey Kürdistan-Türkiye ülkelerimizde işçi sınıfı önderliğinde devrimlerin aracıdır. Bolşevik Partilerde örgütlenin!

Toplumun değişik kimlikler temelinde ezilen, ötekileştirilen ve dışlanan tüm insanları, gerçek eşitlik ve özgürlüğün yaşanacağı toplum geleceğin sosyalist ve komünist toplumudur. Bolşevik Parti, bu toplum projesinin temel aracıdır. Bolşevik Parti’yi destekleyin!

Geleceği kapitalist egemen düzen tarafından karartılan, geleceği ellerinden alınan genç insanlar; gençlik gelecek, gelecek sosyalizmde, komünizmdedir! Bolşevik Parti, gerçek özgürlük ve eşitliğin, bayrağında “Herkes yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre ” yazan geleceğin toplumunun partisidir. Komünizm savaşçıları olun, Bolşevik Parti’de örgütlenin!

Bütün ülkelerin komünistleri, Bolşevik partileri yaratma ve inşa mücadelesine katılın! Bolşevik partilerde örgütlenin!

Uluslararası sınıf mücadelesinde güçlerimizi birleştirelim!

Bolşevik Enternasyonali birlikte yaratalım!

Bütün Ülkelerin İşçileri/Ezilen Halklar Birleşin!

Mayıs Başı 2024
 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)