FHA- SADAT'ın kurucusu emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, bugün verdiği röportajda, "kiralık ordu" sorusunu yanıtlamış, ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı kontrolünde hizmet gören, özel savunma danışmanlık şirketlerinin ABD'nin iradesi dışında hareket edemeyeceğini belirtmişti.
FHA- Tanrıverdi, bundan dolayı kendilerinin SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlık Şirketi'ni kurduklarını ifade etti.
Gazeteci-yazar Soner Yalçın ise, 2014 yılında Sözcü gazetesindeki köşesinde birçok kez bu konuyu ele almıştı.
SADAT'ın kurucusu Tanrıverdi'nin röportajında bahsettiği Suudi Arabistan’daki Vinnell şirketine dair, Soner Yalçın yıllar önce şunları söylemişti:
"Suudi Arabistan'ın silahlı gücü neredeyse tamamen özel askeri endüstrinin kontrolünde. Amerikan özel kuvvetlerinden (U.S. Special Forces) “emekli” 1500 subay 'Vinnell' şirketi altında, yıllık 800 milyon dolarlık bir sözleşmeyle çalışıyor. Keza BDM, Suudi Arabistan ordusuna lojistik, eğitim, istihbarat ve kapsamlı danışmanlık hizmeti veriyor. “Cable and Wireless” kontr-terör eğitiminden; “Booz-Allen Hamilton” harp akademisinden; SAIC donanmadan; “O'Gara” ise kraliyet ailesinin güvenliğinden sorumlu! (Afganistan başkanı Hamid Karzai'yi Amerikan “DynCorp” koruyor!)"
Yalçın, Suudi Arabistan örneğini belirterek TSK'yı da uyarmış, "TSK serbest pazara düşecek! Günümüz ülke işgalleri böyle gerçekleşiyor" demişti.
"GÜNÜMÜZ ÜLKE İŞGALLERİ BÖYLE GERÇEKLEŞİYOR"
Soner Yalçın, "Kiralık Ordu"nun gelirlerinden ve holdinglerden bahsettiği yazısında, "Dünyadaki askeri hizmet sektörünün en büyüğü Brown&Root Services (BRS) faaliyetlerinden haberdar mısınız? Amerikan Ordusu nereye gidiyorsa BRS oraya gidiyor: Afganistan, Irak, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Somali, Özbekistan, Kuveyt, Kosova, Zaire vs. Babasının hayrına buralarda bulunmuyor; bu 'Kiralık ordunun' yıllık geliri 6 milyar dolar" ifadelerini kullanmıştı.
Yalçın köşesinde, Halliburton Holding'in sahibi Erle P. Halliburton için, "Adını hiç duydunuz mu" diye sorarken, holdingin yıllık gelirinin, 24.8 milyar dolar olduğundan ve 100'den fazla ülkede faaliyette bulunduğundan bahsetmişti. Yalçın, "Salt Irak'taki hizmetleri için Halliburton'un “kiralık ordusuna” ödenen para, ABD'nin 1991 yılında Körfez Savaşı için yaptığı harcamanın üç katıydı. ABD Savunma Bakanlığı raporuna göre, 2007'de Irak'ta bulunan “kiralık ordu” mensubu 180 bindi" diye belirtmişti.
"IŞİD BU PAZARIN BİR ÜRÜNÜ"
Kiralık orduların dünyanın her tarafında var olduğunu, ama en etkin oldukları yerlerin başında körfez ülkelerinin geldiğinden bahseden Soner Yalçın, IŞİD'in de bu pazarın bir ürünü olduğunu belirmişti. "IŞİD içindeki teröristlerle ilgili bilgileri okudukça, -örneğin dünyanın dört bir yanından gelmeleri, maaş almaları vs- aklıma kiralık ordularda bulunan paralı askerler geliyor" diyen Yalçın, "IŞİD militanları savaşmayı nerede öğrendi? Kim eğitti? Medya masallarını okuyoruz; evinden otururken birden gidip IŞİD'e katılmış vs. Hangisi örnek vereyim… İngiliz şirketi 'Sakina Security' veya 'TransGlobal Security International', bu dincilere 'Cihat eğitimi' vermedi mi" demişti.
Bugün geldiğimiz noktada, tekrar gündeme oturan "Kiralık ordu" meselesini yaklaşık 4 yıl önce kaleme alan Soner Yalçın'ın o yazıları şu şekilde:
"TESPİT: Olayları, ekonomik temelli düşünceyle anlama-analiz etme yöntemi solculukla özdeşleştirildiği için, iki sakallı (Marks ve Engels) bizim üniversitelere hiç sokulmadı. Bu da temel meseleleri kavrayamamamıza neden oldu. Gündemdeki olayları hala Soğuk Savaş yıllarının bize dayattığı tek boyutlu düşünce sistematiğiyle tartışıyoruz.
Bu yüzeysellik nedeniyle; tv’lerde IŞİD’i konuşanların ne dediklerini anlamıyorum.
Halbuki anlamanın özünü şu oluşturmalı:
IŞİD nereyi işgal etti; petrol kenti Musul’u!
Yani…
Irak petrolünün yüzde 17’sini elinde tutan IŞİD dünyanın en zengin terör örgütü oldu!
Yani…
Meselenin ekonomik değeri var.
Para varsa küresel güçler oradadır.
Geliniz, üzerinde hiç durulmayan meselenin bambaşka yönünü yazayım…
Erle P. Halliburton’un adını hiç duydunuz mu?
Peki ya, yıllık geliri 24.8 milyar dolar olan ve 100 ülkede faaliyette bulunan inşaat ve enerji şirketi Halliburton Holding’i bilir misiniz? (Petrol-doğalgaz bulur, çıkarır, üretir. Ayrıca, petrol tesisleri, boru hatları ve kimyasal tesisler kurar.)
Bu holdingin yan kuruluşu olup dünyadaki askeri hizmet sektörünün en büyüğü Brown&Root Services (BRS) faaliyetlerinden haberdar mısınız? Amerikan Ordusu nereye gidiyorsa BRS oraya gidiyor: Afganistan, Irak, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Somali, Özbekistan, Kuveyt, Kosova, Zaire vs. Babasının hayrına buralarda bulunmuyor; bu “kiralık ordunun” yıllık geliri 6 milyar dolar!
Kafanız mı karıştı; öyle ya bir yanda petrol – inşaat işleri yapan küresel bir şirket var ve bunun bir de kiralık ordusu bulunmakta!
O halde en başa dönüp anlatayım…
DİCK CHENEY
Erle P.Halliburton 1892’de Tennessee’de doğdu.
Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikan Donanması‘nda mühendis olarak görev yaptı.
Ortadoğu haritası 1919’da “barış antlaşmalarıyla” yeniden çizilirken, Halliburton yeni taşındığı Oklohama/ Wilson’daki evinin tek odasında petrol kuyularını çimentolama şirketi; “New Method Oil Well Cementing Company”i kurdu.
Aynı yıl…
Teksas’ta George ve Herman Brown kardeşler, kayınbiraderleri Dan Root’un parasal desteğiyle “Brown&Root” inşaat ve mühendislik firmasını kurdu.
Sonraki elli yıl içinde, ABD’nin okyanus ötesine açılma /emperyalist programıyla her iki şirket çok büyüdü.
Kuzey Denizi ve Ortadoğu’da dünyanın en zengin petrol kaynaklarının bulunması Halliburton’u petrol kuyuları açma konusunda dünyanın bir numarası yaptı.
Erle P. Halliburton 1957’de öldü ama şirketi büyümeyi sürdürdü.
Halliburton, 1963’te dünyanın sayılı inşaat ve mühendislik şirketi Brown&Root’u satın aldı.
Halliburton, Vietnam Savaşı sırasında bu ülkeye askeri üs, hava alanları, yol vb. inşaatı yaptı. Fakat, 1970’lerdeki ekonomik durgunluk ve petrol piyasasının güç kaybetmesi, tüm dünyada 100 şirketiyle faaliyet gösteren Halliburton’u etkiledi; maaşlarda kesintiye gidildi vs.
İmdadına Saddam yetişti! Kuveyt’i işgali ve ardından başlayan Körfez krizi şirketi kurtardı! Kuveyt’teki hasar görmüş tüm kamu binalarını Brown&Root yeniden yaptı. Halliburton ise 320 petrol kuyusundaki yangını kontrol altına alma işini aldı! Yeni petrol kuyuları vs açarak Halliburton kurtuldu.
Ve ne tesadüf: Körfez krizi döneminin ABD Savunma Bakanı Dick Cheney -partisi Cumhuriyetçiler seçimi kaybedince- Halliburton’un yönetim kurulu başkanlığına getirildi! Yıl: 1995 idi.
Ve yine ne tesadüf; Cumhuriyetçiler 2000’de iktidara gelince Dick Cheney Halliburton’dan ayrılıp ABD Başkan Yardımcısı oldu. Ve Irak ve Afganistan işgalleri gerçekleşti!..
Hiç şaşırmayınız! Parantez açayım:
Lyndon B. Johnson, 26 yaşında 1934’te Teksas’tan Temsilciler Meclisine üye seçildi. 1948’te Teksas’tan Senato’ya girdi. 1960’da John F. Kennedy tarafından istenmeye istenmeye başkan yardımcılığına aday gösterildi. Seçimi kazandılar. Başkan Kennedy, yardımcısı Johnson’a fazla bir yetki vermedi. Johnson, Kennedy’nin başkanlığı döneminde hep arka planda kaldı. Ancak 22 Kasım 1963’te Kennedy suikastle öldürülünce Johnson beklenmedik bir şekilde başkanlık koltuğuna oturdu. Arkasında büyük bir güç vardı; Halliburton siyasi yaşamı boyunca Lyndon B. Johnson’un finansörlüğünü yaptı!
Kennedy’i kim mi öldürdü? Parantezi kapatayım.
Ve devam edeyim…
PKK'YA SİLAH
Selahattin Demirtaş diyor ki:
“Türkiye PKK'ya silah yardımı yapsın; PKK, IŞİD ile savaşsın!”
Adama sorarlar, “bu işin fiyatı nedir?”
Ah benim Kürt kardeşim; kafanı Kandil Dağı'ndan çıkaramazsan sorumu hiç anlamazsın! Mesela, Halliburton'u iyi kavraman lazım… Şöyle…
1990'larda petrol piyasasındaki durgunluğa rağmen Halliburton çok iyi ekonomik performans gösterdi. Petrol sektöründeki benzer şirketlere kıyasla yüzde 20 daha büyüdü. Bu başarının sebebi oldukça kârlı askeri sözleşmeler yapmasıydı.
Bu sözleşmelere konu olan ise, Yugoslavya'nın bölünmesiydi! Hiç şaşırma; “bu da nereden çıktı” deme!
Amerikan Ordusu LOGCAP (Lojistik Sivil Artış Programı) çerçevesinde; Balkanlar'daki büyük çaplı askeri destek faaliyetleri için ilk kez bir “kiralık ordu” ile sözleşme imzaladı.
Bu şirket, enerji devi Halliburton'un yan şirketi Brown&Root Service (BRS) idi.
Sordum ya, “PKK'nın fiyatı nedir” diye; BRS'nin sadece Bosna'dan kazandığı para, 405 milyon dolar idi. Sözleşme uzundu; örneğin- İtalya'daki Aviano hava üssünden hareket eden Amerikan kuvvetlerine destek hizmeti için şirketin çıkardığı fatura, 6.3 milyon dolar idi.
Şirketin 5 bin kiralık askeri Bosna'ya gitti. Ve…
Yarın devam edeyim…
Örneğin; Müslüman gençleri bu “kiralık ordular” nasıl eğitiyor?"
Yalçın'ın 18 Eylül 2014'teki yazısı ise şu şekilde:
"Dünyanın en büyük inşaat ve enerji şirketlerinden Halliburton'un, başta ABD olmak üzere kimi ülkelerin emrine verdiği “kiralık ordusu” var: BRS (Brown&Root Service)…
Bosna'da, Hırvatistan'da, Makedonya'da, Afganistan'da, Irak'ta, Somali'de vd. görev yaptı.
Ne güzel ticaret değil mi; “kiralık ordusunu” para karşılığı veriyor; ayrıca gittiği ülkenin petrolüne el koyuyor; yetmiyor yıktığı ülkeyi yeniden imar ediyor! Örneğin Kosova'ya askerini vermekle kalmayıp yollar, binalar yaptı; 192 kışla inşa etti! (“Sürekli Özgürlük Operasyonu” adı verilen Afganistan işgalinden sonra kurulan işkence merkezi Guantanamo kampını da BRS, 45 milyon dolara yaptı.) Kosova'daki işlerinden dolayı BRS'ye sadece 1999'da 1 milyar dolar ödendi.
Daha çarpıcı olması için sanırım meselenin finans boyutu hakkında bir bilgi daha vereyim:
Salt Irak'taki hizmetleri için Halliburton'un “kiralık ordusuna” ödenen para, ABD'nin 1991 yılında Körfez Savaşı için yaptığı harcamanın üç katıydı. (Sadece 2007'deki rakam 151 milyar dolar idi.) Ödenen para kamuoyuna yansıyınca gözler bir dönem Halliburton'un yönetim kurulu başkanlığını yapan başkan yardımcısı Dick Cheney'e çevrildi. Fakat… Bilinir ki ABD'de Halliburton'un dokunulmazlığı vardır!
ABD Savunma Bakanlığı raporuna göre, 2007'de Irak'ta bulunan “kiralık ordu” mensubu 180 bindi! (ABD Ordusu sayısı ise 160 bin.) Denir ki, Irak'ta bulunan eski İngiliz SAS komando sayısı, mevcut SAS birliğinden fazlaydı!
Irak'ta kaç “kiralık ordu” vardı ve mensuplarından kaç kişi öldü bunlar hala bilinmiyor. Irak savaşının en karanlık (Ebu Garip Cezaevi gibi) kısımlarında hep bu özel şirketlerin adı geçti.
Şu notu düşmeliyim; 1997 yılına kadar BRS bu alanda tekeldi; başka şirketlerde pazara girdi.
Örneğin…
Sol-Sağ fark etmiyor
IŞİD'in elinin altında ne var; petrol!
Afrika'daki Sierra Leone'nin elinin altında ne vardı; elmas! Sömürgecilere karşı isyan bayrağını açan Devrimci Birleşik Cephe elmas madenlerini ele geçirince işin rengi değişti; bu minik ülke “insan hakları” ihlalleriyle dünya gündemine getirildi. Ve 2002 yılında hem de birkaç ay içinde Devrimci Birleşik Cephe yenildi. Sonra ortaya çıktı ki; yabancı elmas şirketleri, Güney Afrika'da kurulan ırkçı “Executive Outcomes” adlı “kiralık ordu” ile anlaşmıştı.
Bu kiralık ordu içlerinde kimler yoktu ki; Amerikalı eski Yeşil Bereliler, Fransız Yabancı Lejyonerler, Güneş Afrikalı hava indirme birliği mensupları, Ukraynalı pilotlar ve Nepal'den Gurka savaşçıları…
Konu konuyu açıyor:
İsrail merkezli Ango-Segu; elmas ve petrol zengini Angola'da solcu hükümete destek verdi.
İsrail merkezli Levdan; dünyanın en büyük üçüncü bakır işletmecisi Kongo'da solcu Mobutu iktidarını yıktı.
Ülkeler de birbiriyle savaşırken bu kiralık ordulardan yararlanıyor; Etiyopya komşusu Eritre'yi “Günbatımı Operasyonu” adı verilen harekatla yendi.
Fildişi Sahili ise ordu darbesini kiralık ordu ile önledi!
Sözleşme yaparken iki önemli maddeleri var:
Biri, kuşkusuz para kazanmak.
Sierra Leone hükümetine 10 milyon dolarlık destek verip karşılığında elmas madenlerinden 200 milyon dolar değerinde taviz kopardılar. (“Emperyalizmin davet edilmesine” iş dünyası “dış borç yatırım takası” diyor!)
İkincisi; Onları tek ilgilendiren bakır, elmas ve petrolden ne kadar pay alacakları/para kazanacakları gözükse de “kiralık ordular”, ABD dış politikası hedeflerine aykırı olan ülke yönetimleriyle sözleşme imzalayamıyor. Örneğin BRS, ambargo uygulanan Libya'ya/Kaddafi'ye 1995'te başka firma üzerinden silah sattığı ortaya çıkınca 3.8 milyon dolar para cezası ödedi!
Fakat bu demek değildi ki, gizli kapaklı işler çevirmiyorlar. Kolombiya ve Meksika'daki uyuşturucu baronların bu kiralık ordularla çalıştıkları ortaya çıktı!
Kutsal Toprakları koruyorlar!
IŞİD konusuna geleceğim ama eklemek istediklerim var:
Kiralık ordular dünyanın her tarafından var. En etkin oldukları yerlerin başında körfez ülkeleri geliyor!
Suudi Arabistan'ın silahlı gücü neredeyse tamamen özel askeri endüstrinin kontrolünde. Amerikan özel kuvvetlerinden (U.S. Special Forces) “emekli” 1500 subay “Vinnell” şirketi altında, yıllık 800 milyon dolarlık bir sözleşmeyle çalışıyor. Keza BDM, Suudi Arabistan ordusuna lojistik, eğitim, istihbarat ve kapsamlı danışmanlık hizmeti veriyor. “Cable and Wireless” kontr-terör eğitiminden; “Booz-Allen Hamilton” harp akademisinden; SAIC donanmadan; “O'Gara” ise kraliyet ailesinin güvenliğinden sorumlu! (Afganistan başkanı Hamid Karzai'yi Amerikan “DynCorp” koruyor!)
Anımsayınız, dinci cahiller Körfez Savaşı'nda; “kutsal Mekke ve Medine'ye Amerikan askeri ayak basamaz” diye ortalığı ayağa kaldırmışlardı. Bu coğrafyada 200 yıldır emperyalistlerin taşeronluğunu yapıyorlar, hala farkında değiller.
Geçelim…
Gelelim can alıcı soruya; bu şirketler köktendinci örgütlere de yardım yapıyor mu?
Yapmaz mı?
IŞİD militanları savaşmayı nerede öğrendi?
Kim eğitti? Medya masallarını okuyoruz; evinden otururken birden gidip IŞİD'e katılmış vs.
Hangisi örnek vereyim…
İngiliz şirketi “Sakina Security” veya “TransGlobal Security International”, bu dincilere “Cihat eğitimi” vermedi mi?
Amerikalılar Pensilvanya'da kurdukları kamplarda bu dincilere göğüs göğüse harp tekniklerinden patlayıcı yapımına kadar askeri eğitim vermedi mi?
Verdiler…
IŞİD'e en çok militanın, kiralık orduların eğittiği Kosova, Bosna, Makedonya, Arnavutluk'tan gitmesi ne tesadüf!
Yazı yine uzadı ve yarına kaldı.
Küreselleşmenin ürünü bu askeri şirketler “yeni pazar” alanları bulmak için ne gizli faaliyetlerde buluyor?
Yalçın'ın konuya dair 19 Eylül 2014 tarihli yazısı şu şekilde:
Baba Bush döneminde Savunma Bakanı ve oğul Bush döneminde ABD Başkan Yardımcısı olan Dick Cheney’nin; dünyanın en büyük inşaat ve enerji şirketlerinden (kiralık ordusu bulunan) Halliburton’un yönetim kurulu başkanlığını yaptığını belirttim.
Dick Cheney deyince aklınıza ne geliyor; Savunma Bakanı olarak katıldığı 1991’deki Körfez Savaşı ve ABD Başkan Yardımcısı olarak yer aldığı 2003’teki Irak Savaşı…
Peki…
Dünya ve itibarıyla Türkiye’nin gündeminde ne var; IŞİD yani Irak!
Peki…
Türkiye’nin yeni ABD Büyükelçisi John R. Bass’ı tanır mısınız?
Bir cümleyle tanıtayım; Dick Cheney’nin danışmanıydı!
Keza bir dönem Irak’ın yeniden imar edilmesine başkanlık etti!
O halde…
IŞİD ve Irak meselesinin önümüzdeki günlerde gündemimizde yer almaya devam edeceğini düşünebiliriz.
O halde…
İki gündür yaptığımız gibi, IŞİD meselesine geniş/makro açıdan bakmaya devam edelim. Sanıyorum küresel şirketlerin “kiralık orduları” ve yaptıkları “özel savaş”hakkında bilgi sahibi oldunuz.
Parantez açmalıyım:
Türkiye’de son yıllarda medyada sık sık şu sözleri duyuyorsunuz:
- “Ben oğlumu patates soyması için orduya göndermiyorum!”
- “Ben oğlumu Paşa’nın hizmetçisi olsun diye TSK’ye vermiyorum!” gibi…
Keza ordunun küçültülmesi; Mehmetçik’in paraya indirgenmesi vs. sürekli gündemde. Milli ordu ve ulusal harp sanayinin tasfiye edilmesi için bir takım güç odaklarının; Ergenekon-Balyoz-Poyrazköy vd kumpaslarla ne yapmak istedikleri bugün açığa çıkmıştır.
Bakınız bugün hâlâ, Cemaat/Paralel Yapı tv kanalları başta olmak üzere “vurdulu-kırdılı” Türk dizilerinde, TSK mensupları illegal işler yapan kötü adamlar olarak gösterilmeye devam ediyor.
Bunların amacı, kamuoyunu hazırlayarak Peygamber Ocağı’nı gözden düşürüp,“ordunun özelleştirilmesini” sağlamaktır.
Bunun adı, “savaşmadan kaybetmektir.”
Halkın Ordusu yerine “kiralık ordular” gelecek!
Suudi Arabistan örneğini dün yazdım. TSK serbest pazara düşecek! Günümüz ülke işgalleri böyle gerçekleşiyor!
Çünkü…
Kiralık ordu şirketleri; hiçbir şekilde özel oluşumlar değildir; aslında dünya çapında hüküm sürmek isteyen ABD-İngiltere- İsrail gibi ülkelerin kullandığı “paravan şirketlerdir!”
Örneğin…
Air American, Civil Air Transport, Intermountain, Air Asia, Southern Air Transport vs. CIA tarafından kurulduğu açığa çıkmıştır.
O halde asıl konumuza dönüp, sorabiliriz; IŞİD’i kim kurdu?..
ÖZELLEŞTİRİLEN SAVAŞ
PARAYLA tutulan askerler Orta Çağ’ın ayrılmaz parçasıydı.
Hep yazıyorum, Orta Çağ’da yaşıyoruz.
Paralı askerler de yeni küresel endüstrinin ürünü; Soğuk Savaş’ın bitmesi ardından 1990’larda kurulmaya başlandı.
Bu özel askeri pazar, 1700’lerden beri görülmediği bir şekilde bugün çok genişledi. Askeri şirketler, dünyada eşi olmayan bir büyüme gösteren ekonomik sektör haline geldi.
IŞİD bu pazarın ürünü mü?
Şunu biliyoruz:
Özel askeri endüstrideki şirketlerin birçoğu sanal yani, şeffaf değil!
Merkezleri Bahamalar ve Cayman gibi vergi cennetleri.
Daimi kuvvet bulundurmuyor; taşeronlarla çalışıyorlar.
Silah ve mühimmatlar depoda stok olarak bulunmuyor; ihtiyaç olduğunda uluslararası pazardan el altından ya kiralıyor ya da satın alıyorlar.
Kiralık askerler, elektronik ortamdan dünyanın çeşitli yerlerinden bulunuyor. Yani, personeli çok uluslu.
IŞİD içindeki teröristlerle ilgili bilgileri okudukça, -örneğin dünyanın dört bir yanından gelmeleri, maaş almaları vs- aklıma kiralık ordularda bulunan paralı askerler geliyor.
Paralı askerin temel özellikleri var:
Çatıştığı yere dışarıdan geliyor.
Savaşma nedeni sadece para.
Paralı askerlerin göreve getirilmesi, yasal kavuşturmaya maruz kalmamak için dolaylı ve dolambaçlı yollardan oluyor.
Paralı asker birlikleri sadece o anki amaç için bir araya gelen geçici asker gruplar; iş bitince dağılıyorlar
Bilinir ki, örgütlü hareket etmeyen paralı askerler, sadece ferdi müşterileri için savaşmaya odaklanır.
Peki…
IŞİD’in müşterisi kim/kimler?
Kuşkusuz tahmininiz var.
Amaçlarından eminiz; bunlar ABD ve İngiltere’ye “gel gel yapıyorlar!” IŞİD’in kelle kesme görüntülerinin tüm dünyada yayınlanmasının sebebi ne olabilir?
GÖLGE HÜKÜMET
DÜNYADA iç savaşın sürdüğü 74 ülke var.
Dünya gündemindeki tek isyancı örgüt neden IŞİD?
Kuşkusuz örgüt, bulunduğu coğrafyadaki yeraltı zenginlikleri nedeniyle gündemde.
Bir zenginlik varsa küresel güçler oradadır, dedik.
Bu nedenle herkesin dilinde aynı soru:
IŞİD’in arkasında kim var?
Sorunun yanıtını ararken ABD'nin (ekonomik-siyasi) parçalı yapısını göz önünden ayırmamak gerekiyor. Örneğin…
Başbakan Obama ile Dick Cheney, Irak-Ortadoğu politikasında benzer düşüncede mi?
Bilinir ki; ABD'deki “Paralel Yapı”nın başında Amerikan tarihinin gelmiş geçmiş en güçlü Başkan Yardımcısı Dick Cheney vardır! Jürgen Elsasser “Gölge Hükümet” kitabında bunu net olarak ortaya çıkardı.
Cheney ve adamları (aynı Türkiye'deki Cemaat gibi) Kongre'den gizli bir terör programı hayata geçirmişlerdi!
Bu “Yeni Muhafazakar” (Neocon) ekibin İsrail (Likud Partisi) ile bağlantıları artık sır değil. Keza, İran'a savaş açmak isteyen de bu “kutsal ittifak” idi!
Amerika'nın “Paralel Yapı”sı Clinton-Obama'yı hep oyun bozan olarak gördü!
Obama, İran-Suriye'ye yönelik askeri müdahaleleri rafa kaldırarak Dick Cheney ve onun fitnelerini boşa çıkardı.
Evet soru şudur:
IŞİD, ABD'deki “Yeni Muhafazakar”/NeoConların/”Paralel Yapı”nın bir oyunu mu?
Amaçları, Halliburton'un kasasını yine dolarlarla doldurmak mı?
Göreceğiz…
Blog Arşivi
-
▼
2024
(182)
-
▼
Mayıs
(11)
- Cihan Yıldız_DEVRİMCİ KAMUOYUNA AÇIKLAMA_KUZEY KÜR...
- İBRAHİM KAYPAKKAYA VE HALK SAVAŞI STRATEJİSİNE DAİ...
- TARİHTEN İLHAM ALANLAR:’’Çelik aldığı suyu unutmay...
- Elektromanyetik_ Silahlar ve HAARP_____Bahar AŞCI
- DİSİPLİN ANLAYIŞIMIZA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ - 1_ Hal...
- Kemalizm Tahlili Denemesi-1-2-3_Türk Komprador Bur...
- Kemalizm’in Muntazam Olarak Mahkûm Edilme İhtiyacı
- DİN SORUNU, YABANCILAŞMA POST-MODERNİZM!___DİN FEL...
- DİSİPLİN ANLAYIŞIMIZA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ _2_Halil...
- SADAT'ın söylediği kiralık ordular nedir?
- BURJUVA BASINDAN_Takvim
-
▼
Mayıs
(11)
TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”
MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.
Kütüphane
- Anasayfa
- Partizan Dergi Arşivi -1992-2022
- Partizan Yayınları (1978-1980)
- Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-1-2
- Yarı Feodalizm - Tanımı
- Partimiz TKP-ML Darbeci Tasfiyeci Bir Saldırıyla Karşı Karşıya Kaldı!
- Diyarbakır Savunmaları__TKP-ML
- 1_ Tarih/imizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”
- 2- Tarih/imizden Notlar-KALANLAR VE AYRILANLAR-DARBE GERÇEKLİĞİ-1-2-3-4-5-6
- Hakim Üretim Tarzı ve Küçük Burjuva Kafa Karışıklığı
- İçel Ekonomisinin Yapısal Durumu
- Kemalizm Tahlili Denemesi-1-2-3_Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası
- 1-TARİHTEN_NOTLAR_Anti-Emperyalist Niteliğe Sahip Olmayan Bir Ulusal Hareket "ulusal devrimci" Hareket olarak Nitelendirilemez!
- 2-TARİHTEN NOTLAR_Sınıf Biliçli Proleterya Bütün ULUSAL HAREKETLERİ Niteliğine Bakmadan Desteklermi?
- 3-TARiHTEN NOTLAR__FIRTINALAR İÇİNDE, BIÇAK SIRTINDA; İLKELERE VE HUKUKA SIMSIKI TUTUNMA ZAMANI!*
- 4-TARiHTEN NOTLAR-Nubar Ozanyan_20Nisan2016
- "Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY_1-2
https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------
Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...
Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya
Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)