Proleter devrimcilerin görevi İmamoğlu’nu desteklemek değil,
halk kitlelerinin CHP’yi korkak ilan eden ve kurtuluşu sokakta gören demokratik
isyanlarını büyütmektir.
19 Mart itibariyle Türk burjuva egemen fraksiyonu olan
AKP-MHP koalisyonu meşruiyet krizine girmiştir. Burjuva devletin temel görevi
halkın can ve mal güvenliğini korumaktır ve bu görevi bir sözleşmeyle, yani
anayasa eliyle yürütür. Gelinen aşamada egemen burjuva-faşist fraksiyon kendi
meşruiyetinin de kaynağı olan anayasayı fiilen hükümsüzleştirdi, halkın can ve
mal güvenliğini ise tehdit eder hâle geldi. Bu kendi yazılı hukukunu da
tanımayan durum, tekil ve tikel örneklerle geçmişte de varken, 19 Mart itibariyle
genel bir duruma dönüşmüştür.
Burjuva devrimlerin en önemli kazanımı olan genel oy hakkı,
bugünkü dünyada, tekelci burjuvazinin ve onu temsil eden siyasetlerin önüne bir
engel oluşturmaktadır. Artık burjuvazinin kanun yapmak için bir parlamentoya,
Lenin’in deyimiyle ahıra ihtiyacı yoktur. Çünkü burjuvaziye kendi koydukları
kanunlar bile dar gelmektedir, sömürü ihtiyaçlarına engel olmaktadır.
Türkiye burjuva siyasetinde de bir süredir, bu genel durumun
yansımaları yaşanmaktadır. Özellikle geçtiğimiz iki yerel seçimde, bütün büyük
kentlerin yönetiminin burjuva muhalefete geçmesi, burjuva egemenliği içerisinde
ikili iktidar yarattı. Merkezi idare ile yerel idare iki ayrı burjuva
fraksiyonun elinde kaldı. Kapitalizmin dünya genelindeki genel seyri, bu ikili
iktidar durumuna izin vermemektedir. Sermayenin büyüme ihtiyaçları siyasetin
bütünsel olarak tekelleşmesini ve otoriterleşmesini arzu etmektedir.
Yine uluslararası emperyalist rekabetin bir sonucu olarak,
Orta Doğu’nun önemli siyasal düğümlerinden birini temsil eden, Kürt sorununun
“çözülmesi” daha da yakıcı hale geldi. AKP-MHP faşist iktidarı böyle bir
dönemde, Kürdistan’a atadığı kayyımların gölgesinde, Kürt Özgürlük Hareketi’ne
yeniden havuç uzattı. İktidarın amacı hem bölgesel hegemonyacılığını
güçlendirmekti hem de Kürt ulusunu Türkiye demokrasi güçlerinden koparmaktı.
Kürk Özgürlük Hareketi’ni koparma konusunda kısmen başarılı oldu ama faşist
rejime güveni kalmayan Kürt halk kitleleri konusunda kısmi de olsa başarılı
olabildiğini sanmıyoruz. Özellikle büyük kentlerde yaşayan Kürt halk kitleleri
AKP-MHP rejiminin CHP’ye operasyon çekerken dahi, bunu Kürt düşmanlığı
üzerinden yaptığının farkındadır.
19 Mart’ta başlayan halk isyanı, tıpkı 2013 Gezi isyanı gibi
kentli sınıfların demokratik isyanıdır. İçinde, farklı sınıfların muhtelif
eğilimlerini barındırmaktadır. Bunlar 19 Mart ile Gezi arasındaki ortak
özelliklerdir. Ancak güncel mücadele açısından 19 Mart ile Gezi arasındaki
farkları ortaya koymak çok önemlidir.
Birinci fark: Gezi’nin siyasal önderliği yoktu ve yaşandığı
süreç içerisinde de herhangi bir siyasal önderlik oluşamadı. 19 Mart isyanının
önderliği burjuvazinin muhalif fraksiyonu olan CHP’dir. 19 Mart ayaklanmasının
önderliği CHP olmasına rağmen, ayaklanmayı itekleyerek sürdüren halk kitleleri
şimdiden CHP’yi aşan bir siyasal niteliğe ulaştı. Kitleler “Korkak CHP” ve
“Özgür gelsene biber gazı yesene” gibi sloganlarla yalnızca CHP sınırlarını
aşan bir siyasal niteliğe ulaşmakla kalmıyor, aynı zamanda, hâlâ sandık
geveleyen CHP’yi sokakta tutan da bir basınç uyguluyor.
İkinci fark: Gezi, AKP ile Fetullahçılık arasındaki krizi
büyütmüştü. AKP’nin şimdiki partneri MHP ile böyle bir krizin oluşması şartları
var mıdır? Bu soru şimdilik belirsizdir. Ancak bürokrasiyi büyük ölçüde
tekeline almış ve kaderini Erdoğan’la birleştirmiş görüntüsündeki bir MHP,
AKP’den kopmaya ne kadar yeteneklidir, bu gerçekten şüphelidir. Görünen şudur
ki, Gezi’ye kıyasla ayaklanma bastırma olanaklarını daha çok geliştirmiş bir
devlet aygıtı ile karşı karşıyayız.
Üçüncü fark: 19 Mart isyanının Gezi isyanından en büyük
farkı, bugünkü isyan pandemiden beri aşılamamış bir yoksullaşma ve ekonomik
kriz içerisinde başladı. Yoksullaşmadan kaynaklı olarak da AKP-MHP rejimi ciddi
bir toplumsal meşruiyet krizi yaşamaktadır. İktidarın toplumsal desteği hiç
olmadığı kadar daralmıştır. Kitlelerin demokrasi talebinin yanında muazzam da
bir sınıfsal öfkenin biriktiği bir aşamada isyan başladı. Meselenin bu yanı
CHP’yi aşan, hatta CHP’yi de hedef alacak bir ideolojik-siyasal potansiyele
sahiptir. Çünkü demokrasi talebine ekmek talebi eklenirse eğer, bu yalnızca
AKP-MHP faşist rejimini değil, bütün olarak düzeni hedef alan bir etkinliğe
dönüşebilir.
Dördüncü fark: Kitlelerin ekmek talebini siyaseten temsil
edecek, proleter devrimci siyaset bugünkü isyana, Gezi’ye kıyasla daha zayıf
bir güçle yakalanmıştır. Bu bir olgudur.
Son fark, bizim açımızdan en önemli farktır. Çünkü proleter
devrimci siyaset bir asırlık tarihinin en zayıf dönemini yaşamasına rağmen,
muhtelif siyasal çevrelerden bir avuç sosyalist genç, bugünkü ayaklanmanın
sürükleyici dinamiği olan üniversiteli gençlik eylemliliklerine öncülük
etmektedir. Eşitsiz gelişme yasası işlemektedir. Zayıf olanın nesnel koşullar gereği
güçlü olma olanağı doğmuştur.
Mevcut koşullar toplumları ve siyaseti aşırılığa
zorlamaktadır. Ya zorbalık daha da kurumsallaşacak ve hiçbir demokratik hak
kalmayacak ya da düzeni temellerinden sarsacak proleter devrimci siyaset,
tarihte bu coğrafyada hiç olmadığı düzeyde güçlenecektir.
19 Mart’la AKP-MHP rejimi bu anlamda dönülmez bir yola girdi
ve eskiye dönme ya da uzlaşma olanağını da yitirdi. İktidar ya daha da
sertleşecek ya da çözülecektir. Girişte belirttiğimiz gibi, bu hakikat sadece
ulusal dinamikler içindeki çelişmeler açısından değil, uluslararası dinamikler
içindeki çelişmeler gereği de böyledir.
Gelinen aşamada proleter devrimci siyasetin önünde
ivedilikle yapması gereken iki görev vardır:
Bir; proleter devrimcilerin görevi İmamoğlu’nu desteklemek
değil, halk kitlelerinin CHP’yi korkak ilan eden ve kurtuluşu sokakta gören
demokratik isyanlarını büyütmektir. İmamoğlu’na destek olmak, CHP’ye
yedeklenmek başka; genel oy hakkını ve adil yargılanma hakkını savunmak başka
bir şeydir. Bağımsız-birleşik devrimci siyaset bu nedenle, tam da isyan eden
kitlelerin sel gibi akan eylemleri içinde kurulmalıdır. Halkın ayağa kalktığı
bu süreçte “sol” gerekçelerle eylemlerden uzak durmak da bağımsız-devrimci bir
hat ısrarı yerine CHP’ye eklemlenmek de hem faşizmin daha da kurumsallaşmasına
yol açar hem de proleter devrimciliğe ölümcül bir darbe indirir. Proleter
devrimciler halkın isyan ettiği her alanda, emekçi halkın en geniş güçlerini
birleştirerek ve bütün bir düzen siyasetini hedef alarak devrim isteğini arşa
çıkarmalıdır.
İki; proleter devrimciler bütün demokratik güçleri, halk
sınıflarını temsil eden tüm siyasetleri bir eylem birliği platformunda
birleştirmelidir. Gezi’de kuramadığı devrimci koordinasyonu ve birleşik
mücadeleyi bu defa kurmalıdır. Kitlelerin demokrasi ve ekmek talebi bu
platformun asgari programı olmalıdır. Böyle bir platform ivedilikle kurulursa
eğer hem burjuva muhalefetin peşine takılmanın ve ideolojik uzlaşmacılığın
önüne geçilir hem de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye demokratik güçleriyle
bağları güçlenir ve Kürt halk kitleleri isyana daha güçlü katılır.
Zor bir süreçten geçiyoruz. Hızlı bir araya gelip, hızlı
kararlar alıp, hızla alınan kararları uygulamamız gereken bir dönemdeyiz. Uzun
tartışmalara ayıracağımız, kendi “dükkanlarımızı” koruma refleksleriyle hareket
edeceğimiz bir tarihsellikten geçmiyoruz. Bu nedenle birleşik mücadelenin
kurulması için bütün komünistlerin sorumlu davranması gerekmektedir.