İktidar kanadı
çıkış arıyor
19 Mart
darbesiyle birlikte ortaya çıkan toplumsal muhalefet direnci, iktidar kanadını
hayli zorlamışa benziyor. Bunun üstesinden gelebilmek adına fiziki şiddet,
aleni işkence, cinsel taciz, tutuklama, hapse atma ve akla gelebilecek daha pek
çok psikolojik harp taktikleriyle toplumu terörize etme gibi, çok yönlü azgın
bir devlet terörü estirilmekte.
Ve eş zamanlı
olarak direniş cephesini içten zayıflatma ve toplumsal ilgi odağını dağıtma
hamlesi olarak, “çözüm süreci”ni hızlandırma ve yeni anayasa hazırlama kartı
devreye sokulmak isteniyor. Bununla hedeflenen, öncelikli olarak DEM Partiyi
muhalif toplumsal direniş hattından koparmak veya en azından, tıpkı Gezi
sürecinde olduğu gibi, nötr pozisyona çekmektir. İkinci olarak da toplumun ilgi
odağını dağıtarak; 19 Mart darbesiyle alevlendirdikleri toplumsal tepkiyi
soğutma ve giderek de sönümlenme sürecine sokmaktır.
İşte bunun bir gereği olarak, yine Bahçeli aracılığıyla, Devlet-Öcalan Mutabakatının ortak üst paydası olan “Demokratik Toplum İnşası” için ilk adım olarak yeni ‘demokratik’ bir anayasanın acilen hazırlanması gündemi oluşturulmaya çalışılıyor. Örneğin bu, devlet sözcüsü görevi üslenmiş olan Bahçeli tarafından şu ifade ve vurgularla dile getiriliyor:
“Terörsüz Türkiye hedefimiz inşallah gerçeğe dönüşmektedir. Türkiye çok şükür milli birliğin tahkim olduğu, barış ve huzurun kalıcılaşacağı bir döneme girmiştir. Yeni bir siyasi ve toplumsal hayat vasat bulmaktadır. İmralı’nın 27 Şubat’ta DEM Parti heyeti aracılığı ile yaptığı PKK’ya (…) kendisini feshetme çağrısı tarihi bir dönüm noktasıdır. Milletimiz umutlu bir bekleyiş içerisindedir. Bu beklentiyi hüsrana değil sevince dönüştürmek elimizdedir. Neyi nasıl yaparsak milletimizin hayrına olur düşüncesiyle hareket etmek durumundayız.” (*)
Etkili bir karşı atak gerekiyor
Toplum nezdinde
iktidar kanadının bu hamlesini kesinlikle yoğun bir propaganda ve alternatif
gerçek demokratik bir anayasa talebi ile etkisiz kılmak gerekiyor. Bunun için
de özellikle, hazırlamayı düşündükleri yeni anayasanın nasıl tamamen tek adam
yönetimini esas alan ve hali hazırda yürürlükte olan bu ceberut faşist
başkanlık sisteminin tahkimi amacı güttüğünün giçlü bir şekilde deşifre
edilmesi gerekiyor.
Bu aynı zamanda, Öcalan ve DEM Partinin
manipüle ettiği; bu yeni anayasa hazırlığıyla “demokratik bir toplum inşasının
mümkün olabileceği” söyleminin nasıl koca bir aldatmacadan ibaret olduğunun
daha kolay görülebilmesine de hizmet edecektir. Çünkü demokrasi ve dolayısıyla
da demokratik bir anayasa hazırlamak hem bu ırkçı ve İslamo faşist çetenin
fıtratına aykırıdır ve hem de onları böylesi bir adım atmaya mecbur bırakacak
güçlü bir kuşatılmışlık hali söz konusu değil. Nitekim Bahçeli’nin kaleme
aldığı “yüzyılın manifestosu” yeni anayasa kılavuzu, adeta bu faşist karakterin
belgesi niteliğindedir.
“Demokratik
Toplum İnşası” mutabakatı
Bilindiği gibi
devlet kanadı ile Öcalan Kürt sorunun barışçıl yollarla, siyaset ve hukuk
zemininde çözümünü öngören bir mutabakat anlaşmasına vardı. Bu mutabakatta
devletin iç cepheye yönelik birinci önceliği PKK’nin silahlı mücadeleyi
bırakması ve silahlarını teslim etmesi ve keza Kürt sorunun çözümünün “eşit
anayasal vatandaşlık” ve “yerel yönetimler özerkliği” üzerinden sağlanmasıydı.
Dış cephede ise
diğer parçalardaki Kürtlerin Türk Devletine entegrasyonun bir şekilde
sağlanmasıydı. Öcalan açısından bunlar son derece makul ve reel politik olarak
da günün koşullarıyla uyumluydu. Nitekim Öcalan zaten bunları ta İmralı süreci
itibariyle ileri sürüp savunuyordu da. Üzerinde anlaşmaya varılan bu
mutabakat, topluma ve ama özellikle de PKK’nin sosyal tabanına; “Demokratik
Toplum İnşası” üst başlığı ile empoze edilecekti.
Tabii Kürt
sorunun çözümünü esas aldığı iddia edilen bu “Demokratik Toplum İnşasının”
aslında neyin nesi olduğu ise adeta bir “devlet sırı” olarak kamuoyundan
gizlendi. Oysa her toplumsal kesimin kendine göre bir “demokrasi” ve
“demokratik toplum” anlayışı, gereksinim ve beklentisi vardır. Ama işte yine de
ezilen bir ulusun baş müzakerecisi sıfatıyla Öcalan, ezen ulusun egemenlik
aparatı ve aynı zamanda da İslamcı-ırkçı-faşist bir devlet ile; “Demokratik
Toplum İnşa etme” asgari müştereğinde buluşabilmişti.
Fakat yine de bu
“Demokratik Toplum İnşasının” neyin nesi olduğunun kamuoyundan gizlenmesi
ısrarı, Bahçeli’nin bayram mesajına kadar titizlikle sürdürülmüş oldu.
Bahçeli’nin açıklamalarının ortaya koyduğu acı gerçek ise; mutabakatın içeriği
ve kapsamı konusunda bilgi sahibi olan Kürt siyasetçilerinin, affedilmesi
mümkün olmayan bir karartma ve manipülasyonla bu süreci, Öcalan’ın soyunduğu
İdrisi Bitlisi rolüne uygun olarak sürdürmeyi kendilerine görev edindikleridir.
Çünkü ortada,
yeni bir anayasa üzerinden inşa edilecek herhangi bir demokrasi de demokratik
toplum inşası da söz konusu değil. Yeni anayasada yapılacak tek değişiklik,
adeta sadece, vatandaşlığın etnik köken üzerinden yapılan tanımının
değiştirilmesi oluyor (Böyleyken, bunca alttan ve geriden alışı hangi daha
büyük kazanımlar adına yaptıklarını kamuoyuna ve ama özellikle kendi
tabanlarına açıklamamaları da bir başka kapalı kapıcılık ve anti demokratik
yaklaşım örneğidir). Bunu şu ifadelerle formüle ediyor Bahçeli:
“Demokratikleşmeye
dönük adımlara, milletimizi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırma gayesi
olarak, etnik siyasetin taleplerini aşan bir siyaset tarzıyla bakılabilecektir.
İmralı çağrısında
yer alan ‘kültüralist politikalar dahil hiçbir talep söz konusu değildir’
söylemi çerçevesinde devletin atacağı adımlar etnik değil insani düzlemde ve
herkese göre olmalıdır”
“Türkiye
Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, eşit hak ve
yükümlülüklere sahiptir.” (*)
PKK önder
kadrolarından Bese Hozat’ın ifşa etmesinden anlaşıldığı kadarıyla mutabakata
varılan bir diğer konu ise Kürt sorununa yerel yönetimler özerkliği şeklinde
bir çözümün öngörülmüş olmasıymış. Bunlar dışında toplumun
demokratikleştirilmesini içeren hiçbir şey söz konusu değil. Tam aksine yeni
anayasa tamamen, başkanlık sisteminin daha da tahkim edilmesi için
istenmektedir. Örneğin şunları yapmak istiyorlarmış:
İktidar blokunun yeni anayasa referansı
“(…) Yönetim
sistemimiz etkinlik ve esneklik sağlayabilecek özelliktedir. Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi siyasi ve toplumsal uzlaşmanın ön plana çıktığı bir yönetim
yapısıdır. Şartlara ve gelişmelere cevap veren dinamik demokratik bir
tercihtir. (…) Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle, ülkemiz, yönetimde
istikrarın tesis, temsilde adaletin temin edileceği bir yönetim sistemine
kavuşmuştur.
Güçlü yönetim,
etkin meclis ile Türkiye’nin maruz kaldığı tehditlere daha güçlü karşılık
verebilmesi mümkün hale gelmiş, (…) Devlet ile millet bütünleşmiş, milli şuur
ve egemenlik siyasetin tek belirleyicisi haline gelmiştir. (…) Yargı, yasama ve
yürütme katı biçimde birbirinden ayrılmış, kuvvetler arasındaki ayrım ve
ilişkiler olması gereken şeklini almıştır. Yasama ve yürütme arasında güçlü bir
denge ve denetim sistemi kurulmuş ve hukukun üstünlüğü teminat altına
alınmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte Parlamenter sistem
döneminde yaşanan anti demokratik süreçler, muhtıra ve darbeler dönemleri
kapanmış, Türkiye prangalarını söküp atmıştır.” Keza:
“Ahlaki kirlilik
(“millet ve milli irade” kapsamına sadece kendilerinin sadık kemik tabanını
aldıkları göz önünde bulundurulursa, bununla neyi kastettikleri de kolayca
anlaşılacaktır. Bn.) ve yolsuzluklara kararlı ve etkin mücadele suretiyle temiz
siyaset, temiz yönetim, temiz toplumu tesis etmektir.”
“İstihdam
edilebilirliği yüksek, eğitimli, sağlıklı, vasıflı, yüksek ahlak ve seciye
sahibi, Türk kültür ve değerlerini özümsemiş, evrensel düzeyde iddia sahibi bir
gençlik yetiştirmektir.”
“Milli ve manevi değerleri
güçlendirerek kültürel ve ahlaki yozlaşmayı önlemektir.” (Malum, bu gayeyle
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” bile hazırlandı. Bn.)
“Bize göre
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yönetim istikrarını, temsil adaletini ve
uzlaşma kültürünü tesis eden yapısını daha da kurumsallaştıracak atılımları
yapmak 28’nci dönem TBMM’nin önemli bir sorumluluğudur. Bu kapsamda;
devletimizin kuruluş ilkelerini (bu vurgu, tayin edici bir çerçeve çizer. Yani
mevcut Anayasa’nın ilk üç maddesinde yer alan o faşizan tekçilik olduğu gibi
korunacaktır. Bn.), Cumhuriyetin temel niteliklerini koruyan, çatısının
başkanlık sisteminin ana ilkelerince örüldüğü, milli ve katılımcı, kapsayıcı
demokratik yeni bir anayasa ile (…)”
“(…) etnik
kökeni, dini ve mezhebi, ideolojik aidiyeti, siyasi görüşü ne olursa olsun ‘bu
vatan benim, bu bayrak hepimizin, bu devlet benim’ diyen ve bu değerlere yan
gözle bakanlara (“yan gözle bakmak” bile suç sayılacaksa, demokratik bir
anayasa ve toplumun olmazsa olmazı sayılması gereken demokrasi ve düşünce
özgürlüğü nasıl mümkün olabilecek acaba? Bn.) tavır alabilen herkes baş
tacıdır, can beraberimizdir.” (*)
Özetle
İktidar kanadının
nasıl bir anayasa ve keza bu anayasa ile nasıl bir “demokratik toplum inşası”
istediği, Bahçeli’nin sunduğu “referansta” tüm açıklığıyla izah edilmiş
durumda. Kimsenin bunu MHP liderinin kendisinin bireysel veya partisinin görüş
ve yaklaşımının paylaşılması olarak görme yanılgısına düşmemesi gerekiyor. Öyle
ki bunca alenileşen şeylere rağmen hâlâ da bazıları (ki bunların bir kısmı
devletçi refleksleriyle, bilinçli olarak böyleymiş gibi sunmaya devam
ediyorlar.) böyleymiş gibi yorumluyor ve dolayısıyla da toplumun itiraz
gardının bozulmasına hizmet ediyorlar.
Bu süreç ne
Bahçeli tarafından başlatılmıştır ne de Bahçeli tarafından belirlenen
parametrelerle ilerliyor. Bu süreç bir devlet projesi olarak tasarlanmış,
Öcalan ile ortaklaştırılmış stratejik bir devlet politikasıdır. Fiiliyata
geçirilmesi de buna uygun yapılan plan, görev ve rol dağılımlarına göredir.
Dolayısıyla da Bahçeli’nin bunun dışına çıkıp, kendisine vazife edinme şansı da
pek mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda olmak üzere; Bahçeli’nin yukarıya
aktarılan ifadeleri de yapılacak anayasa ve tasarlanan “demokratik toplum
inşasının” genel çerçeve referansı olarak okunmalıdır.
PKK ve DEM Parti tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır
Öcalan’ın tavır
değiştirmesini ummak ve beklemek, en iyimser ifadeyle safdillik olur. Ama PKK
ve DEM Parti bu topa iktidar bloğu safında girmeyerek bu oyunu bozabilir. Çünkü
Öcalan’ın destek verdiğini söylediği bu devlet projesinin içinde demokrasi de
demokratik toplum inşası da Kürt sorununun eşit haklar temelinde barışçıl
çözümü de yoktur. Dolayısıyla da bu ceberut iktidara, Kürtlere tutunarak güç
tahkim etme şansının tanınmaması tarihi bir sorumluluktur.
Bu ceberut
iktidar bloğunun artık kesinlikle feshedilmesi gerektiği iradesi oluşturmuş
karşı cephenin tüm demokrasi güçleri başta olmak üzere CHP ile asgari müştereği
demokrasi ve Kürt sorunun eşit haklar temelinde çözümü olan yeni bir ittifak
pekâlâ oluşturulabilir, bunun koşulları mevcuttur. Öznel koşullardaki
elverişsizlikten ötürü devrimsel yıkıcılığın pek de mümkün olmadığı bugünün
somutunda, ileriye yönelik bir mevzi kazanımı olarak, bunu denemek ve zorlamak,
düne göre bugün çok daha olanaklı bir seçenek değil midir acaba?
(*) (https://www.odatv.com/guncel/devlet-bahceli-turkgun-yazisi-terorsuz-turkiye-cagrisi-120092698 )
----------------------------------------------------------------Gönderen Halil Gündoğan