22 Nisan 2025 Salı

DENGÊ AZADÎ | İsrail-TC Arasındaki Çelişkiler ve Rojava’nın Statü Mücadelesi_22 Nisan 2025

"Bir Ortadoğu realitesi olarak bu coğrafyada denklemler ve dengeler, silahlar üzerinden kurulmaktadır."

 Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, 450 milyon nüfusa karşılık 10 milyonluk nüfusu ile Siyonist İsrail devleti, bütün bir Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde ana figür olarak öne çıkmayı sürdürüyor. 

ABD’nin başını çektiği batılı emperyalist bloğun hem kendi içinde yaşadıkları çelişkiler-anlaşmazlıklar hem de Çin-Rusya emperyalist bloğu ile sürdürdüğü hegemonya savaşı ve İran devletinin etkisini kırmak için geliştirdiği saldırılar, Ortadoğu’da savaşlara-katliamlara neden olurken, diğer taraftan da ciddi bir belirsizliğe ve istikrarsızlığa yol açıyor. Siyonist İsrail devleti, şiddet sarmalını Gazze’den başlayarak tüm Ortadoğu’ya yaymak için bölgesel çapta saldırılarını devam ettiriyor.

Bölgesel hegemonya mücadelesinde, başını ABD’nin çektiği emperyalist kampın çıkarlarını yaşama geçirmek ve uşak pozisyonunu sağlama almak için TC ve İsrail devletleri arasındaki rekabet özellikle Suriye üzerinde giderek keskinleşiyor.


İsrail, son dönemde Suriye’nin stratejik askeri üslerini imha etmek için yoğun hava saldırıları düzenledi. Bu hava saldırılarıyla, İsrail, kendisine yönelecek tehditleri ortadan kaldırmayı amaçladığını söylerken, Nisan ayının başından itibaren yapılan saldırılar, TC devletinin yapmayı planladığı hava üslerine ve mevzilenmeye yönelik gerçekleştirildi. Siyonist İsrail’in sözcüleri, bu hava saldırılarının direk TC’nin Suriye’de üslenmesi ve hakimiyetini geliştirmesine yönelik olduğu yönlü açıklamalar yaparak TC devletini uyardı. 


TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise “Suriye’de İsrail de dahil başka bir ülke ile çatışmaya girmeyi istemiyoruz. Suriye’de deklare ettiğimiz bir askeri üssümüz yok” diyerek karşılık verdi.

İsrail, başta Dürziler olmak üzere Kürtlerin, Alevilerin, Hristiyanların haklarını savunma hamiliğini Suriye’deki işgallerinin kamuflajı yapmak istemektedir. Ancak ne İsrail’in ne TC’nin ne de “demokrasi” havarisi kesilen emperyalistlerin yeryüzünde tek bir insanın dahi hakkını savunmak bir yana dursun, tüm haklarını ellerinden almak için yaptıkları zulümlere şahittir tarih.

İsrail-TC arasındaki gerilime ABD “ayarı”


AKP-MHP faşist iktidarının bir süredir dile getirdiği İsrail’in, TC için bir tehdit oluşturduğu savı, iç siyasette kullanışlı bir aparat haline gelmişti. Ancak durum gittikçe Suriye sahasında bir çatışma haline dönüşme ihtimalini güçlendirmişken, TC’nin Palmira’da kurmak istediği T4 Hava Üssü’ne yönelik İsrail saldırılarının ardından TC “sert” söylemlerini yumuşatmıştır.

Netenyahu, bölgedeki gelişmeler ve TC’nin Suriye’de artan hakimiyetine yönelik Trump ile görüşmüş, bu görüşmede ABD’nin kendi bölgesel çıkarlarına hizmet edecek şekilde İsrail-TC ilişkileri ele alınmıştır. Henüz ABD’nin Suriye’deki emperyalist politikaları bilinçli şekilde belirsizliğini sürdürürken, bu görüşmede bir kez daha da ortaya çıkan tablo, ABD’nin bölgedeki ileri karakolları İsrail ile TC devleti arasında bir uzlaşı sağlamaktır. Elbette ki, Suriye’de İsrail ve TC’nin uzlaşı sağlayabilmesi adına her iki tarafın -ağırlıklı olarak İsrail devletinin- çıkarlarının gözetildiği bir anlaşma için ABD baskı yapacaktır. Zaten hemen görüşmenin ardından İsrail-TC devletleri arasında çatışmasız mekanizması kurulması amacıyla Azerbaycan’da ilk teknik görüşme yapılmıştır.

İsrail ve TC devletlerinin Suriye’deki çıkar ve hesapları gözönüne alındığında rekabet savaşının çeşitli biçimlerde süreceğini söylemek mümkün ancak bu çelişkilerin uzlaşmaz olmadığını hesaba kattığımızda ABD’nin öncülüğünde bu çelişkilerin bir çatışmaya dönmeyeceğini, Suriye’de TC’ye bir “sus payı” verilerek İsrail’in tam denetimini sağlayacak şekilde ilişkilerin yeniden düzenleneceğini söylemek gerekir.

Rojava Özerk Yönetimi’nin statü mücadelesi


İktidarını sağlamlaştırmak için zaman kazanmaya çalışan DAİŞ artığı Colani’nin ilan ettiği geçiş hükümeti ile QSD arasında ABD’nin arabuluculuğuyla 8 maddelik anlaşmanın imzalanmasının ardından bu maddelerin sahada yavaş yavaş uygulanmaya başladığını söylemek mümkün. Bu anlaşmanın ilk adımı, Colani yönetimi ile Halep’in Şexmeqsud ve Eşrefiye halk meclisi temsilcileriyle her iki mahallenin statüsü için 1 Nisan’da 14 maddelik bir anlaşma imzalanarak atıldı. Anlaşmanın Rojava Özerk Yönetimi’nin belirlediği çerçevede yapıldığı, bu açıdan esasta Özerk Yönetim’in talepleri lehinde olduğunu söylemek gerekir. Özerk Yönetim, bu iki mahalle üzerinden yapılan anlaşmanın tüm Rojava için yapılması talebiyle birlikte, bunun da anayasal olarak garantiye alınmasını istiyor. İdari özerkliğin tanındığı bu anlaşmayla birlikte tüm kurumlar olduğu gibi varlığını korurken, zaten kısa süre içinde YPG-YPJ güçleri, mahalleleri İç Güvenlik yani Asayiş güçlerine teslim ettiler. Asayiş güçleri halihazırda Kürt halkının kendi öz güçlerine dayanarak kurdukları savunma kuvvetleriydi.

O açıdan, Şexmeqsud ve Eşrefiye mahalleri üzerinden gerçekleştirilen ve hızlıca pratiğe konulan anlaşmanın önümüzdeki süreçte Rojava Özerk Yönetimi’nin Suriye’deki yeri ve statüsünün bir sureti olduğunu söylemek gerekir.

Diğer taraftan yakın zamanda TC devleti ile Özerk Yönetim arasında bir ateşkes anlaşması imzalanmış, TC her ne kadar bunu gizlese de, Özerk Yönetim’in temsilcileri çeşitli şekillerde bu ateşkesin olduğunu ifade etmiştir. Yapılan her iki anlaşmanın da ABD’nin arabuluculuğunda olması, ABD’nin Suriye’deki politikalarında Özerk Yönetim’e verdiği desteği sürdüreceğini göstermesi ve TC devletinin Suriye’de Kürt ulusunun herhangi bir statü kazanmamasına yönelik yaptığı hesapların büyük oranda boşa düşürülmesi açısından Suriye’deki gelişen sürecin şimdilik büyük oranda Rojava Özerk Yönetim’in lehine olduğunu söylemek mümkündür.

Faşist TC’nin SMO çeteleri eliyle işgal ettiği Serekaniye, Afrin ve Gire Sipi’nin ise ne olacağıdır. İşgal sebebiyle yerlerinden zorla göç ettirilen halkın durumu belirsizliğini korumaktadır. Her ne kadar Afrin’i HTŞ büyük oranda devralmış olsa da, Afrinli göçmenlerin evleri-toprakları hala HTŞ ve SMO çeteleri tarafından işgal altındadır. Yine aynı şekilde Serekaniye ve Gire Sipi’de de çeteler ve aileleri varlığını sürdürmektedir. Bu çetelerin nasıl çıkarılacağı, işgal edilen yağmalanan evlerin- arazilerin nasıl boşaltılıp, göçmen halkın nasıl döneceği konusu belirsizliğini korurken, göçmen halk ve Özerk Yönetim, işgalin sonlandırılması, döneceklerin haklarının güvenceye alınması ve toplu bir dönüşün sağlanması için mücadelesini sürdürmektedir.

Rojava’daki son gelişmeler bağlamında uzun süredir yapılmak istenen ve Newroz sonrasına bırakılan bütün Kürt parti ve örgütlerin biraraya geleceği Kürt Ulusal Kongresi’nin önümüzdeki günlerde yapılacağı açıklandı. Yıllardır yapılmak istenen ve sürekli ertelenen Kongre’nin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel, ENKS idi. Ancak bu konuda da özellikle Fransa’nın arabuluculuğunda ENKS ve PYD arasında görüşmeler gerçekleşmiş, belli konularda anlaşma sağlandığı açıklanmıştır. Kürt parti ve örgütlerinin yaptıkları görüşmelerde, Kürtlerin haklarını elde etmesi, “Yeni Suriye Anayasası”nda Kürtlerin yer alması için Şam ile görüşmek üzere bir komite oluşturulmasına mutabakata varıldığı, toplanacak kongrede de bunun deklare edileceği belirtilmektedir. Rojava Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Eşsözcüsü İlham Ahmed’in kırmızı çizgi olarak ifade ettiği Ademi Merkeziyetçilik konusu, Şam ile yürütülecek sürecin, Özerk Yönetim’in yeni Suriye yönetiminde statü mücadelesinin ana eksenini oluşturacaktır.

Emperyalistler, direniş güçlerini silahsızlandırmak istiyor

HTŞ, “devrik rejimin kalıntılarına karşı operasyon” adı altında Alevilere yönelik katliamlarını sürdürürken, Alevilere yönelik katliam, bir kez daha “Bir halkın ordusu yoksa hiçbir şeyi yoktur” tezini doğrulamaktadır. Tam da bundan kaynaklı emperyalistler, yeniden bir paylaşım savaşına hazırlandıkları ve Ortadoğu’da haritaların yeniden çizdiği böylesi bir süreçte, önlerine çıkacak her türlü direniş gücünü ya da potansiyelini tasfiye etmek için dur durak bilmeden saldırıyorlar. Emperyalistlerin ve onların bölgesel jandarmalığına soyunan güçlerin saldırganlığının, bölge halklarına yönelik olduğunu belirtmekte fayda vardır. Ortadoğu coğrafyasında devrimci komünist hareket genel olarak cılız ve öncülük rolünü oynamaktan uzaktır. Bununla beraber farklı misyon ve formlarda çeşitli silahlı grup ve örgütlenmeler bulunmaktadır. Kürt ulusal hareketinden, HAMAS’a, Hizbullah’tan Haşti Şabi güçlerine kadar geniş bir coğrafyaya yayılan bu silahlı yapılanmalar, kendi misyon ve amaçlarından bağımsız olarak çeşitli emperyalist ve bölgesel güçler nezdinde kendileri için tehdit unsuru olarak değerlendiriliyorlar.

Elbette ki, ilk başta (Filistin örneğinde olduğu gibi) silahlı devrimci güçler olmak üzere en genel haliyle “kontrol dışına çıkma” potansiyeli taşıyan yapılanmaların silahlı varlıklarına son verilmesi, emperyalistlerin ve onların bölgesel uzantılarının öncelikli hedefleri arasındadır. Bunun için de ya doğrudan silah bırakılması ve kendilerini fesih dayatmasında bulunmakta ya da bulundukları ülkelerde egemen merkezi ordulara dahil edilerek tasfiye edilmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bu silahlı grupların karakterinden bağımsız olarak, emperyalist barbarlığın bölge halklarına yaşattığı katliam ve sefalet koşulları her geçen gün ağırlaşmakta ve giderek büyük bir isyan dalgasının kapısını aralamaktadır. Bu açıdan bu gibi yapılanmaların kendi niyetlerinden bağımsız olarak kitlelerde yaratacağı silahlı mücadeleye yönelim ve bunun doğrudan emperyalizme ve onun uzantılarına yönelmesi ihtimali en büyük korkularını oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, ABD ve onun bölgesel hempaları, silahlı grupların silahsızlandırma veya merkezi ordulara dahil edilerek tasfiye edilmesi çalışmalarını hızlandırmış bulunmaktadırlar. Bunun için de her türlü mekanizmayı devreye sokmuşlardır. Bu mekanizmanın katliam ve soykırım mekaniği ile işlediği de gerçektir.

Diğer taraftan, başta ABD ve AB emperyalistleri, Ortadoğu’ya ağır ve stratejik silahlar konuşlandırmaya hız vermiş durumdadır. Hava savunma sistemlerinden karadan karaya fırlatma füze ve stratejik bombardıman uçaklarına kadar ABD ve AB emperyalistleri bölgedeki askeri varlıklarını tahkim ediyorlar.

Gerici ve haksız savaşlar ancak devrimci ve haklı savaşlarla alt edilebilir!


Bir Ortadoğu realitesi olarak bu coğrafyada denklemler ve dengeler, silahlar üzerinden kurulmaktadır. Kimin ne kadar askeri gücü ve silah kapasitesi ne kadarsa o oranda ya bu denkleme dahil olmakta ya da tersinden denklem bozucu bir rol oynamaktadır. Bölge halklarının da emperyalizm ve onun gerici uzantıları karşısında daha fazla silahlanmaya ihtiyacı vardır. 

Bir bütün Ortadoğu’ya damgasını vuran çelişki emperyalizm, bölge gerici devletleri ile bölge halkları arasındadır. Emperyalizmin ve onun uzantısı gerici güçlere karşı anti-emperyalist, anti-faşist-siyonist cephenin oluşturulması ihtiyacı ön plana çıkmıştır. Ortadoğu halklarını bölgesel düzlemde birleştirecek bir dinamizmin yaratılarak birleşik bir anti-emperyalist, anti-faşist-siyonist cephenin yaratılması, bölge devrimci ve ilerici güçlerinin omuzlarına bir görevdir.

Başta ABD olmak üzere emperyalizmin, her cephede bölgeye yönelik saldırılarını artırdığı ve gerici savaşları tırmandırdığı bu dönemde, bölge halklarının da bölgesel olarak güçlerini birleştirerek bunun karşısına dikilmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, gerici ve haksız savaşlar ancak devrimci ve haklı savaşlarla alt edilebilir.

 https://ozgurgelecek55.net/denge-azadi-israil-tc-arasindaki-celiskiler-ve-rojavanin-statu-mucadelesi/

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)