Devrimci Demokrasi tarafından yayınlandı--15 Nisan 2025, 00:46 yayınlandı
“Sosyal-yurtseverlik ve sosyal-emperyalizm, proletarya için
emperyalizmin burjuva havarilerinden daha tehlikeli bir düşmandır; çünkü
sosyalizm bayrağını kötüye kullanarak aydınlanmamış işçileri yanıltabilir.
Sosyal-emperyalizme karşı acımasız mücadele, proletaryanın devrimci
seferberliğinin ve Enternasyonal’in yeniden inşasının ilk koşulunu
oluşturmaktadır.” (1)
Sosyal-emperyalizm kavramı ilk defa Lenin
tarafından, I. Emperyalist Savaş’ın ikinci yılında, 5-8 Eylül tarihlerinde
düzenlenen Zimmerwald Konferansı’nda dile getirildi. Engels’in deyimiyle
Avrupa’nın burjuvalaşmış işçi sınıfı; I. Emperyalist Savaş sırasında II.
Enternasyonal önderlerinin kendi emperyalist-burjuva devletlerini
desteklemesiyle ideolojik-siyasal bir forma kavuşmuş oldu. (2)
Sosyal-emperyalizm ya da sosyal-şovenizm, Avrupa’nın
burjuvalaşmış işçilerinin ideolojisi olarak enternasyonalist-komünist
mücadeleye ve dünyanın bütün ezilenlerine ihanet ederek tarih sahnesine çıktı. (3) Sosyal-emperyalizm, görünüşte sosyalist
gerçekte ise emperyalizmdir. Lenin’in de ifade ettiği üzere sosyal-emperyalizm
emperyalizmin burjuva havarilerinden daha tehlikeli bir düşmandır.
Biz bu başlığımız altında sosyal-emperyalizm
kavramını, Sovyetler Birliği (SB) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) pratiklerini
kıyaslayarak Lenin’in tanımladığı dönemden çok daha kurumsallaşmış ve gelişmiş
olan hâllerini ele alacağız. Daha da doğru ifade etmek gerekirse SB’de ve
ÇHC’de sosyalizmin yenilgisiyle başlayan kapitalist restorasyonlarla yeni bir
anlam kazanan sosyal-emperyalizm nosyonunu bütün boyutlarıyla değerlendirmeye
çalışacağız. Biz bu değerlendirmeyi komünist siyasetin bağımsızlığı ve sınıf
uzlaşmacılığına teslim olmaması açısından yaşamsal önemde buluyoruz. Çünkü
bugün dünyanın en büyük emperyalist devletlerinden biri olan ÇHC, orak çekiçli kızıl bayrağı elinden bırakmıyor ve
dünyanın yeniden paylaşımına, elinde kızıl
bayrakla katılıyor. Hakikatin karmaşık gibi görünen bu hâli,
sosyal- emperyalizm kavramını hem tarihsel hem de güncel olarak daha da önemli
yapıyor.
***
1960’lardan 1980’lerin sonuna kadar sosyal-
emperyalizm meselesi, ziyadesiyle ajitatif bir ortamda tartışılageldi. Bu
nedenle Mao’nun önderliğindeki Çin Komünist Partisi (ÇKP) her ne kadar SB’yi
doğru tahlil edip sosyal-emperyalizm belirlemesinde bulunsa da ÇKP’nin
1970’lerin ortalarında SB’yi en tehlikeli
emperyalist olarak nitelemesi hem gerçek dışıydı hem de
komünist hareketin revizyonizmi sağlıklı bir zeminde tartışmasını da engelleyen
bir ortamın oluşmasına neden oldu. (4) ÇKP’nin
bu aşırı tavrı, bir hatayı temsil etse de dönemin asıl hakikati bu değil;
SB’nin özellikle Kruşçev iktidarı sırasında fiilen girdiği, sonrasında ise 1965
İktisat Reformu’yla da resmiyet kazanan kapitalist yola sapmasıydı.
Biz bu başlığımız altında, SB’de girilen kapitalist
yolun nasıl sosyalist görünümlü bir emperyalizme dönüştüğüne ilişkin somut
veriler de sunacağız.
1965 İktisat Reformu, SB’deki devlet mülkiyetinin
bürokratik sermayeye dönüşmesiydi. Reformla birlikte işletmeler, işletme
müdürlerinin inisiyatifine bırakılırken işletmenin istihdamı da işletme
müdürünün, yani yeni burjuvazinin inisiyatifine bırakıldı. Burada dikkat
edilmesi gerekilen bir durum var: İşletme
müdürüne kapitalist nitelik kazandıran şey, devlet mülkiyetini özel mülkiyetine
çevirme özgürlüğünü yasal olarak kazanması değil; yasal olarak hâlâ devlet mülkiyeti olan devlet işletmelerini, yani
üretim araçlarını özel çıkarı için kullanma özgürlüğüne kavuşmasıdır. Özetle,
devleti yönetenler artık işçi sınıfı değil, partiye çöreklenen bürokratik
burjuva sınıfıdır. Herhangi bir kapitalist ülkeyle sosyalist görünümlü
kapitalist ülke arasındaki tek fark, birisinde kapitalist sömürü açık ve özel
girişimciler eliyle yapılırken diğerinde örtülü ve devlet eliyle yapılmaktadır.
İster özel ister bürokrat olsun, hem kapitalist hem de sosyal-kapitalist
devlette, üretim araçlarına sahip olan sınıf burjuva sınıfıdır.
SB’deki bürokratları kapitalist sınıf yapan yalnızca
yüksek maaşı ve ayrıcalıkları (konut, ev, tatil, alışveriş olanakları) değil,
devlet mülkiyetini kişisel çıkarları doğrultusunda, bir sınıf olarak yönetme ve
kullanma yetkisine sahip olmalarıdır. Yani SB’deki bürokratlar; üretim
araçlarının sahibi olan, işçileri işten çıkarma hakkını elde etmiş devlet
kapitalistleriydi.
Kruşçev’le başlayan işçi sınıfının ücret düzleminde
parçalanması/rekabeti, sosyalist çiftliklerin ve sanayi işletmelerinin
kapitalistleşme süreci; yeni burjuvazinin, iktidarı her yönüyle kuşattığı bir restorasyon
süreciydi. 1965’te, Brejnev-Kosigin iktidarıyla SB tam teşekküllü bir
bürokratik kapitalist ülke hâline geldi. SB’de sınıflar mücadelesindeki
ekonomik görünüm böyleyken iç ve dış siyasette de yeni burjuvazi/bürokratik
kapitalist sınıf kendini gösteriyordu.
Emperyalizm ekonomik tekeldir, banka ile sanayi
sermayesinin birleşip mali oligarşiye dönüşmesidir; sermaye ihracıdır, dünyayı
paylaşmak için tekelcileşmiş sermaye devletlerinin hegemonyacı, ilhakçı ve
işgalci refleksler göstermesidir. (5)
Özellikle 1965’ten sonra SB bürokratik kapitalist
sınıfı, sosyalist sanayi altyapısına çöreklenerek “yardım” ve “kredi”
kamuflajlarıyla sermaye ihraç eden; ezilen dünya ülkelerinin iç siyasetlerine
karışan; askeri operasyonlara, şantajlara ve işgallere başvuran; ABD ile yarış
adı altında emperyalist hegemonya savaşının parçası olan bir ekonomi politik
süreci işletti. SB’de işçi sınıfının siyaset dışına itilmesinin ve iktidardaki
bürokrasinin burjuva bir karakter kazanmasının doğal sonucu olarak SB,
görünüşte sosyalist ama gerçekte emperyalist-kapitalist bir devlete dönüştü.
Kruşçev önderliğindeki Sovyetler Birliği Komünist
Partisi (SBKP), Mao önderliğindeki Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP), silahsızlanma ve “nükleer
savaşı önlemek için barış içinde yaşam” politikasına karşı
çıktığı için “halka güvenmemekle” ve “emperyalizmden korkmakla” suçladı. (6) Gelin görün ki ilerleyen yıllarda SB,
bırakın silahsızlanmayı, tam tersine olağanüstü bir silahlanma atağına geçti.
1963’te Pekin-Moskova tartışmalarının ana
başlıklarından biri SB’nin silahsızlanma politikasıyken, 1970’lere gelindiğinde
bu politikanın biçimsel olarak tam tersi bir süreç yaşandı. SBKP birkaç yıl
içinde “kapitalizmle barış içinde yaşama” isimli
uzlaşmacı siyasetinden SB’yi dünyanın en fazla askeri yatırım yapan ülkesine
dönüştürdüğü bir siyasete geçiş yaptı. Esasen SBKP’nin “barış içinde yaşama” uzlaşmacılığı da sonraki
süreçte gelişen olağanüstü silahlanma hamleleri de Sovyet bürokratik
burjuvazisinin çıkarlarıyla uyumluydu. “Barış içinde
yaşama” siyasetiyle, silahlanma siyaseti çelişik gibi gözükse
de esasen aşamalı olarak emperyalistleşen Sovyet bürokratik burjuvazisinin
siyasal talepleri açısından tutarlıydı.
1970’lerin ortasına gelindiğinde, SB resmi
verilerine göre SB’nin milli geliri ABD’nin yüzde 66’sıydı ama askeri
harcamaları ABD’den yüzde 20 daha fazlaydı. (7) Ekonomik
güç açısından SB, genel olarak ABD’nin çok gerisindeydi. Ancak silah üretimi ve
savaşla yakından bağlantılı olan bazı Sovyet ağır sanayi sektörlerinin büyüme
hızı ve ürünlerinin mutlak miktarı, ABD’ninkine yetişmiş veya onu geçmişti. (8)
Sovyet sosyal-emperyalizmi ABD emperyalizmini
zorlayacak bir ekonomik altyapıya ve hacme sahip değildi. Ancak askeri donanımı
ve örgütlenmesiyle dünyanın en güçlü ordusunu kurdu. SB sosyal-emperyalizmi,
ekonomik eksikliğini silah gücüyle kapatmak istedi. 1960 yılında Sovyet
revizyonistleri, ulusal gelirinin yüzde 13,1’ini askeri harcamalara ayırdı;
ancak 1974’te bu oran yüzde 19,6’ya yükseldi. Bu oran, savaş öncesi Nazi
Almanya’sının (yüzde 19) yanı sıra Kore’deki (yüzde 15) ve Vietnam’daki (yüzde
10) saldırgan savaşlar yürüttüğü dönemlerdeki ABD emperyalizmini de aşmaktaydı. (9) Dünya mühimmat pazarına ilk kez 1955’te
giren SB, 1970’lerin başında yirmiden fazla ülkeye, dünya toplamının yüzde
37,5’ine tekabül eden satışlar yaptı. (10)
SB, sözde dış yardımlarından (sermaye ihracından) ve
silah anlaşmalarından büyük kârlar elde etmekteydi. ABD burjuvazisi için “dış yardım” nasıl emperyalist bir araçsa SB
için de öyleydi. Sermaye ihracı ile “yardımın”/kredinin hiçbir
farkı yoktur. Çünkü metayla
ödeme ile parayla ödeme arasında hiçbir fark yoktur.
SB Dış Ekonomik İlişkiler Komitesi Başkanı S.A. Skachov, bu hakikati “Sovyet ekonomik yardımı bir hayırseverlik değildir. SB’nin
gelişmekte olan ülkelere yaptığı teknik yardım, dış ticaretimizin büyümesini
teşvik etmekte ve ekipman ihracatımızı artırmaktadır. Bu, Sovyet ulusal
ekonomisinin artan gereksinimlerini karşılama olasılığını artırmıştır” şeklinde
açıkça ifade etmişti. (11) Diğer
bir deyişle, Sovyet “yardımının”
amacı gelişmekte olan ülkelere yardım etmek değil, Sovyet kapitalist
ihtiyaçlarını desteklemekti. Örneğin SB kredi verdiği devlete
şu şartı koydu: SB’den kredi alan devletin, bu
krediyi öncelikle Sovyet makineleri ve ekipmanları satın almak için kullanması
gerekiyordu. SB; krediler, “yardım” ve “iş birliği” yoluyla
Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya sermaye ihracını arttırdı. “Ortak işletmeler”
ve “şirketler” kurarak gelişmekte olan ülkelerin madencilik, işletme, ulaşım ve
ticaret sektörlerinde dahil olarak Batılı rakiplerinin adımlarını takip etti.
Örneğin; Hindistan Maliye Bakanlığı 1973-1974’te SB’den 139 milyon rupilik
“yardım” ya da kredi aldı. Bu kredinin anapara artı faiz ödemesi bir süre sonra
567 milyon rupiye ulaştı. (12)
Emperyalizmin ticaretteki olağan uygulaması, ucuza
alıp pahalıya satmak suretiyle, eşitsiz değerlerin değiş tokuşu yoluyla
gelişmekte olan ülkeleri sömürmektir. Öncelikle, SB krediler yoluyla modası
geçmiş makineleri çöpe atmak yerine kredi verdiği ülkelere sattı. Daha önce de
ifade ettiğimiz gibi SB, bir ülkeye kredi verirken bu ülkenin krediyi SB
mallarını almak için kullanmasını şart koşuyordu. (13)
SB bu düzlemde Arap ülkelerine silah sattı ve
karşılığında ucuz petrol alarak bu petrolü Avrupa ülkelerine yüksek fiyatlarla
sattı. Bu ticareti daha da somutlaştıracak olursak; SB Irak’ın ham petrolünü
alıp Batı Avrupa pazarına sattı ve 1973-1974 yıllarında Irak’a sattığı
silahların kısmi ödemesi için petrol aldı. (14) SB’nin
1974’teki silah ihracat değeri 5500 milyon dolardı. Bu ihracın da yüzde 45’i
Orta Doğu’ya yapıldı. Aynı yıl ABD’nin silah ihracat değeri ise 8,3 milyar
dolardı ve bu ihracın da 7 milyar doları yine Orta Doğu’ya yapıldı. (15)
Örnekleri daha da zenginleştirelim. 1973 Orta Doğu
savaşında Sovyet revizyonizmi, Mısır’ı ateşkesi kabul etmeye zorlamak için
silah teslimatını geciktirdi ve Sovyet kredileri üzerindeki 80 milyon ABD
doları faiz ödemesini talep etti. 1974’te Bangladeş ciddi sel felaketine
uğradığında, Sovyet revizyonizmi 200.000 ton buğdayın geri ödenmesini talep
etti. Hindistan’ın Financial
Express gazetesi, Hindistan ile varılan bir anlaşmanın ihlali
olarak Sovyet revizyonizminin, rupi değer kaybettiği gerekçesiyle mevcut
kredilerinin ve faizlerinin geri ödenmesinde yaklaşık 4 milyar rupi kadar
yukarı yönlü bir değerleme talep ettiğini bildirdi. (16)
Ayrıca SB, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) aracılığıyla üye ülkeleri sömürüyordu.
COMECON 1949 yılında sosyalist ülkelerin dayanışması için kurulmuştu ancak
SB’de sosyalizmin yenilgisinin ve bürokratik burjuvazinin iktidarı almasının
ardından sosyal-emperyalist bir araca dönüştü.
İstatistiklere göre Doğu Avrupalı CAMECON üyeleri
artık neredeyse tüm petrollerini SB’den ithal ediyor, demir ve kerestenin yüzde
80-90’ını, petrol ürünlerinin dörtte birini; metal, fosfatlı gübre ve
pamuklarının beşte üçünden fazlasını, kömür ve manganez cevherini de SB’den
ithal ediyorlardı. Çekoslovakya, Macaristan ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti
ve Bulgaristan’da uranyum cevheri SB’nin kontrolü altındaydı. Moğolistan’ın
tungsten ve florit cevherinin yüzde 50’sini yağmaladı. Polonya’nın çinko
ihracatının yüzde 43’ü, Bulgaristan’ın barit ihracatının yüzde 94’ü, yine
Bulgaristan’ın Kurşun cevherinin yüzde 49’u SB’ye gidiyordu. (17) Sovyet revizyonistleri bu ülkelere ticaret
yaparken onları kendi iç pazarlarını açmaya zorladı.
SB bürokratik burjuvazisi, ABD burjuvazisiyle
girdiği yarışta, oluşturduğu ve daha da ileri bir aşamaya taşımak istediği
emperyalist sömürü zincirini, gelişmekte olan ülkelere siyasi ve askeri operasyonlar
yaparak güvenlik altında tutmak istiyordu.
Pakistan’ı parçalamak için Hindistan’ı
desteklediler. Dört Japon adasını vermemek için Japonya’ya gözdağı verdiler.
Angola’nın iç işlerine müdahale ettiler. (18) Sovyet
savaş gemileri Angola Limanı’na roket atarak iç savaşın alevlerini körükledi.
Bu hiçbir şekilde ulusal direnişe destek değildi. SB’nin yaptığı “enternasyonel sorumluluk” değil, eski
sömürgecilerin yerini alma çabasıydı. (19)
SB 1969 baharında Çin’in Chenpao Adası’na silahlı saldırıda bulundu. 1968
yılında Çekoslovakya’yı, 1979’da ise Afganistan’ı işgal etti.
Bunların yanı sıra SB, aynı zamanda ABD
emperyalizmine ve İsrail Siyonizmine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren
ezilen uluslara da tamamen Sovyet tekelci-bürokratik burjuvazisinin çıkarları
doğrultusunda yaklaştı. Kruşçev, Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “Fransa’nın iç sorunu” olarak gördü. (20) Sovyet revizyonistleri, Kamboçya ulusal
kurtuluş savaşını değil, milliyetçi asker burjuva klik lideri Lon Nol’u
destekledi.
SB, 1950’lerin ortalarında Mısır’a askeri “yardım” başlattı. On yılın üzerinde bir süre
boyunca istediği gibi musluğu açıp kapattı. SB ihtiyaç duyduğunda silah
tedarikini yasaklıyordu. 1973 Ekim Savaşı’nın
arifesinde, Mısır halkı İsrail saldırılarına karşı hazırlık yaparken SB,
defalarca söz verdiği silahların teslimatını engelledi. (21)
Bu süreçte yaşanan en çarpıcı olaylardan biri de
Filistin meselesine ilişkin Sovyet revizyonistlerinin tavrıydı. SB, Filistinli
savaşçıların silahlı mücadelelerini “aşırılık
yanlısı eylemler”, “hatalar”, “sorumsuz maceracılık” ve “Troçkist bir yaklaşım” gibi iftiralarla
suçladı. Filistinlilerin silahlı mücadelesine nefret beslediler. (22) İsrail’in Filistin’e yönelik işgali
karşısında Sovyet yetkilileri ve basını, 1967 Kasım’ında BM Güvenlik Konseyi
tarafından kabul edilen karara sarıldı. Hatta SBKP Politbüro Üyesi N. V. Podgorny, İsrail’in Filistin’i işgali
karşısında “Orta Doğu sorunuyla ilgili olarak
hangi tarafın saldırgan olduğunu tartışmaktan hoşlanmıyorum.” dedi
ve SB’nin İsrail işgali karşısında “tarafsız” olduğunu itiraf etti. (23)
SB’de bürokratik burjuva diktatörlüğü, 1965 İktisat
Reformu ile resmileşmişti. 1968 Çekoslovakya işgaliyle de SB’nin
sosyal-emperyalist karakteri resmileşti. Sovyet revizyonistleri dış siyasette
emperyalist bir çizgi izlerken bunun iç siyasetteki doğrusal sonucu da sosyal-şovenizm
oldu. Sovyet tekelci-bürokratik burjuvazisi muntazam olarak Rus milliyetçisi
reflekslerini güçlendirdi ve Rus olmayan uluslara, tıpkı Çarlık dönemindekine
benzer bir biçimde milli zulüm siyaseti uyguladı.
Moğolistan Sosyalist Cumhuriyeti örneğini inceleyecek
olursak; Moğolistan Devlet Üniversitesinin müfredatının bir kısmı,
tarım-hayvancılık yüksekokulunun büyük bir kısmı, politeknik ve tıp
fakültesinin tamamı Rusça okutuluyordu. Moğolistan’daki eğitim kitaplarının
çoğu Rusçaydı. Yine, 1973 yılında Moğolistan’da yayımlanan filmlerin üçte ikisi
Sovyet (Rus) filmleriydi. (24) Moğolistan’daki
sosyal-şoven pratik, Birliğin içinde olan ve bütün Rus olmayan uluslar için
geçerliydi.
Verilerle ortaya koyduğumuz üzere SB’de Kruşçev
iktidarıyla başlayan bürokratik burjuva iktidarı, Brejnev ve Kosigin’in elinde
kurumsallaştı ve aşamalı olarak sosyal-emperyalist bir karakter kazandı. SB
dünya emperyalist-kapitalist hiyerarşisi içinde kızıl bir maskeyle yer aldı ama
Mao dönemi ÇKP’sinin iddia ettiği gibi hiçbir zaman başat emperyalist olmadı.
SB, askeri yarışı ekonomik yarışın önüne koyduğu
için başarısız bir bürokratik burjuva iktidarı olarak 1991’de çözülmek
durumunda kaldı. Kruşçev iktidarıyla başlayan Sovyet bürokratik kapitalist
iktidarı böylece son buldu.
***
Kapitalist restorasyon açısından, ÇHC pratiği, SB
pratiğiyle kıyaslandığında başarılı ve SB pratiğinden de ders çıkarmış bir
bürokratik burjuva siyasal pratiğidir. İki pratik arasında çok fazla benzerlik
olsa da ÇHC pratiğini SB pratiğinden ayırt eden temel fark, ÇKP’nin SBKP gibi askeri yarışı değil, ekonomik yarışı esas almasıdır. Ayrıca
ÇHC revizyonistleri ekonomik yarışı esas almalarının yanı sıra ÇKP’nin
varlığını da siyasal olarak kapitalist restorasyona uygun hâle
getirebilmişlerdir.
Ekonomi gazetecisi Arthur
Kroeber da bu gerçeği saptıyor ve şu şekilde ifade ediyor:
“Rusya, ekonomik
değişimi tam bir politik değişim yapmadan sağlamayı deneyen ve başarısız olan
bir örnektir. Çin ve Vietnam ise ekonomik değişim sağlamaya çalışırken komünist
partilerinin politik güç üzerindeki tekel konumunu korumasını sağlamaya çalışan
örneklerdir.” (25)
ÇHC’nin 1982’de kabul edilen yeni Anayasa’sında
devlet sektörünün ülke ekonomisinin ana direği, “bireysel” sektörün de bir
tamamlayıcı olduğu; devletin bireysel sektörün çıkar ve haklarını koruduğu
belirtiliyor, böylece bireysel girişim en yüksek düzeyde tanınmış oluyordu ama
“özel” sözcüğünden kaçınılıyordu. Anayasa’nın bu maddesi 1988’de açıkça özel
sektör tanımı kullanılarak değiştirildi. Ancak özel sektör ÇHC ekonomisinde
1990’ların ikinci yarısına kadar varlık gösteremeyecek; tarım dışında üretim,
devlet işletmelerine dayalı olmayı sürdürecekti. Çin’de piyasa ekonomisine
geçiş, bir anda planlamaya dayalı sisteme son verip devlet işletmelerini
piyasalarda etkinlik göstermek üzere serbest bırakma şeklinde gelişmedi; tersine kapitalist restorasyon, ülkenin planlamaya dayalı üretim
sistemini aksatmadan yapıldı. Çin bürokratik kapitalizmi
bir yandan devleti planlamacı olarak kullanmaya devam etti, diğer yandan da
kontrollü olarak özel sektörün de önünü açtı. (26)
1990’larda hız kazanan kapitalist reformların
olmazsa olmaz hamlesi kamu mallarının tamamının özelleştirilmesi değildi.
ÇHC’nin sözde sosyalist eylemde ise kapitalist olan piyasa ekonomisinin
vazgeçilmez koşulu özel mülkiyet değil, rekabettir.
Eğer kamu varlıkları özelleştirilmiş fakat rekabet mekanizmaları işlemez
durumdaysa sonuç olumsuz olacaktır. Burada anlaşılması gereken mesele,
kapitalizmin işleyişini var eden temel özelliğin rekabet olduğudur.
Sovyet kapitalist restorasyonunu ÇHC kapitalist restorasyonundan ayıran asıl
fark da SB sosyal-emperyalizmini başarısız yapıp ÇHC sosyal-emperyalizmini
başarılı yapan da mülkiyetin devletin kontrolünde olup olması değil, piyasada rekabetin işletilmesidir.
1991’de, SB’nin çözülmesiyle Deng Xiaoping liderliğindeki bürokratik
kapitalist iktidar, meşhur güney turuna çıkarak
eskiyle kıyasla Çin’de çarkların daha güçlü döneceği bir ortam yarattı. Hong
Kong’un hemen yanı başındaki Shenzhen özel
ekonomik bölgesi, aynı zamanda en cesur ekonomik denemelerin
yapıldığı bir merkez oldu. Buradan başlayarak Deng, Güney Çin’de kapitalist
reformun önemli noktalarını üst düzey askeri yetkilerle birlikte ziyaret etti.
Bu ziyaret sırasında “Değişime
karşı olan görevini terk etmelidir” uyarısında da bulundu. (27)
Bu dönem aynı zamanda ÇHC’de özelleştirme atağı
başlatıldı. ÇHC revizyonistleri “Büyüğü tut,
küçüğü bırak” siyasetiyle, bir yandan devlet eliyle dev
tekeller inşa ettiler diğer yandan da özel sektörde küçük ve orta dereceli
işletmelerin gelişmesinin önünü açtılar. Devlet eliyle yaratılan işletmelerin
mantığı, büyük Çinli şirketlere uluslararası sermaye pazarından pay alma
fırsatı yaratmaktı ve böyle de oldu. Bugün ÇHC’nin en büyük üç devlet işletmesi
dünyanın en büyük on şirketi arasında yer alıyor. (28)
ABD emperyalizmi kendi pazarlarını yabancı
şirketlerin erişimine kapatacak tedbirler alırken kendi şirketlerinin
ihracatına büyük destekler sağladı. ÇHC’li şirketlerin böyle ayrıcalıklı bir
uygulamadan faydalanma olanağı yoktu. ABD ve Avrupa emperyalizminin baskın
olduğu dünya ticaret sistemine girmek için Çin, yabancı şirketlere kendi
pazarına erişim serbestliği sağladı. ÇHC’nin, Doğrudan Yabancı Yatırımcı (DYY)
stratejisinin önemli bir ayağı, “yabancı” yatırımların büyük bir kısmının
aslında “yabancı” olmamasıdır. ÇHC’deki DYY’nin yarıya yakın kısmı Hong Kong
kaynaklıdır. Bunun sebebi kısmen ABD’li ve Avrupalı şirketlerin Hong Kong
merkezli yan işletmelerin etkinlikleri ile açıklanabilirse de Hong Konglu
şirketlerin, ana karada önemli yatırım yaptığı gerçeği göz ardı edilemez.
ÇHC’de DYY olarak gösterilen yatırımın üçte birlik kısmı aslında “çift yönlü”,
yani Çinli yatırımcılar ve şirketlerin diğer yetki alanlarında (özellikle Hong
Kong’da) bulunan işletmelerin yatırımıdır. Örneğin Ali Baba ya
da TenCent gibi internet devleri “yabancı” şirket
olarak kayda geçmiştir. Çünkü ÇHC’li firmalar uluslararası borsalarda işlem
görmek için yabancı holding ortaklıkları kurdular. (29)
Ali Baba ve TenCent gibi
şirketler de dahil yeni teknoloji şirketlerinin büyük çoğunluğu, hisselerinin
arzı için ÇHC borsalarını değil, başta ABD olmak üzere yabancı borsaları tercih
ediyorlardı. 2018 yılında 120 kadar Çinli şirket hisselerinin arzını yabancı
borsalarda gerçekleştirdi. (30) Hatta
Trump iktidarının ilk döneminde başlatılan ticaret
savaşlarının temel gerekçesi de Çinli şirketlerin ABD
borsalarında ve pazarında etkin olmasıydı. Trump’ın ticaret savaşını
başlatmasıyla ABD borsalarından çıkartılan Çinli şirketler Şanghay borsasına
girdiler.
Esasen 2018 tarihi, ABD-Çin arasında süregelen
emperyalist rekabetin somut olarak belirmesi açısından geç bir tarihtir. Çünkü
2008 Dünya Ekonomik Buhranı, ÇHC ile ABD arasının, ekonomik ve teknolojik
olarak kapanmasına yol açtı. ABD ve Batı
kapitalizmi kriz yaşarken Çin kapitalizmi büyüyordu. Trump’ın
ilk döneminde şiddetlenen ABD-ÇHC rekabetiyle, Çin için dış talebe bağımlılık
riski başka bir nitelik kazandı. 1997 Asya Krizi, 2008 Dünya Ekonomik Buhranı
ve 2020 Covid-19 krizi ÇHC ihracatını başta düşürdü ama bu düşüş geçici oldu.
Her kriz sonrasında ÇHC, ihracatı kısa sürede toparladı ve ekonomik büyümeyi
sürdürdü. (31)
Çin ekonomisi 2008-2018 yılları arasında neredeyse
üç kat büyüdü. ÇHC’de bu süre zarfında devasa ölçekte küresel şirketler oluştu.
Henüz 2018 yılında Çin, 120 şirketiyle Fortune 500 listesinde, 126 şirketli
ABD’nin hemen ardından geliyordu. (32) Görüldüğü
üzere bu süreçte Çin bürokratik sermayesi tekelci sermaye hâline gelmiştir.
Çin, hammadde ve enerji tedarikini güvence altına almak için hem Afrika, Latin
Amerika ve Orta Doğu’ya hem de Avrupa ve Avusturalya’ya büyük yatırımlar yaptı.
Çin, 2017 yılına gelindiğinde, ABD’yi geride bırakarak en büyük ham petrol
ithalatçısı konumuna yükseldi.
ABD ile Çin arasındaki en önemli rekabet madencilik
alanında seyrediyor Çin sadece Afrika’nın madencilik sektörüne hâkim olmakla
kalmamış aynı zamanda tedarik zinciri ve dağıtımını da Kuşak Yol Projesi ile hâkimiyet altına aldı. ABD
ise Lobito koridorunu kurarak Çin’i, Orta ve Güney
Batı Afrika’da etkisizleştirmek istiyor. (33) Yine
nadir toprak elementleri, elektrikli araçlar ve yapay zekâ da ABD ile Çin’in
karşı karşıya geldiği başlıca rekabet alanlarıdır. Trump’ın ilk iktidar
döneminde başlayan ticaret savaşları, ikinci dönemde de yeni yasaklarla devam
ediyor.
Güncel olarak Çin sosyal-emperyalizmi, ABD
emperyalizminin ardından dünya emperyalist hiyerarşisi içinde ikinci sırada yer
alıyor. Henüz ABD gibi emperyalist bir bloğa (Batı) önderlik etmiyor ve askeri
işgallere başvurmuyor. Emperyalist hiyerarşi ve rekabet içerisinde tek başına
yer alıyor. ABD emperyalistlerinin saldırganlığı karşısında savunma pozisyonunu
koruyor. İktisadi olarak hâlâ ABD’nin bazı noktalarda gerisinde olmasına
rağmen bazı alanlarda ABD’yi yakalamış ve hatta geçmiş olduğu görünüyor.
ABD’nin, ÇHC’den çok açık bir biçimde önde olduğu tek alan askeri gücü ve
silahlanma kapasitesidir.
Bugün ABD küresel askeri harcamalarda hâlâ
rakiplerinin çok ilerisindedir. Neredeyse tüm küresel askeri harcamaların
yarısını tek başına (883 milyar dolar) karşılıyor. Buna karşılık Çin’in askeri
harcamaları son yıllarda önemli ölçüde arttı. Resmi rakamlara göre Çin, 1995’te
yaklaşık 25 milyar dolar savunma harcaması yapıyordu. Bugün savunma için 219
milyar dolar harcıyor. Satın alma gücü paritesi dikkate alındığında, bu rakamın
500 ila 700 milyar dolar arasında olduğu ve ABD’ye çok yaklaştığı tahmin
ediliyor. Bu harcamaların büyük kısmı, Çin’in askeri cephaneliğini
güçlendirmeye yöneliktir. Ayrıca Çin, 2035 yılında dünyanın en büyük deniz gücü
olma yolunda kararlı adımlar atıyor. Bazı uzmanlara göre gemi sayısı açısından
bunu zaten başardı. 2014-2018 yılları arasında Çin, tek başına Almanya,
Hindistan, İspanya ve İngiltere’nin toplamından daha fazla gemiyi suya indirdi. (34)
Görüldüğü üzere, ÇHC’de 1976 Deng darbesiyle
iktidarı ele alan bürokratik burjuva sınıfı, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde
olduğumuz bir tarihsellikte, devasa bir sosyal-emperyalist devlet yarattı. Mao
Zedong 1950’lerin sonunda SB’yi sosyal emperyalist -sözde sosyalist, eylemde
emperyalist- olarak nitelemişti, bu niteleme şimdi ise Çin ve ÇKP için
geçerlidir. “Sosyalizm” retoriğine
rağmen Çin, daha küçük ve zayıf ülkelere kendi ultra-ulusal hedeflerini
dayatmayı, ucuz iş gücünü sömürmeyi ve dev sanayi makinesini beslemek için
hammaddelerini yağmalamayı ve süper kârlar biriktirmeyi amaçlayan küstah bir
emperyalist güç haline geldi. Dünyayı sömürme uğraşında ABD ile kıyasıya
rekabet ediyor.
SB sosyal-emperyalizminin ekonomisi, ABD
emperyalizminin yaklaşık yarısı büyüklüğündeydi. SB’nin askeri olmayan
teknolojisi ABD’nin gerisindeydi. Bilgi teknolojileri alanında ABD’nin çok
gerisinde kalmıştı. SB’nin çöküşünde askeri harcamaların ekonomiye yükü önemli
rol oynamıştı. SB’nin yatırım yapma kapasitesi, hem askeri harcamaları hem
ekonomik gelişme için gerekli yatırımları karşılamaya yetmedi. Çin
sosyal-emperyalizmi ise satın alma gücü paritesiyle ABD emperyalizminden büyük
ve daha hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir. ÇHC’nin belli alanlarda dışa
bağımlılığı olsa da teknolojide ABD’nin çok gerisinde değil, bilgi teknolojilerinin
belli alanlarında ise bir miktar önünde bulunuyor. Daha önemlisi Çin’in ABD’den
birkaç kat daha fazla yatırım yapma kapasitesine sahip olması, ABD’nin geçmişte
SB ile rekabetinden farklı olarak ABD’yi zorlayacak bir durumdur. (35)
***
Son tahlilde Çin sosyal-emperyalizmi, hem
ekonomi-silahlanma dengesini doğru ele alması hem de başat emperyalist ABD’ye
karşı güç ilişkilerinin planlanması açısından Sovyet sosyal-emperyalizminden
daha başarılı bir pratik sergilemektedir.
Dediğimiz gibi, hâlâ emekçi insanlığı tehdit eden
başat emperyalist ABD’dir ve ABD hâlâ (bazı çatlaklar oluşsa da) Batılı
emperyalist bloğun başındadır. Ancak ABD başat emperyalist olsa da güç
kaybetmektedir ve bunun karşısında Çin sosyal-emperyalizmi henüz savunmada
olan, her geçen gün ise güç kazanan ve en çok gelişen emperyalist devlettir.
İçinden geçtiğimiz koşullar içerisinde başat
emperyalist devleti ve bloğu hedef almak, siyaseten anlamlıdır. Asli
emperyalist tehditle tali olanı ayırmak önemlidir. Ancak bu tali olan
emperyalist gücün yadsınmasına neden olmamalıdır. Tekelci kapitalizm bugün
itibarıyla en dünyalı hâlini yaşamaktadır; emperyalizm, ulusal pazarların
hiçleştiği ve piyasaların iç içe geçtiği bir küresel dönemin içindedir. Başat
emperyalist ABD, emekçi insanlık için asli düşman olsa da genel olarak bütün
bir emperyalist-kapitalist düzen emekçi insanlığı tehdit etmektedir.
Bu aşamada, komünist
siyasetin görevi başat emperyaliste karşı çıkıp diğer emperyalistlere sessiz
kalmak değildir. Proleter devrimci siyaset bir yandan asli
olanla tali olanı ayırt etmelidir ama diğer yandan da gelişen emperyalistlerin de düşman olduğunu açıkça dile
getirmelidir. Bunu dile getirmemek, oportünizmin
uluslararası düzlemdeki en somut ifadesidir. Bu konuda özellikle, elinde kızıl
bayrakla emperyalist hiyerarşinin ikinci sırasında yer alan ÇHC’nin sosyal-emperyalist
karakterini yadsımak daha da tehlikelidir. Tali olsa da ABD emperyalizminin rakibi olan emperyalist devlet görüntüde
sosyalisttir.
Meseleyi karmaşık gibi gösteren bu durum,
oportünizmin ve yeni revizyonizmin boy vermesi için nesnel bir zemin
sunmaktadır. Bunun yanında komünist hareket yarım asırlık bir yenilgi
içindedir. Yenilgi durumunun uzaması da yeni revizyonizme ve sınıf
uzlaşmacılığına büyüme olanağı sağlamaktadır.
Bütün bu nedenlerden ötürü Lenin’in, “Sosyal-emperyalizme karşı acımasız mücadele, proletaryanın
devrimci seferberliğinin ve Enternasyonal’in yeniden inşasının ilk koşulunu
oluşturmaktadır” diye formülleştirdiği devrimci vazifeyi
bilince çıkararak hem tarihsel hem de güncel olarak sosyal-emperyalizmin karşı
devrimci rolünü ortaya koymak, bağımsız komünist siyaset için yaşamsal
önemdedir.
Kaynakça
- https://www.marxists.org/history/international/social-democracy/zimmerwald/draft-resolution.htm
- İngiltere’de
Emekçi Sınıfların Durumu, F. Engels, Ç: Oktay Emre, Ayrıntı Yayınları, sy.
39, 2. Basım, 2019, İstanbul.
- Emperyalizm,
Lenin, Ç: Süheyla Kaya, İnter Yayınları, sy. 16, 1. Baskı, 1995, İstanbul
- Ugly
features of Soviet social imperializm, Foreign Languages Press,
Peking 1976, Page 17.
Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review
Jantary , Yenan Books, 1977, Page 1. - Emperyalizm,
Lenin, Ç: Süheyla Kaya, İnter Yayınları, sy. 92-94, 1. Baskı, 1995,
İstanbul.
- Pekin-Moskova
Çatışması, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, sy.96, 5. Baskı, 1998, İstanbul.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 4.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 5.
- Soviet
Social Imperialism and the International Situation Today, Encyclopedia of
Anti-Revisionism On-Line, 1977.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 8.
- Soviet
Social Imperialism and the International Situation Today, Encyclopedia of
Anti-Revisionism On-Line, 1977.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 72.
- Ugly
Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,
Peking, 1976, Page 28.
- The
Soviet Union: Socialist or Social-Imperialist? Part-II, Raymond Lotta vs.
Albert Szymanski The Question Is Joined — Full Text of New York City
Debate, May 1983 RCP Publications, Chicago, Page 55.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 53.
- Ugly
Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press, Peking,
1976, Page 30.
- Ugly
Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,
Peking, 1976, Page 36-37-38.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 91.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 70.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 69.
- Ugly
Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,
Peking, 1976, Page 49.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 64.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 66.
- Social-Imperialism:
The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books,
1977, Page 57-59.
- Çin
Ekonomisi, Arthur R. Kroeber, Ç: Mehmet Mazı, Buzdağı Yayınevi, sy.22,
1.Basım, 2017, Ankara
- Çin
ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
sy. 58-59, 2.Basım, 2023.
- Çin
Ekonomisi, Arthur R. Kroeber, Ç: Mehmet Mazı, Buzdağı Yayınevi, sy.23,
1.Basım, 2017, Ankara.
- Age,
sy.142.
- Age,
sy.82.
- Çin
ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
sy. 156, 2.Basım, 2023.
- Age,
sy.129.
- Zaferden
Yenilgiye, Pao-yu Ching, Ç: Onurcan Ülker, Patika Kitap, sy. 125, 1.Basım,
2020, İstanbul.
- https://www.fokusplus.com/odak/afrikada-abd-cin-rekabeti-derinlesiyor
- https://medyascope.tv/2025/03/17/abd-cin-rekabeti-realist-teorisyenler-ufukta-bir-catisma-ongoruyor/
- Çin
ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
sy. 271, 2.Basım, 2023.