Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına
giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri
ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman
emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.
·
” (1) (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları.)
“Kemalizm’in muntazam olarak mahkûm edilme ihtiyacı” (2) başlıklı
yazımızı, bu yazı dizisinin giriş yazısı
olarak takdim etmiştik.
Türk burjuva
siyasetinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in güncelliğine karşı, Kemalizm’e
karşı yürütülen ideolojik mücadele de kendini yeniden üretmelidir. Egemen
sınıflar Kemalizm’in kurucu reflekslerine sarıldığı sürece, Kemalizm’in gerici
ve karşı-devrimci niteliğini ortaya sermek de Marksist bir vazifedir.
Bu vazifeyi yerine getirme bilinciyle, Türkiye
komünist-devrimci hareketi içinde, Kemalizm’le hem teorik hem de pratik anlamda
ilk kez hesaplaşan İbrahim Kaypakkaya, nesnel bir ideolojik referanstır.
Kaypakkaya ampirik tarihsel bilgiye ulaşma olanaklarının sınırlı ve zor olduğu
bir konjonktürde Kemalizm’i ideolojik-sınıfsal olarak yeniden çözümleme iradesi
gösterdi.
Kaypakkaya, Kemalizm’in milli burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğu mitolojisini devrimci-komünist bir
kavrayışla ve hakikate bağlı kalarak yerle bir etti. Kemalist iktidarın en
başından beri Türk komprador burjuvazisinin siyasal
temsilcisi olduğunu saptadı. O’nun Türkiye Marksizm’ine en büyük teorik katkısı
budur.
Keza, Kaypakkaya düşüncesinin en güçlü yanı da bu
belirlemedir.
Çünkü Kaypakkaya bu yaklaşımıyla, burjuvazinin bütün
kliklerinden kopan ve burjuva siyasetiyle hiçbir biçimde uzlaşmayan bir
komünist perspektif üretti. Örneğin milliyetler meselesinde, özel olarak da
Kürt sorununda Kaypakkaya’nın pürüzsüz Leninist tahlilinin özgünlüğü bu
yaklaşımın ürünüdür.
Kemalizm düşman/egemen sınıfın kurucu
ideolojisi olarak belirlendiği anda milliyetler
meselesinde zihinsel pranga çözülmüştür,
bilinç özgürleşmiştir.
Bunlarla birlikte, Kaypakkaya’nın “Kemalizm, bizzat faşizm demektir” savı, siyasal
bir belirleme ve propagandist söylem olarak doğrudur ve gerekçelendirilmiş de
bir savdır. Ancak bu sav faşizm tahlilinden yoksundur. Yani, Kaypakkaya özel
bir faşizm tahlili yaptıktan sonra bu savı ortaya atmamıştır. Bu yoksunluk aynı
zamanda Kaypakkaya tezlerinin görece zayıf tarafıdır.
Biz bu eksikliği özel olarak tartışmayacağız. Çünkü
bu tartışma en nihayetinde siyasal bir tartışmadır.
Esas olan
Kemalizm’in sınıfsal karakterinin, gerici ve karşı devrimci niteliğinin
belirlenmesidir.
Biz bu dizide Kemalizm’in emperyalizmle ve faşizmle
ilişkisini, karşı-devrimci ve gerici niteliğini ve bu niteliklerinin sınıfsal
dayanaklarını veriler eşliğinde ortaya koyacağız. Keza bu açıdan da
ideolojik-tarihsel referansımız Kaypakkaya olacaktır. Meseleyi onun devrimci
yaklaşımındaki siyasal tercihini esas alarak açıklayacağız.
Bu yazı dizisi yeni bir perspektif ortaya koyma
iddiası taşımıyor ama geleneksel ve güncel devrimci perspektifin siyasal
tezlerini güçlendiren olgular eşliğinde, devrimci yaklaşımı hatırlatma iddiası taşıyor.
Yazı dizisinde; emperyalizmin Türkiye’ye girişini,
komprador burjuvazinin oluşum sürecini ve bu sınıfın siyasal kopuşlar(İttihatçı
ve Kemalist iktidar dönemleri) içerisinde, her dönemde devletin sahibi olduğu
gerçeğini ortaya koyacağız.
Bu süreci ortaya koyarken, Türk burjuvazisinin
kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in de hangi tarihselliğin ürünü olarak
biçimlendiğini ve güncellendiğini ele alarak dizimize başlıyoruz.
***
Kapitalist aşamaya geçmesiyle birlikte, Batı Avrupa
ülkelerinin Osmanlı ekonomisi üzerinde her zaman etkili olduğunu kabul etmek
gerekir. Doğu Akdeniz’in kıyı yörelerine Haçlılar döneminden
miras kalan imtiyazlar düzeni kapitülasyonları, Osmanlı Devleti tarafından
olduğu gibi devralındı. Zamanla, Anadolu ve Doğu Akdeniz’in diğer bölgelerine
eski ticaret yollarını tekrar çekebilmek için mevcut imtiyazlar daha da
geliştirildi. (3)
Böylece, Batılı kapitalistler daha güçlenmeden
sömürecekleri alanlar hazırdı. Kapitülasyonlar bir yana, Batılı kapitalistlerin
Osmanlılardan aldığı bir ödün de 1838 İngiliz ticaret antlaşmasıydı.
Bu antlaşmayla Osmanlı İngiliz kapitalizminin yarı-sömürgesi hâline geldi.
1855-1857 arasında İngiliz tüccarlar
eliyle imtiyazlı Aydın demiryolu faaliyeti
yürütüldü. (4) Aydın-İzmir
demiryolu inşası 1857 Eylül’ünde
başladı. İngiliz kapitalistlerinin yaptığı demiryolu Osmanlı bürokrat-egemen
sınıflarına vergi geliri olarak katkı sağladı. (5)
İngiliz emperyalizmi Osmanlı’dan Amerikan İç Savaşı sona erene kadar pamuk
ithal etti. Pamuktan sonra zımpara taşı ve krom ithalatı da başladı.
Hammaddeleri sürekli
ve düzenli bir biçimde, en ucuza sağlamak, hammadde üreten ülkeleri ekonomik ve
siyasal denetim altına sokmak, emperyalist dış siyasetin başlıca amaçlarından
biridir. İngiliz emperyalizmi için Osmanlı, ucuz hammadde alıp sanayi ürünleri
sattığı, sermaye ihraç ettiği bir pazardı.
İngiliz emperyalizminden sonra; sırayla Fransız, ABD
ve Alman emperyalizmi de Osmanlı pazarından pay almak için, özellikle 19.
yüzyılın ikinci yarısından sonra rekabete dâhil oldular. 20. yüzyılın başlarına
yaklaşırken İngiliz ve Alman emperyalizmi
arasında muazzam bir pazar mücadelesi ortaya çıktı.
1899 yılında, Osmanlı hükümeti, Aydın-İzmir
demiryolu hattının Anadolu Demiryolu Kumpanyası’na satılması için şirkete baskı
yaptığı zaman, İzmir’deki İngiliz kolonisi egemen durumunu Almanlara
kaptıracağını düşüncesiyle ayaklandı.
Aynı yıl değişen maden yasası nedeniyle İngiliz ve
Alman emperyalistleri arasında krom krizi de
çıktı. (6) İngiliz
ve Alman emperyalizmi arasında; 1941’de, Kemalist iktidar döneminde yeniden
yaşanacak olan krom krizi böyle başladı. (7)
Batı Anadolu’da İngiliz emperyalizminin ekonomik
üstünlüğü 1890’lara doğru zayıfladı. Buna karşılık Alman emperyalizmi, giderek
daha geniş ölçüde bölgenin ekonomik hayatına egemen oldu.
Orhan Kurmuş’un ifadesiyle, İngiliz emperyalizmi Osmanlı’yı Alman
emperyalizmine terk etmişti. (8)
İttihatçıların Alman emperyalistlerinin yanında,
İngiliz emperyalizmine karşı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girmesini
getiren sürecin iktisadi temelleri böylece
atılmış oldu. (9)
İngiliz emperyalizminin Batı Anadolu’da demiryolu
inşa ederek ekonomik etkinliğinin başlamasıyla, Osmanlı komprador-işbirlikçi
ticaret burjuva sınıfı da tarih sahnesine çıktı. Özellikle demiryolunun
yapımından sonra Rum ve Ermeni tüccarlar,
Batı Anadolu’nun her yöresinde dükkânlar açarak İngiliz tüccarlardan aldıkları
malları satmaya başladılar.
Türk köylüsü, “yabancı” diye
nitelendirdikleri İngilizlerle ticaret yapmayı, hem güvensizliklerinden hem de
Rum ve Ermeni komisyoncuların kışkırtmaları yüzünden reddetti. (10) Bu durum Rum ve Ermeni ticaret
burjuvazisinin sistemli olarak palazlanmasını sağladı. Kısacası, Osmanlı
komprador-ticaret burjuvazisi Rum ve Ermeni tüccarlardan oluştu.
Ege’nin Türk köylüsü Hristiyan tüccarların kölesi
hâline geldi. Ağa baskısının yerini Hristiyan tüccar aldı. (11)
19. yüzyılın başına doğru kızışan İngiliz-Alman
rekabeti, komprador burjuva sınıfın biçimlenmesinde tayin edici bir rol oynadı.
Keza, bu rekabet, ileride yaşanacak olan burjuva siyasal kırılmalara da yön
verdi.
İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi hâline
gelen Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine karşı Alman emperyalizmi, zayıf Türk
ticaret burjuvazisi için “can simidi” hâline
geldi. Çünkü bu rekabet ortaya çıkana kadar Türk ticaret burjuvazisi, esasen
Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine bağımlı bir
ekonomik etkinlik sürdürüyordu. Bu nedenle; İttihatçıların ve Türkçülerin Alman sevgisi bu siyasal iktisadi hakikatin
bir ifadesiydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Avrupa emperyalistlerinden en az
birine dayanmadan bir şey yapılamayacağı görüşünü taşıyordu. (12)
Tam da bu aşamada, İttihatçılık içinde İngiliz ”liberalizmine” karşı ortaya çıkan milli iktisat düşüncesinden de söz etmekte
fayda var. Milli iktisat kavramı 19. Yüzyıl Almanya’sında kapitalist geri
kalmışlığa karşı ortaya çıktı. Friedrich List tarafından,
İngiliz Klasik Okulu’nun iktisadi yönelimlerine karşı, romantik bir ulusal
ekonomik “tepki” muhtevası taşıyordu. (13)
Milli iktisat düşüncesi
İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi olan Rum ve Ermeni
komprador-işbirlikçi sınıflarına karşı, Türk ticaret burjuvazisinin iktisadi reaksiyonu olarak
İttihatçılar-Türkçüler tarafından savunuldu. Modern Türk burjuva siyasetinin
kurucu unsuru olan İttihat ve Terakki Partisi bir “bağımsızlık anlayışı” olarak, İngiliz ve
Fransız emperyalizmine karşı Alman emperyalizmini tercih etti.
Özellikle belirttiğimiz üzere, bu anlayış Türk
burjuva siyaseti açısından kurucu bir niteliğe sahiptir. İttihat Terakki
iktidarından itibaren; 1945’e kadar olan süreçte, yani Amerikan emperyalizminin
İngiliz ve Alman rakiplerini elediği döneme kadar, Türk burjuva siyasetinde İngilizci ve Almancı burjuva klikler hep var
olacaktı.
Milli İktisat fikri Kemalist iktidar tarafından da,
1935 yılında güdümlü ekonomi kavramıyla
güncellendi. Kavramı ilk kez, 1935’te M. Kemal kullandı. Kavramın uluslararası
referansı bu kez Alman emperyalistleri değil, İtalyan faşistleriydi. (14)
***
Kemalizm’in ideolojik-siyasal kaynağı; öncelikle
1908 Jöntürk hareketi içinde şekillenen İttihat Terakki’ye, ardından ise Türk
Ocaklarına dayanır.
Meseleyi açalım.
1908 Ayaklanmasını kategorik biçimde devrim olarak
nitelemek doğru değildir.
Çünkü hareketin amacı 1876’da kabul ettirilmiş bir anayasayı geri getirmek ve
bu yoldan devleti kurtarmaktı.(15) Özetle
I. Meşrutiyetçi Genç Osmanlılarla İttihatçılar arasında temelden bir siyasal
yönelim farkı yoktu. Jöntürkler Anayasal-Monarşiyi savunma çizgisini
sürdürüyordu.
Hareketin devrimci yönü, daha sonraları, uygulanan
siyasetin sonucu girişilen ıslahat(yasal alanda modernleşme hamleleri,
kapitülasyonlara karşı mücadele, toprak reformu çabaları ve azınlık
milliyetlerin hakları, basın özgürlüğü) ve ıslahatın yol açtığı toplumsal
değişiklikle ortaya çıktı.
Lenin Devlet ve Devrim isimli eserinde, 1908’in burjuva
devrimi olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor ancak bu devrimin “halk devrimi” olmadığını belirtiyordu. Çünkü
Lenin’e göre, bu devrimde, halk kitleleri, halkın büyük çoğunluğu, etkin
biçimde, bağımsız olarak, kendi iktisadi ve siyasi talepleriyle ortaya çıkmadı. (16)
Osmanlıcılığın
siyasal pratikte işlevsiz olması hareketi kaçınılmaz olarak ulusçuluğa
yöneltti. Osmanlı büyük sermayesinin Rum ve Ermeni burjuvazisinin elinde
toplanması da, İttihatçıların Türk milliyetçisi bir ideolojik hatta girmelerini
hızlandırdı. Türk burjuvazisinin ekonomik temelinin zayıflığının yanı sıra,
halkın örgütsüz olması da 1908’i padişah ve tekelci kapitalizm karşısında
ılımlı bir burjuva devrim hâline getirdi.
İttihatçılar,
hareketlerinin ideolojik yönelimi ve sınıfsal aidiyetleri gereği, iktidarın
alınmasının hemen ertesinde halk sınıflarına karşı savaş açtılar.
İttihatçı iktidar, daha baştan feodal-komprador
burjuva sınıflarla uzlaştı. Bunun sonucu olarak, halk yığınlarının demokratik
mücadelesini bastırmaya yöneldi.
Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına giren
İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen,
gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman
emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.
Bütün ülkeyi saran grev dalgası karşısında İttihatçı
iktidar telaşlandı. 1908’in üzerinden bir yıl geçmeden Alman emperyalistlerinin
baskısıyla Adliye Vekâletinde danışmanlık yapan Kont Ostrog‘un
hazırladığı Tatil-I Eşgal Kanunu’nu
çıkarttı. Bu kanunla grevi ve sendika kurmayı yasakladı. 1908 Burjuva
Devrimi’yle kazanılan hakları gasp etti.
31 Mart
ayaklanmasını fırsat bilen hükümet, ilan ettiği sıkıyönetimle bütün halk ve
işçi sınıfı üzerindeki baskısını ağırlaştırdı. Patronlar, işçilerin
mücadelelerle elde ettikleri hakları yok etmeye çalıştılar. Birçok işçi
kuruluşu kapatıldı.
İttihat ve Terakki hükümeti 1913 yılında devrimci
kurumlara ve işçi sendikalarına karşı azgın bir saldırıya geçti. Bütün
teşkilatları dağıttı. İlerici gazeteleri kapattı. Sendikaları yasakladı.
İttihatçılar, toprak ağaları ve tefecilerle
birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar. Gelirleri emperyalist
tekellere ayrılmış olan ağır vergilerle köylüleri sömürdüler. Bir yandan toprak
ağalarının mülkiyetini sağlamlaştırırken, diğer yandan da iç pazarı
emperyalizme daha fazla açmak ve emperyalizmin geniş halk yığınları üzerindeki
sömürüsünü arttırmak için kanunlar çıkarttılar.
Komprador burjuva-feodal diktatörlük milli
azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. 1915’te yüz
binlerce Ermeni’yi
katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine
çeşitli baskılar uyguladı.
1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız
emperyalistlerine dayanan komprador burjuva-feodal iktidar, 1911’den sonra
hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi. Talat, Enver ve Cemal
Paşa troykası yönetimindeki komprador burjuva- feodal İttihat ve Terakki
diktatörlüğü, 1915’te Alman emperyalistleriyle birlikte ülkeyi 1. Emperyalist
Paylaşım Savaşı’na soktu.
Mithat Cemal Kuntay bu dönemi Üç İstanbul romanında, Sakallı Vasfi karakteriyle
özlü bir biçimde betimlemiştir:
“Sakallı
Vasfi, İttihatçı olmadığına, en çok, Harb-i Umumi’de yandı. İnsan 1914, 1915,
1916 senelerinde Enver Paşa’nın, Cemal Paşa’nın elini sıkmalıydı.
Vasfi,
muhaberede İttihatçı olmadığı için neler kaybettiğini düşünüyordu: Alman markı
dolu İngiliz kasası… Kapısı istimbotlu yalı… Apteshanesi kaloriferli konak…
Pahalı metres… Viyana seyahati… Berlin ticareti…” (17)
***
Bu yazımızda Türk komprador burjuvazisinin oluşumunu
ve Kemalizm’in ideolojik-siyasal öncülü olan İttihatçı iktidarın Türk komprador
burjuvazisiyle olan ilişkisini değerlendirdik.
Bir sonraki yazımızda ise İttihatçılık ve
Kemalizm’in ideolojik sürekliliği ilişkisini, Türk burjuva devletin
kurumsallaşan Türkleştirme ve anti-komünizm siyasetlerini ele alacağız.
Kaynakça
1.
İbrahim Kaypakkaya-Bütün
Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.391, İstanbul, 2018.
2.
Kemalizm’in Muntazam
Olarak Mahkûm Edilme İhtiyacı – https://gazetepatika22.com/kemalizmin-muntazam-olarak-mahkum-edilme-ihtiyaci-153635.html
3.
Türkiye Ekonomisinin
Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 52, 1. Baskı, Ankara, 2003.
4.
Emperyalizmin Türkiye’ye
Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 100, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
5.
Age, sy. 113.
6.
Age, sy. 225.
7.
Türkiye Ekonomisinin
Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 301, 1. Baskı, Ankara, 2003.
8.
Emperyalizmin Türkiye’ye
Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 231, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
9.
Age, sy. 229.
10. Age, sy. 241.
11. Age, sy. 137.
12. Osmanlıların Yarı-Sömürge Oluşu, Tevfik Çavdar, Ant Yayınları,
s. 71, 1. Baskı, İstanbul, 1970.
13. Kemalizm-İdeoloji, Aydınlar ve İktisat; İhsan Ömer Atagenç, Türkiye
Notları Yayınevi, sy.89, 1. Baskı, Ankara, 2021.
14. Türkiye’de İktisadi Düşünce, Kemalizm’in Ekonomi Politiğinde
Unutulmuş Bir Sayfa: “Güdümlü Ekonomi”; Kaan Öğüt-Cenk Yaltırak, İletişim
Yayınları, sy.183, İstanbul.
15. İttihat ve Terakki, Feroz Ahmad, Ç: Nuran Yavuz, Kaynak
yayınları, sy.33, 7.Basım, İstanbul, 2007.
16. Devlet ve Devrim, Lenin, Ç: M. Halim Spatar-Celal Üster, Yordam
Kitap, sy.57, 4. Basım, İstanbul, 2021.
17. Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayıncılık, sy.417, 13.
Baskı, İstanbul, 2011.
Kemalizm Tahlili-2: Emperyalizme Bağımlılık, Türkleştirme ve Anti-Komünizm
Burjuva devrimlerin en temel özelliğinin toprak sorununu çözmek olduğundan
söz etmiştik. Kemalist iktidarın Batı’da temsil ettiği iki egemen sınıftan
birinin toprak ağalığı sınıfı olmasının yanı sıra, Kuzey Kürdistan’da da
Kemalistlerin müttefiki toprak ağalarıydı. Kemalist diktatörlük Kürdistan’ı
toprak ağalarıyla kurduğu ilişki üzerinden sömürgeleştiriyordu.
“Kemalist devrim bir üst tabaka devrimidir, milli
ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlere karşı
mücadele içinde varıldı ve devrimin daha sonraki gelişmesi esas olarak köylü ve
işçilere karşı, evet bir toprak devrimi olasılığına karşı yöneldi.” (1)
Stalin, Sun Yat-Sen Üniversite Öğrencileriyle bir
görüşme (13 Mayıs 1927).
“Ama Çin’in Kemal’i nerede? Ve Çin’in burjuva
diktatörlüğü ile kapitalist toplumu nerede? Zaten Kemalist Türkiye bile,
gittikçe daha çok bir yarı-sömürge hâline, gerici emperyalist dünyanın bir
parçası hâline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin
kollarına atmak zorunda kalmıştır.” (2)
Mao Zedong, Yeni Demokrasi Üzerine, Ocak 1940.
Dizinin ilk yazısında (3), Kemalizm’e de ideolojik karakterini
veren 1908-1918 arasında gelişen Türk burjuva siyasetinin kurucu reflekslerini
ve pratiğini değerlendirmiştik.
Lenin Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği isimli
eserinde, “Burjuva devriminde burjuvazinin tutarsızlığı burjuvazinin
çıkarınadır” diyor. (4) Kemalistlerin burjuva
devrimdeki tutarsızlıkları Lenin’in bu saptamasının sağlaması niteliğindedir.
Her siyaset ideolojik bir zeminde can bulur. Egemen ideoloji, egemen olan
sınıfların bütün reflekslerinin; kültürünün, iktisadının ve siyasetinin
toplamıdır.
Kemalizm de komprador burjuva ve feodal sınıflarla uzlaşan, padişahı
deviremeyen, feodal ilişkileri siyasal ve iktisadi anlamda tasfiye edemeyen,
modernleşme dinamiklerini halktan esirgeyen, işçilerin her türlü örgütlenme
girişimini engelleyen ve milliyetler sorununu kanla bastıran bir ideolojik
hattın heybesinden çıkarak siyaseten can bulmuştur.
İttihatçılar ve Kemalistler arasında siyasal sapmalar vardır ama ideolojik
olarak aralarındaki ilişkinin niteliği sapma değil, sürekliliktir. Kemalist
iktidarlar iktisadi bakımdan İttihatçı iktidarın bir devamıdır. 1923-1929
dönemi, iktisat politikaları ve resmi iktisat görüşleri bakımından 1908-1922
dönemiyle şaşılacak bir süreklilik içindedir. (5)
Kemalizm İttihatçılıktan farklı olarak; emperyalist işgale karşı verilen
savaşa önderlik etti, saltanatı yıkıp burjuva cumhuriyetini kurdu,
emperyalistlere bütün imtiyazı kaptırmadan emperyalistlerle iş tutmayı esas
aldı ve fiiliyatta Türk-kentli burjuva sınıfları kapsayan laik yasalar çıkardı.
Ancak Kemalizm’i genel olarak olumlayan Tarihçi Feroz Ahmad’a göre bile,
Kemalistlerin 1923’te kurdukları rejim, sözcüğün kabul edilmiş hiçbir anlamıyla
demokratik değildi.(6)
Fransız Devrimi’nden bu yana burjuva devrimlerin en temel karakteristik
özelliği, ulusun yasal düzlemde eşitlenmesi ve özgürleşmesidir. Bu yasal
eşitlenmenin siyasal-hukuksal pratik karşılığı ise seçme ve seçilme hakkıyla
adil yargılanma hakkıdır. Kemalist iktidar bu konuda dahi anti-demokratik bir
faaliyet yürüttü. Kemalist iktidarın getirdiği iki kademeli seçim
sistemi, halk kitlelerinin siyasete katılımının yasal olanaklarını
engelledi. Bu engel Kuzey Kürdistan’da ise sistematik ve sabit bir hâle
bürünmüştü. Yani, Kemalist iktidar Kuzey Kürdistan’da kendi koyduğu yasaları
dahi uygulamadı. Bu meseleyi ileriki sayfalarda daha da
detaylandıracağız.
Kemalistler iktidarı alır almaz, Türk komprador burjuvazisinin ihtiyaçları
doğrultusunda serbest piyasacı bir ekonomik yönelime girdiler. Daha önce de
ifade ettiğimiz gibi; Kemalistler İttihatçılardan farklı olarak, bir yandan
emperyalizmle kurulan ilişkilerde siyasal pazarlık hakkı ve bütün imtiyazı
emperyalistlere kaptırmama refleksi gösteriyordu. Ancak diğer yandan ise
Sovyetler Birliği’nden gelecek yardımlardan da mahrum kalmak istemiyordu.
Bekir Sami’nin milli mücadele sırasında İngiliz ve Fransız emperyalizmine verdiği
imtiyazlar Kemalistler tarafından görevden alınmasına neden olmuştu.
Kemalistler bütün imtiyazların emperyalistlerde olduğu bir ilişkiyi
değil, emperyalistlerle pazarlık yapabilecekleri bir ilişki kurmayı
tercih ettiler.
Kemalistler emperyalist işgale karşı savaş sürerken; Fransa, İtalya,
İngiltere ve diğer ülkelerin burjuvazileriyle anlaşmalar yaptılar.
Kemalistlerin özel hassasiyet göstermesine rağmen imtiyazı tamamen emperyalist
sermayeye kaptırdıkları örnekler de mevcuttu. Örneğin Fransa’yla yapılan Ankara
Antlaşması’nın ardından Herkit Vadisi’ndeki demir, gümüş, krom madenleri
imtiyazı 99 seneliğine Fransa’ya devredildi. (7)
Kemalistlerin bu yaklaşımı İzmir İktisat Kongresi’ne de
damgasını vurdu. Çünkü İzmir İktisat Kongresi de esas olarak
yabancı/emperyalist sermaye ile Türk ticaret burjuvazisinin işbirliği sağlaması
için yapıldı. (8)
İzmir İktisat Kongresi Lozan görüşmelerine kapitülasyonlar meselesinden
ötürü ara verildiği bir dönemde düzenlendi. M. Kemal bu
kongrede “Kanunlar çerçevesinde yabancı sermayeye gereken teminatı
vermeye hazırız”diyerek emperyalist sermayeye açık bir mesaj
verdi. (9) Zaten kongrenin amacı da Türk ticaret burjuvazisinin
emperyalist sermayeyle işbirliği ve ortaklık ilişkilerini geliştirmekti. (10)
M. Kemal’in kongrede verdiği mesaj emperyalistler tarafından anlaşılmıştı.
Lozan görüşmeleri yeniden başladığında emperyalistler kapitülasyonlar
meselesinde yumuşayıverdiler. (11) . Lozan Antlaşması,
Türkiye’nin emperyalistlerin şartlarını kabul etmesiyle son buldu.
Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi, beş
yıl süreyle Türkiye’nin dışarıya karşı uygulayabileceği iktisat siyasetlerini
dondurmakta ve bazı istisnalar dışında, ithalat ve ihracat yasaklarının
kaldırılmasını ve yenilerinin konmamasını; gümrük tarifelerinin ise beş yıl
süreyle değişmemesini öngörmekteydi. Bu anlaşmayla gümrük resimleri beş yıl
için yeniden 1916 düzeyine çekildi. (12)
1920-1930 yılları arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66’sında
yabancı sermaye ortaklığı vardı ve bunlar tüm anonim şirketlerin toplam ödenmiş
sermayelerinin %43’ünü oluşturmaktaydı. (13) Başka bir veriye
göre de, 1924-1929 yılları arasında yabancı bankaların Türkiye’deki toplam
banka sermayelerine oranı %57’ydi. (14)
Kemalist iktidarın emperyalist sermayeyle ilişkileri ve komprador sınıfın
siyasal temsilcisi olması açısından İş Bankası’nın kuruluşu da
emsal niteliğindedir.
Kemalist iktidar Türk komprador-ticaret burjuvazisinin önünü, devlet
tekellerini imtiyazlı özel şahıs ve şirketlere işlettirme usulüyle açtı. İş
Bankası bu sürecin en kurumsal finans ürünüydü. İş Bankası yerli ve yabancı
sermayeyle Kemalist iktidar arasındaki bütünleşme sürecinde olağanüstü aktif
bir rol oynadı. (15) Muhtelif iktisat siyasetleri kararlarını
sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yönlendirmede çok etkili bir baskı
grubu vazifesi gördü.
Türk komprador burjuva siyaseti içinde süren klikler mücadelesi İş
Bankası kurulurken de sürdü. Celal Bayar’ın başını çektiği İş
Bankası kliğine karşı Maliye Bakanlığı karşı hamle olarak Alman
Reichsbank’ın başkanı Schacht’la ilişki kurdu. (16) M.
Kemal bu aşamada İş
Bankası çevresini, yani Celal Bayar’ı destekledi.
Bu süreçte İngiliz, Fransız, ABD’li ve Alman tekelleri Türkiye pazarındaki
ekonomik faaliyetlerini sürdürdüler. Kemalist iktidar emperyalist tekellerle
kurulan; doğrudan yabancı yatırımlara, ortak girişimlere, yap-işlet-devret
düzenlemelerine olanak sağladı. Bu dönemde emperyalist tekeller(Ford, H. A.
Brassert, Siemens) fabrikalar ve tesisler kurmaya devam etti. (17)
Emperyalist tekeller Türkiye pazarındaki hacimlerini genişletirken,
Kemalistler diğer yandan Sovyetler Birliği’nden yardımlar aldılar. Kemalist
iktidar 1932 yılında, birkaç ay arayla hem Sovyetler Birliği’nden hem de faşist İtalya’dan
kredi aldı. (18)
1934 yılında Sovyetler Birliği Kayseri ve Nazilli’ye tekstil fabrikası
açılması için 8 milyon dolar kredi verdi. (19) Görüldüğü
üzere, Kemalist iktidar hem emperyalist tekellerle işbirliği yapan hem de
Sovyet yardımlarına göz diken bir ekonomik perspektife sahipti.
Bu arada belirtmeden geçmeyelim, Kemalist iktidarın devletçilik
siyaseti de tamamen gelişen Türk komprador burjuvazisinin
çıkarlarına uygundu. 1929 dünya kapitalist buhranı sonrası Kemalist
iktidar, burjuva sınıfını güvence altına almak için devlet eliyle tedbirler
aldı.
Tevfik Çavdar Kemalistlerin devletçiliğine ilişkin çok yerinde bir tanım yapıyor:
“Türkiye’de devletçilik kapitalist sermaye birikiminin
özel bir yoludur.” (20)
Nitekim, devletçilik siyaseti; özü itibariyle, Türk komprador
burjuvazisinin güvenceli bir zeminde palazlanması siyasetiydi. Buhran
yıllarında, ihraç gelirlerindeki daralmadan kaynaklanan ekonomik gerilemeyi
önlemenin tek yolu dış ticaret açıklarının kapitalist merkezlerden kaynaklanan
sermaye ihracıyla kapatılmasıydı. (21)
Ayrıca devletçilik siyasetinin egemen olduğu süreçte yapılan millileştirme
pratikleri de tercihi değil, zorunlu iktisadi etkinliklerdi. Örneğin 1922 ve
1923 yıllarında Amerikan sermayesini temsil eden Chester grubu ile
imtiyazlı bir demiryolu yatırım anlaşması için yapılan girişimler sonuçsuz
kaldıktan sonra, demiryollarından yabancı sermayenin tasfiyesi doğrultusunda
temel bir karar alındı. (22)
Buhranın ilk yıllarında özel dış yatırımların Türkiye pazarına girişinde
daralma olsa da, 1935 yılına gelindiğinde Almanya ile yapılan ticaret, toplam
ticaret hacminin yarısına yaklaşmıştı. (23)
Bu safhada da İngiliz ve Alman emperyalizmi Türkiye pazarından pay kapma
yarışını sürdürdü. 20. yüzyıla girerken başlayan emperyalist rekabet,
1930’ların sonunda yeniden kızıştı.
Çarpıcı bir örnek olması açsından; 1938 yılında, Berlin’de yapılan ekonomik
görüşmeler sırasında Alman emperyalizmi Kemalist iktidarla, maden cevheri ve
yiyecek maddeleri alımında İngiliz emperyalizminden daha geri durumda
bırakılmaları konusunda sözleşti. (24)
1930-1938 yıllarında komprador-ticaret burjuvazisinin kazancı daralırken,
sanayi sermayesi palazlandı. Bu yıllarda büyük özel sanayi sınıfı da devlet
sanayine paralel hızla büyüdü. (25)
Bu örnekler daha da çeşitlendirilebilir. Ancak verdiğimiz örnekler
Kemalistlerin siyaseten Türk komprador burjuva sınıfını temsil ettiğini,
tekelci burjuva sınıfın çıkarlarına uygun siyasetler belirlediğini kanıtlamak
için yeterlidir.
***
Kemalistler 1923’ten sonra değil, CHP’nin öncülü olan Müdafa-i
Hukuk Cemiyeti örgütlenmesi yıllarında da Türk ticaret burjuvazisine
ve toprak ağaları sınıfına dayanıyordu. Kemalistlerin iktidarı almasıyla
birlikte Türk ticaret burjuvazisi palazlanarak komprador burjuvazi
konumuna geldi.
1923’ten önceki dönemde egemen olan komprador büyük burjuvazinin, eski
bürokrasinin ve ulemanın yerini, ulusal karakterdeki orta burjuvazi içinden güçlenen
ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi ve eski komprador
Türk burjuvazisinin bir kesimi aldı. Bununla beraber eski toprak ağalarının,
büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının
egemenliği sürdü, bir kısmının yerini de yenileri aldı. Bu yenilerin bir kısmı,
Ermeni ve Rum topraklarına el koyanlardı. Yani eski azınlık komprador
burjuvazinin yerine, Türk komprador burjuvazi geçti. (26) Yani
mülkiyet sahibi ve emperyalist sermayeye acentelik yapan sınıfın milliyeti değişti.
Mülkiyet de emperyalist sermayeye aracılık yapan da Türkleşti.
Kemalist iktidarın temsil ettiği diğer sınıf toprak ağalarıydı. Kemalistler
henüz milli mücadele yıllarında toprak ağası sınıfla uzlaştı. Bu hakikati “sol”
Kemalist yazar Doğan Avcıoğlu ve Kemalizm’i olumlayan tarihçi Feroz Ahmad da
itiraf eder. (27)
Burjuva devrimi bir bakıma toprak devrimidir. Ancak Kemalist iktidarın iki
sınıfsal dayanağından biri toprak ağalığı olması nedeniyle, Kemalizm burjuva
devrimin en temel görevini de yadsıdı. Kemalist iktidar aşar vergisinin kaldırılmasından
sonra toprak ağalarının çıkarlarına dokunan hiçbir girişimde bulunmadı. Ayrıca
aşar vergisinin kaldırılması en çok toprak ağalarına yaradı. (28)
1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu toprak
reformunu da içeriyordu. Bu kanunun toprak ağalarıyla dolu bir meclisten
geçmesinin nedeni, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında yaşanan ekonomik
bunalımın yarattığı koşullardı. Kanun üretimi arttırma ortak motivasyonuyla
çıkarıldı. Bu süreç yalnızca ağalık düzeninin temel çıkarlarını öncelemek
olarak gelişmedi. Feodal sistemin siyasi temsilcisi toprak ağaları parlamentoda
siyasi temsiliyet de sağladı.
Ayrıca; kanunun koyduğu birçok maddeyle sınıf mücadelesini de önleyeceği
sanılmıştı. Pratik bu yanılgıyı ortaya koyduğu zaman, atılan adımdan geri
dönülmüş, kanuna karşı çıkan bir toprak ağası tarım bakanı yapılarak kanun
baltalanmış ve toprak reformunu içeren madde de kaldırmıştı. (29)
***
İttihatçı iktidarla başlayan, Türkiye ve Kürdistan işçi-köylü kitlelerini
ezen komprador burjuvazinin ve feodal sınıfların burjuva diktatörlüğü Kemalist
iktidarlarla birlikte kurumsallaştı.
1909’un Tatil-i Eşgal’i daha şiddetli bir biçimde 1925’te
karşımıza Takrir-i Sükûn olarak çıktı.
Komünizme karşı mücadele henüz emperyalist işgale karşı ulusal savaş
sürerken, On Beşler katliamıyla ve Ankara’daki komünist
faaliyetin felç edilmesiyle başladı. Kemalist burjuvazi, 23 Şubat 1921’de
toplanan Londra Konferansı’na komünistleri katlederek katılırsa,
Avrupalı efendilerinin teveccühünü kazanacağını, Sevr Antlaşması’nın öldürücü
hükümlerinden vazgeçilebileceğini hesaplamaktaydı. (30) Kemalist
iktidar “en ilerici” olduğu ulusal kurtuluş savaşı sırasında
dahi, emperyalistlere anti-komünist terör gösterileriyle mesaj veriyordu.
Kemalistlerin anti-komünist siyaseti Takrir-i Sükûn’la birlikte sistemli ve
kesintisiz bir devlet terörüne dönüştü.
Tarihsel TKP’ye yönelen Kemalist terör, Takrir-i Sükûn’la
sistematikleşirken(siyasi yasaklar ve İstiklal Mahkemeleri, 1927’den 1951’e
uzanan tevkifatlar) 1950’li yıllara uzanan süreç içinde de artarak sürdü.
Örneğin 1946’da başlayan çok partili burjuva düzende, her türlü burjuva
partisine özgürlük sağlandı ama yine Tarihsel TKP’ye özgürlük yoktu.
Şefik Hüsnü önderliğinde, 20 Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi’ni
kurdu. Parti cemiyetler kanununun bir maddesinin değiştirilmesinden
yararlanarak sendikal örgütlenmeye girişti. (31) Parti ve
partiye bağlı sendikal çalışma hızla büyüdü. Ancak parti kurulalı altı ay bile
olmamışken 16 Aralık 1946 günü komünist çalışmanın yasa dışı olması gerekçe
gösterilerek devlet tarafından kapatıldı.
***
Türk komprador burjuvazisinin ilkel sermaye yaratma girişiminin
siyasal-iktisadı olan Türkleştirme siyaseti, Kemalist
iktidarla birlikte daha da kurumsallaştı. 1913’te Pontus soykırımı(1922’ye
kadar) ve 1915’te Ermeni soykırımıyla başlayan, ezilen
milliyetlere karşı uygulanan terör; 1921’de Koçgiri’yle,
1925’te Şeyh Said isyanıyla, 1930’da Ağrı isyanıyla
ve Zilan’la, 1938’de Dersim’le, 1934 Trakya
pogromuyla, 1942 Varlık Vergisi yağmasıyla, 1955’te 6-7
Eylül pogromuyla sürdü.
Günümüzde de bu siyaset ezilen Kürt ulusuna karşı Türk burjuva devletinin
bütün olanakları kullanılarak sürmektedir.
İttihatçılarla başlayan demografik dönüşüm Kemalist iktidarlarla birlikte
Türk burjuva devletinin varoluş refleksine dönüştü. Örneğin; 19. yüzyılın
sonunda yapılan nüfus sayımında Trabzon’daki gayrimüslimlerin kent nüfusuna
oranı %42.8’ken, 1927 yılındaki sayımda %1.2’ye düştü. Aynı kıyaslamaya göre
gayrimüslim nüfusu; Erzurum’da %31.5’ken %0.1’e, İzmir’de %61.5’ken %13.8’e,
Ankara’da %32.6’yken %5.2’ye ve Diyarbakır’da %31.9’ken 11.9’a düştü. (32)
Bu düşüş 1955’e kadar sistemli olarak devam etti ve neredeyse İstanbul
dışında gayrimüslim nüfusu kalmadı. İstanbul’daki gayrimüslim nüfusu da yok
denecek kadar aza indi.
İktidarın ilk on yılında, Kemalistlerin Türkleştirme siyaseti çerçevesinde
binlerce Kürt yurtlarından edilerek Batı’ya yerleştirildi. Bunun yanında
Kemalist burjuvazi aynı perspektifle bazı Türkleri Kuzey Kürdistan’ın muhtelif
bölgelerine yerleştirdi. (33)
Kemalist iktidarlarla birlikte kurumsallaşan Türkleştirme siyaseti; Müslüman
olmayan milliyetleri yok etme, Müslüman olan milliyetleri zorla asimile etme ve
asimilasyona direnen milliyetleri ise ezme eylemlerine dönüştü.
Örneğin günümüzde AKP-MHP iktidarı eliyle Kuzey Kürdistan’da
sürdürülen kayyum siyasetinin ve işgal “hukukunun” kurucusu
Kemalist iktidardır. Kemalist iktidar Ağrı İsyanı sonrasında yeni bir
belediyeler kanunu çıkarmış ve Kuzey Kürdistan’da, Hikmet Kıvılcımlı’nın
deyişiyle yerel yönetimler lafta kalmıştır. (34) Kuzey
Kürdistan’da her şey militarist ve terörist Kemalizm’in en zorbaca emir ve
yasaklanmasına tabi tutuldu.
Kemalist iktidarların yarattığı bu gelenek bugünde
AKP-MHP iktidarıyla sürdürülüyor.
Kemalist diktatörlük ezilen Kürt ulusuna yaptığı sistematik baskıyla
birlikte, Lozan Antlaşması sırasında Kemalistlerin desteğiyle ve İngiliz
emperyalizminin hamiliğinde, Kürdistan coğrafyası İran, Irak ve Türkiye
arasında bölündü. (35)
Burjuva devrimlerin en temel özelliğinin toprak sorununu çözmek olduğundan
söz etmiştik. Kemalist iktidarın Batı’da temsil ettiği iki egemen sınıftan
birinin toprak ağalığı sınıfı olmasının yanı sıra, Kuzey Kürdistan’da
da Kemalistlerin müttefiki toprak ağalarıydı. Kemalist diktatörlük
Kürdistan’ı toprak ağalarıyla kurduğu ilişki üzerinden sömürgeleştiriyordu.
Kemalistlerle toprak ağalarının ilişkileri o denli yoğundu ki, Erzincanlı
toprak ağası Mustafa ağa, Kemalist devlet cihazının temel direği
olan İsmet İnönü’yü oğluna kirve yapmıştı. Hikmet
Kıvılcımlı, Kemalistlerin Kuzey Kürdistan siyasetini şöyle özetliyordu:
“Kürdistan’da köylü devriminin elifini bile ağzına
alamayan, Şark’a demokratik burjuva devrimini büsbütün yasak eden, buna
karşılık Kürt ağalığıyla el ele vererek Kürdistan’ı iktisaden ve siyaseten
sömürgeleştiren cumhuriyet burjuvazisi elbette Şark isyanlarındaki mevkiini
kendisi herkesten daha iyi bilir. Bu isyanları yapanlar belli olabilir, fakat
bu isyanı kışkırtan Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm’in iktidar mevkiinden önce,
Kürdistan’da böyle kapsamlı isyanlar yoktu. Ve Kemalist sistemin kuruluşundan
onlarca yıl geçtikten sonradır ki, Kürdistan Şark’ın Balkan’ı ve isyan
mıntıkası, ateş ülkesi hâline geldi.” (36)
Bu arada belirtmekte fayda var. Kemalizm’in milliyetler soruna
yaklaşımının, genel olarak gözden kaçırılan en “ilginç” sonucu 12 Eylül faşist
darbesiyle resmi ideoloji hâline gelen Türk-İslamcılıktır.
Evet, Türk-İslamcılık Kemalizm’in Türkleştirme siyasetinin öz çocuğudur.
Kemalist iktidarların, özellikle Müslüman olmayan azınlık milliyetleri ülke
dışına sürmesiyle, geriye çoğunluğu oluşturan Türk-Sünni kitle
kaldı. Kemalizm ulus nosyonunu homojenleşmiş ve devletin “öz tebaası”
olan, devletle ulusal kimlik ve inanç krizi yaşamayan, Türk-Sünni kitle
üzerinden inşa etti. Bu nedenle günümüz Türk burjuva devletinin resmi
ideolojisi olan Türk-İslamcılık belirleyici bir biçimde Türkleştirme
siyasetinin sonucudur.
Bu anlamda; Kemalizm’in fiiliyatta yalnızca kentli burjuva kesimlere
taşımayı seçtiği ve yasayla “güvence” altına aldığı laiklik,
yine bizzat Kemalizm’in Türkleştirme siyaseti eliyle fiilen tasfiye edilmiştir.
Şunu da eklemek gerekir ki; Kemalist iktidar laik yasalarını, Takrir-i
Sükun sonrasında, komünist hareketi ve azınlık milliyetleri ezdiği sırada
çıkardı. Bu anlamda Kemalizm’in laisizmi de, pratik olarak
Türkleştirme siyasetinden ve anti-komünist reflekslerinden bağımsız değildir.
***
Bu yazımızda Kemalist iktidarların emperyalizmle bağımlılık ilişkilerini,
Kemalizm’in hem kurucu hem de geleneksel refleksleri olan anti-demokratik ve
anti-komünist siyasetlerini, dar-burjuva laisizmini ve milli azınlık sorununa
yaklaşımını; toplamda ise genel ideolojik ontolojisini kritik etmeye çalıştık.
Dizinin son yazısı olan bir sonraki yazıda ise Kemalizm’in faşist
reflekslerini ve genel anlamda faşizmle olan ideolojik ilişkisini ele alacağız.
Kaynakça
1.
Milli Demokratik Devrim, J. Stalin, Ç: Şule Perinçek, Kaynak Yayınları, sy.
70, 2. Baskı, İstanbul, 1992.
2.
Mao Zedung Seçme Eserler-II, Kaynak Yayınları, sy. 361, 3. Baskı, İstanbul,
1992.
3.
Kemalizm tahlili denemesi-I: Türk komprador burjuvazisi: https://gazetepatika22.com/kemalizm-tahlili-denemesi-1-turk-komprador-burjuva-siyasetinin-insasi-153817.html
4.
Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Lenin, Ç: Arif Bilgin,
Temel yayınları, sy. 37, Ankara, 1977.
5.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 28,
6. Baskı, İstanbul, 1998.
6.
İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad, Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak
yayınları, sy. 160, 4.Basım, İstanbul, 1999.
7.
Türkiye’nin Özgeçmişi-I, Vasfi Nadir Tekin, Sancı Yayınları, sy. 179, 1.
Baskı, İstanbul, 2021.
8.
Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985, Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 47,
6. Baskı, İstanbul, 1998.
9.
Age, sy. 30.
10. Age, sy.47.
11. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 163-164, 1. Baskı, Ankara, 2003.
12. Age, sy. 211.
13. Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985,
Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 31, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
14. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 175, 1. Baskı, Ankara, 2003.
15. Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985,
Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 30, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
16. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 254, 1. Baskı, Ankara, 2003.
17. Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram
Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim yayınları, sy.161, 1.Basım, İstanbul,
2023.
18. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 258, 1. Baskı, Ankara, 2003.
19. Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram
Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim yayınları, sy.160, 1.Basım, İstanbul,
2023.
20. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 249, 1. Baskı, Ankara, 2003.
21. Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985,
Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 49, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
22. Age, sy. 37.
23. Age, sy. 53.
24. Türkiye’de Faşist Alman Propagandası,
Johannes Glasneck, Ç: Arif Gelen, Onur yayınları, 1.Basım, Ankara.
25. Türkiye İktisat Tarihi/ 1908-1985,
Korkut Boratav, Gerçek Yayınevi, sy. 59, 6. Baskı, İstanbul, 1998.
26. Türkiye’nin Yarı Sömürgeleşme ve Yarı
Feodalleşme Serüveni, Vasfi Nadir Tekin, Sancı Yayınları, sy. 95, 2. Baskı,
İstanbul, 2018.
27. İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad,
Ç: Fatmagül Berktay, Kaynak yayınları, sy. 187, 4.Basım, İstanbul, 1999.
28. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 183, 1. Baskı, Ankara, 2003.
29. Türk Devrimi ve Sonrası, Taner Timur,
İmge kitabevi, sy.227, 8.Basım, Ankara, 2018.
30. İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut
Yayımcılık, sy.360, İstanbul, 2018.
31. Doktor Şefik Hüsnü Değimer, Rasih Nuri
İleri’nin Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 1969 tarihli 7. sayısı.
32. Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik
Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 110, 1. Baskı, Ankara, 2003.
33. İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark), Hikmet
Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.75, İstanbul, 1979.
34. Age, sy.154.
35. İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut
yayımcılık, sy.241, İstanbul, 2018.
36. 15) İhtiyat Kuvvet:
Milliyet(Şark), Hikmet Kıvılcımlı, Yol yayınları, sy.148, İstanbul, 1979
Kemalizm Tahlili-3: Faşizm-Kemalizm İlişkisi Üzerine
Güncel olarak Türk burjuva siyasetine yön vermeyi
sürdüren Kemalizm’in, karşı-devrimci ve gerici sınıfsal-ideolojik karakterinin
saptanması bu açıdan yakıcı bir meseledir. Hem güncel mücadele hem de tarihin
doğru okunması açısından, Kemalizm’le hesaplaşmak hâlâ proleter devrimci bir
görevdir.
“Yeryüzünde
hiçbir ‘izm’ faydacılığın dışında tutulamaz.” (Mao Zedong, Yenan Sanat ve Edebiyat Forumunda Konuşmalar.) (1)
Herhangi bir durumun tanımlanması, bizzat o duruma, eyleme ilişkindir.
Tanımla pratik durum, teorik bir düzleme taşınarak kavramsallaştırılır. Tanım,
anlatımı kolaylaştırır ama doğası gereği de sınırlıdır. Kendi dışında
bıraktıklarıyla arasında hep bir kriz olasılığıyla birlikte yaşar.
Bu kriz bazı kavramların biçimlenmelerinde kendini daha da fazla
hissettirir. Faşizm de böyle bir kavramdır. Faşizme ilişkin sabit ve genel bir
tanım yapmak oldukça zordur. Bu nedenle faşizm tanımı tartışması güncelliğini
korumaktadır.
Bu zorluğa rağmen faşizm kavramını tarihselleştiren ve güncelliğini
sürdürmesini de sağlayan, farklı siyasal pratiklerden elde edilen ortak
karakteristik nitelikler vardır. Kemalizm kavramı da ancak bu karakteristik
nitelikler zemininde ölçülerek faşizmle ilişkilendirilebilir.
Elbette derdimiz “akademik” bir
titizlikle, pirüpak bir faşizm-Kemalizm ilişkisine ulaşmak değildir.
Meseleye “akademik” olarak değil, proleter devrimci
mücadelenin penceresinden bakıyoruz.
Bu nedenle Kemalizm-faşizm ilişkisini, olgulara bağlı kalarak, devrimci
siyasal pratiğin değerlendirmesi ve saflaşması açısından kritik edeceğiz. Çünkü
en nihayetinde ortaya çıktığı günden bu yana, siyasal ihtiyaçlara göre dönüşüme
uğramış, siyasal bir kavramdan söz ediyoruz.
***
Faşizm; İtalya’da ortaya çıktığında,
başlangıçta, Umberto Terracini tarafından kabine
bunalımı olarak tanımlandı. Daha sonrasında Radek faşizmi “küçük
burjuva karşı devrimi” olarak tarif etti. İtalya Komünist Partisi’nin
“sol”-komünist liderlerinden Bordiga, burjuva demokrasisi ile
faşist diktatörlük arasında bir fark yok dedi. Faşizm Turati için küçük
burjuvazinin iktidarı elinden aldığı büyük burjuvazi üzerinde uygulanan diktatörlüktü.
Thalheimer’e göre bonapartizmin
modern eşdeğeriydi. Troçki’ye göre ise son dönem
bonapartizminin bir biçimi ya da küçük burjuvazinin egemenliğiydi. (2)
Faşizm tanımlarındaki farklılık yalnızca
kişiler arasındaki farkla sınırlı kalmadı. Dünya Komünist hareketinin merkezi
olan Komintern de, Dimitrov’un 1935’teki tanımına kadar, siyasal
yönelimlerindeki zikzaklara göre, önce “sol”a sonra sağa kayarken,
sık sık faşizm tanımlarını değiştirdi.
Faşizm tanımı, süreç içindeki değişimler
çerçevesinde ve pragmatik bir perspektifle yeniden var edildi.
Bu süreçte faşizm komünist hareket
tarafından; “kapitalizmin güçsüzlüğünün ifadesi”, “devrimci
durumun habercisi”, “zorunlu devrimden önceki son aşama”, “gerileme
çağında sermaye diktası”, ve “finans kapital diktası” diye,
farklı biçimlerde tanımlandı. (3)
Halk Cephesi siyasetiyle
birlikte “finans kapital diktası” tanımı da
daraltılarak, Dimitrov tarafından son biçimi verildi:
“Faşizm finans kapitalin en gerici, en
bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık zorba diktatörlüğüdür.” (4)
Gerek komünist hareketteki farklı eğilimlerin yaptığı faşizm tanımları
gerekse de Komintern’in süreç içerisinde değişen resmi faşizm tanımları göz
önüne alındığında, Dimitrov’un yaptığı tanım hem faşistleşme süreçlerinin özünü
yansıtan hem de faşizmin ortaya çıktığı tarihsellikle hakiki bağları olan bir
tanımdır ve güncelliğini de sürdürmektedir.
Poulantzas’ın Max Horkheimer’i
düzeltmesi, Dimitrov’un bu özlü tanımının anlaşılması açısından oldukça
çarpıcıdır:
“Horkheimer, ‘totalitarizm’ konusundaki
bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp, şöyle diyor: ‘Kapitalizmden söz etmek istemeyen
birinin faşizm konusunda ağzını açmaması gerekir.’ Bu tamamen yanlıştır.
Asıl emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını
açmaması gerekir.” (5)
Gerçekten de faşistleşme pratiklerinin
en ayırt edici niteliği tekelci kapitalizmin olağanüstü siyasal
çıktıları olmalarıdır.
Faşizm emperyalist-kapitalizmin buhran ve devrimci durumlar yaşadığı
ülkelerde iktidar oldu. İtalya ve Almanya emperyalist zincirin, birinci
halkasının en zayıf unsurlarıydı.
İtalya ve Almanya’daki faşistleşme süreçlerinin iki ortak özelliği vardı:
Bir: Büyük devrimci işçi
ayaklanmalarının yenilgisinden sonra ve olağanüstü koşullarda ortaya çıktı.
İki: İngiltere ve Fransa ile kıyasla,
tekelleşme yarışına geç giren ve daha genç emperyalist ülkeler olan İtalya ve
Almanya’da boy verdi.
Daha sonra gelişen bütün faşistleşme
pratikleri; Güney Avrupa, Doğu Avrupa-Balkanlar, Güney Amerika, Japonya; finans
kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının iktidara
gelme süreçleriydi. Ancak hepsinde süreç farklı dinamiklerle işledi.
Koalisyonlu faşist diktatörlüklere, faşist kliklerin birbirlerine darbe
yaptığı ve hatta parlamentonun bir süre devam ettiği faşist diktatörlüklere de
şahit olundu.
İspanya, Portekiz, Bulgaristan ve Yunanistan’da faşist iktidarlar
koalisyonlarla yönetildi. Faşist kamp içindeki çelişkilerin uzlaşmaz olduğu
bazı ülkelerde yarı faşist klikler bile bir araya gelemediler.
Avusturya’da biri devlete dayanan dinci
yerli faşistler, öteki Nazi destekli iki faşist klik birbirlerine ölesiye
düşmandılar. Önce devlet desteğindeki bürokrat faşist Dolphus-Schuschnigg
rejimi kuruldu. Daha sonra bu rejim Hitler destekli bir darbeyle devrildi ve
Avusturya Nazi ordusu tarafından ilhak edildikten sonra yerine işbirlikçi
Naziler getirildi. (6)
Faşizm, geniş bir kitle temeline sahip olmadığı ülkelerde de klasik faşist
ülkelerdeki kadar tehlikeli oldu. Geniş bir temele sahip olmadığı hâlde
devletin silahlı güçlerine dayanarak iktidara gelen faşist iktidarlar, aynı
zamanda devlet organlarını da kullanarak sosyal temellerini genişletmeye
çalıştılar. Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlandiya gibi ülkeler bunun açık
örneğiydi.
Dimitrov tümel bir faşizm tanımı yapmakla birlikte, faşizmin farklı
biçimlerini de ayrı ayrı değerlendirdi. Hatta faşizmin farklı biçimlerinin
incelenmesini özel olarak vurguladı:
“Faşizmin hiç bir genel tarifi -doğru
olsa bile-değişik aşamalardaki bütün ülkelerde gelişiminin ve faşist
diktatörlüklerin çeşitli biçimlerinin özel niteliklerinin incelenmesi gereğini
ortadan kaldırmaz.” (7)
Bu değerlendirmeler eşliğinde
Dimitrov, Halk Cephesi siyaseti sonrası dönemde doğrudan
faşizmle ilişkili olan tekelci burjuva iktidarlarla dolaylı ilişkileri olanları
birbirinden ayırdı. Buradaki siyasal/pragmatik hedef, Alman ve İtalyan
faşistlerini tecrit etmekti. İtalyan ve Alman
faşizmleriyle dolaysız ve organik ilişkisi olmayan burjuva
diktatörlükleri, Dimitrov’un ve Komintern’in hedef tahtasında yer almadı.
***
Bu siyasetin olumlu ve olumsuz sonuçları
oldu. Uzun bir süre önce Komintern, Sovyetler Birliği’nin dış siyaset
aracına dönüşmüştü. Zaten sürecin en olumsuz sonuçları bu gelişmeden
doğdu. Bu dönemle birlikte, Komintern’in siyasal refleksleri sosyalist
anavatanı koruma güdüsüyle hareket etti. Komintern Sovyetleri
korurken, Sovyetlerin dışında kalan birçok komünist partisinin hiçleşmesine
neden oldu.
Tarihsel TKP de bu
olumsuzluktan etkilenen partilerdendi.
Sovyetler Birliği’nin Batılı
emperyalistlere karşı Türkiye’yi yanında tutma siyaseti on beşlerin katliamından
bu yana, Komintern’in Kemalizm’e karşı sağlıklı ve tutarlı değerlendirme
yapmasına izin vermedi.
Kemalist diktatörlük; finans
kapitalin en gerici, en bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık zorba
diktatörlüğü tanımıyla kesişmesine rağmen, Kemalistlerin Batılı
emperyalist sermaye ve Sovyetler arasında denge siyaseti izlemesi,
Kemalist diktatörlüğü Türkiye’deki komünist harekete karşı korunaklı hâle
getirdi. Öyle ki, Tarihsel TKP, Ağrı İsyanı sırasında Kemalist
teröre karşı Kürt ulusunu haklı bulduğu için Komintern
tarafından uyarıldı. (8)
Kemalist iktidar; Türk komprador
burjuvazisinin önünü açmak adına, Takrir-i Sükun’la başlayan
süreçle birlikte; işçi ve köylü kitleler, azınlık milliyetler üzerinde gerici
bir burjuva diktatörlüğü kurdu.
Muhalefette yer alan gazeteler
kapatıldı, yazarları Doğu İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Komünist yayınlar
ve örgütlenme, sendikalar, işçi dernekleri yasaklandı. 1933’te Ceza
yasasında değişiklik yapılarak grev yaptırmak için ya da işi
terk ettirmek için çalışma yapanlara ağır cezalar verilmesi kabul
edildi. 1936’da Endüstri İşçileri Cemiyeti kurmak için
müracaat edildi ama dernek anında kapatıldı ve
kurucuları kovuşturmaya uğradılar. (9)
Muhalif burjuva kliğin
örgütlendiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve
mensupları Şeyh Said isyanının teşvikçisi olarak suçlandı.
1927’de başlayan komünist tevkifatları 1930’lu ve 1940’lı yıllar boyunca,
soluksuz bir biçimde sürdü. Şeyh Said’den Dersim 1938’e, Edirne Pogromu’ndan
Varlık Vergisi yağmasına kadar azınlık milliyetlere düzenli olarak şiddet
uygulandı, imha siyaseti Kemalist diktatörlüğün devamlılığı için esas hâline
geldi.
Baskı ve şiddet siyaseti sürerken, diğer yandan Türk komprador burjuva
sınıfı bizzat Kemalist iktidar eliyle büyütüldü, Kemalist iktidar bloğu bütün
klikleriyle birlikte kompradorlaştı.
İşçi sınıfı, komünist ve demokratik siyaset, azınlık uluslar sahnenin
dışına itilirken, meydan tamamen Türk komprador burjuvazisine bırakıldı.
Kemalist iktidar önce İngiliz ve Fransız emperyalizmine, sonrasında ise Alman
emperyalizme bağımlı bir ekonomi inşa etti.
Bütün bunlar göz önüne alındığında
Kemalist diktatörlüğün, emekçi halka ve ezilenlere karşı klasik faşist
yöntemlere benzer bir yol izlediği açıkça görülmektedir.
Ayrıca Kemalist diktatörlük uluslararası
dinamikler açısından da, pragmatik-burjuva esaslardan bağımsız olmamakla
birlikte, dümeni esas olarak faşist blok tarafına kırmıştı. Sovyetlerle
ilişkiler yalnızca pragmatik ilişkilerden ibaretti. Kemalistler sınıfsal ve
ideolojik olarak, dolaysız bir biçimde faşist bloğa yakınlardı.
Hatta Kemalist diktatörlük Sovyetlerin
Hitler karşısında alacağı bir yenilgi durumunda Kafkaslarda Turan
hayalleri kuruyordu. Kemalist iktidar bu hayaller için Dışişleri
Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun da içinde olduğu bir Turancı Komitesi dahi
kurdu. (10)
1930’lu yılların sonuna doğru Kemalist Türkiye, uluslararası siyasal
iktisat ilişkileri açısından da Alman faşizminin en önemli pazarlarından biri
hâline geldi.
Bu süreçte; Kemalistler Hitler için
gazete kapattılar. (11) 1938-1939 arası dönemde sanayi
tesislerinin %80’ini Naziler kurdu. (12) Hitler Kemalistlere
Yunan ve Kafkas toprağı vadetti. (13) Kemalistler Naziler için
Montrö Boğazlar Sözleşmesini dahi deldiler. (14)
Tevfik Çavdar’ın ifadesiyle faşizm
CHP’yi cezbetmişti. (15)
CHP bu dönemde hem kendine özgü faşistleşme sürecini yaşarken, diğer yandan
da en tehlikeli faşist devlet olan Almanya ile flört hâlindeydi. Kemalist
gazeteler Führer’e selam çakıyordu.
CHP’de Recep Peker’in temsil
ettiği kanat açıkça Nazizm’e öykünüyordu. Recep Peker çevresi tarafından
1933’te çıkarılan Ülkü dergisinde, “Ulusal Kemalizm diyebileceğimiz bu
saf, erkeksi ve güçlü ideoloji, dayanışmacı yeni bir toplum oluşturmak için
biyo-sosyoloji ve hatta ırkların ıslah edilmesine dayalı bir yönetim kullanmalıdır.” minvalinde
faşist tezler savunuluyordu.(16)
Çarpıcı olduğu için belirtmekte fayda
var: Recep Peker tipik bir Türk Nazisiydi. M. Kemal’de de belirgin olan “sınıfsız,
imtiyazsız” toplum perspektifi ve faşist “anti-kapitalizm”
yaklaşımı, Peker’de en açık hâliyle temsil ediliyordu. CHP Genel Sekreteri
Peker Halkevleri’nin açılışında şunları dile getiriyordu:
“Halkevlerinin gayesi ulusu
katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle hâline getirmektir.” (17)
1935 yılında CHP 4. Kongresini topladı.
CHP programı “tek ulus, tek şef, tek parti” anlayışıyla
gözden geçirilip yeniden değiştirildi. CHP Genel Sekreteri Peker program
değişikliğini radyo programında anlattı:
“Amme haklarında anarşiyi besleyen,
ekonomide ulusal çalışmayı yıpratan ve ulus yığınlarını istismar eden, liberalizme
karşı cephemizi sıklaştırıyoruz. Sınıf kavgası yollarını sımsıkı
kapatıyoruz. Grev ve lokavt yasak olacaktır.” (18)
Dimitrov’un “faşizm kitleleri
sömürürken onlara en ustaca anti-kapitalist demagojilerle yaklaşır” (19) tespiti,
sanki Recep Peker için söylenmiş gibidir. Peker’in ifadelerinin altına Heinrich
Himmler’in ya da Adolf Eichmann’ın imzası atılsa hiçbir Nazi garipsemez.
Aynı dönemde Mustafa Kemal faşist Güneş-Dil teorisini
ortaya attı. M. Kemal’in “tarih tezleri” Sovyet bilim adamları
tarafından da bilim dışı, ırkçı ve faşist olarak
değerlendirildi.
Sovyet teorisyen Feridov 1928
yılında, Komintern’in 6. kongresinin “Toprak devrimi olmadan burjuva
devrimi hiçtir” kararını da referans alarak; Türkiye’nin gerçekte, burjuva
diktatörlüğünün son kertesi olan faşizm aşamasına girdiği sonucuna vardı. (20)
Feridov, benzer tarihlerde Kemalist
iktidarı tahlil eden Şnurov’un dile getirmediği açıklıkta, Kemalist
iktidarı faşist diktatörlük olarak tanımladı.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi
Politbüro üyesi Jdanov ise 1947 yılında Polonya’da yaptığı
konuşmada, Kemalist iktidarı “gerici anti-demokratik” ve “faşist
azınlığın halk üzerindeki diktatörlüğü” olarak nitelendirdi. (21)
Jdanov’un bu çıkışıyla birlikte, ilk kez
bir Sovyetler Birliği Komünist Partisi yöneticisi, resmi ağızdan Kemalist
iktidarı faşist diktatörlük olarak değerlendirdi.
Bunların dışında Kemalizm’i faşizm
olarak değerlendiren siyasal bilimciler de vardır.
Özellikle Vahram Ter-Matevosyan’ın
da Komünizm Gözünden Kemalizm incelemesini yazarken referans
aldığı Fikret Adanır ve Özgür Gökmen’in
yaklaşımları bu bağlamda önemlidir.
Adanır, Kemalist rejimi “asgari
faşizm” olarak tanımladıktan sonra, savını şu şekilde açıklıyor:
“Asgari faşizmin belirtileri şunlardır:
a) Anti-liberalizm, b) anti-muhafazakârlık, c) ulusun tarihindeki belirli
çağları yüceltme eğilimi, d) karizmatik liderliğe yatkınlık, e) ulus, lider ve
ulusal kimlik gibi mitsel kavramları tanrılaştırmak, f) ulusal toplulukta
homojenliği idealleştirmek.” (22)
Gökmen de 1931-1945 yılları
arasında Kemalizm’le faşizmin örtüşen birkaç yanı olduğunu
ileri sürerek, o yanları şöyle ifade ediyor:
“Tek bir parti, eski rejime karşı sert
bir tepki, dayanışmacı, korporatist ve ardından totoriter eğilimlerin varlığı,
devletin partiyle kaynaşması, ulusal liderlik sisteminin benimsenmesi ve
ekonomiye devlet müdahaleciliğinin artması.” (23)
Görüldüğü üzere Kemalist iktidar dönemi faşizmle muazzam benzerliklere
sahip, açık faşist diktatörlüğe yakın nitelikler sergileyen bir burjuva
diktatörlüğüydü.
***
Muhtelif finans kapital odakları
arasında “dengeli” ekonomik bağımlılığı esas alan; milli
şeflik sistemi inşa eden, M. Kemal’in İtalyan faşizmi referanslı bağımlı
ekonomi modelinden, Recep Peker’in Nazi orjinli “anti-liberalizmi”ne
uzanan; grev yasaklayan, azınlık milliyetlere zulmeden, anti-komünizmi
iç siyaset ilkesi hâline getiren pratik, Kemalist diktatörlüğün
faşizmle kesiştiği tartışmasız emsallerdir.
Kemalist iktidar, kendi özgünlüğü içinde; 1927’den itibaren, açık faşist-terörist
diktatörlüğe yakın; kitle hareketine dayanmayan, tepeden inme, yarı-faşist ve
yarı-askeri bir burjuva diktatörlüktü.
Ancak bu faşistleşme süreci kesintisiz bir
süreç değildi. Türkiye’deki sınıf mücadelelerinin seyrine göre;
Türk tekelci sermayesinin çıkarları doğrultusunda, ihtiyaç olduğunda
devreye sokulan siyasal bir mekanizmaydı.
Kemalizm-faşizm ilişkisinin bütünlüklü değerlendirilebilmesi için
Kemalizm’i faşizm olarak tanımlayan yaklaşımın devrimci siyasetteki ilki olan
Kaypakkaya’nın yaklaşımını da özlü bir minvalde tartışmamız gerekiyor.
Kaypakkaya, yukarıda örneklerini verdiğimiz, Kemalizm’i faşizm olarak
değerlendiren yaklaşımlarla da bizim ortaya koyduğumuz teorik çerçeveyle de
belli noktalarda kesiştiği gibi, önemli bir noktada ise temelden ayrılık
yaşamaktadır.
Çünkü Kaypakkaya Kemalizm’in faşizm
olduğu savını sınırlı bir dönemle sabitlemiyor; Kemalizm’i, burjuva
devrimin temel problemlerini (toprak devrimi ve ulusal sorun) çözememiş ve bu
nedenle de işçiler ve halk sınıfları üzerinde sistemli ve sürekli faşizmle
iktidarını sürdürebilen, Türk burjuva devletinin “yaşamsal” ideolojisi
olarak tarif ediyor.
Sürekli faşizm anlayışını tartışmadan önce, Kaypakkaya’nın Kemalizm
yaklaşımının kaynaklarına da kısaca değinelim.
***
“Şurası kesindir ki, Kemalist Devrim
ezilenlerin ortak düşmanı olan dünya emperyalizminin güçsüz bir hâle getirilmesine
yaramıştır. Bunun için, devrimci olmadığı hâlde, Kemalist burjuvazi, kendi
isteğiyle olsun olmasın, yine de uluslararası devrime yardımcı olmuştur.” (24)
Yukarıdaki paragraf, İbrahim
Kaypakkaya’nın Kemalizm değerlendirmelerini yaparken esas aldığı birkaç
referansından biri olan, Şnurov’un Türkiye
Proletaryası broşüründen alınmıştır. Türkiye komünist hareketi içinde
Kemalizm’i ilk kez faşizm olarak değerlendiren Kaypakkaya’nın
referansı olan Şnurov’un bu ifadeleri, aynı zamanda Türkiye solunun Kemalizm’e
yaklaşımını da belirleyen siyasal trajedinin temel
referansıdır.
Esasen, Şnurov’un ifade ettiği “Kemalizm’in
devrimci olmadığı hâlde devrimci olması” savı Komintern’in resmi
belirlemesidir. Komintern’in Kemalizm tahlilini ve Sovyet yöneticilerinin
TKP’yi hiç etme pahasına Kemalist iktidarla kurduğu faydacı ilişkileri daha
önce detaylı bir biçimde ele almıştık. (25)
Şnurov yukarıdaki paragraftan bir sayfa
sonra, Politik Düzen alt başlığında şunları söylüyor:
“Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik
biçimler varsa da (seçimle meydana getirilen parlamento vb.) Türkiye’de bugün
mevcut düzenin özü, bütün demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür.” (26)
Kaypakkaya, ŞAFAK
REVİZYONİZMİNİN KEMALİST HAREKET, KEMALİST İKTİDAR DÖNEMİ, İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
YILLARI, SAVAŞ SONRASI ve 27 MAYIS HAKKINDA TEZLERİ bölümünün, “Kemalist
Diktatörlük İşçiler, Köylüler, Şehir Küçük-Burjuvazisi, Küçük Memurlar ve
Demokrat Aydınlar Üzerinde Askeri Faşist Bir Diktatörlüktür” alt
başlığında, Şnurov’un “demokrasilerden uzak bir diktatörlüktür” yargısının
yanına “yani faşizmdir” diye not almıştır. (27)
Kaypakkaya’nın bu yaklaşımı, bilgiyle
kurduğu ilişki açısından sorunlu görülebilir ancak Aydınlık gibi
sağcılığın sinsice ve incelikle işlendiği bir çevreyle hesaplaşma iradesi göz
önüne alındığında, aşırı tutumların ortaya çıkması anlaşılır hâle geliyor.
“Demokrasiden uzak diktatörlük” ifadesinin “faşizm”e
dönüşmesi de, bu anlamda, devrimci ideolojik-siyasal kopuşun bir ifadesi olarak
değerlendirilmelidir.
Ayrıca Kaypakkaya’nın bu tutumunda, Türkiye
Solunda genel olarak ıskalanan bir durum daha var.
Kaypakkaya Kemalizm’i faşizm olarak niteleyerek yalnızca Aydınlık’tan
kopmamıştır, esas olarak Komintern’in faydacı esaslara göre biçimlendirdiği
Kemalizm tahlillerinde de geleneksel sol çizginin düzen içi
siyasal sınırlarından da kopmuştur.
Şnurov örneği münferit değildir. Örneğin
Kaypakkaya’nın “parlamento faşizmin maskesidir/aletidir” savı;
Dimitrov’un “faşizmin, açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir
parlamentarizmle birleştirmesini engellemez” ifadesine
dayanmaktadır. (28)
Dimitrov Kemalist Türkiye’yi, sözünü ettiği değerlendirme kapsamına almasa
da, Kaypakkaya Dimirov’un bu çözümlemesiyle Türk burjuva siyaseti arasında bağ
kurmuştur.
Dimitrov Güney-Doğu Avrupa’yı
değerlendirirken özel şartların faşizme kendine özgü bir nitelik
kazandırdığını söylemektedir. Bu ülkelerde toprak devrimi
yapılmamıştır, feodalizm tasfiye edilmemiştir, milli azınlık sorunu
çözülmemiştir. Bu ülkeler yarı-sömürge ve sanayisi az gelişmiş ülkelerdir.
Nesnel olarak ele alındığında, Dimitrov’un sözünü ettiği ülkelerle( özellikle
Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlandiya) Kemalist Türkiye çok benzer bir
siyasal iktisada sahiplerdir.
Ancak bu benzerliğe rağmen Dimitrov,
Kemalist Türkiye’yi bu düzlemde tartışma gereği duymamıştır. Bunun nedeninin de
Şnurov’un saptamasıyla aynı olduğunu düşünüyoruz. “Kemalizm’in devrimci
olmadığı hâlde devrimci olması” savına yol açan Sovyetler Birliği’nin
dış siyaset ihtiyaçları, Kemalizm’in karşı devrimci ve faşist karakterinin,
Komintern tarafından öne çıkarılmasına hiçbir zaman izin vermemiştir.
Kaypakkaya referans aldığı isimlerin
tahlillerinde açık bir ifade olmamasına rağmen, siyasal bir tercih
olarak, Türkiye işçi sınıfının ve Türkiye Devriminin ihtiyaçları doğrultusunda,
Kemalizm’i faşizm olarak belirlemiştir.
Bu açıdan Dimitrov da münferit bir örnek
değildir. Kaypakkaya’nın Kemalizm yaklaşımı Şnurov, Stalin ve Mao’nun Kemalizm
değerlendirmelerine; faşizm yaklaşımı ise Dimitrov’a dayanır. Ancak
Kaypakkaya’nın referans olarak aldığı isimlerin hiçbiri Kemalizm’i faşizm
kategorisinde değerlendirmemiştir. Kaypakkaya’nın “Kemalizm
faşizmdir” çıkarımının ne uluslararası ne de ulusal bir önceli vardır.
Bu durum Kaypakkaya’nın yaklaşımını tamamen özgünleştirmektedir.
Kaypakkaya’nın Kemalizm yaklaşımındaki
ayırt edici tutumu ve yalnızlığı onun hem güçlü hem de “cılız” tarafıdır.
Güçlüdür, çünkü Türk burjuva siyasetinin bütün unsurlarından kopmasını
sağlamıştır. “Cılız”dır, çünkü bu mesele de çok geç kalınmış bir
ilki temsil etmektedir ve savını gerekçelendireceği özel bir faşizm tahlili
yapmamıştır.
Kaypakkaya’nın önemi, hem
Kemalizm’in komünistçe olumsuzlanmasında bir ilki temsil etmesindedir hem de bu
ilksel tutumu örgütlü-siyasal bir iddiayla birleştirmesindedir.
Daha önce de ifade etmiştik. “Kemalizm,
bizzat faşizm demektir” savı, siyasal bir belirleme ve
devrimci-propagandist söylem olarak doğrudur ve bu açıdan
gerekçelendirilmiş de bir savdır. Ancak bu sav Türkiye ve Kürdistan’ı birlikte
kapsayan, özel bir faşizm tahlilinden yoksundur. (29)
Keza daha önce de ifade ettiğimiz gibi,
Kaypakkaya’da devrimci bir kopuşa yol açan asıl belirleme, Kemalist
iktidarın Türk komprador burjuvazisinin siyasal temsilcisi olduğu
hakikatinin keşfedilmesidir. Kaypakkaya bu belirlemeyle Kemalist
iktidarın “milli burjuva sınıfının temsilcisi” olduğu
mitolojisini yerle bir etmekle kalmadı, o aynı zamanda Kemalizm’in düşman
sınıfın kurucu ideolojisi olduğunu ve gerici niteliğini saptadı.
Tartışmasız hakikat ve devrimci olan bu
durumun cesaretle ortaya konulmasıdır, Kemalizm’in karşı devrimci karakterinin
deşifre edilmesidir.
Kaypakkaya’nın “Kemalizm
faşizmdir” savı, Kemalizm’in sınıfsal tahlili ile birlikte
değerlendirildiğinde anlamlıdır.
Çünkü Kaypakkaya’da günceli yakalayan ve
geçmişte içinde bulunduğu statik ortamdan onu kurtaran devrimci tutum,
Kemalizm’i sınıfsal olarak mahkûm eden ideolojik-siyasal çizgide ısrar
etmesidir.
Kaypakkaya’nın Kemalizm tezlerindeki sorun
ise Türk burjuva siyasetinin vücuda gelmiş formu olan Kemalizm’in
sürekli faşizm olarak tanımlanmasıdır. Tarihsel maddecilik açısından Kaypakkaya
düşüncesini donuklaştıran; ideolojik karşıtlık ile siyasal karşıtlık
arasındaki ayrımları silikleştiren yaklaşım Kemalizm’in/faşizmin
sürekli olduğunun kabulüdür.
Kaypakkaya’nın “Türkiye’de
burjuva demokrasisi, başından beri, Kemalist iktidar dönemi de dâhil, faşizan
ve feodal bir karakter taşımaktadır” (30) saptaması, onun
düşüncesinde sürekli faşizm teorisinin kaldıracı niteliğindedir.
Kaypakkaya’ya göre komprador burjuvazinin bütün klikleri faşisttir. Bu
belirleme Türk komprador-egemen sınıflar arasındaki siyasal krizlerin ve
kırılmaların açıklanmasında bazı tıkanıklıklara ve hatta tutarsızlıklara yol
açmaktadır.
27 Mayıs 1960 darbesi örneği
üzerinden somutlayacak olursak; Kaypakkaya’nın yaklaşımına göre iktidardaki
komprador klik Demokrat Parti de muhalif komprador klik CHP de faşisttir.
Mesele bu şekilde konulduğunda; 27 Mayıs darbesi de faşist askeri darbe olmuş
oluyor.
Ancak Kaypakkaya 27 Mayıs
sonrasını, Türkiye burjuva demokrasisinin üç kısa döneminden biri olarak
değerlendiriyor. Dolayısıyla muhalif faşist kliğin iktidardaki burjuva kliğe
yaptığı askeri darbe burjuva demokratik bir ortam yaratmış oluyor. Kaypakkaya
bu durumu da faşist askeri kliğin orta sınıf reformizmiyle uzlaşması iddiasıyla
açıklıyor.
Faşist askeri diktatörlük, tekelci
burjuvazinin açık terörist diktatoryası olması nedeniyle orta burjuva
reformculuğuyla uzlaşamaz. Yani uzlaşma koşulları olsaydı
zaten, burjuva iktidarın en radikal ifadesi olan faşist diktatörlük seçenek
hâline gelmezdi.
Ancak sürekli faşizm kavrayışının yol
açtığı tek çelişik durum bundan ibaret değildir.
Örneğin; 27 Mayıs ile 12 Mart darbeleri
denkleştirildiğinde, 12 Mart askeri cuntasının ilk işinin 1961 anayasasını
budamak olması da açıklanamaz hâle geliyor.
27 Mayıs darbesi, muhalif komprador
burjuva klikle orta sınıf reformculuğun uzlaşmasının bir ürünüydü.
Bu nedenle geçici bir burjuva demokrasisine
yol açtı. Keza, aynı nedenle, bir süre sonra komprador burjuvazinin
çıkarlarına zarar verdiği ortaya çıktığı için 12 Mart faşist darbesi
tezgâhlandı ve orta sınıf reformculuğunun damgasını taşıyan anayasa tasfiye
edildi.
27 Mayıs darbesinde; komprador ve orta
burjuvazinin bütün kliklerini ortaklaştıran ve Kemalist iktidardan da miras
kalan gerici nitelik, 27 Mayıs sonrasında Kürt ulusuna karşı alınan
tutumdur.
Darbeden hemen sonra siyasi tutukluların
tümünü serbest bırakarak bir iyi niyet gösterisinde bulundular. Buna karşılık
Menderes hükümetinin Kürtçülük komplosuyla tutukladığı 49 Kürt öğrenci ve
aydınları tahliye edilmedi. Milli Birlik Komitesi’nin yaptığı ilk icraatlardan
biri, Kürtçülük yaptıkları iddiasıyla 550 Kürt ağa ve aydınını hiçbir gerekçe
göstermeden ve mahkeme kararı olmadan Sivas’ta bir kampta enterne etmek
oldu. (31)
***
Faşizm en nihayetinde; tekelci burjuva
sınıfın ihtiyaçlarını karşılamak için başvurulan en olağanüstü ve radikal
siyasal tercihtir. Kemalizm’in iktidarı aldıktan sonraki gelişmesi esas
olarak köylülere, işçilere ve toprak devrimi olasılığına karşı
yöneldiği için kuruluş kodları itibariyle anti-demokratik,
anti-komünist ve ezilen milliyetler meselesinde inkarcı bir karakterde
şekillendi.
Bu üç kurucu iç siyaset
ilkesi, aynı zamanda Kemalizm’in yarı-faşist ideolojik kodlarıdır. Bu üç
faşist ideolojik kod, Türk burjuva siyaset geleneğinin hiçbir zaman
vazgeçmediği ve ideolojik sürekliliğinin de kendini bugün de en belirgin
şekilde hissettirdiği reflekslerdir.
Bütün Türk komprador burjuva
tarihine açık ve sürekli faşizm teşhisi koymak, çelişkiler
yumağı olan gerçeğin de doğru kavranamamasına yol açıyor.
Gerçeğin bir yönünü doğru kavrarken,
diğer yönünün yadsınması devrimci kavrayışı sakatlayan bir yöntem sorunu
yaratıyor. Sınıf mücadelesinden doğan nesnel olanakları doğru kavramamızı
engelliyor.
Hiçbir şey sabit değildir, sabit olan gerçeğin tali biçimidir. Asıl olan
değişimdir. Değişim ise çelişmelerin, farklılıkların zorunlu ifadesidir.
Bu nedenle Türk burjuva siyasetin bütün
kliklerinden kopmak ve Türk burjuva devletine karşı uzlaşmaz bir teori inşa
etmek çok olumlu bir devrimci çabadır. Ancak bu ne kadar olumluysa Türk burjuva
siyasasının ideolojik-sınıfsal var oluşunu ve gelişimini toptancı bir
yöntemle açıklamaya çalışmak ve bütün süreçleri tek bir sabite indirgemek de o
kadar olumsuzdur.
Türk burjuva siyaseti her ne kadar yarı-faşist ya da örtülü faşist bir
karaktere sahip olsa da, hem egemen sınıfların ihtiyaçları hem de toplumsal
çelişmelerin eşitsiz gelişmesi nedeniyle, kendi içinde önemli siyasal
kırılmalar ve kopuşlar yaşamaktadır.
Türk burjuva siyaseti; Kemalist iktidardan AKP-MHP rejimine, Kemalizm’den
Türk-İslamcılığa uzanan süreçte ciddi siyasal kopuşlar yaşamasının yanında,
muazzam da bir ideolojik sürekliliğe sahiptir. Aralarında önemli siyasal
krizler olsa da; Kürt ulusuna yönelik kayyum siyasetinde, grev yasaklarıyla ve
anti-komünist terör uygulamalarıyla; Kemalist iktidarla başlayan faşist
ideolojik-siyasal refleksler AKP-MHP rejimi ile güncelliğini korumaktadır.
Güncel olarak Türk burjuva siyasetine yön vermeyi sürdüren Kemalizm’in,
karşı-devrimci ve gerici sınıfsal-ideolojik karakterinin saptanması bu açıdan
yakıcı bir meseledir. Hem güncel mücadele hem de tarihin doğru okunması
açısından, Kemalizm’le hesaplaşmak hâlâ proleter devrimci bir görevdir.
Bunun yanında geçmişin devrimci-komünist kopuşunu sahiplenmek kadar, o
kopuşun aksayan taraflarıyla ve hatalı yönleriyle hesaplaşmak da proleter
devrimci siyaset için ufuk açıcı olacaktır.
Son tahlilde; Kemalizm belli nitelikleriyle; güncel olarak ulusçuluk
perspektifiyle ve bunun doğrudan sonucu olan homojenleştirilmiş toplumsal
kurgusuyla, hem egemen burjuva kliğin hem de muhalif burjuva kliklerin
ideolojik referansı olmaya devam etmektedir.
Özellikle 2016 sonrası değişen burjuva
siyasal denklem, İslamcı burjuva kliğin İslamcılıkla barışık bir Kemalizm
çizgisine girmesini sağlamıştır. Kemalizm’in ulusçu perspektifi kendini egemen
burjuva klikte Kürt ulusal sorununa yaklaşımda belirgin olarak gösteriyor.
Bunun yanında aynı ulusçuluk perspektifi muhalif burjuva kliklerinde ise göçmen
sorunu üzerinden karşımıza çıkıyor.
Kemalizm’in “kaynaşmış,
sınıfsız” ve homojen ulus perspektifi dün olduğu gibi bugün de sınıf
mücadelesini engelleyen bir rol oynuyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün
halk sınıfları ulusçuluk yaklaşımı üzerinden gericileştiriliyor.
Kemalizm’in dar ve burjuva laiklik
yaklaşımı, Türk-İslamcı yeni ideoloji karşısında yenilgiye uğrasa da, muhalif
burjuva klikler tarafından, yaşam tarzı meselesine
sıkıştırılarak manipüle ediliyor. Bu manipülasyon egemen burjuva kliklere tepki
duyan halk sınıflarını kapitalist düzen içine hapsediyor ve devrimci-proleter
bir siyasal çıkışın gelişmesini engelliyor.
Devrimci-komünist hareketin yarım asırdır gerileyen ve durağan hâli
karşısında, Kemalizm’in ulusçu-faşizan perspektifini güncel kılan evrensel ve
nesnel gelişme ise dünya genelinde yükselen ulusçu-otoriter ve faşist
rejimlerin yükselişe geçmesidir.
M. Kemal, İnönü, Celal Bayar, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü
Saraçoğlu bugün yaşamıyor ama ellerinde büyüttükleri Türk komprador burjuvazisi
ve Türk burjuva devleti yaşıyor. Kürtleri inkâr siyaseti devam ediyor. Gece
yarısı kanun hükmünde kararnameleriyle grevler yasaklanıyor. 1 Mayıs’ta
komünistler tevkifata uğruyor.
Mutlaklaştırmadan, hakikat ilişkilerini yadsımadan ama düşman sınıfın
kurucu ideolojisi olduğunu da akıldan hiç çıkarmadan…
Kaynakça
1.
Mao Zedong, Seçme Eserler-III, Kaynak Yayınları, sy. 92, 2. Basım,
İstanbul, 1992.
2.
Eski ve Yeni Faşizm, Yaşar Ayaşlı, Yordam Kitap, sy. 94, 1. Basım,
İstanbul, 2023.
3.
Faşizm ve Diktatörlük, Nıcos Poulantzas, Ç: A. İnsel, İletişim Yayınları,
sy.117, 1. Basım, İstanbul, 2004.
4.
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim
Yayınları, sy. 134, 7. Basım, Ankara, 1989.
5.
Faşizm ve Diktatörlük, Nıcos Poulantzas, Ç: A. İnsel, İletişim Yayınları,
sy.27, 1. Basım, İstanbul, 2004.
6.
Eski ve Yeni Faşizm, Yaşar Ayaşlı, Yordam Kitap, sy. 60, 1. Basım,
İstanbul, 2023.
7.
Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim
Yayınları, sy. 223, 7. Basım, Ankara, 1989.
8.
Komintern, TKP ve Kürt İsyanları; Erden Akbulut-Erol Ülker, Yordam Kitap,
sy.164, 1. Basım, 2022, İstanbul.
9.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 268, 1.
Baskı, Ankara, 2003.
10. Türkiye’de Faşist
Alman Propagandası, Johannes Glasneck, Ç: A. Gelen, Onur Yayınları, sy.210, 1.
Basım, Ankara.
11. Age, sy. 22
12. Age, sy. 70.
13. Age, sy. 140.
14. Age, sy. 160.
15. Türkiye Ekonomisinin
Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 243, 1. Baskı, Ankara, 2003.
16. Komünizm Gözünden
Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.97, 1.
Baskı, 2023, İstanbul.
17. Türkiye Ekonomisinin
Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 238, 1. Baskı, Ankara, 2003.
18. Age, sy. 242
19. Faşizme Karşı Birleşik
Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 138, 7. Basım,
Ankara, 1989.
20. Komünizm Gözünden
Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.139,
1. Baskı, 2023, İstanbul.
21. Age, sy. 177.
22. Age, sy. 189.
23. Age, sy. 190.
24. Türkiye Proletaryası,
A. Şnurov, Ç: G. Bozkaya, Yar Yayınları, sy. 16, 4. Basım, 2020, İstanbul.
25. Komintern’in Kemalizm
tahlili ve Tarihsel TKP’nin hiçleşmesi – https://gazetepatika22.com/kominternin-kemalizm-tahlili-ve-tarihsel-tkpnin-hiclesmesi-148786.html
26. Türkiye Proletaryası,
A. Şnurov, Ç: G. Bozkaya, Yar Yayınları, sy. 17, 4. Basım, 2020, İstanbul.
27. İbrahim
Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.366, İstanbul, 2018.
28. Faşizme Karşı Birleşik
Cephe, Dimitrov, Ç: S. Çılızoğlu-A. Özer, Ekim Yayınları, sy. 136, 7. Basım,
Ankara, 1989.
29. Kemalizm Tahlili
Denemesi-1: Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası – https://gazetepatika22.com/kemalizm-tahlili-denemesi-1-turk-komprador-burjuva-siyasetinin-insasi-153817.html
30. İbrahim
Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.400, İstanbul, 2018.
31. 27 Mayıs ve
Kürtler https://bianet.org/yazi/27-mayis-ve-kurtler-122210