21 Haziran 2023 Çarşamba

12 Haziran 2023 Pazartesi

ANALİZ | “Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi


Son sözü başta söyleyerek okuyucuyu yormayalım. Bu birlik ya da anti-birlik yazısı değildir. Bunun nedeni elbette bu konunun başka bir platformun gündemi olmasıdır. Diğer bir ifadeyle “Kaypakkaya geleneği’nde gelen partilerin birliği” olarak tanımlanan ve propaganda edilen mesele, devrimci eylem birliklerinin, somutumuzda ise Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yılı vesilesiyle ortak iş yapma, devrimci dayanışma ve mücadele kültürünü geliştirme şeklindeki doğru devrimci tutumla karıştırılmamalıdır.

11_Haziran_2023


Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

 

6 Şubat ve sonrasında yaşanan depremlerde göz göre göre katledilen on binlerce insanın yanında, hakim sınıfların sömürü ve soygun politikalarının doğrudan sonucu olarak süregelen ekonomik krizin yarattığı yoksullaşmanın artışı, milyonlarca insanın en temel insani yaşam koşullarını karşılamaktan uzak asgari ücrete mahkum edilişi ve daha bir dizi temel çelişkinin yarattığı yıpranmanın üzerinin örtülmesi için bir kez daha seçimler ve demokrasi kartı devreye sokuldu.

 

Türk devletinin sınıfsal niteliğini çözümleyen, faşist karakterini sağlam biçimde ifade eden, dahası özellikle Türk hakim sınıflarının iki ana kamp halinde birbirleriyle mücadele içinde olduğunu ortaya koyan, bu ve diğer analizleriyle aynı zamanda tarihsel bir çözümleme de yapan İbrahim Kaypakkaya; bu anlamıyla hakim sınıfların resmi tarihini anlamak ve elbette işçi sınıfı ve halkın kendi tarihini-gerçeklerini görmesi açısından muazzam önemde tezler ileriye sürmüştür.

 

Yarım asır sonra coğrafyamız sınıf mücadelesinin, sosyal pratiğin döne döne kanıtladığı üzere İbrahim Kaypakkaya’nın tezleri sadece M.Kemal dönemini anlamak ve çözümlemek için değil günümüz hakim sınıflarının kendi aralarındaki mücadeleleri de proletaryanın lehine çözümlemek için paha biçilemezdir.

 

Nitekim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden yarım asır geçmişken, günümüzde Türk hakim sınıf klikleri arasında devlet imkan ve olanaklarından kendi klik çıkarları için daha fazla yararlanma mücadelesi olarak tanımlayacağımız iktidar dalaşı, seçimler vesilesiyle daha da şiddetlenmiştir. Her iki klik de iktidar için kimi nüanslar bir yana, sömürü sisteminin sürgit devamında, ırkçı milliyetçilikte, sığınmacı ve mülteci düşmanlığında, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığında, ez cümle Türk Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan işçi sınıfı ve halk düşmanlığında birleşmektedir.

 

TC devleti, ikinci yüzyılına girerken özellikle devrimci hareketi, özellikle silahlı mücadeleyi hedefine koymuş durumdadır. Güncel ve dinamik tehdit olarak Kürt ulusal özgürlük hareketini ve gerilla mücadelesini ezmeyi hedeflese de coğrafyamızda devrimde ısrar eden komünist ve devrimci hareket de kuşatma ve imha saldırısı altındadır. Başta silahlı güçlerin tasfiye edilmesi olmak üzere, devrimci ve komünist hareketin her alandaki mücadelesi yoğun bir faşist saldırganlık altında tasfiye edilmek istenmektedir.

 

Hakim sınıflar, işçi sınıfı ve halkın yaşam ve çalışma koşullarının ağırlaşmasına ve kendi aralarındaki çelişkinin keskinleşmesine paralel, kendileri açısından stratejik tehdidin, devrimci ve komünist hareket olduğunun ayırdındadırlar. Bu bir sınıf bilincidir ve bu bilince uygun bir stratejik konumlanış içerisindedirler.

 

Seçim sonuçları farklı olsaydı da, aslolan gerçek budur. Dolayısıyla bu gerçeğe dayanmak gerekir. TC devleti, “İslamcı”sıyla “Kemalist”iyle işçi sınıfı ve halkın en küçük demokratik eylemine karşı kendini örgütlemiştir. Türk hakim sınıfları, kendi sömürü iktidarlarının beka sorunu için hakim Türk ulusu ve Sünni inanç dışındaki bütün ulus, milliyet ve inançlar üzerinde faşist bir diktatörlüktür.

 

Geçmişte Kemalist faşizmin İslamcılara yönelik aydınlanmacı faşist baskısının yerini günümüzde İslamcıların “laik” Kemalistlere yönelik faşist baskısının alması meselenin sınıfsal özünü değiştirmemektedir. Türk hakim sınıfları, sınıfsal olarak Türk işçi ve köylülerini, toplamda Türk halkını da sömürmelerini, hakim ulus şovenizmiyle, ırkçı ve milliyetçilikle perdelemektedir. Elbette bu faşist saldırganlıkta en büyük payı hakim ulus ve inanç dışındaki ulus, milliyet ve inançlar almaktadır.

 

Dün Kemalistler, bugün İslamcılar eliyle “tek millet, tek dil, tek vatan, tek din…” ile işçi sınıfı ve emekçi halk faşist cendere altında ezilmekte ve şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Bu gerçeği bugün ifade edebilmemizi elbette katledilişinin üzerinden yarım asır geçmiş olmasına rağmen İbrahim Kaypakkaya’nın Türk devletinin sınıfsal karakterini bilimsel temelde çözümleyen görüşlerine borçluyuz.

 

Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yılı vesilesiyle bir kez daha onun özellikle Kemalizm ve Milli Mesele ile ilgili tezleri geniş bir çevre tarafından hatırlatıldı. Son yılların “popüler muhalefet alanı” olan sosyal medya platformlarında binlerce paylaşım yapıldı. Nerede bir direniş ve mücadele varsa İbrahim Kaypakkaya orada anıldı, devrimci savaş ve mücadele kararlılığı bir kez daha ifade edildi.

 

Başta İbrahim Kaypakkaya’yı komünist önder olarak değerlendiren parti ve örgütler olmak üzere tüm devrimci kesimler Kaypakkaya için anmalar düzenledi!

 

Faşist diktatörlüğün saldırgan yüzünün son yıllardaki daha belirgin haliyle yaşandığı koşullarda, bu koşulları da zorlayarak çeşitli eylem ve etkinliklerle Kaypakkaya’nın görüşleri kitlelere ulaştırılmaya çalışıldı. Diğer yandan, ne büyük “talihsizliktir” ki, tüm bu olumluluklara karşın, objektif gerçeklikten kopuk, son derece subjektif değerlendirmeler yapıldı/yapılıyor.

 

İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yılı vesilesiyle, Kaypakkaya yoldaşın Kaypakkaya’yı komünist olarak kabul eden örgütler tarafından birlikte anılması, dahası bu yılın -tarihsel önemine uygun olarak- Kaypakkaya anmalarının geçmiş yıllara oranla daha yaygın ve kitlesel olarak gerçekleştirilmesi, kimi hatalı politik değerlendirmelerin de etkisiyle farklı yorumlandı, subjektif sonuçlar çıkartıldı.

 

Hayaller ve istekler somut gerçeğin yerine ikame edildi. Ancak bilinir ki, ayakları yere sağlam basmayan, somut koşullardan hareket etmeyen her politik değerlendirme, kaybetmeye mahkumdur.

 

Gerçeklere, sadece gerçeklere dayanmak!

Son sözü başta söyleyerek okuyucuyu yormayalım. Bu birlik ya da anti-birlik yazısı değildir. Bunun nedeni elbette bu konunun başka bir platformun gündemi olmasıdır. Diğer bir ifadeyle “Kaypakkaya geleneği’nde gelen partilerin birliği” olarak tanımlanan ve propaganda edilen mesele, devrimci eylem birliklerinin, somutumuzda ise Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yılı vesilesiyle ortak iş yapma, devrimci dayanışma ve mücadele kültürünü geliştirme şeklindeki doğru devrimci tutumla karıştırılmamalıdır.

 

Birlik denilen mesele bambaşka bir gündemdir ve şu an somutumuzda yürütülen devrimci temelde ortak iş yapma, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın komünist tezlerinin daha fazla kitleye ulaştırma ve onu layıkıyla anma yaklaşımımızla karıştırılmamalıdır.

 

Kaldı ki kendisini “Kaypakkayacı” olarak tanımlayan, parti ve örgütlerin bu meselelere yaklaşımı, ele alışı bilinmiyor değildir. Durum bu minvaldeyken ve dahası proletarya partisinin birinci kongresinin halk saflarında değerlendirdiği parti ve örgütlere dair yaklaşımı ve belirlediği çizgi orta yerdeyken, bu konuda yeni bir şey söylemek de mümkün değildir.

 

Diğer bir ifadeyle konuya dair başta proletarya partisi olmak üzere, devrimci temelde ortak iş yapanların görüşleri kamuoyu tarafından bilinmez değildir. Yani ortada gizli kapaklı bir durum olmadığı gibi bu konuda yani daha açık ifadeyle “parti güçlerinin birliği” denilerek bir gündem oluşturulmuş değildir. Bilinmektedir ki, proletarya partisi kendisine-kendi gündemine dair konularda -eğer güvenlik açısından herhangi bir sorun yoksa- halka karşı açık olmayı savunur ve bunu uygular.

 

Dolayısıyla şu an İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yıldönümü vesilesiyle pek çok alanda yapılan eylem birliklerinin hareket noktası “parti güçlerinin birliği” değildir. Eylem birliği yapan kurumların, bu birliklere yükledikleri misyon ve kendilerine göre tasarrufları elbette kendilerine aittir.

 

Hal böyleyken hemen belirmek gerekir ki, bu yazının bir nedeni de devrimci temelde “yapılan birlik çağrılarının ve propagandasının kitlemiz üzerinde yarattığı baskı” da değildir. (Ki bu bile aslında devrimci propagandanın gerçeklere dayanması gerektiğinin bir başka kanıtıdır.) Olmayanı varmış gibi ele alan hatalı yaklaşımlara, devrimciler arasında ortak iş yapma kültürüne zarar veren tutumlara dikkat çekmek içindir.

 

Son süreçte atılan ve devrimci temelde zaten olması gereken ve bu anlamıyla son derece normal-doğal ve de doğru adımlar-pratikler bilinçli ya da bilinçsiz olarak subjektif değerlendirmelere konu olmaktadır. Bu tür değerlendirmeleri bir siyaset olarak pratikleştiren devrimci dostlarımıza diyecek bir şeyimiz yok.

 

Her siyaset kendi görüşünü propaganda etmekte elbette özgürdür ve bu en doğal hakkıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, devrimci siyaset gerçeklere dayanmalıdır. Somut koşullardan hareket etmeyen, kendi öznel niyetlerini gerçeğin yerine ikame eden siyasetin kazanımı, saman alevidir. Kısa vadede bu tür ele alışların anlık kazanımları varmış gibi görünmesine rağmen uzun vadede kaybettireceği çok açıktır.

 

Bütün bunları neden ifade ediyoruz; İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci temelde ve devrimci güçlerle “ortak” bir şekilde anılması ve görüşlerinin daha geniş bir kitleye mal edilmesi çabası -şu ya da bu niyetle- devrimci temelinden kopartılmakta, subjektif niyetler objektif gerçeklerin yerine geçirilmektedir.

 

Öncelikle belirtmek gerekir ki, İbrahim Kaypakkaya bu kurumlar tarafından ilk defa devrimci eylem birliği temelinde birlikte anılmamaktadır. Örneğin İbrahim Kaypakkaya’nın 40. ölüm yıldönümü vesilesiyle de eylem birliği temelinde birlikte anıldığını ifade etmek gerekir.

 

Binlerce Kaypakkaya resminin kitlelerin ellerinde İstiklal Caddesi’nde taşındığı bilinmektedir. Yine Kaypakkaya’nın yıllardır Rojava’da eylem birliği şeklinde anıldığı bilinmektedir. Örnekler çoğaltılabilir.

 

Gerçekten devrimci olan, devrim diye bir meselesi olanların, komünist önder olarak sahiplendikleri İbrahim Kaypakkaya’yı ve özellikle onun komünist fikirlerini propaganda etme ve daha geniş kitlelere ulaştırmada devrimci eylem birlikleri temelinde sayısız pratiği vardır. Bu pratikler yanlış değildir. Devrimcidir. Üstelik yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bu tür eylem birlikleri ilk defa yapılıyor da değildir.

 

Devrimciler arası ilişkilerde ve pratiklerde her türlü dar grupçu kaygı ve düşmanca yaklaşımdan uzak hareket edilmesi iyidir ve devrimci bir siyasettir.

 

Bu anlamıyla İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yıldönümü vesilesiyle -bu tarihselliğin anlamına da uygun olarak- çok daha fazla alanda, çok daha fazla kitleyle devrimci eylem birliği temelinde anılması doğru bir devrimci tutum olmakla birlikte bu devrimci eylem birlikteliğine olması gerektiğinden başka bir anlam yüklemek, en başta da bu düşünce sahiplerine zarar verir.

 

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, bu yazı bir birlik ya da anti-birlik yazısı olmamakla birlikte, bu tür subjektif değerlendirmelerin ve sosyal medya paylaşımlarının, Kaypakkaya’nın devrimci bir temelde anılmasını da gölgelediğini, bambaşka tartışmaların bu devrimci eylemin ve ortak iş yapmanın altını boşaltma tehlikesini barındırdığını ifade etmek gerekir.

 

Neden böyle olmaktadır?

 

Elbette bu konuda kimi subjektif niyetler, özlem ve istekler ya da tam tersi bir noktadan endişeler, kaygılar vb. etkilidir. Bu tartışmanın bir yanıdır. Ve biz buna yukarıda da ifade ettiğimiz üzere girmeyeceğiz. Bu, başka platformların konusudur. Burada meramımız bir başka tehlikeye dikkat çekerek derdimizi anlatmaktır.

 

Normal, olması gereken, devrimci güçler arasında ortak hareket etme kimi konularda ve gündemlerde eylem birlikleri yapma gibi pratiklerin azlığı ya da başarısızlığı beraberinde, bu tür pratiklere dair olduğundan ya da olması gerektiğinden başka bir anlam yüklenmesine neden olmaktadır.

 

Bu konuda yani devrimci eylem birlikleri ve devrimciler arası ortak iş yapma kültürünü geliştirme çaba ve pratiği zaten olması gerekendir. Olması gerekene, olmayan bir anlam yüklemek doğru değildir.

 

Neden böyle diyoruz?

 

İbrahim Kaypakkaya’nın ve partisinin ilk eyleminin THKO savaşçılarının ihbarcısını cezalandırmak olduğu bilinir. Dolayısıyla coğrafyamızda komünist hareketin ortaya çıkışı ve ilk eylemi başka bir devrimci örgütün önder kadrolarını ihbar eden unsuru cezalandırmak olduğu hatırlanırsa, komünist hareketin bu konudaki pratik tutumuna da örnek olduğu ve olması gerektiği unutulmamalıdır.

 

Komünist hareket olumlulukları ve olumsuzluklarıyla bu konuda tarihsel bir tecrübeye sahiptir. Dolayısıyla eylem birlikleri ve ittifaklara yaklaşım konusunda İbrahim Kaypakkaya’dan başlayarak günümüze kadar son derece zengin bir birikime yaslanmaktadır.

 

Nihayet bu bilincin ürünü olarak 2016 yılında kuruluşunu ilan eden HBDH’nin de bileşenlerinden biri olmuştur.

 

Yine proletarya partisinin 2019’da gerçekleştirdiği birinci kongresinde: “…sürecin ağırlığı ve faşizmin saldırganlığının üst boyutta olması, beraberinde devrimci ve komünist hareketlerin birlikte hareket etmesini ikili ya da çoklu eylem birlikleri içinde süreci karşılamasını dayatmaktadır” tespitinde bulunduğu da bilinmektedir. (Komünist 72, Nisan 2019, s. 167)

 

Devrimci kurumlarla bu temelde çeşitli gündemler etrafında gerçekleştirilen ve geliştirilen eylem birlikleri ve ortak devrimci eylemler örgütleme yaklaşımı bu yaklaşımla uyumludur. Bu yönelim çeşitli vesilelerle devrimci kamuoyuna ve halkımıza sunulmuştur. Diğer bir ifadeyle ortada “yeni” ya da “farklı” bir yönelim bulunmamaktadır.

 

İbrahim Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 50. yılı vesilesiyle, bu genç komünist önderi devrimci pratik içinde anmak ve görüşlerinin daha fazla kitleye ulaşmasını sağlamak, onun mirasına devrimci temelde yanıt olmaya çalışmak vb. başka bir pratik tutum; “Kaypakkayacı güçlerin birliği” olarak tanımlanan ve propaganda edilen mesele ise bambaşka platformların konusu ve gündemidir.

 

Dolayısıyla bu iki gündem birbirine karıştırılmamalıdır.

 

Devrimci eylem birlikleri ve “komünistlerin birliği” başka şeyledir. Bunlar “Kaypakkaya geleneği”nde yıllardır döne döne tartışılan meselelerdir.

 

İbrahim Kaypakkaya yoldaşın 18 Mayıs 1973’te Amed Zindanı’nda katledilişinin 50. yıldönümünde, onu bir kez daha saygıyla anıyor ve mücadele kararlılığımızı yeniliyoruz.






 

3 Haziran 2023 Cumartesi

4_ Tarihimizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

 Sahte Maoculukla, Maoculuğu Kimseye Bırakmıyorlar

 

İşçi sınıfının bilimi olarak Marksizm, ortaya çıkışından bu yana burjuvazinin cepheden açık saldırılarına maruz kalmıştır ve burjuvazi varolduğu müddetçe de bu saldırıları sürdürecektir. Karşı-devrim, cepheden saldırılarla yetinmemiştir

 Marksizmi çürütemeyince, etkisizleştiremeyeceğini gören burjuvazi cepheden saldırılarının yanısıra "içte”de yürütmeye ağırlık vermiştir.

"Marksist saflarda” gözüküp, Marksizmi savunma kisvesi altında Marksizme saldırma yolunu benimsemişlerdir.

 Bu yol daha avantajlı ve etkili gelmiştir.

 Özellikle küçük-burjuva tabakalarından Marksist saflara gelenlere dayanarak ve saflarda etkilenen veya ideolojik saldırı ve alışkanlıklarıyla bozduğu çevreler vasıtasıyla Marksizm bayrağını sallayarak Marksizme saldırmışlardır.

Onu revizyondan geçirerek ehlileştirmeye yani burjuvaziye zararsız hale getirmeye, bulanıklaştırmaya, yolundan saptırıp güçsüzleştirmeye ve Böylece başarısızlığa uğratmaya çalışmışlardır.

Marksizm tarihinde Marksizme en büyük saldırılar "Marksizm saflarında” gözükenler tarafından ve içte verilmiştir. Bir başka deyimle en büyük ihanetler ve darbeler' Marksist saflarda ve içten alınmıştır.

Dolayısıyla sınıf bilinçli proleçarya bunun bilincinden hareketle ideolojik-siyasi olarak uyanık olmak zorundadır. Özellikle son 40-50 yıllık UKH deneyimleri ortadayken, bugün her zamankinden daha çok uyanık olmalıdır. Kimin neyi nasıl kavradığına, nasıl yetiştiğine, amacına ve samimiyet derecesine iyi bakılmalıdır.

 Bir şey etkili bir şekilde en iyi içten bozulabilir, içten yıkılabilir.

Özellikle ideolojik-siyasi konularda. Bunun bilincinde olan burjuvazi sahte KP'ler ya da sahte Marksist örgütler kurmaktan tutun, Marksistlerin savunduğu görüşleri biçimsel bakımdan savunup (eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları vb. vb.) onların içeriğini boşaltarak, yozlaştırarak onlara ilgiyi azaltmaya, Marksist geçinen küçük-burjuva parti ve örgütleri şu ya da bu ölçüde desteklemeye, etkilemeye, bunların "Marksizmi” savunma adı altında onu bozmaya, yolundan saptırmaya ve teşvik etmeye kadar; oradan komünist saflara gelen ama henüz dönüştürülmemiş küçük-burjuva unsurları etkilemeye, fiili ve ideolojik saldırılarıyla saflarda sallantıya, karamsarlığa düşen zayıf unsurları etkilemeye bu tip unsurlar üzerinden çeşitli yollarla örgüt tasfiyeciliği yapmaya, onların Marksist-MLM maskesi altında komünist harekete saldırılarına ve dahası komünist hareket saflarında etkilediği, bozduğu-dejenere ettiği unsurların Marksizme-MLM'ye saldırılarına kadar. Bunların, burjuvazinin doğrudan ve dolaylı ama aynı cephenin MLM bilimine karşı yürüttüğü saldırı yöntemleri olduğu unutulmamalıdır.

Burjuvazi en etkili saldırılarını Marksist maskeye bürünerek sürdürmüştür.

Tarihi deneyler buna örnektir.

Bir dizi gelmiş geçmiş sahte "Komünist Parti” ortada. Bernstain, Kautsky, Marksizmi "savunma” maskesi altında Marksizme karşı savaşmışlardır; Troçki vb. akımlar Marksizme (Leninizme) "sarılarak” Marksizme-Leninizme karşı savaşmışlardır; Tito, Togliatti, Thores, Kruşçev'e kadar Marksizmi-Leninizmi savunur gözüküp bu maske altında saldırmışlardır; Liu-Şao Şi, Deng-Siao Pinğ ML'Yİ dahası Maoizmi  'savunma” maskesi altında MLM'ye karşı burjuva cepheden saldırmışlardır.

Enver Hoca'nın dönekleşmesiyle ML maskesi altında Maoizm nezdinde MLM'ye burjuva cepheden saldırmışlardır. Lin Piao en keskin Maoculuk adı altında MLM'ye burjuva cepheden saldırmıştır.

Burjuvazi ve burjuva cepheden çeşitli maskelerle ortaya çıkan anlayışların yabancısı" değiliz ve biliyoruz. PS ve anlayışına yön veren çevrede bu cinsten bir çizgidir.

Özellikle Lin Piao gibi Maoculuk üzerine yemin billah etmeleri hiç de onların gerçek Maocu olduklarını göstermez. Bununla hiç de menşevik ve aynı zamanda Hocacı anlayışta olduğunu gizleyemezler.

PS ve anlayışına yön verenler bir suçlunun suçüstü yakalanmasının telaşıyla hareket etmesi gibi davranıp kendilerinin Maocu olduğunu başkalarının (haliyle bizim) "Hocacı P. anlayışı”nda olduğumuzu iddia ediyorlar.

İddia kolay da gerçeği ifade ediyor mu ona bakmak lazım!

Kimin anlayışı ve bugünkü pratiğiyle bağdaşıyor, buna bakıldığında kendilerinin bu durumda olduğunu çok rahatlıkla görebiliyoruz. Maoculuk maskesi kullanmaları anlayışlannı ve bugüne kadarki pratiklerini gizleyemiyor, tersine bu durumlarına rağmen hala ikiyüzlüce şarlatanlık yaptıklannı gösteriyor.

Menşevik, anarşist ve Hocacı nitelikle anlayışlarına Maocu kılıfı geçiren PS ve anlayışa yön verenler "niye ayrıldık;

 neden bu ayrılıkların teorisini yapıyoruz?

 hem de bunu Maoculuk adına yaparak...” diyor.

Dün '87 'de başvurup, doğru görüp, sonradan yanlış görenler, dün '94'te baş vurup doğru görüp, bunu onaylayanlar kendileri değilmiş gibi "yanlış görüyor”lar ve "neden bu ayrılıkların teorisini yapıyoruz” diyorlar.

 

 '87 ' de doğru gördünüz ki başvurdunuz ve yıllarca savunup sürdürdünüz. Sonra ayrı kalmanın yanlış olduğunu belirtip birlik sağladınız ve "birlik” halinde iken sürekli ayrılığın çabasını yürüttünüz ve '93 sonlarında planlarınızda "%90” başarılı olacağınızı, "hangi tüzük beni bağlar ona şaşarım” gibi söylemlerle '94'de başvurduğunuz "kilit noktalar”ın, ‘'revizyonistlerin elinde” olduğunu, "bir yıllık sürece damgasını vuran” revizyonistler olduğunu söyleyerek "kültür devrimi” naralarıyla darbeci ayrılığa başvurdunuz.

 Doğru buldunuz ve sürdürdünüz. Bugün de "neden bu ayrılıkların teorisini yapıyorsunuz” diyorsunuz.

İyi de hangi halinize inanalım, hangi halinize güvenelim.

 Madem yanlış, bunun suçlusu ve sorumlularının hesap vermesi gerekmiyor mu?

 Niye yapmıyorsunuz?

 Bunu yapmadan konuşmak ikiyüzlülük değil mi?

 Nasıl güven verebilir bu yaklaşımlar?

"Ayrılığa kılıfladığı gerekçeler örgütsel ayrılığı getirecek ideolojik ve siyasi konular mıydı?” dedikten sonra "eğer bir grup oluşturdun mu veya bir iki noktada (o da ilkesel olmayan) ayrılığın varsa, hemen örgütsel ayrılığa gitmenin doğru olduğu teorisi”nde olduğumuzu iddia ediyor.

 

Böyle bir anlayışta olmadığımızı kendileri de biliyorlar.

 Ne belirttikleri gibi bir anlayışımız var, ne de yazılı haliyle gösterebilirler. Böyle bir pratiğimiz de olmadı. O halde, uyduruk ve kendi içinde olan kendilerinin gösterdiği böylesi pratiği bize yakıştırmak ciddiyetle bağdaştırılamaz.

"Böyle Maoculuk olmaz!” diyorlar.

 Tamamen katılıyoruz.

Böyle bir anlayışla hareket etmek Maoculukla bağdaşmaz.

 Fakat PS 'nin kendi anlayış ve pratikleriyle kıyaslamadan böyle yazması ciddi ve aklı başında bir davranış değildir.

Ve PS biraz genelleştirerek ve bizim kendilerine bu yönlü eleştirilerimiz üzerine şöyle yazıyor:

"Hocacılık ve Maoculuk bir arada yürümez.

Çünkü her ikisinin Parti içi sorunları çözmedeki bakış açıları farklıdır.

 

Bu ayrılıkların ve hizipleşme yaratılmasının bunca bol olmasının nedenlerinden birisini Hocacılıktan ayrı ele alabilir miyiz?

 Bizce ele alamayız.

Çünkü Hocacı anlayış sahipleri farklı düşündükleri noktada ne merkezin disiplinine ne de muhalif düşüncelere tahammül etmez.

 Birisini atarken diğerine karşı ayrılık örgütler.

 Hocacılık'ta ideolojik mücadele yerine örgütsel tasfiyecilik ve ayrılık esastır.

 Kısaca, ÖG bu konuda TKP(ML)'ye çamur atıyor.' diyorlar.

Bunları söylerken kendilerinin böyle bir anlayışta olmadığını ve kendileri dışındaki grup ve yapıların tamammın böyle olduğunu, dahası özgülde bizim böyle bir anlayışta olduğumuzu söylemiş oluyorlar. Kendilerine de "çamur” attığımızı söylüyorlar.

Tam bir yavuz hırsız misali!

Oysa daha önce çeşitli dönemlerde çeşitli yazılarda vurguladığımız gibi (burada yeniden üzerinde durmayacağız) süreçlerine bakıldığında bu anlayış ve pratik içinde oldukları geniş devrimci çevrelerce bilinip gözlemlenmektedir.

 Buna rağmen şimdi "keskin” Maoculuk kılığına bürünmeleri kendi gerçekliğini değiştirebilir mi?

Bu durumda olduklarını gizleyip temize çıkarabilir mi?

 Hayır çıkaramazlar!

Açıktır ki sahte Maoculukla Maoculuktan bahsetmek PS ve kalemşörlerini gerçek MLM yapmayacaktır.

Ve bunu da kimseye yutturamayacaklardır.

PS ve kalemşörlerinin gerçekte Maocu olmak gibi bir niyetleri varsa samimi olmak zorundalar, bu baş koşuldur. Kendilerini ciddiyetle sorgulayıp özeleştiri yapmalıdırlar. Bundan korkmamalıdırlar. Korkunun onları kurtaramayacağını bilmeli ve unutmamalıdırlar.

Yukarıdaki aktarma içinde "farklı düşündükleri noktada ne merkezin disiplinine ne de muhalif düşüncelere tahammül etmez” dediği ve Hocacılıktan geldiğini söylediği anlayış, PS ve çevesinin bugüne kadar anlayış ve pratiğinde çokça başvurduğu bir anlayıştır.

Bu yönü Hocacılıktan değil, örgüt konusundaki anarşist anlayışlarından kaynaklanıyor. PS ve kalemşörleri Leninist Parti anlayışından yoksundur ve Leninist örgüt bilinci yoktur. Onlar esasta anarşist ve menşevik örgüt anlayışındadırlar.

Bu yaklaşımları ondandır. Örgüt içi mücadelede Hocacıdırlar. Kuşkusuz birbirlerine tekabül eden yönleri vardır. Bu anarşist, menşevik ve Hocacı örgüt anlayışını sahte Maocu söylemlerle gizleyemezler. Sahte Maoculuk cilası kurtaramayacağı gibi, başkasına "Hocacı” demeleriyle de kendi gerçekliklerini kapatamayacaklardır.

"Maocu” karikatürlerimiz "ÖG' nin ayrılıklarını değerlendirme yazısında Hocacı bakış açısının aleni bir şekilde sırıttığını görmek mümkündür” diyorlar. Ama bugüne kadar olduğu gibi burda da hiçbir örnek gösteremiyorlar ve karavana atış yapıyorlar.

Yine "bu aynı zamanda parti içi iki çizgi mücadelesinin ideolojik (fikir) mücadelesi olduğu MLM ilkesini reddedip, bunun yerine tek ses, tek görüş muhalefetsiz parti anlayışını koyan Hocacı anlayıştır”

(PS sayı 51) diyerek iki çizgi mücadelesini reddediyormuşuz gibi yansıtıyorlar. Yine, sorunu pratikte olmayan bir anlayışla itham etmekle, karavana atışlarına bir başkasını ekliyorlar!

Bu yönlü yaklaşım ve pratik uygulamaları '87 'de, sonrası süreçte ve '94'de gösterenler kendileridir.

 Bu yönlü eleştirilerimiz olmuştur, bunun karşısında durumlarını savunup tutunamayınca bugün yaptıkları el çubukluğuyla "biz de söylersek bilmeyenleri belki inandırırız” diye ucuz bir hesap yapmaktadırlar.

Marksizm, Marksizm dışı anlayışlara karşı ideolojik mücadele içerisinde gelişmiştir.

Partiye; sınıf mücadelesinin ürünü, sınıflı toplumda, saflarına başta proleterler olmak üzere değişik tabakalardan insanlar geliyor. Beraberinde farklı anlayışlar, alışkanlıklar getiriyor.

 Gelenler başta geldiği kesimlerin belli düşünce ve alışkanlıklarını getiriyorlar.

Bunun yanısıra burjuvazinin ideolojik saldırılarından proletarya saflarında da etkilenenler olur.

Farklı fikirlerin çizgilerin zemini buradan gelir, dolayısıyla sınıf mücadelesi parti içinde de ideolojik mücadele ile sürer.

Partide ideolojik mücadele kaçınılmazdır ve   partinin canlılığı ve gelişmesi buna bağlıdır.

Parti içinde kaçınılmaz olarak farklı fikirler çıkacaktır ve olacaktır.

 Farklı fikirler arasındaki mücadele doğru ile yanlış arasındaki mücadeledir.

Sınıflı toplumda sonuçta;

iki yol, iki sınıf, iki çizgi arasındaki mücadeleye tekabül eder.

Farklı fikirler, ciddi sorunlarda ve ciddi boyutlarda da çıkabilir ve bir çizgiye dönüşebilir.

 Parti içinde; tüzüğünde belirlenmiş işleyiş içinde ideolojik mücadele yürütebilirler.

Ancak, partinin varlığını tehdite yönelmeleri halinde, hareket birliğini bozmaya, parçalamaya yönelmeleri, gelişmesinin önüne engel olmaları grup, klik ve hizip olarak hareket etmeleri halinde buna izin verilmez, dağıtılır, tasfiye edilir ve atılır.

 

Çünkü Parti ve varlık amacı, grup ve hiziplerin varlığı ile bağdaşmaz. Leninist parti anlayışının ayrıdedici bir özelliğidir bu.

 

Partide farklı düşünceler, sapmalar ve farklı çizgi aynı zamanda bir muhalif düşüncedir, böyle görülebilir. Ancak, bir muhalefet oluşturmak değildir ve bu anlama gelmez.

Teketek muhalif düşünceye sahip olmakla, birleşip muhalefet oluşturmak farklı şeylerdir.

 Parti içinde muhalefet örgütlenmesi parti içinde blok kurmaktır.

Muhalefet bloku bir grup demektir. Muhalefet örgütlenmesi oluşturmak ayrı bir grup, ayrı bir blok, ayrı bir disiplin demektir.

Parti içinde muhalefet örgütlenmesi oluşturmak parti disiplinini çiğnemek demektir.

Partinin varlığına yönelen, ona karşı bir muhalefet  oluşturmak, bir grup, mezhep-hizip, bir fraksiyon oluşturmaktır.

Olaki farklı bir çizgi bir muhalefete de dönüşebilir.

Ve bir muhalefet olarak da çıkabilir, ancak parti, parti içinde bu tür bir şeye asla izin vermez.

Fazla sürmeden dağıtır. Partide çıkacak çizgi, grup, muhalefet vb. 'ne karşı örgütsel tavrın boyutu onların etki boyutuna, tehlike boyutuna ve partinin içinde bulunduğu duruma göre değişiklikler içerebilir, derhal dağıtılabilir veya bir zaman yaşayabilir.

Marks; Proudhon, Bakunin'cileri beş yıllık mücadele sonucu atmıştı.

 Marks'ın mantığı budur:

 "Eğer tarihin akışı daha o zaman mezhepler dünyasını savurup atmasaydı, enternasyonal ayakta duramazdı...” (Marks 'ın F.BoIte'a mektubundan) Lenin'in temellerini 1903 'de atıp ama özellikle Prag Konferansı 'nda Ocak 1912'de ortaya koyduğu budur.

Yine devrimden sonra RKP(B) 10. Kongresi'nde "6- Kongre bundan dolayı, şu ya da bu taban üzerinde oturmuş bütün grupların ("İşçi muhalefet/ , ”demokratik merkezciler” vb. grupları gibi) tümüyle dağıtıldıklarını açıklar ya da bunların derhal dağıtılmasını buyurur.

 Bu kongre kararının yerine getirilmemesi, Partiden kesinlikle ve derhal çıkarılmayı gerektirir” diyor. Lenin'in anlayışı budur.

 Stalin'in anlayışı budur. Mao'nun anlayışı da budur.

Ya PS ve kalemşörlerinin anlayışı nedir?

 Bunların tam tersidir!

Ve soruyoruz   MLM'nin değil Hocacılığın neresindesiniz(!)?

Bütün ustalar parti içi fikir mücadelesini gerekliliği ötesinde zorunlu olarak gömıüş, partinin siyasal gelişmesinin buna bağlı olduğunu söylemişlerdir.

"Parti içinde farklılıkların mücadelesi, bu mücadele içinde anarşi ve bölünmeye yol açmadığı sürece, mücadele bütün yoldaşlar ve bütün üyelerin ortak rızası çerçevesinde yürütüldüğü sürece kaçınılmazdır ve (aç Lenin) demiştir.

 Lenin'in 1912 öncesi ve sonrası uzun yıllar dahası yaşam boyunca parti içi iki çizgi mücadelesi yürüttüğünü kim bilmez.

Devrimden sonra Troçki çizgisine karşı , Buharin-Radek çizgisine (bunlar sonra "hatalarından döndüler” ama başka zaman başka şeylerle yine ortaya çıktılar) karşı "1918'de işler bölünmeye kadar varmadı.

 "Sol” komünistler, partimiz içinde ayrı bir grup, bir "hizip” kurmakla yetindiler ve bunun ömrü uzun sürmedi.

 

Aynı 1918 yılında "sol komünizm”in en göze çarpan temsilcileri örneğin Radek ile Buharin yoldaşlar hatalarını açıkça kabul ettiler...” (Lenin sol komünizm'den) Sendikaların yolu üreticiler kongresi üzerine tartışmalarda 137 oya karşı 62 oy alan Siyapnikov çizgisine karşı vb. Lenin 'den sonra Stalin'in o noktalarda geri çekenlerin de bulundüğü bu çizgilere, "söylenenlerden parti içinde iki çizgi bulunduğu çıkıyor.

 

Bunlardan biri partinin genel çizgisi, partimizin devrimci Leninist çizgisidir.

Öteki ise Buharin grubunun çizgisi” (aç, Stalin) ne karşı, ki o   da "Buharin gruplarının fraksiyoncu bir grup olduğudur. Hem de sıradan fraksiyoncu bir grup değil, -söylemek isterim- parti içinde şimdiye kadar karşılaştığımız fraksiyoncu grupların en kötü ve en aşağılık olanıdır” dediği, yine Rikov Tomsky, Kamanev, Zinovyev vb. çizgilere karşı,

yine ………….

Mao'nun Cen Dusiu, Li 'li San, Wang Ming, Çang Kuo Tao, Liu Sih Çih, Teng Peng, Deh Hudy, Geo Gang, Lin Biao'lar vb. gibi çizgilere karşı mücadelesi ortada. -İdeolojik mücadeleyle, dönüşmeyenlerin üstesinden örgütsel temizlikle- müdahaleyle gelmişlerdir.

Bütün ustalar, farklı fikirlerin ötesinde; sapmalar ve çizgiler olarak ortaya çıkınca ideolojik mücadele ile üstesinden gelmeye, ama bunlar bunun ötesinde gruba, platforma, fraksiyona, hizibe, muhalefete (ki, bunlar aşağı yukarı eş anlamlı olup ortak özellikleri kendi içinde bir disiplin, hareket birliği sağlamaları ve böylece çizgi mücadelesini aşıp parti bütünlüğüne yönelip, onu yıkmayı hedeflemeleri haline ve amacına) dönüşünce, parti, böyle bir duruma müsaade etmez. Partinin varlığına yöneldiği için temizlenmek zorundadır.

Ustalar farklı anlayış, sapma ve çizgilere karşı mücadele etmiş, iflah olmayınca düşüncelerin ötesine çıkıp, grup olarak hareket edip, partinin belirleyici özelliği olan, hareket birliğini zedeleyince ve muhalefet olarak 'hareket edince partiyi yıkmaya yönelik hale geldiğinden partiden temizlenmişlerdir.

Geçerken şuna da değinelim:

 PS ve anlayışına yön verenler "büyük teorisyen” havasına girerek şöyle diyor:

"Parti içerisindeki sorunların çözüm yönteminde olsun, başka konularda olsun, kişiler, kurumlar arasında siyasi mücadele olmayacağı gibi, halk sınıf ve tabakalarına karşı da siyasal mücadele yürütülmez. Politik mücadele düşman güçlerle onların siyasi kurum ve kuruluşlarına karşı verilir.

Yani, gerek örgüt içerisinde gerekse dost güçlere karşı. ideolojik mücadelenin yanında siyasi mücadelenin verildiği ve verileceğini söylüyor, kimin iktidarını kimden alıp kime veriyor, bu kimlerle hangi iktidarı paylaştığını bilmemektir...” Arkadaşlar, ideolojik ve siyasi mücadeleyi siyasi iktidar mücadelesi ile karıştırmakta ve karşı karşıya koymaktadır.

İdeolojik mücadelenin aynı zamanda bir siyasi mücadele olduğunu göremiyorlar.

Proletarya Partisi bir sınıf partisidir.

 Sınıfı temsil ediyor.

Sınıfın en yüksek örgütlenme biçimidir.

Sınıfı adına mücadele ediyor.

 Sınıf ideolojisine sahiptir.

Bu ideolojiyi bilimsel; diyalektik ve tarihsel materyelizmdir.

 Yani Marksizmdir.

 Günümüzün gelişme aşaması ile MLM'dir.

İdeolojik mücadele aynı zamanda bir siyasi mücadeledir.

 Kapitalizme, egemen sınıflara ve onların ideolojisi, siyaseti, felsefe, din, hukuk, sanat vb.ne karşı ideolojik mücadelenin daha doğru deyimle ideolojik saldırı-teşhirinin- yanısıra siyasal mücadele yani siyasal üstyapıyı teşhir ve onu zorla yıkmak ve ele geçirme mücadelesi yürütür.

Burjuvazi ve devletine karşı mücadele ideolojik mücadelenin ötesinde esas olarak siyasal-politik-mücadeledir. Politik iktidar mücadelesidir.

Peki ideolojik ve siyasi mücadelenin sadece egemen sınıflara karşı yürütüleceği söylenebilir mi?

Açıktır ki hayır!

 Parti ve halk saflarında da yürütülen ideolojik ve siyasi mücadele olur. Ancak yöntemi farklıdır.

Düşmana karşı verilen mücadele ile karıştırılamaz. Bunu kavrayamazsak bunları birbirine karıştırırız.

Ya halk safında ideolojik mücadele, siyasi mücadeleyi içermez, siyasi yöntem ile mücadele yürütülmez diye siyasi mücadeleyi kapsadığını reddeder, ya da siyasi mücadeleyi mevcut siyasi iktidarı yıkma, ona karşı cepheden mücadele etme olduğuna göre, devrimci saflarda da yöntemimiz, cepheden mücadeledir, yıkma, şiddete başvurmadır diye karıştırırız. Bu her ikisi de yanlış kavrayış ve yanlış ele almadır.

Siyaset, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. Ekonomik altyapıya dayanan ve onun tarafmdan belirlenen üst yapı yansımalarıdır. Toplumsal sınıflar, tabakalar, sınıfsal yaklaşımları doğrultusunda üst yapıyı yönetme anlayışını yansıtır. Araç ve görevleri, araç ve yöntemleri, ulaşmak istedikleri yer, çözmek istedikleri şeyler vb. üzerinden hareket eder.

Dolayısıyla parti içinde ideolojik mücadele siyasi mücedeleyi de içerir.

 Yönetme anlayışı ve üst yapıya doğruları egemen kılma mücadelesini yürütmeyi beraberinde getirir.

Parti içi ideolojik-siyasi mücadele birlik, eleştiri, birlik ilkesi üzerine yürür.

Parti içinde ideolojik mücadelede başvurulan temel yöntem budur.Halk saflarında ise ideolojik-siyasi mücadele ise eleştiri, birlik, eleştiri ilkesi üzerine yürür.

 Bunlar sınıf bilinçli proletarya hareketi dışında olduğundan zaten birlik değil, dışında farklı sınıfın anlayışları oldukları için ideolojik-siyasi eleştiri yürütürüz. Eleştirilerimiz kazanmak ve birlikte hareket etmek içindir. Birlikte hareket etme dışında da eleştirmeye devam ederiz.

 Proletarya hareketi akımı dışındaki bu "halk sınıf ve tabakaları” denilen küçük burjuva ve burjuva kesimlerdir.

Bunların politik(siyasi) etkinliğini kırmak, yıkmak için veya varsayalım siyasi iktidardalar nasıl olur da, proletarya bunlardan iktidarı almak için siyasi iktidar mücadelesi yürütmemelidir denebilir?

 Nasıl olur "halk sınıf ve tabakalarına karşı politik mücadele yürütülemez'  denebilir?

Bu hangi sınıf adına konuştuğunun adı ve itirafıdır.

Açıktır ki küçük-burjuvazinin çizgisidir bu ideolojik anlayışın somut şartlara göre somutlanması dernek olan politika ve politik mücadeleye ve iktidarı yönetmek, toplumu dönüştürmek hedefini güden proletaryanın bilinen amacına karşı nasıl, "politik mücadele düşman güçleri ile onlarm siyasi kurum ve kuruluşlarına karşı verilir”le sınırlı görülebilir ve düşman güçlere karşı verilen siyasi iktidar mücadelesi ile halk saflarında verilen ideolojik siyası mücadele birbirine karıştırılıp karşı karşıya konabilir?

Siyasi mücadele üstyapı ve üstyapının sınıfsal. yönetsel vb. sorununa karşı mücadeledir. İktidarı ele geçirdikten sonra da onu koruma, farklı sınıf ve politik akımlara karşı, yönetme ve yönlendirme sorunu üzerine, ideolojik, politik (siyasi) mücadele olacaktır.

Bundan vazgeçilebilir mi?

Ya da bir anlık PS gibi ele alalım:

Siyasi ikti  darı ele geçirdi peki artık siyasi (politik) mücadele olmaz mı?

Ya da son mu  verilir?

 Ekonominin yoğunlaşmış ifadesi altyapının yansıması olan üst yapının yani politik yönetsel sorunlar ve mücadelesi son mu bulur?

 Açıktır ki, PS ve anlayışına yön verenler yanlış düşünüyor.

Parti içinde ideolojik-siyasi mücadele; doğru sınıfsal ideolojiyi ve doğru politikayı egemen kılma ve izleme amacı taşır; yanlış anlayışlara karşı mücadele yürüterek, partinin gelişmesi, seviyesinin yükseltilmesi, sınıf mücadelesinin yükseltilmesini amaçlar.

Bu amaçla yürütülür. Açıktır ki, parti içi ideolojik-siyasi mücadele kişiler ve kurum arası mücadele değildir, böyle anlaşılamaz ve buna izin verilemez. Çünkü, bu partiyi zayıflatma ve yıkma mücadelesi olur. Parti içi mücadele partinin gelişmesini amaçlar ve bu amaçla yürütülür.

Sonuc Olarak

"KDH” ajan örgütlenmesini ortaya çıkarıp üstesinden gelmeleri kuşkusuz olumludur ve destekliyoruz.

Çok geç de olsa organizasyonu ortaya çıkarmaları önemlidir. Ancak yazarlarından Tuncay Göksu gibi tarihte görülmemiş bir başarı veya "büyük zafer” gibi de çok abartılmamalıdır. Anlayış olarak, küçük şeylerle mutlu olup başarı sarhoşluğuna kapılıp, mayışıp kendinden geçmeleri, olgulara bakarken ve ele alırken özünü, niteliğini, oynadığı rolü, yarattığı tahribatı amaç ve hedefi vb. vb. iyi bakıp özümsenmelidir. Bu özgülde ajan örgütlülüğünün bunca yıl, bunca boyutu, tahribatı ve ortada olan şeylere rağmen ortaya çıkarmak büyük bir zafer değil.

 Ama baş ajanın etekleri altında durmaktan uzaklaşıp etkisinden kurtulmaları, onun gerçek niteliğini görüp kabul etmeleri ve hakettiği cezaya çarptırmaları onlar için gerçekten "büyük zafer”dir.

Kölelikten kurtulmaları gibi bir şey. "Kardelen Hareketi” demeleri durumlarını ifade ediyor. Kar, soğuk ve basıncın kalkıp güneş yüzünü görmesi kardelen için neyi ifade ediyorsa bu arkadaşlar içinde aynı şeyi, yani özgürlüklerini hissetmelerini ifade ediyor.

Eh tabi kendi durumlarını, ruh hallerini vb. kendileri daha iyi bilirler ve ifade edebilirler. Ama bildiğimiz kesin bir şey varki, o da "Dün bizimdir, Gün Bizimdir, Zafer de Bizim Olacaktır” denilemeyeceği ve bu anlayışların yanlışlığıdır.

"Zafer” sadece; mevcut ajan örgütlülüğünün boyutunu ortaya çıkarıp kabul etmekle kazanılmaz. Onun, (göründüğü kadarıyla) sonradan satın alınarak ajanlaştırılmasından çok, başından beri sızmasını bunca yıldır göremeyen ve bu sürede bu kadar hareket etmesini sağlayan, bu düzeye gelmekle kalmayıp DABK kesimini, yani bir örgütü bugüne kadar etkisi ve kontrolü altına alan, parmağında oynatan, yine bu boyutta örgütlü duruma getiren nedenleri, koşulları, örgüt biçim ve anlayışını, ideolojik-siyasi ve örgütsel olarak oynadığı rolü, tahribatı, P. ye devrime, kitlelere, verdiği zararların boyutunu görmekle, tasfiyeci, komplocu vb. niteliğini görmeyen, tavır almayan üstelik "büyük önder” misyonları yükleyen bugün ortaya çıkarılmasına rağmen damgasını vurduğu süreci her yönüyle sorgulamayan, mahkum etmeyen, açık yürekli ve samimi olamayan, yönlerini iyiden iyiye sorgulamakla ve doğru sonuçlara varıp, öz-eleştiri vererek, çıkan doğru sonuçları yaşamına yön verdirerek zafer kazanılır.

Bu yönleriyle ele alınmadan "zafer”den bahsedilemez. Bütün boyutuyla kavramları, ele alınıp suç ortaklığı  yapmanın hesabı samimiyetle verilmeden "zafer”den bahsedilemeyeceğini,   bilmeli, doğru kavrayış ve samimiyet olmadığı için böyle kafaların benzeri şeyleri yeniden üretmekten kaçınamayacağı unutulmamalıdır.

Ajanlık adiliktir, basitliktir, baş ajan da böyle basit bir kişiliktir. Ama onların içindeki etkinliği, damgasını vurduğu kocaman süreci, oynadığı rolü, bugüne kadar Partiye verdiği zararları, komplocu yöntemleri, saflarında yarattığı şekillenmeleri ve onlara miras bıraktığı tahribatı, vb. vb. hiç mi hiç basit şeyler değil? çok büyük şeylerdir. Basitçe geçiştirilemez. Bunlar görülmeden. kendi saflarındakilere de güven veremez.

Sorun, ajan sızıp sızmama veya sonradan düşman tarafından şu veya bu yöntemle boyun eğdirilmesi ile ajan faaliyeti yürütme değildir. Her örgüte de dünyada en mükemmel örgüte de ajan sızabilir veya sonradan kazanabilirler. Ancak, önemli olan bu durumu gözönünde bulunduran bir örgütlenme biçim ve anlayışına sahip olmaktır.

Burada başlı başına bu sorun üzerinde duramayacağız, ancak, bir kaç temel noktaya dikkat çekmekte fayda var,

 Legal ya da gevşek ve menşevik bir örgütlenmeye düşman rahat sızar ve faaliyet yürütür.

Ama, amatörler örgütü değil de profesyonel devrimciler örgütü, yani siyasi polise karşı deneYim içerisinde yetişmiş bolşevik örgütlülük anlayışı ile hareket edilirse düşman kolay sızamaz ve sızsa da kolay ortaya çıkarılır.

 Profesyonel devrimciler örgütü anlayışı ile insanlarını yetiştirme, sivasi-ideolojik uyanıklıkla birlikte sıkı illegalite ilkelerini uygulama, düzenli hücre faaliyeti ile kollektivizm, doğru bir örgütlenme model ve anlayışı, prensipli çalışma, sıkı denetim, canlı bir çalışma, doğru bir üye ve kadro politikası ve anlayışına sahip olma, insanlarını iyi tanıma ve onlarda olacak her değişimi farkedecek uyanıklığa sahip olma. iradi müdahale ve kararsız, sallantılı, güven vermeyen,. yıkıcı vb. unsurlardan sistemli bir arınma gibi Bolşevik örgüt anlayışıyla hareket edilmesi belli başlı koşullardır.

 Bunlar iyi kavranıp doğru canlı bir örgüt anlayışına sahip olması halinde düşman kolay sızamaz, sızması halinde kolay yükselmez, önemli yerlere getirilmeden veya fazla zarar vermeden ortaya çıkarılır.

 Ama bunların olmadığı, kavranmadığı yerde düşman çok rahat sızar yükselir ve at oynatır duruma gelir. Her şeyi tayin eden ideolojinin ve politikanın doğruluğudur. Her şeyi tayin eden d rğru önderliktir.

Bunlara sahip olunmadan nitelikli bir örgüt oluşturulmaz.Çünkü örgütü şekillendiren bunlardır.

 Doğru (MLM) ideoloji ve politikaya sahip nitelikli bir önderlik kaçınılmaz olarak doğru ve nitelikli bir Bolşeevik bir örgüt ve örgütlenme oluşturur ve şekillendirir.

Dolayısıyla nitelikli insanlar yetiştirir. Nitelikli insanlara (geniş anlamda kadrolara) sahip bir örgüt oluşturur ve militan bir faaliyet yürütür. Kitleleri kucaklar ve onların güven ve desteğini alır kökleşir.

Partiyi-örgütü şekillendiren önderliktir. İnsanları şekillendiren de örgüttür.

Doğru-iyi bir önderlik.

iyi bir örgüt; iyi bir örgüt de yığınlarca iyi insan yetiştirir.

İnsanlar da örgüte göre şekillenir.

Kimse günahları başka yerde aramamalıdır...

Bu MLM ideolojik sağlamlık sorunudur; politik kavrayış, uzak görüşlülük ve uyanıklık sorunudur; teorik-siyasi birikim ve tecrübe sorunudur. İdeolojik birlik, teorik-siyasal yetkinlik, uyumlu, istikrarlı ve sürekliliğini sağlamış bir önderlik sorunudur.

 Önderler örgütü yaratma ve bunun bilincini taşıma sorunudur. Bunlar olmadan, önemi, görev ve fonksiyonları, işlevi vb. kavranmadan ne sürekliliğini sağlamış bir Parti-örgüt ve önderlik sağlanabilir, ne de nitelikli, sağlam bir örgütlenmeye sahip olunabilir.

Bu vurguların her birini başlıbaşına, derinlemesine doğru kavrayıp bilince çıkarmayanlar ciddi bir varlık gösteremeyeceği ve sınıf mücadelesi karşısındaki görevlerini yerine getirmeyeceği gibi, silinip gitmekten kendini kurtaramayacaklardır. Sorunlarını ve tıkanıklıklarını, bunların nerelerde yaratıldığını, nasıl çözülebileçeklerini vb. göremeyenler, görmekten korkanlar ve kavramayanlar onları aşmasını da bilemeyecek ve beceremeyecektir.

Haliyle sonlarını törenle izleyeceklerdir.

Bizler de dahil bütün devrimci hareketin bunlardan çıkaracağı dersler vardır, olmalıdır. Devrimci hareketin bugüne kadarki süreci, bugünkü durum ve sınıf mücadelesi karşısındaki yeri, bunun nedenleri vb. konusunda kendi payımıza çıkaracağımız dersler vardır ve bunu aşacağız, bundan en ufak bir kuşku olmamalıdır.

 Ancak göremeyen, görmek istemeyen ve doğru dersler çıkarmayanların gidişat ve sonu hiçde iyi olmayacaktır. Özellikle yazı içinde ve yukarıda üzerinde durduğumuz olumsuzluklarından dolayı PS ve anlayışına yön verenler kendilerini samimiyetle çok yönlü sorgulayıp. olumsuzluklarının üzerine gitmemeleri, hesabını vermemeleri halinde sonlarının çok kötü olacağı, bir çeşit siyasal intihar olacağını unutmamak zorundadırlar.

 Pişkinliğe vurmaları, "niye ayrılıkların teorisini yapıyoruz?” diye söylemlerle sahte "birlik” gülücükleri atmaları, göz kırpmaları, sahte Maoculukları onları kurtaramayacaktır.

Maocu kılığına bürünme altında MLM'yi çarpıtma ve saldırıları. onları iyi bir yere getirmeyecektir. Ve sahte "Maocu" bürünmelerle MLM'yi, özelde Maoizmi bozmalarına ve sorunların özündan kaçınıp onları geçiştirmelerine müsaade etmemeliyiz. En "keskin” Maocu pozlarına bürünme altındaki gerçek özlerini, küçük-burjuva ideolojik siyasi anlayışlarını kitlelerin gözleri önüne serme görevinden kaçınmamalıyız.

İdeolojik-siyasi mücadelede ilkeli ve acımasız olmalıyız.

 Gerçek ve sağlam dostluklar bunun üzerinden yükselir.

 Bu, proletarya ideolojisi ile burjuva ideolojiler arasındaki sınıf mücadelesidir.

 Hangi ideolojinin kazanacağı sorunudur.

 Burada”orta yol", farklılıkların üzerini örtme, uzlaşma, "herkesin doğrusu", (nasıl oluyorsa artık!) "herkesin görüşü kendine” veya "dokunma bana dokunmayayım sana", yaşa ve yaşat politikası olamaz, bunlar burjuva ideolojisinin-oportünizmin politikalarıdır.

 Ve böyle yaklaşım oportünizmi güçlendirir. Hangi kılık altında çıkılırsa çıkılsın ideolojik-siyasal uyanıklığımızı bir an bile yitirmemeliyiz.

Burjuvazi ve burjuva cephelerden çeşitli maskelerle ortaya çıkan anlayışların yabancısı değiliz.

En keskin Marksist maskelerle ortaya çıktıkları ve çıkacaklarını biliyoruz. Burjuvazinin sadece KP dışında cepheden ortaya çıkacağını sananlardan değiliz. Tarihi tecrübeler ışığında özellikle Mao, burjuvazi sadece dışarıda değil, KP'nin içinde de bulunmaktadır demiştir.

Cepheden açık maskeyle ortaya çıkanların maskesini düşürüp teşhir etmek nispeten kolaydır.

Ancak en keskin maskelerle ortaya çıkanları gerçek niteliğiyle ortaya koymak daha zordur.

 Çünkü genel hatlarıyla MLM'yi reddetmeyip, kabul edip "savunur” gözükmektedirler.

Bu nedenle hayli zordur.

MLM ideolojiyi kavramayanlar onlara karşı ideolojik uyanıklık gösteremez ve ortaya çıkaramaz.

Çıkaramayınca mücadele yürütemez, Parti ve devrimci kitlelerin uyanıklığını sağlayamaz, MLM ideolojiyi henüz iyi kavrayamayan ve ideolojik sağlamlılık gösteremeyen geniş yığınlar her zaman onların etkisinde kalacaklardır.

 

Bu nedenle sahte MLM savunucularına ve MLM'den sapanlara karşı uyanık olup ideolojik olarak uzlaşmaz mücadele yürütülmelidir.

 

Ne kadar kapsamlı ideolojik mücadele yürütülürse o derece etkisizleştirilir ve devrim, sosyalizm ve Komünizm 'e emin adımlarla istikrarlı bir şekilde yürünür. Proletaryanın sınıf çıkarlarına samimiysek, sahte MLM maskesiyle proletarya davasına zarar veren anlayışları ortaya çıkarmak, acımasız ideolojik mücadeleyi yürütmek boyun borcu olmalıdır.

 Davanın başarısı buna bağlıdır.

Yığınların gücü ve devrimci enerjisini burjuvazinin eksenine çekmeyi önleyip, devrime, sosyalizme, Komünizm'e yöneltmek buna bağlıdır.

Önemsememe, uzlaşma ve liberal davranma Marksizmden sapan çizgilere hizmet   edecektir.

Meydanı onlara bırakacaktır.

 Tarihi tecrübeler Marksist maskelerle proletaryayı yolundan saptıranlara karşı daha çok uyanık ve mücadelede acımasız olunması gerektiğini her zamankinden daha çok gösteriyor.

şubat 1997_BİTTi

1 Haziran 2023 Perşembe

3_ Tarihimizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”

Sayfa 100 devam

 kültürün, o alışkanlığın vb. ne yapacağı ve nereye götüreceğini hala göremiyorsunuz. Bu samimiyetsizlikle bırakın bizi, kendi tabanınıza dahi güven veremezsiniz. Acınacak hallere girip, serzenişlerde bulunarak "inanmamaktadır” diye yakınmalarda bulunmakla kendinizi kurtaramazsınız. Küçük hesaplar, sağa sola kaçamaklarla sorunlara yaklaşmak sizleri kurtaramaz.

Az çok aklı başında olanlar, sizin gibi "önder”lerle acımasız bir kavga, fırtınalı bir deniz ve uzun bir yolun yolculuğuna çıkmaz, siyasal yaşamda güven verecek bir ehliyete sahip değilsiniz. Bütün bunlar ortada iken bir yerde şöyle ifade ediyorsunuz; "Ajan ve işbirlikçi olduklarına inanmamaktadır ve bununla kafa karışıklığı yaratmaktan geri kalmamaktadır.

Bu da pragmatizmin tipik ve somut bir yansımasıdır". ”Pragmatizmin işgal ettiği kafa yapısı”   o kendisi için ne yararlı ise o doğrudur Msefesinden hareket eder. Onun için olguları neden-sonuç ilişkisi içinde ele almak doğru olan değildir; sadece sonuçtan hareket ederek sorunlara yaklaşıldımı doğru olur... " (PS sayı :50, sayfa: 17) diye "büyük” felsefi tahlillerde bulunuyor, beyni gövdesini yönlendiremeyen kalemşörler.

Bir felsefi kavramın anlamını öğrenmekle kendini felsefe profesörü sanan zat-ı muhteremler bu süreçlerini niye felsefi olarak açıklamıyor? Süreçlerinin ideolojik-siyasal zeminlerini felsefi olarak ortaya koyarak sorgulamıyor? Merak ediyoruz doğrusu! Yoksa henüz felsefeyi kendilerine uyarlayamadılar mı?..

Pragmatizm nedir?

 Öz olarak yararlı olanın, uygulanır olanın doğru olduğunu savunan bir bakış açısıdır. Bir şey doğru mu, değil mi uygulanıyorsa, yarar sağlıyorsa doğrudur anlayışında olan bir öğretidir.

Felsefi özü idealizmdir. Düşünceyi, gerçeği maddeden koparan bir bakış açısıdır. Gerçeğin kıstasının madde ve maddenin doğru yansıtılması olduğunu, nesnel gerçekliğin, bilimsel bilgisinin insanlığın yararına olacağını kavramayan bir öğretidir pragmatizm.

Pragmatist anlayış; nesnel gerçekliğe bağlı kalma, onu doğru ifade ederek savunma, yani bilimsel olana bağlı kalma doğru olanı uygulama değil de, ne yararlıysa, ne uygulanabiliyorsa, o anın çıkarlan, faydası neyse onu savunmak ve başvurmaktır.

Oysa ne genel olarak ne de bahsettileri bu özgülde pragmatist bir yaklaşımımızı gösteremezler. Öyle bir yaklaşımımız olmamıştır. Felsefeci geçinip gelişigüzel bir şekilde kavramları öteye beriye yerleştireceklerine kendi süreç ve yaklaşımlarına bir baksınlar bakalım. Bir dizi soruna ve bize söyledikleri gibi sorunlara nasıl da pragmatist yaklaştıklarını göreceklerdir. Tabi   ki görmek isterlerse. Ama gerçekleri görmek için önyargısızlık ve dürüstlük baş koşuldur. Renkli gözlük takanlara ya da gerçekleri görmek istemeyenlerin gerçeği görmeleri ve kabul etmeleri daima zordur.

Yine de

görmek isteyenler için kimin pragmatist yaklaştığına ve kimin "politikasının odağına fırsatçılığı koyduğu..(PS sayı 51)”na birkaç örnek verelim.

Bir:

 Komplocu-darbeci tasfiyenin her yönüyle başını çeken bir baş ajan olacak ama bütün damgasını vurduğu sürece "Dünüyle, bugünüyle sahip çıkıyoruz” diyeceksin. Bunu size hangi pragmatist anlayış söyletiyor hiç düşündünüz mü? Biz hatırlatalım isterseniz; süreçte darbeyle egemenlik sağlama yararı var!

 

İki:

Proletarya Partisinde tasfiyecilik, ideolojik yozlaşma ve çürümelerinden dolayı üzerine gidilip, saflardan atılan ve dökülen birkaç mücadele kaçkını bir araya gelip "Oluşum” adıyla bir arayışa giriyor ve bir grupçuk  olarak ortaya çıkıyor. Amaçlan ise; parti düşmanlığını geliştimek ve partiyi yıkmak.

Bu unsurlar karşısında PS'nin tarvı ne oluyor; fırsatçı, faydacı (yani pragmatist) bir anlayışla ona sayfalarını açıyor, kader birliği yapıyor.

 Bu grupçuğu devrimci-demokrat kamuoyuna tanıtıyor. Onun propagandasını, bizim de anti-propagandamızı yapıyor. TKP/ML'de "ayrılık” oldu, "parçalandılar”, "dağıldılar", "tükendiler” vb. vb. dedikodularını da yayarak ve yazarak kendilerine fayda sağlamanın zeminini geliştimeye çalıştılar. Peki nedir bu? İşte pragmatizm ömeği! TKP/ML'yi yıpratıp, güvensizlik geliştirip birşeyler kapabilirim, yarar sağlanm anlayışı!

 

Üç:

Proletarya Partisinde ideolojik-siyasi, örgütsel olarak tasfiyecilik yapan, çürümüş, yozlaşmış, sınıf mücadelesine sırtını dönmüş ve P. P'ne karş suç işlemiş birkaç döneği "GÖK" adıyla bir yazı çıkartıyor ve Parti düşmanlığı onak paydası olan bu suçlular güruhu bir ihanet odağı oluşturmaya çalışıyor ve çağrıda bulunuyor. PS'nin tam ne oluyor? Ellerini ovuşturarak bu suçlular güruhunun ihanet çağrı yazılanı yayınlıyorlar, propagandasını yapıyorlar.

Bu da PS'nin pragmatist anlayışının bir başka ömeğidir.

PS 'nin bu tutumu bir dizi soruna yaklaşımda kendini gösterdiği ve bu anlayışlarının yabancısı olmadığımız için başlı başına üzerinde dumayı gereksiz görmüştük. Onların bilinen bu son süreçteki sorunlara ilişkin yazdıkları yazı için de eleştirip onların "faydacı” (pragmatist) ve "devrimci olmayan tarzları”na düşmeyeceğiz deyince, bu söylemimiz onlara fazla dokunmuş olacak ki yukarıda öneğini verdiğimiz konuya ilişkin şöyle cevap veriyorlar:

"Eğer 'Oluşumcular' ve 'GÖK' çülerin yazılarının yayınlanmasını kastediyorsa, bunun KDH ile hiçbir alakası yoktur. ÖG burada çamura saplanıyor.

 Bir defa biz bu tür oluşumların çıkış yazılarını yorumsuz yayınladik... Söz konusu oluşumların bildirge ve çıkış yazılarını (o da bir kereye mahsus) yayınlamamız.” (PS, say151, sayfa 17) diyorlar.

Biz PS'nin "bir keN' ya da çok yaptıklarını tanışmıyoruz, onun hareket mantığını tartışıyotuz. Fırsatçı, pragmatist anlayışla hareket ettiğini, birkaç "abbas yolcu” döneğinin genelde MLM'de ideolojik tasfiyecilik, özgülde bu ideolojileriyle PP'de örgütü tasfiyeciliği yapıyor olmasından PS 'nin nasıl da sevindiğini ve avuçlarını ovuşturduklarını, nasıl yararlanıp parsa toplayabilirim diye faydacı (pragmatist) hareket etme anlayışının yanlışlığı üzerinde duruyoruz.

 Kaçkınların MLM öğretilerde (Parti, önderlik, parti-içi mücadele, parti içi demokrasi, partide disiplin, partinin misyonu, örgüt anlayışı vb. konulanndaki menşevik, anarşist, tasfiyeci parti anlayışında) özelde Proletarya Partisi'ne saldırı, güvensizlik geliştirme ve yıkma vb. konulârdaki saldırılarını eleştirmek yerine propagandasını yaparak fayda sağlama mantığıyla sorunlara yaklaşma anlayışını yani pragmatistliğini eleştiriyoruz.

 Biz PS 'nin anlayışını, hareket mantığını ve yöntemini eleştiriyoruz. Onların o pragmatist anlayışları olduğu sürece daha çok, "yarar sağlıyorsam doğrudur” mantığıy  la hareket edeceklerdir diyoruz.

 Biz fiiliyatlarını söylüyoruz. PS, "Çıkış yazılarını yorumsuz yayınladık” diyor. Özürü kabahatinden büyük! Hem yayınlıyor, hem de onları eleştimiyorlar?

Yani acilen kamuoyuna müjdeledik, tanıttık, reklam yaptık diyorlar...

 Peki bu pazarlamacılık neyin pazarlamacılığı? Başka yazılarında da bu anlayışla hareket ediyor, hatta 50. sayılarında felaket tellallığı yaparak tamamlıyorlar. Ve daha çok kendi tabanına seslenmek amacıyla şu mantıkla hareket ediyorlar: Her ne kadar ajanlar örgütlülüğü sanık baş ajan bizi parmağında oynattıysa da diğerleri de iyi değil, "İki yıllık zaman diliminde daha da küçüldünüz, hem de bir yıl içerisinde iki ayrı grubun çıkmasının da analığını yaparak” diyerek kendilerini teselli etmeye çalışıyorlar.

"O da bir kereye mahsus yayınladık” diyorlar. Hareket mantığını, eylemini düşünmeyip sayısıyla hafifletici neden anyorlar. Bu kaçamak yanıtları da kurtarmaz onları. Çünkü, zaten istese de sürdüremezlerdi. "Oluşum” döneklerinin ilk ve son bildirileri oldu.

Kavga diye bir derdi olmadığı için o aşamadan sonra o noktada "dürüstlük” gösterip siyasi arenadan çekildiler. PS 'nin de onlan düzeltecek hali yoktu. 1.5 yıl oluyor siyasi arenada kendileri pes edip çekildi, sistem ile açıkça bütünleşti.

PS haberdar olduğu halde hala "ayrılık” diyor, olmayanları kafalarında "grup”, "örgüt” görüyor. "Oluşumcu dönekler” kendilerini bu kadar düşünen PS gibi sadık dostları olduğunu bilselerdi belki siyasi arenada biraz daha kalma çabalarını sürdürmeyi deneyebilirlerdi. Bu kadar düşünenlerinin olduğunu öğrenmeleri hayli duygulandırmış olmalı onları.

"GÖK” diye adlandınlan "Suçlular Güruhu” ise muhtemelen başka bir yazı göndermedikleri için yayınlamamışlardır. İlkini yayınlayan anlayış diğerlerini yayınlamaması için hiçbir neden yoktur ve tutarlı da olamaz. 

Bu örneklerde de görülen politik anlayış ve pratiği ortada iken yavuz hırsız misali şunları söylemek aslında durumunu gizlemek telaşına düşüp başkalarına maletmek olmaz mı? "Özgür Gelecek ve kalemşörleri niteliğe değil, biçime kafayı taktıkarı için gelişip güçlenemez. Faydacılık özün yerine biçimi esas alır. Onun için ilkeler hiçbir şey, geçici günlük ucuz politikalar her şeydir” (PS, sayı 51, sf:18)

Yine PS 'nin kendi söylemleriyle kendilerinin bu durumunu ifade edelim: 

politikasının odağına fırsatçılığı koyduğu için sekterliğe düşmesi kaçınılmazdır... Devrimciler arası ilişki ve sorunlara yaklaşımda fırsatçı ve faydacı davranan bir anlayış kendi tabanını, örgütlü gücünü yanlış yönlendiriyor demektir. Bu siyasetle yapılacak bir şekillenme proleter değil, küçük-burjuva ve burjuvadır". Buna tamamen katılıyoruz. PS ve kalemşörl kendi durumlannı ifade etmiş oluyorlar. Hangi ruh haliyle hareket ettiklerini biliyorlar. Biz kendi söylemleri ile durumlarını ifade ettik ki savunduklarım başkalarının kendilerine hatırlatmalarından okurlarsa belki sindirebilirler, kavrayabilirler.

Tabi ki tersi de mümkün, başkaları hatırlatıyor diye ölür ama kabul etmeyi küçük-burjuva gururuna yediremeyebilirler...Gerçekleri kabul etmemek ve korkmak tarihte kimsenin derdine derman olmamıştır. Bu açıdan, doğrulardan, gerçeklerden korkmamalıdırlar, onlara karşı önyargılı olmamalıdırlar ve kabul etmelidirler. Gerçeklerin hiç de korkulacak şeyler olmadığını göreceklerdir.

O zaman rahat edeceklerdir. Yoksa o nesnel gerçekler hep karşılarında olacaktır. Ve asıl o zaman daha büyük korkuyu yaşayacaklardır.

"KDH”lerini kamuoyuna ilan ettikleri dönemde "büyük önder”lerinin "baş ajan” çıktığına inanmayan ve kendi yapılarının sorunlara sağlıklı yaklaşım yönüne güven duymayan bazı çevreler birkaç yazı çıkarıp, sağa sola dağıtıp sosyalist basına da yollamışlardır.

ÖG'ye de yolladılar.

PS'nin anlayışında olsaydık "bir kereye mahsus” yayınlardık ve yayınlamamız gerekirdi. PS gibi bir anlayışa sahip olmadığımız için yayınlamadık, ciddiye almadık. Ciddiye alınmaması için birçok yerde çevremizi de uyardık. Başka politik akımlarla PS gibi fırsatçı, faydacı olmadık.

 Demek ki herkes PS gibi değildir. O halde asıl PS faydacı ve küçük hesaplar üzerine "siyaset” üretme anlayışını gözden geçirmelidir ve terketmelidir.

Olumsuzluklarını Görmemek İçin Özel Çaba Sarfetmek, Kabul Etmemek,

Dahası

Onları Savunarak övünmek Dürüstlükten Yoksunluktur, Düzelmeye

Kapalılıktır, Akıllı Insanların işi Değildir Ve Politik Naifliktir!

PS, "ÖG yalan ve iftira atıyor” diyerek ne kadar çığlık atarsam o kadar etkili olurum, herkes gerçeği görüp anlayana kadar bir  hayli yol alırım düşüncesiyle, oluşacak önyargının gerçekliği gizleyeceğini sanıyor. Gerçekliğe öfke duyacaklarına, olumsuzluklarını belirtenlere öfke duyuyorlar. Olumsuzlukları ve yönelmesi gereken temellerine işaret edilince avazı çıktığı kadar "yalan ve iftira atıyor”lar diye bağırıyorlar. Böyle bağırınca haklı olacaklarını sanıyorlar. Ama asıl gerçekleri görememelerinden değil, samimiyet-dürüstlük taşıyamamalarından böyle yapıyorlar. Ve tabanında peşinen önyargı yaratıp olumsuzluklarını görme üzerine oluşacak baskının önüne geçmek istiyorlar

Bizim kimse hakkında "yalan ve iftira” attığımız yoktur.

Bunu PS 'de gösteremiyor. PS'nin bu söylemlerine dayanak yapmaya çalıştığı noktaya geleceğiz.

 

Öncelikle belirtelim ki bizim "yalan ve iftiraya” ihtiyacımız yoktur. O, bilime dayanmayanların, samimiyetsizlerin işi ve alanıdır. Biz, PS 'de olmayan bir şeyi maletmiyoruz. Bugüne kadar genel hatlarıyla resmini çizdik, "çirkinlik” ortaya çıkıyorsa -ki çıkıyor- kendi "çirkinliği”dir.

Ve kendine kızmalıdır. Karşısına koyduğumuz aynaya kızmamalıdır. Kaldı ki öfkesinden dolayı "çirkinliği”nin boyutunu, kapsamım, derinliğini dinlemiş ve izlemiş değildir. PS ve kalemşörleri olumsuzluklarını gizlemek istiyorlarsa sakin olmalı, olumsuzluklarını kaba hatlarıyla olsa da ortaya koymaya çalışmalı, bunu yapamıyorlarsa ortaya koymaya çalışanlara tahümmül göstermeli, sağa-sola asılsız ithamlarda bulunma yerine kendi gerçekliğini görmelidir.

PS ve kalemşörleri, üzerinde durduğumuz "yalan ve iftira” ara başlığı altındaki iddialarına yeni "yalan ve iftira” attığımıza ilişkin hiçbir somut veri de gösterememektedir. Ama öte yandan şunu söylüyor:

"Bir komünist veya devrimci, herhangi bir olguyu ya da herhangi bir siyasal yapılanmanın bir konuya ilişkin söylediklerini değerlendirmeye tabi tutarken, o yapının (bu düşman da olsa farketmez-not PS' nin) yazdıklarını baz alarak eleştirisini yürütür. İdeolojik polemiklerde 'alıntı dürüstlüğü' (aç.PS) diye bir şey var  dır.” (PS, sayı 51, sf: 16) diyor da peki "yalan ve iftira” attığımıza ilişkin neyi "baz alarak eleştiri yürütüyor”?

Neyi gösterebilir ki? Hiçbir şeyi gösteremez. O halde PS inanmadığı, bilincine varmadığı, özümseyemediği şeyleri yazmamalıdır, "alıntı dürüstlüğü” simsarlığına soyunmamalıdır.

Sf_105

"İdeolojik polemiklerde alıntı dürüstlüğü diye bir şev vardır" derken kendilerinin söylemediği ve yazmadığı bir şeyi onlardan aktarma yapmış gibi gösterdiğimiz yönlü ithamda bulunmuş oluyorlar ki bu tamamen gerçek dışıdır.

Kendilerine yakışacak bir yalandır. Hiçbir yerde olmayan bir şeyi "alıntı” imiş gibi yazdığımızı gösteremezler. Böyle bir şey olmadığı halde PS 'nin kalemşörleri niye böyle bir hileye başvuruyorlar? Açıktır ki küçükburjuva sınıf özelliklerindendir. Proletaryanın bilimsel görüşlerine ve onun gücüne sarılmayanlar küçük şeylere, hile, iftira ve politikalara sarılacaklardır.

Çünkü; proletaryanın bilimsel görüşünden uzaklaşıldıkça, yozlaşmış küçük-burjuva değerlere yakınlaşmak kaçınılmazdır.

Yukarıdaki aktarmada samimi olmamaları da bir yana "o yapının (bu düşman da olsa fark etmez) yazdıklarını baz alarak eleştirisini yürütür'  kavrayışları da eksiktir. Düşmanda olsa, dost da olsa sadece "yazdıklarını'   baz alarak eleştirmeyiz. Bunun yanısıra yazılı hale getirmedikleri veya açıkça savunmadıkları pratiklerini ve eylemsizliklerini de eleştiririz.

Örneğin, düşman uluslararası planda çevirdiği gizli dolapları, ülke bazında katliamlar, sokak infazları, kayıplar, halka karşı başvurdukları yığınla karanlık şeyler, sağlığa zararlı şeyleri piyasaya sürüp halkın sağlığıyla oynamaları vb. vb. yığınlarca şeyi hiç de yazılı savunmayabilir, ama ortada pratikleri var ve bunların kendisi belge.

 Bu durumda "yazdıklarım baz alarak” eleştirmemezlik yapabilir miyiz?

 Birçok yapılanmanın açıkça savunmadığı ama pratik olarak başvurduğu yanlışlıkları var, darbecilerimiz de hileler eşliğinde Partide darbe yaptığım hala açık yüreklilikle yazıp kabul etmiyorlar, diye eleştirmemezlik yapabilir miyiz?

 Açıktır ki hayır!

Sadece yazılı savunuları değil, pratikleri, anlayışları yazılı olmayan duruşları da ideolojik bir yaklaşımdır. Doğrulara sahip çıkılır, savunulur. Yanlışlara karşı çıkılır, mahkum edilir. Marksistlerin yaklaşımı budur. Burada burjuvaziye karşı ideolojik, siyasi mücadele ile halk saflarındaki yanlış anlayışlara karşı mücadele yönteminin temelde farklı olduğunu vurgulamaya gerek bile olmadığı için geçiyoruz.

PS. "ÖG yalan ve iftira atıyor” diye attığı ara-başlık altında suçlamalarına kanıt gösteremiyor. Bizden tek bir aktarma yapıyor dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından, başka özel nitelemelerle ortaya konuluyor.

Neyle...

 Karşı Devrimci Hücreyle' dememizi savunduğu şeylere ömek gösteriyor ve aktarıyor.

Bu söylediklerimiz yüreklerine çok oturmuş olmalı ki başka yerlerde de aktarıyorlar. Bu normaldir, bazı gerçekler bazılarına çok acı gelir, yüreklerine oturur. Aslında yüreklerine oturan şey bizim ifadelerimiz değil, gerçekliktir ve onun karşısında düştükleri zorluktur. O da bizim sorunumuz değil, gerçekler karşısında ayak direyenlerin sorunudur.

Sayfa_106

Bizden aktarılan yerde PS ve görüşlerine yön verenlerden ne bir aktarma var ne de alıntıymış gibi gösterilen bir yer var. Tamamen bizim değerlendirmelerimiz var. O halde PS 'nin "alıntı dürüstlüğü” simsarlığına soyunmasının yeri yok orada. Sahte bir pehlivan edasıyla hareket etmesine hiç gerek yok.

Yukarıda bizden yaptığı aktarmaya karşılık "bugüne kadar KDH'ye ilişkin bildiri ve de yazılarda olsun, sözlü polemiklerde olsun hiçbir zaman hata, eksik ve başarısızlıklarının esas kaynağını KDH'ye bağlamadı.” diyor, tabi bağlayamaz, Herşeyi "KDH”nin başı yaptı diyemezsiniz, zira buna kimse inanmaz. Herkes siz neydiniz, o kadar mı emireriydiniz, bu nasıl parti anlayışı diyecek ve siz ağır suç ortağısınız, kendinizi sıyıramazsınız vs. diye tepki duyacak, hesap soran olacak. Bunu biliyorsunuz. Bunu bildiğiniz için samimiyet gösteremiyorsunuz ve hesabını vermemek için hiç hata görmüyorsunuz. Sürecinize damgasını vuran mimarınız baş ajanın bütün icraatında kusur görmüyorsunuz. Ne de olsa vaktinde baş ajan "bizde (DABK kesimi) ideolojik zaaf yok ve yoktu” dediğinde en ufak eleştiri getirmeden, adeta saygıyla başınızı öne doğru eğerek sesli ya da sessiz de olsa okeyleıniş halinizden geliyorsunuz. Baş ajanın yetiştirdiği ve özellikle öne çıkardığı Sİ'nin "bu Partide en son söz söylenecek olan Nihat'tır” diyen sözleri ve böyle şekillenmiş kafalar elbette herkeste, heryerde kusur görür ama büyük "önder"lerinin sürecinde olumsuzluk göymez. Olur mu hiç, kimin yetiştirdiği önderler ki sürecinde hata işlesin ve görsün(!) önder dediğin böyle olmalı(!).

 

Bu aktarmanın hemen devamındaki satırlarda bu süreçlerini çok açık belirtiyorlar:

tam tersine geçmişi sadece olumlu yönüyle değil, olumsuz yanıyla da savundu” diyorlar. Evet aynen böyle. Bu satırları okuyan ve duyan herkesin tek kelimeyle "iyi halt ediyörsunuz” demek zorunda kalacağı açık.

"Dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel nitelemelerle ortaya konuluyor.

 Neyle ...

KDH'yle” denilmesine öfkeleniyorlar.

"Yalan ve iftira” atılıyor diye bağırıyorlar.

 Sözkonusu yazımızda darbeden sonra yayınlanan yazımızda söylediğimiz bazı yerler aktarılarak yazılmıştır.

Şimdi darbe öncesi ve sonrası yaptığımız tahlil, tespit ve belirlemeleri yeniden buraya aktarıp hatırlatmayı gerekli görmüyoruz.

Çünkü duymak istemeyenden daha sağırı ve görmek istemeyenden daha körü yoktur.

Evet, belirlememizde yanlış yok. Sözlerimiz bir gerçekliği ifade ediyor ve bir kez daha altını çiziyoruz. Bu gerçeklik bazılarını huzursuz etse de gerçek olduğu yadsınamaz. Sorun, PS ve aynı çizginin sözde önderlerinin hala kavramak ve kabul etmek istememesinden kaynaklanıyor, Hilesiz, hurdasızca samimi olup, önyargılı olmadan gerçekten kavramak amacındalarsa sakin bir kafayla yeniden okurlarsa söylediklerimiz birçok şeyi, bugün kendileri tarafından "KDH"Ierinin, özellikle baş ajanın

Sayfa_107

faaliyetleri, fesatları, planları ve suçları arasında saydıklarını göreceklerdir.

 Bizim o dönem ideolojik ve siyasi olarak üzerine gidip ortaya koyduğumuz görüşlerimizi o dönemin Partizan sayılarında okuyamayan, PS ve "ideologları” yeniden bakmalı. PS'nin bugün KDH'lerine ilişkin söylediklerine bakmalıdır. Adına "Kardelen Harekatı” dedikleri "operasyon”a ilişkin yazdıkları ve PS 'nin 47. sayısında da yayınlanan yazıdan bazı belirgin aktarmaları yapalım. Böylece okuyucu daha önce söylediğimiz şeylerle daha rahat karşılaştırabilsin.

 Daha önce yaptığımız belirlemelerin bazılarını bugün kendileri değişik ifadelerle "KDH"lerinin anlayışları, planları ve suçları olarak görüyorlar. Okuyucuda bu durumu görecek ve böylece "yalan ve iftira” mı atmışız yoksa bu ithamların sahipleri mi o durumda daha iyi anlaşılacaktır.

 

 "KDH”, KHK tartışma sürecinden şu üç ana noktada yararlanmayı düşünüyorlardı:

 

I ) KHK sürecinde Partinin dürüst ve kararlı kadrolarım tasfiye ederek, kendi hakimiyetlerini darbeleyebilecek ya da engelleyebilecek olanlardan kurtulmak.

 

2)          Partinin dürüst ve kararlı kadrolarının tasfiye edilmesi ile birlikte ajan ve işbirlikçilerin biçimsel açıdan yoğun olarak işledikleri programcılık mücadelecilik propagandasının da yardımıyla insiyatifi ele geçirerek yönelime hükmetmek.

 

3)          Hükmedilen yönelim içerisinde ajan ve işbirlikçiler öne çıkartılarak merkez komitesine seçilmeleri sağlanacak ve bu şekilde gayet doğal yollardan ... Parti önderliğini ele geçirerek bütün partiye hükmetmek.” (abç) (PS sayı 47)

 

KDH'nin başını çeken baş ajanın plan, hedef ve bu yönlü faaliyeti sadece bugün olan ve bugün ortaya çıkmış bir şey değildir. '94 öncesi de böylesi bir çaba içerisindeydi, '94 komplocu darbesinde de aynı çabalarını yürüttü ve görüldü. Sanıyoruz "daha önce bu tür en ufak bir faaliyeti yoktu, sadece 'KHK' sürecimizde bize böyle yaptı” diyemezsiniz ve bunları da diyecek kadar aklınızı kaçırmış olamazsınız.

Eskiden beri böyle bir komplocu, tasfiyeci faaliyet içindeydi. Ve yazılarımızda bu yönlü hayli eleştirilerimizin oldüğü görülecektir. Burada söylenenler bizim için "yeni” değildir. Polis olduğu ortaya çıktığına göre demekki görevi sadece bir defalığa mahsus değildir.

PS sayı 47 'den aktarmalara devam edelim:

 

 oysa oluşturulacak örgütün önüne Parti içerisinde keskin programcılık propagandası... görevi konulup,... Parti programına bağlılık noktasında yapıya güven vererek yükselmesinin ön zemini hazırlanacak, tali olarak başvurulacak fiziki datbelerle bu unsurlara partinin ihtiyaç duyması sağlanacak ve bu sayede kilit noktalara ulaşılacaktı.'   kadroların zaaf ve farklı düşüncelerini kullanarak yapı içerisnde teşhir edilerek gözden düşürülmesini sağlayacaktı. "

 

"Bir başka görevleri ise bu süreç içerisinde parti içi mücadeleyi yozlaştırarak sistemli olarak proletarya çizgisi adı altında küçük-burjuva anlayış ve yöntemleri uygulamaya konularak insanların bunları olağan sayması sağlanacaktı. Parti adım adım yozlaştırılırken. iç çatışmalardan ve sürekli gerileyip yerinde saymaktan yorgunlaşan Partiyle birlikte Parti kitlesi Partiden uzaklaşmaya başlayacak ve yapıya karşı inançsızlığı geliştirilecekti. ”

 

"Parti önderliğine karşı güvensizlik geliştirmek onların temel görevi ola cak, buradan da parti ile önderlik, önderlikle kitle, kitleyle parti. partiyle diğer devrimci dost yapılanmalar arasındaki ilişkiyi boznıa stratejisinin hayata uygulanmasının en önemli basamağı olarak kavranacaktı.” (abç-sayfa 21)

 

Benzeri şeyler, ayrıca Nihat'ın ajanlık suçları içinde sıralanarak şöyle söyleniyor: "Düşmanın partimizi burjuvalaştırarak karşı-devrimin bir aracı haline getirme... Parti içerisindeki diğer ajan ve işbirlikçileri harekete geçirme, denetleme ve istenilen düzeye gelmelerini sağlamak, çalışma koşullarını oluşturmak, komplo ve suikastlerin hedeflerini belirlemek...' olarak konuvor.

Yine, PS sayı 52'de (sayfa 20) baş ajan Nihat'ın faaliyetleri, suçları hayli uzun maddelerle sıralanıyor.

Birkaç maddesini yine aktaralım:

"2- Halka karşı tavır ve davranışlarının tamamen karşı-devrithe hizmet ettiği ortaya çıkartıldı.” (Tabana, kitleye. halka kazanıcı, ikna edici ve eğitici davranma yerine hotzotçu davranma, onları sürü görme, baskı ve şiddet yolunu ön plana alma yönlü eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"3- Partimizle, diğer devrimci örgütleri karşı karşıya getirmede birinci derecede rol aldığı ortaya çıkarıldı. (Dost devrimci örgütlere karşı-özellikle PKK, DHKP/C- yıkıcı davranış, onlarla çatışma eşiğine getirme vb. yönlü eleştirilerimiz    hatırlanmalı.)

 

"4- Parti ve ordu içinde hizipçi ve bozguncu faaliyet içinde bulunduğu kanıtlandı.” (Parti ve ordu anlayışı, Parti ve ordudaki tasfiyeci anlayış ve pratikleri, Parti bilinci, Parti işleyişi, kolektivizm anlayışı ile hareket etmeme, bunlardan tamamen uzak, şef tipi etrafına dalkavuk, emireri toplama mantığı vb. gibi yığınlarca eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"5- İki çizgi mücadelesi adı altında, Parti kadrolarım, parti programını savunmuyorlar suçlamasında bulunarak örgütsel tasfiyeye gitmiştir. ” (Leninişt Parti anlayışından bihaber olduğu, parti içi mücadelenin ne olduğunu kavramadığı, farklı görüşlere sahip, özellikle kendi anlayışlarına karşı çıkanlar hakkında önyargı yaratıp "bunlar parti programını savunmuyor", "şunlar revizyonist, seksiyoncu” vb. gibi yıpratma faaliyetleri vb. yönlü eleştirilerimiz hatırlansın.)

 

"6- Parti içinde böl-parçala-yönet politikasında profesyonel... olduğu... ” (Organları, kadroları, kurumlan nasıl yıprattığı, işlemez hale getirdiği, bölüp parçalayıp tasfiye etme girişimi içinde bulunduğu yönlü eleştirilerimiz hatırhansın.)

 

"20- Komünist partisi ile halkı karşı karşıya getirmeye çalışmak...” (Anlayış, yaklaşım ve pratik davranışlarıyla kitlelerin partiye güvensizliğini getirmektedirler, kitle çizgisi, politikası fokocudur vb. eleştirilerimiz hatırlansın)

 

"24- Partide tek adam olmak için,... diğer kadrolar ve üyeler hakkında anti-propağanda görevini...” yapmak. (Komploculuğu, kariyeristliği, şef tipi örgüt yaratma amacı ve tavrı, ideolojik ve siyasi olarak karşısında tutunamadığı, önünde engel gördüğü kişileri ve yönetici kadroları olmadık korkunç senaryolarla yıpratıp emellerine ulaşmak ve kadrolar nezdinde, Parti kurumlarını yıpratmayı amaçladıklarını, dedikodu, şaibe yaratma, yozlaşma ve çülüme göstermelerine ilişkin eleştirilerimiz hatırlansın.)

27- Parti kararı gereği parti içinde. ordu içinde ve halka karşı dayak yasak olmasına rağmen bu kararı çiğneyerek parti içinde, ordu içinde ve halka dayak atarak dayağı meşrulaştırmaya çalışma faaliyeti” (Özellikle ordu içinde küfür, dayak atma, şiddeti dönüştürme aracı haline getirme, bunun anlayış düzeyine gelmesi, lümpen kişilikli, despot hotzotçu ve dayatmacı oldüğü, kendini parti, tüzük kural, işleyiş vb... üstü görme anlayış, tavır ve tutumlanna yönelik eleştirilerimiz hatırlansın.)

Şimdi sormak lazım; darbe öncesi. sırası ve sonrası üzerine bu yönlü yığınlarca eleştirilerimizi niye kabul etmediniz de, bugün önemli bir kısmını Nihat'ın amaç ve fiili suçlan olarak sayıyorsunuz? Bununla söylediklerimizin, eleştirilerimizin doğruluğunu kabul etmiş ve bir kısmını "Nihat'ın suçları” olarak sıralamış oluyorsunuz.

 Ama bir bütün olarak boyutunu ve ideolojik-siyasi boyutunu ele alamıyorsunuz. Oysa bunu yapmak zorundasınız.

 

Aksi halde, ya bu sıraladığınız şeylere kendinizde inanmıyor veya kavramadan koymuş durumuna düşmüş oluyorsunuz ya da tamamen bu sürecinizin sorumluluğundan kendinizi sıyırmak amacıyla, olan tüm olumsuzlukları Nihat ' a yıkma çabası içinde olduğunuzu kanıtlamış olursunuz... Evet, görüldüğü gibi, bizim "Dün söylediklerimiz, yaptığımız belirlemeler bugün kendileri tarafından başka özel belirlemelerle ortaya konuluyor...” dememizde yanlış bir şey yok.

PS ve zavallı önderleri yersiz ve boşa öfkeleniyorlar. Yukarıdaki şeyleri söyleyenler, kabul edenler ve bunları bir ajan suçları olarak sıralayanlar, bugün kendileridir. Demek ki, "yalan ve iftira” atan da yok, tersine kendileri de bunları kabul ediyor. Bizim o zaman söylediklerimiz de ortada. Biz genelin güveninden dolayı ve yılların sürecini bilmediğimiz için onların ajan yönünü (bazı yoldaşlarımızın kafasında soru işaretleri olsa da) bilemiyorduk.

 Ancak, anlayışları, politikaları, yozlaşmış kişiliği, yöntemleri, tavır-tutum ve pratik yaklaşımlarını ve neye tekabül ettiğini eleştiriyorduk. Baş ajanın nezdinde temsil ettiği bir çizgiyi eleştiriyordük. Bugün eleştirilerimizin bir kısmını yukarıda görüldüğü gibi sıralıyorlar, kabul etmiş oluyorlar. Ve baş ajanın amacı, hedefi ve suçlan arasında sayıyorlar. Kendilerini de "ustalıkla” (aslında acemilikle, suçluluk psikolojisiyle) işin içinden sıyırmaya çalışıyorlar, temize çıkacaklarını sanıyorlar. Ama boşuna! Olmaz böyle şey!...

 

Öyle bir hava veriyorlar ki, sanki baş ajan sıradan biri. Öyle bir amacı varmış ama yetkin ve etkin olmadığı için sıraladıkları şeyleri pratiğe dökme imkanı olmamış. Başından beri ajan olarak girmesi yüksek ihtimal ama en azından 89'dan itibaren ajanlığı kesin olsa da o gü ne kadar, özellikle de 94 ayrılığında bu icraatları göstermemiş gibi es geçiliyor.

Sanki sadece son dönemde bu sıraladıkları pratikleri sergilemiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu, en hafif deyimiyle; samimiyetsiz bir tavırdır. Ağaca bakıp ormanı görmemenin ta kendisidir.

PS ve anlayışına yön veren kalemşörler aslında zor durumdalar. Kasıklarını zorladıkları her hallerinden belli oluyor ve biliniyor. "Baş ajan bu suçları öteden beri işliyor, partiye hayli zarar veriyor, yıllardır bizi peşinden sürükledi, parmağında oynattı, 94 komplocu darbeyle parçalamaya kadar götürdü, biz de göremedik, suçlarına ortak olduk, genel hattıyla her şeyine baş salladık, Parti tarihinin en ağır suçunu işledik” vb. diyerek öz eleştiri yapmalan gerekiyor, olmuyor, yapmıyorlar.

Bunu yapmaları için dürüst olmaları lazım, dava karşısında samimi olmaları lazım, o da yok. Olmadığı için hep parti tasfiyeciliğine ya prim vermişlerdir ya da kendileri yapmışlardır.

 Bu tavırlarını hala sürdürüyor ve olumsuzluklarını hala kabul etmemekte ayak diriyorlar. Diğer taraftan 87 'de (tali de olsa) ve özellikle 94 'teki parti tasfiyeciliğinde baş ajanın esas belirleyici rolünü görmemek, kendilerinin de figüran olduğunu görmemek ve kabul etmemek için baş ajan için "ajan değildi” ya da "o zamanlarda ajan değildi” diyecekler, o da olmuyor, sopanın her iki ucunun pis olduğunu görüyorlar.

Kendilerine göre ellerine bulaşmasın diye ortasından tutmaya çalışarak baş ajanı ideolojik, siyasi, örgütsel-pratik olarak damgasını vurduğu sürecinden kopararak ajan olduğunu açıklıyorlar.

Kendisi ajan, ama sürecine laf yok(!) "Dün bizimdi” , "sadece olumlu yönüyle değil, olumsuz yanıyla da savunuyoruz” diyorlar. Ama bu sopayı tutuş biçimi sağlam bir tutuş değil. Açıktır ki eninde sonunda hayat bir ucundan tutturmak zorunda kalacaktır. Ama bir kez daha diyoruz; kendiliğindenci olmayın!

PS ve kalemşörlerinin burada şu sorulara açık ve net bir şekilde yanıt vermesi gerekiyor:

 '94 darbesini "KDH”nin başarılı bir planı olarak görüyor musunuz?

 Buradaki rolünüz nedir, nasıl görüyorsunuz?

Hangi sınıf bakış açısı, hangi MLM kriterlerle ifade edeceksiniz?

'94'te Nihat mı emellerinize alet oldu, yoksa siz mi Nihat'm emellerine alet oldunuz?

Görülüyor ki bu durumda elinizdeki bu sopa temiz değil, her iki ucu pislikli sopa, hangi tarafa el atsanız eliniz pislenecektir. Bu durumuyla da uzun süre ortasından tutma çabası yürütemezsiniz. Elinizde tuttuğunuz sürece mutlaka eliniz pislenecektir.

Evet, bununla beraber sıkıyönetim paşalarının emirlerini andıran o tehditler teslim olma çağrıları, tutuklamalar, ölüm kararları, silahsızlandırmalar, kaçırma, sürgüne tabi tutma, büro basmalar vb. sizlere rağmen mi oldu?

 Bu sorulara yanıtınız evet ise;

bu, baş ajan Nihat'ın tek hakimiyetinin itirafı olmaz mı? Bu sorulara yanıtınız hayır ise; bunları yaptığınız için bir 'Kardelen Hareketi”nizi siz de hak ediyorsunuz veya hak edeceksiniz!

Çünkü, suç olarak sıraladiğınız birçok şeyin altında imzanız var.

Kafası Karışık Olan, Sorunların

Birbiri ile Bağlantısını Kavrayamaz,  Doğru Şekilde Ele Alamaz, Doğru ifade Edemez!

 

"Karşı Devrimci Hücre”lerine ilişkin PS 'de birkaç sayılık yazı çıkınca o yazılar üzerine yazdığımız yazı içinde "herşey karmakarışık, sapla-saman birbirine karıştırılmış” dememizi eleştiriyor, "güvensizlik ilan” ettiğimizi, "öznelci” düşündüğümüzü ve "art niyetli bir yaklaşım tarzı” gösterdiğimizi söylüyorlar. Oysa ne "öznelci”, ne de "art niyetli bir yaklaşım' ımız var. Sorun bizden değil kendilerinden kaynaklanıyor. Karmakarışık bir görünüme sokan kendileridir.

Önce şunu belirtelim: Sorunları ele alırken samimiyetle, doğru bir kavrayışla ele almalı, doğru çözmeli, doğru ifade etmeli. İçerik neyse biçim de ona uygun olmalı, ona uygun ifade edilmelidir.

Bu açıdan "KDH” isimlendirmesi gerçeği tam ifade etmiyor.

Çünkü bu ajanlar tek bir hücre değil, bir hücrede örgütlü değil, bir hücre olarak sızmış veya sonradan kazanılmış bir hücre veya örgüt içinde bir hücre olarak birlikte hareket etmiyor.

Örgütün değişik hücrelerinde, değişik alanlarında yuvalanmış (sızmış veya sonradan satın alınmış) karşı-devrimciler.

 Organik ilişkileri de yalnızca baş ajan üzerine sürmüyor. Bir alanda olanların polisle doğrudan ve ayrıca birbirleriyle organik bağları olabilir. Örgüt içerisinde birbirlerini kolIamak için referans verilmiş olabilir, çoğu baş ajanın soktukları olmasının ötesinde hemen hemen hepsinden baş ajan haberdar edilmiş olabilir. Ancak bunlara bir hücre anlamında "KDH” denilmesi eksiktir.

 

Bunun yerine gerçek durumu ifade eden "Karşı-Devrimci Faaliyet” veya "Karşı-Devrimci Ajan Örgütlülüğü” şeklinde ifade edilmeliydi.

 

Bu karışıklık diğer şeylerin yanında elbette önemsizdir. Ama, olgular doğru ifade edilmelidir.

"Sapla-saman(ın) birbirine karıştırılması” noktası şu:

"KDH” ve "tasfiyeci hizip" dediklerini kimi yerde aynı, iç içe, kimi yerde ayrı gösterirken zorlanıyorlar. Bunlar ifade edilirken karmakarışık hale getiriliyor.

 "Henüz KHK öncesi KDH üyesi oldukları anlaşılanların da yer aldığı bir hizip faaliyetliliği içerisinde bulunmuş, bu hizip faaliyetiyle partinin dürüst ve samimi kadrolarını tasfiye ederek yönetimi ele geçirmeyi hedeflediklerini sonradan itiraf etmişlerdi. ” (abç)

"Hizibe yüklenen esas misyonun, Partimizi karşı-devrimin bir aracı haline getirmeye çalışan KDH üyelerini gizlemek ve çalışmalarında destek olmak... bu hizibin de sözkonusu amaca ulaşmak için KDH' nin güdümünde geliştirildiği ifade edilmiştir.” (abç, PS sayı 44, sf:24)

 Bazı tasfiyeci hizip üyelerinin de soruşturma ve sorgulamaya dahil edilmelerini ve bütün tasfiyeci hizibin KDH ile olan ilişkisinin tam anlamıyla ortaya konulması için özel bir çalışma yürütülmesini...”

"Örneğin tasfiyeci hizip üyesi olduğundan ve belirtilen faaliyetleiinden dolayı ihraç edilen bir unsurun KDH üyelerini kaçırmayı planladığı ve bu amaçla oluşturmaya yöneldiği yine aym hizip üyelerinden bir unsur tarafından somutlanarak itiraf edildi.

Keza, bu unsur da aynı zamanda kendisinin bir işbirlikçi olduğunu ve görevinin provokatörlük olduğunu... itiraf etti.' (abç, PS, sayı 44, sf:25)

 

"KDH ve tasfiyeci hizibe karşı geliştirilen mücadelemizin...''(PS sayı 47, sayfa 18)

 

 Tasfiyeci Hizip yapılanması içerisinde yer alanlara düşmanca, düşmam güçlendiren söz, davranış ve çalışmaları KDH üyelerinin net olarak belirlenmesini zorlaştırmaktaydı. Kaldı ki, hizip örgütlenmesini bilinçli olarak geliştiren düşmamn... ' (sayfa 16)

"Tasfiyeci hizip yapılanmasını ve bu yapılanmaya yüklenen misyonu açıklayan Eriş (Nurten Eriş)". (denmesi de hatırlansın) (abç) (sayfa 19)

 

 Ayrıca, tasfiyeci hizip üyesi öne çıkan iki unsurun (birisi Bahar kodlu Ayşe Eski'dir)” deniliyor zaten.(Sayfa 19)

 Partimiz içerisinde faaliyette bulunan düşman unsurlarını, bu unsurların faaliyetlerine destek sunan küçük burjuvalara karşı bir operasyon şekline büründürülmüştü.” (abç, sf: 16)

 

PS 'nin 44 ve 47. sayılarını okuyan ve durumu bilmeyen "tarafsız” bir okuyucu şu izlenimi ediniyor:

 

"Bir takım sürtüşme ve hesaplarından dolayı bir taraf diğer tarafı tasfiye edip üstesinden gelmiş. Kimini şöyle ve ki  mini böyle değerlendirerek 'sorunu çözüyor' yargısına varıyor. Böyle bir atmosferi çağrıştırmak için "KDH” dedikleri ve "Tasfiyeci hizip” dediklerini kimi yerde aynı, kimi yerde ayrıştırmaları bir kavrayışsızlıktır ve kafa karışıklığını yansıtmaktadır. Burada sorun öfkelenmesi gereken bu karışıklığı belirtenler değil, karışıklığ: yaratanlar olmalıdır. Onlar kendilerine öfke duymalıdırlar.

Yukarıdaki aktarmalardan görüldüğü gibi, hem aynı görülüyor ve hem de ayrı bir organizasyonmuş gibi ele alınıyor ve böylece sapla-saman birbirine karıştırılıyor.

Oysa, açıktır ki bunlar ayrı değil, birdir.

Bir tarafı "tasfiye hizip” şeklinde ele almak doğru değildir. Olan şey; anlaşıldığı kadarıyla KHK tartışma sürecinde belli sorunlar üzerinde bir saflaşma var. O güne kadarki "büyük önder”lerine sadakat gösteren belli kesim yine sadakatini gösteriyor.

Soruşturmalara başlanınca doğal olarak baş ajan harekete geçiyor, ajanlar ve "büyük önder”lerine sadakatle bağlı kalanlar, güvenenler elbette ona sahip çıkmanın yollarını arıyor ye arayacak. Bunlar içinde ajan olanlar da var ve çıkarılıyorlar, diğerleri de "büyük önder”lerinin durumunu bilmeyen ve baş ajanın etkisinde kalanlardır.

 

KDH sorgulamaşını yürütenlere demek ki pek güven duymayan unsurlardır. Bunları; baş ajan, şebekesiyle birlikte durumlarını kurtarmak için kullanıyor. Onlar  da oyuna gelmiş oluyor. Nitelik ve boyutunu bilmedikleri bir amaç ve plan içinde yar almış oluyorlar. Durumun bu olduğu açık. Sorunun niteliği, fonksiyonu ve birbirleriyle bağlantısını, ilişkilerini, birbirleri karşısında duruşlarını vb. materyalist bir mantıkla ele almak yerine "KDH'nın güdümünde geliştirildiği” , bu amaçla oluştur”ulduğu söylenmesine rağmen, diğer taraftan "hizip örgütlenmesi 'olduğu” şeklinde yansıtmak "sapla samanı birbirine karıştır”arak ifade etmektir.

 

Öyle bir durumda bazılarının o güne kadar toz kondurmadığı "büyük önder”ine yönelik bir girişim olunca dünyasının şaşması, "en büyük önder”lerini kurtarmak için herşeyi yapmaya hazır olması ve bu durumda bunların ajanlarca tahrik edilip kullanılmaşında şaşılacak birşey yoktur. Bu anlaşılmayacak bir durum değildir. Böyle bir durumu "tasfiyeci hizip faaliyeti” olarak değerlendirmek bir kavrayışsızlıktır. Gerçek durumu ifade etmez. Bir şeyi ifade ederken, kullanırken yerli yerinde kullanmak gerekir.

 

Geç de Olsa, Samimi Olmak,

Gerçekleri Görmek Ve Kabul Etmek

Kimseyi Küçültmez,

Meziyet Sahibi Yapar.

Deneyin; Hiçbir şey Kaybetmeyecek, Aksine Kazanacaksınız!..

 

PS ve kalemşörleri eleştirilerimizden rahatsızlık duyuyor. Bu normaldir. Tersi olsaydı şaşırırdık. İdeolojik-siyasi meselelerde oportünizmin ruhunu okşayacak tavrımız olamaz. Haliyle hoşlarına gitmeyecek, huzursuz

Sayfa_114

olacaklar ve köpüreceklerdir. "Çevresini Yalan, Yanlış Şeylerle Motive Edip TKP(ML) Düşmanlığı Geliştireceğine” diyor ve bundan vazgeçmemizi istiyorlar.

 Neyin üzerine:

ÖG'de çıkan "Tarih ve bilim karşısında "Maoist” önderliğin Hali” başlıklı yazının '94 darbesiyle birlikte kamuoyuna yayınladığımız yazılarda yürüttüğümüz eleştiriler ve belirlemelerden bazı yerleri aktarmamızdan ve o çerçevede belirttiğimiz eleştirilerden rahatsız oluyorlar.

 

"Ya bölünmelere yol açmayın, 'zehirli silahlar' kullanmayın ya da daha sonra zehirli kılıçları çekilmiş olanların zehirli kılıç darbelerinden ölmesinden şikayet etmeyin! !” (Lenin)

 

Bütün engelleyici olumlu çabalarımıza rağmen, başvurdukları komplocu darbeciliğin altında yatan ve ona yön veren ideolojik siyasi anlayışların temel farklarını hala kavramıyorlar. Bir dizi konudaki anti-MLM ideolojik hattının, yozlaşmalarının yarattığı tahribatın oluşturduğu uçurumun hala farkında değiller.

"... Ayrılığa kılıfladığı gerekçeler örgütsel ayrılığı gerektirecek ideolojik ve siyasi konular mıydı?” diyorlar. İyi de bunu kendilerine sormaları gerekiyor.

Burada darbeci-tasfiyeciliğe başvuranların ve ayrılığı dayatanların kendileri olduğunu unutuyorlar. Diğer taraftan ayrılığa başvurmaya kaynaklık eden ve yön veren ideolojik-siyasi çizginin üstesinden gelinemez miydi?

Gelinebilirdi.

 Bu tamamen kendilerine bağlıydı.

 Samimi, dönüşmeye açık, sorunları bilimsel ve doğru yöntemlerle çözme bilincinde olsalardı bölünmeye götürmeden Parti ideolojik-siyasi, örgütsel-pratik sorunların üstesinden gelmek için hayli aşama katederdi ve aşılırdı da.

Eleştirilerden rahatsız olunuyor. Eleştirmememiz isteniyor. "Niye ayrıldik. neden bu ayrılıkların teorisini yapıyoruz ve niye "düşmanlık geliştiriyoruz” diye çıkışıp, ideolojik-siyasi farkları, eleştirileri ileri sürmememiz isteniyor. İdeolojik-siyasi mücadele yerine "uzlaşma”, ideolojik-siyasi "barış” politikası izlememiz isteniyor.

"Dokunma bana, dokunmayayım sana” anlayışıyla hareket etmemiz isteniyor.

İyi de bu uzlaşmacılıktır, ortayolculuktur,oportünizmdir.

Bazıları ilkesiz, belkemiksiz olabilir,ama biz öyle değiliz ve olmayacağız. Dolayısıyla, kendileri gibi olmamızı beklememelidirler.

Aslında burda, "Niye ayrıldık?”, "ayrılacak ne vardı?” vb. gibi dün ne yaptığını bilmeyen, özeleştirisini yapmayan ve dün yaptıklarını unutan, bugün ise görünüşte "birlikçi” duygulara hitap ediyorlar.

"Parti birliği”ni savunuyorlar ve istiyorlar görünümü vermeye çalışıyorlar.

 Bununla, bir yandan yaptıklarını ve bugüne kadarki samimiyetsizliklerini gizlemeye, unutturmaya çalışıyorlar. Diğer yandan üzerlerine gidilmesini önlemeyi, eleştirilerin önünü tıkamayı hesaplıyorlar.

Ancak bu yaklaşımların arkasında stratejik bir hile yatıyor. Bunlar geçmişte de öyle yapmıştı. '92 Nisanında "birliğe” geldiklerinde bir-iki nokta hariç oybirliği ile kararlara imza attıktan sonra üç ay geçmeden SB toplantısını terketme eşiğinde ayrılığı dayattılar.

 Ondan da üç ay sonra yine resmen GBMK toplantısında ayrılık çağrıları yayınladılar.

 Daha sonra;

(I. OPK, ertesi vb.) birkaç defa yine benzeri durumların eşiğinden dönenlerdir. İdeolojik-siyasal vb. sorunlarda, şu veya bu konularda aynı belkemiksizliği yine göstermişlerdir. Ciddi sorunlarda dik durmasını bilmeyen ve beceremeyen bu unsurları tanımayanlar, siyasal deneyimden yoksun olanlar, onların yanıltıcı söylemlerini "samimiyet”lerine veya "olumlu' 'lüklarına işaret sanabilirler.

Ama bu doğru değil. Kesin bir yanılgı olur, hem de tarihi bir yanılgı olur. Ayrıca, bizim buna kamımızın tok olduğunu unutmamalıdırlar. Onların maskesini düşürmeliyiz. ikiyüzlü, samimiyetsiz sahtekarlıklannı sergilemek boyun borcumuz olmalıdır. Bizi hiçbir arabesk yakarışları, siyasal gerçekleri onların olumsuzluklarını ortaya sergilemekten vazgeçirmemelidir.

Onların bu tavır ve yakarışlarının stratejik hileleri için zaman kazanmaya yönelik ikiyüzlü çabalar olduğunu açık bir şekilde görmeliyiz ve unutmamalıyız. Timsah gözyaşları dökmeleri kimseyi yanıltmamalıdır. Ayrılığın yanlış olduğu, anlam veremedikleri, bunun davaya, partiye-devrime, kitlelere zarar verdiği yönündeki yakarışları kimseyi yanıltmamalıdır. Bunu telafi etme konusunda samimi olan komplocu tasfiyeci kliğin hesabını verir, özeleştiri yapar.

O zaman proletarya davasına, partiye, halka karşı sorumluluk duyduklarını ve partide birleşmelerine samimi olduklarına inanılır.

O zaman komünistlerin birliğinden bahsedilebilir.

Sağlam bir birlik bunun üzerinde olur.

Sağlam birlikler ideolojik mücadele sonucunda ideolojik birlik ve bunun sağladığı güven ilişkileri üzerine olur.

 Biz partide birliği, komünistlerin birliği olarak algılıyoruz.

Komünistlerin birliği, komünist ideoloji üzerine, bunun ilkeleri üzerine olur.

 Samimiyet, gerçek yoldaşlık ilişkileri, özveri ve davanın yükünü azim ile omuzlamayla olur...

Açıktır ki, darbeyle tasfiyeci ayrılığını ilkesel olarak savunamayınca, savunacak haklılığı olmayınca, dürüst bir ayrılık (bölünme) gerçekleştiremediğini görünce bir taraftan her türlü bölünme yanlışmış gibi bir yaklaşım yaratmakta diğer taraftan çizgi olarak fikir ayrılıklarını gizleyerek, üstünü örterek, göz kırparak, uzlaşmacı bir yaklaşımla, entrikacılığını gözlerden saklayarak "birlikçi” pozlarına bürünüyorlar.

 İdeolöjik birlik ve samimiyet üzerine oturmayan uzlaşmacı sahte barış yaklaşımlarıyla gülücük atıyorlar. Bu tamamen sahte, ikiyüzlü bir tutumdur. Ve serzenişte bulunmaları tamamen sahtekarlıktır, ikiyüzlülüktür.

 

116   devamı var...

 

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)