30 Kasım 2022 Çarşamba
Türkiye Proletaryası- A. Şnurov
Türkiye Proletaryası'nın yazarı A. Şnurov, ekonomi politik
ve Türkoloji öğrenimi yaptıktan birçok kez Türkiye'de bulunmuş, daha sonra
Sovyetler Birliği Bilimler Akademisine bağlı Asya Ülkeleri Enstitüsünün
akademik kadrosunda yer almıştır.
Şnurov'un Türkiye Proletaryası bu önemli incelemesi, gerek Jön Türk iktidarı, gerekse Kemalist iktidar sırasında, Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısını, burjuvazi yaratma ve yabancı sermaye ile bütünleşme çabalarını; bu kapitalistleşmeye paralel olarak işçi sınıfının gelişmesini; 1923-1929 dönemindeki ağır koşullarını, hem burjuvazi, hem de iktidar ile çatışmasını belgelerle ortaya koymaktadır.
https://partizanarsiv7.net/file/2018/02/Partizan41.pdf
27 Kasım 2022 Pazar
KP,lerde İki Çizgi Mücadelesi
Düşünce birliği yok olunca partinin
parçalanması kaçınılmaz hale gelir.
Tarihi dersler ışığında KP,lerde iki çizgi mücadelesi
Komünist partisi
toplumdan ayrı bir olgu değildir
Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimi, iki çizgi mücadelesini, toplumdaki sınıf
mücadelesinin parti içindeki yansıması olarak görür ve kabul eder. Doğa ve toplumdaki her gelişme, ancak çelişkiyle açıklanabilir. Hareketin kendisi bizzat çelişki olduğuna göre, çelişkisiz bir şey yoktur. Çelişkinin varlığı ancak iki zıt kutbun var olmasıyla açıklanabilinir.
Mao Zedung, diyalektik materyalizmin temel yasasını “zıtların birliği ve mücadelesi” olarak açıklar
Ve
“Birincisi, bütün şeylerin gelişme sürecinde çelişme vardır. İkincisi, her şeyin gelişme sürecinde başından sonuna kadar karşıtların bir hareketi vardır” (Mao
Zedung, Seçme Eserler, Sf. 400, Kaynak Yayınları) diyerek konumuza muazzam bir
açıklık getirir.
Mao, bu tezi Engels’ten yaptığı bir alıntıyla daha da güçlendirerek şunu aktarır; “Eğer basit mekanik yer değiştirme bir çelişme içeriyorsa, maddenin daha yüksek hareket biçimleri, özellikle de organik
hayat ve organik hayatın gelişmesi haydi haydi içeriyordur çelişmeyi….
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_70.pdf
https://partizanarsiv8.net/file/2018/03/partizan_sayi_71.pdf
PARTİYE ÖVGÜ / Kadir ÇAT & Pınar AYDINLAR
PARTİYE ÖVGÜ
https://www.youtube.com/watch?v=7x2pjMTHR_Q&list=RD7x2pjMTHR_Q&index=1
İki tane gözün varsa senin,
binlerce gözü var partinin.
her yoldaşın bildiği kendi kenti,
beş kıtanın beşini de biliyor parti.
her yoldaşın bir vakti saati var,
partinin ise tarih saati.
her yoldaşı yok edebilirler her an.
parti ise yedi değil, binlerce can.
yığınların öncüsü o çünkü
ve o yönetiyor cengi
gerçeğin bilinciyle işlenmiş olan
başyapıtların kılıncıyla
Söz: Bertholt Brecht
Müzik: Kadir Çat
Düet: Pınar Aydınlar
26 Kasım 2022 Cumartesi
1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “İbrahim Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”
1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “Arkadaşımız İbrahim
Kaypakkaya’nın ölümü ile ilgili açıklamadır!”
1974
yılı dava tutsakları tarafından mahkemede sunulan ve bir okurumuz tarafından
yazılan sunuş ve ön açıklamayla elimize ulaşan aşağıdaki metni 18 Mayıs
vesilesiyle olduğu gibi yayımlıyoruz.
SUNUŞ
VE ÖN AÇIKLAMA…
Aşağıda sunduğumuz bu
belge, 9 Ekim 1973 tarihli ilk duruşmasıyla başlayıp 1970’lerin ikinci yarısına
kadar süren “TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MARKSİST-LENİNİST
ÖRGÜT VE YAN KURULUŞLARI OLAN TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞ ORDUSU İLE
MARKSİST-LENİNİST GENÇLİK BİRLİĞİ İLLEGAL ÖRGÜTLERİ DAVASI” sanıklarınca, 6 Kasım
1974 tarihli duruşmada sunulmuştur. Dilekçe, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
katledilişine giden süreci en derli toplu biçimde özetleyen erken dönem
belgelerden biridir. Belirtmeliyiz ki, işbu TKP (M-L) Davası sanıklarının
6 Kasım 1974 tarihli mahkeme dilekçesinin tam metni maalesef elimizdeki
kaynakların arasında yoktur. Farklı farklı kaynaklar bu dilekçeden farklı
alıntılar sunmaktadır. Bu kaynakları (önem sırasına göre) şöyle
sıralayabiliriz:
§
Emekçi. Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 54-61. (bundan sonra “Emekçi-4”
şeklinde kısaltılacaktır)
§
“Yazılar-1”. Kaypakkaya, İbrahim. Proleter Yol Yayınları. 1. Baskı, Mayıs
1976. Sayfalar: 6-7. (bundan sonra, Y1 olacak şeklinde kısaltılacaktır)
§
“Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve
Mücadelesi”. Behram, Nihat. May Yayınları. 2. Baskı, Mart 1977. (bundan sonra
SVSVBY şeklinde kısaltılacaktır)
Bu dilekçenin en geniş
özetinin metni, birinci versiyondaki, yani Emekçi-4’teki halidir. Yine bu
versiyondaki hali aynen “İki Lider İki Örnek!: İbrahim Kaypakkaya ve Doğu
Perinçek’in Polis İfadeleri” (Le-Ya Yayınevi/Belgesel Yayınlar Dizisi No: 3.
Ocak 1979) isimli kitabın 23. ve 37. Sayfaları arasında tekrar basılmıştır.
Metni hazırlarken esas olarak Emekçi-4’teki metni esas aldık.
İkinci versiyon, yani
Y1’deki alıntılar, çoğunlukla iki versiyonda da olmayan kısımları ihtiva
ettiğinden -bilhassa Emekçi-4’teki versiyonla birlikte- şu anlık elimizdeki en
önemli kaynaklardandır. Bu versiyondaki alıntıları köşeli parantez (“[…]”)
içinde gösterdik.
Bundan başka, bu metnin
ilk metindekinden de daha kısa bir özeti, üçüncü versiyon, yani
SVSVBY’deki versiyondur. Bu kitap aynı zamanda Numan Esin’in çıkarttığı günlük
Vatan gazetesinin 17 Ocak 1977 tarihli sayısından 11 Şubat 1977 tarihli
sayısına kadar 24 gün boyunca yayınlanmıştır. Yazı dizisiyle kitabın eksiklik
veya artı olarak metinde hiçbir farkı yoktur
(sadece kullanılan fotoğrafların kalitesi, kesimleri ve çeşitleri konusunda
farklılıklar mevcuttur ama bu ayrı bir incelemenin konusudur). Bu versiyondaki
fazlalık kısım, esasen Y1 versiyonundaki bir paragrafın içinde “…” konan bir
yerde tek cümledir. Her ne kadar elde olan tek eksik bu tek cümle gibi gözükse
de bilhassa belirtmek gerekir ki, bu versiyonun bir özelliği de şudur: Behram
dilekçeyi kısaltırken neyi, nerede kısalttığını belirtmemiş (yani “(…)”
koymamıştır) ve metni özetlerken cümleleri bağlayan kısımları da kimi yerlerde
değiştirmiştir. Öyle ki metin artık neredeyse aynı görevde farklı bir metin
halini almıştır. Yani o paragraf içindeki boş kısımda daha uzun bir metin de
olabilir, bununla birlikte bu ihtimalin düşük olduğunu belirtmekte fayda
görüyoruz.
Ayrıca SVSVBY
versiyonundaki kimi kelimeler Emekçi-4 versiyonundakinden ve Y1
versiyonundakinden farklıdır. Mesela 9. maddede Emekçi versiyonunda “komünist” geçerken, SVSVBY’de bu
kısım “devrimci” şeklinde geçmektedir. Bu farklı yazılış,
kitabın Vatan gazetesinde yapılan 24. ve son tefrikasında da kitaptaki gibidir.
Lakin mahkemelerde TKP (M-L) savaşçılarının “M-L”, “komünist” vb. ifadeleri
bilhassa seçerek-özenle kullandıklarını bildiğimizden (ve Behram’ın kitabında
kimi başka alıntı hataları ve eksiklikleri de tespit ettiğimizden dolayı
[mesela, İbrahim’in Ölen Yoldaşlar İçin şiiri kitapta eksik alıntılanmıştır; bu
yalnız bir örnektir]) Emekçi’deki metni temel almayı daha uygun görüyoruz.
Kaldı ki, Y1 versiyonunda da komünist ifadesinin kullanıldığını, hatta bu
versiyonda Emekçi-4’teki versiyona ek olarak bir de komünist kelimesini baş
harfi büyük yazılarak kullanıldığını görüyoruz. Bundan başka bir husus da, en
sondaki “… ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)” ifadeli yerdeki “(…)” kısmından sonra ne
geldiğini ise hiçbir kaynakta tespit edemedik. Bu yüzden daha ne kadar ve nasıl
bir devamının olduğunu bilmiyoruz, yalnızca anladığımız “(…)” kullanılmasından
bu metnin bir devamı olduğudur. Yani, “öldürülmüştür” şeklindeki kısımdan
sonra, Y1 versiyonundan aldığımız iki paragrafın oradan olup olmadığına dair
elimizde tam bir delil yoktur, bu sadece cümlenin gelişiminden yaptığımız bir tahmindir.
Eğer ki tahminimiz doğruysa, yani o iki paragraf cidden o iki kısımdan sonra
geliyorsa bile, direkt olarak devamıdır ve tam olarak o metindir diyemeyiz.
Ayrıca bir husus da
şudur: Metinde var olan yazım hatalarına bilerek dokunmadık, elimizdeki kaynaklarda
nasıldıysa aynen öyle metnini çıkarttık. Sadece kimi yerlerde köşeli parantez
içinde eksik harf vb. varsa verdik. Bunun haricinde, metinde düzenleme veya
eksiltme-özetleme yapmadık.
Yani dilekçenin tam ve
düzen olarak doğru metnini sunduğumuzu kesin olarak söyleyemesek de, yine de
elimizdeki tüm kaynakların çaprazlanmasıyla (bilebildiğimiz kadarıyla) en geniş
halini sunuyoruz. Eğer ki elinizde bu dilekçeden farklı kısımları veya tamamını
veren başka bir kaynak varsa, bunu/bunları bize ileterek dilekçenin metninin
dijitalinin çıkartılmasında bize yardımcı olabilirsiniz.
“Yoldaş senin kanın
yerde
Kalmayacak kanın yerde
Kızıl bayrak dikeceğiz
Çarpıştığın tepelerde”
Bu belgeyi paylaşarak,
komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızı bu 18 Mayıs’ta da bir kere
daha militanca anıyoruz.
İbrahim yoldaş, Türkiye
proletaryası ve ezilen yoksul köylülüğü senin intikamını emperyalizme,
sosyal-emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme, faşizme,
sosyal-faşizme, patriarkaya ve her türden gericiliğe karşı özü toprak devrimi
olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesini zafere ulaştırarak bütün gericilerden
alacaktır!
Onun anısı ve
fikirleri, sadece direnmek isteyenlere değil, savaşmak
ve kazanmak isteyenlere gereklidir!
Dilekçenin eldeki
kaynaklardan çaprazlanarak hazırlanan en geniş hali şöyledir:
1. ORDU KOMUTANLIĞI 2.
NO’LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
SELİMİYE
6. Kasım. 1974
ARKADAŞIMIZ İBRAHİM
KAYPAKKAYA’NIN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMADIR.
Görülmekte olan bu
davanın 1 no’lu sanığı olan yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA, heyetinizin ve iddia
makamının da bildirdiği gibi ölüdür. İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölüm sebebi
ile ilgili olarak bugüne kadar ne basında ne radyoda kamuoyuna, ne de onun mücadele
arkadaşları ve kader ortakları olan bizlere, -mesele bazı parlamento üyeleri
tarafından soru önergeleri ve basın yoluyla hükümete ve ilgili makamlara
sunulduğu halde- hiçbir açıklama yapılmamıştır. Ancak şu anda bu davanın
savcılık görevini yapan kişi, ikinci kere savcılık sorgusuna çağırdığı bazı
arkadaşlara, birbirini tutmayan beyanları ile ve iddianamenin bazı bölümlerinde
bir iki cümle ile, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tutuklu iken intihar ettiğini
belirtmiştir. Ne var ki, gerek Diyarbakır’da bu davanın savcılık makamını işgal
eden kişi tarafından cezaevinde ve MİT’te sorguya çekilen ve bir kısmı halen
burada sanık olan kişilerin cezaevinde ve MİT’te karşılaştıkları olaylar, gerek
savcı Yaşar DEĞERLİ’nin İstanbul’da ikinci kere sorguya çektiği arkadaşlarla
aralarında geçen konuşmalar ve gerekse iddia makamını işgal eden bu kişinin
görevi sırasında hakim sınıflara en büyük sadakatini gösteren aşırı
gayretkeşlikleri, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın:
I – Kendisinin intihar
etmediğini, öldürüldüğünü
II – Öldürme olayının
askerî savcı Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu bir ekip tarafından önce
işkence edilerek sonra da kurşunlanarak yerine getirildiğini ortaya
çıkarmıştır.
Kanaatımızca bu durum
esasen bütün bu makamlarca da bilinmektedir. Çünkü bu davanın başında ve
müteakip duruşmalarda ne zaman İbrahim KAYPAKKAYA ve onun ölüm lafı geçtiyse,
heyetiniz olsun, askerî savcı olsun bu meseleyi geçiştirmeye ve örtbas etmeye
çok büyük ve özel bir gayret gösterdiler ve göstermektedirler. Bu meseleyi
örtbas etme gayretleri yalnız bu mahkemeninki ile kalmadı ve kalmıyor; bu
konuda önce ilgili makamlara sonra da ondan bir sonuç alamamamız üzerine bu
mahkemeye yazdığımız dilekçelere ve hatta kurunun yanında yaşında yanması
misali mahkeme ile ilgili diğer başka dilekçelerimize elkonuldu. Bu durumu
geçen duruşmaların birinde heyetinize de bildirmiştik. Halen de, malum cezaevi
yöneticilerince alıkonan bu dilekçelerimiz verilmiş değildir ve verilmesi için
yaptığımız yazılı ve sözlü müracaatlar da cevapsız bırakılmaktadır. Bütün bu
durumlar ve davranışlar tesadüfî değildir. Muhatap olduğumuz bütün makamların
bu konudaki sözbirliği etmişçesine ortak davranışları belirli bir amacın ve
gayretin, deşildiği zaman altından Çapanoğlu çıkacak bir olayı elbirliğiyle
örtbas etmek gayretinin ürünüdür.
Biz burada, devam eden
bu örtbas etme gayretlerini bir yana bırakarak, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın
intihar etmediğini ve başında iddia makamını işgal eden kişinin bulunduğu bir
ekip tarafından kurşunlanarak öldürüldüğünü kanıtlayan deliller üzerinde durmak
istiyoruz.
I – İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş 24 Ocak 1973’de Tunceli’de yaralı olarak yakalandıktan sonra Diyarbakır
askeri hastahanesine getirilmişti. 21 Nisan 1973 tarihinde de hastahaneden
alınarak Diyarbakır Askerî Cezaevinin yanında ayrı bir binadaki üç no’lu
hücreye konmuştur. İbrahim KAYPAKKAYA bu hücrelerde iken, yanındaki hücrelerde
gözaltında bulunan Nuri YAMAN, Celal BOZATLI, Mehmet ALTINBAŞ ve Hasan ZENGİN
tarafından görülmüştür. Bunlardan ayrı olarak İbrahim yine, hücrelere bitişik
durumdaki gözaltı koğuşunda bulunan ve aynı davadan olup çoğunluğu şu anda
burada olan arkadaşlar tarafından da üç no’lu hücrede iken çeşitli defalar
görülmüş, hatta bu arkadaşlar bir subayın denetiminde İbrahim ‘le birkaç defa
da görüştürülmüşlerdir. İbrahim KAYPAKKAYA 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bu
hücrede kalmış, aynı gün saat onda hücresinden alınarak götürülmüş ve bu durum
yukarda adı geçen hücre arkadaşları tarafından yandaki gözaltı koğuşunda
bulunanlarca görülmüştür. Bu gidişten üç gün sonra, askerî savcılıkta görevli
erler arasında İbrahim KAYPAKKAYA’nın öldüğü söylentisi yayılmış ve bu söylenti
cezaevindeki tutukluların kulağına kadar gelmiştir. Bunun üzerine tutuklular,
cezaevi müdürlüğünde görevli subaylara, dolaşan ölüm haberinin doğru olup olmadığı,
İbrahim KAYPAKAYA’nın nerede olduğunu sormuşlar, onlar da İbrahim
KAYPAKKAYA’nın 16 Mayıs 1973 tarihinde komutanlıkça «sorgu» için istendiğini ve
«sorgu» için gidişten iki gün sonra da hiç bir gerekçe gösterilmeden İbrahim
KAYPAKKAYA’nın cezaevi müdürlüğündeki kaydının silinmesini bildiren bir telefon
emri aldıklarını, bu konuda bundan başka bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.
İbrahim’in hastaneden
alınıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan
hücreler bölümünün üç no’lu hücresinde 21 Nisan 1973 tarihinden 16 Mayıs 1973
tarihine kadar bekletilmesinden ve 16 Mayıs 1973 günü bilinmeyen bir yere
götürülmesinden iki gün sonra, askerî savcılığa ifade vermek üzere götürülen
çeşitli suçtan gözaltında ve tutuklu bulunan kimselere askerî savcılıkta
görevli erler, İbrahim KAYPAKKAYA’yı askerî savcılık binasının üst katında
vücudunun kurşun yaralarıyla delik deşik bir durumda ve ölü olarak gördüklerini
söylemişlerdir. Bunun üzerine Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde bulunan
tutuklulardan otuzaltısı, bu durumun doğru olup olmadığını öğrenmek, doğru ise
bu ölüm olayı hakkında koğuşturma yapılmasını istemek ve İbrahim KAYPAKKAYA’nın
öldürüldüğü haberinin, savcılık, MİT (ki aslında bu ikisini ayırdetmek
yanlıştır) ve cezaevinde görevli olanlar arasında ayyuka çıkmasına rağmen
hiçbir resmî açıklama yapılmamasının nedenini öğrenmek amacıyla aşağıda metnini
sunacağımız ortak dilekçeyi yazıp imzalayarak Diyarbakır Sıkıyönetim
Komutanlığı’na vermişlerdir. Diyarbakır Sıkıyönetim Askerî Cezaevinde «29 Mayıs
1973» tarihine ve «1900-73/84» kayıt numarasına kayıtlı bu dilekçe aynen
şöyledir:
Diyarbakır – Siirt
illeri Sıkıyönetim Komutanlığı’na
Diyarbakır
§
Tutuklu İbrahim KAYPAKKAYA’nın 16.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak
MİT’e götürüldüğü ve MİT’te yapılan işkencelerle öldürüldüğü.
§
Bu cinayet hadisesini Türkiye ve dünya kamuoyuna uyandıracağı tepkiden
çekinilerek intihar süsü verilmek istendiği.
§
Bu cinayete ne kadar intihar süsü verilmek istenirse istensin bunun hiçbir
zaman inandırıcı olmayacağı.
§
Zira
1. İbrahim KAYPAKKAYA’nın
yaralı olarak yakalandıktan sonra hastahanede yaralı haliyle prangaya vurulduğu
ve devamlı olarak kontrol altında bulundurulduğu, hastahaneden sonra da hücreye
konulduğu, demir aksamlı hiçbir aletin, kemer ve ip kabilinden hiçbir şeyin
yanında bulundurulmadığı ve tedbir mahiyetinde olarak aynı binada ve birkaç
metre ötedeki tuvalete dahi götürülmediği ve hücresinde tuvalet ihtiyacını
giderdiği.
2. Ayrıca İbrahim
KAYPAKKAYA’nın 15.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak bir daha geri getirilmediği.
3. Zaten intihar süsü
vermekte güçlük çeken faillerin 19.5.1973 tarihinde işlenen bu cinayeti yetkili
mercilere duyurmaması ve kamuoyuna gerekli açıklamanın yapılmamasının, bu
cinayetin en büyük kanıtı olduğu.
§
Bu hadiseden de anlaşılacağı gibi Diyarbakır – Siirt illeri sıkıyönetim
tutukevindeki tutukluların Anayasa ve kanunlara aykırı olarak alınıp MİT’e
götürüldüğü, dövüldüğü ve öldürüldüğü ve biz tutuklu olarak hayatlarımızın
garanti altında bulundurulmadığı. Bunun kanunlara aykırı olduğu.
Bizler insanlık
haysiyetine yaraşmayan bu hunharca davranışı kınar ve birer vatandaş olarak
Anayasa, kanunlar ve İnsan Hakları Beyannamesi’ni ihlal ederek işlenen bu suçu,
gerekli soruşturmanın yapılıp faillerinin gerekli cezalara çarptırılması için
ihbar ediyoruz.
28.5.1973
Tutukevi kayıt
no : 1900-73/84
Tarih
: 29.5.1973
II – Yukarda metnini verdiğimiz bu dilekçeye hiçbir cevap verilmemiş ve bir açıklama yapılmamıştır. Bu dilekçeden bir süre sonra, olayın ağır bir siyasî cinayet olması nedeniyle bütün ilgili makamlarca duyulması ve hatta siyasî parti yöneticilerinin ve parlamenterlerin kulağına gelmesi sonucu CHP Genel Sekreter yardımcısı Ferda Güley Bolu’da «İbrahim KAYPAKKAYA’nın işkenceyle öldürüldüğünden[»] bahsetmiş, İstanbul eski bağımsız milletvekili M. Ali Aybar aynı günlerde Başbakana ayrıntılı bir soru önergesi vermiş, açıklama yapılmasını istemiş ve bu haberler basında yeralmıştır. Bütün bunlara rağmen küçüğünden en sorumlusuna ve büyüğüne kadar hiçbir ilgili makam bu konuda tek kelime açıklama yapmamış, tam tersine bu konu örtbas edilmeye, geçiştirilmeye çalışılmıştır.
Bu konun çeşitli
şekillerde üstüne gidilmesine rağmen bu konuda ısrarlı suskunluğun anlamı çok
açıktır. Açıklama yapması gerekenler, devlet mekanizmasının yönetiminde ve her
türlü dizginleri ellerinde bulunduran kimselerdir. Bu makamların bu cinayet
olayını tevile kaçarak, intihar süsü vererek bile olsa açıklamamaları,
açıklayamamaları ve bu konudaki ısrarla susmaları, açıkça suçun ikrarıdır.
Basının, radyonun ve kamuoyuna yönelik her türlü haber araçlarının, olaya
intihar süsü verecek her türlü imkânın ellerinde olmasına rağmen bu makamların
ısrarlı suskunlukları neyin ifadesidir? En küçük adi zabıta olaylarını bile
binbir sahtekârlıkla ve düzenbazlıkla «anarşistler»in marifeti olarak günlerce
kamuoyuna reklam edenler bu olay karşısında niçin susmaktadırlar?
III – Bu cinayet
olayının diğer bir delili şudur: 16 Mayıs 1973 günü İbrahim KAYPAKKAYA
hücresinden sorguya götürülmeden bir saat kadar önce, yandaki gözaltı koğuşunda
adi bir suçtan dolayı tutulmakta olan Cemil OKTAY askerî savcılığa
götürülmüştür; Cemil OKTAY, askerî savcılıkta, İbrahim KAYPAKKAYA’yı birtakım
sivil şahıslar tarafından gözleri bağlı olarak askerî savcılık binasından
çıkarılıp sivil bir otomobile bindirilirken görmüş ve bu durumu, gözaltı
koğuşuna döndüğünde şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ve
Seyithan DOKAY’a söylemiştir. Savcılıkta sonradan çıkan söylentiye göre de
İbrahim KAYPAKKAYA götürüldüğü bu yerden kurşunlanarak getirilmiştir.
IV – 1973 Nisan’ının ilk
haftasında İbrahim daha iyileşmeden ve hastahanedeyken, şimdi bu davada tutuklu
olarak yargılanan Hasan İLTER ile yüzleştirilmek üzere askerî savcılığa
getirilmiş, Hasan İLTER İbrahimle yüzleştirilebilmek için savcılık odasına
alındığında savcı Yaşar DEĞERLİ ile İbrahim KAYPAKKAYA arasında geçen şu
konuşmaya şahit olmuştur:
İ. KAYPAKKAYA:
«Hakkımdaki bu ifadeleri arkadaşlara işkence ile imzalatıyorsunuz.»
1. DEĞERLİ: «Tabi sizin
gizli dünyanızı ortaya çıkaracak başka yol yok.»
İ. KAYPAKKAYA:
«Arkadaşlara bu ifadeleri, beni idam ettirmek için zorla imzalatıyorsunuz.»
1. DEĞERLİ: «Çok yakın bir
zamanda sana gereken cezayı kendi elimizle vereceğiz.»
Bu konuşmalar neyi
açıklamaktadır? Bu konuşmalar üzerine yorum yapmaya gerek var mıdır bilmiyorum?
Bu konuşmalardan çıkan anlam açıktık ve bu konuşmalardan sonra meydana gelen
katletme olayının baş sorumlusu da ortadadır. İbrahim’in intihar ettiği
yalanını düzen ve yukarıdaki cümlelerin sahibi olan kişi ve bu konuşmayı okuyup
duyan herkes de bilir ki, «kendisinin idam ettirilmesi için zorla ifadeler
düzdürüldüğünden» bahseden, ölmemek için aylarca hastahanede ve hücrelerde her
türlü baskı, işkence ve provakasyona karşı direnen bir kişi nasıl olur da
yukarıdaki konuşmadan hemen sonra fikir değiştirip intihar eder? Üstelik bu
kişi bir komünisttir ve intihar etmenin bir komünist için korkaklık ve
proletarya davasına ihanet olduğunu söyleyen bir kişidir… Bu yalanlar ve
sahtekârlık senaryoları çok acemice ve suçluluk telaşı içinde düzülmüştür.
V – 9 Temmuz 1973’de
Selimiye’ye tekrar savcılık sorgusuna bu dava sanıklarından Yalçın BÜYÜKDAĞLI
ile savcı Yaşar DEĞERLİ arasında geçen şu konuşma bile, bu konuşmayı okuyan
veya duyan akıl mantık sahibi herkese hiçbir dedektiflik bilgisini gerektirmeyecek
kadar açık bir biçimde «suçlunun kim?» olduğunu anlatmaktadır. Konuşma şöyle
geçmiştir.
1. BÜYÜKDAĞLI: «İbrahim
KAYPAKKAYA yoldaşın öldüğü doğru mu?»
2. DEĞERLİ: «İbrahim
kendisi intihar etti biz öldürmedik. İntihar ettiği zaman da ben
İstanbul’daydım, telgrafla haber aldım.»
Arkadaşın sorusuna ve savcı Yaşar DEĞERLİ’nin verdiği cevaba iki noktada dikkatinizi çekerim: Birincisi, arkadaş, İbrahim’in ölüp ölmediğini sormaktadır; savcı ise cevap olarak doğrudan doğruya «kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini» söylemektedir. Bir kere, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, ölümün nasıl olduğunu ve kimin öldürdüğünü sormamıştır. Sorduğu ölüm haberinin doğru olup olmadığıdır.
Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin, sorulmadığı halde İbrahim’i kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini söylemesi suçluluk telaşının ve psikolojisinin söylettiği sözlerdir. İkincisi, suçluluk psikolojisinin verdiği dürtü ile şecaat arzederken sirkatini söyleyen savcının bu konuşmada suçluluğunu gizlemek için başvurduğu bir yalandır.
Çünkü savcı Yaşar DEĞERLİ bu konuşmada İbrahim’in
öldürüldüğü tarihte İstanbul’da olduğunu söylemiştir. Oysa savcı Yaşar DEĞERLİ
İstanbul’a 1973 Haziran’ının ilk haftasında gelmiş olup, İbrahim ise 16-18
Mayıs tarihleri arasında, yani savcı Yaşar DEĞERLİ Diyarbakır’da iken öldürülmüştür.
Savcı Yaşar DEĞERLİ’nin böyle bir yalana başvurması bile tek başına, İbrahim
KAYPAKKAYA’nın Yaşar DEĞERLİ’nin başında olduğu bir cinayet şebekesi tarafından
öldürüldüğünü açıklar.
VI – Ankara
Sıkıyönetim’deki başka bir davası nedeni ile 1973 Mayıs ayı içerisinde Ankara
Sıkıyönetim 3 no’lu cezaevinde bulunan Aslan KILIÇ’la, Diyarbakır’dan getirilen
THKO sanıklarından Mustafa KARADAĞ arasında cezaevinde şu konuşma geçmiştir:
1. KARADAĞ: «Haberin var
mı, İbrahim’i Diyarbakır’da öldürdüler.»
2. KILIÇ: «Haberim yok ama
sen kesin olarak biliyor musun?»
3. KARADAĞ: «Ben de
İbrahim’i ve ölüsünü görmedim. Haberi Diyarbakır askerî savcılığı ve erlerden
duydum. Ayrıca MİT’te beni sorguya çeken ismini bilmediğim saçları dökük ve
yüzbaşı rütbesinde bir hakim subay sorguya başlarken «daha geçen hafta burada
konuşmayan birini gömdük. Aynı yolu tutarsan senin de akıbetinin bu olacağından
şüphe etmemen için bu şahsın adını da sana söyleyeyim: Bu kişi İbrahim
KAYPAKKAYA’dır ve tanırsın da. Şimdi adam gibi konuş» dedi. [»]
Bu konuşmada sözü edilen
MİT görevlisi yüzbaşı rütbesindeki saçları dökük Hakim-subay Savcı Yaşar
DEĞERLİ’dir. Nitekim Aslan KILIÇ arkadaş Ankara dönüşü, 1973 Temmuz ayında
İstanbul’da tekrar askerî savcılığa götürüldüğünde savcı Yaşar DEĞERLİ ile
arasında bu konuda şu konuşma geçmiştir:
1. KILIÇ: «İbrahim’i
işkence ile öldürdünüz, ona söyletemediğiniz şeyleri benden mi almak
istiyorsunuz?»
2. DEĞERLİ: «İbrahim’i biz
öldürmedik; tokyosuna koyduğu jiletle bileklerini keserek intihar etti. Hem sen
bu haberi nereden duydun?»
3. KILIÇ: «Ankara’da THKO
sanıklarından M. KARADAĞ’dan duydum.»
4. DEĞERLİ: «Ha, evet M.
KARADAĞ’ın sorgusunu ben yaptım; ama sana İbrahim’i bizim öldürdüğümüzü
söylemekle yalan söylemiş. Fakat inanmıyorsan İbrahim’i nasıl tedavi edip
iyileştirdiğimizi anlaman için sana hastahanede çekilmiş resimlerini
göstereyim; (resimleri göstererek) bak! İbrahim’i şu halden bu hale getirdik.
Biz İbrahim’i ölümden kurtardık; biliyorsun yakalandığında yaralı idi ve ayağı
donmuştu. Hiç böyle ihtimam gösterenler onu öldürür mü?»
Son konuşmadan da bir
kere daha anlaşılacağı üzere Y. DEĞERLİ tam bir suçluluk psikolojisi
içerisindedir. Böyle bir telaşla haberin nasıl öğrenildiğini sormakta, sonra da
kendisinin suçluluğunu isbat edercesine, İbrahim’e yaralı iken nasıl ihtimam
gösterdiklerinden bahsetmekte, sorgulardaki canavarlığının açığa çıkmasını
önlemek amacıyla kendisini şefkatli bir hastabakıcı rolüne sokmaktadır. Kaldı
ki İbrahim’i öldürenler, onu, hasta iken babalarının hayrına ve Savcı Yaşar
DEĞERLİ’nin göstermek istediği gibi şefkatli oldukları için değil, iyileştirip
konuşturabilmek için tedavi etmişlerdir. Bu iyilik perilerinin ne denli
şefkatli olduklarını bugün dünyada sağır sultan bile duymuştur. Hem, suçluluk
psikolojisi içinde olmayan bir kimsenin İbrahim’i iyileştirmede özel gayret
sarfettiğinden bahsetmesine, hiç yoktan kendini savunmaya kalkışmasına gerek
yoktur.
Savcı Y. DEĞERLİ, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tokyosuna sakladığı jiletle bileklerini keserek intihar ettiği yalanını söylemiştir. Polis ve MİT’ten geçmiş herkes bilir ki, külotlara ve koltuk altlarına kadar aranılan, ayakkabıların bükülerek veya pençeleri kesilerek kontrol edildiği, mendil, ayakkabı bağı, gözlük, kemer ve toplu iğnenin bile hücreye girişte sanıkların üzerinden alındığı bu yerlere –önceden konmuş olsa bile- tokyoya jilet koyarak girilebileceğini söylemek düpedüz yalan söylemektir.
Bunu söyleyen kişi kimi kandıracağını sanmaktadır? Ankara MİT’te, bir arkadaşın ayakkabısının pençesindeki lastiğin normalden biraz kalın olması yüzünden ayakkabı pençelerinin testere ile ikiye biçildiğini gözlerimizle gördük. Öte yandan, sünger olan sandaletlere önceden jilet bile konmuş olsa daha ilk büküşte içinde değil jilet, kağıt olup olmadığı bile anlaşılır. Kaldı ki, İbrahim KAYPAKKAYA intihar ettiği söylendiği güne kadar demire ve kelepçeye vurulmuş olarak ve sürekli gözetim altında bulundurularak askerî hapishanede ve gözaltı hücrelerinde kalmış, görevliler dışında hiçbir kimseyle görüş ve temasta bulunmamıştır.
Değil hastahane ve gözaltı gibi
yerlerde, hapishanelerde bile traş için dahi olsa jilet veya hiçbir kesici veya
delici şeyin parçası bile verilmemekte, bunun için sık sık aramalar
yapılmaktadır. Sürekli gözaltında ve bağlı olarak tutulan, hiç kimseyle teması
olmayan İbrahim KAYPAKKAYA jileti nereden sağlamıştır acaba? Gökten zembille mi
inmiştir jilet? Yüzümüze bu şekilde söylenen bu ylanlar suçluluk telaşı ile
olsa gerek çok acemice hazırlanmıştır. Dosyadaki intihar kılıflarının ise ne
tür uydurmalar olduğunu şu ana kadar öğrenebilmiş değiliz.
VII – Savcı Y. DEĞERLİ iddianamede «İbrahim KAYPAKKAYA’nın intiharından önce yapmış olduğumuz sorgusunda her ne kadar örgütsel faaliyetleri konusunda ketum davranmış ise de; …» diyerek, sorgulama sırasında öldürülen İbrahim yoldaşı bir polis ve MİT görevlisi gibi bizzat kendisinin sorguladığını belirtmekte, fakat İbrahim’in bu «ketum» davranışı karşısında kendisinin neler yaptığını açıklamamaktadır.
Fakat
polis ve MİT gibi yerlerde sorguda «ketum» davranışın sonucunun ne olduğunu
bugün bilmeyen yoktur. Yukardaki cümleyi okuyan kime sorulsa, bu «ketum»
davranış sahibinin sonunun ne olacağını daha sonucu öğrenmeden rahatlıkla
söyleyebilir. İbrahim yoldaşın, hizmet ettiği efendileri adına –kendi
deyimiyle- «menfur katlinin» baş aktörü Y. DEĞERLİ, bu cümleleri ile şecaat
arzedeyim derken sirkatini söylemiştir.
VIII – Faşistler, daha
yakalandığı ilk andan itibaren yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA’ya hunharca
davranmışlardır.
Vartinik baskınından
sıyrılarak, yarım saatlik bir yaya yürüyüşten sonra Barıkbaşı mezrasına gelen
İbrahim KAYPAKKAYA birkaç gün sonra burada yakalanmıştır. Barıkbaşı’ndan
Kutudere’ye kadar dört saatlik bir yol, arkadaşımıza yalın ayak olarak
yürütülmüştür. Mirik köyü ile Gökçe köyü arasındaki dereden geçen buzlu çay
kıvrılarak aktığı için beş altı defa yalın ayak geçirtilmiştir.
Yolda giden köylüler bu
durumu diğer köylülere anlatmışlardır. Aynı baskından kaçan iki arkadaş buzlara
gömüldükleri ve 48 saat dağda kaldıkları halde neden ayaklarını üşütmüyorlar da
İbrahim KAYPAKKAYA yarım saatlik mesafede bulunan en yakın köye gittiği halde
ayaklarını üşütüyor?
Üçüncü bir nokta olarak
da iddianamede ark[a]daşımızın Barıkbaşı’ndan Gökçe’ye götürülürken yürümek
istemediği ve karların üzerine yattığı belirtilmektedir. Bu hareketler bir
kimsenin yalın ayak karlar üzerinde yürütülürken yapacağı hareketlerdir.
Arkadaşımızın ayak
parmaklarının kesilmesinden üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK sorumludur ve bu, bizlere
yapılan işkencelerin en alçakça olanlarından biridir.
IX – İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş bir komünisttir. [O çağımızın Marksizm-Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi’ni doğru bir şekilde kavramış ve onun ışığında Türkiye’nin tarihi ve sosyo-ekonomik yapısının tahlillerini ve izlenmesi gereken mücadele şekillerini doğru olarak saptamış, hayatının her dakikasını devrime adayarak, elde silah yılmadan kahramanca savaşarak, Türkiye halklarına önderlik etmiş gerçek bir Komünisttir.
O, bir Komünistin her türlü şart altında, son nefesine dek
yılmadan mücadele etmesi gerektiğine inanan ve bunu gerçekten son nefesine
kadar uygulayan bir Komünisttir. Faşistler onu ancak vücudunda kurşun yaraları
olduğu halde açlık, susuzluk ve amansız soğuğa karşı tek başına, her türlü
savunma ve korunma imkânlarından yoksun olduğu bir anda yakalayabildiler ve
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş {–iddianamede de belirtildiği gibi-} faşist üsteğmen
Fehmi ALTINBİLEK’ten başlayarak, tüm faşist ve CIA’nın çömezi MİT’cilere,
onların yardakçıları savcılara karşı dişe diş bir mücadeleye girişmiştir. (…)
… emperyalistlerin ve
sosyal-emperyalistlerin -devrimleri ve kurtuluş mücadelelerini saptırarak,
kendi yıkılışlarını geciktirmek için- bizzat kendileri yarattıkları ve
körükledikleri revizyonist, Troçkist ve maceracı sağ ve «sol» oportünist
akımların kol gezdiği ve hatta Mao Zedung Düşüncesi’nin bile revizyonizme,
kuyrukçuluğa, pasifizme ve teslimiyetçiliğe paravana olarak kullanılmak
istendiği bir ortamda, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA –bu revizyonist ve
oportünist akımlarla tavizsiz mücadelesinin ve devrimci pratiğinin ateşi
içinde– ülkemizin tarihi ve sosyo-ekonomik şartlarını, halkımızın kurtuluşu
için verilmesi gereken mücadele biçimlerini, bunun gerektirdiği örgütlenme
şekillerini Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi ışığında doğru olarak tahlil
etmiş ve bunların pratiğine elde silah savaşarak katılmıştır.
İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş, III. Enternasyonal’in Leninist çizgisinin izleyicisi TKP’nin kurucusu
ve önderi Mustafa SUPHİ yoldaştan sonra halkımızın yetiştirdiği ikinci büyük
militan Komünist önderdir. Ve o (…) çağımızın Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi’ne
sıkı sıkıya bağlı TKP (M-L)’nin önderidir.]
(…)
O, bir komünistin
intihar etmesinin korkaklık, proletaryanın davasına ihanet olduğu bilincinde
olan ve bunu yoldaşlarına öğreten bir önderdir.
İntihar, ABD
emperyalizminin, onların kompradorlarının ve toprak ağaları kliğinin temsilcisi
savcı Yaşar DEĞERLİ’nin iddia ettiği gibi komünistlerin değil, faşist köpekler,
işbirlikçiler ve halk düşmanları gibi korkakların halkımızın devrimci
mücadelesinin zafere yaklaştığı günlerde seçecekleri bir tercih olacaktır.
Stalin yoldaşın önderliğindeki Sovyet Kızıl Ordusu’nun Berlin’e girdiği gün
gelmiş geçmiş en büyük faşist köpek Adolf HİTLER’di beynine kurşun sıkan!…
İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaş nazi işkence odalarının tavanına kanıyla «unutma ki sen bir komünistsin»
diye yazarak falakaya her yatırılışında o yazıyı okuyup faşist cellatlara karşı
direnen Dimitrov’ların, Naziler tarafından kurşuna dizilirken, Alman
askerlerine «Ben sizin kurtuluşunuz için mücadele ettim, siz kurtuluşunuzu
öldürüyorsunuz» diye bağıran Fransız Komünisti George POLIT[Z]ER’lerin, Nazi
kurşunlarına karşı korkusuzca göğüs geren Ernest THELLMANN’ların ve ölümü
“Yaşasın Ho Şi MİNH” diyerek göğüsleyen Vietnam kahramanlarının her türlü şart
altında son nefeslerine dek sürdürdükleri mücadelelerinin izleyicisidir.
Canını proletaryanın ve
halkların kurtuluşuna adamış komünistler, faşist zulüm ve baskılardan korkarak
intihar etmezler. İntihar tercihini seçecek olanlar, bizzat halkın devrimci
mücadelesinden korktukları için zulmeden faşist köpeklerdir!
İşte bütün bu somut
gerçeklerden ötürüdür ki, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş intihar etmez ve
etmemiştir. ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)
[İbrahim KAYPAKKAYA
yoldaşın ölümü, Türkiye Komünist hareketi için şüphesiz ki büyük bir kayıptır.
Ama O’nun öldürülüşü hiç bir zaman TKP (M-L)’nin ve onun önderlik ettiği
halkımızın mücadelesini durduramaz. Aksine, sınıf kiniyle dolu olan bizlerin,
Türkiye Komünistlerinin mücadelesini daha kararlı, daha şiddetli bir şekilde
sürdürmesini sağlayacaktır.
Önderimiz İbrahim
KAYPAKKAYA’nın doğru çizgisi artık kitlelere mal olmuştur. Ve bu, devrim
ateşinin potasıyla yoğrulacak daha nice İbrahim KAYPAKKAYA’ların doğuşunun
mayası olacaktır.]”
[İmzası
bulunanlar]
Tutuklu
Sanıklar:
Arslan KILIÇ, Yalçın
BÜYÜKDAĞLI, Muhsin CANİK, İbrahim GÜLGEÇ, Ayşe İSMAİL, İsmail ÖZBAY, Celâl
ERDOĞMUŞ, İbrahim Halil AKYOL, Baki İŞÇİ, Muzaffer ORUÇOĞLU, Zeki ŞERİT, Nezihe
BAHAR, Nizamettin KARAKOÇ, Ali ŞENCİ, Gürsel BEZEK, Fatma EREZ, Hüseyin TEKİN,
İsmail ERDOĞAN, Ali TAŞYAPAN, Sami SARI, Davut KURUN, Engin GİRAY, Feryal
SARIOĞULLARI, Kemal BAHAR, Ali TURAN, Musa SÖĞÜT, Mümtaz ÇELTİK, Hikmet ŞENSES,
Süleyman YEŞİL, Güner ALAKOÇ, Ünsal ALANYA, Mukaddes ERDOĞDU, Seyithan DOKAY,
Hayrettin İPEK, Hüseyin AÇIKGÖZ, İrfan ÇELİK.
Blog Arşivi
-
▼
2022
(48)
-
▼
Kasım
(25)
- Parti içi birlik konusunda diyalektik bir yaklaşı...
- İçel Ekonomisinin Yapısal Durumunu
- MKP’nin “kendine has” Maoculuğu"
- YARI FEODALiZM TANIMI
- YENİ DEMOKRASİ İLE ÖZGÜR GELECEK AYRILIĞININ MERKE...
- FIRTINALAR İÇİNDE, BIÇAK SIRTINDA
- Tarihimizden Notlar..KALANLAR VE AYRILANLAR…DARBE ...
- Kendisini kaçtığına inandırdığı tarihe yakalanmak ...
- Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Arayan--Bir "Se...
- DERSİM DAĞLARINDA _Hail GÜNDOĞAN
- “Sadece gerçekleri yazacağız, çünkü gerçekler devr...
- Kripto paranın Ekonomi Politiği-I-H.GÜRER
- *MKP’DE “MAOİZM*
- Değerlerimizi Satanların Saflarda Yeri Yok
- M.ORUÇOĞLU’NDA ANARŞİZAN VE REVİZYONİST GÖRÜŞLERİ ...
- Fikret Karavaz_İttifaklar Sorununa İlişkin..
- Emperyalizm Belli Ülke ve Uluslara Mı Özgü?
- Sosyalizm Üç Ana Eğilime Ayrılmıştır: Reform, Anar...
- İDEOLOJİ-POLİTİKA-ÖRGÜT
- Öncü: KISA TARİHİ
- 1974 yılı dava tutsaklarından dilekçe: “İbrahim Ka...
- PARTİYE ÖVGÜ / Kadir ÇAT & Pınar AYDINLAR
- KP,lerde İki Çizgi Mücadelesi
- Türkiye Proletaryası- A. Şnurov
- Yarı-Feodal Sistemin İrdelenmesi
-
▼
Kasım
(25)
TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”
MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.
Kütüphane
- Anasayfa
- Partizan Dergi Arşivi -1992-2022
- Partizan Yayınları (1978-1980)
- Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-1-2
- Yarı Feodalizm - Tanımı
- Partimiz TKP-ML Darbeci Tasfiyeci Bir Saldırıyla Karşı Karşıya Kaldı!
- Diyarbakır Savunmaları__TKP-ML
- 1_ Tarih/imizden Notlar_"Önyargılar Gerçeğe Cehaletten Daha Uzaktır”
- 2- Tarih/imizden Notlar-KALANLAR VE AYRILANLAR-DARBE GERÇEKLİĞİ-1-2-3-4-5-6
- Hakim Üretim Tarzı ve Küçük Burjuva Kafa Karışıklığı
- İçel Ekonomisinin Yapısal Durumu
- Kemalizm Tahlili Denemesi-1-2-3_Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası
- 1-TARİHTEN_NOTLAR_Anti-Emperyalist Niteliğe Sahip Olmayan Bir Ulusal Hareket "ulusal devrimci" Hareket olarak Nitelendirilemez!
- 2-TARİHTEN NOTLAR_Sınıf Biliçli Proleterya Bütün ULUSAL HAREKETLERİ Niteliğine Bakmadan Desteklermi?
- 3-TARiHTEN NOTLAR__FIRTINALAR İÇİNDE, BIÇAK SIRTINDA; İLKELERE VE HUKUKA SIMSIKI TUTUNMA ZAMANI!*
- 4-TARiHTEN NOTLAR-Nubar Ozanyan_20Nisan2016
- "Mao Zedung adı "Enginleri Fethetme Ruhu'nun sembolüdür"Yılmaz GÜNEY_1-2
https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------
Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...
Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya
Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)