16 Kasım 2022 Çarşamba

Kripto paranın Ekonomi Politiği-I-H.GÜRER

 



Kripto paranın Ekonomi Politiği-I

H.GÜRER

11 Nisan 2018

Bu makale, günümüz klasik para olgusunun ve mevcut sistemin tarihsel oluşumunu, gelişmesini, döngüsünü ve mantığını özetlemeye çalışmakla kalmayacak, geleceği şekillendirecek, sistemleri ve yaşamı değiştirecek kripto paraların dünyayı nasıl değiştireceğine de dikkat çekmeye çalışacak. Şüphesiz ki, eksik tonlarca yan kalacaktır. Kapitalist iktisat ekonomisi üzerine yüzyıllardır binlerce kitap yazılırken bizim bunu eksiksiz olarak bir makalede sunmamız zaten gerçekliğe aykırı olurdu. Burada amaç küçük verilerle bir yaklaşım ortaya koyarak perspektif çizmek, bilinç ışımasına küçük bir katkıda bulunmak. Geleceği şekillendirecek ve gerek klasik kapitalizmin gerekse onun iktisat yasalarını alt üst edecek çok önemli bir gerçeğe; kripto paralara dikkat çekmek!

 

Kripto paralar ve yapay zeka gibi gelişmeler yalnızca üreten makineler olmaktan ibaret değil; düşünen, yöneten, sevk ve idare eden, inisiyatif alan, uygulayan vb. gibi insanlık tarihinin en büyük olgularına ve değişimlerine yol açacak. Düşünürler İnsan olmayan bir yapının zeki olması fikrinin, insan bünyesine pek huzur verici nitelikte olmadığını vurguluyorlar.Moore Yasası'na göre teknolojik gücümüz ortalama 2 yılda bir yaklaşık 2 katına çıkıyor. (Bu yasa, teknolojinin hız ritmini öngörüyor. Belli tıkanıklar içeriyor olsa da gelişmeler yavaş da olsa belirlenen yönde ilerliyor!) Moore Yasası’nın öngördüğü teknolojideki ritmik gelişme, toplumsal gelişmeyi de sağladı. Tekno insan, tekno toplumlar haline dönüştü dünya. İnsanın kaçınılmaz diyalektik döngüsüdür; insan teknolojiyi üretir, teknoloji de insanı geliştirir ve ilerletir.

 

Şimdilerde mimari optimizasyonları ve çok işlemci sistemler ön plana çıkmaya başladı. Nesneye yönelik programlama’ ve ‘multi-threaded’ gibi çoklu kullanım özelliğine sahip bilgisayarlar birden fazla iş parçacığını donanım desteği sayesinde çalıştırabilir. Bugelişmelerin dışında yakın gelecekte ‘paralel programlama’ bekleniyor. Tüm bunlar, yalnızca bilgisayar programcılarının değil, tüm insanlığı ve dünyayı yeni bir adaptasyon ve değişim süreci beklediğinin de habercisidir!.. Bu ritmik gelişim ve devasa büyüme karşısında makina zekasının insan zekasını kat be kat aştığını bilim insanları kaygı ve korkuyla vurguluyor. Bir yapay zekanın devreye sokulması halinde 7,5 milyon insanın (İsviçre nüfusuna eş değerde!) teknik bakımdan yaptığı işi yapabileceği, iki hatta üç katı insanı da yönlendirebileceği ve kontrol edebileceği gerçeğinden söz ediliyor. Tüm bu gelişmeler gibi bilim ve teknoloji alanında daha binlerce gelişme söz konusu. Bu baş döndürücü gelişmelerin hepsi bize hiçbir şeyin yaşadığımız çağda daha 1 ay öncesinden bile aynı durumda olmadığını gösterirken, 19. ve 20.yüzyılın kuramlarıyla tüm bunları açıklamaya çalışmak, 21.yüzyılı, gelişmeleri ve hayatın yalın gerçekliğini, baş döndürücü bilimsel ve teknolojik gelişme ve değişimleri onların referansı ile anlamaya uğraşmak 19. ve 20.yüzyılda yaşamaktan farksız olacaktır…

 

 

Bu baş döndürücü gelişmeler dünyayı önemli değişimlere uğratmakta. Bunun farkındalığında olmasak da bu böyle. Birkaç on yıl sonra gelecekte bu nitel değişimleri daha belirgin görmek değil, yaşayacağız. Tüm bunlar, 19. ve 20.yüzyılın tanımladığı insan, emek ve sömürü ilişkilerini, sınıfın ve sınıf savaşımlarının da karakteristik olarak yeniden nicel ve nitel olarak ele alınmasını, yeniden tanımlanmasını, savaşımın yol ve yöntemlerinin, araçlarının, dünyanın, üretim araçlarının ve ilişkilerinin, emeğin rolünün vb. bir çok şeyin yeniden tanımlanmasını da gerektiren kapsamlı bir konu. Biz bu makalemizde kripto paranın ekonomi-politiği ve geleceği üzerinde durmaya, öngördüğümüz ölçüde aktarmaya çalışacağız.

***

İlkel çağlara dönüp baktığımızda insan denilen canlının, kendisinden daha güçlü, daha büyük ve daha hızlı bir çok canlının doğadaki istikrarlılığı karşısında pek şansı yoktu. Yer yüzünde yaşayan bir çok canlıya oranla biyolojik olarak da en zayıf canlı durumundayken, onu en güçlü en yenilmez hale getiren aklı oldu. Ve tabi ki o aklıyla ürettiği ve kullandığı aletler, insanın doğa üzerindeki etkisini ve gücünü de belirledi. İnsanın, deneyimlediklerinden çıkardığı tecrübeler, tecrübelerin rahminden büyüyen bilgi, bilginin toprağında yetişen bilim, aklın gücünü ve iktidarını dünya üzerinde kurmayı sağladı. Bu özellikleriyle dünya üzerinde en gelişmiş canlı olma unvanını elinde tutan insan, bu koca yeryüzünün ‘efendisi’ de olmayı başardı.

 

İnsanın evrimsel gelişimi, aynı oranda yaşadığı dünyaya da önemli olumlu-olumsuz etkilerde bulunmakla kalmadı, evrenin sonsuzluğu içinde, yörüngesinde bulunduğu samanyolu galaksisine de önemli etkilerde bulundu. Bu dev (insan) bununla da sınırlı kalmayarak bilimsel ve teknolojik gelişimin gücü ile, durduğu arz yuvarlağı üzerinden yüzlerce ışık yılı uzaklığındaki ismi-cismi bilinmeyen gezegenlerin keşiflerinde bulundu, onları izledi, onlar üzerinden uzay ve zamanın kırılmalarına tanıklık etti.

 

Bu canlı, tarih sahnesine çıktığında kendisinden büyük ve güçlü canlılara yem olmaktan kurtulamazken, bugün yerküreye hakim olmuş ve gezegenler arası yolculuklar yapar duruma gelmiştir. İnsanın bu gelişimiyle doğa üzerinde kurduğu egemenlik bir gerçek iken, kendi türdeşleri üzerinde kurmak istediği egemenlik ve hakimiyet mümkün olmamıştır. Türdeşler arasında ki bu egemen ve hakim olma savaşımı; kendileri gibi yaşam alanı olan doğayı, doğadaki canlıları önemli oranda yok etmiş, var olanları ise uzak olmayan gelecekte yok etme tehdidi altına itmiştir. İnsanın insan üzerinde kurmaya çalıştığı bu egemenlik ve hakimiyet savaşlarının kaynağı; gücü elinde tutmaktır. “Güç” egemenlik demekti! Egemenlik insanın en temel yaşamsal ihtiyaçlarının/gereksinimlerinin her birine sahip olmak ve onun (insanın) geçim araçlarını elinde bulundurarak insan üzerinde hegemonya oluşturmaktı. Bu araçların en geniş oranda hakimiyetine sahip olan kimseler, insanlar üzerinde de o oranda ‘egemenliğe’ sahip kimselere dönüşmesi demektir…

***

Nebula gazının döngüsünden, güneş sistemine, oradan milyarlarca yıla dayanan dünyanın geçmişi, bugün jeolojik zamanlardan elde edilen verilerle biliniyor! Dünyanın oluşumu ve yüzölçümü bir sır değilken, dünyamız varoluşundan bu yana değişmeyen yaklaşık 510 milyon m² yüzölçümüyle bizlere ev sahipliği yapıyor. Değişmeyen bu yüzölçümüne karşılık, canlılarda ve özellikle de insan türünde ki artış oldukça çarpıcı. Tarihsel süreçte dünya nüfusunun artışı ve değişimi[1] verilerine baktığımızda 1650 yılında 500 milyon olan dünya nüfusu 1900 yılında  1.650 milyar nüfusa ulaşıyor. 2000 yılında 6 milyar, 2010 yılında 7 milyara ulaşmışken, 2050 yılına kadar ise 12 milyara ulaşılacağı tahmin ediliyor. İnsan nüfusunun bu geometrik biçimdeki artışı, dünya besin kaynaklarının ise aynı oranda ve hızda değişmediğini, aritmetik biçimde artış gösterdiği gerçeğini ortaya çıkarıyor.

 

Bu gerçeklik karşısında insanlar bu kıt kaynakların verimliliğini arttırmak için bir çok arayışa sürüklenmiş ve bu durum ‘önemli buluşlara’ vesile olmuştur. Buluşların temeli ihtiyaçlara dayanır. Bu buluşlar insanların kıt kaynaklara ulaşımında, onları elde etme konusunda belli rahatlıklar sağlamış olsa da, kapitalist sistem her şeyi olduğu gibi bu kıt kaynakları (yani bir çok şey gibi yaşamsal gereksinimleri de) doğası gereği metalaştırmıştır. Zira meta; kapitalist toplumun en temel hücresidir. Yaşam kaynakları insanlar tarafından edinilmesi en doğal ve insani bir hak olmasına karşın, kapitalizm bu kaynakları bir meta, bir rekabet ve bir kâr aracına dönüştürmüştür. Belli tekellerin, bir avuç zümrenin elinde toplanan bu yaşamsal kaynaklar kâr amacıyla insanlığa pazarlanmaktadır. Alım gücü olmayan milyonlar bu en doğal yaşamsal kaynaklardan mahrum kalarak ‘yaşamaya’ mahkûm edilmektedirler.

 

Kapitalist sistem, şekillendirdiği ve geliştirdiği toplumsal ilişkilerde, yaşama dair her şeyi metalaştırarak alınıp satılır kılmıştır. Bu yüzden de kapitalizm ahlaksızdır!.. Aristoteles meta’yı tanımlarken “(…)Sahip olduğumuz her şeyin iki kullanımı vardır. Biri asıl ve diğeri asıl olmayan ya da ikincil kullanım” olarak ifade eder. Bu tanımlama Karl Marks tarafından “her meta kullanım-değeri ve değişim-değeri olmak üzere iki yönüyle görünür” diyerek, metanın iki farklı karakterini vurgular. Metaların kullanım değerinin olması için evrensel olarak el değiştirmeli, değişiğim süreci içine girmesi” gereklidir. Yine “Metaların”der Marks “kullanım-değeri, evrensel olarak elden ele geçerek, değişim-değerleri oldukları ellerden, kullanım konusu oldukları ellere geçerek, kullanım-değerleri olurlar.” Marks ve Engels, kapitalist sistemin doğasından ve bu kıt kaynaklar üzerindeki bir avuç kesimin hakimiyetinden doğan kaynakların dağılımındaki eşitsizliğin yarattığı toplumsal, ulusal ve uluslararası çatışmayı 19. yüzyılda kendi koşulları içerisinde bir çok yönüyle incelemiş ve insanlığın tüm değer yargılarının meta’ya dönüştürüldüğü kapitalist sistemden kurtuluş için başka bir iktisadi sistem geliştirmişlerdir. 19.yy da koca bir ütopya olan sistem, 20.yy da Lenin önderliğinde Bolşevik devrimi ile dünyada bir ilki başarılan sosyalist iktisat sistemidir. Kapitalist iktisat sistemi meta ve kâr döngüsü üzerine kuruluyken, insanı merkezine alan sosyalist sistem gelişmeye başlamış,[5] dünyada iki farklı ve birbirleriyle taban-tabana zıt iki iktisat sistemi ortaya çıkmıştır. Tarih sahnesine çıktığından buyana günümüzde bu iki sistemin türevlerini dünyadaki siyasi otoritelerin her biri kullanarak politik açılımlar gerçekleştirmektedir.

 

Kapitalist iktisat politikası; yukarıdaki rakamların çizdiği tabloya karşı “çözümü” iki şekilde ele alıyor. Bu “çözümlerden” biri açık bir şekilde ifade edilirken ikincisi son derece gizil bir şekilde insanlara uygulanıyor. Kapitalist sistemin dünya üzerinde hızla artan nüfusa karşı, dünya kaynaklarının yetersizliğinin ‘çözümü’ olarak sunduğu birinci yol ve onu açık şekilde ifade ettiği şey; GDO’lu ürünler, protein değeri yüksek böcekler vs. dir! ‘Doğal’, ‘organik’, ‘bio’ vb. besin kaynakları kapitalist elitlere ayrılırken, laboratuvarlarda katkı maddeleri ve tarım ilaçları ile, sentetik maddelerle üretilen GDO’lu yiyecekler, çeşitli hormonlarla günler içinde büyütülen hayvanlar ve böcekler ise insanlara “besin kaynağı” olarak sunuluyor! Öyle ki; oksijenin dışında tüm yaşamsal gereksinimlerin, (suyun dahi) kapitalist tekellerin elinde tutuluyor olması, insanlığın büyük ve acı trajik gerçekliğinin de bir resmidir. Doğaya ve doğal kaynaklara kâr hırsıyla sahip oluponlar üzerinden insanlığa hegemonya kurmaya çalışan kapitalizm asla yeniden üretilemeyecek bir şeyi; “doğa”yı katlediyor…

 

Kapitalistlerin dünya nüfusunun artması ve kıt dünya kaynaklarının ikinci “çözüm” yolları ise daha da trajiktir. Dünya nüfusunun artışını (dikkat edin niceliksel artışı, gelir dağılımındaki adaletsizliği değil!) “dengede” tutabilmek için binlerce metot kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları; lokal ve uluslararası düzeyde çıkarılan savaşlar, GDO’lu “besin”lerin sağlıksızlığı, bin-bir hastalığa yol açması gibi bilinçli olarak yaygınlaştırılan hastalıklarda yaşamlarını yitirenlerle, insanların yaşam sürelerinin kısaltılarak dünya nüfusunun “dengede” tutulmasıdır!

 

 

Malthus kapanı/kuramı, ya da diğer bir ifade ile Malthus felaketi!

İktisat politikalarında ve Ekonomideki en popüler, en güçlü ve en kalıcı kuramlardan biri olan Malthus kuramı ‘azalan verimler kanunu’ fikriyle ortaya çıkmıştır. Ortaya atılan bu kuramın özeti; insan nüfusunun geometrik biçimde artması (yani 2-4-8-16-32 gibi katlanarak artarken) ve besin kaynaklarının da aritmetik biçimde arttığı (yani 2-4-6-8-10 gibi eklenerek arttığı) yönünde olmasıdır. Dünya üzerinde insanoğlunun genişleyerek ve gezegenin kaynaklarını hızla tüketerek kaçınılmaz yok oluşa doğru yol aldığı fikri, kapitalizmin aşırı kâr güdüsü yanı sıra şu üç nahoş yöntemi uygulaması için yetmiştir: kıtlık, salgın ve savaş. Tek elde biriken ve tekellerin, baronların, oligarkların denetimine alınan sermaye ve buna bağlı olarak da temel besin maddeleri, kıtlık teorisiyle insanlar yiyecek bulamayacak, bir vebaya kurban gidecek. Ya da ‘giderek azalan kaynaklar’(!) teorisiyle GDO’lu maddeler daha fazla kâr hırsıyla üretilecek, veya kıt kaynaklar için insanlar birbiriyle savaşacak. Dünya nüfusunun bu yöntemlerle kontrol edilmesi sağlanırken, kaynakların eşit paylaşımı ve dağılımı hiç bir zaman kapitalizmin bir sorunu olmamıştır!..

 

 

Bu durum, kapitalist sistemde yaşamsal kaynakların ve gelir dağılımının eşit bir şekilde dağılmamasının, en yaşamsal kaynaklar olan ekmeğin ve suyun dahi meta’ya dönüştürülerek pazarlanmasının, çok küçük bir zümrenin bu kaynakların büyük bir kısmını elinde tutmasından kaynaklıdır. Yani kaynakların eşit bir şekilde insanlarla paylaşılmamasının bir ürünüdür. Basitleştirirsek, birine doğal balık yedirirken, ötekine protein için böcek ve GDO’lu ürünler, laboratuvarda üretilen kimyasal ürünleri yemeye mahkûm etmiş bir sistemdir kapitalizm. Bu yüzden kapitalist iktisat politikası insani ölçütlerle değil, azami kâr prensiplerine göre işlemektedir. İşte insanların ne kadar yaşayacaklarına dahi karar verdikleri bu “çözüm zenginliği” kapitalist iktisat politikasının da bir ürünüdür.

***

 

Kapitalizm meta sistemidir. Duyguların dahi metalaştırıldığı, temeli sömürü, kâr ve tüketime dayalı bu sistemde her şeyin, tüm değerlerin ölçü birimi paradır! Para 5.yüzyılda Lydıa uygarlığı tarafından ticarette karşılıklı ‘değişim sistemine’ alternatif olarak ve daha pratik, basit ve güvenli olması için değerli madenler seçilerek basılmış ve yeni bir değişim aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Para, değerli madenlerden; altın ve gümüşlerden basılmıştır. Çünkü; bu madenlerin kıt ve sınırlı olması hem onları değerli ve kıymetli kılıyor bizzat kendisine dair bir talep oluşturuyorken, bunların üretilmesi ciddi bir emek yoğunluğu gerektiriyordu. Teorik olarak da bu ikisinin arzı da sınırlıydı. Bu sınırlılık onların değerini arttırırken kendi içinde de bir değer oluşturuyordu.

 

Devam Edecek...


[1] http://www.hakkindagenelbilgiler.com/tarihsel-surecte-dunya-nufusunun-artisi-ve-degisimi.html

[2] Aristoteles, De Republica, Birinci Kitap, Bölüm IX (I.Bekkeri, Oxonii 1837 yayını) Opera, c.c, s.13 vd.

[3] Karl Marks, Ekonomi politiğin eleştirisine katkı. Sol yayınları. s.41.

[4] Karl Marks, Ekonomi politiğin eleştirisine katkı. Sol yayınları. s.57.

[5] Nikitin, Ekonomi Politik. Sol yayınları. s.362.

 

Kripto paranın Ekonomi Politiği-II

Kripto paranın Ekonomi Politiği-II

H.GÜRER

14 Nisan 2018

 


“Değer” nasıl ortaya çıkar? Onu ne belirler?

Meta üretiminin ekonomik yasasına değer yasası denir. Değer yasası, metaların değişimi, onların üretimi için toplumsal bakımdan gerekli-emek miktarına göre gerçekleşir. Başka bir deyişle, değer yasası, metaların birbiriyle değişimin, bir değere göre yapıldığı anlamına gelir. Bu demektir ki, değişimi yapılan metalar, eşit miktarda toplumsal bakımdan gerekli emek içerirler. Bundan dolayıdır ki, bir metanın fiyatı (fiyatın, değerin para biçiminde ifadesi olduğunu anımsayalım) kendi değerine tekabül etmelidir. “Ekonomi Politik” kitabında “Bir meta değerinin, başka bir metanın değeri ile belirlenebilir hale gelmesi, değerin tam yada gelişmiş biçimidir” [2] der Nikitin. Ve devam eder; “Meta üretimin çoğalması ve değişimin genişlemesi, tek bir eşdeğerin kabûlünü zorunlu kıldı, çünkü, genel eşdeğer olarak kullanılan metaların birbirinden farklı olmaları, değişimin gelişmesini zorlaştırıyor, genişleyen pazarın gereksinimleriyle çelişkiye düşüyordu.



Bu çelişki, değerli madenler olan altına ve gümüşe, gittikçe artan şekilde, gelen eşdeğerlik rolü verilerek çözümlendi. Sadeleştirecek olursak; “değer” oluşumunun iki evresi vardı. Birincisi; kendisinden bir değeri olması, sınırlı miktarda veya az bulunması! İlk zaman paraların basımının değerli madenlerden (altın veya gümüş) seçilmeleri bundandı! (Böylece para, bir ödeme aracı olarak görev yaptı.) Bu değerli madenlere karşı devasa talepler her daim söz konusuydu. Ancak bu ikisinin arzı sınırlıydı! Bunun yanı sıra o ürünlerin üretilip işlenmeleri için ciddi emek yoğunluğunun gerekmesiydi. Bu özellikler, o ürünün değerini de ortaya koyan kriterlerdi. Şunun altını çizmekte fayda var; bu üretilen değer tek başına bir şey ifade etmiyor. Çünkü aynı zamanda bu değeri ortaya çıkaran arz ve talep ilişkisi olmalı. Üretilmesi için ne kadar emek harcanırsa harcansın, bir ürünün talebi yoksa, onun değeri; yani bu değerin parasal bir karşılığının olması mümkün olmuyor. İkincisi; talep edilir olmasıdır. Ya da herhangi bir otoritenin bir değer biçmesi “bu madde şuna eşittir” demesi, gereklidir.


***

Dikkat çekmek gerekir ki, insan eylemlerinin zamanlar üstü genel tavrı mübadele yani değiş tokuş, takas olmuştur. Para ortaya çıkmadan önce, basit değiş-tokuş uygulanırdı, yani bir nesne, başka bir nesne ile doğrudan değişilirdi. Paranın kullanıldığı andan başlayarak, bir metanın başka bir meta ile değişmesi, gümüş aracılığıyla yapıldı. Önce bir meta, para karşılığı satılır sonra da para aracılığıyla yapılmasına meta dolaşımı adı verilir (meta-para-meta.) Ama meta, alıcıya geçince dolaşımın durduğunu, oysa paranın dolaşım alanında sürekli olarak kaldığını, yani onun elden ele geçtiğini belirtelim. Metaların dolaşımında, paranın, aracı olarak kullanılması böyledir, o bir dolaşım aracıdır. [4] Marks’ın başka bir ifadesi ile; “M-P-M formülünde meta P-M-P formülünde ise para hareketin başlangıç ve sonuç noktasını oluşturur. Birinci formülde para, metaların değişim aracıdır; ikinci formülde ise, paranın, para olmasına olanak veren metadır.” [5]

 

Lydıa uygarlığından, Atina Dekadrahmisine ve oradan günümüze dek paranın evrimi, sistemlerin evrimine koşut olarak gelişmiş, değişmiş, evrensel bir niteliğe ulaşmış ve tüm değerlerin ölçü birimi haline dönüşmüştür. Metanın para olarak belirlenen değerine, o metanın fiyatı denir. Fiyat, meta değerinin para olarak ifadesidir. [6] Altın ve gümüş, (türdeş oldukları, bölünebilmeleri, hacimlerinin küçük oluşları vb. gibi) ortak özellikleri dolayısıyla, genel eşdeğer haline gelmişler ve paraya dönüşmüşlerdir. [7] Tarih sahnesine çıktığı günden bu yana bir çok iktisatçının parayı tanımlama uğraşı olmuştur. Paranın tanımı en doğru şekliyle; genel insan eylemleri bilimi olan praksiyoloji içinde anlam bulur. Buna göre de; ortaya çıktığı günden bu yana her toplumda insanlarca kabul görmüş ve müşterek kullanılan bir mübadele/değiş tokuş aracıdır. Yine para; herhangi bir ürün veya objenin, (hatta günümüzde duygu ve değer yargılarının!) bir ölçüt birimi, bir değer karşılığı, bir evrensel fiyat kıyasının eş değer adıdır diyebiliriz. Para, toplumsal görevi, diğer bütün metaların değerini belirlemekten ibaret olan belirli bir metadır. Paranın ortaya çıkışıyladır ki, bütün metaların değerleri, para ile ölçülmeye başlanmıştır. [8] Peki gerçek ifadesi ile para nedir? Bize göre para, altındır ve her şeyin evrensel eşdeğeri YİNE altındır!

 

Altın, her türlü mübadele (değiş tokuş) eyleminde taşınması, tartılması, mübadele edilecek ürünlerle eşitleme durumu oranında ufaltılıp-büyütülerek pratik işlemlerde bulunulması açısından basit ve olağan olmayan külfetli ve güvenli olmayan bir sorundu. Çünkü Altının taşınması saklanması, tartılması, içine başka madenler karıştırılıp saflığının düşürülmesi ve tüm bu işlemler sırasında aşınması gibi sorunlar söz konusuydu.Ancak tüm bunları ortadan kaldıracak ve mübadele eylemini basitleştirecek başka bir ürün ile eşitlenerek değeri korunabilecek, değiş tokuş eylemleri basitleşebilecekti. Bunun için de devletler ironik bir şekilde altının değerini, bastıkları kağıt paralarla eşitlediler. Her devlet kasasında bulunan altına eşdeğerde paralar bastı. Bastıkları paranın karşılığı (garantisi) kadar altını kasalarında tutmaya başladılar. Böylece kağıttan altınlar yaptılar. Ve kitlelere “üzerinde mührümüz olan bu kağıtlar şu kadar altına eşittir” dediler. Para, evrensel bir değer ölçme birimi haline işte böyle geldi. İlerlemiş bir meta ekonomisinde, para bir çok görevler yapar: metaların değer ölçüsü, dolaşım aracı, birikim ya da servet biriktirme, ödeme aracı ve hatta evrensel para [9] misyonunu yerine getirir. Meta ekonomisinin gelişmesiyle, para, biriktirme aracı yada servet biriktirme aracı olma görevini de yerine getirir. Para, zenginliğin evrensel simgesidir. [10]

 

Şu noktaya da açıklık getirmeliyiz: Altının değeri neden evrenseldir? Çünkü devletlerin bastığı paralar gibi ulusal bir kimliğe sahip değildir. Değeri, niteliği, kıtsal gerçekliği ile evrenseldir! Sömürü üzerine kurulmuş toplumsal yapılarda (kölecilikte, feodalitede, kapitalizmde), sikke, sınıfsal bir niteliğe bürünür, o, bir sömürü aracıdır. [11] Marks’a göre, sikke, dünya pazarında, ulusal üniformasından soyunur ve para görünüşünde değil, (…) altın ya da gümüş külçeler olarak ortaya çıkar. [12] Dolayısıyla hiçbir devletin krizi, savaşı, enflasyonu, bunalımları vb. vb. altının değerine müdahale edemez. Yani herhangi bir devletin yaşadığı bir savaş ve ya bir kriz, bastığı paraları bir kağıt paçavrasına getirebilir, ancak bu durum altını etkilemez. Bunun düzinelerce örneği mevcuttur tarihte. Yani altının sınırlı, kıt ve talep gücü yüksek ve arz oranın yoğunluğu özel bir maden oluşundan dolayıdır. Tüm bunlar insanın ona değerini yitirmeyecek bu ayrıcalığı vermesini sağlamıştır.

 

***

Kağıttan altınlar…
Altın ve altının garantisi-karşılığı basılan kağıttan altınların ifadesi olan ve evrensel bir mübadele aracı olan para ile sistem uzun yıllar kusursuz yürüdü. Dünya nüfusunun artışı, insansal gereksinimlerin ve emek gücünün artışıyla birlikte sanayi de, ekonomi de, ticarette, bu paralelde gelişti. Tüm bunların özellikle de ticaretin gelişimi, merkez bankalarının daha fazla para gereksinimini ortaya çıkardı. Bu daha fazla altın demekti. Ancak kıt olan altın dünyanın dört bir yanına eşit dağılmadığı gibi, onu elde etmenin diyalektik döngüsü, karşılığında yine altın verme gerçekliğiydi! Yukarıda ne demiştik? Her şeyin evrensel değeri altınise, altın üretici ülkelerden altın stoklamak ve onun garantisi altında para basmak için karşılığında yine para-mal yani yine altın vermek gereklidir. Bu garip durum dünya devletlerinin karşı karşıya kaldıkları temel açmazdı. Bu açmaza merkez bankalarının altın bulamaması da eklenince durum daha bir açmaza dönüşüyordu.

 

Kapitalist sistemin bu ölümcül tıkanıklığına baypas yapması gerekiyordu. Bunun için I.Emperyalist paylaşım savaşı rahminde Ekim devrimini döllemiş ve doğumuna neden olan koşulları olgunlaştırmış ve kapitalist dünya için bir çatırdama, kırılma içermiş olsa da, altın-para denklemindeki ölümcül tıkanıklığı ve onun yapısal krizini aşmada da belirleyici olmuştur. I.Emperyalist paylaşım savaşıyla birlikte altın ihracatı ve ithalatı zorlaşır. Savaşı ve yıkımların maliyeti karşılanamaz hale gelir. Bu durum karşısında kapitalist dünya (ABD hariç) 1914 yılında parayı altının güvencesi karşılığında basmaktan ve eşitlemek zorunluluğundan vaz geçer. Böylece tüm dünya devletlerinin bastığı paraların (ABD’nin hariç) karşılığı da olmaz. Para, o saatten sonra ‘şeylerin’ değerini belirleyen bir meta olmaktan çok; onu basan devletin siyasal, askeri, ekonomik ve otoriter gücünü ifade eder hale gelir. ABD ise diğer ülkelerin aksine 1944 yılında Bretton Woods görüşmesinde dünyaya dolar ihraç edip karşılığında altın rezervi bulundurmayı taahhüt eder. Bu durum 57 yıl sürer ve 1971 yılında ‘Nixon Şoku’ ile parasını altına eşitleyen son devlet olarak bu durumu sürdüremeyeceğini kabul edip ilan etmesinin ardından bu karşılıklık sistemi ortadan kalkmış ve dünya ülkelerinin bastığı hiçbir paranın da artık karşılığı kalmamış olur. Paranın evrensel çapta ‘şeylerin’ genel eşdeğer kabulü dışında bir karşılığı kalmamıştır. Bu durum kapitalist sistem için son derece yaşamsal ve geleceği şekillendiren bir dönüşümdür. Çünkü artık para kağıttan altın olma niteliğinden itibari para [13]

niteliğine dönüşmüştür!

 

Kapitalizm, sistemin döngüsünü, ihtiyaç duyduğunda bastığı ve karşılığı olmayan kağıtlar üzerinden sürdüren, bunu da dünyaya kanıksatan korkunç bir manipülasyon oyununu başarmış olur! Çünkü İtibari para hükümet kararına dayalı çıkartılan, altın, gümüş vs. karşılığı olmayan, altında imzası olan yere ve düzenlediği kâğıdın taklit edilemeyeceğine güven üzerine kurulmuş, mal ve hizmet alışverişi için kullanılan banka kâğıdı veya kâğıt para demektir. [14] [15] Kısacası, para eğer altına (herkesin üzerinde anlaştığı gerçek mal-para) %100 oran ile bağlı değilse o paranın arzının sınırsız artışı doğal değil yapay olarak büyüyen bir ağaç dalıdır. Ve ağaç dalları sonsuza kadar büyüyemez…

 

İtibari para tüm dünyanın sandığının aksine güvenilir bir şey değildir.Çünkü hükümet kararına dayalı çıkartılan, altın, gümüş vs. karşılığı olmayan bir paradır. Ve devletin yanlış yöntemler uygulayıp yanlış yönetilmesi halinde savaşa girip, bunalıma sürüklenmesi, sarsılarak ekonomik faaliyetlerinin sekteye uğradığı an bastığı itibari para değersizleşecek para olma özelliğini yitirip gerçek değerine, sadece bir kâğıda dönüşecektir. Bu da güçlü ve gelişmiş kapitalist devletlerin, zayıf ve gelişmemiş ülkeler üzerinde hegemonyasını sağlamayı, onları sömürmeyi getirir. Kapitalist rekabetin yalnızca meta üretimi ve ihracatıyla sınırlı tutulup güdükleştirilmediği yön tam da bu noktadır. Bu olgusal gerçeklik, her ne kadar sömürünün niteliğini meta eksininden ayırmasa da, devletlerin devletler, ulusların uluslar üzerindeki sömürüsünün ve hegemonyasının da önünü açan temel olgulardan birini oluşturmuştur.

 

ABD doları nasıl dünya parası oldu?

“Bir eylemin ahlaklı olabilmesi için 
 hiç bir çıkar taşımaması gerekir.” 
 (Immanuel Kant)

 

Kendimizi bildiğimizden bu yana dünyanın dört bir köşesinde doların geçerli olduğunu biliriz. Ancak bir gün olsun “neden dolar dünya parası?” sorusunu sormamışızdır. Dolar dünyada evrensel para işlevini üstlenmiştir dedik. Peki ama bunu nasıl başarmıştır? Doların bu kadar yaygın kullanılmasının en önemli nedeni, Bretton Woods para sistemidir. Bu sistem, Temmuz 1944 yılında II.Emperyalist paylaşım savaşı yıllarında 44 müttefik ülkenin ABD liderliğinde ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir. Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kurulmasına da karar vermiştir. [16]

Burada ABD dolarının altına, diğer para birimlerinin de dolar üzerinde altına sabitlendiği bu sistemin önemli bir özelliği, sistemdeki paralardan sadece doların altına dönüştürülebilir olmasıydı. Bu da, elinde dolar biriken ülkelerin, nasıl olsa istedikleri zaman bunu altınla değiştirebilecek olmalarının getirdiği rahatlıkla, dolar tutmaya devam etmeleri gibi bir alışkanlık yarattı.1971’de bu sistemin çökmesine rağmen, dünya ticaretinin çok büyük bölümünü yapan bu ülkeler doları kullanmaya ve rezerv para olarak tutmaya devam ettiler. [17] Bu yüzden Amerikan doları, dünya ticaretinde en yaygın kullanılan para birimi gerçekliğini sürdürüyor. Uluslar arası ticaretin yaklaşık %60’ı dolar ile, yaklaşık %20’si euro ile, kalanı ise diğer para birimleri ile yapılır.Uluslararası rezervlerin de büyük bölümü bu iki para biriminden ve altından oluşur. Bugün tüm dünyada yaklaşık olarak 7 trilyon dolar değerinde döviz, yaklaşık 4 trilyon dolar değerinde altın rezervi tutuluyor. [18]

 

Ekim 2017 tarihinde The Wall Street Journal gazetesi; "Bitcoin’i unutun IMFCoin'i duydunuz mu?” başlığı ile IMF Başkanı Christine Lagarde, İngiltere Merkez Bankası tarafından düzenlenen forumda yaptığı konuşmasına yer vermişti. Bu bir çok haber kaynağında “Dolar tarih oluyor! İşte dünyanın yeni para birimi” başlığıyla yansıtılmıştı. IMF başkanının bu açıklaması hiç de sürpriz değildi. Çünkü aktüel olarak yüzlerce kripto para tüm dünya ülkelerinin denetiminden uzak işlem görmekte.

 

 

Devam edecek...

 

 



 

[1] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:62.

[2] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:54.

[3] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:55.

[4] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:57.

[5] Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Karl Marks. Sol yayınları. syf:143.

[6] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:56-57.

[7] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:55.

[8] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:55.

[9] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:56.

[10] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:58.

[11] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:59.

[12] Ekonomi Politik, Nikitin. Sol yayınları. syf:59.

[13] 17. asırda İngiliz kuyumcuları ellerindeki altın ve kıymetli eşyaların kaybolma ve çalınmaya karşı teminat altına almak için Londra’daki darphaneye teslim ediyorlardı. 1640 yılında İngiltere Kralı I. Charles'ın tüccarların Londra Kulesi'nde saklanan altın külçelerine el koyunca devlete olan güven sarsılmıştır. Bunun üzerine kuyumcu olan Goldsmith'ler kasa yaptırıp bu külçeleri orada saklamışlar ve bunların karşılığında(Goldsmith Kağıdı) adı verilen hamiline yazılı bir kâğıt vermişlerdir. Ülkede yaygınlık kazanan bu kâğıtlar ilk banknot sisteminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1963 yılında Londra Mahkemesi Goldsmith'lerin tam karşılığı olmayan kâğıt vermesini yasaklamıştır. Kaynak: Dünyada ve Türkiye'de bankacılık sektörünün gelişimi ve Türkiye'de kamu bankalarının yeniden yapılandırılması

 

[14] https://tr.wikipedia.org/wiki/İtibarî_para

[15] http://www.idealhaber.com/yazar/koray-pehlivanoglu/bitcoinin-ekonomi-politigi-(1)/396.html

[16] https://tr.wikipedia.org/wiki/Bretton_Woods_sistemi

[17] http://t24.com.tr/yazarlar/h-bader-arslan/dolar-neden-dunya-parasi,390

[18] Bkz. Aynı kaynak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kripto paranın Ekonomi Politiği-III

Kripto paranın Ekonomi Politiği-III

H.GÜRER

19 Nisan 2018

 


Kripto paranın oluşumu


“Para nihayetinde bir algı meselesi”

 

Adam Smith


Kripto paranın oluşumu için 
Blockchain sistemini anlamak gerekiyor. Bitcoin’in finansal bir değer olarak popülerleşmesi Blockchain’in arka planda kalmasına neden olsa da, Blockchain sistemi geleceği şekillendirme dinamiklerine sahip. Son yıllarda bir finansal değer olarak dünyanın gündemine giren ve klasik kapitalist iktisat sistemini tehdit eden dijital/kripto paraların; alt yapısını ve üretimini sağlayan, para madenciliğine Blockchain denilmektedir.

 

Blockchain (Blok Zinciri), yüksek teknolojik donanımlı bilgisayarlarda üretilen, kodlar arasında yani veriler arasında bağlantılar (zinciler) oluşturmak anlamına gelir. Ki, coin üretimin esası budur. Bu üretilen blok zincirli kodların bir araya gelmesi ile oluşan her bir veri, coin yani kripto-para olarak adlandırılır. Günümüz Internet dünyasında pek çok alanda (multimedya, haberleşme, web ara yüzü vb.) veri transferi yapılmaktadır. Blokzincir ise, bu verilerin haricinde değer atfettiğimiz varlıkları da transfer etmemizi sağlayan dağıtık bir veritabanıdır.

 

 [1] Blockchain teknolojisi ile insanlık tarihinde ilk kez, birbirini hiç tanımayan, yüzünü görmeyen, dünyanın dört bir köşesinde ki insanlar birbirine güven duyabilir ve birebir işlem yapabilir. Bu güven büyük kurumlar aracılığıyla değil, iş birliğiyle, şifreleme ile, bir çeşit akıllı kodlama ile oluşturuluyor.  

 

 

Kripto para dijital ortam üzerinde yazılım uzmanları tarafından yüksek performansa sahip bilgisayarlar ile üretilen ve sanal dünyada ‘coin’ olarak adlandırılıp dünya pazarında banka gibi merkezi otoritelere ihtiyaç duymadan, onların denetimi dışında kalan ve transferi yapılabilen ve para yerine kullanılabilen alınıp satılabilen veri aracıdır. Bu veri, aynı zamanda uçtan uca elektronik nakit sistemdir...

 

Bir mal yada hizmetin değerlenmesi arz-talep durumu ile doğrudan bağlantılıdır. Yani Türk lirasının dünya pazarında talep görmesi Türk lirasının Euro gibi para birimleri karşısında değer artışını sağlar. Tam tersi durumda Türk lirasının değerini azaltır. İşte bu durum göz önünde bulundurulduğunda kripto para (coin); hiçbir devlet ya da kuruluşun para değerinin dünya piyasasındaki değer ve konumundan doğrudan etkilenmeden tamamen piyasadaki arz-talep durumuyla değerini arttırması ile hızla değer kazanmaktadır. Kripto paranın bir diğer avantajı ise kopyalanamaz olmasıdır. Yani 1 coin’in üretimi o kadar zor ve algoritması karışıktır ki kopyalanması ve ulaşılabilmesi çok ciddi yatırımlar ister.

 

 

 

 

Kripto paranın en gözdesi; Bitcoin ve madenciliği üzerine…

 

Her kim ki Bitcoin üreticisi/madencisi olmak isterse yapılacak şey çok basit; Bitcoin yazılımını ve beraberinde güncel muhasebe defterini indiren yüksek donanımlı her bilgisayar, o andan itibaren işlem gücünü sisteme katarak işlemleri doğrulamaya ve kayıt hizmeti vermeye başlıyor. Ve artık bir Bitcoin madencisi oluyor.

 [3]  “Madencinin” sisteme sağladığı temel iki şey var. Birincisi; yapılan işlemleri doğrulayan ve kayda geçiren bir muhasebeci misyonuna sahip olması. İkincisi; bilgisayarının sağladığı işlem gücü ve harcadığı elektrik ile sunduğu doğrulama ve kayıt hizmeti karşılığında sistemin yeni Bitcoin yaratmasına olanak sağlaması. Yeni üretilen ve dolaşıma giren bu Bitcoin madencinin e-cüzdanına aktarılıyor. Madenci, Bitcoin elektronik cüzdan hesabına geçen bu yeni Bitcoini yine sanal ağlarda farklı şeylerin alımı ve satımı için kullanarak dolaşıma sokuyor. Yani yeni-yeni Bitcoinlerin yaratılması ve sanal ağda dolaşıma sunulması gerçek bir hizmet, emek ve fiziksel olarak harcanmış bir enerji miktarı karşılığında gerçekleşiyor. Bir Bitcoin yaratmak için ağın toplamında harcanan enerji karşılığının bin dolar mertebesinde olduğu hesaplanıyor. Madenci ayrıca, yapılan işlemden yaklaşık binde bir oranında bir transfer ücreti kazanıyor. Bitcoin ağının ve madencilik teknolojisinin sürekli gelişimini sağlayan bu getiri beklentisi.

 [4] Bitcoin üretimi, dağıtılmış ağ üzerinde Blockchain sistemi tarafından birbirine zincirlenmiş ve Blockchain yazılımı yüklü birden çok bilgisayarın her işlemi rasgele birden çok bilgisayardan doğrulama yaptırmak zorunda olduğundan, ağdaki herhangi bir noktanın (bilgisayarın) kırılıp usulsüzlük yapılması yeterli olmuyor, ağdaki bilgisayarların çoğunluğunun aynı şekilde kırılması gerekiyor ki bu olanaksıza yakın bir zorluk derecesinde. 

[5]Zincirleme bir modelle inşa edilen, takip edilebilen ama kırılamayan Blockchain teknolojisi, bir merkeze bağlı olmaksızın işlem yapmaya izin veriyor. Böylece işlemler direkt olarak alıcı ile satıcı arasında üçüncü bir aracıya (Banka vs.) gerek duyulmadan ve güvenli bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Tıpkı bir zamanlar Napster üzerinden kişiler arası müzik paylaşımının yapılması gibi.

 [6] Üretimi zor ve kopyalanamaz olması sebebinden dolayıdır ki; dünya ekonomi devleri Bitcoin ve benzeri alt coin kripto-para ticareti yapan firmalara yatırım yapıyorlar.

 

 

Kripto para sadece “e-cüzdan” dediğimiz sanal ortamlarda rastlayabileceğimiz bir paradır aslında. Bu durum insanlara güven sorunu oluştursa da şuan bankalardaki paralarımız bizim karşımıza sanal ortamlarda da çıkmaktadır. Yani dünya hızla sanal ortam üzerinden yönetilmeye başladığına göre artık kripto-para kullanılması kaçınılmaz son olarak görülmektedir.

 

 

 

Kripto Paranın dünyadaki dijital döngüsü

 

“Tekniğin gelişimi, insansal ihtiyaçların kaynağıdır.

İnsan aklının bilimsel verilere ve bilgiye dayalı bir üretimi olan teknoloji;

yine onu (insanı) geliştirir ve şekillendirir.” (H.GÜRER)

 

Yeni, eskinin bağrında, onun rahminde doğar ve bilinmeyene atılan cesur adımlarla ortaya çıkar. Onu ilk benimseyenler sonradan herkesin gideceği yolları açanlardır. Genellikle ilk süreçte açılan yollar garipsenir, ret edilir, kapatılır. İlk açılan yolun kapısından geçen kişi(ler) vurulur, katledilir! Yeni herkes tarafından bir anda kabullenilmez çünkü! Ama yine de o kapıdan biri(leri)nin vurulacağını bile bile geçmesi gerekir. Vurulan kişi(ler) o bilinmeyene cesur adımları attıkları ve kapıyı yıkıp geçtikleri için bugün sahip olunan özgürlükleri herkes yaşayabiliyor ve teknolojileri herkes kullanabiliyor…

 

2008'de finansal endüstri çöktü ve belki de buna uygun olarak, Satoshi Nakamoto isimli kimliği bilinmeyen kişi veya kişiler adına sanal para denilen temelinde şifre para birimi kullanan dijital nakit için bir protokol geliştirdiği bir kâğıt yarattı. Bu şifreli para birimi üçüncü bir tarafa ihtiyaç duymaksızın insanların güvenle işlem yapmasını sağladı. Görünüşte basit olan bu eylem, dünyayı tutuşturan bir kıvılcımı ateşledi. Bu durum herkesi heyecanlandırdı, kimilerini dehşete düşürdü kimilerinde ise ilgi odağı oldu.Birçok yerde durum buydu.Kafanız Bitcoin hakkında karışmasın.Sanal para bir mal varlığıdır; iner ve çıkar.Eğer borsacıysanız, ilgi alanınızda olmalıdır.Daha genel anlamda, şifreli para birimidir.Bir ulus devlet tarafından kullanılan resmi para birimi değildir. Ondan daha faydalıdır. Yani sanal para, blok zincirinin sadece bir tanesi.Daha bir sürü var. Etheryum blok zincirini, Vitalik Buterin isimli bir Kanadalı geliştirdi. Bu kişi, 22 yaşında ve bu blok zincirinin alışılmadık bazı yetenekleri mevcut. Bunlardan biri, akıllı anlaşmalar yapmanızı sağlaması. Yani duyduğunuz şekilde. Kendi kendini düzenleyen bir kontrat. İcra, yönetim, performans ve ödeme işlerini halleden, içinde de bir nevi banka hesabı olan insanlar arasındaki bir sözleşme. Bugün, Etheryum blok zincirinde, her şeyi yapmak için devam eden projeleri var. Borsa için yeni bir ikame yaratmaktan, politikacıların vatandaşlara karşı sorumlu olduğu yeni bir demokratik model yaratmaya kadar her şey. [7]

 

Satoshi Nakamoto isimli bu kişi yada grup 2008 yılında kriptolu e-postayla Bitcoin denen bu sistemle ortaya çıkıyor! Kriptografide çok çok iyi biri Nakamoto. Ki, kimliğini bugüne dek koruyabilmiş olması da, Blockchain yazılımındaki kusursuzluğuyla da bunu göstermiştir. Onunla yalnızca yazışarak görüşebilen Bitcointin kripto yazıcıları, onu hiç görmemelerine karşın, onun genç bir japon-Amerikalı kodlayıcıya benzediğini ifade etmekteler. Hal Finney bir kriptograf ve Nakamoto ile çalışan ilk kişidir. Ve tarihte ilk bitcointi Nakamoto’dan alan kişidir!

 

Bitcoin’e ilk dönem ihtiyaç duyanlar, Ross Ulbricht’in internetin “derin internet”i olarak bilenen Deep Web’te alış-veriş yapanlar olmuştur. Deep Web; yani internetin karanlık yüzü olarak da bilinen “derin ağ, derin internet, gizli internet, saklı internet, karanlık ağ” tanımları da yapılan Google-Yahoo gibi arama motorlarıyla erişilemeyecek olan bu “özel” ağda binlerce site var. Bu sitelerin tamamının ismi de “derin ağ”, “karanlık ağ” yani Deep Web’tir. İşte Deep Web’de bulunan sitelerden ve en meşhurlarından biri de “Silk Road”dur. Silk Road olarak yaratılan bu ticaret sitesi Deep Web’in en büyük yasadışı ticaret sitesidir!

 

Silk Road, Bitcoin denen, kesinlikle alışılmadık ama kullanılabilir bu kripto dijital parayı alıp her şeyi satabilen, serbest bir pazar olan modernleştirilmiş, pratik bir kullanıcı ara yüzü ile birleştirmiş oldu. Deep Web’in tüm sitelerinde kullanılan temel para birimi Bitcoin! Silk Road sitesinin milyar dolarlara ulaşan ticari hacmi, dijital para üzerine kurulu! Böylece alıcı da satıcıda birbirini tanımıyor. Kimlik gizliliği esası son derece güçlü bir şekilde sağlanıyor. Dijital para transferi için bir banka hesabına, isim soy isime, kimlik bilgilerine gerek yok. Bu da kimliğin deşifrasyonunu engellemek için yeterli.

 

Her hangi ulusal veya uluslar arası bir bankanın rolü olmayan Bitcoin, bilgisayardan bilgisayara alınıp-verilen-devredilen bir para sistemi. Bu sistemin yazılımının ilk başladığı günden bu güne geçen 9 yıl gibi kısa zamanda Wall Street’i sarsan ve geleceğini tehdit eden bir nitelik içeriyor. Bu niteliğinden dolayı finans alanında yüz yılı ardından bırakmış, Wall Street üzerinde toplanmış finans kuruluşlarının ve New York borsasının geleceğini, onların beslendikleri iktisat teorilerini sarsıyor! Düşünün, kural ve gözetim olmadan, ceza ve vergi olmadan, serbestçe işlem yapılabilen bir piyasa yaratabilmesi fikrine çok büyük ve aleni bir darbe indirilmesi de şarttı. Çünkü Bitcoin internetin anonim kısmını paraya çevirdi. Böylece hükümetlerin, egemen güçlerin alıp-satmanızı istemediği şeyleri alıp satmanızı mümkün kıldı. Bu kısa zaman dilimi içinde dünya parası olmaya doğru ilerlerken, bir çok ülke kendi ‘coint’ini yaratma uğraşı içinde.

 

Deep Web’de neler var?

Google ve Yahoo arama motorlarında ulaşamayacağınız şeyler! Çoğunlukla kirli şeyler. Tabi kimi zaman devletler ve devlet yetkilileri hakkında, kişiler hakkında gizli belgeler. Mesela wikileaks belgeleri ilk olarak burada yayınlandı! Edward Snowden’in yaptığı açıklamalarda yine burada ilk olarak yayınlanmıştı. Yani devletlerin suçlarına dair, devletler tarafından saklanmak istenen ve devletlerce ifade “özgürlüğü sayılmayan” önemli belgelerin paylaşıldığı belgelerden tutalım da türlü sapık video ve fotoğraflar, dolandırıcı, katil ve kısacası “yasal” olmayan akla gelebilecek her şey!

 

Ross Ulbricht’in yaptığı Tor (anonim ağ sistemi) ile Bitcoin’in bir kombinasyonunu kurmaktı. Yani internetin anonim kısmını paraya çevirmekti. Bu, akla gelebilecek her türlü kaçak malı almada kullanılan, teoride son derece anonim bir paranın geçtiği ve yine teoride son derece anonim bir web sitesiydi. Bunun denetimini sağlayamayan sistem bu yüzden de gerek Deep web’i gerekse o ağda en büyük yasa dışı ticari siteyi kuran Ross Ulbricht’i cezalandırarak Bitcoin’e yönelik bir mahkumiyet geliştirdi. Zira Ross Ulbricht’in cezalandırılması var olan yasalarla çizilmiş sistemi Tor, Bitcoin vb. yazılım ağlarıyla sistemi delme, onu tehdit etmeye devam edenlere bir ibret olmalıydı! Çünkü onlar için “Bitcoint kullanmak denetimsiz piyasalar ve teknolojilerle açık kaynak kripto paralarla haltlar karıştırmak isteyen herkes, bunu yapmaya kalkar ve devam ederseniz sizi en ağır cezalara çarptırırız”dı! Böylece Ross Ulbricht tutuklanır ağır hapis cezasına çarptırılır (ömür boyu) ve kurduğu Silk Road sitesi kapatılır.

 

Bitcoinlerin yasal statü kazanmasının bir yolu vardı. O da hükümetlerin denetimine girmesi, onların kontrolünde olup, onlara vergi vermesiydi! Bu işi yapacak bir borsa yoktu! Oluşmasının yolu da buydu! Bitcoin gibi dijital paralara hükümetlerin ilk tepkisi “uyuşturucu satıcılarının sığınağı/yatağı” olmuştur! Bu şekilde insanların ilgisini uzak tutmaya çalışmışlardır. Bunun sebebi, takip edilemiyor olmasıdır!

 

İnternette bir suç işlendiğinde “siber dedektifler” izinizi bulabilirler. Çünkü IP adresiniz vardır. Bu IP adresi telefon numarası, evinizin adresi gibidir. Bilgisayarınızdan girdiğiniz her web sayfasında giriş yaparken bu IP adresinizin izi kalır. Böylece nerelere girip çıktığınız kolayca bulunur. Ancak “Tor” ağında bu olanak yoktur. Çünkü “Tor” bir anonim sistem/ağdır ve Tor tarayıcısını kullandığınızda IP bilgileriniz bilgisayardan bilgisayara atlar. Sürekli IP adresi değişir. Tor ile gezinti yaptığınız süre içinde yüzlerce binlerce IP adresi üretilir. Böylece orijinal IP adresinizi bulmak imkansızlaşır!

 

Tor tarayıcısında ki diğer bir güvenlik ise, sizin Google veya Yahoo tarayıcıları üzerinden eriştiğiniz/girdiğiniz siteler-sayfalar sizin bilgilerinizi kaydeder! Bu da sizin hacklenmeniz için bir güvenlik açığıdır! Ancak Tor tarayıcısıyla yapacağınız girişlerde bilgilerinizin bu “bilgi bankalarında” toplanması sağlanamaz ve bir derece daha “güvenli” gezinebileceğiniz gibi hacklenmeniz de kolay olmaz!

 

Tor’un benzer kullanımları olan diğer bileşenine ise “Tor gizli servisleri” denir. Bu “Tor gizli servisleri” basit tanımıyla sonunda “com” olmayan bir url’dir. Yani sonunda “com” yerine “onion” vardır. Tor’un kendine ait bu alanında gözetim ya da kural olmadan web sitesi açabilir ve özgürce ticari-siyasi vs. işlem yapabilirsiniz! Basit ifade ile bu karanlık ağ, interneti gözetimi altında tutan egemen güçlerin görüş alanının bir nebze dışındadır!

 

Bitcoin’le ilgili olarak mevzuat elbette büyük bir sorun. Çünkü Bitcoin’in çıkışı “çıkıp her şeyi alt üst edeceğiz” şeklinde. Ama diğer yandan “yasal” kanuna uyma sorunu da var! Bu bir çelişki gibi gözükse de “yasal” olmayan para aklama işini günümüz sistemi ve bankaları icat etmiştir. Onların yasal çerçeveleri sizin bu çıkışınızı “yasal” olmayan çerçeveye oturtmaları normal. Ama kitleler tarafından kabul görürseniz onların “yasal” veya “yasa dışı” gördükleri zeminin bir önemi kalmıyor. Dolayısıyla da kripto paralar, küresel finansı altüst edecek, ödeme şekillerimizi değiştirip-dönüştürecek, hayatımızı ve geleceği şekillendirecek, kapitalizmin iktisat politikalarını yerle bir  edip dünya parası olacaktır. Kapitalist devletler, kripto paranın karşısında, ya yüzyılların ağır, hantal ve otoriter sistemlerinden vaz geçip dönüşecekler, ya da bunun karşısında var olma zeminini yitireceklerdir! Çok iddialı ve keskin bir söylem farkındayım, ancak gelişimin araçlarını durduran, o araçlara uyum sağlamayan, ona paralel değişip dönüşmeyen her toplumsal sistem, her ideolojik kuram çözülmeye, geride kalmaya mahkûmdur.

 

Toparlarsak; dünya hızla sanal ortam üzerinden yönetilmeye başladığına göre, artık kripto para bizce kullanılması kaçınılmaz olarak görülmektedir. İktisadi gücü ve dolayısıyla üretim kaynaklarını elinde bulunduran kesim; Din, Hukuk, Siyasettir. Bunlar aileyi, eğitimi, sanatı, kısacası yaşamı kontrol altında tutar. İktisadi gücü ve dolayısıyla üretim kaynaklarına gelecekte hakim olacak şeyin ise kripto paranın olduğu şüphe götürmez.

 

Teknolojinin gelişimi ve gelecek…

21. yüz yılda artık bireylerin yaşadığı dünya ikiye ayrılıyor: Gerçek dünya ve dijital dünya. 2020 yılında yaklaşık 50 milyar cihazın birbiriyle iletişim halinde olacağı tahmin ediliyor. Akıllı üretim sistemlerinin, (yapay zekanın) akıllı şehir, ev, lojistik, şebeke, cihaz unsurlarının sosyal ağlar ve e-ticaret ağlarıyla birleşmesi sonucu veriler, hizmetler, nesneler ve bireylerin internet ortamını kullanarak kuracağı ekosistemdeki ağın önümüzdeki çeyrek asırda küresel ticaret hacminin yaklaşık yüzde 46’sını etkileyeceği öngörülüyor.[8]

Devam edecek...

 



 

[1] http://blokzincir.bilgem.tubitak.gov.tr/blok-zincir.html

[2] ‘Coin’ kelimesinin Türkçe karşılığı : Madeni paradır.

[3] https://sarkac.org/2018/01/bilisim-devrimi-isiginda-kripto-para-2-mehmet-inhan/

[4] mehmet-inhan, age.

[5] mehmet-inhan, age.

[6] https://multinet.com.tr/Basin-Odasi/Basinda-Biz/Sayfalar/blockchain-nedir-bankacilik-icin-neler-getirecek.aspx

[7] https://www.ted.com/talks/don_tapscott_how_the_blockchain_is_changing_money_and_business/transcript?language=tr#t-266765

[8] http://www.fortuneturkey.com/akilli-uretim-cagi-endustri-40-42841

 

Kripto paranın Ekonomi Politiği-IV

Kripto paranın Ekonomi Politiği-IV

H.GÜRER

25 Nisan 2018



Peşin/Cash ödeme devri kapanmak üzere!

Konser, sinema, tiyatro, müze giriş biletlerinden; metro, tramvay, uçak, teren, uber taksi yolculuklarına, online satış mağazalarından, pizza-sushi yemek siparişlerine kadar yaşamın her alanında nakit/cash olmayan elektronik ödemelerle ihtiyaç ve gereksinimler karşılanıyor. Hatta elektronik ödeme ile İstanbul’dan Amsterdam’daki sevgilinize bir demet gül ve hatta başkaca hediye paketleri dahi göndermeniz mümkünken, aynı şekilde İstanbul’dan New York da okuyan çocuğunuza pizza siparişi dahi vermeniz, mahalle bakkalına gidip ekmek almaktan daha basit!

 

Ancak elektronik ödemeleri sanal kripto para birimleriyle karıştırmamak gerekiyor. Kripto paraların en yaygın olanı Bitcoin'in piyasa payı yüzde 80'i buluyor. Bu sanal para birimi merkez bankası tarafından değil, bir bilgisayar şebekesi tarafından yaratılmıştır. Bitcoin gibi blok zinciri (blockchain) teknolojisi ile geliştirilen ve değerleri durmaksızın artan, matematiksel bir yazılım algoritması ile üretilen ve ‘sanal para’ olarak tanımlanan yüzlerce ‘coint’  en rövanşta olanlarıdır. Günümüzün en çok konuşulan yatırım araçlarından birisi de kripto paralardır. Yalnızca geleceğe dair dünya parası olma gücü değil, güncel reel durumda en yüksek değer birimine de sahiptir.

 

Devletler kendi coin’lerini çıkarmayı planlıyor

Büyük Britanya parlamentosunun üst meclisi olan Lordlar Kamarası geçtiğimiz günlerde, Blockchain teknolojisini araştırmayı ve dağıtımlı defter teknolojisini (DLT) hizmetlerde kullanmayı hükümete tavsiye etti. Lordlar Kamarası, teknolojisinin; ulusal güvenlik, sağlık hizmetleri, siber güvenlik, gümrük ve göçmenlik gibi alanlardaki muhtemel kullanımlarının, hükümet tarafından araştırılması gerektiğini ifade etti.

 

“İnternet Cumhuriyeti” olmak için son dönemde yaptığı teknolojik yatırımlar ile adını sıkça duyuran Estonya, sanal para olan Bitcoin’e rakibi olacak kendi sanal parası ‘EstCoin’ adını verdiği sanal para birimi uygulamasına geçeceğini ilan etmişti. Vatandaşlarının dijital hizmetlerden yararlanması için e-vatandaşlarıyla sınırlı olacak şekilde EstCoin çıkartma kararı almıştı. Anlaşılacağı üzere EstCoin, Estonya’yı temsil eden ülkenin resmi para birimi değil ve değiş-tokuş kapsamı da çok sınırlı.Bu projeyi hayata geçiren Estonya, dünya üzerinde ‘sanal para’ birimi kullanan ilk ülke oldu.

 

Japonya ise, Bitcoin ve kripto piyasasına sıcak bakan ülkelerden biri olduğunu her fırsatta gösteriyor. Ülkede farklı alanlarda Bitcoin ve diğer kripto para birimleri benimseniyor ve bir çok işletmede kabul ediliyor. Ülkedeki bu olumlu yaklaşımlara bir yenisi daha eklendi. 27 Ocak’ta Japonya’nın en büyük elektronik perakendecisi olan Yamada Denki, Bitcoin ile ödeme kabul etmeye başladığını duyurdu.

 

 

Güney Kore’nin yerel medya organlarına göre ülkenin en büyük e-ticaret platformlarından biri olan WeMakePrice, yine ülkenin en büyük kripto para exchance şirketi olan Bithumb ile işbirliği yaparak aralarında Bitcoin, Ethereum ve Litecoin’nin de bulunduğu 12 kripto para birimini sistemlerine dahil edeceğini duyurmuştu.

 

KzCoin’in Kazakistan’ın resmi para birimi olduğuna ilişkin bir açıklama yok ve henüz piyasada değil. Ancak web sitelerinde açıklanan yol haritasına göre Kripto Arzı (ICO) geçtiğimiz 28 Şubat tarihinde yapıldı. Yol haritasına bakılırsa en erken 6 ay sonra çıkabilir gibi ve yol haritasındaki takvimlemenin sadece yıl bazında yapılmış olması, konunun ne derece profesyonel ele alındığına ilişkin kuşkular yaratmakta. Aynı durum, Azerbaycan’da geliştirme aşamasında olduğu tahmin edilen ve birkaç İnternet sitesinde çıkan haber dışında pek fazla bilginin olmadığı AzCoin için de geçerli. Tüm bu gelişmelerden yola çıkarak henüz hiçbir ülkenin kendi resmi para birimine entegre ve ülkeyi temsil edebilen bir Kripto Para çıkarmadığını söyleyebiliriz. Estonya’nın çıkardığı EstCoin de buna dahil.

 

Geçtiğimiz günlerde Rusya parlamentosuna sunulan yasa taslağına bakılırsa Rusya, mevcut banknot rublelerinin bir kısmını yakıp eksilen miktarı Kripto Para olarak yeniden dolaşıma sokmayı ve bu sayede ABD’nin ekonomik yaptırımlarını aşmayı planlıyor. Zaten kafalarındaki Kripto Paralara dayalı ekonomik iş modelinin öncü işaretlerini de geçtiğimiz günlerde Türkiye ile yaptıkları buğday alım-satımının taşımacılık ücretinin Bitcoin ile ödenmesi ile vermişlerdi. Türkiye’de ise emlak satın almak için kripto para kullanmak mümkün. Görünen o ki Türkiye halkı kripto para etrafında bir ekonomi inşa etme fikrini oldukça ciddiye aldı. Kim bilir belki de böylesi bir para birimi, yakın gelecekte küresel ekonomideki yerini alır.

[1]

 

Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu, bize gelecek hakkında ipuçları verebilir nitelikte. Bu foruma bakarak; Rusya ve Venezuela gibi kendi sanal para birimini çıkarmaya hazırlanan ülkeleri takip etmeye meyilli devletlerin sayısının,  giderek artacağının muhtemel olduğu sonucuna varmak yanlış olmayacaktır. Kore ve Japonya’nın kripto paraları vergiye tabi tutmak istemeleri de onların devletler düzeyindeki meşruluğunun bir ifadesidir.

 

Kripto paraların piyasaya çıktığı günden buyana değerlilik hareket tarzına göz attığımızda, görülecektir ki 2017’den bu yana Ethereum ve diğer kripto değerlerin yükselişiyle birlikte Bitcoin’in piyasa değer dominansı şu an %30’larda. Yani artık Google’da “bitcoin nedir” diye aratan bir yatırımcı kitlesinden, Bitcoin’i görece daha iyi kavramış ve blok zinciri (blockchain) teknolojisinin olanaklı kıldığı diğer projelere de ilgi duyan bir kitleye doğru ciddi bir evrilme olduğu söylenebilir. Bu gelişme bana kalırsa marketin uzun dönemdeki istikrarı için son derece pozitif bir somut ilerlemedir. Bitcoin veya diğer kripto paralar değerlerinde düşmeye devam etsinler ya da etmesinler, değerlerinin zaman içinde daha ‘sağlıklı’ olacağı kesin.

 

Bu arada kripto paranın kaynağı olan Blockchain’in sistemi, kamu sektöründeki kullanımının ve teknolojinin getirdiği merkezsiz ve denetimsiz güven mekanizması vasıtasıyla, devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiyi değiştirebileceğine de işaret ediyor!

 

Kapitalizmin iktisat teorilerini alt-üst eden bir sanal yazılım; Kripto para

Kripto yazılımlı dijital paralar; hiçbir hacmi olmayan, hiçbir yer kaplamayan, elle tutulup hissedilmeyen, sesi ve kokusu olmayan, ancak kıtlık rantı teorisiyle oluşturduğu yoğunluğuyla mevcut kapitalist sistemin iktisat teorilerini öz kütlesiyle tehdit ediyor. Dijital para, devletin kontrolü dışında bir değişim ekonomisinin ve yayılmasının gerçekliğini ifade ediyor. Konumuzun özgün hali, burjuva iktisat sistemini ve buna bağlı olarak burjuva politik iktisadını, toplumsal ilişkilerini sarsıyor, alt-üst ediyor. Bizim de bu çıplak gerçekliği görme ve ezilenlerden yana olan yönlerini yorumlayıp irdeleyerek açığa çıkarmamız gerekiyor.

 

Hiçbir otorite ve devletin denetiminde olmayan Bitcoin ile diğer merkezsiz ve gizlilik odaklı kripto paralar, dünyadaki en büyük en global değişimi sağlayacak yeniliktir diyebiliriz. Bu yenilik; paranın kontrolünü ve gücünü devletlerin ellerinden alarak, onu kullanmakta olan insanların ellerine teslim etmektedir. Bu, devletlerin otoritesini, mevcut ekonomik sistemi tanımayan “özgürleştirici” teknoloji, şüphesiz ki dünya devletleri tarafından ya denetimleri altına alınmak istenecek, ya alternatifi geliştirilecek ya da bu teknoloji baltalanmak istenecektir. Devletler bunu yapacaklardır. Ne zannediyoruz, kapitalizmin öyle kolayca vaz geçeceğini mi? Kapitalizme alternatif finansal bir sistem inşa edilirken ve insanlar bunu kullanmaya başlarken, kapitalizm bunu seyretmez. Çünkü bu, kapitalizm için bir rekâbet değil, onun varlığını hedefleyen bir gerçekliktir.

 

 

Wall Street ve tüm dünyada, finansal endüstri bu konuda bir ayaklanma hâlinde.Bu boşuna değil. “Yerimizi başkası alıyor” paniği içindeler. Bu durumun getireceği varlık gereksiniminin ortadan kalkması ve yok oluşuna neden olacak bu teknolojik devrimi kendi varlığını korumak ve başarı elde etmek için nasıl ele alır, nasıl kullanır diye çırpınıyorlar. Blockchain yazılımı ve kripto para, sömürü sisteminin elçileri olan aracıları ortadan kaldırdığı için mevcut kapitalist sistemin işleyen çarkına çomak sokup bozuyor. Kapitalizm yayılan bu tehlikenin gayet iyi bilincinde. Bu yüzdende kendisini tüm ağır, hantal, klasik yanlarından arındırarak Blockchain sistemine uyarlamaya çalışıyor. Bankaların da dahil olduğu farklı oyuncular e-ticaret, dosya paylaşımı ve haberleşme gibi işlemler için Blockchain’i keşfetmeye ve kullanmaya çalışıyor. Kapitalizmin bunu başarmasında büyük bir engel olmadığını görmeliyiz. Çünkü çok esnek ve değişime açık bir sistem olduğunu unutmamalıyız!..

 

Hiçbir şey yapmadan dünyanın en elit yaşamını süren, en zenginlerini oluşturan, dünyayı yöneten bu sınıfların tam olarak yaptıkları şöyle: Düşünün, gelişmiş dünyadan gelişmekte olan dünyaya en büyük sermaye akışı kurumsal yatırım veya yabancı yardım değildir. En büyük yatırım para havaleleridir. Bunun adı küresel diasporadır. Avrupa da yaşayan Türkiyelileri, Latin Amerikalıları, Afrika ve Ortadoğuluları vd. bir çok kesimleri örnek alalım. İnsanlar bir şekilde ve bir çok nedenden dolayı kendi ülkesinden çıkıp Avrupa’ya gitmiştir. Ve ülkelerindeki ailelerine para gönderirler. Bu para havaleleri ‘gelişmiş dünyadan gelişmekte olan dünyaya doğru akar gider. İşte bu dünyadaki en büyük sermaye akışıdır. Öyle ki, istatistikler bunun yılda 600 milyar dolara tekabül ettiğini söylemektedir. Bu rakam her yıl gittikçe artıyor ve bu kişiler her havale karşısında yapılan kesintilerden, alınan işlem ücretleriyle kazıklanıyorlar. 600 milyar dolara tekabül eden sermaye akışındaki işlem ücreti kesintilerinin astronomik rakamlarını düşünün artık. Yalnızca bununla da sınırlı değil; Bankaların gelirleri arasında işlem ücreti denilen kısım  (EFT, havale, SWIFT, kart aidatı) ülkeden ülkeye değişmekle birlikte kimi ülkelerde %10 iken kimi ülkelerde bu %30 arasında bir oran tutuyor. Türkiye bankalarında bu oran %20 civarında.İşte "Yerimizi başkası alıyor” paniği içinde olan sınıfların ne kadar büyük miktarları ne kadar kolay bir sömürü ağıyla kazandıklarının basit bir örneği. Ancak bu durum kripto para sistemi ile üçüncü şahısların gereksinimi ortadan kaldırılarak tersine çevriliyor. Blockchain yazılımı ve kripto para olgusu, bu sınıfların varlığını tehdit eden, insanlar üzerindeki asalakça sömürülerini ortadan kaldıran bir devrim niteliği taşıyor. Kripto paralardan Bitcoin ve türevleri bankacılık işlemlerinin yerini aldıkça, bankalar %20’lik gelirin büyük kısmını kaybedecekler. Kripto para, sınıf mücadelesinin, uluslararası kapitalist sistemin ekonomik döngüsüne karşı dijital alandaki devrimci hamlesi olarak görülmesi gerekiyor…

 

 

Mudilerin bankaya para yatırmasının iki temel nedeni vardı. İlki paranın çalınacağı korkusu, diğeri saklama zorluğu. Bitcoinler bunu tamamen ortadan kaldırıyor. Çünkü şifrenizi kaybetmedikçe bitcoinleriniz çalınamıyor. Bir kasaya da ihtiyaç  yok. Bir usb bellek, bir bilgisayar ya da bir cep telefonu sizin kasanız. Bunları kaybetseniz bile kurtarma şifreniz sizde olduğu sürece paranızı geri getirmeniz mümkün. Cüzdanınızı pek çok yere birebir ve birbiriyle etkileşimli biçimde kopyalayabilirsiniz de. Böyle bir durumda insanlar bankaya para yerine bitcoin yatırma ihtiyacı duymayacaktır. Bu durum, bankacılık sisteminin sonu anlamına gelir. Oysa bankacılık sistemi, kapitalizmin vazgeçilmez öğelerinden biridir. Bankaların sağladığı krediler olmayınca, yatırımlar duruyor, sadece çok güçlü öz sermayesi olan şirketlerin ayakta kalabildiği bir tekelleşme ortaya çıkıyor ve yeni yatırımlar yapılamaz hale geliyor. [2] Bankaların ortadan kalkması aynı zamanda kapitalizmin nefes borularının da kesilmesi anlamına geliyor. Kripto para ile tüm dünya ortak bir para birimine geçtiğinde, (Bu durum zaman gerektirecektir. Çünkü; mevcut klasik para sisteminin dünyada kabul görmesi, yüzlerce yıllık bir zamanın sonucudur.) paranın kontrolü ilk kez merkez bankalarından dünyanın sıradan insanlarına geçmiş olacaktır.Çünkü merkez bankalarının yaptığı bir çok fonksiyon (Para basmak, Ülke parasının değerini diğer ülke paralarına göre belirlemek, döviz stoklamak vb. gibi) işlevsizleşir. Bankalara gereksinim kalmaz.

 

2009 yılında Blok zinciri teknolojisi ilk kullanım alanı olan Bitcoin ile ortaya çıktığında, dört farklı bilim bir araya gelmiş oldu. Bu bilimlerin hepsi mevcuttu fakat, hepsini bir arada kullanmak Bitcoin'in devrim niteliğinde olmasını sağladı. Bitcoin ile dağıtık güven oluşturulup bankalardan bağımsız bir para iletişimi sağlandı. Kayıtların ve transferlerin tutulması yöntemi yeni bir veri tabanı yaklaşımı oluşturdu. Yeni bloklar oluşturulurken emeğin ispatı anlamına gelen proof-of-work yaklaşımı ile madencilerin teorisini oluşturdu. Madencilerin tüm bu işlemleri yaparken kriptografik hesaplamaların zorluğunu arkasına alarak harcanan emeğin bir varlık/emtia/değer olmasını sağladı. [3]

 

 

İnternetin ilk çağı, bilgi interneti, bize varlık getirdi ama paylaşılan bir refahı değil. Çünkü sosyal eşitsizlik artıyor.Bugün dünyadaki savaşların temelinde bu sorun yatıyor. Varlık oluşumumuz mevcut ama artan sosyal eşitsizlikler var. Mesela dünyadaki mülk sahibi yüzde 70 oranda insanın sahip oldukları zenginliği hak etmedikleri biliniyor. Ancak bunun karşısında bir şey yapılamıyor. Bu eşitsizliklerin çözümü için yeni yaklaşımlar geliştirmeliyiz. Bunun tek yolu kişilerin, tekellerin, kartellerin ellerinde biriken varlığı kitlelere dağıtmak! Sömürüye son vermek. Bunun klasik yöntemleri tarihte mevcut. Ancak daha güncel, daha can alıcı, daha köklü yöntemler geliştirilmelidir. Dünya, teknolojinin evrimiyle dijital küreye doğru dönüşürken, teknoloji eşitsizlikleri ortadan kaldırabilmenin, sömürüsüz bir dünya kurabilmenin fırsatını bir başka şekilde deneme şansı veriyor.

 

Dijital çağın en güçlü iki öğesi var. Biri bilgi, diğeri ise veridir. Bugünün dijital dünyasında veriyi bir mal varlık türü olarak algılayın. Sizin yaptığınız her şeyin çetelesini tutan ve asla unutmayan, önceki mal varlıklardan daha büyük bir şey. İstisnasız herkes dijital alanda bu veriyi yaratıyor. Yaptığımız her işlem, bir haber dahi açıp okuyup çıkmak, girdiğimiz sayfa ve kaldığımız süreye kadar hepsi veri olarak depolanıyor. Bu sanal izlerinizi, bu verileri bir “mal varlığı” olarak düşünün! Bunu her gün her an yaratıyoruz ve bu dijital kırıntıların izini arkamızda bırakarak, hayatımıza devam ediyoruz. Bu kırıntılar bizim eş görüntümüz içinde toplanıyor, yani sanal hâlimiz oluyor. Sanal hâlimiz, bizi bizden daha iyi tanıyor. Bu nasıl oluyor? Çünkü biz bir yıl önce ne aldığımızı, ne okuduğumuzu, ne yazıp söylediğimizi veya nerede olduğumuzu hatırlamayız. Ancak sanal hâlimizde toplanan verilerimiz her şeyimizi açık seçik ortaya koyar. Her verimizden alışkanlıklarımızı, kişilik özelliklerimizi çözümleyecek bilgilere dek ulaşırlar. Öyle ki, bu verilerin toplamından kimlik yaratmak için sahibinin siz olduğunuz sanal sizi yaratmak üzerine kafa yoran şirketler dahi mevcut. Bu veri tabanı sizinle birlikte hareket hâlinde. Dünyanın neresine gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım unutmayan bir karakteri var. Öyle ki hoşlandığınızı bildiği ürünleri dahi sürekli size reklam olarak sunuyor. Bilgi mahremiyetimizi yok ediyor. Oysa bilgi mahremiyeti özgür bir toplumun temelidir. Kapitalizm de özgür bireyler değil, tüm kişisel verileri tek merkezlerden havuzlandırılmış modern köleler konumundayız. Kapitalizm bizim verilerimizi bu vb. vesilelerle alarak kendisine de kullanma yetkisi veriyor. 

 

Sonuç olarak;

Sanal paralar, 500 milyar dolarlık büyüklükleri ile dünya ekonomisi içinde halen küçük bir su damlası gibidir. Dünya altın piyasası 8 trilyon dolar, küresel hisse senedi piyasaları 75 trilyon dolar, küresel para piyasaları 90 trilyon dolar, gayrimenkul 200 trilyon dolar civarında yani Bitcoin'in 1000 katına kadar değerler görebiliyoruz. Bu parasal büyüklükler Bitcoin’in yanında devasa kalır. An itibariyle hiçbir devlet için tehlike arz etmiyorlar. Ancak büyüme hızı çok kısa sürede trilyon dolarları fazlası ile aşacaktır. Şu ana kadar ki Bitcoin alıcılarının büyük çoğunluğu teknolojiye yatkın genç insanlar ve küçük çaplı akıllı yatırımcılardır. Onların Bitcoin’i taşıdığı seviye 500 milyar dolar oldu. Çok yakın gelecekte kurumların ve devletlerin Bitcoin alışlarına şahit olacağız ve Bitcoin piyasasının büyüklüğü çok kısa süre de trilyon dolar seviyesini geçmiş olacaktır. Dalgalanmaları da  Bitcoin bir dünya parasına dönüşene kadar azalarak devam edecektir.[4]

 

 

Halihazırda dünya ticaretinin en revaçta para birimi olan dolar, dünya ticaretinin para akışını sağlayan küresel finans sistemi üzerinden dünya ekonomisi ve siyasetine yön veren ABD’nin, ve tabi ki kapitalist sistemin mevcut düzenine meydan okuyan kripto paraya karşı, yasaklama ve itibarsızlaştırma şeklinde karşılık verilmekte. Rusya, ülke içi ve giderek ülkeler arası Kripto Para kullanım pratiklerini çeşitlendirmeye uğraşıyor. Bu gidişata kendisiyle ekonomik ilişkide bulunduğu (mesela Kripto Para hazırlıkları yapan Kazakistan, Azerbaycan ve hatta Şangay Bloku üyesi) ülkeleri de dahil etmeye başlarsa işte o zaman para kavramına ilişkin tarihin akışı değişir. Kripto Para alanındaki olası bu hareketlerin önümüzdeki dönem dünya ekonomisi ve hatta siyasetinde ilginç bloklaşma ve çatışmalara yol açabileceği kanaatindeyim.

 

 

Kripto paraların, dünya ekonomik sisteminde oluşturması muhtemel değişiklikleri burada saymakla bitiremeyeceğiz. Zira makalede uzadıkça uzadı. Ancak şu çok açık; objektif baktığımızda kripto para, her ülke için, dünyanın hegemonik parası olan ABD Doları'na bağımlılıktan kurtulmanın yolunu da açıyor. Öyle ki, bu durum  ABD dışındaki ülkeler için de büyük avantaj sağlayacaktır. Kripto para, bu hegemonik tekeli kırmakta oldukça iyi ve kararlı bir oluşum olarak görülüyor.ABD, doların dünyadaki etkinliğini yitirmesinden kaynaklı tedirgin halde olsa da, yukarıda da vurguladığımız gibi kapitalizm çok esnek ve değişime açık bir sistem. ABD, bünyesinde barındırdığı zeki insanlarla bu yeniliğe çok hızlı bir şekilde kendisini uyarlayacağı da ayrıca bir gerçek. Hatta sanıldığı aksine bu yeni devrime en çabuk uyum sağlayan devletlerden biri olacaktır. Durumu erken fark edenin büyük avantajlar sağlayacağı bir dünyadayız. Bu farkındalığı dünyanın ezilenleri fark edip bir adım öne geçmenin yol ve yöntemlerini yaratma çabası içinde olunabilir.

 

Bitti...

 

 

[1] http://coin-turk.com/bitbon-turk-girisimcilerin-ilgisini-cekiyor

[2] http://www.idealhaber.com/yazar/koray-pehlivanoglu/bitcoinin-ekonomi-politigi-(2)/400.html

 

[3] http://blokzincir.bilgem.tubitak.gov.tr/blok-zincir.html

[4] http://www.idealhaber.com/yazar/koray-pehlivanoglu/bitcoinin-ekonomi-politigi-(2)/400.html

 

https://hakangurer.blogspot.com/2018/04/kripto-parann-ekonomi-politigi-i.html

 


https://hakangurer.blogspot.com/2018/04/kripto-parann-ekonomi-politigi-ii.html


Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)