SUNU Dağlar, Dağlar…
El yazması dosya elime geçtiğinde; “Halil ne çok şey yazmış yine” diye düşündüm. Sonra “eee yaz, yaz diyen sendin, şimdide okuyacaksın mecburen” dedim kendi kendime. Yazdıklarını okuduktan sonra da; “Halil ne çok şey yaşamış, o yazmayacakta kim yazacak” demekten de alamadım kendimi. Evet, Halil’i yazması için teşvik ederdim.
Sadece Halil’i teşvik etmedim elbet; pek çok yoldaşı, arkadaşı yazmaları konusunda zorladığım da oldu. Çünkü “yazı” hem düşünsel üretim hem de belge idi. Belge ise hafıza… En önemli belgenin insanın kendisi olduğunu düşünürüm. Bu nedenle yaşayanlar; yaşadıklarını mutlaka yazmalı ve kayıt altına almalıdırlar. Bunu çok kıymetli bulurum. Zira yaşayanlar yaşadıklarını yazarsa hem gerçekler bilinir, hem de egemen ideolojinin kalemşorlarine gerçekleri çarpıtma ve yalan tarih yazma olanağı verilmemiş olur. Bu anlamda tarihsel ve toplumsal gerçeklerin yazımı, bir başka deyişle tarih yazımının egemenlere bırakılmayacak kadar yaşamsal öneme sahip olduğuna inanırım.
Bir dönemin öznesi olarak Halil siyasal mücadelenin bir kesitinde yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını anlatıyor. İyi de anlatıyor. Ancak bir kusuru var Halil’in; kısa yazamıyor… Bu kalın kitapların her biri bir dönemin kişisel hafızasıdır desek yanlış olmaz. Tarih, bellek ve düşünce üretimi ilişkisi içinde ele alındığında bunun ne kadar önemli olduğu görebilir. Bu kitap, “Metris’ten Munzur’a Bir Firarin Öyküsü” kitabının devamı olarak okunabilir.
Zira Halil Munzur’a gerilla faaliyetine başladığı yerde bırakmıştı anlatımını. Şimdi bıraktığı yerden başlayarak yaklaşık 6 yıllık “gerilla yaşamını” anlatıyor. Bu kadar detay ve uzun anlatımlar gereklimi bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki yaşananlar son derece ağır, ödenen bedeller ise çok büyük… Anlatılanları okurken; dağlara dair bildiğim ne kadar türkü, yitirilmiş yoldaşlara dair ne kadar ağıt varsa mırıldanıp durdum. Duygu dünyam bir kez daha alt üst oldu; sarsıldım… Dersim ve dağlarında hem tarihsel hem de güncel ne çok acı var diye düşündüm. Bunu sadece “toplumsal tarihimiz” açısından değil, 6 aynı zamanda “kişisel tarihim” olarak da ele aldım. Zira hem Dersimliyim, hem de anlatılan siyasi süreçlerin öznelerinden biriyim…
Dersim de İbrahim Kaypakkaya ile başlayan devrimci mücadelenin çok önemli bir aşamasını anlatıyor Halil. Devrime, sosyalizme inancın ve tutkunun bayraklaştığı bu dağlarda ihaneti de yaşamak ve görmek hiç birimiz açısından kolay atlatılacak bir durum değildir elbet. Ne varki hakikatlerle yüzleşmek görev ve ahlaki bir sorumluluktur. Evet; bir yerde zirveler ne kadar keskin ve yüce ise çukurlarda o kadar derin ve köhnedir… Kaypakkayadan bu yana Dersim dağlarında büyük direnişler ve kahramanlıklar yaşandı. Halil bir yanıyla bu kahramanlıkları anlatırken, öte yandan ihaneti de anlatıyor.
“Metris’ten Munzur’a Bir Firarin Öyküsü” kitabında okuyucu özgürlük tutkusunun nasıl gerçeğe dönüştüğünün ve dönüşebileceğinin türküsünü, marşlarını dinledi. Üzülerek ve kahrederek söylemeliyim ki bu kitapta yenilgiye ağıt dinleyecek okuyucu… Neden “yenilgiye ağıt” diyorum? Bunu okuyunca anlayacaksınız. Halil Munzur’a gittiğinde yaşanan ayrılık ve yenilgiler nedeniyle 4-5 kişilik bir bileşenden bahseder; Yıl 1989. Mücadele kararlılığı yüzlerce kişiden oluşan bir gerilla hareketine dönüştürür… Ancak Halil Munzur’dan ayrılmak zorunda kaldığında “ kaderin cilvesi” mi denir bilemiyorum geride 4-5 kişi kalmıştır; Yıl 1995. Halil bu ağır tablonun nedenleri üzerine değerlendirmeler yapıyor. Bu değerlendirmelere katılır ya da katılmayız. Fakat yaşananların birer hakikat ve olgu olarak ele alınması sağlayan bu çalışmanın kendisi son derece kıymetlidir. Halil’in anlattığı sürecin öznelerinden biri olarak okudum.
Elbette yaşanan olumlu ve olumsuz süreçlerden sorumluluklarım oranında payımda vardır. Dolayısıyla sürecin hem tanığı, hem sanığı hem de mağduru hissediyorum kendimi. Halil’in “birlik”, “1.OPK”, “darbe ” dediği pek çok “süreçleri bizzat yaşadım. Bazen dışarıda, bazen hapiste… 1. OPK’da karşılaştığım ve incelediğim “Parti gerçekliği” karşısında hayal kırıklığı yaşamış ve “ Bu parti sosyal yaşamda devrimci değil. Demiştim. Bu değerlendirmeye “Laz Nihat” ve ekibi sert tepki göstermişti. “Devrimci değil” dediğim çizgi ne yazık ki düşmanında yönlendirmesiyle egemen oldu.
Biz tutsak edildik. Parti parçalandı. İlkeler, değerler tedavisi olmayan hastalıklardan kurtarılamadı... Bu anlamda Halil sadece parçalanmayı anlatmıyor. Düşmanın doğrudan ve dolaylı olarak bir hareketi nasıl çürütüp yok ettiğini ve Komünistlerin buna karşı nasıl çaresiz, başarısız kaldıklarını, yani yenilgilerini anlatıyor. Süreçleri kişilerle açıklama yanlısı değilim. Elbette bazı kişilerin “tarihsel rolü “nü yadsıyacak da değilim. Bilimsel olmayan düşünüş tarzının nasıl büyük yanlışlara, yanlışların nasıl büyük suçlara ve yenilgilere dönüştüğünün kronolojik anlatımı olarak okunabilir bu kitap. Anlatılanlar, hakikatin bütünü değil. Büyük tablonun parçalarından biridir sadece. Doğası gereği Halil kendi düşün ve duygu dünyasında biriktirdiklerini yazmış. Umarım Halil’in bu çalışması tablonun bütününü ortaya çıkaracak çalışmalara vesile olur.
Teşekkürler Halil. Kazım Gündoğan Eylül 2015-İstanbul
https://drive.google.com/file/d/1g-6loNdhjoyS1hqKIff3s1yla_D1MowL/view